HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

6 Nisan 2014 Pazar

Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Cemaat, nereye!

 
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit
 
 
 
 
 
 
 
06 Nisan 2014
Dün köşeye sıkışmamıştı anlatacaklarım.. Daha anlatamadığım bir sürü şey var..

Birileri halkı sokağa çekmek istiyor, onu söyleyeyim.. Terörden meded umuyorlar.. Nokta hedeflere saldırarak ortamı germek istiyorlar. Kurt, puslu havayı sever..
Birileri Türkiye’yi kaybetmek istemiyor..

Birileri iddialarından vazgeçmek istemiyor.. Bu yolun geri dönüşü yok.. Bir ara / orta yol da yok.. Sorun AK Parti ile paralel yapı arasında değil, sorun İslam dünyası ile uluslararası sistem arasında. Paralel yapı, uluslararası sistemin buradaki Truva atı.. CIA ile mi pazarlık yapılacak, Vatikan’la mı, İsrail’le mi? Şu kısa süre içinde yaşananlar, sıradan bir örgütle karşı karşıya olmadığımızı isbatlamaya yeter..

Cemaat olayının üzerine giderken, hareketi kuşatan çok geniş, saf insanlardan oluşan bir kitle var. Merkeze ulaşmak için bu kitleyi aşmanız gerekiyor.. Ne yazık ki, onları aşmadan kripto kişilere ulaşamayacaksınız.. Bunlar da içeridekilere iman seviyesinde bağlı insanlar..

Ne olursa olsun, bunlar insan sonuçta. Size geldiklerinde cezalandırılmaktan, görevden atılmaktan, yetkilerini, statülerini kaybetmekten korkuyorlar.. Aslında bunlar çete tarafından kullanılsalar da onları cehenneme sürükleyen iyi niyet taşları ile döşeli bir yolda ilerliyorlardı.. Şimdi bunların önlerinde giden adama saldırınca, bunu kendilerine yapılmış bir saldırı gibi anlıyorlar ve efendilerinin yanına koşuyorlar.. Onun maddi ve manevi himayesine ve gücüne sığınıyorlar.. Oysa bunların bir kısmı 3000 lira alacakken bu dava için 2000 liraya razı olan ve bunun 200 lirasını da her ay himmet diye merkeze postalayan insanlardı.. Bunlar hallerine mi ağlasınlar, geçmişlerine mi, geleceklerine mi? Burada bireysel anlamda insani bir trajedi var. Bu açıdan bakıldığında farklı bir fotoğraf çıkıyor ortaya.

Usulsüz de olsa işe girenler, itiraf ederlerse yeniden sınava tabi tutularak, gerçek belgelerle hakettikleri takdirde, denetim ve gözetim altında yeni görevlerine başlayacaklarına dair bir güvence de oluşturmak gerekir belki de..

İşin idari, adli manada hukuki, cezai takibinin yapılması gerekir.. Ve tabii istihbaratın bu süreçte etkin bir çalışma yapması ve özellikle de Gezi öncesi derin devletle paralel devlet arasındaki temas ve işbirliğinin de incelenmesi gerekir.. Bu iki yapının dış bağlantıları yanında, Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, STK ve Oda, Vakıf, Birlik bağlantılarının da araştırılması gerekir..

Bakın giriş ve çıkışlar konusunda cemaat teyakkuz durumuna geçti. Bazılarının farklı bir isimle pasaportu ve nüfus cüzdanları var. Bunlar çok önceden ayarlanmış. Bazılarının başka ülke pasaportları var. Yine isimleri farklı.. Gümrüklerde arama yapılacak, gözaltı olacak diye uyarılar yapıyorlar.. Bir yandan bir panik havası var, öte yandan daha agresif hale geliyorlar..

Batılılar yenilecek ata oynamaz.. Mızrak çuvala sığmıyor artık.. Bu yapı, destekleyenlerinin başına bela olmaya başladı. Yakında ABD’de de iç politika sorunu haline gelecek.. Bu örgüt ABD’den faaaliyetlerini sürdürdüğü sürece ABD’nin emellerine hizmet etmesi şöyle dursun, İslam dünyasında ABD’ye karşı duyulan öfkenin patlamasına yol açacak. Onun için bu örgütün ülkelerini terk etmesini istemeleri yakındır. O zaman gideceği yer konusu sorun olacak..

Bu örgütün kripto üyelerinin de şimdiden kendileri için sığınacak güvenli bir liman bulmaları gerekiyor..

En ciddi konulardan biri de bu örgüte yardım ve yataklık edenlerin durumu.. Onlar üzerlerindeki mal varlıklarının kendilerine ait olduğunu nasıl isbat edecekler.. Bu süreçte örgüt malları birilerine temlik edilecek. Peki ya sonra, bu malları ve paraları bunlardan nasıl alacaksınız, kim alacak! Panik ortamında mali kriz nasıl aşılacak.. Nereye kadar direnecekler, sonra ne olacak?

İşte tam bu noktada örgütün öteki yüzünü göreceğiz.. Şimdi kendi tabanını sokağa çıkmaya çağırıyor..

Mayıs sonuna kadar bu işi çözmezlerse, ne kursları, ne okulları ve ne de yurtları yoluna devam edebilir.. Onun için de sonrası için de boş durmayacaklar. Rahat durmayacaklar.. Her adımda biraz daha batsalar da dönmeyecekler.. Çünki öfkeleri yanında korkuları da akıllarını zail etmiş durumda.. Geri dönüş köprülerini yıkmaya devam ediyorlar..

Sahi, bu arada Sarıgül ne yapacak! Büyükşehir Belediye Başkanlığına giderken Şişli Belediye Başkanlığından da oldu.. Şimdi, seçim kaybetmiş bir aday olarak CHP’de Kılıçdaroğlu’na karşı Genel Başkanlık için aday olur mu? Cemaatle iş tutmaya devam eder mi bu durumda bilmiyorum.

Bu konu cemaatin tabanında birtakım tartışmaları beraberinde getirdi.. Ayrılmak isteyenlere manevi baskı yapılıyor. Trafik kazasına uğrayacağı ya da başına bir bela geleceği gibi.. Bir “şefkat tokatı” hikayesi, abartılarak anlatılıyor. Erdoğan’a gelince; cemaate göre “ya ölecek ya delirecek ya kaçacak ya da hapse girecek”.. Rüyalar, işaretler, gayb haberleri hepsi konuşuluyor..

En az konuşulan konu ise aslında işin en can alıcı noktası. Bu travma teolojik bir travmadır. Sadece paralel bir devlet tehdidi yok. Paralel bir din, dine karşı bir din tehdidi ile karşı karşıyayız.. Asıl, en büyük tehdit de burada gizli. Zaten bu proje ABD’nin, Vatikan’ın, İsrail’in üzerinde en hassasiyetle durdukları nokta da bu değil mi idi. Bu okullar, bu media, bu dizilere, Türkiye üzerinden İslam dünyasına bu yeni dinin, Amerikano İslam’ın ihracı, pazarlanması için örgütlenmiş misyoner okulları değil mi idi? AK Parti’ye hınçları da bu yüzden değil mi? AK Parti’den BOP çerçevesinde bu projenin siyasi ayağını oluşturması beklentilerinin  gerçekleşmemesi değil mi idi?

Selâm ve dua ile..
http://www.habervaktim.com/yazar/64467/cemaat-nereye.html

AK Parti İmparatorluğa Diz Çöktürmedi

30 Mart'ta yapılan yerel seçim sonuçlarının en çok kimi üzdüğü belli oldu.
AK Parti İmparatorluğa Diz Çöktürmedi
06 Nisan 2014
17 Aralık operasyonundan yalnızca 3 gün sonra gazetecilere demeç veren ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone "Uyarılarımız dikkate alınmadı, şimdi bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz" diyerek cemaat ve muhalefetin de karıştığı kirli ittifakın yurt dışından beslendiğini adeta itiraf etmişti.
HAYAL KIRIKLIĞI YAŞADI
Türkiye'de yaşanan her olayla ilgili yorum yapmaktan çekinmeyen Büyükelçi Ricciardone'nin 30 Mart seçim sonuçları sonrası da sessizliğini koruması gözden kaçmadı. Bu durum "Türkiye ili ilgili her konu hakkında fikrini esirgemeyen büyükelçi, seçimde hayal kırıklığına uğradı" şeklinde yorumlandı.
http://www.habervaktim.com/haber/367040/ak-parti-imparatorluga-diz-cokturmedi.html

İslam Düşmanları Panikledi

Seçim sonuçlarından rahatsız oldukları bilinen Siyonistler ve batılı işbirlikçileri ise endişelerini gizlemeyi yine beceremediler.
İslam Düşmanları Panikledi
06 Nisan 2014
Daha seçimin ilk sonuçlarının alındığı 30 Mart akşamında İsrail Ordu Radyosu’na çıkan terör devletinin Başbakanı Benyamin Netanyahu, “Türkiye’deki seçim sonuçlarından çok endişeliyiz” açıklamasında bulundu.
AMERİKA’DAKİ SİYON MUHİPLERİ DE SAHNEDE
Amerika’daki Siyon muhipleri ise kokuşmuş sözde ‘bilimsel düşünce’ platformlarına ekledikleri bir yenisi ile Türkiye’ye saldırıya aralıksız devam ediyorlar. 2007 yılında kurulan ve 17 Aralık komplosunun günler öncesinde Ekim sonunda Yahudi kökenli eski büyükelçiler Morton Abramowitz ve Eric Edelman’a bir rapor sipariş eden ‘Partilerüstü Politika Merkezi” yerel seçimler sonrası yine sahneye çıktı.
PPM’nin “Türkiye’deki yerel seçimler ve sonuçları” başlıklı toplantısında konuşan Alan Makovsky, Eric Edelman ve Svante Cornell Türkiye’ye yönelik bilindik iftira ve söylemlerine devam ettiler. Başbakan Erdoğan’ın Balkon Konuşması’nı diline dolayan Alan Makovsky, 30 Mart’ın sonuçlarının sadece iç siyaset açısından değil, dış politika açısından da ‘endişe verici’ olduğunu söyledi.
KRİPTO MEDYA ŞEYTANDAN YANA
Diğer yandan; Batılı uluslararası şer odakları ve işbirlikçisi Arap rejimlerinin kontrolündeki bir kısım medya, Türkiye’deki seçime kan bulaştığını, çıkan olaylarda 8 kişinin öldüğünü söyleyerek sanki seçimin dikta bir rejimin silahlarının gölgesinde geçtiği izlenimini vermeye çalıştı.
Yeni Akit
http://www.habervaktim.com/haber/367055/islam-dusmanlari-panikledi.html
Yaşar Değirmenci

Dinimizi parçalayıp dünyamıza yamadık! (2)

 
 
Yaşar Değirmenci
 
 
 
 
06 Nisan 2014
Bizi biz yapan değerler aşındı. ‘Yaşadığına inanma’ tehlikesi baş gösterdi. Zenginlik ve refahın artması, Müslümanların imtihanlarını çok çetin hale getirdi.

Bu durum, bilhassa son dönemde bir sürü gaflet, dalalet, ihanet metotlarının türemesine sebep oldu. İslam’la bir bütün olarak bin yıl savaşma planları yapanların, binalara, süslemelere, mefruşata, teşrifata, tefrişata göz yumup teşvik etmelerinin üzerinde pek durulmadı.

Yetişen/yetiştirilen kadroların kendi bünyeleri içinde istihdamında keramet arandı. Trafiğe çıkmayan arabanın kaza yapmaması iftihar vesilesi sayıldı. Başkalarının kazaları emsal gösterilerek, ‘pasif iyi, aktif iyi’ye tercih edilir oldu.

Kur’an’ın tedrisinden rahatsız oldukları halde suya sabuna dokunmayan, emri bil maruf nehyi anil münker yapmayan, doğrunun, hakkın ve hakikatin yanında, bâtılın yanlışın karşısında olma özelliğini kaybeden, ‘mü’min sorumluluğu’yla hareket etmeyen yapılardan ‘şer güçler’in memnuniyetleri dikkat çekmedi.

İmanlı siyasetçilere bile uzak duran, onlara destekten imtina eden, milletin ve ümmetin derdiyle dertlenmeyen, fildişi kulede bohem hayatı yaşayanlardan medet umuldu. 

Ümmetin imkânlarının taşa, toprağa gömülmesi, ‘insan yetiştirme’nin içinin boşaltılması, bir türlü kemiyetten keyfiyete geçilememesi hususuna kafa yorulmadı.

Akademisyenden ziyade ‘âlim yetiştirme’ projesi için; fikir ve çalışmanın, plan ve programın, yakın-orta ve uzak hedefler halinde uygulamaya konulması, ihmal edilmemesi gereken hizmetler cümlesinden olduğu, unutuldu/unutturuldu.

 Son yaşanan olaylar, adam yetiştirmenin kadronun, kadrolaşmanın (ehliyet, liyakat, adalet, kalite ve vasıfla olursa) değer kazanacağının canlı misali oldu. Ümmetin çıkarları ile cemaatin çıkarları çatıştığında, ümmetin menfaatini (çıkarlarını) tercih eden bir yapıya olan ihtiyacın had safhada olduğu ortaya çıktı.

Bu keşmekeş, bu hercümerc hal, Müslümanlar açısından resmî bir başın yani Halife’nin (meşveret ve şura esasına dayanan bir siyasi yapının) olmayışı, herkesin baş sayıldığı, dolayısıyla sapma sayılabilecek fikirler için iyi bir üreme zemini oluşturduğu da görüldü. Resmî bir başın olmamasının sonucu herkesin baş olması olarak tecelli etti. Herkesin baş olduğu veya başların çok olduğu ortamlarda da bir tür rekabet ortamı oluştu.

Din adına ortada duranlar, bir tarikatı, bir kurumu, bir vakfı veya bir cemaatı temsil edenler, önce küresel güçlerden tepki görme, sıkıştırılma gerekçesiyle, daha sonra da kitleler nezdinde beğenilme arzusuyla dine şekil verip pazarlamaya kalkıştılar.

Kitlelerin önünde pazara çıkıp tezgâhındakini beğendirme hırsı, taviz üstüne tavizi, bid’at içinde bid’ati getirdi. Bu gelinen nokta, ‘yeni bir din anlayışı’ adıyla yazılıp çizilirken o zaman bu yapıya ‘dur’ diyen de olmadı. Yanlışların çetelesi tutulup, ‘arşiv fareciliği’ yapıldı. Ortaya alternatif bir ‘hizmet programı’ konulmadı/konulamadı.

Kıyamete kadar baki kalmak üzere gönderilen bir din, nasıl ‘yeni bir din anlayışı’ adıyla pazarlanabilir? Yeni din anlayışının ya da rağbet gören dindarlığın en önemli özelliği, dinin ağır gelen bölümlerinin kuş gibi hafifletilmesi midir?

 Bir grup, kitlelere ağır geldiği için yahut pazarlanması zor olduğu için cihadı yok sayan bir anlayışla çalıştı. Cihadın dışındaki her şeyi en zirvede ele alırken cihadı fitne olarak gördü, gösterdi. Bu cihadı yapmaya çalışanları ‘radikal, terörist, fundamantalist’ gibi kelimelerle tehlikeyi (!) haberdar etti, dikkatleri bu noktaya çekti.

Kur’an’daki zikir âyetlerini Arş kadar büyük gösterirken, aynı âyetin bir öncesi veya bir sonrasındaki cihat âyetlerini görmemiş gibi davranabildi. Bir diğeri de bunun tersini yaptı. O da cihat âyetlerini ele alıp, Allah’ı zikri emreden aynı sûredeki diğer âyetleri görmezden gelebildi. Herkes işine geldiği gibi yorumladı.

İslam, bir yama gibi kullanılamaz, İslam’a yama da vurulamaz. İslam, bütünüyle İslam’dır. Herkesin bir tarafından tuttuğu yamalı bohça hiç değildir. Akaidiyle, ahlakıyla, ibadetiyle, muamelatıyla, mükâfatı ve mücazatıyla topyekûn (bütüncül) bir dindir.

Doğranabilecek, ya da müşteri beğenisine göre şekillenebilecek bir bölümü yoktur ama ne yazık ki ‘yeni din’ anlayışı başını almış gitmiş durumdadır. Aslını korumakla mükellef olan ön saftakiler de ortama uyup üzerlerine düşeni yapmakta yetersiz kalmışlardır. Rutin meşguliyetlerin dışına çıkamamış yahut boş işlerle meşgul edilmişlerdir.

 Şeytan ve ona destek olanların böyle dönemlerde boşluk doldurduğu bir gerçektir. Hocası olmayana hoca, âlimi olmayana da âlim olup, isteyene de şeyhlik yaptılar. Çeşitli kisvelerle (sarığından cübbesine, diplomasından, akademik kariyerine kadar) çalışmışlardır.

Önce küçük zannedilen tavizlerle işe başladılar. Zamanın zor zaman olduğunu da ileri sürerek olanla yetinme, orijinalinin yerine taklidini vererek geçiştirme taktikleri, aslında şeytanın eski oyunlarından olmasına rağmen bu asırda yeni bir gelişme olarak sunuldu ve rağbet de edildi.

 Bu dönemde ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri de ilim için bir ‘soy aranma’ ihtiyacının kaldırılmış olmasıdır. Önceki nesiller, soy kütükleri gibi ilim kütüğü ispat ederek Ümmet’in uleması arasında yerlerini almışlardı.

Şimdi ise, ilmini kimden nasıl aldığını ispat etme ihtiyacı bile hissedilmemekte. Asırlarca Müslümanların en bariz düşmanlarından olan, el’an da bir iki asırlık büyük çaplı düşmanlık planlarına sahip milletlerin üniversitelerinde ‘İslam eğitimi’ görenler, orada öğrendikleriyle Ümmet’imizin gözbebeği isimleri tenkit edip onları karalamakta bir beis görmemekteler.

Bundan daha ilerisi de onların bu tavırlarına sessiz kalmayı yeğleyen samimi kitlelerin varlığıdır. Zira insanların piyasaya sürülmüş ‘yeni din’ mağazasından beğenerek din almaları tabii hâle gelmiş durumdadır.

Kimsenin rahatını kaçırmayan din! En az gayretle cennetin en iyi yerlerine talip olmayı kim istemez?

Cihatsız, meşakkatsiz din neden iyi olmasın? Hele gençlere, lezzetli bir din sunmanın gerekçesi de onları ısındırmak ise, o zaman gençliğin hoşlandığı ama aslında İslam’ın yok saydığı işler bile sevap kaynağı sayılabiliyor.

Hem flört etmek, hem hidayetine vesile olmak, kendimizi kurtaramadan, memleketi kurtarmak, hem futbol zevkini tatmin etmek, hem de gençleri ısındırmak, namazsız-niyazsız cihad etmek, dini öğrenmeden dine hizmet etmek, v.s. 

İbrahim ETHEM’in dediği gibi. ‘Dinimizi parçalayıp dünyamıza yamadık. Ne dini hayatımızda hayır kaldı, ne de dünya hayatımızda.’

Mazeretlere sığınma yerine bir ‘nefs muhasebesi’ yapıp olanların olmaması için tedbir alalım.
http://www.habervaktim.com/yazar/64476/dinimizi-parcalayip-dunyamiza-yamadik-2.html

Ümmetin Zaferi!

İslam dünyasının önemli isimleri sonuçları ‘İslâm aleminin zaferi’ olarak yorumlarken, İslâm karşıtı siyonistler ve Batı ise endişelerini dile getirdiler.
Ümmetin Zaferi!
06 Nisan 2014
30 Mart seçim sonuçları dünya gündeminde de geniş yer buluyor. İslam dünyasının önemli isimleri sonuçları Erdoğan’ın yanı sıra İslam âleminin bir zaferi olarak gördüklerini belirtirken, İslam düşmanı Siyonistler ve Batı’nın tedirginliği yetkililerin açıklamalarına yansıdı. İşte İslâm âleminin önemli bazı isimlerinin İlke Haber Ajansı’na yaptıkları seçim değerlendirmesi.
“İSLÂM ALEMİNE BÜYÜK MORAL OLDU”
Siyaset-Bilimci Moritanyalı yazar Dr. Muhammed Muhtar Şankıti (KATAR): “Kesin net bir zafer…Erdoğan’ın seçim zaferi halkın iradesine dayalı olan kampın zaferidir. Ben burada seçim günü Türkiye dışında sabaha kadar yatmayıp seçim sonuçlarını büyük bir merakla takip eden arkadaşlar biliyorum. Arap Baharı’yla başlayan halkın kendi idarecilerini seçme iradesi karşıt devrimciler tarafından akamete uğratıldı ve bu seçimler onlar açısından büyük bir moral bozukluğuna sebep oldu. Öte yandan; Arap Baharı’yla umutlanan geniş kesimlere de bir nevi umutlarını tazelemelerini sağladı.”
“İSLAM ÜMMETİNİN ZAFERİ”
1948 İslami Hareket Başkan Yardımcısı Şeyh Kemal Hatip (KUDÜS): “Öncelikle ben Türkiye’nin Müslüman halkını tebrik ediyorum. Gerçekten Erdoğan ve partisinin başarısı ve seçim zaferini biz aynı zamanda mazlum ve kendi iradesini ortaya koymaya çalışan bütün Müslüman halkların, İslam ümmetinin zaferi olarak görüyoruz. Özellikle Mısır halkına ayrı bir sevinç yaşatmıştır. Çünkü Mısır halkı Mursi’ye yapılan komploların aynı şekilde Erdoğan için de yapıldığını biliyor, görüyor. Ancak Erdoğan bu iftira ve komplolara karşı direndi ve başarılı oldu.”
“TÜRKİYE HALKI TARİHİ KÖKLERİNE SAHİP ÇIKIYOR”
Bağdat’tan Ayetullah Cevad el Halisi (BAĞDAT): “Öncelikle bu seçimlerin Türkiye halkına hayırlı olmasını diliyorum. Biz bu seçimleri bir açıdan baktığımızda çok olumlu olarak değerlendiriyoruz. Çünkü bu seçimler Türkiye halkının kendi tarihi köklerine, kendi değerlerine dönüşünün bir sonucu ve bir iradenin ortaya konmuş olmasıdır. Erdoğan’ın başlangıçta bu imajı da verdiğini biliyoruz. Hatta bazıları onu Fatih Sultan Mehmet’in varisi olarak değerlendiriyor. Biz Türkiye’nin laik köklerinden ziyade tarihi köklerine ve değerlerine dönmesinin esas olduğuna inanıyoruz. Türkiye halkının bu seçimlerden sonra değerlerine sahip çıkarak köklerine dönmesini bekliyoruz. Ben bu seçimleri bu açıdan önemli buluyorum.”
“BOSNALI ANALARIN DUALARI…”
Sarajova Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Can (BOSNA HERSEK): “Halifeliğin ilga edilişinden bugünlere kadar, Türkiye’nin hiç bir yöneticisi için seçim öncesi gecesi, Tayyib Erdoğan’ın Müslüman dünyasından gördüğü ihtimama muhatap olmamıştır. Biz burada şahit olduk ki Bosna anaları bir hafta öncesinden başlayarak Erdoğan’ın başarısı için dua ettiler. Binlerce “Fetih Sûresi” tilavet ettiler, önü kapanmasın diye. Bosnalılar için Erdoğan sadece TC Başbakanı değil. Onlar Erdoğan’a “babamız” diyorlar. O anaların dualarıyla Erdoğan’ın önü bu seçimde de kapatılamadı.”
“CEMAAT’ VE CHP SİYONİZMİN DİREKTİFLERİNE UYDU”
İlkha’nın çalışmasına imza atan Mehmet Özcan şu değerlendirmede bulunuyor: “Seçim sürecine yönelik planlardan örnek vermek gerekirse, İsrail’in en önemli strateji geliştirme merkezinin direktörü ve Türkiye Uzmanı Efraim Inbar, makalesinde şöyle diyordu; ‘Erdoğan’ı iktidardan indirmek için Türkiye siyasi yelpazesinin daha laik kesimleri, Fethullah Gülen’le işbirliği yapmalıdır’ Inbar’ın direktif gibi tavsiyesine CHP uydu, ‘Cemaat’de Jerusalem Post’un 20 Aralık’ta verdiği buyruğa uygun olarak, ‘Hükûmeti iç politikada bunaltarak, Yeni Türkiye’nin Yeni Dış politikası ile ilgilenecek zaman ve takati bırakmamak’ çabasını sürdürmeye çalıştı”
Yeni Akit
http://www.habervaktim.com/haber/367052/ummetin-zaferi.html

Erdoğan'ı sandıkta yenen tek adam bakın kim çıktı

 06 Nisan 2014    
Başbakan Erdoğan'ın siyasal hayatında Erdoğan'ı sandıkta yenen tek adam kim mi?
Radikal yazarı Ömer Şahin, Başbakan Erdoğan'ın bugüne kadar girdiği seçim yarışlarına ilişkin dikkat çekici bir ayrıntıyı köşesine taşıdı. Erdoğan'ın seçim tarihinde 3 seçim kaybettiğini aktaran Şahin, Erdoğan'ı sandıkta yenen tek adamın 1989 yılında SHP'li Hüseyin Aslan olduğunu yazdı.

İŞTE ÖMER ŞAHİN'İN YAZISINDAKİ O SATIRLAR:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir sandık sihirbazı. Seçimlerin “Usta”sı. Son 12 yıla 8 seçim zaferi sığdırdı. Ne ikinciliği tattı ne de koalisyon yaşadı. 3 genel, 3 yerel seçimle beraber 2’de referandum kazandı.

SİYASİ HAYATINDA 3 SEÇİM KAYBETTİ


Son yıllarda girdiği her seçimi kazanıyor ama Başbakan Erdoğan da bir zamanlar sandık yenilgisi tatmıştı. Erdoğan, siyasi hayatında 3 kez seçim kaybetti. Sene 1986; Erbakan’ın siyasi yasaklı olduğu yıllar. Ara seçimlerde Erdoğan İstanbul’un RP adayı oldu ve partisi yüzde 5.5 aldığı için seçimi kaybetti. İstanbul’da yıldızı parlayan Erdoğan bir kez de sola karşı kaybetti. 1989 seçimlerinde Erdoğan Beyoğlu Belediye Başkan adayı oldu. RP’nin oyu yüzde 4’lerde olmasına karşın Tayyip Erdoğan fırtınası esiyordu. Sandıklar açıldığında Erdoğan yüzde 21 almış ama seçimi kaybetmişti.

ERDOĞAN'I SANDIKTA YENEN TEK ADAM HÜSEYİN ASLAN


Kazanan isim yıllar sonra “Erdoğan’ı sandıkta yenen tek kişi benim” diyen SHP’li Hüseyin Aslan’dı. O seçim gecesi vukuatlı geçmişti. Tayyip Erdoğan sayım sırasında sandık başkanı Hakim Nazmi Özcan ile tartıştı. Hâkimin “sarhoş” olduğunu söyledi ve hâkime hakaret ettiği gerekçesiyle ceza yedi.

11 GÜN MİLLETVEKİLLİĞİ YAPTI AMA..


Başbakan Erdoğan’ın bir de dramatik bir kaybediş öyküsü bulunuyor. 1991 seçimleri ve tercihli oy sistemi ilk kez kullanılıyor. Recep Tayyip Erdoğan RP’den 6.bölge 1’nci sıra milletvekili adayı. Erdoğan seçimi kazandı, hatta milletvekili mazbatasını aldı. Ancak beklenmeyen bir gelişme yaşandı. Daha sonra FP ve AK Parti’den de milletvekilliği yapacak olan 2’nci sıra adayı Mustafa Baş’ın itirazı ortaya çıktı. YSK, Baş’ın Erdoğan’dan daha fazla tercihli oy aldığını ilan etti. Erdoğan’ın 11 günlük milletvekilliği sona erdi. Mazbatası iptal edildi. Erdoğan’ın kaybetmekten çok arkadaşının tavrına üzüldüğü söylenir. İtiraz etmesini isteyenleri, “Ben kadere itiraz etmem” sözleriyle geri çevirir ve sonuca katlanır.

İsrail'in uygulamaları, Danimarkalı vekili 'şoke etti'

 06 Nisan 2014   
Batı Şeria'da 5 gün kalan Danimarkalı Milletvekili Engel-Schmidt, İsrail'in Filistinlilere yönelik uygulamaları karşısında şaşkınlığını belirterek İsrail'in uygulamalarını 'Apartheid yönetimi gibi' diye nitelendirdi


Danimarka'da Liberal Parti Venstre'nin sözcülerinden milletvekili Jakob Engel-Schmidt, İsrail'in Batı Şeria'daki uygulamalarını Güney Afrika'daki ırk ayrımı (apartheid) dönemini andırdığını ve müttefik olarak kabul ettikleri bir ülkenin, askeri olarak kontrol ettiği bölgedeki insanlara bu şekilde kötü davranmasının "can sıkıcı ve çok büyük şanssızlık olduğu" söyleyerek tartışma yarattı.Engel-Schmidt, 5 günlük Batı Şeria gezisinin ardından Danimarka'ya döndükten sonra izlenimlerini Danimarka'nın önde gelen gazetelerinden Politiken'e "İsrail apartheid'ini durdurun" başlığıyla yazdı.

Yazı üzerine başlayan tartışma sonrasında konuşan Jakob Engel-Schmidt, Batı Şeria'da gördükleri karşısında şaşkınlığını gizleyemeyerek "Batı Kudüs, Beytüllahim ve diğer yerlerde gezerken, modern ve demokratik bir ülke olan İsrail'de, bazı otobüslerin sadece İsraillilere ayrılması ve Filistinlilerin bunlara binememesi tuhaf bir durum oluşturdu" dedi.

Danimarkalı milletvekili, İsrail'de çalışan 4 bin Filistinlinin her gün 4 saat boyunca İsrail'e geçmeyi beklemesi sorununa da değindi ve "Bizim müttefik olarak kabul ettiğimiz bir ülkenin, askeri olarak kontrol altında tuttuğu bölgedeki insanlara bu şekilde kötü davranması can sıkıcı ve çok büyük şanssızlık" ifadelerini kullandı.

İsrail'in bir müttefiki olarak bu ülkeden beklentilerini daha cesurca söylemeleri gerektiğini vurgulayan Jakob Engel-Schmidt, partisinin İsrail konusundaki eleştirileri anlayışla karşılamadığının kendisine hatırlatılması üzerine ise 5 gün açıklamalarının 5 gün boyunca gördükleri ve yaşadıklarına dayandığının düşünülerek kabul görmesini umduğunu ve parti içinde konuyla ilgili tartışma başlatmak istediğini dile getirdi.

Öte yandan Jakob Engel-Scmidt'in İsrail'e eleştirisi parti içinde hoş karşılanmadı. Venstre'nin politik sözcüsü Inger Stöjberg, Güney Afrika ile İsrail'in birbirine benzetilemeyeceğini ve İsrail'in Filistinlilere davranışını anlatmak için "apartheid" kelimesinin kullanılamayacağını söyledi. Stöjberg, Engel-Scmidt'in açıklamalarının partinin görüşü olmadığını da belirtti.

Bunun üzerine bir açıklama yapan Jakob Engel-Scmidt, İsrail'in yaptıkları için seçtiği kelimenin, oluşturmak istediği tartışmanın önüne geçmesine üzüldüğünü belirterek "Seçtiğim kelimenin aslında oluşturmak istediğim tartışmayı bloke etmesinden dolayı biraz üzgünüm ama verdiğim örneklerin de arkasındayım" şeklinde konuştu.
http://www.timeturk.com/tr/2014/04/06/israil-in-uygulamalari-danimarkali-vekili-soke-etti.html#.U0Gh11prPDc

Somali'de cemaat okulu isyanı

 05 Nisan 2014   
Somali, Cemaat'in ülkedeki okulunu tartışıyor. Somali Parlamentosu Dış İlişkiler Başkanı Abdulkadir Osoble Ali, Nil Akademisi'nin devlete devredilmesi için meclis başkanı ve başbakana mektup yazdı.

Yenişafak'ın haberine göre; Somali Federal Parlamentosu Dış İlişkiler ve Uluslararası Yardımlar Komisyonu Başkanı Abdulkadir Osoble Ali, meclis başkanı, başbakan ve eğitim bakanına, cemaatin ülkedeki okuluna sert eleştiriler yönelttiği bir mektup gönderdi. 'Somali'de yeniden yapılanma projeleri ve Türk Nil Akademisi' başlıklı mektupta okulun 'hayır amaçlı' olmaktan çıktığına dikkat çekildi.

ÜCRETSİZ EĞİTİM VERMELİ
Mektupta şu ifadeler yer alıyor: 'Şüphesiz Türkiye Somali halkının yanında oldu. Diğer bir yandan Nil Akademisi gibi bazı STK'ların yaptıklarının karşısındayız. Eski 'politeknik' okulu anlaşma maddeleri görmezden gelinerek büyük gelirler elde eden ticari bir kuruluşa dönüştü. Nil Akademisi, önce okulun ismini, programını değiştirdi ve okulu kendisine yüksek gelir getiren pahalı bir okula çevirdi. Okul halk için yapılmıştır ve ücretsiz eğitim vermelidir.' Okulun Somali devletine iade edilmesini isteyen Osoble Ali, 'Cemaat özel okul açmak isterse yeni bir arsa veya bina satınalabilir' dedi.

Vergi ödemiyor
Türkiye ile Somali arasında yapılan anlaşmalar çerçevesinde Nil Akademisi'ne başkent Mogadişu'nun en pahalı ve en büyük binalarından bir tanesi ücretsiz tahsis edilmişti. Akademi bunun karşılığında Somali halkına yardım amaçlı eğitim hizmet verecekti. Vergi bile ödemeyen okulun bir süre sonra fahiş fiyatlarla hizmet vermeye başlaması tepkilere neden olmuştu.
http://www.timeturk.com/tr/2014/04/05/somali-de-cemaat-okulu-isyani.html#.U0GckVprPDc

Darülfünun emini İsmail Hakkı Bey'den ALLAH razı olsun

Saklı tuğra 87 yıl sonra gün yüzüne çıktı

 06 Nisan 2014    
İstanbul Üniversitesi'nin tarihi ana giriş kapısının orijinalinde yer alan Sultan Abdülaziz'e ait tuğra, titiz bir restorasyonla gün yüzüne çıkarıldı.


Osmanlı İmparatorluğu döneminde Milli Savunma Bakanlığı (Harbiye Nezareti) ve Genelkurmay Karargahı (Seraskerlik) olarak kullanılan, Cumhuriyetle birlikte de İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülen Beyazıt'taki tarihi binanın kapısının üzerindeki Sultan Abdülaziz tuğrası, 87 yıl sonra ortaya çıkarıldı.

İstanbul Üniversitesi Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı tarafından ayrılan bütçe ile, Akka Mimarlık tarafından sürdürülen tarihi kapının restorasyon ve konservasyon çalışmasında; cephe temizliği, taş onarımlar, kimyasal sağlamlaştırma, kalem işi süslemeleri de yapıldı.

15 kişilik bir ekibin görev aldığı restorasyon çalışmasında yapı üzerindeki kitabelerde isimleri görünen dönemin hattatlarından Kadıasker Mustafa İzzet Efendi ile Mehmet Şefik Bey'in imzaları açığa çıkarıldı.

Ayrıca ilk defa bu çalışmayla birlikte tuğralar üzerinde hattat Abdulfettah Efendi imzası da gün yüzüne çıkmış oldu. Kapının kuzey cephesinde yani arka kısmında yeni bir tuğra olduğu da tespit edildi.

HAT VE TUĞRALARA YASAK
Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) kapısının üzerinde celi sülüs yazıyla 'Daire-i Umur-i Askeriyye' bu ibarenin sağ ve sol tarafında da fetih ve zafer ayetleri yazılı. Mütareke devrinde İngilizler tarafından kullanılan Harbiye Nezareti binası, Lozan Antlaşması'ndan sonra boşaltılınca Darülfünun'a tahsis edilmişti. 1927 yılında ise, daha önce İngilizlerin dahi dokunmadığı kitabe ve hat sanatlarını yok etmek amacıyla kanun çıkarıldı.

"Türkiye Cumhuriyeti dahilinde bulunan bütün mebani-i resmiyye ve milliyye üzerindeki tuğra ve methiyelerin kaldırılması hakkında kanun" çıkınca, Darülfünundaki bu hat yazıları da kapatıldı. Aslında kanunla sökülmesi emredilmiş ancak, Darülfünun emini İsmail Hakkı Bey, kendisi bir hat sanatçısı olduğu için ve Hattat Mehmed Şefik Bey'in elinden çıkan kitabenin ne kadar değerli bir sanat eseri olduğunu bildiği için mermerlerle kapatmıştı. 1933 yılında da T.C yazılmıştı.

ÖĞRENCİLERİN TARİH ZAFERİ
Restorasyonla birlikte 1927'de üzeri kapatılan Sultan Abdülaziz'e ait tuğra, 87 yıl saklı kaldığı yerden ortaya çıkarıldı. T.C ibaresi ise İstanbul Üniversitesi amblem ve yazısının önüne getirildi. 2 yıl önce üniversite öğrencileri ve Ulusal Öğrenci Konseyi, sosyal medyadan 'Tarihimi Geri Ver' kampanyası başlatmıştı.




http://www.timeturk.com/tr/2014/04/06/sakli-tugra-87-yil-sonra-gun-yuzune-cikti.html#.U0GbElprPDc

Kamalak: 'Paralel çetenin üzerine gidilmeli'

 06 Nisan 2014   
Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak, yerel seçimlerde başarısız oldukları ve Gülen cemaatine yakın durdukları iddialarına cevap verdi.


Numan Kurtulmuş’un ayrılışıyla birlikte il ve ilçe teşkilatlarında yaşanan istifalara ve maddi imkanların kısıtlılığına dikkat çeken Kamalak, sandıktan aldıkları oy oranının başarısız olarak değerlendirilemeyeceğini kaydetti. Yine de beklentilerinin altında oy aldıklarını belirten Kamalak, “Beklentimiz daha yüksekti. Ama bu durum kanaatimizce bir yenilgi bir hezimet değildir. İş başına geldiğimizde partinin oy oranı yüzde 1’lerin altındaydı.” dedi.

TV KANALLARINA SİTEM
Hükümetle kavgaya tutuşan Gülen cemaatiyle yakınlaştıkları iddialarına tepki gösteren Saadet lideri, “Bir siyasi partinin genel başkanıyım. Siyasi partilerin muhatabı siyasi partilerdir, cemaatler değil” yorumunu yaptı. ‘Saadet-Cemaat yakınlaşması’ şeklindeki algının oluşmasının sebebinin geçmişte Saadet Partisi’ni görmezden gelen, hatta aleyhinde yayın yapan cemaatin yayın organlarının, AK Parti’yle yaşanan tartışmalardan sonra kendisini ekrana çıkarması, söyleşi yapması olduğunu hatırlatmamız üzerine Mustafa Kamalak, “Dediğiniz doğru. O zamanlar hükümetle birlikteydi” dedi. Sadece cemaat TV’lerine çıktığı algısının oluşmasında görüşlerine yer vermeyen diğer yayın organlarının da rolü olduğunu belirten Kamalak, özellikle Kanal 7’ye sitemde bulunarak, “Kanal 7’ye yalvarıyoruz. ‘Yahu bizi de çıkarın’ diye. ‘Hukukun gereği budur’ diye yalvarıyoruz, ikaz ediyoruz. Ben derdimi, düşüncemi nerede anlatacağım?” ifadelerini kullandı.

“ÜZERİNE GİDİLMELİ”
Paralel Yapı tartışmalarına da değinen Saadet Partisi lideri Kamalak, “Bir hukuksuzluk var ise üzerine sonuna kadar gidilmeli. Biz hukuksuzluğu savunmuyoruz. Bunların üzerine yürümek devletin yetkisi ve sorumluluğu altındadır” şeklinde konuştu.
Kamalak, cemaat mensuplarının 30 Mart seçimlerinden önce kapı kapı dolaşarak CHP’ye oy istemesini ise tasvip etmediğini, vicdani kanaatin esas alınarak hareket edilmesi gerektiğini vurguladı.

(Akit)
http://www.timeturk.com/tr/2014/04/06/kamalak-paralel-cetenin-uzerine-gidilmeli.html#.U0GaXVprPDc

Reuters Afrika'daki kapatılan cemaat okulunu haber yaptı

 05 Nisan 2014   
Uluslararası haber ajansı Reuters, hükümetin Gülen grubuna ait yurtdışındaki okulları ve banka şubeleri için düğmeye bastığını iddia etti

Hükümet ile Gülen grubu arasındaki gerilim yurtdışına da uzandı. İngiliz haber ajansı Reuters, bu gelişmeyle ilgili bir analiz haberi yayınladı. Habere göre, hükümet-Gülen grubu yurtdışındaki okulları ve banka şubeleri için düğmeye bastı.

Reuters'ta yayınlanan bir analiz yazısına göre, iki tarafın çatışmasında yeni bir raund başladı, o cephe yurtdışına uzanıyor. Habere göre hükümet, Gülen grubunun yurtdışındaki okulları ve banka şubeleri için harekete geçti. Gülen grubunun 160 ülkede 2 bin eğitim tesisi var. Afrika ülkesi Gambia bu hamleden ilk etkilenen ülkelerden.

Haberdeki iddiaya göre Gambia'daki Gülen grubuna ait Yavuz Sultan Selim okulunda çocuklarını okutanlar, okulun kapatılacağına dair hafta içinde ihbar mektubu aldı. Okul, teknik donanımı ve İngilizce eğitimiyle, Gülen okulları arasında en popüler olanlardan biri.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Tercan Ali Baştürk'e göre, diğer ülkelerdeki okullar da bu kararlara maruz kalabilir. Bu noktada ülke elçiliklerinin Ankara'ya nasıl bir cevap vereceği belirleyici. Gambia gibi Ankara'dan direkt yardımla ayakta kalan ülkelerin, kapatılma talebine karşı koyma gücü daha az.

Baştürk'e göre hükümet, yerel hassasiyetlere göre strateji geliştiriyor. Bir diğer hamle de bankalarla ilgili. Bank Asya'dan, Afrika ülkelerindeki hizmet hareketiyle anlaşmaları olduğu gerekçesiyle toplu depozito çekimleri yaşandı. Basında çıkan haberlere göre, bankadaki depozitoların yüzde 20'si geri çekildi.

Dünyabülteni
http://www.timeturk.com/tr/2014/04/05/reuters-afrika-daki-kapatilan-cemaat-okulunu-haber-yapti.html#.U0GWlVprPDc

AYM çok tehlikeli bir kapıyı açtı

 06 Nisan 2014   
Anayasa Mahkemesi'nin, iç hukuk yolları tükenmeden aldığı Twitter kararı anayasa hukukçularının eleştirisine neden oldu. Hukukçular, Yüksek Mahkemenin tehlikeli bir kapıyı açtığını ve AYM kararının kaosa davetiye çıkarabileceği uyarısında bulundu.


Anayasa Mahkemesi'nin, Twitter'e yönelik olarak ilk derece mahkemelerinin kişilik hak ihlalleri kapsamında aldığı içerik kaldırma kararlarına uymaması nedeniyle, hakkında verilen erişimin engellenmesine ilişkin kararları iç hukuk yolu tükenmeden 'hak ihlal' gerekçesiyle karara bağlamasına, hukukçular tepki gösterdi. Anayasa hukukçuları, Anayasa Mahkemesi (AYM)'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)'nin 90'lı yıllarda Güneydoğu'daki insan haklarına ilişkin davalarda iç hukuk yolu bitmesini beklemeden davalara bakmalarını ele alan gerekçedeki hak ihlali ile, Twitter kararı arasında benzerlik olmadığını söyledi. Hukukçular; "AYM'nin bu adımı tehlikeli bir kapı açtı. Türkiye'de iç hukuk yolunu tüketmeden AYM'ye başvurunun kabulü hem iç hukuku çökertecek, hem AYM'yi dava yükünden başını kaldıramaz hale getirecek durum yaratabilir" uyarısında bulundu.

- Hukuk sistemini çökertir

Anayasa Mahkemesi eski raportörü Prof. Dr. Osman Can:


"AYM'nin kararı üzerinden mahkemenin politize olduğu görüşü için biraz erken. Ancak AYM'nin Twitter kararı ile iç hukuk yolu tükenmeden bireysel başvuruyu kabulü tehlikeli kapıyı açıyor. İdare ve normal mahkemelere gidecek süreci beklemeden herhangi bir kriteri yok artık, yapılabilecek her türlü başvuruyu kendi uygunluk düşüncesine göre, önem sıralamasına göre kabul etme, bunun esası hakkında karar verme imkanı ortaya çıkıyor. Böyle bir kapı açıyor, bunun açılması anayasa açısından çok mümkün değil. İç hukuk yollarının tüketilmesi şarttır. AYM'ye bireysel başvuru için doğrudan ve bireysel hakkın ihlali olmalı. Soyut ve genel tehdit algısını bireysel başvuru hakkı yapamazsınız. Kişinin hali hazırda o hakkını kullanamıyor olması durumunun gerçek olması gerekiyor. Hak ihlali devam edecek konusu bireysel başvuruya mücraat şartıdır. Şartı bireysel başvuruyla ilgili olarak iç hukukun tüketilmesine gerek yoktur demek, bireysel başvurusunun içeriğini anlamsızlaştırıyor, ilk derece mahkemelerini anlamsızlaştırılıyor. Bundan sonra neyin oraya gideceğini bilemeyeceğiz. Yargıtay, Danıştay anlamsızlaştırılacak. Bu giderek AYM'yi de anlamsazlıştıracak. Mahkemelerin saygınlıkları, yetkileri daha dikkatli anayasa çerçevesinde kullanmasıyla olur. Yargıtay, Danıştay zaten sorunları çözmek için var. Normal mahkemeye gidip tazminat alıyorsunuz. AYM her türlü hak ihlalinde gidilecek mahkeme değildir. Ülkenin kendi içindeki yargı sistemini çökertebilecek bir adımdır. İyi bir başlangıç yaptı AYM, ama bununla açtığı kapı çok tehlikeli. "

- İç hukuk tüketilmeliydi
Anayasa Hukukçusu Prof. Fazıl Hüsnü Erdem:
"AHİM'de oluyor bu. 1990'lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu'dan giden davalar için iç hukuk yollarının tüketilmesini aramamıştı. Onun tüketilemeyeceği belliydi. AHİM, hak ihlalinin engeli için iç hukuk şartını aramadan başvuruyu kabul ediyordu. Orada insani bir durum vardı. Ama bugün Türkiye'de böyle bir şartın Twitter için var olduğunu söylemek mümkün değil. AYM'nin harekete geçmesi için iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekirdi."
- Yargı arasında kriz olacak

Anayasa Hukukçusu Prof. Yusuf Şevki Hakyemez:
"AYM, hak ihlalliğinin kritikliği nedeniyle müdahale etti ama başka konu da olsa yapabilir hale geldi AYM. Şimdi bir sorun oluştu. AYM, diğer mahkemelerin üzerinde bir mahkeme gibi oldu. O zaman sistemde bir sorun ortaya çıkar. AYM, pek çok konuda aslında başvuru yolları tükenmeden olayı ele alıp inceleme imkanına sahip olacak. Bireysel başvuruda özellik şu; iç hukuk yolları bitecek, sonra hak ihlali varsa AYM'ye başvurulabilecek. Twitter'de AYM, hak ihlalini kısa zamanda halledilemeyecek şekilde ele aldı ama çok değişik konularda bu biçimde farklı eleştiriye konu olması mümkün olabilir."

- Çok vahim bir durum
Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Mustafa Şentop:

"AYM iç hukuk yollarını aşmış, vahim olan bu. AYM, Anayasa'ya aykırı karar vermiş. Çünkü normal yargı yolu bitmemiş. Bunu AHİM'e götürsen bakmaz. Ama şöyle bir şey var, kanunda yok ama iç hukuk yollarının tükenmesi durumu var. İdari dava açıldı, mahkeme karar verdi ama uygulanmadı dedi. Kanun diyor ki 30 gün içinde uygulanır. Kanun diyor ki, yürütmeyi idareye karşı bölge idare mahkemesine başvurulur diyor. İdare mahkemesi yürütmeyi durdurma verdi, bölge idare mahkemesine TİB başvurdu. Bölge idare mahkemesi de diyelim ki yürütmeyi durdurma kararını kaldırdı 'TİB haklıdır' dedi. Ne yapacak o zaman AYM?"

Yükün altından kalkamaz
Eski Adalet Bakanı, Anayasa Profesörü Hikmet Sami Türk:

"Bireysel başvuru Anayasa'nın 148'inci maddesine düzenlenmiştir. Bu da 12 Eylül 2010 halk oylamasıyla giren hükme göre, anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlali durumunda başvuru yapılabiliyor. Başvuruda bulunmak için olağan kanun yollarının tüketilmesi şart. Twitter kararını okudum, anlaşılan, ifade özgürlüğü bakımından temel hak ve özgürlüğün özünün ihlal edildiği görüşü var. O nedenle böyle bir yola başvuruyor. Usul açısından eleştirilebilir. Ama iç hukuk yollarının tüketilmesi anayasal koşul. Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşuna ilişkin kanunda da belirtiliyor. Karara karşı idari yargıya başvurulacak, temyiz yolu ile Danıştay'a başvurulacak. Süreç uzunca. Oysa burada gecikmeden bir çözüm bulmak gerekir. İsteyen AYM'ye iç hukuk yolunu kapatmadan 'Twitter'de karar verdiniz' diye başvurabilir. Üzerine çok ağır yük alıyor."

(stargazete)
http://www.timeturk.com/tr/2014/04/06/aym-cok-tehlikeli-bir-kapiyi-acti.html#.U0GVslprPDc
Myanmar’da Müslüman katliamı!

Myanmar’da Müslüman katliamı! Nisan 06, 2014    

Myanmar’ın en büyük kenti Yangon’da Budist gruplar, Müslümanlarına yaşadığı köye saldırarak evleri yağmaladı.

Myanmar’ın en büyük kenti Yangon’da Budist gruplar, Müslümanlarına yaşadığı köye saldırarak evleri yağmaladı.
Yangon’un 40 kilometre kuzeyindeki Hilegu köyü sakinlerine taş sopalarla saldıran ve Müslümanlara ait evleri yağmalayan 100 kişilik Budist grup,  Myanmar polisinin müdahalesiyle dağıldı. Güvenlik güçleri kontrolü sağlamak amacıyla bölgede sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Köy sakinlerinden Sann Aung, AA muhabirine, dün geç saatlerde çıkan olaylar sırasında Müslümanlara ait iki evin Budist grup tarafından yağmalandığını belirterek, “Gruptakiler ‘Müslümanları öldürmek istiyoruz’ diye bağırıyordu” dedi.
Genelde ülkenin kuzeyinde görülen Müslümanlara yönelik saldırılar, böylece eski başkent Yangon’a da sıçramış oldu.
Myanmar, 2011 yılından itibaren Budistlerce gerçekleştirilen saldırılarda binlerce Müslüman hayatını kaybetmiş, on binlercesi de yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalmıştı.
http://www.medyagundem.com/myanmarda-musluman-katliami/
Şoke eden Gülen örgütü evi itirafları!
Şoke eden Gülen örgütü evi itirafları! Nisan 06, 2014    
Gülenciler’in okul ve yurtlarında kalan Mustafa Bozkurt çalınan sorularla kadrolaşmanın ayrıntılarını anlattı. “Gülen’in ‘Mehdi vasıflarını taşıdığını’ söylerlerdi” dedi.
Devlet kadrolarına sızan Gülen örgütüne bağlı paralel yapı bir bir deşifre oluyor. Gülen örgütünün evlerinde ve yurtlarında uzun süre kalan ve şu an bir belediyede halkla ilişkiler bölümünde çalışan Mustafa Bozkurt (27), başından geçenleri SABAH’a anlattı. Yüksek öğrenimini örgüt desteğiyle Rusya’da tamamlayan Bozkurt, “Bize Fethullah Gülen’in Mehdi vasfını taşıdığını anlatıyorlardı” dedi. İşte özetle söyledikleri:
Gülenciler’le ilk karşılaşmam dershanede oldu. Sınavlara 2 ay kala bizi yurtlarına çıkardılar. Toplam 120 kişiydik 4 farklı yurda yerleştirildik. 30′ar kişilik gruplar halinde bölündük. Beni Acıbadem Alper Yurdu’na gönderdiler.
Kod adım Serhat’tı. 2007′de Polis Meslek Yüksek Okulu Sınavı’na hazırlanırken Kozanlı Ömer kod adlı emniyet imamı Osman Hilmi Özdil’le Acıbadem’de bir evde tanıştırıldık. Birlikte iftar açtık. Onu Ankara’da sigortacı sanıyorduk, 17 Aralık sonrası kim olduğunu anladık.
Yurtta kendimi ajan gibi hissetmeye başladım. Evleri ve yurtları bölmüştük. Emniyet, askeriye, hukuk yapılanması diye çevre okullardan çocukları toplayıp eğitiyorduk. Biz de öğrenciydik fakat bizden küçük çocuklar 4′er kişilik gruplarla geliyordu ve ağabeylerimiz “Öğrenciler birbirlerini asla görmesin” diye telkinlerde bulunuyordu. Aynı zamanda hücre tipi yapılanma kurulmuştu. Askeriye ve polislik sınavına sokulacak öğrencileri kesinlikle kendi dershanelerine yazdırmazlardı.
Milyonlarca öğrencinin hakkına girerek çaldıkları sorularla casusluk kadrosu oluşturan örgüt, soruları kitaplara bastırarak verilirdi. Sorular sınavdan 4-5 gün önce verildi. Polislik sınavını kazanacağımızdan emindik fakat yine de huzursuzluk vardı. Soruların eve götürülmesi, yurttan çıkarılması ve kopyalanması kesinlikle yasaktı. Bu kitaplar herkese verilmedi sadece itibar edilen güvenilen kişilere verilirdi. Sınavdan sonra soruları karşılaştırdığımızda birebir aynıydı, harflerinin bile yerinde değişiklik yoktu. Soruları kimden aldıklarını sorduğumuzda ise 1′inci sınıf emniyet müdürleri ve istihbarattan abilerin getirdiği söylenirdi.
Hakan Şükür ve Yaşar Alptekin yurda gelirdi Bize ve Anadolu yakasına bakan 8-9 ağabeydi. Soru sızdıranların başında, İstanbul Anadolu Yakası Sorumlusu kod adı Özal Cemşit vardı. Gerçek ismini kullanmıyordu.Bütün Anadolu yakasının sorumlusu oydu. Cemşit’in yardımcısı Azeri Amid Mamedov’du. Şu an kendi ülkesinde avukat. Eliz Barkhüseyinov gelirdi. O da Marmara Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nde okuyordu. Bir diğer ağabey Ömer Faruk Kahraman ise emniyet ve askeriye sorumlusuydu uzman erbaş, astsubaylık sınavlarına öğrenci hazırlar, PMYO sorularını dağıtırdı.
Zaman zaman büyük iş adamları gelirdi yurdumuza. O zaman futbolcu olan Hakan Şükür de gelir, sohbet edilirdi. Oyuncu Yaşar Alptekin gelirdi.
Büyük ağabeylerimizden Gülen’i 21′inci yüzyılın Mehdilik vasıflarını taşıdığını söyleyenler vardı. Biz sorduğumuz zaman gelecek Mehdi’nin peygamberimizin kelamını her yere götüreceğini şu an günümüzde Gülen’in bu vazifeyi üstlendiğini, bütün dünyaya okul açmasının sebebinin bu olduğu söyleniyordu. Mehdi’nin bunları yapacağını, 21′nci yüzyılda bu özellikleri taşıyan tek kişinin Gülen olduğunu belirtiyorlardı ama tepki çekeceği için açık açık söylenemiyordu.
Bölge ağabeylerim, 4 yıl boyunca Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni takip ettiler. Özellikle hukukçu öğrenci arkadaşlarımıza top sakal bıraktırıp küpe taktırarak girecekleri ortamda kimliklerini gizlemeleri için stil çalışması yaptılar. Biz “Neden takip ettiriyorsunuz?” dediğimizde “Bizim her yerde olmamız gerekiyor” cevabını verirdiler. (SABAH)
http://www.medyagundem.com/soke-eden-gulen-orgutu-evi-itiraflari/
Binlerce veli çocuklarını Gülen okullarından kurtarıyor
Binlerce veli çocuklarını Gülen okullarından kurtarıyor Nisan 06, 2014    
Paralel yapının okullarında “Başbakan’a beddualar” nedeniyle 8 bin veli çocuklarını alarak devlet okullarına kaydettirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Paralel yapının okullarına çocuklarınızı göndermeyin, o okullardan çocuklarınızı alın” şeklinde çağrıda bulunmasının ardından yaklaşık 8 bin veli Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurarak çocuklarını devlet okuluna aldırmak istedi. Milli Eğitim Bakanlığı velilerin lisedeki öğrencilerin nakli için taleplerini karşılamak üzere bu yıl için puanla öğrenci alan okullara kontenjan sınırlamasını kaldırdı. Seçim sürecinde paralel yapının özel okullarında öğrencilere Başbakan Erdoğan’a yönelik beddua ettiren ve hükümet aleyhine propaganda yaptırdıkları gerekçesiyle binlerce velinin çocuklarını bu okullardan almaya başladığı ortaya çıktı.
3 AYDA TOPLAM 200 BİN NAKİL
MEB verilerine göre 2013 Ocak-Şubat-Mart döneminde Türkiye genelinde 192 bin kişi nakil yaparak devlet okullarına gelirken 2014′ün aynı döneminde bu rakam 200 bine çıktı. Yetkililer, bu dönemde yaşanan bu artışın seçimler öncesinde bazı özel okullarda hükümet ve Başbakan aleyhine öğrencilere yapılan propagandalar olduğunu söyledi. Binlerce veli çocuklarını bu okullardan alarak devlet okuluna kaydettirmek için başvurdu.
PARALELDEN DEVLETE DÖNÜŞ
MEB yetkilileri ilk 3 ay içerisinde yaşanan nakil artışının önümüzdeki aylarda ve yeni eğitim-öğretim döneminde daha da artacağının beklendiğini söyledi. MEB ortaöğretim bölümünde nakille geçiş için ise öğrencilere bu yıl için kontenjan sınırlamasını kaldırdı. MEB yetkilileri, taban puanı tutan öğrencilere kontenjan sınırlamasının kalkmasıyla özel okullarda devlete nakil sayılarının daha da artmasının beklendiğini bildirdi.
ÖĞRENCİYE KOLAYLIK GENELGESİ
Velilerin taleplerinin artması üzerine Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın ‘olur’u ile 81 il milli eğitim müdürlüğüne ‘Nakil ve Geçişler” konulu bir yazı gönderildi. Yazıda, son günlerde özel öğretim kurumlarında öğrenim gören öğrencilere yönelik basınyayın organlarında haberlerin yer aldığı ve yaşanan olumsuzluklara bağlı olarak okullarından ayrılmak isteyen öğrencilerin olduğuna dair Bakanlığa talepler ulaştığı bildirildi. Bu durumdaki öğrencilerden nakil şartlarını taşımadıkları için resmi okul ve kurumlara geçiş yapamayan öğrencilerin mağdur olduklarının görüldüğü ifade edildi. Bu öğrencilerin 2013-2014 ders yılı ile sınırlı olmak üzere okulun taban puan şartını taşımak kaydıyla açık kontenjan şartı aranmaksızın nakilleri gerçekleştirilecek. (Sabah)
http://www.medyagundem.com/binlerce-veli-cocuklarini-gulen-okullarindan-kurtariyor/
Paralel terör örgütünün son ihanet projesi
Paralel terör örgütünün son ihanet projesi Nisan 06, 2014    
Türkiye’yi ‘terör örgütlerine yardım eden ülke’ gibi göstermek için MİT TIR’larına baskın yapan paralel yapının, Gazze açıklarında İsrail’in el koyduğu silah yüklü İran bandıralı gemi üzerinden yeni bir iftira için harekete geçtiği ileri sürüldü.
Türkiye’yi ‘terör örgütlerine yardım eden ülke’ gibi gösterip uluslararası alanda yalnızlaştırmayı amaçlayan paralel yapının, geçtiğimiz mart ayı başında Gazze’ye gitmekte olan İran bandıralı bir gemide yakalanan silahları MİT’in gönderdiğini öne sürmek için kampanya hazırlığı yaptığı iddia edildi.
Yeni Şafak’tan Çetiner Çetin’in haberine göre, önce, ‘Suriye’de El-Kaide’ye TIR dolusu silah gidiyor’ diyen, ardından ‘Nijerya’ya silah dolu THY uçağı’ şeklinde haberler yaptıran paralel örgütün, İsrail makamlarınca durdurulan ve içinde çok sayıda M-302 roketi bulunan gemide Türkiye’nin parmağı olduğunu ileri süreceği öğrenildi. İran bandıralı geminin kaptanının bir Türk olmasından hareketle, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef tahtasına oturtmaya çalışan örgütün, bununla ilgili ‘operasyon kulisi’ yaptığı gelen bilgiler arasında. Şebeke bu hazırlıklarını sürdürürken, ABD NeoCon’larının önemli ismi Alan Makovsky’nin geçtiğimiz günlerde, ‘Gemi kaptanının Türk olması tesadüf olamaz’ açıklaması yapması, paralel yapının imaj operasyonuna destek açısından dikkat çekici bulundu
http://www.medyagundem.com/paralel-teror-orgutunun-son-ihanet-projesi/
Paralel örgüt ve çanakçılarının 30 Mart katakullisi!

Paralel örgüt ve çanakçılarının 30 Mart katakullisi! Nisan 06, 2014    
Sabah gazetesi yazarı Sevilay Yükselir bugün köşesinde paralel örgütün 30 Mart seçimini hedef alan “katakullisi” ve bu kirli senaryoya çanakçılık yapan Doğan medyası elemanlarını deşifre etti.
Yazısı şöyle: 
PARALEL ÖRGÜTÜN SEÇİM SENARYOSU 
Aslına bakarsanız çok evvel bu konuya el atmam gerekiyordu ama son derece kritik olmasına rağmen mesele yoğun gündem arasında sıkışıp kaldı öylece.
Yalan yok eskiden beri tanışıklığımız olan Anadolu Ajansı editörlerinden Hasan Öymez’le dün tesadüfen yaptığımız telefon görüşmesi gerçekleşmeseydi de aklıma geleceği yoktu konunun. Ben bilmiyordum meğer 30 Mart Seçimleri’ni takip eden AA’nın bu işten sorumlu koordinatörü Öymez’miş.
Sonradan haberdar olmuş seçim akşamında atv-a Haber ortak yayınında Cihan Haber Ajansı merkezli korkunç bir kumpasa dair açıkladığım gerçekten, onun detaylarını öğrenmek için aramış. Evet. İzleyenler bilir. O gün sabah saatlerinde saat 09.00 gibi bizim medya grubunda görev yapan üst düzey bir yetkilinin yakın arkadaşına SMS ile Cihan Haber Ajansı’nın sandıklar açıldıktan sonra seçim sonuçları şaibeli algısı yaratmak için bir senaryo hazırlığında olduğu bilgisi gelmiş. O da bu bilgiyi benimle paylaştı.
Gözlerimle gördüm geliş saatini de, neler yazdığını da. Özeti şöyleydi; “Cihan Haber Ajansı açıklanan seçim sonuçlarında önceliği CHP’ye verecek ve önde gibi gösterecek. Sonra da AKP katakulli yaptı haberleriyle feveran edecekler ve Taksim’de toplanma çağrısı yapacaklar.
Bu ciddi bir senaryo lütfen yayalım!”

PARALEL ÖRGÜTÜN KİRLİ SENARYOSUNU CNN TÜRK’TE SAHNELEDİLER
Bu bilgi bana aktarıldığında saat tam 20.50′ydi. O sırada Anadolu Ajansı verilerini değil, Cihan Haber Ajansı’nın verileriyle değerlendirme yapan CNN Türk ekranında ise birileri manipülasyona başlamıştı bile.
Başta Enver Aysever olmak üzere Ahmet Hakan, Aslı Aydıntaşbaş, Cüneyt Özdemir gibi ekran yüzleri hiç de öyle olmamasına rağmen ısrarla CHP’nin önde gittiği bilgisini aktarıyor izleyenlerine ve gerçekten de ‘feveran’ ediyorlardı. Hatta bir arkadaşım benim yayında olduğum bir zaman diliminde Aysever’in İstanbullu’yu Taksim’de toplanmaya davet ettiğini bile söyledi. Yani sabahın erken saatlerinde SMS’le duyurulan çirkin senaryo tıkır tıkır işliyordu ekranlarda.
PARALEL YAPI VE ÇANAKÇILARININ KATAKULLİSİ TUTTU MU?
Seçim bitti. Durum ortada. Peki ‘katakulli’ ustası paralel yapı ve çanakçıları istedikleri algıyı yaratabildiler mi kamuoyunda?
Bence evet! Tamamında değilse bile muhalefet seçmeninin büyük çoğunluğunda 30 Mart seçimleri kesinlikle şaibeli zihniyetini yerleştirdiler. Öyleki CHP’ye oy veren ve aklı çok çok başında sandığım bir eski dostum bile diyor ki 600 bin küsur fark yiyen Sarıgül için; “Hileyle kaybetti!” Neyse… Gelelim asıl mevzuya… Anadolu Ajansı’yla ilgili spekülasyonlara. Koordinatör Hasan Öymez’le uzun uzun konuştuk.
ANADOLU AJANSINA’NA BÜYÜK HAKSIZLIK
Hazırlıklara taa aralık ayında başlamışlar.
Gerçekten çok emek vermişler. Bence ilk kez böyle bir organizasyona imza atmalarına rağmen başarılı bir çalışma koydular ortaya.
YSK’nın sonuçları ortada. Cihan’ın mı, yoksa Anadolu Ajansı’nın mı verileri daha doğru ve daha gerçekçi hep beraber görüyoruz.
Buna rağmen hâlâ CHP tayfası -ki bunlardan biri özellikle Mansur Yavaş’tır- aldığı yenilgiyi kabul etmeyip ha bire Anadolu Ajansı’nı suçluyor. Ancak bunu yaparken bilmiyor ki o organizasyonda görev alan 1500 habercinin, emektarın da günahını alıyor.
Dün Hasan anlatırken bu emekten söz ediyordu işte. Hem hayran kaldım gayretlerine, hem de bu emeğe paralel çetenin hainliği sayesinde gölge düşürülmeye çalışılmasına çok üzüldüm. Tesadüf işte. Bugün Anadolu Ajansı’nın 94. Kuruluş yıldönümü imiş. Kurumun Genel Müdürü Kemal Öztürk nezdinde ajanstaki bütün meslektaşlarımın gününü kutluyorum. İnanın üzülmeye, takmaya değmez arkadaşlar. Nihayetinde güzel bir söz vardır; Güneş balçıkla sıvanmaz! Siz önünüze bakmaya devam edin…
Nice yıllara, nice güzel çalışmalara!
YÜKSELİR’İN YAZISI İÇİN TIKLAYIN
http://www.medyagundem.com/paralel-orgut-ve-canakcilarinin-30-mart-katakullisi/
Meğer “turpun büyüğü” Yeni Şafak yazarının heybesindeymş!

Meğer “turpun büyüğü” Yeni Şafak yazarının heybesindeymş! Nisan 06, 2014    
Yeni Şafak Yazarı Ali Nur Kutlu, bugünkü yazısında ” Meşhur 100 Turp Büyüğü”nü kaleme aldı.
Yazısı şöyle:
TURPA DÖNÜŞTÜLER
Aylardır gerilim içinde süren tartışmalar hepimizi yordu. Bu tartışmalar da ‘turpun büyüğü heybede’ diye diye memleketi gerenlerin sonunda bir numara olmadığı anlaşıldı, kendileri turpa dönüştü.
ANTİDEPRESAN CANAVARI BARANSU
İşte size meşhur olan 100 turp büyüğünden bazıları:
Mehmet Baransu: Turp teorisyeni. Turpların hangi boyutta ne zaman geleceğini söyler, tutturamasa da gizemli bir etki oluşturmasıyla bilinir. Sakalı top şeklindedir, ‘antidepresan canavarı’ diye de anılır.
EN ÜNLÜ TURPGİLLLERDEN USLU
Emre Uslu: Turp ve turpgiller alanında en bilinen yazarlardandır. ‘Geliyor’ dediği turpların büyük bir kısmının Twitter trolleri tarafından yapılmış montaj fotoğraf olduğu anlaşıldı. Brüksel’de yaşayıp İstanbul’un sokaklarından ‘selfie’ vermesiyle meşhur oldu. Sakalı top şeklindedir, namaz kılmadığını söyler ama dini bütün hoca gibi davranmasıyla bilinir.
TURP KURAMI ÜZERİNE AKADEMİK ÇALIŞMA YAPAN AYTAÇ
Önder Aytaç: Turp kuramı üzerine akademik çalışmalar yapan ünlü bilim adamıdır. Turp genetiği ile oynadığı için önce Ankara’dan, sonra Kırıkkale’den kovulmuş, en son Bingöl civarında görülmüştür. Twitter fenomeni olan Aytaç, son olarak ‘siz asıl soğanın cücüğünü görün’ diye hakemli bir dergi için makale çalıştığını duyurmuştur. Top sakallı olup, kemer kullanmaz, askı takar.
TURP TEORİSİNE DOLAYLI KATKI YAPAN ÖZKÖK 
Ertuğrul Özkök: Turp teorisi üzerine dolaylı güzellemeler yapmasıyla meşhurdur. 67 yaşında olmasına rağmen zinde ve gününde olduğunu ispatlayan fotoğraflar çektirir. Sosyoloji doçentidir ama hiçbir sosyolojik tespitinin tutmaması nedeniyle literatüre girmiştir. Bu dönemde ‘baştan çıkartan yazılar’ yazdırmadığı için Başbakan’a ayrıca nefret duyduğu söylenir.
TOP SAKALSIZ TURPGİLLERDEN DUMANLI 
Ekrem Dumanlı: En ‘cool’ poz veren ve en lirik nefret yazıları yazabilen Turp yayın yönetmenlerinden biridir. Robot hesapların TT çalışmalarında ilk etiketi belirleyen ve sonra dolabının kapağına yapıştıran kişidir. F. Gülen ile yaptığı röportajın fiyasko olması üzerine ‘turpun büyüğü heybede’ diyerek TT olmuştur. Top sakalsızdır.
TURP DEĞİL SARIMSAK EKEN SARIGÜL 
Mustada Sarıgül: Turp ekibiyle en içli dışlı olan, onların gazıyla büyükşehire aday olan ama kaybeden fanidir. Son olarak Yedikule bostanlarında turp ekerken, ‘yakında Sarıgül’ü görürsünüz’ diyerek siyasi beklenti oluşturmaya çalışmış ama ektiği şeyin turp değil, sarımsak olduğu anlaşılmıştır.
YÜZ TURP BÜYÜKLERİNDEN KILIÇDAROĞLU 
Kemal Kılıçdaroğlu: Yüz Turp Büyükleri arasına her seçimde yenilmesine rağmen yine de genel müdürlük koltuğuna oturmaya devam etmesi sayesinde girmiştir. Son seçim yenilgisi üzerine yaptığı basın toplantısında Başbakan’a sürekli ‘sen kimsin, ya sen kimsin’ demesi üzerine Pensilvanya’dan ‘tekrara düşme, metni oku’ diye bir not geldiği söylenir. ‘Sen kimsin’ sözünün bir dahaki seçime şarkı olmasını istemiştir.
AVANAK AVNİ’DEN MÜLHEM AVANAK FUAT  
Fuat Avni: Bir Twitter fenomenidir. Hesabı 124 kişinin birlikte kullandığı söylenir. ‘Korkma titre’ diye diye Şili’de depreme neden olduğu iddiasıyla Scientology Tarikatı suç duyurusunda bulunmuştur. Avanak Avni karikatürü marka çalıntısı nedeniyle hakkında dava açmıştır. Yeni sloganının ‘titreme dur artık’ olduğu söylenir.
KIVRAK TURPGİL ILICAK
Nazlı Ilıcak: ‘Turp gibi kadın’ teorisini yaşayan en önemli temsilcisi seçilmiş, Ajda Pekkan Bölge İdare Mahkemesi’nde bu seçime itiraz etmesi üzerine konu Yargıtay’a taşınmıştır. 70 yaşında olmasına rağmen kıvrak hareketleriyle sürekli saf değiştirmesiyle meşhurdur. Cemaat-Hükümet kavgasında yenilgi alması üzerine Barzani-Talabani kavgasında taraf tutmak üzere Erbil’e gittiği söylenir. O kavganın bittiğini öğrenince bir süre dinlenmeye karar verir.
Asıl turpun büyüğü bir dahaki yazıda.
KUTLU’NUN YAZISI İÇİN TIKLAYIN
http://www.medyagundem.com/meger-turpun-buyugu-yeni-safak-yazarinin-heybesindeyms/
Aydın Doğan o paralel yazarı meğer bu yüzden kovmak istemiş!
Aydın Doğan o paralel yazarı meğer bu yüzden kovmak istemiş! Nisan 06, 2014    
MEDYAGUNDEM.COM- Yeni Şafak yazarı Cem Küçük bugün de medya polemiği adına ilginç iddialarla dolu bir yazı kaleme aldı.
Küçük’ün iddiasına göre Aydın Doğan, kovmak isteyip de kovamadığı bir yazara maaş ödüyor!
Paralel örgütün medyadaki elemanlarından Posta gazetesi yazarı Candaş Tolga Işık’ı bakın Küçük’e göre Aydın Doğan niye kovmak istemiş:
“Son yazımda Doğan Grubu içinde yaşanan temel bir gerçeği yazdım ve hemen bu gerçeği perdelemek için kara propaganda mekanizması devreye girdi. Evet perşembe yazdığım aynen gerçekleşmiş bir olaydır. Aydın Doğan bu yazarın bir müteahhitle ve bir de polis şefiyle olan ilişkilerinin somut kanıtlarını görmüş ve gereğinin yapılmasını istemiştir. Rıfat Ababay ise Candaş Tolga ile olan arkadaşlığı sebebiyle buna direnmiştir. Doğan’ı etkileyen daha ziyade Işık’ın bir müteahhitle olan pozisyonu olmuştur. Daha da somut konuşalım, o müteahhit Ali Agaoğlu’dur. Aydın Doğan, Ağaoğlu’ndan hiç hoşlanmaz. Bu işadamından Doğan iki enerji santrali satın almıştır. Bu alım satım işlerinde Ağaoğlu’ndan kazık yediği kanaatindedir Doğan. Bu bilgiyi iş dünyasında herkes bilir. Bu sebeple Doğan, Ali Ağaoğlu’nu sevmez. Candaş Tolga Işık’ın Ali Ağaoğlu ile olan yakın ve somut ilişkileri ortaya çıkınca da kovmak ister. Işık’ın paralelcilerin en azılısı olan polis şefiyle bir dönem kurduğu ilişkisi Doğan için ikincildir. Çünkü eğer bu kriter sebebiyle Doğan Medya’dan adam atılacaksa sırada çok adam olurdu.”
KÜÇÜK’ÜN YAZISI İÇİN TIKLAYIN
http://www.medyagundem.com/aydin-dogan-o-paralel-yazari-meger-bu-yuzden-kovmak-istemis/
Sivil toplum ayakta; haşhaşilerin inlerine girilsin!
Sivil toplum ayakta; haşhaşilerin inlerine girilsin! Nisan 06, 2014    
Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu, İzmit İnsan Hakları Parkı’nda basın açıklaması gerçekleştirdi. Platform adına basın açıklamasını İnsan Hakları Savunucuları Derneği Genel Başkanı Ali Akbaş okudu.
Haşhaşiler’in inlerine girilmesi gerektiğini belirten Akbaş; 30 Mart yerel seçimlerinin, Türkiye’de halkın sandıkla seçtiği iktidarı, sandık dışı kirli operasyonlarla indirmeye kalkan iç ve dış hainlere tokat gibi bir cevap olduğunu söyledi.
“İHANET ÇETELERİNE OPERASYON BAŞLATILMALI”
“Başbakana ve iktidara seçim sırasında söylediği sözleri hatırlatmak istiyoruz” diyen Akbaş; “Ülkenin güvenliği ile ilgili sırları ifşa etmek, insanların mahremine inip, dinleme yapmak, bu amaçla suç çeteleri kurmak, halkın seçtiklerini, yargı darbeleri ile iktidardan uzaklaştırmaya kalkmak, casusluk, TCK’da tanımlı suçlardır. Bunlar, Türkiye’nin ve halkın güvenliği açısından tehlike oluşturan unsurlardır. Bir an evvel bu vatan haini ihanet çetelerine operasyon başlatılmalı, bu suçları işleyenler, darbecilik, özel hayatın gizliliğini ihlâl, casusluk suçlarından yargı önünde hesap vermelidirler. Başbakanın sözleri havada kalmamalı, gereği mutlaka yerine getirilmedir” dedi.
Haşhaşiler örgütü, başarılı olsaydı Mısır, Irak ve Suriye’de olduğu gibi, ülkemizin de dış güçlerin oyunları ile karışacağını kaydeden Ali Akbaş; “Bundan sonra bu tür girişimlerin olmaması için, insan hakları ihlâllerinin önüne geçmek için, suçluların yargı önünde hesap verip, hak ettikleri cezayı almaları şarttır. Bunlara acındığı takdirde ülkemiz ve masum halk yarın acınacak duruma düşer. Pensilvanya medyasının yayın organlarında aylardan beri hırsızlık ve yolsuzluk propagandası devam etmekte. Hakan Şükür’ün kardeşi Gökhan Şükür’ün de ortağı olduğu bir şirket adına gönderilen, 4,5 milyon dolarlık sözde yardımın ayakkabı kutusundan çıktığı propagandası yapan Pensilvanya medyasına sesleniyoruz. Bu ülkede dürüstlükten, hırsızlıktan bahsedecek en son kesim Pensilvanya grubudur” diye konuştu.
“SİZ EVVELA BU HIRSIZLIĞINIZIN HESABINI VERİN”
“Yargıda, emniyette, diğer resmi daire sınavlarında, önceden soruları çalıp, kendi yandaşlarınıza verip, nasıl kul hakkına girdiğiniz, sınav sorusu hırsızlığı yaptığınız herkesçe malumdur” diyen Akbaş şunları söyledi: “Siz evvela bu hırsızlığınızın hesabını verin. Bu sınavlar tek tek incelenip, soru hırsızlığı yoluyla Pensilvanya grubunun devlet içine soktuğu paralellerin hepsinin işine son verilmeli ve yargı süreci başlatılmalıdır. 17 Aralık’ta halkın seçtiklerini darbe ile al aşağı edip, irade hırsızlığı yapmaya kalktınız, bundan büyük yolsuzluk mu olur? İsrail’in emri ile İHH’nın TIR’larına komplo düzenleyip, terörist örgüt iftirası atmaya kalktınız. Bundan büyük, namussuzluk, yalancılık, sahtekârlık olur mu? Ey Pensilvanya grubu, bu ülkede insanlara dürüstlük dersi verecek en son kesim sizsiniz.” (YENİ AKİT)
http://www.medyagundem.com/sivil-toplum-ayakta-hashasilerin-inlerine-girilsin/
Meşhur paralel polis şefine dublörlük yapan Ilıcak’tan oğlu da rahatsız!

Meşhur paralel polis şefine dublörlük yapan Ilıcak’tan oğlu da rahatsız! Nisan 06, 2014    
MEDYAGUNDEM.COM- Yeni Şafak yazarı Cem Küçük’ün bugünkü yazısında paralel örgüt gazetecisi Nazlı Ilıcak’la ilgili detaylar da gözden kaçacak gibi değil…
Küçük Ilıcak’ın paralel örgütle ilişkisini şöyle tarif etti:
“Her şeyden önce emir komuta ilişkisinin bile ötesine geçen şekilde söylediği hemen her söz paralelci bir polis şefine ait olan Nazlı Ilıcak gerçeği var ortada. Diyebiliriz ki son 1 yıl içinde Nazlı Ilıcak Doğan grubunda çalışmadı. Ilıcak aslında meşhur polis şefine suflörlük yapıyordu. Aslında Abdülkadir Selvi ve Nagehan Alçı o polis şefiyle program yaptılar. İlişki bu kadar net ve açık…”
Şimdi asıl bomba… Meğer Nazlı Ilıcak’ın paralel örgütle ilişkisinden oğlu Mehmet Ali Ilıcak da çok rahatsızmış. Küçük’ten okuyalım:
“Söylediğim gibi Nazlı Ilcak’ı bu polis şefiyle tanıştıran Candaş Tolga’dır. Bunu Yıldıray Oğur’a gönderdiği mektupta Nazlı Ilıcak itiraf ediyor zaten. Hatta söylenenlere göre oğlu Mehmet Ali Ilıcak bile annesinin bu polis şefiyle olan bağlantısından rahatsızmış. Nazlı Ilıcak paralel örgütün gazıyla darbe yanlısı bir havaya büründü. Ama oğlu hala babası Kemal Beyden kalan demokratlığı devam ettiriyormuş. Düşünün bir zamanlar CHP’den darbe yiyen biri şimdi CHP hizasında yazılar yazıyor, söylemlerde bulunuyor. Gerisini siz düşünün.”
http://www.medyagundem.com/meshur-paralel-polis-sefine-dublorluk-yapan-ilicaktan-oglu-da-rahatsiz/
Akit’ten çok konuşulacak Perinçek röportajı!

Akit’ten çok konuşulacak Perinçek röportajı! Nisan 06, 2014    
Ergenekon davasından geçtiğimiz günlerde tahliye olan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Akit Gazetesi’ne konuştu. Perinçek, Cemaat’e karşı Erdoğan’la beraber olacağını söyledi.
Akit gazetesi muhabiri Ahmet Can’ın “İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile partisinin İstanbul Genel Merkezi’nde bir mülakat gerçekleştirdik. Perinçek; Kürt siyaseti, Türk sorunu, Ergenekon, PKK, CHP ve AK Parti’nin son durumunu değerlendirdi. Soruların dozu ne kadar yüksek olsa da Perinçek asla kızmadan, gerginleşmeden ve sakinliğini koruyarak cevapladı. Nezaketi elden bırakmadı. Fikirlerinin çoğuna katılmasam da medeni bir sohbet olduğunu itiraf etmeliyim.” diye takdim ettiği röportaj şöyle:
Kürt aydın Orhan Miroğlu bir mülâkatında PKK’nın yapılanmasında Mihri Belli, Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in Türk İttihatçıları olarak birinci derecede rol aldığını söylüyor. Ne diyorsunuz?
-Çok büyük bir yanlış. Şu karıştırılıyor, biz o gün de bugün de Kürdümüze, köylümüze, Türkiye’nin emekçisine karşı haksızlık, zorbalık varsa karşısına dikiliriz. Türkiye’de geçmiş dönemde Kürt yurttaşlarımıza karşı çok çeşitli haksızlıklar, eşitsizlikler oldu. Biz onların karşısına dikildik. Bir daha yapsınlar, bir daha dikileceğiz. Ama bunu “PKK’nın yapılanmasında rol aldı” şeklinde yorumlamak çok yanlış. Bunu iki kesim böyle yorumluyor. Kürt meselesine bağnaz etnik ırkçı açıdan bakan birinci kesim bunu anlamaz. Yani Kürd’ü koruduğun zaman, Kürd’e sopa vuran eli tuttuğun zaman hemen PKK diye yorumlar. İkinci olarak da PKK’nın muhalifleri vardır. Kürt milliyetçi hareketleri içerisinde onlar da bizim o dönemde Kürtlerle ilgili yapılan mücadelemizi hemen PKK’nın defterine yazan bir tutum içindedirler. Bunların ikisi de yanlıştır.
Bedri Baykam o dönem biraz daha yoğun bir Kürtçü çizgide olduğunuzu söylüyor.
-Hayır efendim, öyle bir çizgi yok. Ne alâkası var. O dönemde gittik, öldürülmüş ve gömülmüş insanların cesetlerini çıkarttık. Vur emrini biz yayınladık. Diyarbakır cezaevinde yapılan haksızlıkları Türkiye’nin gündemine biz getirdik. Bunların hepsi doğru, bir daha olsun, bir daha yaparız. Sen Diyarbakır cezaevinde insanlara pislik yedireceksin, biz susacak mıyız? Bunu zaten vicdanlı olan bir Türk de, Kürt de, insan da kabul etmez. Onun için o dönem yaptıklarımızın Kürtçülükle bir ilgisi yok. Esas Türk milliyetçiliği o. Çünkü sen Kürt ve Türk’ü bir arada yaşatarak vatanının bütünlüğünü, birliğini sağlıyorsun. Kürd’e eşit, özgür yurttaş konumu kazandırmadan nasıl bu ülkeyi bütün tutacaksın? Biz o zaman buna ‘Türk sorunu’ dedik.
Bu ‘Türk Sorunu’ ifadesini ilk kullanan kim?
-İlk ben kullandım bu ifadeyi, hatta kitap yazdım ‘Türk Sorunu’ koydum başlığını. Kürt sorunu Türk sorunudur, çünkü bu ülkede beraber yaşıyoruz. Kürt sorununun Türk sorunu olduğunu önümüzdeki birkaç ay içinde çok daha iyi anlayacağız.
BAŞARISIZLIĞIN SİMGESİ Mİ?
Oral Çalışlar’la arkadaşsınız. Bir haber sitesinde kendisi sizinle igili şöyle bir yorum yapıyor: ‘Perinçek Türkiye’de başarısızlığın simgesi. Girdiği tüm seçimlerde binde bir oy alır. Binde yarım, binde yarımın yarısı oy alır. Bu kadar halktan destek almayan bir akımın devam etmesi manasız.’ 
-Hangi başarısızlık? Türkiye’de Ermeni sorunu yalanını koskoca Avrupa İnsan Hakları Mahkeme’sine kim kabul ettirdi? Tayyip Erdoğan mı, Abdullah Gül mü kabul ettirdi? Türkiye’de her dönemde zindanlara atıldığı halde bayrağını dik tutan, ayakta kalan başka ikinci bir sol örgüt söyleyin. DHKP-C mi, TKP mi, TİKKO mu ayakta kaldı? Hepsi dağıldı, parçalara bölündü. 68’den beri 40 yıldır Türkiye’de etkin bir tek İşçi Partisi kaldı. İşçi Partisi marjinal bir parti değil. Biz bir şey söylediğimiz zaman Tayyip Erdoğan da, Sabancı da, Koç da, sendika liderleri de Amerika da ‘ne söylemiş?’ diye dikkate alır. Hangi başarısızlıkmış?Amerika Türkiye’de İşçi Partisi’ni hedef aldı. 2008’den bu yana bir Ergenekon operasyonu yapılıyor değil mi? Bu operasyonun iki hedefi var. Biri TSK, biri İşçi Partisi. Başarısız olsak neden hedef alsın bizi Amerika? Neden TKP’yi, ÖDP’yi, EMEP’i, AKP’yi, CHP’yi, MHP’yi hedef almıyorlar? Bu şu demek, Türkiye’nin en başarılı partisi İşçi Partisi. Neden ABD gibi bir dünya gücü Türkiye’deki planlarını İşçi Partisi’ni hedef almadan yürütemiyor? Gelelim Fethullah Hoca’ya… Niçin Fethullah Hoca’nın bir numaralı düşmanı İşçi Partisi Türkiye’de?
F ÖRGÜTÜ İÇİN BAŞBAKAN’IN YANINDAYIM
‘Bütün İslâmî cemaatlerin kökünü kazıyacağız’ sözü İslâm karşıtlığı olarak yorumlanabilir mi?
-Bu ifadeyi düzeltiyorum. F. Örgütünün kökünü kazıyacağız, cemaatlerin değil. Bizim karşı olmamızın sebebi gladyo olması, yoksa cemaatler değil. Herkes cemaat derken F. Örgütünden bahsettiği için toplumdaki yaygın ifadeyi kullandım. Ama sonra arkadaşlarım beni uyardı yanlış anlaşılma olur diye. Düzeltelim, bundan sonra hepimiz F. Örgütü diyelim dedim. F Örgütü bir Gladyo olduğu için yargının, polisin, ordunun içinde olduğu için onun kökü kazınmalıdır. Kim onun kökünü kazırsa kimse onun elini tutmayacak ve biz orada beraber olacağız. Çünkü bu kök kazıma bir şiddet, haksızlık olayı değil, hukukun gereği..
O halde Tayyip Erdoğan’la da beraber mi olacaksınız?
-Evet, o konuda beraber olacağız. Yani F Örgütünün kökünün kazınmasında kim varsa. Çünkü Türkiye’nin Türkiye’den yönetilmesi için, Türkiye’de bir halk yönetimi milli yönetim olması için bu şart. Hükümetin F Örgütüne karşı yaptığı her şeyde. Bu örgütün polisini, savcısını, hakimlerini alıyor. (Hükümeti kastediyor)
O memurları mağdur edilmiş gibi, yerlerinden edilmiş gibi görüyor musunuz?
-Mağdur yok. Burada doğru bir hukuk var.
Ama oradan oraya atanıyorlar. Sürekli bir değişim…
-Çok doğru yapılıyor. F Örgütüne mensup adam polis olamaz. Yargıç olamaz, memur olamaz. F Örgütünün yurtları birer fesat yuvasıdır. Özel yurtlar kapatılmalıdır. Devlet kendi gücüyle şimdi yüklenip bir-iki yıl içinde kendi yurtlarını yapmalıdır. Özel yurtların birer fesat yuvası olarak F Örgütü tarafından kullanılmasına izin verilmemelidir. F Örgütünün üniversiteleri kamulaştırılmalıdır. CHP’nin F Örgütünün muhafızı olarak ortaya çıkması tarihi bir hatadır. Yasadışı F Örgütü hukuk yoluyla tasfiye edilmelidir.
“68 KUŞAĞININ HEPSİNİN BAŞKANIYDIM”
Dev-Genç’i Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Doğu Perinçek ve Abdullah Öcalan’ın birlikte kurduğu iddiasına ne diyorsunuz?
-Dev-Genç’in ilk lideri benim. O dönemde Öcalan İslâmcı grupların içerisindeydi. Yani 68 hareketinin içerisinde kesinlikle yoktu. 1968 yılında FKF Genel Başkanıydım ve Dev-Genç projesini yaptım, 68 kuşağının hepsinin başkanıydım. Yani şöyle başkan; hem resmi hem fiili. Ben onların lideriydim, başkanlarıydım. 68 kuşağının hepsinin o dönemde hem fiilî, hem de resmî başkanıydım.
TANKLARI ALKIŞLARIM
97’de Hasan Celal Güzel sizin şu sözünüzü aktarıyor: ‘Tanklar gericilerin üzerine yürüse o tankları alkışlarım.’ Söylediniz mi böyle bir şey?
-Evet, söyledim.
Bu militarist bir söylem değil mi?
-Hayır, değil. Burada Türk devriminin bir kazanımı var. Ortaçağı tasfiye ediyoruz. Yani gericiliği, padişahlığı… Tanklar padişahın üzerine yürüyorsa ben bunu onaylarım.
Aynı tank padişahın tankı olursa ne yaparsınız?
-Karşısına çıkarım. Yani Amerika’nın tankı olursa ben onun karşısına dikildim ve yine dikilirim. 12 Mart’ta ben o tankın karşısına çıktım. 12 Eylül’de ben o tankın karşısına çıktım. Vatanla, milletle, cumhuriyetle birlikte olan tankla beraberim. Cumhuriyete, vatana, millete, bu ülkenin bağımsızlığına, halkına karşı olan tankın da karşısındayım. Tank kimin, hangi politikanın aracı, ona bakarım.
ÇOCUKLARI ÖZEL OKULDA MI?
Bir mülâkatınızda ‘Babamın yeri çok kuvvetliydi, onu siyasî olarak kimse yıkamazdı. Ama ben onun siyasî hayatını bitirdim’ diyorsunuz. Pişman mısınız?
-Hayır, babam da pişman değil.
Özel okullara karşıymışsınız, ama çocuklarınızın özel okullarda okuduğu iddia ediliyor…
-Hiçbir zaman çocuklarım parayla özel okullarda okumadı. Büyük kızım Zeynep bir devlet okulu kazandı ve bursla okudu. Diğer kızım Kiraz imtihanlara girdi, çok yüksek not alarak Saint Benoit’u burslu kazandı, o da parasız okudu. Oğlum Mehmet, Cağaloğlu Anadolu Lisesi’ni kazandı, o da özel okulda okumadı. En küçük oğlum Can da normal okullarda okudu.
KADDAFİ VE SADDAM’A ÖVGÜ
Tuncay Güney bir süre İşçi Partisi’nde çalışmış, tanışıyor muydunuz?
-Ben Tuncay Güney’i şu merdivende bir iki defa gördüm. Ama Tuncay Güney benimle görüşmek isteseydi görüşürdüm. Onun böyle bir talebi olmadı. Hiçbir gün onunla yüz yüze oturmadım. Tuncay Güney bütün basını dolaşan bir adam. Sabah gazetesinde, başka farklı gazetelerde çalıştı. Ama İşçi Partisi’nde ve Aydınlık’ta hiçbir zaman çalışmadı.
Siz Amerika karşıtısınız, Usame Bin Ladin de öyle… Onu Amerika’nın nasıl infaz ettiğini biliyoruz.
-Onu Amerika’nın nasıl öldürdüğünü ben senden iyi biliyorum.
Usame’yi Müslüman bir devrimci olarak görüyor musunuz?
-Usame ilk başlarda alet olarak kullanıldı, sonra da Amerika’dan biraz bağımsızlaştı. Amerika öldürdü onu.
Kaddafi hakkında ne düşünüyorsunuz?
-ABD karşıtıydı, hiç yalpalamadı.
Saddam…
-Çok değerli bir insan. Saddam Ortadoğu’da çok sağlam durdu.
ABDULLAH ÖCALAN’DAN PERİNÇEK’E TEORİSYEN ÖVGÜSÜ
Abdullah Öcalan’ın sizin için ‘tanıdığım en ciddi teorisyenlerden biridir’ dediği doğru mu?
-Doğru, beni öven bir çok sözü var. Ben ciddi bir adamım. Amerikalılara da sorsan, Çinlilere de sorsan hepsi aynı şeyleri söyler.
http://www.medyagundem.com/akitten-cok-konusulacak-perincek-roportaj/