HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

30 Nisan 2014 Çarşamba

Gülen örgütünün nasıl bir münafık olduğunu anlatan yazı!

Gülen örgütünün nasıl bir münafık olduğunu anlatan yazı! Nisan 30, 2014    
Münafıklar: ‘Biz ancak ıslah edicileriz!!!’
PROF. DR. MAZHAR BAĞLI – YILDIRIM BEYAZIT UNİVERSİTESİ İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ SOSYOLOJİ
Bir yandan Kürt etnisitesine dayalı siyasi yapılanmaları devletin varlığını tehdit eden en büyük risk olarak görüp bunu legalleştirdi diye hükümete küfredeceksin ama öte yandan bu örgüt için bölgede oy toplama propagandası yapacaksın. Ve aynı zamanda örgütün malzemesi ile linç girişimi yürüteceksin. Hiçbir kutsalın ve değerin olmadığına dair daha ne söylenebilir ki?
Toplum dediğimiz varlık-yapı sadece insan birlikteliğinden meydana gelen bir olgu değildir. Aynı zamanda o birlikteliğin oluşturduğu kurumsal mekanizmaları da içerir ki insanoğlunun kazanımlarını bir ortak akla dönüştüren de bu süper organik yapıdır. Toplumsal değerlerin bir sonraki nesle aktarılması, belli rol ve statülerin belirlenmesi, kişilerin toplumsal değerlere özgün bir katkıda bulunması da dahil olmak üzere pek çok işlevi yerine getiren bu mekanizmalar insanı ‘amaçsız-niyetler’ için yaşam süren diğer canlılardan farklı kılar. Daha doğrusu insanı diğer canlılardan ayıran esas özelliği amacı belli bir niyet sahibi olmaktır. İnsanı ya da bireyi toplumsal değerlerden, kaprislerden, sosyalizasyon sürecinde edinmiş olduğu tüm alışkanlıklardan soyutladığımızda ne kalır elimizde?
HUKUK VE İŞLEYEN MEKANİZMA
‘Çıplak’ bir varlık olarak insan herhangi bir anlam ifade etmez, sahip oldukları ile değerlidir. Kaldı ki insanın mutlak çıplaklığına dair bir imkan ayrıca da tartışılacak bir konudur. İnsan, ‘görünüm ve gerçeklik’ olarak ya da ‘ruh ve beden’ bütünlüğü içinde ele alındığında kendine özgü isimlendirme ile (insan olarak) anılabilir. O halde toplum aynı zamanda doğal bir olgu, varlık alanıdır. Bu olgu kurumsal mekanizmalardan oluşmaktadır ve toplumsal varlığın hem işleyişini hem de değerini belirler.
Zaten sosyoloji disiplini de bireyin bahsi geçen bu topluma uyarlanma sürecini inceleyen bir bilimdir. Bu süreci belirleyen temel yapılar ise, din, aile, hukuk, eğitim, ekonomi gibi kurumsal mekanizmalardır. Klasik sosyolojik teori, sağlıklı bir toplumun senkronize olmuş kurumsal bir birliktelikle mümkün olduğunu varsaymaktadır.
Toplumu bir organizma gibi düşündüğümüzde -ki buna yönelik tüm itirazları kabul ediyorum- toplumun her bir alt biriminin özgün bir ağırlığı ve işleyişi vardır. Bu mekanizmalardan birisinin görevini diğerine ihale ettiğinizde iki yönlü sorunlar baş gösterir. Bunlardan birisi asıl işlevini kaybeden mekanizmanın bizzat varlığının artık toplumsal alanda çekilmez bir yük olmaya başlamasıdır. İkincisi de esas işlevinden başka anlamlar yüklenen kurumsal mekanizmanın giderek hem kendi işini hem de kendisine ihale edilen işlerin yürütülmesi için gerekli değerleri üretememesidir. Ailenin işlevini eğitim, eğitimin işlevini hukuk yerine getiremez. Ya da birkaç kurumun görevini tek bir mekanizmaya yükleye- mezsiniz.
Marksist teoriye göre toplumsal değişimin temel belirleyici kurumu ekonomidir ama günümüzde bu dinamiğin siyaset olduğuna dair tartışmalar da giderek alevlenmektedir. Siyaseti de belirle- yen kitle iletişim araçları giderek hayatımızın bir parçası, zihnimi- zin veya algılarımızın birer uzantısı haline gelmektedirler.
GÜLEN ÖRGÜTÜ
İşte tam da bu noktada Gülen örgütü, tıpkı PKK gibi, medya üzerinden yürüttüğü operasyon ile toplumsal alanda var olan tüm kurumların işlevini kendi ukdesindeki mekanizmalara yüklemek istemektedir. PKK, geleneği de ben üretirim inancı da, düşünceyi de ben üretirim eylemselliği de demek sureti ile tam anlamıyla faşist bir derebeylik kurma propagandasını siyasi bir faaliyet olarak göstermektedir. Bu örgüt de aynı mantık ile toplumsal yapının genlerindeki kurumsal mekanizmaların işlevlerini şırınga ile çekip almakta o görevleri başka mekanizmalara yüklemektedir. Siyaset kurumunun olmadığı, tamamen teknokrat ve bürokratlardan oluşmuş ve inşa edilmiş bir toplumsal mühendislik projesi yürütülmektedir.
Oysa şurası açıktır ki toplumun sahip olduğu temel kurumsal mekanizmaların işlevi ve ödevi ile ilgili işleyişe yönelik her türlü ‘ideolojik-operasyonel’ müdahale toplumsal işleyişin doğal var olma durumunu zedeler ve Durkheim’cı yaklaşımla söylemek gerekirse anomiye neden olur. Anomi, toplumsal değerlerin çökmesidir. Amaç ve hedeflerin belirsiz olması demektir. Kuralsızlıktır.
Bu durum geleneksel İslami literatürde ‘ifsat’ ile tanımlanmıştır. İfsat bir çeşit münafıklıktır ve bildiğimiz gibi ‘Onlara ‘yeryüzünde fesat çıkarmayınız’ dendiği zaman, ‘Biz sadece düzelticileriz’ derler. Haberiniz olsun ki, onlar bozguncuların ta kendileridirler, ama farkında değildirler. Müminlerle karşılaşınca ‘İnandık’ derler. Fakat şeytanları ile baş başa kaldıklarında ‘Biz sizlerle birlikteyiz, onlarla sadece alay ediyoruz’ derler. Buna karşılık Allah da kendileri ile alay eder ve onları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakır.’
Kimin nerede, yani hangi siyasi kategorinin içinde yer aldığı ile ilgili bir hüküm vermek niyeti ile bu satırları yazıyor değilim, ama şuraya işaret etmek istiyorum; bugün cemaat yapılanması toplumda var olan her kurumu ve aktörü son derece profesyonelce uydurduğu senaryolarla ifsat etmektedir. Topluma karşı gayri nizami bir harp, adeta değerlere yönelik terör eylemleri gerçekleştirmektedir. Kamu işleyişini dejenere etmekte, siyaseti kirletmekte, toplumda var olan her bir aktöre itibar suikastı düzenlemektedir. Bütün bunları yaparken neden bunu yapıyorsunuz denildiğinde ise ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ demektedirler. Toplumdaki her bir aktörün kirli-kötü, kendilerini doğru gören paranoyaklığın resmini geçenlerde bir müptezel yazar köşesinde yalan hikayeler üzerinden dile getirmişti. Sözde başı açık birisi başörtülü birisine ‘Hırsız’ diye bağırıyor ve o başörtülü dönüp ‘Ben AKP’li değilim cemaatçiyim’ diyor. Bu muhayyel senaryoyu yaşamış gibi bize yutturan yalancılardan oluşan bir çete var karşımızda.
KUTSALLARI VE DEĞERLERİ YOK
Siyasetin içinde değiller ama siyasetin her yönü ile onların emrinde olmasını istiyorlar, ticari bir şirket değildirler ama tüm ticari faaliyetin onların tekelinde olmasını istiyorlar, mezhepsel bir inanç grubu değildirler ama hangi mezhebin meşru, hangisinin gayri meşru olduğuna onlar karar veriyorlar, dini bir cemaat değildirler ama evrensel bir din olan İslam’ın her türlü kuralını onlar belirlemek istiyorlar, dış politik bir aktör değildirler ama dış politika onların elinde olsun istiyorlar. Kısaca ‘Tanrı benim’ diyecekler ama dilleri varmıyor. Özellikle toplumsal alanda var olan tüm mekanizmaları elinde bulundurmak istiyorlar. Bunu da bizzat kendileri değil de el altından yapmak istiyorlar.
Bu hem anomidir, hem münafıklıktır hem de derebeyliktir. İşte Gülenist çetenin yürüttüğü darbe girişiminin seçimden önce hükümeti ve devleti sarsıyor olmasının nedeni de bu kadar çok kötülüğün bir ittifak yapmış olmasıdır. Bir başka ifade ile toplumsal değerleri içerden çökertmiş olmasıdır. İçerden bir karın deşme operasyonu olmasından dolayı da hem kanama sürmekte hem de epey hasar vermektedir.
Malum zaman zaman bu neo con çetesi, ‘asıl tehlikeli olan, asıl paralel devlet kuran PKK’dır’ retoriği üzerinden kendilerine meşru bir alan oluşturmaya çalışmaktadırlar. Kötü bir emsal üzerinden kendilerine alan oluşturma gayretleri bile ifsad edici bir amaca matuftur. Bundan dolayı da kim ne derse desin, nasıl bakarsa baksın bu yapı, eli kanlı terör örgütlerinden çok daha tehlikelidir. Çünkü saf, temiz insanları kandırabilecek çok daha fazla enstrümana sahiptir. PKK terör örgütü bunca zamandır ülkede birlikte yaşama kuyusunu zehirleyen kanlı eylemler yapmasına rağmen bu neo-ergenekon kadar toplumsal değerler alanında tahripkar olamadı. Çünkü geleneksel İslami değerler, etnik faşizme dayalı bu ideolojinin sosyolojik alanın derinlerine nüfuz etmesine izin vermedi.
Bir yandan Kürt etnisitesine dayalı siyasi yapılanmaları devletin varlığını tehdit eden en büyük risk olarak görüp bunu legalleştirdi diye hükümete küfredeceksiniz ama öte yandan bu örgüt için bölgede oy toplama propagandası yapacaksın. Ve aynı zamanda örgütün malzemesi ile linç girişimi yürüteceksin. Hiç bir kutsalın ve değerin olmadığına dair daha ne söylenebilir ki?
YAZININ KAYNAĞI İÇİN TIKLAYIN

http://www.medyagundem.com/gulen-orgutunun-nasil-bir-munafik-oldugunu-anlatan-yazi/

28 Nisan 2014 Pazartesi

Kılıç Hakkında Bomba İddia!

AK Parti kurmayları, Kılıç’ın başına geçmek istediği AYM Vakfı ile ilgili tasarı geri çekilince, hükümeti eleştirmeye başladığını iddia etti
Kılıç Hakkında Bomba İddia!
28 Nisan 2014

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Haşim Kılıç’ın gündemi sarsan hükümete yönelik ağır eleştirilerinin şokunu yaşayan AK Parti kurmayları, bu tavrın gerekçeleri arasında Kılıç’ın emekliye ayrıldıktan sonra başına geçmek istediği Vakfın kuruluşunu sağlayacak tasarının askıya alınmasının yattığını savunuyor.

Geçtiğimiz Kasım ayında yasalaştırılması öngörülürken son anda rafa kaldırılan tasarı, olağanüstü ayrıcalıklara sahip AYM Vakfı’nın kurulmasını, bireysel başvuru harçlarının yüzde 30’unun bu vakfa aktarılmasını, vakfın ayrıca bağış ve yardım toplayabilmesini ve söz konusu vakfa yapılacak bağışların gelir ve kurumlar vergisi matrahından indirilebilmesini öngörüyordu. AYM tarafından hazırlanarak hükümet aracılığıyla Mayıs 2013’te TBMM’ye sunulan tasarı, komisyon aşamasının ardından Kasım ayında Genel Kurul gündemine indirilmişti.

Gücün etkisiyle gömlek değiştirmeyiz!
Muhalefet de karşı çıktı

Ancak tasarının Anayasa Mahkemesi Vakfı’nın kuruluşunu ve bu vakfın gelirlerini düzenleyen hükümlerine muhalefet milletvekillerinin yanısıra AK Parti’den de aralarında yönetici düzeyindekiler de dahil olmak üzere pek çok isimden itiraz geldi. AK Parti kurmayları yaptıkları değerlendirmelerin ardından tasarıda rötuş yapma kararı aldı. Bu çerçevede Genel Kurul’daki görüşmeler aşamasında verilecek önergelerle vakfın gelirleri arasından “yardım ve bağışlar”ın, buna paralel olarak bu yardım ve bağışların vergiden düşürülebilmesine imkan tanıyan hükümlerin tasarı metninden çıkarılması görüşü benimsendi. Bu karar AYM Başkanı’na da iletildi.

‘Kılıç, Başbakan’ı aradı’
VATAN’ın haberine göre AK Parti kurmayları “İşte ne olduysa o aşamadan sonra oldu” diyerek şunları aktardı: “Kılıç’ın AYM Başkanlığı’ndan sonra başına geçmek istediği AYM Vakfı’nın kurulmasını öngören, bu vakfın bağış ve yardım toplamasına imkan tanıyan tasarı içimize sinmiyordu. Başbakan’a durumu aktardık. ‘Bağış işi AYM’nin tüm kararlarına şaibe düşürür’ dedik. Tartışma yaratan hükümlerin tasarıdan çakarılmasına karar verildi. Durumu öğrenen Kılıç Başbakan’a kadar arayıp düzenlemede ısrarcı oldu, ama geri adım atılmadı. Bu süreçte AYM Başkanı’ndan ilk çıkış geldi. AYM’yi şaibe altında bırakacak bu düzenlemeye tenezzül eden Kılıç, kendisini evlendirme vaadiyle kandırılmış kişilere benzetip parlamentonun hükümetin güdümünde olduğunu söyledi. O açıklamaların tasarı yasalaştırılmasından vazgeçilerek rafa kaldırıldı. Ardından da AYM’den tartışmalı kararlar peş peşe geldi.”

27 Nisan 2014 Pazar

Türkçe Olimpiyatları 1.'si Canlı Yayında Gözyaşlarına Boğuldu: Başbakan Erdoğan'dan Özür Diliyorum!
 
 
Türkçe Olimpiyatları 1.'si Canlı Yayında Gözyaşlarına Boğuldu: Başbakan Erdoğan'dan Özür Diliyorum!23.04.2014
A Haber'de yayınlanan Mehmet Ali Önel yönetimindeki Deşifre programına Cemaatin düzenlediği 2014 Türkçe Olimpiyatlarında birinci olan Tuhana ve babası Cebrail Güney Almanya'dan konuk oldu.


Tuhana Güney söylediği "Hakim Bey" şarkısının Cemaat tarafından siyasi malzeme olarak kullanıldığını söyleyerek, "13 yaşında kaldıramayacağım saldırılara maruz kaldım" dedi.

13 YAŞINDAKİ TUHANA: BAŞBAKAN'DAN ÖZÜR DİLİYORUM!

Baba Cebrail Güney de "eğer kızım siyasi bir şarkı söyleyecek olsaydı bu şarkı Dombra olurdu" dedi ve Cemaat tarafından kızının siyasi malzeme olarak kullanılmasına tepki gösterdi. Genç kız ise canlı yayında Dombra şarkısını söylediği sırada gözyaşlarına hâkim olamadı. Tuhana "13 yaşında kaldıramayacağım sözlü saldırılara maruz kaldım. Şarkının anlamını hiç düşünmemiştim. Hatta daha da anlamını tam olarak bilmiyorum. Bu şarkıyı söylediğim için Başbakan'dan özür dilemek istiyorum" diye konuştu.

"PARALEL YAPI UYUŞTURUCU BARONLARINI KORUDU!"

Programın diğer konukları ise Paralel Yapının tasfiye ettiği polislerdi. Almanya'dan canlı yayına bağlanan eski komiser Fatih Mehmet Çolak şok açıklamalarda bulundu. Çolak, uyuşturucu baronlarının Narkotik polisinin içinde uzantıları olduğunu ve baronların Paralel yapı tarafından haraca bağlandığını ve korunduğunu iddia etti.

Çolak: Paralel yapı elemanlarının uyuşturucu baronlarını koruduklarını fark ettim. Ben Narkotiğin içinde yaşadıklarımdan dolayı paralel yapı ile karşı karşıya geldim. En iyi uyuşturucu baronları Narkotiğin içindeydi. Paralel Yapı'ya bağlı polislerin, uyuşturucu baronlarını haraca bağladığını ve kolladığını gördüm.

"EN KALİTELİ UYUŞTURUCUYU PARALEL NARKOTİKÇİLER SATIYOR"

2006 yılında İstanbul'da yapılan Hançer Operasyonu'nda, uyuşturucu baronu Nejat Çakır'ın operasyon öncesi ve sonrası korunduğunu gördüm. Paralel Yapı'ya bağlı İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü'ne bağlı polisler bunu yapıyordu. Piyasada yakalanan uyuşturucunun bir bölümü kayıt dışı olarak şubede saklanıyordu. Kayıt dışı olarak saklanan uyuşturucular en kaliteli olanlardı. Bu uyuşturucular daha sonra İstanbul'da paralel yapının polisleri tarafından sokak satıcılarına sattırılıyordu.

Bana yapılanlardan bıktığımdan dolayı şark tayini için dilekçe verdim. Kendi muhbirleri suni ve tamamen hayali bir gasp soruşturmasıyla beni meslekten attırdılar. Sonra benim hakkımda tutuklama kararı çıkardılar. Paralel yapı'ya bağlı polislerin oyunları ve kumpasları, yine paralel hakim ve savcılar ile sürdürülüyordu. Hakkımda adil yargılama olmayacağını bildiğim için yurt dışındayım. Hakkımızı savunabilecek objektif ve adil bir şekilde yargılanacağımı bilsem Türkiye'ye geleceğim. Bana açılan dava ile ilgili 50 tane savcıya sordum bu davada hiç bir şey olmadığını söylediler ama paralel medyaya sorsan beni yerden yere vurur. Ben şimdi adil hakim ve savcılar tarafından yeniden soruşturulmak ve aklanmak istiyorum" diye konuştu.

Fatih Mehmet Çolak: Benim meslekten atılmamı sağlayan şahıs İbrahim Karadağ idi. Adana'da tutuklananlardan biriyle biz aynı ekipteydik. Bana karşı olanlardan biri de oydu. O kişi bizim şubede teknik büro amiri olarak görev yapıyordu. Bunların hepsi benim ekip arkadaşımdı hepsiyle aynı ekipte çalıştım, benim kurumdan atılmamı sağladılar. Paralel yapının nasıl yapılandığını kimse akıl erdiremez.

"O SENARYONUN YAZARI EMNİYETTE HALA GÖREVLİ"

Eski mobese uzmanı Ömer Osman Ceyhan: 
Paralel yapının polislerinin, kendi aleyhlerinde olan bir konu olduğunda, "Mobeseler çalışmıyordu". Ancak, her ne hikmet ise, paralel yapının polislerinin yapacakları operasyon sırasında ise, mobeseler tam kayıtta olurdu.

Eski Polis memuru Ali Bayram: 
Meslekten atılmamak ve soruşturmaya uğramamak için, paralelci polislere, bir cafede 165 bin lira parayı himmet adı altında, rüşvet vermek zorunda kaldım.

Polislerin kurduğu Emniyetsen Genel Başkanı İrfan Çelik: Paralel yapı 3 bin 500 polisi çeşitli bahaneler ile meslekten ihraç etti. Şekattepe dizisinde peygamberimizi kamyonete bindiren senaryonun yazarı ise emniyette hala görevli.

İşte o açıklamalar: 

http://www.analizmerkezi.com/turkce-olimpiyatlari-1-si-canli-yayinda-gozyaslarina-boguldu-basbakan-erdogandan-ozur-42688h.htm

Somali’de Laik Ve Müslüman Türk Farkı!

BM Barış Gücü Komutanı olarak Somali’de olduğu dönemde ülkenin en önemli adamlarını öldürüp, halka zulmeden Çevik Bir’in Somali’de açtığı yaralar, Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye devletinin ve Türkiyeli sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla aşıldı.
Somali’de Laik Ve Müslüman Türk Farkı!
27 Nisan 2014

Somali halkı, iki buçuk yıl önce başkent Mogadişu’ya yaptığı ziyaretle ülkeyi adeta yeniden dünya ile barıştıran Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı sevgi ve coşku ile anarken, BM Barış Gücü Komutanı olarak Somali’de bulunduğu dönemde adeta terör estiren Çevik Bir’i ise halen unutamıyor.

ÇEVİK BİR’İN TAHRİBATI YENİ YENİ AŞILIYOR
90’lı yıllarda Somali’de iç çatışmaların ortaya çıkmasının ardından Türkiye’den Çevik Bir’i talep ederek Somali’ye Barış Gücü Komutanı olarak gönderen Birleşmiş Milletler’in orada şiddeti körükleyen tutumu ve Çevik Bir’in kişisel hataları sebebiyle toplumda oluşan yaralar Türkiye’nin ve sivil toplum kuruluşlarının Somali’deki kalkınmaya öncülük eden adımlarıyla aşılıyor. 90’lı yıllar boyunca emperyalistlerin ülkedeki iç savaşı körüklediği yıllarda darbeci orgeneral Çevik Bir’in başında olduğu BM de Müslüman halka yönelik çeşitli zulümlerle gündeme gelmişti. Türkiye’ye yönelik yaklaşımlarını anlatan Somalili siyasetçi ve uzmanlar Türkiye’de sivil siyasete darbe vuran Çevik Bir’in, Somali’de de Müslüman halka en büyük darbeyi vuran isim olduğunu ifade ettiler.

“TÜRKİYE, ABİMİZ, KARDEŞİMİZ, HER ŞEYİMİZ”
Yakın zamana kadar açlıkla pençeleşen Somali’nin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan ile yeniden kendisi ile barıştığını belirten eski Somali Parlamentosu Başkanı Ali Ahmed Hafız, “Başbakanınız Recep Tayyip Erdoğan’ın buraya gelmesi bizleri çok mutlu etti ve sevindirdi. Erdoğan’ın buraya gelmesiyle yeni bir kalkınma hamlesi yakaladık. Öncesinde Türkiye bizim için Müslüman olsa da sıradan bir ülke idi. Şimdi ise, abimiz, kardeşimiz, dostumuz kısacası herşeyimiz. Türkiye’yi çocuklarımızdan dedelerimize kadar herkes çok seviyor” dedi.

“ÇEVİK BİR, KÂFİRLERLE BİRLİKTE HAREKET ETTİ”
Eğitimini Yemen’de tamamlayan Uluslararası İlişkiler Uzmanı Muhammed Esed ise “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Somali’ye geldiğinde ben Yemen’de El-Cezire televizyonunu izliyordum. ‘Tamam’, ‘Artık kaderimiz değişiyor’ deyip ağladığımı hatırlıyorum. Bizim için adeta bir devrimdi. Tayyip Erdoğan yeni bir sömürgeci mi kuşkusu yaşamadık. Çünkü Erdoğan’ın Şam’daki, Kahire’deki yankısını anlamıştık. Şahsen benim onda kuşkum olmadı. Ama şu çok önemli… Çevik Bir gelmişti buraya, o dönem çocuktum. Ama Çevik Bir’in buradaki zulümlerini bilenler biliyor. Çevik Bir kâfirlerle birlikte hareket etti. 1993 yılında emperyalistlerin desteğiyle burada kan gövdeyi götürdü. Çevik Bir de bu emperyalistlerin başındaki adamdı. Çevik Bir Türk idi ve Türkler bizim aklımızda bu şekilde yer etti. Biz bir de haritadan bilirdik Türkiye’yi… Ancak 2011’de Tayyip Erdoğan gelince Türk milletini yeniden öğrendik. Türk insanının ne kadar hayırsever bir millet olduğunu 2011’den sonra an be an gözlemledik” ifadelerini kullandı.

“İNSANLIĞIN HAYSİYETİ İÇİN BURADAYIZ”
18 Ağustos 2011’de Somali’ye dünya üzerinde 20 yıl sonra Başbakanlık düzeyinde ilk kez ziyaret gerçekleştirerek adeta bu ülkeyi yeniden dünyaya açan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “İnsanlığın haysiyeti için buradayız” şeklindeki sözleri değişimin adeta mottosu oldu. Ülkenin değişiminde Türkiye’nin devlet olarak yaptığı yatırımlarının yanısıra İHH, Deniz Feneri, Yardımeli gibi derneklerin yardımları da büyük rol oynadı.

HER ZAMAN VE HER YERDE İSRAİLCİ
Türkiye’de İsrail çıkarları için gerçekleştirilen 28 Şubat post-modern darbesinin en kudretli paşalarından olan Çevik Bir, 12 Temmuz 1993 tarihinde ‘toplantı baskını’ olarak tarihe geçen baskını gerçekleştiren isim olarak biliniyor. Somali’nin Daroot, Hawey, Brxanwen, Dirr gibi önemli kabilelerinin ileri gelenleri ve din adamları General Aidid diktasından nasıl kurtulacaklarına ve ülkede düzeni tesis edip batı boyunduruğundan çıkma çözümlerini tartışmak için bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantının yapıldığı eve BM güçleri tarafından tam 16 adet TOW tanksavar füzesi ve yüzlerce makinalı top mermisi atıldı. Saldırının sonucunda halk tarafından saygı duyulan 100’e yakın insan hayatını kaybetti. Toplantıda ölenler ayrıca İsrail karşıtlığıyla bilinen isimlerdi… Bu saldırıyı planlayan ve uygulamaya koyan isimler ise, Çevik Bir ve yardımcısı General Thomas Montgomery idi. Saldırıda akil adamlarını kaybeden Somalililerin geleceğe olan bakışı değişti.

Yeni Akit

21 Nisan 2014 Pazartesi

Cemaat sırf okul için insan katline göz yumdu!

Cemaat sırf okul için insan katline göz yumdu! Nisan 21, 2014    
Paralel imam Osman Hilmi Özdil, Ramzan Kadirov’la anlaştı. Çeçenistan’da okullar karşılığında cinayetler, Kadirov’a muhalif Zona’ya yıkıldı. Suikastları çözen polisler ise paraleller tarafından sürdürüldü.
Çeçen cinayetleri ile ilgili TAKVİM şimdiye kadar bilinmeyenleri ve saklananları ortaya çıkarıyor. TAKVİM, Paralel Yapı’ya üye polisler ve savcılar tarafından karartıldığı ve üzerinin örtüldüğü öne sürülen cinayetler ile ilgili olarak önemli bilgilere ulaştı.
ALİ FUAT İŞ BAŞINDAZeytinburnu’da öldürülen dört Çeçen’in zanlısı olarak öldürülen isimlerin arkadaşı olan Zona kod adlı Ruslan Papaskiri tutuklanırken, emniyet kayıtlarında Zona’nın cinayetler sırasında Türkiye’de bile olmadığı anlaşılmıştı. İddiaya göre Zona’nın suçlu olduğu iddianameyi paralel olduğu söylenen emniyet mensubu Ali Fuat Yılmazer hazırlarken, soruşturma savcıları da Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen Adem Özcan ve Muammer Akkaş’tı. Paralel tezgah tüm suçu Zona’ya yıkarken iddiaya göre cemaatin emniyet imamı Osman Hilmi Özdil, Çeçenistan Başkanı Ramzan Kadirov’la kirli bir anlaşma yapmıştı. Anlaşmaya göre paralel yapı cinayetleri örtbas edecek, tüm suçu Kadirov’a muhalefet yapan Zona’ya yıkacak ve bir taşla iki kuş vurulacaktı. Karşılığında ise Çeçenistan’da Gülen okulları açılması kararlaştırıldı. Kirli tezgahı deşifre eden TAKVİM, bu kez de cinayetleri çözen iki memurun nasıl görevden uzaklaştırıldığı bilgisine ulaştı.
DOSYAYA DOKUNAN YANDIİddialara göre Çeçen cinayetlerinin birbiri ardına gelmesi ve çözülememesi üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi Cinayet Bürosu’nda görevli bir polis memuru ile yine yıllarını faili meçhul cinayetlere vermiş olan emniyet amiri, işlenen bir başka Çeçen cinayeti sonrası tekrar dosyayı açmak istediğinde dosyayı arşivde bulamadı. Tecrübeli emniyet amiri, ipuçlarını birleştirdiğinde cinayetlerin bağlantısına ulaştı. Cinayetleri işleyenlerin Çeçen lideri Ramzan Kadirov’la bağlantılı olduğuna, tapelerle kanıtlayan memur, gizemi çözmek için cinayet ile ilgili dosyaları istedi. Polis ve memuru ve emniyet amirinin bu çabası ise emniyet içindeki paralel yapıyı rahatsız etti. İki polis, Çeçen cinayetlerini çözme konusundaki ısrarlarını sürdürünce biri şark görevine 6 ay olmasına rağmen kendisini Şanlıurfa’da buldu. Diğer memur ise bir binanın önünde nöbet tutmaya mahkum edildi. Daha sonra ise dava Terörle Mücadele’ye verilerek dosyada paralel yapı hakimiyeti kuruldu.
YEDİ ÇEÇEN CİNAYETİ
2008‘den beri Türkiye’de 7 Çeçen’e yönelik suikastlar hasıraltı edildi. İşte o liste:
GAZHİ EDİLSULTANOV: Ruslara karşı Albay rütbesiyle savaştı. 6 Eylül 2008′de Başakşehir’de vuruldu.
İSLAM CANİBEKOV: Çeçen ordusunun iki numaralı ismiydi. 9 Aralık 2008′de eşi Ayşe Aliyava ve bir çocuğuyla misafirlikten döndükten sonra Yukarı Dudullu’daki evinin önünde başından 3 kurşunla vurularak öldürüldü.
ALİ OSAEV: Çeçen lider Doku Umarov’un Türkiye temsilcisiydi. 26 Şubat 2009′da Zeytinburnu’ndaki evine giderken öldürüldü.
BERG HACI MUSAYEV, RÜSTEM ALTEMİROV, ZAURBEK AMRİYEV: Osayev’in ölümü sonrası onun yerini Berg Hacı Musayev almıştı. 16 Eylül 2011′de cuma namazından çıkarken yanında bulunan iki Çeçenle birlikte bir araçtan açılan ateşle öldürüldü.
MEDET ÜNLÜ: Türkiye’ye gelen Çeçenlere yardım yapan ve Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti Türkiye Fahri Konsolosu da olan iş adamı, 22 Mayıs 2013′te Ankara’daki iş yerinde uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti.
ZONA: Temur Makhauri veya Ruslan Papaskiri ismiyle biliniyor. Zeytinburnu’daki Çeçen cinayetleri nedeniyle tutuklandı. Oysa cinayeter sırasında Türkiye’de değildi. Oysa Musayev’le sıkı dosttu. Osayev’in eşini ve çocuklarını tedavi için Avrupa’ya götüren kişi bizzat Zona’ydı. Osayev cinayetinde de yurt dışındaydı. Cenaze için İstanbul’a geldiğinde gümrük polisi tarafından Türkiye’ye sokulmadı.
BENİM HİÇ İLGİM YOK
İstanbul Kafkas Çeçen Kültür Derneği kurucu başkanı Abdurrahman Özdil Çeçen cinayetleri ve paralal örgüt haberleriyle ilgili bir açıklamada bulundu. Özdil “Çeçen cinayetlerinin biran önce aydınlatılmasını istiyorum. Ayrıca “Kozanlı Ömer” olarak bilinen Osman Hilmi Özdil isimli kişiyle akraba olduğum ve Kadirov’la ilişkilendirildiğim haberi tamamen asılsızdır. Kozan’da hiçbir akrabamız yoktur ve bildiğim kadarı ile Kozan’da da yerleşmiş hiçbir Çeçen aile yoktur. Osman Hilmi Özdil isimli şahsı hayatımda hiç bir zaman tanımadım. Bizim sülalemizden ve memleketimizden değildir. Biz Kahramanmaraş, Çardak kasabasından devletine milletine bağlı bir aileyiz. Bahsi geçen hiçbir hususla hiçbir zaman alakamız olmamıştır. Çeçenistan’da yapılacak okullardan ne haberim var ne de bu hususta hiçbir yetkiliyle görüşmem olmuştur. Bizim dernek faaliyetlerinde yaptığımız, Çeçen kültürü, gelenek ve görenekleri ile dilini korumak amaçlıdır. Siyasi hiçbir faaliyetin içinde olmadık. Hakkımızda bu algı yanlıştır ve hak etmiyoruz.” dedi.  (TAKVİM)
http://www.medyagundem.com/cemaat-sirf-okul-icin-insan-katline-goz-yumdu/
Paralel örgütün elebaşının ABD hayranlığı!

Paralel örgütün elebaşının ABD hayranlığı! Nisan 21, 2014    
Paralel örgütün elebaşı Fethullah Gülen’in maskesi indirilmeye devam ediyor. Gülen’in internete düşen bir ses kaydında CIA ile olan ilişkisi de gün yüzüne çıkmıştı fakat paralel yapının Amerika sevdasının ilk olmadığı sosyal medyada paylaşılan 1997 tarihli yazısıyla tekrar ortaya çıkmış oldu.
Paralel yapının başı Fethullah Gülen’in, Amerika hayranlığı her geçen gün yaşanan yeni bir gelişmeyle tekrar tekrar gün yüzüne çıkıyor. Attığı her adımda ABD’nin tepkisini çekmemek için son derece hassas davranan Gülen Örgütü, söz konusu Sam Amca’nın çıkarları olunca Türkiye’nin gizli istihbarat bilgilerini bile CIA ile paylaşmakta bir sakınca görmüyor.
Bulunduğu her ortamda ve mecrada ABD hayranlığını gizleyemeyen Fethullah Gülen, Türkiye’de büyük yankı uyandıran ses kayıtlarında paralel yapı ile ABD arasındaki gizli işbirliğini saklama ihtiyacını hissetmemişti.
STV’nin ABD aleyhtarı haberleri yayınlamasına bile engel olan Gülen, bir nevi Çekiç Güç‘ün tasvip etmeyeceği hiçbir hareketin içerisinde olmayacağını ilan etmişti.
İşte Fethullah Gülen’in Amerika hayranlığını gözler önüne seren bir yazısı daha:

(TAKVİM)
http://www.medyagundem.com/paralel-orgutun-elebasinin-abd-hayranligi/
Altaylı’ya paralel zor sorular!

Altaylı’ya paralel zor sorular! Nisan 21, 2014    
Yeni Şafak yazarı Cem Küçük bugün Fatih Altaylı’nın paralel örgütle ve paralel polis şefleriyle ilişkisini sorgulayan çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
Yazısı şöyle:
ACINACAK ADAM ALTAYLI
Geçen hafta Fatih Altaylı ile Tuncay Özkan’ın birlikte yaptıkları programı izlerken durumlarına hem acıdım hem üzüldüm. Tuncay Özkan anti-demokratik, laikçi, ulusalcı bir ideolojinin temsilcisiydi. Post-modern bir darbe ile Erdoğan’ın indirilmesinden yanaydı. Fakat paralel örgüt Özkan gibi bir adama bile öyle kumpaslar kurdu ki, Özkan bugün mağdur hale geldi. Unutmasın ki şu an dışarıdaysa ben ve benim gibilerin paralel yapıyla mücadelesi sayesindedir. Özkan’ın yeniden içeri alınması da vicdana uygun olmaz. Fakat şu anki durumu Özkan’a göre çok daha acınacak bir adam var ki, o da Altaylı. Habertürk yönetiminden kovulmuş Altaylı her şeyden önce halka doğruları söylesin.
PARALEL POLİS ŞEFLERİYLE KANKALIĞINI ANLAT ALTAYLI 
Tuncay Özkan emniyet-yargı cuntası marifetiyle içerde çürürken paralel yapının polis şefleriyle kanka olan Fatih Altaylı şimdi Özkan’ın ve Ergenekon mağdurlarının yanındaymış. Yahu senin o Teke Tek programında paralel yapının tetikçisi meşhur muhabirin kaç defa PR’ı yapıldı? O paralel tetikçiydi Özkan’ları içeri attıracak haberleri yapan. Paralel yapının elemanlarını yayına alıp yağlayıp balladığın programlar herkesin aklında. 28 Şubat soruşturmasının konuşulduğu günlerde paralel yapının polis şefleriyle ne kadar kanka olduğunu tüm Ciner Medya camiası biliyor. Meşhur paralelcibaşı polis şefiyle kaç defa beraber öğle yemeği yediniz? Merak etme sana paralelci olduğunu söyleyen yok. Fethullah Gülen’den en az Erdoğan kadar nefret ettiğini biliyoruz. Fakat sen kendini kurtarmak için paralel yapının polis şeflerine yanaştın. Onların istediği yönde haberler yaptın mı yapmadın mı? Sen onu söyle…
KANKALARIN PARALEL POLİS ŞEFLERİ HAKKINDA EN ÇOK ŞİKAYET OLAN DAVAYI DURDURDU
Şimdi de o paralel polislerin içeri attığı Tuncay Özkan’ı almışsın karşına, ‘Ah vahhh’ ediyorsun. Yahu o sahte kanıtları kim oluşturdu? Levent Kırca’yı konuk ettiğin programda, ‘Silivri’deki gazeteciler umurumda değil’ diyen sen değil miydin? Kim insanlara malum kumpasları kurdu? Cevap ver Altaylı… Senin kankalık ettiğin ve köşende röportaj kılıfında PR’ını yaptığın o polis şefleri değil mi? Daha geçenlerde meşhur bir paralel istihbaratçının senin hakkında ettiği güzel lafları gururla anlattın ekranda. Elbette seni överler, çünkü sen özellikle 2012 yılında –biraz da 28 Şubat’tan içeri atılma korkusu yüzünden– senden ne istiyorlarsa yaptın. 28 Şubat davasında hakkında en çok şikâyet dosyası olan gazeteci sendin ve normalde bir hukuk süreci başlaması gerekirdi. Ama senin kankan paralel polis şefleri bu süreci durdurdu. Sen de onlarla haber ve manşet işbirliği yaptın mı, yapmadın mı?
SERAP ÇİL OLAYINDAN SENİ PARALEL POLİS ŞEFİ KURTARMADI MI?
Tabii olay sadece 28 Şubat korkusu değil. Şu soruya dürüstçe cevap ver. Serap Çil olayından seni meşhur paralel polis şefi kurtardı mı kurtarmadı mı? Daha önce bir yazımda yazdığım mahkeme kayıtları ortada. Muhabir olan bir kıza büyük paralar vermişsin. Niye bir muhabire her ay yüksek paralar ödedin? Bütün bu süreçte bu paralel polislerden yardım istedin mi, istemedin mi? Bir şekilde bir suç uydurulup Çil’in evi basıldı mı basılmadı mı? Senin başına bela olan Serap Çil’in evini basma emrini kankan paralel polis şefleri verdi mi vermedi mi? Bir şekilde kurtulman için Çil’e itibarsızlaştırma operasyonu yapılması gerekiyordu. Bu operasyonun emrini kim verdi? Senin paralel örgütle işbirliğin işte bu olaya dayanıyor mu dayanmıyor mu? Bu sorulara dürüstçe cevaplanmadıkça bir daha Altaylı meşruiyet elde edemez. Aynı şey Altaylı’nın patronu Turgay Ciner için de geçerli… Bu davanın sil baştan görülmesi lazım.
SARIGÜL’ÜN 300 YILLA YARGILANMASINI GEREKTİREN DOSYALAR
Bu arada Turgay Ciner’in Kasımpaşa’dan ortağı Mübariz Mansimov ile ilgili yazdıklarım da dikkatle okunmalı. Yeniden tekrarlıyorum ki Mansimov’un yakın dostu Mehmet Ağar da bu konuda vebal altındadır. Ağar Emniyet’teyken bu paralel ekibi korur ve kollardı. Hala aynı pozisyonda mı? Yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden mi yana? İkincisi olmasını diliyorum. Mansimov paralel yapı ile tüm bağlantısını koparmak zorundadır. Özellikle paralel işadamı İ.K’ya dikkat. Bu isim hala iş dünyasından paralel bir hatla bu emniyet-yargı cuntasına bağ kurmaya çalışıyor. Aynı bağ görünüşte siyasetçi olan ama aslında iş adamı olan Mustafa Sarıgül için de geçerli. Sarıgül tüm ipini bu paralel yapıya teslim etmişti. Bu paralel polis ve yargı ekibi Sarıgül ve ekibinin dün bahsettiğim dosyalarını sümenaltı ediyordu. Sadece Dursun Çaltı’nın yargıya teslim ettiği dosyalar ve eski eşi Aylin Kotil’in beyanatları Sarıgül’ün 300 yılla yargılanmasını gerektirecek nitelikte. Bu hukuk süreçlerini hep paralel yapı engelledi. Sarıgül ve dün bahsettiğim saz arkadaşları bu paralel yapıyla bağını koparmalı ve Türkiye Cumhuriyeti’nden yana olmalı.
CANDAŞ TOLGA IŞIK’A DE MESAJ
Son olarak daha dün paralel yapının polis şefleriyle kanka olan ve onlarla işbirliği yapan ve Nazlı Ilıcak’ı bu ekiple tanıştıran şahıs 25 Aralık’ın demokrasi kahramanı Efkan Ala ile yakınlaşmak için bin dereden su götürüyor. Yahu İçişleri Bakanımız Efkan Ala bu numaraları yer mi? Paralel örgütün ciğerini bilen Efkan Ala’yı kandırmaya kalkanlar çok şaşırtıcı şeylerle karşılaşırlar.
KÜÇÜK’ÜN YAZISI İÇİN TIKLAYIN

http://www.medyagundem.com/altayliya-paralel-zor-sorular/
Gülen örgütü hakkında bugüne kadar yapılmış en çarpıcı tanımlama

Gülen örgütü hakkında bugüne kadar yapılmış en çarpıcı tanımlama Nisan 21, 2014    
Seçimlerde oylara etkisinin olmadığı ortaya çıkan Cemaat’i analiz eden ANAR Genel Müdürü, “Cemaat kendini boğa zanneden kurbağa gibi” dedi.
Yeni Şafak’tan Nil Gülsüm, 2014 Yerel Seçimleri sonucuna en yakın tahminlerden birini yapan ANAR Genel Müdürü Dr. İbrahim Uslu’dan yerel seçimleri değerlendirmesini istedi.
CHP’yi “sola dönmek isterken sağa yanaşıyor; yapması gerekenin tam tersini yapıyor. Seçmen gerçek muhafazakar partiler dururken neden çakmasına oy versin ki!” diyerek eleştirdi.

“CEMAAT KENDİNİ BOĞA ZANNEDEN KURBAĞA GİBİ”

Cemaat seçimlerde aktif oyuncu rolüne büründü. Fakat oranları etkileyebilecek bir gücünün olmadığı anlatışdı. Nil Gülsüm de ”Cemaat kendi gücünü çok mu mübalağa etti?” diye sordu. Uslu analizinde Cemaat’i boğaya özenen kurbağaya benzetti:
“Bence ‘cemaat’ boğaya özenen kurbağa gibi. Ben başından beri Gülen örgütünün boğa değil kurbağa olduğunu söyleyenlerdenim. Nitekim öyle olduğunu da gördük. Cemaat, kimilerini boğa olduğuna ikna etmişti. Hikayede kendini hava ile şişiren kurbağa patlayıp ölüyordu. Şimdi patlamadıysa bile cumhurbaşkanlığı ve genel seçim sonrası cemaat de patlayacak. İktidarın gücünü iktidarın rızasıyla kullanıyor olmaktan kaynaklanan gücü, kendilerinin çok kudretli olmalarına vehmettiler. Artık AK Parti’nin kendi kitlesiyle kurduğu ilişkiye zarar verme olanakları kalmadı. Bundan sonra yine entrikaları olacaktır ama sonuçta hiçbir şey olamazlar.”

RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ


http://www.medyagundem.com/gulen-orgutu-hakkinda-bugune-kadar-yapilmis-en-carpici-tanimlama/
Gülen örgütü ne zaman çökertilecek?

Gülen örgütü ne zaman çökertilecek? Nisan 21, 2014    

Son “Gülen” kim olacak?

ABDURRAHMAN DİLİPAK/YENİ AKİT
Gülen örgütünün çökertilmesi için önce Haziran ortalarının beklenilmesi gerek. Sonra Ağustos ortasını..
Önce okullar tatil olsun. Herkesi evine dönsün.. Yurtlar boşalsın. Üniversiteler tatil olsun. Üniversite sınavları tamamlansın, çocuklar finallerini tamamlasın, herkes karnesini alsın, sonra..
Meclis tatile girsin. Milletvekilleri, seçim bölgelerine gitsin..
Cumhurbaşkanlığı adaylık tartışmaları bitsin, herkes eteğindeki taşı döksün. Hatta seçim sonuçlarını görelim.
Askeri şura yapılsın, sonra..
Himmet işine bulaşanları uyarıyorum, böyle bir yapılanmaya yardım ve yataklık etmekten suçlu bulunabilirsiniz.. Bu iş sadece kayıt dışı mali bir operasyon olarak bile ciddi anlamda suç oluşturur.. Abiler, ablalar, çok masum bir iş yaptıklarını düşünüyor olabilirler ama, aslında bu karanlık ve kirli oyunun bir parçası olduklarının farkına varmaları gerek..
Bütün “imam”lar, “mütevelliler” açısından da durum aynı! Bu yapı, kendinden saydığı herkesi, müşterek ve müteselsilen, ama izole bir şekilde birbiri ile ilişkilendirmiş.. Opus Dei örgütlenmesi. Masonik bir yapı. Komünistlerin hücre yapılanmasına da benzetilebilir..
Bu zincirin hakları durumunda vakıf ve derneklerin yöneticileri, üzerlerinde bu mali fonların hesapları, tapuları olan herkes aslında bir anda kendini sanık sandalyesinde bulabilir..
Diğer bir önemli konu da, himmetle toplanan paraları kullanan iş adamları var. Ya da kamudan, dış ülkelerden aldıkları ihaleler konusunda himmete  ödeme yapan şirketler var.. Onların durumu da kritik.. Kendi öz malları bile paralel yapının örtülü işletmesi gibi görülerek el konulabilir.. Çünkü aynı durumda olan işletmeler var.. En azından muhasebe / kayıt dışı bir para aktarımı var.. Kayıt dışı bir para kullanımı var. MASAK’ın ilgi alanındaki suçlar bunlar.
Para ve mallarına el konulmasa bile, birileri bu durumda çok ağır cezalar ödemek zorunda kalabilir..
Çok ciddi anlamda, özellikle de son 5-10 yıl içinde bu kişilere ciddi anlamda arazi ve bina tahsisleri yapıldı.. Teşvikler uygulandı.. Bunların neden ve nasıl yapıldığına bir bakmak gerek..
Bütün bunlar olurken, çocuğunu bu okullara, dersanelere gönderiyor, onların yurdunda kalıyor diye, herkesin suçlanmaması da gerekir.. Zaman okuyor diye her esnafın karşısına dikilmemek gerek.. Sapla samanı ayırmak gerek.. Ya da Asya Finans’ta hesabı var diye de herkes suçlanmamalı. NT’ye mal veren, alımını paralel şirketlerden yapanların da suçlanması doğru olmaz..
Himmete düzenli ödeme yapan kamu görevlilerinin ve iş adamlarının takibe alınması gerek bana göre.. Bunlar arasında sahte diploma ile, sınav sonuçları ellerine tutuşturularak işe alınanlar, önlerindeki kişilerin sicilleri ile oynanarak yerinden edilen kişilerin yerine gelenler, kamu kaynaklarını paralel yapıya aktaranlar, bunu engellemeye çalışanlara baskı uygulayarak yerinden edenlerin de yaptıkları yanlarına kâr kalmamalı elbette..
Bunların birden fazla yerli ve yabancı kimliği, pasaportu olabileceğini de hesaba katmak gerek.. Takiyeci olduklarını da unutmamak gerek..
Sanırım asıl kripto kişiler ve profesyoneller üzerinde yoğunlaşmak daha doğru olur.. Hatta sempatizanların büyük bir bölümünün bu işler hakkında bilgi sahibi olmaları da beklenmez.. Onlar din etiketi ile etiketlenmiş bir fantezi, hayal dünyasında yaşıyor olabilirler..
Sanırım hükümet, hem okul-dersane, yurt konusunda erken bir operasyonla öğrencilerin paniklemesini istemiyor, hem de cemaat denilen yapının gevşek halkalarının zincirden kopmasını bekliyor..
Tabi bu arada dikkat etmek gerek, cemaat, zaten sanal kişilikler ve sahte kimlikler üzerinden yürütüyor bazı işlerini. Banka hesapları bile sanal kimliklerle ilişkilendirilmiş durumda.. Bu süreçte asıl sorumluluklar geri çekilip, yedekler öne çıkartılmak istenebilir.. Bu süreçteki gelişmelerin yakın ve sıcak bir şekilde takibi ve bunların içerideki ve dışarıdaki bağlantılarının takip edilmesi gerekir..
Daha önce de yazdım. Tek bir paralel yapı olmadığı gibi, paralelcilerin paralel yapılanmaları olduğu da unutulmamalı..
Ergenekoncuların paralelcilerden intikam almak için, paralelcilerin Ergenekonculara yaptığı haksızlıklar, bu kez Ergenekoncular eli ile paralelcilere de yapılmamalı..
Yani, “düşmanımın düşmanı, her zaman benim dostum olmayabilir.
Elbette yapanın yanına kâr kalmamalı ama bir topluluğa olan öfkemiz bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli..
Bana kalırsa bu paralel yapı mensupları hakkında da “etkin pişmanlık” kuralı uygulanabilir..
Cemaat” artık şunu anlamalı. Deşifre oldular. Oyun bitti. Yaralı ata kimse oynamaz.. Zararın neresinden dönülürse kârdır..  Dünya ve ahiretinizi daha fazla riske sokmayın.. Yol yakınken dönün. Bu saatten sonra bu işin geri dönüşü yok. Bu projenin ne içeride ve ne de dışarıda hiç bir uygulama şansı kalmadı.. Benden söylemesi yine de siz bilirsiniz..
Selam ve dua ile..
YAZININ KAYNAĞI İÇİN TIKLAYIN

http://www.medyagundem.com/gulen-orgutu-ne-zaman-cokertilecek/

19 Nisan 2014 Cumartesi

Başbakan'dan Tarihi Tören

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Avrasya Tüneli'nin temel atma töreninde konuştu.
Başbakan'dan Tarihi Törende Flaş Açıklama
19 Nisan 2014
Başbakan, Boğaz Karayolu Tüp Geçişi Tünel açma töreninde konuştu.Başbakan Erdoğan, "Taksim'de ve Kadıköy'de artık mitinge izin vermeyeceğiz" dedi.

İşte Erdoğan'ın konuşmasından satır başları...
İnşallah İstanbul'daki trafik eziyeti bu projeler ile bitecek.
Avrasya Tüneli tamamlandığı 100 dakikalık mesafe 15 dakikaya inecek. Bu proje bittiği zaman insanlara sağladığı mutluluğu sizler düşünün.
Bu büyük yapı çevreye, denize en ufak zarar vermediği şekilde, çevreye de olumlu katkı sağlayacak.
sssjpg_h369.jpg
Allah uzun ömür verirse inşallah açılışını da birlikte yaparız.
Ülkenin kaynakalaırnı akıllıca kullanarak verimliği artırdık.
17 Aralık'a rağmen, 25 Aralık'a rağmen, gezicilere rağmen hizmetlerimiz sürecek.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kriz olmaktan çıkardık.
reejpg_h274.jpg
Türkiye'nin yürüyüşünü durdurmak isteyenler artık buna cesaret edemeyecek.
Bunlar tence-tavacı, bunlar tencere-tava hep anı hava yav.
Özgürlük, demokrasi diyerek bizlerin özgürlüğümüze, ekonmize darbe vurmaya çalıştılar.
Mısır ve Ukrayna'da oynanan oyunu Türkiye için de oynamak istediler.
Esnafımızın camını çerçevesini indirebilecek şekilde, yok Taksim Meydanı'nda, yok Kadıköy Meydanı'nda, yok şurada, yok burada, bu tür şeyleri yapmak mümkün değil. Kesinlikle artık bunlara fırsat vermeyeceğiz.
Mısır'da 529 kişinin idam kararı karşısında kimseden ses çıkmıyor. Sandıktan çıkana saygı göstermeyene biz de saygı göstermeyiz.
Türkiye artık böyle çirkin operasyonlara gelmeyecektir. Bu çirkin yapı 30 Mart'ta gereken cevabı aldı. 30 Mart'ta Türkiye üzerinde ameliyat yapılamayacağını herkes öğrendi.
2023'te dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmek için çok çalışacağız.
BU projenin inşşallah gelecek yılki genel seçimler öncesi bitirilmesi için çalışacağız. Avrasya Tüneli'nin İstanbul'a hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Erdoğan, konuşmasının ardından kazı çalışmasının yapılacağı alana inerek butona basarak kazı çalışmasını başlattı.


http://www.habervaktim.com/haber/368580/basbakandan-tarihi-torende-flas-aciklama.html

18 Nisan 2014 Cuma

Paralel Yapı'nın Ermeni kozu iflas etti

 18 Nisan 2014    
Paralel Yapı'nın ABD'deki lobi faaliyetleri boşa çıktı.

Paralel Yapı'nın diplomatik misyonlara, düşünce kuruluşlarına Türk hükümetini şikayet amacıyla gönderilen sözde 'nazik' bilgi notlarının dışında milli menfaatleri gözardı eden ilişkileri geçen hafta ortaya çıkmıştı. Paralel Yapının ABD'deki çatı kuruluşu Türk Amerikan Birliği'nin (TAA) 10 Nisan'da 12'ye karşı 5 oyla kabul edilen Ermeni tasarısını hazırlayan ve ABD Kongresi'nden eleştiriler alan Senatör Robert Menendez'i ağırladığı öğrenildi. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nin onayladığı 1915 olaylarıyla ilgili iddialara ilişkin tasarıyı hazırlayan Menendez, oylamadan bir gece önce TAA'nın gala yemeğine katıldı.

ABD ERMENİ MESELESİNDE TÜRKİYE'DEN TARAF


Bu gelişmelerin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner ile görüşmesinde, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları konusunda Türkiye'nin hassasiyetine dikkati çekerek "söz konusu meselenin ikili ilişkileri olumsuz etkilemesine müsaade edilmemesi" gerektiğini belirtti.

John Boehner de ABD ve Türkiye ilişkilerinde hiçbir şekilde bozulamayacağını belirtti. Bu tür meselelerin Tarihçilere bırakılmasının da altını çizdi.

JOHN BOEHNER'DEN SONRA BARZANİ İLE GÖRÜŞME


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşmesinde, Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin enerji işbirliğini sürdürme ve geliştirme konusunda kararlı olduklarını belirterek, bunu hem Bağdat'taki merkezi yönetime hem de ABD makamlarına açık bir şekilde ifade ettiklerini vurguladı.

PARALEL YAPI'NIN ERMENİ KARTI İFLAS ETTİ

Tüm bu gelişmeler ışığında ABD'nin Türkiye ilşkilerini en üst düzeyde tutmak istediğinin bir göstergesi oldu. Paralel Yapı'nın ABD'de yapmak istediği lobi faaliyetleri ABD Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner'in ziyareti ve Neçirvan Barzani görüşmesiyle iflas etmiştir.

Ermeni lobisinin son 10 yıldır hazırlık içinde olduğu sözde Ermeni soykırımının 100. yıl hazırlığı daha doğmadan ölmüştür. Özellikle ABD'deki Neocon'larla birlikte hareket ederek Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda zor duruma düşürmek isteyenlerin 2014 hamlesi boşa çıkmıştır. ABD'nin Kuzey Irak petrollerinin Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçişine tam onay vermesi de önümüzdeki yıllardaki ABD dış politikasını ortaya koymuştur.

SERKAN ÜSÜTNER / HABER 7
http://www.timeturk.com/tr/2014/04/18/paralel-yapi-nin-ermeni-kozu-iflas-etti.html#.U1GB51prPDc
Tarhan Erdem’den bomba sözler: Ekrem Dumanlı çok pervasız

Tarhan Erdem’den bomba sözler: Ekrem Dumanlı çok pervasız

 Nisan 18, 2014    
KONDA Araştırma’nın Yönetim Kurulu Başkanı Tarhan Erdem, 17 Aralık’ta yaşananları, ‘Hükümeti yıkmak değil, hükümet böyle kalsın ama bazı şeyler de benim hakimiyetimde yürüsün’ isteği olarak yorumladı. Erdem, Yeni Şafak’ın gündeme dair sorularını cevapladı.
Konda Araştırma ortaklarından Tarhan Erdem ve Bekir Ağırdır 30 Mart seçim sonuçlarını en doğru bilen ve yorumlayan isimler arasındaydı. Türkiye’nin meselelerini yakından izleyen ve sol siyaset kökenli bu iki aydın ile seçim öncesini ve sonrasını konuştuk. Söyleşimizin Ağırdır’la ilgili bölümünü geçtiğimiz günlerde yayınlamıştık. Bugün ise, Erdem’le devam ediyoruz. Erdem, 17 Aralık sürecinden Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar geniş bir yelpazede sorularımızı cevapladı.
Türk siyasi tarihinde bugüne benzer bir dönem hatırlıyor musunuz?
Demokrat Parti dönemine belki benzetebiliriz. Kadro hareketi olarak. O zamanlar Demokrat Partinin Halk Partili memurlardan şikayet ettiğini hatırlıyorum. Kadro her zaman hükümetler için sorun olmuştur. Bu bakımdan 71′den sonraki durum çok daha acınacak bir şeydir. Hükümetin zaten bir kadrosu yoktu. Orada büyük bir kadro değişikliği yapamıyorlardı. 71-80 arası bürokrasi hükümete karşı hareket edebiliyordu. Mesela 24 Ocak 1980 kararları da tamamen bürokrasinin eseridir. Ama onun ‘iktidar yanlış yolda biz doğru yapalım da iktidar uysun’ havası vardı.
DAHA ÖNCE MEMNUNLARDI
O başka bir siyasi cereyanın hakim olmasını isteyen siyasi bir hareket olarak tayin edilemez bugünkü gibi. 17 Aralık sonrasında yaşananlar; hükümeti yıkmak ve onun yerine geçmek değil, hükümet böyle kalsın, ama bazı şeyler de benim hakimiyetimde yürüsün isteğini yansıtıyordu. Geçen seneye kadar böyle bir hükümetten memnunlardı. CHP ya da MHP geçerse, onlarla anlaşmak daha problemli olur duygusu hakimdi. Oysa Ak Parti ve Cemaat arasında tabii ve geleneksel bir anlaşma vardı. Anladığım kadarı ile ‘Bunu böyle devam ettirelim ama filanca da bakan gibi dursun, aşağıdaki adamlar ne istiyorlarsa yapsınlar’ havası hakimdi. Netice itibariyle böyle bir isteğin tek amacı olabilir o da; ‘Türkiye’yi yönetmektir’.
BURADA DİN SADECE FİGÜR
Ne adına?
Ben din filan diye düşünmüyorum. Yine bu, demokrasiye geçmemenin gerekçelerinden birisidir. ‘Ben daha iyi bilirim, daha iyi yönetirim. Bunlar yapamıyorlar, biz yapalım bu işi.’ adına. O arada da din bir motif olarak kullanılıyor.
Madem idari kadrolarda istediğinizi yaptırıyorsunuz, bir tür gizli güç olarak çalışıyorsunuz. Peki niye bir kavgada kendinizi görünür hale getirirsiniz? Ya da böyle bir kavgaya niye girerseniz?
ERDOĞAN, AÇIĞA ÇIKARDI
Kavgaya kimin girdiği belli değil ki. Bence önce Tayyip Erdoğan Bey girdi kavgaya. Açığa çıkaran o. Millete böyle bir şey var diyen o değil mi? Yani o açık etti meseleyi.
Neden şimdi?
Onlar etkili gibi görünse de benim kanaatim, Başbakan en önemli yer olan eğitim meselesinde ayaklarına kurşun sıktığı zaman iş ortaya döküldü. Toplumu da en çok etkileyen eğitim. Zannediyorum son yıllarda eğitimde farklı bir kuruluş olduğunu gördü. O arada bakanı değiştirdi. Yeni bakan liberal bir adamdır. Adım atılır atılmaz da karşı çıktılar. Zaman Gazetesindeki bir iki yazar hariç, yazdıkları ilginç.
PERVASIZ YAZILAR ÇIKTI
Hangi yazılar?
Mesela Ekrem Dumanlı’nın ilk yönetmelik lafından itibaren yazdıkları çok pervasız gibi geliyor bana. Hüseyin Gülerce de ilginç. Bunu da niçin yaptıklarını bilmiyorum. Yumuşatmak için mi yapıyor başka bir şey için mi yapıyor bilmiyorum.
Bu kavganın alenileşmesinden sonra ne düşündünüz?
Ben çok farklı düşünüyorum. Şurada halkın hepsinin temsilcisi, onun da bizden farklı düşüneceğini zannetmiyorum. Yapılacak işler bakımından, böyle maskaralık olmaz diyecektir. Onun için bu krizin doğru yönetilmesi lazım.
Önce yerinden yönetim gelmeli
3 dönemin devam etmesi ya da kaldırılması halinde neler olur?
Erdoğan, 2010′in Şubat veya Ocak ayında kadın kolları başkanlığının genişletilmiş toplantısında dedi ki; ‘Biz, yerimizde oturacak insanlar değiliz, bizim arzumuz biz gittikten çok sonra iz bırakmak.’ Onun için üç dönemi bir daha söyledi. Aşağıdan muhtemelen bir kadın, ‘değiştirirsiniz’ manasına gelen bir laf söylemiş olmalı ki -duymuyoruz onu TV’de- ‘Biz o adamlardan değiliz’ dedi.
BİR LAFININ ESİRİ OLDU
Şimdi tabi bu lafın değil bu duygu ve anlayışın esiri olarak üç dönemi muhafaza etmek istiyor. Yanlış bir tutum, bu işler duyguyla filan olmaz. 11-12 sene başbakanlık yapacak, sonra da milletvekili adayı olamaz diyeceksiniz. Olur mu böyle bir şey? Bence işin yanlış tarafı bu. Ve bu sıkıntılar hep bu yüzden ortaya çıkıyor. Şimdi 2015′de milletvekili adayı olacağını söyleseydi ve aday olsaydı, başbakan da olacaktı. Hiç mesele yoktu.
TABİİ OLAN BAŞKAN OLMASI
Şimdi Cumhurbaşkanı seçimi de suni olacak. Mevcut bir aday var aynı partiden, o aday olmayacak, bu yüzden milletvekili olamayan bir başbakan da oraya gidecek. E peki sonra o partiyi nasıl idare edecek? Diyorlar ki bunu söylediğim zaman; ‘Canım adam 12 sene genel başkanlık yapmış, gayet tabi tesir edecek’. O zaman bunun doğrusunu yapalım sunisini yapmayalım. Tabii olanı Erdoğan’ın başbakan olmasıdır. Cumhurbaşkanı olmak istemesinin sebebi de hakim olmak içindir. Bir ara da dedi ki; ‘Zaten anayasa müsait, bakanlar kuruluna da başkanlık yapabilirim’. E bunu her pazartesi yapabilir. O zaman da başkanlık rejimine dönüşür. Bu çelişkilerin giderilmesi lazım.
Neden olmasın?
Başkanlık rejmini Türkiye de olmaz. Çünkü başkanlık rejimini bugünkü merkezi devlet ve yönetim yapısına göre yaparsanız, Ankara cehennem olur. Çünkü, zaten Türkiye’de bütün meseleler merkezi yönetimden sorulur. Dolayısıyla yerinden yönetim olmadan başkanlık sistemi uygulanamaz.
10 SENE GEÇMESİ LAZIM
Merkezi yönetimi değiştirmeden başkanlık uygulanamaz mı?
Mevcut yönetim sistemi değişmeden başkanlık sistemi olmaz. 10 sene yaşayacaksınız onun içinde. Bugün kanun çıkarıp yarın tatbik edemezsiniz. Başkanlık rejimine geçmek için ona uygun bir yönetim biçiminin gelmesi gerekir. Bunun için de on sene filan geçmesi lazım.
Erdoğan’ı hiçbir yerde istemiyorlar
Cumhurbaşkanı referandum ile seçilmese de böyle olur muydu?
Mecliste seçilseydi farklı olurdu. Cumhurbaşkanlığı için halka gitmek Ak Parti’nin eski vaadi. 3 dönemi kaldırmak daha pratik bir tercihken bunu yapmadı. Bu siyasetin eğilimine de aykırı bir şey. 3 dönem başbakan ama 4. dönem milletvekili bile değil. Dünyada misali yok. Bu garabeti değiştirmediler. Bütün sorun buradan çıkıyor. Başbakanı cumhurbaşkanı seçtirmek istemiyorlar.
Erdoğan’ı neden istemiyorlar?
Beğenmedikleri için. Başbakanlığını da engellemeye çalışıyorlar. Bence Erdoğan’ı herhangi bir makam da istemiyorlar. Siyasi olarak karşılar. Bugüne gelinen noktada, üç dönem meselesini kaldırması lazım. Kendisinin de milletvekili adayı olması lazımdır.
Baraj düşerse iki parti daha çıkar
Krizin doğru yönetilmesi derken?
Hükümetin demokratikleşme paketini, baraj ve terör kanununu halletmesi lazım. Şimdi terör kanunu, tümünü birden kaldırırsa çok doğru yapacak. Çünkü o doğal mahkemeyi getirecek. İstanbul Başsavcısı Samsun’daki adamı terör diye getiriyor. Bir soruşturma tasarlıyor, o içinde Samsun’da oturan Ali oğlu Veli’yi de getirmek imkanı var. Böyle büyük grup oluyor. KCK da böyle. TMK’nın verdiği imkanlar ve özel mahkemeler gibi davranan, terörden doğan davadan çıkıyor mesele. Çünkü orada bakın, terörün bir tarifi var. O tanıma girmeyen hiçbir hareket ve davranış yok. Şu anda sizinle benim konuşmam, ikimizin de hapsini gerektirir. Böyle bir terör suçu tanımlanmış. Bunların değişmesi lazım. Seçim barajı bana göre sıfır da istiyorsanız 3-5 deyin azalmalı… Yani barajı indirelim, sıfır yapalım, en az iki Kürt partisi çıkar. Ve CHP de AK Parti de oy alır oradan. Tabi bunlar tahmin.
Hükümet birçok açılım yaptı. Ancak terör ve seçim kanunu değişemedi. Neden?
Bence ikisi de Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma isteğine dayanıyor. Kaç defa önüne gitti baraj meselesi. Asıl fikri de %6′nın altına indirmekti barajı. Ama şimdi partisinin aldığı oyun azami olarak milletvekiline dönüşmesi için uğraşıyor.
(AYŞE BÖHÜRLER-YENİ ŞAFAK)
http://www.medyagundem.com/tarhan-erdemden-bomba-sozler-ekrem-dumanli-cok-pervasiz/
Paralellerin Özal oyunu

Paralellerin Özal oyunu Nisan 17, 2014    
Paralel yapı yayın organlarının 19 yıl sonra kabri açılan Özal’ın ölümünü “belli çevrelere” mal etmek için yaptığı “zehirlendi’ haberleri Adli Tıp raporlarıyla bir bir çürütüldü.
Türkiye’nin 8′inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal 21 yıl önce bugün vefat etti. Çeşitli kumpaslarla birçok kişiye tuzak kuran paralel yapının Özal’ın ölümü üzerinden bile manipülasyon yapmaya çalıştığı ortaya çıktı. Paralel yapı, 8′inci Cumhurbaşkanı’nın ölümünü belli çevrelerin üzerine yıkmak için daha önceki kumpaslarında olduğu gibi sahte deliller üretmeye çalıştı, Özal’ın zehirlendiği algısını kamuoyuna pompalamak için yalan haberleri manşetlerine taşıdı. Henüz otopsi raporu tamamlanmadan önce Bugün gazetesi Özal’ın fare zehri, Zaman da böcek ilacı nedeniyle öldüğünü iddia etti. Ancak Özal’ın nasıl öldüğüne ilişkin adeta zehir bulma yarışına giren paralel yapının medya organları, Adli Tıp Kurumu yetkilileri tarafından yalanlandı. Manipülasyonlarına devam eden paralel medya, rapor tamamlandıktan sonra bu kez de Özal’ın böbreğinin incelenmediğini savundu.
SABAH NİHAİ RAPORA ULAŞTI
SABAH, paralel medyanın Özal’ın ölümüyle ilgili yalan haberlerini çürüten Adli Tıp Kurumu’nun nihai raporuna ulaştı. Rapora göre, Özal’ın hiçbir doku örneğinde zehir kalıntısı yok. 19 yıl sonra kabri açılan Özal’ın böbreği eridiği için bu organında inceleme yapılması da imkânsız. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Çetin, Özal’ın ölümünün suikast olup olmadığına dair yürüttüğü soruşturma kapsamında naaşının çıkarılarak Adli Tıp Kurumu’nda incelenmesi kararını verdi. 2 Ekim 2012 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda görevli uzman bir heyet tarafından çıkarılan Özal’ın bedeni üzerinde incelemeler sürerken Bugün gazetesinde 2 Kasım’da “İşte Turgut Özal’ın ölüm sebebi” başlığı ile bir haber yayımlandı. Haberde Özal’ın fare zehri ile öldürüldüğü iddia edilip, “Özal’ın bedeninde yüksek miktarda ‘striknin kreatin’ maddesi belirlendi. Toksikoloji ve Adli Tıp uzmanları ‘striknin kreatin’ maddesinin etkili bir zehir olduğunu açıkladı” ifadelerine yer verildi. Ancak, dönemin İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanı Haluk İnce, haberi tekzip ederek, “O maddeyi biz bulmadık” açıklamasını yaptı.
İKİNCİ YALAN ZAMAN’DAN
Paralel yapının diğer medya organı Zaman gazetesi ise 24 Kasım 2012′de “4 ayrı zehir çıktı” başlığıyla Özal’ın böcek ilacıyla zehirlenerek öldürüldüğünü iddia eden bir habere yer verdi. Haberde “Uzun vadede radyoaktif maddelerle vücudun yorulduğu, sonra böcek ilacı ile ani ölümün sağlandığı düşünülüyor” ifadeleri kullanıldı. Adli Tıp Kurumu, 5 Aralık 2012 tarihinde tamamladığı raporu savcılığa gönderdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da 13 Aralık 2012′de bir açıklama yaparak ZAMAN’ın iddialarını tek tek çürüttü. Açıklamada, “Otopsi örneklerinde saptanan ağır metal düzeylerinin Türkiye’de normal popülasyonda saptanan doku düzeyleri ve çeşitli ülkelerdeki normal popülasyon sonuçları ile literatürde yer alan ölüm sonrası doku düzeyleri ile uyum gösterdiği, bu nedenle ağır metal maruziyeti ile öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı” belirtildi. ZAMAN, Adli Tıp Kurulu’nun raporuna yönelik manipülasyon haberlerine 21 Haziran 2013 tarihinde bir yenisini daha ekledi. “Özal’ın Adli Tıp raporu eksiklerle dolu” başlıklı haberde, böbrekte kadmiyum analizinin yapılmadığı iddia edildi. Oysa Özal’ın naaşında böbreklerin olmadığı otopsi raporunda açıkça görülüyor.
Müebbet talebi
Paralel medyanın tüm bilimsel sonuçlara rağmen sürdürdüğü manipülasyonlar sonunda Ankara Cumhuriyet Baş Savcısı Kemal Çetin, 2013 Mart’ında Özal’ın ölümüne ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında Ergenekon Davası’nın sanığı Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün şüpheli sıfatıyla ifadesini aldı. Ersöz hakkındaki 56 sayfalık iddianamede “Cumhurbaşkanına suikast” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi. Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğüne ilişkin tıbbi delil bulunamadığı belirtilen iddianamede suikast iddiasına dayanak olarak ise Zirve Davası tanığı İlker Çınar ve gizli tanık Selçuk’un ifadeleri gösterildi. Ersöz ifadesinde Turgut Özal’ın öldüğü tarihte Şırnak’ta görevli olduğunu belirtmişti. Dava dosyası Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasının ardından ağır ceza mahkemesine devredildi.  (SABAH)
http://www.medyagundem.com/paralellerin-ozal-oyunu/
İşte “paralel yapı”nın akademik üssü!

İşte “paralel yapı”nın akademik üssü! Nisan 18, 2014    
Başbakanlığa verilen rapora göre Dicle Üniversitesi paralel yapıya kadro yetiştirme üssü gibi çalışıyor. Burada toplanan öğretim üyeleri diğer üniversitelere dağıtılıyor.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde uzun yıllar görev alan Prof. Dr. Mazhar Bağlı üniversiteyi, “paralel yapının akademik üslerinden biri” olarak tanımlarken Başbakanlığa gönderilen bir rapor da bu tanımlamayı doğruladı. Rapora göre; farklı şehirlerden öğretim üyeleri Dicle Üniversitesi kadrosunda toplanıp, paralel yapının amaçları doğrultusunda eğitildikten sonra Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelere dağıtılıyor. Başbakanlığın yanı sıra raporun gönderildiği YÖK’ün de iddialar üzerine soruşturma başlattığı öğrenildi. Dicle Üniversitesi’nin 2008′de Ayşegül Jale Saraç’ın rektörlüğe atanmasıyla birlikte paralel yapının merkezi haline getirildiği ve kadro yetiştirme üssü gibi faaliyet gösterdiği belirtildi. Son 6 yılda üniversitedeki cemaat kadrolaşması hazırlanan bir raporla Başbakanlığa iletildi.
AHTAPOT TARZI ÖRGÜTLENME…
Raporda Gülen grubunun, resmi kurumlardaki tüm faaliyetlerini “hizmet hareketi” adı altında gizlemeye çalıştığı, “örümcek” ya da “ahtapot” tarzı örgütlenmeyi benimsediği bildirildi. Bu örgütlenme tarzının merkezinde yer alan Dicle Üniversitesi de, paralel yapıya kadro yetiştirme üssü gibi faaliyet gösteriyor. Rapora göre, Türkiye’nin her yerinden, her branş ve kadrodan öğretim görevlileri üniversitede toplanıyor. Bunlar, paralel yapının amaçları doğrultusunda eğitimden geçiriliyor, sonra da Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelere gönderiliyor. Paralel örgüt içinde olmayı reddeden sol görüşlü, liberal ve ya laik Atatürkçü kimliğe sahip öğretim üyeleri tasfiye ediliyor, onların yerine yine kendilerine yakın kadrolar yerleştiriyor. Rapora göre paralel yapı bu yolla kendi yetiştirdiği kadroları tüm Türkiye’ye yayıyor. Bilimsel çalışmaların göz ardı edilerek tamamen paralel yapılanmaya yönelik kadrolaşan üniversitede adeta “doldur-boşalt” yöntemi uygulandığı, böylece yurt genelindeki üniversite ağına paralel öğretim üyeleri yerleştirildiği kaydedildi.
YÖK DE SORUŞTURMA BAŞLATTIÜniversitedeki paralel yapılanmayla ilgili Başbakanlık, TBMM Dilekçe Komisyonu ile YÖK’e şikâyet başvuruları da yapıldı. YÖK ve TBMM Dilekçe Komisyonu araştırma başlattı. YÖK’ün özellikle Diyarbakırlı olmayıp Batı ve iç Anadolu bölgesinden Dicle Üniversitesi’ne getirilen öğretim görevlileriyle ilgili inceleme başlattığı, öğretim görevlilerinin maaşlarından ‘hizmete hareketine bağış’ adı altında yüzde 20′lik kesinti yapıldığı, Gülenci olmayan öğretim görevlilerine mobbing uygulandığı iddialarını mercek altına aldığı belirtildi. Raporda paralel yapıya bağlı öğretim görevlilerinin yaptıklarına da yer verildi:
İlahiyat Fakültesi’nde görevli bir Profesör, devletin imkânlarıyla akademik bir seminere katılmak üzere gittiği ABD’de, Pensilvanya’daki Fetullah Gülen’i ziyaret etti. Dönüşte başka bir üniversiteye bölüm başkanı olarak atandı.
Gülen’in hemşerisi Erzurumlu bir ilahiyat profesörü, paralel yapının üniversitedeki imamı olarak biliniyor. Üniversite imkânlarıyla Gülen’i de ziyaret etti.
Gülen grubunun Diyarbakır’da kurma hazırlığı içindeki özel üniversitesi için Dicle Üniversitesi’nin imkânları sunuldu
Rektörlük, üniversiteye kayıt yaptıran özellikle dar gelirli öğrencilerin isim listelerini Gülen grubuna verdi. Paralel yapı, bu öğrencilere tek tek ulaşıp, ev, kalacak yer, burs ve her türlü yardım sözü verdi.
Rektör Saraç’ın sağ kolu ve kara kutusu olduğu öne sürülen bir rektör yardımcısı, üniversitedeki atamalar, kadrolaşmalar, tayinler ve tüm idari yaptırımları tek elden kontrol ediyor.
’10 YIL TANIKLIK ETTİM’Dicle Üniversitesi’nde uzun yıllar görev alan Prof. Dr. Mazhar Bağlı da Dicle Üniversitesi’ni “paralel yapının akademik üslerinden biri” olarak tanımladı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi’nde görev yapan Mazhar Bağlı, “10 yıl boyunca görev yaptığım üniversitede paralel yapının varlığını yakından gördüm. Ben kendi isteğimle Ankara’ya gittim. Bazı çevreler beni rektör ve yönetimin mağdur ettiğini iddia etmiş olabilir ancak bu doğru değil çünkü rektör beni mağdur edecek donamıma sahip değil” diye konuştu. AK Parti milletvekili Cuma İçten de üniversite yönetiminin, paralel yapılanmaya destek olup kaynak aktardığını öne sürmüştü. Gülen grubunda 25 yıl kalan Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Keleş de Rektör Saraç’ın, üniversiteyi Gülencilerin merkez üssüne çevirdiğini belirterek, “Dicle Üniversitesi paralel devletin Kandili’dir” demişti.
USULSÜZ ATAMA İDDİASIÜniversite yönetimine ilişkin bir diğer iddia da Genel Sekreter Prof. Dr. Sabri Eyigün’ün, bu kadroya kanun dışı atandığı yönünde. 2547 sayılı yasaya bağlı olan çalışan öğretim üyeleri, üniversitelerde genel sekreterlik görevine atanamıyor. Sadece 657 sayılı devlet memurları kanununa bağlı çalışmayı tercih etmeleri halinde genel sekreter olabiliyorlar. Buna rağmen 2008′de Harran Üniversitesi’nden Diyarbakır’a genel sekreter olarak atanan Hacı Yılmaz, atamasından 1 gün  sonra genel sekreter yardımcısı yapıldı. Genel sekreterliğe ise kadronun şartlarını taşımayan Prof. Dr. Sabri Eyigün atandı. (SABAH)
http://www.medyagundem.com/iste-paralel-yapinin-akademik-ussu/
Gülen örgütünün büyük bitişi!

Gülen örgütünün büyük bitişi! Nisan 16, 2014    
Star gazetesinde Mustafa Karaalioğlu Gülen örgütünün nasıl bir bitiş noktasına geldiğini çarpıcı tespitlerle yazdı. Gülencilerin CHP’ye çalışan ilk “dini” hareket olduğuna vurgu yapan Karaalioğlu, “40 yıllık hareket 40 günde şüphenin, endişenin, kasetin, tapenin, montajın, dublajın sembolü oldu.” diye yazdı.
CEMAATİN KENDİ KENDİNİ BİTİRME PLANI
17 Aralık’ın düğmesine basıldığı gün, o düğmeye basan Gülen Grubu kendi itibar ve meşruiyet sürecinin bitişini ilan etti. İktidar partisini ve Tayyip Erdoğan’ı itibarsızlaştırmak istiyorlardı, kaybettiler. Geri dönüşü kaçınılmaz bir itibar erozyonu süreci başladı. Hükümet darbesinin üzerinden dört ay geçti ve erime durmak bilmiyor.
Darbe girişimlerini “Bizi bitirmek istiyorlar” diyerek sahte bir kamuflaja sarmak istemişlerdi. Oysa, ortada bir bitirme planı varsa o sadece cemaatin kendi kendisini bitirme planıydı. Manzara, tarihin en sinsi ve acımasız darbesine girişenlerin kaçınılmaz mağlubiyetlerinin kaçınılmaz sonucundan başka bir şey değildi.
CHP’ye çalışan ilk “dini” hareket
İnsanların dini hassasiyetleri üzerinde yükselen, muhafazakar-mütedeyyin çoğunluğun gölgesi altında gelişip zenginleşen ve büyüyen bir hareket, yolun sonunda seçimlerde yıllardır kavga verdiği CHP için kampanya yapacak hale geldi. Darbeyi tertipleyen grup öfkeyi ve nefreti siyasete katarak, olup biteni anlamakta zorlanan masum insanları da acımadan sahaya sürdü. O insanlara, inanmadıkları ne kadar şey varsa yaptırdılar. Erdoğan’a beddua ettirirken CHP’nin zaferi için duaya zorladılar. Böylesine politik bir sapma, daha önce aynı grubun DSP için yollara dökülmesini saymazsak, cemaatler geleneğinde ilk kez yaşandı.
O hareketin medyası, yazarları, çizerleri, yorumcuları da hayatları boyunca topluma gösterdikleri maskeleri yırtarak, sadece birkaç haftada bambaşka bir şeye dönüştüler.
40 yıllık hareket 40 günde şüphenin, endişenin, kasetin, tapenin, montajın, dublajın sembolü oldu.
Ne yazık ki itibar kaybı başka şeye benzemez, telafisi zor hatta imkansızdır. Trajiktir de… Gülen Grubu’nun bugün yaşadığı trajedi gibi…
İtibar üzerine kurulmuş bir yapının itibarı; akıl almaz bir öfke, dizginlenemez bir nefret ve sınır tanımayan bir bencillik yüzünden yerle bir oldu.
Şüphe zihinlere bir kere girince
Şu hadisedeki acınası duruma bakar mısınız?
Dicle Üniversitesi Rektörü Ayşegül Jale Saraç görevi başındayken başını örtme kararı almış. Hayırlı olsun…
Hayırlı olsun ama başka zaman hiçbir başka soru akla getirmeden takdir edilecek ve örnek gösterilecek bir karar bugün sadece şüphe uyandırıyor. O paralel kuşku, o samimiyet problemi her şeyin önüne geçiyor. Zihinlerde önlenemez bir şüphe beliriyor. Rektörün ve rektör gibi binlerce bürokratın, akademisyenin, memurun, işadamının, gazetecinin vs. düne kadar avantaj saydığı “cemaatçi olmak” bugün taşınamaz bir yüke dönüşmüş bulunuyor. Çünkü, öyle olmak, darbeyle, tapeyle, kasetle, CHP’yle, güneydeki sevilen ülkeyle, uzaktaki övülen ülkeyle birlikte olmak anlamına geliyor. Kim böyle bir yükü taşıyabilir, kim böyle bir yaftayla dolaşabilir?
GÜLEN ÖRGÜTÜNÜN GELDİĞİ NOKTA BUDUR
Başörtüsü gibi, yasağının kalkması için uğruna onyıllardır mücadele edilen, yüzbinlerce, milyonlarca insanın hayatını karartan bir büyük sembol bile kuşkuyu dağıtamıyor. Dağıtamıyor çünkü, başörtüsü yasağını ağır bedeller ödeyerek, özel hayattan kamuya kadar her alanda bitiren bir lidere sabahlara kadar beddua ettirenler artık kimseyi inandıramıyor.
Bu ülkenin insanları, şimdiye kadar cömertçe sundukları itibarı, karşılıksız verdikleri yardımları geri çektiler. Görmezden geldikleri kusurları bir kenara kaydetmeye başladılar. En önemlisi de gölgelerinde büyüyen, her sıkıntıda sahip çıktıkları hareketin ülkeye ihanetini affetmez oldular.
Gülen Grubu’nun geldiği nokta işte budur…
Bir hareket kendisini ancak bu kadar hızlı ve etkili yok edebilirdi. Bunu başardılar…
KARAALİOĞLU’NUN YAZISI İÇİN TIKLAYIN

http://www.medyagundem.com/gulen-orgutunun-buyuk-bitisi/
Ağaç diye gençleri kışkırtıp ölüme yollayan beyaz Türkler’in orman yağması!

Ağaç diye gençleri kışkırtıp ölüme yollayan beyaz Türkler’in orman yağması! Nisan 18, 2014    
Belgrat Ormanı’nın tam ortasına yapılan Saklı Koru Evleri, korkunç bir orman talanını gözler önüne seriyor. Üstelik en küçüğü 2 milyon euro’dan başlayan bu villalarda, Gezi Parkı ağaçları için eylem yapan Beyaz Türkler oturuyor…
İstanbul’un ciğerleri talan edilirken birçok kişinin sessiz kaldığı, hatta ünlü Gezi eylemcilerinin bile işin içinde olduğu ortaya çıktı. Korkunç yağma, İstanbul Sarıyer’deki Belgrad Ormanları’nda gözler önüne serildi. Pakmaya’nın sahibi ünlü işadamı İskender Pisak, 1992 yılında kendisine ait olan arsa için imar izni aldı. Fakat ormanın tam içinde bulunan bu bölgeye ev yapılması yasa dışıydı… Elbette bunun için kılıf hazırlandı. Yaşar Topçu’nun Bayındırlık Bakanı olduğu dönemde, ormanın ortası traşlanarak Saklı Koru Evleri adı altında lüks villalar yapıldı. En ucuzu 2 milyon euro olan konutlar, kapış kapış satıldı. Böylece orman yağması tamamlandı. Kimselerin sesi çıkmadı! İşin en ilginç tarafı ise Saklı Koru Evleri’nde yaşayanların isimleri… TAKVİM bu kişileri araştırdı.
HERKES GÖZ YUMDU
Ve bu mahallede oturan halkın, hayli şaşırtıcı isimlerden oluştuğu sonucuna ulaştı. Çünkü Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için günlerce eylem yapan ünlü işadamları ve sanatçılardan birçoğunun burada oturduğu ortaya çıktı… Yani “Ağaçlar kesilmesin. Doğal ortam korunsun” diye bağırıp protesto gösterisi yapanlar, bu konuda hükümeti suçlayanlar için aslında “meselenin ağaç olmadığı” bir kez daha açık ve net şekilde anlaşıldı…
BİNLERCE AĞAÇ KESİLDİBahçeköy’deki Saklı Koru Evleri’nin yapılması için binlerce ağaç kesildi. Ormanın ortasına villalar dikildi. Üstelik bu lüks mahalleye yol açmak amacıyla da ağaçlar katledildi. Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için günlerce gösteri yapanlar, nedense bu talanı görmezden geldi…

ALMAN HAZIMSIZLIĞI
Almanya’nın popüler internet gazetelerinden German Times, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine ilişkin makaleye yer verdi. German Times editörü Teo Summer, “Şu anki Türkiye için AB’de yer yok” başlıklı yazısında, Gezi olaylarında polisin aşırı güç kullandığını iddia etti. Ayrıca sözde yolsuzluk operasyonlarına yer verdi. Alman polisinin Hamburg olaylarında göstericilere yönelik şiddetini görmezden gelip, AB’deki şiddet ve sansürden hiç bahsetmedi!  (TAKVİM)
http://www.medyagundem.com/agac-diye-gencleri-kiskirtip-olume-yollayan-beyaz-turklerin-orman-yagmasi/
Gülen örgütü Türkiye aleyhine lobi yapıyor!

Gülen örgütü Türkiye aleyhine lobi yapıyor! Nisan 18, 2014    
Gönül Tol, Fetullah Gülen grubunun ABD’de Türkiye aleyhine lobi faaliyetleri yaptığını da belirtti.
Ukrayna’daki kriz Türkiye’nin Batı karşısındaki pozisyonunu değiştireceğe benziyor. Özellikle enerji koridorları açısından Türkiye üzerinden geçen enerji hatları çok daha önemli hale geliyor. Hele Doğu Akdeniz’de çıkarılacak olan doğalgazın da Türkiye üzerinden Batı pazarına geçirilme düşüncesiyle Türkiye enerji hatlarının vanasını eline almış olacak. George Washington Üniversitesi’nde ders veren, Orta Doğu Enstitüsü Türkiye Çalışmaları Merkezi Direktörü ve Akşam gazetesinde de haftalık makaleler yazan Gönül Tol, Ukrayna’dan İsrail’e kadar değişen dengeleri Ali Değermenci’ye anlattı. Tol, Fetullah Gülen Örgütü’nün ABD’de Türkiye aleyhine lobi faaliyetleri yaptığını da belirtti.
Öncelikle Türkiye’nin yanı başında bir kriz daha çıktı. Suriye vardı. Ukrayna yavaş yavaş Rusya’nın egemenliği altına girmeye başladı. Bu konuyla ilgili makaleler yazdın ve Türkiye’nin pozisyonunu güçlendireceğine yönelik değerlendirmelerde bulundun. Öncelikle burada anlatmak istediğin nedir?
Ukrayna krizinin Türkiye’yi içine soktuğu durum aslında Türk dış politikasının, Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren ne kadar ince ayar gerektirdiğini bir kez daha ortaya koydu. Soğuk savaş döneminde Türkiye, Batı ile ittifak halindeydi ve dış politikasının genel çerçevesini bu ittifak çizdi. Fakat Soğuk Savaş’tan sonra Türk dış politikası için resim karmaşıklaştı. Bir yanda NATO üyeliği ve Batı ile ittifakının gerektirdiği dış politika çizgisi var diğer tarafta kendi ulusal çıkarları ve komşularıyla ilişkilerinin gerektirdikleri var, bunlar her zaman örtüşmedi.
Bunu 2010′da İran ile yürütülen nükleer müzakerelerinde gördük. Amerika’nın bütün itirazlarına rağmen Türkiye, İran’ın yanında yer aldı ve yaptırımlara karşı çıktı. Şimdi Suriye’de, Irak’ta görüyoruz bu farklılaşmayı. Ukrayna krizi aslında bunun en son örneği. Türkiye’nin Karadeniz politikasına baktığımızda, aslında NATO’yu bu bölgeden uzak tutmak üzerine kurulu idi. Yani bölgesel sorunları bölgesel güvenlik mekanizmalarıyla çözelim diye düşünüyor Türkiye. Mesela 90′ların sonunda kurduğu Karadeniz Donanma İş Birliği görev grubu vardı. Ukrayna krizi bu mekanizmayı sekteye uğrattı mesela. Türkiye iki taraf arasında kaldı. Bir yandan NATO, Montrö Sözleşmesi’nin uygulamasını gevşetmesini istiyor, diğer tarafta Rusya, Türkiye’yi Montrö’ye uymamakla suçluyor. Türkiye’nin bir yandan da Suriye’ye karşı kendini korumak için NATO patriotlarına ihtiyacı var. Dolayısıyla Ukrayna krizi Türkıye’nin geleneksel Karadeniz politikasını sürdürmesini güçleştirdi ve çok ince ayarlı politika yürütmesini zorunlu kıldı.
TÜRKİYE UKRAYNA’NIN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNDU
Tabi Rusya’nın Kırım politikasını reddetti. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü destekledi ve NATO’nun istediklerine kıyasla aslında Türkiye-Rusya eleştirilerinde çok daha çekimser bir durumda ve yaptırımlara karşı çıkıyor. Davutoğlu’nun 18 Mart’ta yapmış olduğu bir röportaj var. Mesela NATO üyesi olmanın Rusya ile karşı karşıya kalınmasını gerekmediğini söylüyor.
Türkiye’nin hem kendi içerisinde yaşadığı sıkıntılar hem cumhurbaşkanlığı seçimlerini düşündüğümüzde, hükümet güneyinde bir kriz yaşıyor zaten bir de kuzeyinde yaşamak istemiyor ve Rusya çok önemli bir ülke Türkiye için. Hem önemli bir ticaret ortağı, hem Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılayan önemli bir müttefik. İki ülke arasında 30 yıllık enerji anlaşmaları var, stratejik işbirlikleri var.
TÜRKİYE ÇOK ÖNEMLİ STRATEJİK ÜLKE OLUYOR
Ukrayna krizi Rusya ile Batı arasında yaşanıyor. Rusya’dan Batı’ya giden enerji koridoru tehlikeye girmiş oluyor. Enerji koridorları açısından Türkiye alternatif bir pozisyona mı geliyor?
Kesinlikle öyle. Ukrayna’da yaşananlar, Türkiye dış politikasını çok zor bir duruma soktu fakat bu kriz Türkiye için bir fırsat da sunabilir. Ukrayna’da yaşananlar 1973 petrol krizinden bu yana defalarca kanıtlanan bir şeyin altını çizdi: enerji kaynaklarını elinde tutanlar bunu siyasi bir silah olarak kullanabilirler ve bu nedenle enerji güvenliği çok önemli. Avrupa, Rusya’ya muhtaç enerji alanında. Ukrayna krizi ile birlikte hem ABD hem AB ülkeleri alternatif enerji yolları aramanın önemini yeniden tartışmaya başladı. Bu çerçevede özellikle Güney Gaz Koridoru Projesi önemli hale geldi. Mesela İngiliz Dışişleri Bakanı’nın yaptığı bir açıklamada: “Biz Avrupa ülkeleri olarak enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmemiz, enerji güvenliğimizi artırmamız gerekiyor ve bu çerçevede Türkiye ve Azerbaycan ve Güney Gaz Koridoru Projesi çok önemli hale geliyor”. Bu projenin konuşulmaya başlaması, hayata geçirilmesi Türkiye’yi bir transit ülke yapar ve bunun sadece ekonomik değil stratejik de getirileri olacaktır Türkiye’ye. Avrupa nezdinde elini güçlendirecektir Türkiye’nin.
DOĞU AKDENİZ DOĞALGAZI TÜRKİYE ÜZERİNDEN BATI PAZARINA GİRECEK
Peki, tam da bu gelişmeler esnasında seçimlerden önce İsrail ile Türkiye arasında özür dilenmişti ama şimdi bir adım daha atıp tazminatlar konusunda sona doğru gelindiği haberi verildi. Kıbrıs’ta müzakerelerinde başlamış durumda. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye’nin pozisyonunu nasıl şekillenir?
Aslında seçimlerden hemen önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yaptığı bir açıklama yaptı. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi için seçimlerden sonra bir adım atılabileceğini söylemişti. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi Türkiye açısından özellikle enerji boyutunda çok önemli. Biliyorsunuz İsrail’de önemli doğalgaz rezervleri ortaya çıktı. İsrail’in doğalgazını Avrupa’ya ulaştırmak için kullanabilecegi en uygun yol, Türkiye üzerinden geçirmek. Bunun önemli stratejik getirileri de olacaktır, sadece Türkiye için değil, Amerika ve AB için de. Avrupa’nın enerji güvenliği, Amerikan dış politikasının önemli bir ayağını oluşturdu her zaman. Bu nedenle bu proje Amerika tarafından da destekleniyor. Fakat bu projenin hayata geçirilmesinin önünde siyasi engeller var. İsrail ile Türkiye arasında Akdeniz’den bir doğalgaz boru hattı bu Kıbrıs kıta sahanlığından geçecek. Dolayısı ile Kıbrıs Rum tarafının izni gerekiyor. Bu yüzden de Amerika Kıbrıs’ta Rum kesimi ile Türk kesimi arasındaki barış sürecine ivme kazandırmaya çalışıyor. Amerika için İsrail ve Türkiye arasında bir boru hattı iki müttefiki arasında yeni bir stratejik işbirliği başlatacak. Ayrıca Avrupa’nın enerji güvenliğini artıracak bir proje olacak. Türkiye için de bunun getirileri var. Enerji transit ülkesi olma idealini gerçekleştirecek ve eğer Kıbrıs meselesinin çözümüne de katkıda bulunursa Türkiye’nin AB sürecinde önemli problemlerden birini ortadan kaldırmış olacak. Dolayısı ile Türkiye ile İsrail arasında kurulacak bir doğalgaz boru hattı sadece bir enerji meselesi değil, bu pek çok ülkeyi, aktörü, pek çok stratejik meseleyi de içine alan çok boyutlu bir mesele.
Avrupa Birliği ile müzakereler belirli bir noktalarda tıkandı. Bu enerji hatlarının yeniden Türkiye üzerinde geçmesi müzakereleri nasıl etkiler? Özellikle Rum kesimi ile Türk kesimi arasında Kıbrıs’ta bir müzakere sürecinin başlamış olması…
Türkiye’nin Hazar ve Ortadoğu’nun enerjisini kendi topraklarından Avrupa’ya iletmesi Türkiye’nin bölgesinde ve Avrupa nezdindeki stratejik ağırlığını artıracaktır. Kıbrıs meselesinde de bir süreç başladı, bu süreçten umutlu olanlar var, görüşmeler devam ediyor. Mayısta bir görüşme daha var. Fakat Kıbrıs meselesi çok çetrefilli bir mesele. Yani hemen kolayca çözülebilecek bir mesele değil.
GÜLEN CEMAATİ ABD’DE TÜRKİYE KARŞITI LOBİ FAALİYETİ YAPIYOR
24 Nisan geliyor ve önümüzdeki hafta yine Türkiye’nin geleneksel gerilim noktalarından bir tanesi, bir konu yine gündeme gelmiş olacak. Fetullah Gülen örgütü ile hükümet arasındaki gerilim nedeniyle Amerika’da Türkiye karşıtı faaliyetlerde bulundukları söyleniyor. Gülen örgütünün orada ne gibi lobi faaliyeti yapıyorlar?
Gülen cemaatinin Ermeni tasarısı ile ilgili Türkiye’nin pozisyonunun altını oyan bir lobi faaliyeti yürütüyor mu yürütmüyor mu bunu bilmiyorum. Yürüteceğini sanmıyorum çünkü bu sadece AK Parti’nin meselesi değil, milli bir mesele. Ve eğer cemaat böyle bir meselede Amerikan Kongresi’nde Türkiye’nin elini zayıflatan bir çaba içine girerse kendi meşruiyetine darbe vurmuş olur. Kongre bünyesinde Kongre üyeleri için araştırma yapıp raporlar yazan bir departman var. Onun Türkiye masasından bir yetkiliyle görüştüm bir ay kadar evvel. Onun bana söylediği şu: Daha sonra Sayın Dış İşleri Bakanı da benzer bir şey söyledi, ”Kongrede Gülen cemaati AK Parti karşıtı bir lobicilik faaliyeti yapıyor. Kongre üyelerini Obama yönetimine bir mektup yazıp Türkiye’nin demokratikleşme yolundan çıktığını, AK Parti hükümetinin, Başbakan Erdoğan’ın otoriterleşme eğilimi gösterdiğini ve bunun Amerika’nın bölgedeki çıkarlarını sekteye uğratacağını, Obama yönetiminin Erdoğan hükümeti karşısında net bir tavır alması yönünde zorluyor’
(Ali Değermenci / Sabah)
http://www.medyagundem.com/gulen-orgutu-turkiye-aleyhine-lobi-yapiyor/