HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

20 Şubat 2014 Perşembe

LİDER ERDOĞAN  VE  PROJELERİ
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
İŞTE GERÇEK F.GÜLEN 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı

İsrail'den belge istiyorlar!

CEM KÜÇÜK-yeni şafak
20.02.2014
Bugün yaşadığımız tablo o kadar net ki! Erdoğan'ı devirmek, seçimlerde mağlubiyete uğratmak için paralel yapı ve emniyet yargı cuntasının kontrolündeki medya, iş dünyası her yolu deniyor. Çok yakında bildiğimiz tuhaf ilişkiler ağı gün gibi ortaya çıkıyor. Cuntanın korkuttuğu işadamları, gazeteciler, medya patronları paralel yapı gerçeğine tek laf etmeyip güya demokrasi taslıyorlar.  Türkiye bu yollardan çok geçti. 28 Şubat, 2003-4 Ergenekoncuların darbe planları, 2007 e- muhtıra, 2008 AK Parti'yi kapatma davası ve nihayet 17 ve 25 Aralık darbe girişimi. Hepsinde milli sermayeye, Erdoğan'a, halka karşı komplolar var. Bu sefer uzunca bir zamandır devlette kümelenmiş yepyeni bir vesayet türü ile karşı karşıyayız.  Bu illegal yapılanma Türkiye'yi uluslararası arenada zor durumda bırakmak için her yolu deniyor. Adana'da MİT tırlarını yasadışı olarak arattıran emniyet-yargı cuntasının uzantları sanki düşman ülkeye operasyon yapar gibi heyecanlılılar. MİT mensuplarını boğazlamak için büyük bir iştah duyuyorlar.  Aynı şekilde legal iddiasıyla ve nasıl dinlendiği hala anlaşılamamış konuşmaları Erdoğan'ı zor durumda bırakmak amacıyla yayınlıyorlar. Yayın yasağı olduğu halde tapeler oluk oluk paralel yapının uzantılar tarafından yayınlanıyor. Bu arada biz başka konuşmalar da dinliyoruz ve ortaya çıkan kirli ağı görünce şaşırmıyoruz. Çünkü bu ilişkiler ağının başından beri biliyorduk. Sadece gazetelerine bakmak bile yeterli.  Paralel yapı girişimlerinden sonuç alamadı. Ne hükümet düştü ne de başbakan gitti. Şu an saldırmaktan başka yol yoktur diye illegal her işi yapan bu yapı bir yandan Erdoğan'dan ranedevu istiyorlar bir yandan da İsrail'den yardım istiyorlar. Paralel yapının adamları Erdoğan'ı istifaya götürecek ve onu zor durumda götürecek belge var mı diye çok yakın bir zamanda bizzat MOSSAD ve İsrail'in kapısını çaldılar. En az üç defa bu tür belgeler varsa ve verirlerse nerelerde yayınlayacaklarını söylediler ve Erdoğan sonrasında İsrail'le ilişkileri eski haline sokacakları konusunda garanti verdiler.  Yerel seçimlerden son 40 güne girilirken elinde bir şey kalmayan paralel yapı ne yapsa istediğini elde edemedi. Ne dinleme kayıtları ne baskınlar ne de hukuksuz davalar halkta etki etmiyor. Yapılan anketlerin en kötüsünde AK Parti yüzde 42, en iyisinde yüzde 50 görünüyor. O yüzden acaba İsrail'den bize ekmek çıkar mı diye arayıştalar. Ama onlara üzücü bir haberim var. İsrail paralelcilerle iş tutulamayacağını Türkiye Cumhuriyeti devletine iletti. Sıkıntılar yaşasalar da Erdoğan gerçeğini kabul etmiş durumdalar. İsrail devleti yerel seçimler öncesi yapılan bütün kamuoyu anketlerinden haberdar ve gerçeğin farkındalar.  Paralel yapı düzmece seçim anketleri yapıyor ama itibar eden yok. İsrail'e de gönderilen o anketteki rakamlar gerçeği değiştirmedi. 25 Şubat'ta büyük ihtimalle –hayat ve siyasette her şey olabilir gerçeğini unutmadan –İsrail ve Türkiye tazminatlar konusunda anlaşmaya varacaklar ve iki ülke arasında yeni bir dönem başlayacak. Bu gerçekten hareketle paralel yapının isteklerine İsrail kanmadı.  Kendi ülkesini uluslararası ceza mahkemelerinde yargılatmak isteyen, kendi ülkesini teröre destek veriyor algısı yaratmak için çalışan, kendi istihbarat örgütüne operasyon yapan, kendi Başbakanı hakkında başka ülkelerden belge isteyecek kadar gözü dönmüş bir yapıyla karşı karşıyayız. Bakalım daha hangi yollara tevessül edecekler?  Cüneyt Özdemir'e...Sorduğum sorulara cevap veremeyen, sansürün alasıyla karşılaşınca istifa etmeyip başka meslektaşını niye istifa etmedin diye suçlayan Cüneyt Özdemir çevir kazı yanmasın mantığında. Güya tehdit edilmiş. Madem tehdit ettiler seni, bu kadar zaman niye bekledin? Niçin mahkemeye gidip seni tehdit eden hakkında suç duyurusunda bulunmadın? Yoksa tehdit diye uyduruyor musun?Programına genelde cemaatçi yazarlara kolayca dövdüreceğin (!) kişileri çıkarıyorsun. O yazarlar benim gibilerle baş edemeyecekleri için ve korkularından çıkamıyorlar. Gerçi bir kısmı çıkmak istiyor ama abileri, imamları izin vermiyor.  Korkma Cüneyt az cesur ol. Parelel yapı seni kasetler, davalarla korkutuyorsa tarafsızım yalanına başvurma. Ters manyel işlere girme. Bu konuda ropörtaj yapıp yayınlanmayan, sansüre uğramak zorunda kaldığın Hanefi Avcı'yı örnek alabilirsin. Bak gene soruyorum: Irkçı bir dizi olan Sağır Oda'nın yapımcısı sen değil miydin? Rasim Ozan &Nagehan Alçı çiftinin iki yıl boyunca PR'ını yapan sen değil miydin? Rasim senin için, 'Tarafsızlığını kaybetti' yazınca, twitterda 'Rasim Ozan'ın Doğan grubuna karşı bu sert ve şirazesi kaçmış açıklamalarını okuyunca ya biz yanlış yerdeyiz ya da Nagehan Alçı. Yeter yahu!' yazarak Alçı'nın kovulmasını istedin.  Bu yaptığının Derya Sazak'ın yaptığından ne farkı var?Bak hala arkadaşın mı bilmiyorum ama Tuğçe Tatari 18 Şubat 2012'de Akşam'da senin için ne yazmış: 'Geçmişte 28 Şubat'ın generallerine övgüler düzen, 'Herkesin Babasını Anlatacak Bir Hikayesi Var' adlı bir belgesel çeken, o belgeselde astsubay babasının hikayesini anlatan, asker bir babaya sahip olmaktan nasıl gurur duyduğunu her fırsatta dile getiren de yine aynı Cüneyt'ti... Şimdi aynı metodu annesi üzerinden hayata geçiriyor. Yakında bir belgesel de annesi için çekerse hiç şaşırmam...' Sen bu musun yoksa Cüneyt?
Twitter.com/cemkucuk55
Algı üzerinde operasyon
 
20 Şubat 2014
Serdar Demirel / Yeni Akit

Doğal süreçlerde oluşmuş algıda seçicilikle operasyonlarla oluşturulmuş algıda seçicilik arasında fark vardır. Biri psikolojik bir hâli, diğeri de planlı psikolojik bir operasyonun sonucunu ifade eder.

Algıda seçicilik, insanın idrak sürecinde etkili olduğu kabul edilen psikolojik bir hâldir. İnsanın etrafında meydana gelen olaylardan bazılarına odaklanması ve çoğu zaman bunun farkında bile olmamasından doğar.

Bir anlamda insanın mâzide yaşadığı tecrübelerinin, sevgi ve korkularının, alışkanlıklarının güncel hayatta üzerinde belirleyici olması durumu. Bir boyacının bir eve misafirliğe gittiğinde hemen o evin boyasına odaklanması, temizlikte aşırı titiz olan bir hanımın gittiği yerlerde etrafın temizliğiyle alakalı olması gibi.

Operasyonel amaçlı algıda seçici davranmaya gelince. Kastettiğimiz şey, insanları bilgi sahibi olmadan, onları önce kanaat sahibi olmaya itmek ve ardından da belli davranışlara zorlamak amacıyla onların hassasiyetleri üzerinden algı oluşturma operasyonudur..

Bir şeye karar veriyorsunuz, varmak istediğiniz bir hedef var, birini saf dışı bırakmak istiyorsunuz, bir partiyi hasım bellemişseniz ve elinizde imkân var..

Ölçüsüz tarafsınız, prensipleriniz sizi frenlemeye yetecek kadar güçlü değil. İşte o zaman algı oluşturma operasyonlarına start verebilirsiniz. Algı oluşursa olgu önemli değil, algı olgunun önüne geçer, bunu biliyorsunuz. Meselâ medya gücünüz var.

Düşman kabul ettiğiniz karşı tarafın ne dediği değil, denilende maniple edilebilecek malzemenin bulunması önemlidir..

Ayakkabı kutusundaki yeşil dolarları para sayma makineleri eşliğinde ekrandan seyircinin gözüne tekrar tekrar sokarak yolsuzluklara duyarlı vicdanları etki altına almayı ve böylece onların perspektifini siyasi amaçlı yönetmeyi hedeflersiniz..

Karşı tarafın ne dediğine, yargının ne diyeceğine bakmazsınız. Yolsuzluk da aslında önemli değildir. Öne sürdüğünüz iddiaları gece gündüz hakikat gibi tekrar ederek kitleleri önceden planlanmış reflekslere şartlandırırsınız. Budur önemli olan..

Tarihin mazlumlarını, gerçek kahramanlarını, hakikat timsallerini tarafınıza yazarsınız. Grubunuzu karıncayı dahi incitmeyen masum insanlar olarak müdafaa eder, yanlışı hep karşı tarafta ararsınız. 

“Tarih boyunca, “din mazlumları”, ehli küfürden çektikleri çilenin belki yüz katını, maalesef, ‘ehl-i iman’dan çekmişlerdir. Her dönemde âlimlere, âbidlere, zâhidlere olmadık suçlamalar yapılmış, akla hayale gelmedik kötülükler o güzel insanlara reva görülmüştür” dersiniz. Ama savunduğunuz kesimden sadır olanlar adına en ufak bir nedamet işareti bile göstermezsiniz.

Hayatında herhangi bir yolsuzluk sebebiyle hiçbir otoriteyle kavga etmemiş bir âlimi yolsuzluklarla mücadele kahramanı ilan ederken, Hayrettin Karaman örneğinde olduğu gibi başka bir ilim adamını rüşvete fetva verdi diye sürekli karalarsınız. Sayın Karaman’ın “Asla böyle fetva vermedim” demesine hiç itibar etmezsiniz.

Dört mezhep imamının mücadelesini, siyasi otoriteden çektiklerini Cemaat liderinin bugün hükümetle yaşadıklarıyla aynîleştirirerek anakronizme düşersiniz. Tarihin lanetlilerini, ihanet çetelerini karşı tarafa, hidayet imamlarını kendi tarafınıza yazarsınız.

“Dört imam bugün yaşasaydı, Siyonist devlet İsrail’i meşru otorite görür müydü?” sorusunu aklınıza bile getirmezsiniz. Onlar karargâhlarını kendi vatanlarında değil de Bizans başkentinde kurar mıydı? diye sormazsınız. 

Manzaraya bakın:
7 Şubat vatana ihaneti önleme mücadelesidir. 17 Aralık tamamen bir yolsuzluk operasyonudur. TIR’ları durdurmak emniyet güçlerinin rutin işidir. “Hükümet El Kaide ile irtibatlıdır” diye tweet atan kişi basın kahramanıdır. “Barış süreci”nin önüne geçmek ülkenin onurunu kurtarmaktır. İHH El Kaide ile irtibatlıdır. Hükümet aleyhine TÜSİAD’la iş tutmak STK faaliyetidir…

Israrla bu minvalde tavır alır, elinizdeki bütün medya organlarıyla bu algıyı oluşturmaya çalışırsanız, sonra da bu operasyonlarla bizim bir alakamız yok diyemezsiniz.

Maalesef mızrak çuvala sığmıyor! Ama siz mızrak yok derseniz ve bir adım sonra çuval da yok diye feryat etmeye başlarsınız inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Sonuç olarak inşa etmeye çalıştığınız algı da sizin itibarınızı korumaya yetmez.  

Alo Fatih, demode... Yeni moda: Alo Fethullah!

 
20 Şubat 2014

Bu konuyu daha önce de yazdım... Ama yeri geldi, yine yazayım...
 
Tarih, 3 Kasım 1996...
İzmir’den İstanbul’a doğru seyir halinde olan 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobil, saat 19.15 civarında, Susurluk’un “Uşakyolu Mevkii”nde benzin istasyonundan çıkan Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı “kamyon”a arkadan çarpmıştı!..
“3 kişinin öldüğü, 1 kişinin ağır yaralandığı” kaza; ilk bakışta, her zaman karşılaştığımız “sıradan bir olay” gibi görünüyordu.
Ne var ki; “otomobilin içindeki kişiler”in kimliği, olayın “sıradan bir kaza olmadığı” yönündeki şüpheleri kuvvetlendirecek nitelikteydi!..
Çünkü otomobilde;
İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, üzerinden Mehmet Özbay adına düzenlenmiş sahte kimlik kartı çıkan Abdullah Çatlı, DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak ve “Çatlı’nın sevgilisi” olduğu öne sürülen Gonca Us adlı bir hanım vardı!..
Hani, “Ergenekon Terör Örgütü” için;
“Birbiriyle hiç alâkaları olmayan insanları toplayıp, Ergenekon adlı örgüte dahil etmişler!.. 
Bir profesör ile generalin, bir yazar ile tetikçinin aynı örgütte işi ne?.. Elmalarla armutları toplayıp, aynı sepete koymuşlar!..”
Diyorlardı ya; 
Aslında “Susurluk’taki kazanın aktörleri”nin de “birbirleriyle ilişkili” olduğunu söylemek mümkün değil!..
Öyle ya; 
“Aynı otomobil”de, “4 ayrı insan!”
Söyleyin Allah aşkına;
Hüseyin Kocadağ ile Abdullah Çatlı’nın veya Sedat Bucak’ın ne ilgisi olabilir?.. 
Ya da;
Gonca Us’un o otomobilde işi ne?..
Demek oluyor ki;
İnsanlar, sadece “fikrî paralellik”te bir araya gelmiyor!.. 
Bazen, “çıkar ilişkileri” de bir araya getiriyor insanları!..
Yoksa, “4 benzemez” insanın aynı otomobilde ne işi olabilir ki?..
Demek ki, varmış!..
Susurluk’ta da varmış!..
Ergenekon’da da var!..
DÜN ETÖ... BUGÜN FTÖ
Dedim ya;
O günlerde, “Ergenekon” için “Birbirleriyle hiç alâkası olmayan insanlar aynı çuvalın içine nasıl doldurulur?” diye soruluyordu...
Bugün ise, “aynı mantık”tan hareketle “Paralel Yapı” ifadesine karşı çıkılıyor ve deniliyor ki;
“Bir yanda Fethullah Gülen Cemaati, bir yanda işadamları... Bir yanda gazeteciler, bir yanda STK temsilcileri... Bir yanda hakim ve savcılar, bir yanda polisler ve bürokratlar... 
Bir yanda muhalefet partileri, bir yanda vakıf ve dernekler... Bunların birbirleriyle ne ilgisi olabilir ki?.. Tutturmuşlar bir Paralel Yapı!.. Farklı kesimlerdeki ve farklı görevlerdeki insanlar aynı çatının altına nasıl sokulur?..”
Bu “birbirine benzemez” insanlar aynı “yapı”nın, aynı “örgüt”ün, aynı “çete”nin ve aynı “yıkım ekibi”nin içinde nasıl gösterilir bilemem ama, sizlere “taptaze bir örnek” sunmak ve nasıl bir “ittifak” kurulduğunu göstermek istiyorum...
GÜFTE VE BESTE KARDEŞLİĞİ!
Tarih 17 Şubat 2014...
Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Pazartesi yazılarında şöyle bir cümle kullandı:
“Başbakan yolsuzluk soruşturmasındaki savcı ve polisleri ‘paralel yapı’ olarak tanımlıyor ve onun üzerinden sürekli hakaretamiz konuşmalar yapıyor. 
İyi de bir evde bulunan 7 çelik kasayı o polisler mi koydu; onlar mı kasalarda, ayakkabı kutularında milyonlarca lirayı sakladı? Medyanın tamamını esir alma girişiminizle ‘paralel yapı’nın ne ilgisi olabilir? Villalar, rüşvetler, komisyonlar, havuzlar... Bu konularda konuşmaktan kaçıp alakasız insanları zan altında bırakmak ayıp değil mi?”
Tarih 18 Şubat 2014...
Ekrem Dumanlı’nın dikkat çektiği bu noktalar, CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu tarafından “soru” haline getiriliyor ve “CHP Grubu’nda” tek tek okunuyor:
* 700 bin liralık saati Bakan Çağlayan’a paralel devlet mi verdi?..
* Ayakkabı kutusuna 4.5 milyon doları paralel devlet mi koydu?
* Bakan çocuklarının evine para kasalarını paralel devlet mi koydu?
* O kasaların içine milyon dolarları paralel devlet mi koydu?
* Yatak odalarındaki para makinelerini paralel devlet mi koydu?
* Yandaş medya için para havuzunu paraleller mi oluşturdu?
Sizleri bilmem ama, şahsen ben; “Dumanlı’nın yazısı” ile “Kılıçdaroğlu’nun konuşması” arasında bir “paralellik” gördüm ve kendi kendime sormadan edemedim;
“Kılıçdaroğlu’nun konuşma metinlerini acaba Dumanlı mı hazırlıyor?”
Öyle değise bile;
“Kılıçdaroğlu’nun kılavuzluğunu Dumanlı’nın yaptığından kuşku yok!”
Ne ilginç değil mi;
Güfte, Ekrem Dumanlı’dan,
Beste CHP Basın Müşaviri’nden,
Şarkıyı icra, Kılıçdaroğlu’ndan!..
Sonra da, diyorlar ki;
“Hani nerede Paralel Yapı?”
Daha nerede olsun;
Dünün “ülkücü”Ekrem Dumanlı ile bugünün “CHP Genel Müdürü” aynı paralelde yazılar yazıyor, demeçler veriyorsa, “Paralel Yapı”yı uzaklarda aramaya gerek yok!..
Malûm, Bay Kılıçdaroğlu, bir zamanlar; “Nerede bu Ergenekon?..  Adresini bilsem, gidip üye olacağım” demişti... Şimdi,. “Paralel Yapı” ile ilgili olarak da aynı şeyleri söyler mi bilmem... Kimbilir; belki de “Paralel Yapı’nın kucağında” oturduğunu bildiği için, herhalde “adres sorma” gereği duymuyordur!..
BU, NASIL HOCAEFENDİ?
Bir “Paralel Yapı”dan, bir “örgüt”ten, bir “çete”den söz edildiğine göre; bu yapının, bu örgütün ve bu çetenin bir “lideri”, bir “başı” olmalı değil mi?..
Peki, o kim?..
Ekrem Dumanlı, Pazartesi günkü haftalık yazısında diyordu ki;
“Bak sen şu kaderin cilvesine! Darbecilerin yapamadığını ‘kardeşler’ yapacak ve camia, örgüt suçlamalarıyla yüz yüze gelecek; öyle mi? ‘Ehl-i küfür’ün kuramadığı tezgâh ‘ehl-i iman’ tarafından kurulacak ve Hocaefendi’ye ‘örgüt lideri’ denecek öyle mi? Sanılıyor ki ma’şeri vicdan uyuyor. Ve sanılıyor ki zulüm sonsuza kadar sürecek, kirli planların hesabı sorulmayacak.
Ağzından çıkanı kulağı duymayanlar! Yazdığı müfteri yazıdan yüzü kızarmayanlar! Peşinen söyleyeyim ki uzun bir zamandan beri fettan bir üslupla sürdürülen mesnetsiz çete/örgüt suçlaması ile 76 yaşına gelmiş Fethullah Gülen Hocaefendi’ye zarar vermeye kalkışırsanız tarih, adınızı Yezid’lerin, Haccac-ı Zalim’lerin yanına kaydedecek.”
Dünkü gazetelerde yer alan, “Fethullah Gülen’in son kasetleri”nden sonra, Ekrem Dumanlı, “hâlâ aynı görüşte midir” bilemiyorum...
Dün yayınlanan kasetlerden sonra, Fethullah Gülen’in; “76 yaşında bir Hocaefendi” olup olmadığı herhalde tartışılacaktır.
Bu, nasıl “Hocaefendi”(!)dir ki;
* Şefkat Tepe adlı dizi filmin “film senaristi” gibi, “replik”lere varıncaya kadar kendisine danışılıyor, “onay” isteniyor!..
Bu, nasıl “Hocaefendi”(!)dir ki;
* Bir “medya patronu” gibi, Zaman gazetesine hangi haberin girip, hangisinin girmeyeceğine karar veriyor!..
Son günlerde;
“Alo Fatih” kavramını dillerinden düşürmeyenler, artık; “Alo Fethullah” demeye başlamalı değil midir?..
Bu nasıl “Hocaefendi”(!)dir ki;
* “Amerika ile aramızı bozmamak lâzım” diyerek, bir “strateji uzmanı” edasıyla konuşuyor!..
Bu, nasıl “Hocaefendi”(!)dir ki;
* “Gazete patronları” ile yenilen yemekler, “işadamları”na hediye edilen “ananas” ve “tesbih”ler, müridlerin gördüğü “rüya”lar ve hatta “hacca gitmek için izin isteme”ler bile kendisine sorulmakta, kendisinden “onay” istenmektedir!..
Bu, nasıl “Hocaefendi”(!)dir ki;
* Hiçbir konuşmasına “selâm”la başlamamakta, kendisine “petrol rafineri ihalesi” bile sorulurken, “dini bir mevzu” hiç sorulmamaktadır!..
Bu, nasıl “Hocaefendi”(!)dir  ki;
* GYV’nin “toplantı” yapıp yapmayacağına, “toplantılara katılacak isimleri” öğrenince de “iptal edilmesi” gerektiğine karar verebilmektedir!..
ALİM BEDDUA ETMEZ!
Sormak gerekmez mi;
Fethullah Gülen bir “Hoca” mıdır, “Holding CEO’su” mudur, “ihale kovalayıcısı” mıdır, “siyaset mühendisi” midir, “medya patronu” mudur, toplantıları ayarlayan bir “organizatör” müdür, ABD ve Azerbaycan ile ilişkileri düzenleyen bir “strateji uzmanı” mıdır?..
Kasetlerle ortaya çıktı ki;
Belki “her şeydir” ama kesinlikle bir “din alimi” değildir...
Dolayısıyla, Ekrem Dumanlı’nın, “Tarih boyunca âlimler, zalimler tarafından hedef alınmış, haklarında yalan yanlış laflar üretilmiş; hatta işkence ve sürgüne maruz bırakılmıştır” sözleri, Fethullah Gülen için geçerli değildir... 
Çünkü, tarih boyunca, “alim”ler, hiçbir Müslümana “beddua” etmemiş, hiçbir Müslümana “Firavun!.. Karun” dememiş ve hiçbir zaman “Ananas’lı, Rafineri’li sohbetler”de bulunmamışlardır!..
Fethullah  Gülen, kitlelerin gözündeki “dini lider” pozisyonunu ve saygınlığını maalesef kaybetmiş, artık bir “yapı”nın, bir “teşkilat”ın, bir “örgüt”ün başı olarak görülmeye başlanmıştır!..
“Sevgi”yi de kaybetmiştir,
“Saygı”yı da!..
“ALO FETHULLAH” DÖNEMİ!
Başbakan Tayyip Erdoğan’la alay etmek ya da onun “medyaya müdahale” ettiği iddiasının kanıtlamak için “Alo Fatih” repliğini döndüre döndüre kullananlar bilsinler ki; “Alo Fatih” artık “demode” olmuştur...
Yeni moda;
“Alo Fethullah”tır!..
Buyrun, işte yeni malzeme!..
Tabiî;
“Sahip”leriniz izin verirse!..
Ya da;
“Paralel Abi’ler”iniz!..


****************************************

Fethullah Gülen, kendini “Ne” olarak görüyor?
Kimi diyor ki; “Fethullah Gülen’in son konuşmalarına şaşmamak gerekir... O, eskiden de böyle konuşuyordu!”
Kimi de diyor ki; “Fethullah Gülen, Hıristiyan-Yahudi karışımı bir örgüt olan Neocon’ların kucağında olduğu için böyle konuşmak zorunda kalıyor... Bunlar kendi görüşleri değil, onların görüşleri!”
Bazıları da diyor ki; “Fethullah Gülen, Firavun’lu, Karun’lu, Ananas’lı, Tespih’li ve Rafineri’li konuşmalarından pişman olacaktır... Dolayısıyla, ona biraz zaman tanımak lazım.”
Öyle midir?.. Gerçekten “pişman” olacak mıdır Fethullah Gülen... Eğer öyle olursa, ileride bir “pişmanlık yasası” çıkarılabilir, kapsama alanına o da dahil edilebilir...
Ne var ki, Fethullah Gülen’le ilgili, “yukarıdaki görüşlerin hiçbiri doğru değil”dir... Fethullah Gülen, kendisini, hâşâ “Peygamber’den yukarı, Allah’tan aşağı” görmekte ve hatta “Mesih” olduğuna inanmaktadır... Yoksa, Peygamber Efendimiz’in elinden tutup il il dolaştırmaz, olimpiyat’lara getirmez, “kamyon kasası”na bindirmezdi... Adam, belli ki, kendisini “Peygamberden de üstte” bir mertebede görmektedir!..
Amerika’da, “Mesih” olarak geleceği günü beklemektedir!.. 
Bu “ruh hali”nin tıptaki adı nedir, bilemem!..

8 gün sonra 28 Şubat

 
20 Şubat 2014

28 Şubat darbeleri hatırlama ve lanet günü”ne 8 gün kaldı! 8 gün sonra şubat bitiyor ve mart başlıyor. Seçim için son kavşağa girilmiş oluyor..

28 Şubat darbesinin üzerinden kaç yıl geçti, ama hâlâ davası tamamlanmadı..
Geçen yerel seçimlerde bir suikast sonucu öldürülen Muhsin Yazıcıoğlu’nun davası hâlâ başlamadı bile. Bülent Arınç suikast planı davası da öyle..
Biz eski darbelerin hesabını görmeden ultra modern yeni bir darbe planı ile karşı karşıyayız..
Daha derin devletin ne olduğunu tam olarak anlamadan bir de paralel devlet denen durumla karşılaştık..

Laikçi devlete İslamcı bir yeni kan enjekte edilerek aslında derin devlet tahkim edilmeye çalışılıyor. Yani daha önce açılan Ergenekon ve Balyoz davaları, derin devleti tasfiye operasyonu değil, çürük, sorun çıkartan unsurları ayıklayıp, yeni bir taze kanla tahkim operasyonu idi yapılan..
Derin devlet nasıl ANAP içine alıp öğüttü ise, AK Parti’yi de teslim alıp içinde eritmek istiyordu sanki. Dini de aynı şekilde kendi standartlarına indirgedikten sonra onu da sindirmek istiyordu..
Erdoğan’dan istenen konu mankenliği, vitrin dekorluğu gibi bir görevdi.. Cemaat suflörlük yapacak, Erdoğan söyleneni tekrarlayacaktı. Davul Erdoğanın sırtında olacak, tokmak hocaefendinin elinde.. Öndeki klavuz Baykal!

Ne plandı ama: Euro İslam, Euro sol, Euro liberalizm! Ama evdeki hesaplar çarşıya uymadı.. Zaten bu adamların hangi planları tuttu ki. Kimse bir şey söylemeyince gidip yapıyorlardı. En küçük bir itiraz durumunda panikliyorlar, öfkeleniyorlar ve agresif bir hal alıyorlar..
Karanlık plan deşifre olduktan sonra manzara ortada.. İslam dünyasına modellenmek istenen proje komik bir hal aldı.. Peygamber Efendimiz’in Türkçe olimpiyatlarını ziyareti ile başlayan spiritüalist din anlayışı, ruh seanslarına döndü sanki. Çocuklar yurtlarda el ele tutuşup,  hep beraber salavat getirerek Hz. Peygamberi davet ediyorlar. Bu bildik, Animist / Spiritüalist ruh çağırma ayini. Yakında Peygamberimizin ruhundan yeni mesajlar alacak olurlarsa, bu yeni bir Hadis külliyatına mı dönüştürülecek, eğer bunlar ilahi bir mesaj anlamı taşıyorsa yeni bir Kutsi hadis külliyatı mı oluşturulacak ya da yeni bir kitap mı oluşturulacak! Değilse bu gelen ruh, Peygamberin ruhu ise ve onun sözü nasıl bir değer ve anlam ifade edecek, bunun bizim hayatımızdaki karşılığı ne olacak!

Peki alınan mesajların gerçek hayatta karşılığı yoksa ya da dinin bilinen kaynak ve kuralları ile çelişen bir durum sözkonusu olduğunda ne yapacağız? Nasih-Mensuh kurallarını mı işleteceğiz..
Yapmayın, etmeyin. Zırva te’vil götürmez.. Bu işleri bu noktalara götürürseniz iddialarınızın altında ezilirsiniz..

Düşünsenize kehanet tutmadı! Bu insanlar ne diyecekler, ne yapacaklar. İnançlarını kaybeder bu insanlar.. Sadece hayalleri yıkılmaz, ruh sağlıklarını da kaybederler.. Zaten içe kapalı bir topluluk oluşturdular. Kendi dışındakilerle sağlıklı bir iletişim kuramıyorlar..

Masum ve hatta ruhani bir ayin gibi gözüken basit bir uygulamanın akıllarda ve ruhlarda kopartacağı fırtınaları düşünebiliyor musunuz, o öğrencilerin böyle bir ayinden sonraki ruh hallerini!
Boş bırakılan koltuklar, yataklar, tabak çanaklar, Hıristiyanların  Noel çamı ritüeline benziyor sanki.. Bir yandan “Ey İsa evime gel” diyorlar, öte yandan Hz. İsa gelecek olsa kaçacak delik arayacaklarını biliyorlar, o alkol- uyuşturucu partisinde..

Zaten birileri Hz. Peygamber’i Çanakkale savaşına göndermişti daha önce, şimdi kamyona bindirip gönderiyorlar filan. Hz. Peygamber müritlerin başlarını okşuyor, Hz. Ayşe annemiz çay servis ediyor. Oysa Şia’da bu iş Hz. Fatıma üzerinden, onun bereket eli ile açıklanmaya çalışılır..
Evet esoterik bir darbe girişimin sebeb olduğu bir krizle karşı karşıyayız.. Kriz ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal hayatımızı altüst etti. Bu arada kendileri de büyük ölçüde deşifre oldular..
Sırtlarını hem dini anlamda, hem de siyasi anlamda büyük güçlere dayamışlardı.. Büyük bir servete sahiptiler.. 20 yılı aşkın yapılan bir hazırlık sözkonusu idi ve artık neticeye ulaşmak için son aşamaya gelinmişti ve her şey bir anda berhava oldu.. Deşifre oldular. İlk ciddi krizde ağır bir yara aldılar..
Sahi, yarın duruma vaziyet etseler ne olacak. Bu toplumu nasıl yönetecekler, bu iddialara nasıl cevap verecekler? Kendi içlerindeki birlik ve bütünlüğü, dayanışmayı nasıl sağlayacaklar. Kendi dışındaki insanları dize getirmek için, kontrol altına tutabilmek için ne yapacaklar?..

Bir ruh, birilerine sanki yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat vaad etmişti. Şeytan yalan söyledi. Zaten o hep böyle yapar. O yalancının biridir. Şeytan yine yaptı yapacağını..

Evet şubatın son haftasına geldik.. ve 28 Şubat’a bir hafta kaldı.. Bugünü unutmayalım, tarihten ders alalım ki, tekrarlanmasın. Aynı delikten tekrar ısırılmayalım diyeceğim de, beki bugün yaşananlar ne oluyor peki! Yarın da devam edelim bu konuya..

Selam ve dua ile..

http://www.habervaktim.com/yazar/63763/8-gun-sonra-28-subat.html
Cemal Nar

Gülen'i Kim Dinliyor?

21 Şubat 2014
Habervaktim’den okuyoruz, Gülen'den mesaj var”mış. “İstanbul'da düzenlenen Türk-Arap Entelektüeller Forumu'nda konuşan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil, Fethullah Gülen'in güncel meselelerle ilgili bazı değerlendirmelerini katılımcılarla paylaştı.

Mustafa Yeşil, ABD'de yaşayan Fethullah Gülen'in gündemle ilgili görüşlerini anlattı. Yeşil, son günlerde cemaatle ilgili tartışmalara cevap verilmesinin istenmediğini belirterek, Gülen'in mesajını aktardı.”(http://www.habervaktim.com/haber/361620/gulenden-mesaj-var.ht)
Aktarılan mesaj aslının aynı mıydı bilemiyorum. Ama okuyunca garip bir duyguya kapıldım. Söylenilen şeyler güzeldi, ama inandırıcı değildi. Büyük bir duygu sömürüsü ve müthiş bir algı yanıltması vardı. Üzüldüm doğrusu. Bir kibir adına emeklerin hebası çok acıydı.
İşte o mesajdan bazı satır başları;

"Bırakın Kur'an ve Sünnet çerçevesini, hukuk ve insanlıkla bile tevil edilemeyecek söylemlere girilmesi sizi asla tahrik etmesin. Eğer bu söylemlerle istikbalde utanacak olsalar bile siz, onlarla kapınızı bir daha açmayacak şekilde kapatmayın, bir daha onların yüzüne bakmayacak şekilde ağır sözler ve söylem söylemekten mutlaka kaçının. Eğer onlar bir gün bu kadar cümlelere, sözlere ve ifadelere rağmen kapınızı çalacak olurlarsa, kapınızın asla kapalı olmaması gerektiğini asla unutmayın.”

Bunları okurken şu fıkra aklıma geldi: “baba bir hırsız tuttum.” “Bırak gitsin oğlum, Allah’a havale et.” “Baba ben onu bıraktım ama o beni bırakmıyor.” Bedduayı yapan kimdi, unutulmuşa benziyor.
Her neyse, devam edelim:

“Bu söylemlerin içerisinde eğer size 'it' derlerse siz onu kötüye yormayacak, -kardeşlerimizden Allah razı olsun, Cenab-ı Allah'ın yarattığı bir varlık olarak bizi kaale almışlar. Bizi varlık statüsünde değerlendirmişler- deyin. O itin bile bir değerinin olduğunu, kıymeti harbiyesini nazara alarak o sözden kendinizi kıracak bir mana çıkarmayacaksınız.”

Aman Allah’ım, bu ne tevazu gösterisi! “Kalabalıkta tevazu kibir alametidir” diye tespit edilmiştir ahlak ilminde. İşte size büyük bir tevazu şowu! Alıştığımız görsel gösteriler yani. Zannedersem salonda ağlamayan kalmamıştır bu tevazu ve alçakgönüllülük karşısında mektup okunurken. Merak ediyorum, acaba o sırada Sevgili Peygamberimiz de ağlarken görülmüş müdür o salonda? Üç beş gün sonra öğreniriz nasıl olsa.

Sahi siz bu kadar mütevazi ve alçakgönüllü müsünüz?
O zaman “Sevilmeye değmez adamları adam bilip sevdiğinizden dolayı Allah’tan sille yediğinizi” söylerken, neredeydi o tevazu ve alçakgönüllülüğünüz? İnsan böyle bir lafı hele de bir Müslüman için nasıl söyleyebilir Allah aşkına? Bu adamın yüzüne yarın nasıl bakacaksınız? Bu ne kibirdir böyle?

Sonra Allah adına bu ne cür’ettir? Kalpler size kapalı, Allah’a açık iken, siz nasıl kendinizi o Müslümandan üstün görebilirsiniz? Sonra da kalkıp nezaket ve tevazu şowu yapıyorsunuz? Size, kendinizi kontrol etmeyi kaybettirerek bu hallere düşüren duygularınızı bir kere daha düşünüp değerlendirmenizi tavsiye ederim. 

Kim söylüyor bu tevazulu lafları?
“Yapılan onca bedduadan sonra bir türlü gebermeyen uzun adam” bu sözleri duyunca kim bilir neler düşünecektir!.

“Karunlar, Firavunlar, evlerine ateş dolasıcalar, önleri kesilesiceler, bir şey olamayasıcalar…” bunu duyunca Hoca’nın sözlerinden çok etkilenmişler midir sizce?
Gülen Hoca devam ediyor: “Unutmayın ki bu gerginlikler gelip geçicidir. Geriye dönüp baktığınız zaman yüzünüzü kızartacak, sizi utandıracak, kardeşlerinize karşı sizi mahcup edecek bir kelimeniz olmamalı. Biz sabrı, sükûtu tercih ediyoruz.”

Keşke öyle olsaydı! Keşke “hocam, lütfen bir müddet susunuz. Medyanızdaki bu 24 saat canlı yayındaki hakaret ve ihanetleri durdurunuz” dediğimizde, size bugünleri hatırlattığımızda keşke dinlemiş olsaydınız! Öyle olsaydı, bir etkisi olurdu bu sözlerin. Ama kelimeler ağızdan ölü dökülüyor, hiçbir tesiri yok maalesef.

İyi niyetle sizi uyardık. Allah için tavsiyeler ettik. Ama dinlemediniz. Yangına körükle gittiniz. Biz, “lütfen hocam, ‘benim işim değildi bunlar, pişmanım’ deyiniz” dedikçe siz “Pişman değilim” dediniz üstelik. Şimdi sizde hiç kabahat yokmuş gibi, sizin arkadaşlarınızda hiç suç yokmuş gibi, bakıyorum da zeytinyağı gibi üste çıkmışsınız, büyük bir pişkinlikle kalkmış “size 'it' derlerse siz onu kötüye yormayacaksınız, kalp kırmayacaksınız” diyorsunuz. Vallahi brawo! Pes doğrusu…

Böyle inandırıcı olamazsınız. Söze özeleştiri ile başlamalıydınız. “Biz de bazı yanlışlar yaptık. Belki kardeşlerimizi tahrik ettik. Yanlış yapmalarına sebep olduk. Ben pişmanım” deseniz, belki dinlenirdiniz. Ama diyemiyorsunuz işte. Allah aşkına nedir bu tevazu kılığına girmiş gurur ve kibir?

Bu köşede birkaç yazı evvelinde şunları yazmıştık, size isabet edeceği aklımızdan geçmezdi:
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir. (Saf 2-3)"                                          

“Gerçekten iman etmiş samimi Müslümanların söz ve eylemleri arasında uyumsuzluk olmaz. Yani doğru ve ideal olanı olmamasıdır. Müslümana yakışan tutum, söylem ile eylem arasında tutarlılığın olmasıdır. En azından buna mümkün mertebe dikkat etmek gerekir.  Ayetler bu dikkat ve özeni göstermek gereğini bildirilmektedir. Bunun aksine bir davranış kişiyi hem sözünün geçersiz olması ve muhatabın gözünden düşmesine, hem de ondan öte Allah Teâlâ’nın katında değerinin düşmesine sebep olur.”

Şimdi “kalp kırmayınız” diyorsunuz, ama sizi kim dinliyor? En yakın arkadaşlarınızın söylem ve eylemlerine bakar mısınız bir? Gazeteleriniz, televizyonlarınız dinliyor mu sizi? Nerde? Ama hala karşı tarafı suçluyorsunuz. Siz kendiniz bile dinlemiyorsunuz kendinizi, kimden ne bekliyorsunuz?

Ben yazı boyunca bir kere olsun “biz de hata yaptık, pişmanız” sözünü aradım durdum, ama bulamadım. Bunun yerine hep kendini beğenme, yaptığını övme, gün gelir anlaşılır olma, iş başarma ve hata yapanları af etme gibi faziletfüruşluktan bahsediyorsunuz.

Mesela “Kimseye kinimiz ve nefretimiz olamaz” diyorsunuz da, daha düne kadar yan yana yürüdüğünüz bu insanlarda sizin tabirinizle bu  kin ve nefretin nasıl oluştuğunu görmezlikten geliyorsunuz.

Ama az çok işin farkında olduğunuzu şu cümleler ele veriyor: “Unutmayın ki demagoji, her lafa bir laf yetiştirme, her söze bir söz yetiştirme, her hakarete bir hakaret yetiştirme, Cenab-ı Hakk'ın rızasıyla tarif edilemez. Ben sadece ve sadece hak üzere konuşmanızı tavsiye ediyorum. Unutmayın ki meşru daire dardır. Bazen meşru dairede kalmak sizi tatmin etmeyecektir. Daha fazla şeyler söylemek isteyeceksiniz. Ama unutmayın sabrın gücü ve meşru dairede kalabilmek, geleceğin inşası ve sizin temel ilkeniz olan müspet hareketin lazımıdır. Olmazsa olmazıdır.”
Ama boş temenniler olarak kalıyor bunlar.

Ya da yarınki tarihe not tutuluyor belki de. Sizin büyük adamlığınızın kayıtları tescilleniyor, kim bilir. “Adama bak! Bu kadar hengamenin içinde ne kadar saf, arı duru, tertemiz duygular besliyor” diyeceklere malzeme üretiliyordur belki de. Evet, gerek olur bu beyanlar yarın, bugünlerin tarihi yazılırken.

Ya şu aba altından sopa göstermek ne kadar da çiğ kaçıyor: “Ama benim korkum, Allah'ın hukukuna girmişlerse, amme hukuku ihlal etmişlerse, onları affetme yetkisi bize ait değildir. O Allah'a aittir.”
Benim tavsiyem, biraz da sizin başkalarının kul haklarını ihlal etmeler karşısında o günahlarınızı affetme yetkisinin Allah'a ait olduğunu düşünmenizdir. Bir hoca olarak bunu bilmiyor olamazsınız değil mi?

Ben uzaktan İslam Davası için ağlayan, inleyen sesini duyduğum o eski Fethullah Hocayı ne kadar severdim Allah biliyor. Bu yazıları yazarken içim parçalanıyor. Ama eleştirilerimde haklı olmanın huzurunu yaşıyorum. Hala sizin “hiçbir kelamınızla bir mümin kalbini kırmayı aklınızdan, hayalinizden bile geçirmeyin” sözünüzü takdirle karşılıyorum ama görüyorum ki uygulanmıyor, uygulanmayacak. Bütün medyanız yanlış tutumlarınıza devam ediyor. Kimse sizi dinlemiyor. Bu çok acı bir durum. Bunda en büyük hata payı sizde değil mi?

Çok mu zor hatadan dönmek? Çok mu zor “pişmanım” demek? Çok mu zor kibri bırakmak, benliği kırmak, eneyi terketmek?

Evet, çok zordur.
Son sözlerinize katılıyorum:
“Maşeri vicdan (kamu vicdanı) ilk dönemde doğruyu tespit edemez, kitlesel halde savrulur, bir oraya gider, bir buraya gider. Ancak unutmayın ki maşeri vicdanın gelip sükûn edeceği mahal, hak ve hakikattir. Hakk'ın ve hakikatin nerede olduğu ortaya çıkacaktır."

Allah Teâlâ’nın biricik dini İslam aziz olsun. Ümmet izzet ve şeref bulsun. Küfür rezil ve rüsvay olsun. Hakkın hatırı âlîdir, her zaman mübarek olsun.

http://www.habervaktim.com/yazar/63777/guleni-kim-dinliyor.html

Hükümet’e Müşrik Benzetmesi

Bilecik’teki paralel toplantının Cemaat’in Bilecik İmamı T.T.S. tarafından organize edildiği ve toplantıda Hükümet’in müşriklere benzetildiği ortaya çıktı.
Hükümet’e Müşrik Benzetmesi
20 Şubat 2014
Bilecik'te Paralel Yapı mensuplarının yedi il müdürünü bir özel okula davet ederek hükümet karşıtı propaganda yaptıkları yönündeki habere dair yeni gelişmeler yaşandı.
BÖLGE İMAMI BÜROKRASİ TURUNA ÇIKTI
İl bürokratlarına, bakan ve milletvekillerinin İran'da Muta Nikahı yaptıklarını ve yaşananların görüntü kayıtlarının İran istihbaratı ve Mossad'ın elinde olduğu yönünde propaganda yaparak kendi saflarına çekmeye çalıştığı belirtilen paralelcilerin, gizli faaliyetlerinin ortaya çıkmasının ardından söz konusu il müdürlerini tek tek gezerek haberleri tekzip edeceklerini, bu konuda kendilerine yardım etmelerini istedikleri öğrenildi.
ZAMANCILARIN HEVESİ KURSAĞINDA KALDI
Cemaat’e yakın bir yerel internet sitesi sorumlusu ile beraber harekete geçtiği öğrenilen örgütün Bilecik İmamı’nın bu ziyaretlerden eli boş döndüğü; bürokratların çoğundan, “Biz olan bir şeyi olmamış gibi gösteremeyiz” cevabıyla karşılaştığı kaydediliyor. Böylece haberleri tekzip etmek için ellerini ovuşturan Zaman Gazetesi’nin hevesi de kursağında kalmış oldu.
SLAYT EŞLİĞİNDE ÖRGÜT PROPAGANDASI
Bu arada toplantıya dair ayrıntılar da ortaya çıkmaya devam ediyor. Akit’in elde ettiği bilgilere göre toplantı bir sohbet ortamı şeklinde değil, slayt sunumlarının da yapıldığı bir çalışma toplantısı şeklinde gerçekleştirilmiş.
HÜKÜMETİ MÜŞRİKLERE BENZETMİŞLER!
Slayt sunumunda ‘Cemaat’in yayın organlarından Irmak TV’nin seslendirdiği Zaman Gazetesi Yazarı Ali Ünal’ın köşe yazıları dinlettirilmiş; ‘Cemaat’ mensuplarının Hendek Savaşı’nda kuşatılan müminlere benzer durumda olduğu algısı verilmeye çalışılmış; karşılarına aldıkları Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Asr-ı Saadet’teki müşriklere benzetilmiş; ancak ‘zafer’in mutlaka kendilerinin olacağını ifade edilmiş…
SUNUMU ÖRGÜTÜN BİLECİK İMAMI T.T.S. YAPMIŞ
Bu arada bürokratlara sunum yapan ismin de okulun resmi görevlilerinden biri değil örgütün Bilecik bölgesi imamı T.T.S. olduğu öğrenildi. Erzurum’lu olduğu öğrenilen T.T.S.’nin hükümeti mutlaka yıkacakları yönündeki sözleri üzerine bürokratların bazılarının rahatsız oldukları ancak bir tatsızlık çıkmaması için ses çıkarmadıkları, ancak yaşananları daha sonra üstlerine rapor ettikleri belirtiliyor.
OKUL MÜDÜRÜ: “BAZI ARKADAŞLARIMIZ HERHALDE İYİNİYETİNİ KORUYAMADILAR”
Öte yandan bürokratların çağırıldıkları Özel Sevgi Çiçeği Koleji’nin Müdürü Veli Arısoy bir internet sitesine açıklamalarda bulundu. İçeriği ve iddiaları kabul etmemekle birlikte toplantıyı doğrulayan okul müdürü Arısoy, toplantının basına nasıl sızmış olabileceği yönündeki bir soruya, toplantıya katılan bürokratları kastederek, “Bilemiyorum, demek ki bi bazı arkadaşlarımız herhalde iyi niyetini koruyamadılar, diyeyim.” şeklinde itiraf niteliğinde bir cevap verdi.
Akit / Habervaktim.com
Erdoğan: MİT Krizinde İçimde Şüpheler Başladı!
Erdoğan: MİT Krizinde İçimde Şüpheler Başladı!
Başbakan Tayyip Erdoğan, devlet içindeki paralel yapıdan ilk kez MİT krizinde şüphelenmeye başladığını söyledi. Erdoğan, "Sizin için cemaatle ilgili kırılma noktası ne oldu" sorusuna da yanıt verdi.


Erdoğan paralel yapının ‘Yüzde 30’un altına düşerse AKP gider’ hesabı yaptığını söyledi: ‘2009’daki oyumuz yüzde 38.8. Bunun üzerindeki her oy başarıdır. Uluslararası güçler oyumuza göre pozisyon alacak’

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün önce partisinin milletvekilleriyle yaptığı istişare toplantısında, bir araya geldi, ardından da partisinin seçim beyannamesini açıkladı. 30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerin büyük önem taşıdığını belirten başbakan “2009’daki oyumuz yüzde 38.8. Bunun üzerinde aldığımız her oy başarıdır” dedi.

Erdoğan, Meclis’in seçimler nedeniyle tatile girmesinden önce milletvekilleriyle gruplar halinde istişare toplantısı yapma kararı aldı. Bu kapsamdaki ilk toplantı dün AK Parti Genel Merkezi’nde gerçekleştirildi. 17 Aralık operasyonu sonrası istifa eden eski AB Bakanı Egemen Bağış, İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım’ın da hazır bulunduğu toplantıya 103 milletvekili katıldı.

‘Fidan’a ‘gitme’ dedim’

AK Parti kaynaklarından edinilen bilgiye göre, “Sizin için cemaatle ilgili kırılma noktası ne oldu?” şeklindeki soruya Erdoğan şu yanıtı verdi: “Süreç aslında 7 Şubat’ta (MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması) başladı. 7 Şubat’ta endişelendik.

Çağırdık bunları, ‘Bu ne rezillik’ dedik. Aracılar dostlarla sürekli ‘Bize güvenin, sorun olmayacak, yok böyle şeyler’ dediler. Biz de inandık. Çok yalancı bunlar. Bu kadar yalana, bu kadar hesapsız davranacaklarına ihtimal vermedik. 17 Aralık’ta gerçek yüzlerini ortaya çıkardılar. Sivil darbe yaptılar.”

Erdoğan, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a o süreçte verdiği talimatı da ilk kez açıkladı: “MİT Müsteşarımıza, ‘Bunların yetkileri yok. Seni çağıramazlar. Çağırırlarsa gitmeyeceksin. Onlar gelirse de içeri almayacaksın’ talimatı verdim.”

Yüzde 30 altına düşerse hesabı yapıyorlar

Erdoğan yerel seçimlerin ve AK Parti’nin alacağı oy oranının önemine vurgu yaparken de, “Bunlar ‘yüzde 30’un altına düşerse AK Parti gider’ hesabı içindeler. Kendilerine çok büyük güç vehmediyorlar. Ama 30 Mart’ta böyle bir güçleri olmadığını görecekler. 2009’daki oyumuz yüzde 38.8. Bunun üzerinde aldığımız her oy başarıdır. Uluslararası güçler bizim oy oranımıza göre pozisyon belirleyecek.”

‘Bürokrasiden belge akıyor’

Erdoğan bürokraside cemaat korkusunun kırıldığını da söyledi: “Bürokraside cemaate yönelik çok korku vardı. Hakim, müktedir olarak olarak bunları görüyorlardı. O zaman bilgi ve belge akışı söz konusu değildi. Ama şimdi bunlar ve yaptıkları hakkında yağmur gibi belge ve bilgi akıyor.”

Erdoğan, toplantıya katılan bir milletvekilinin hatırlatması üzerine, Ak Partililer’den istifacı milletvekilleriyle teması kesmelerini istedi: “AK Parti’yi kara parti ilan eden bu adamlara yüz vermeyin. Aslında hepinizin dava açması lazım bu adama. Bizim sıralarımızda işi yok artık, gitsin Genel Kurul’da bağımsızlara ait bölümde otursun.”

http://www.analizmerkezi.com/erdogan-mit-krizinde-icimde-supheler-basladi-36410h.htm
Aydın Doğan'ın Gülen Örgütüyle Gizli İttifakı Deşifre Olunca Doğan Grubu Alay Konusu Oldu!
 
Aydın Doğan'ın Gülen Örgütüyle Gizli İttifakı Deşifre Olunca Doğan Grubu Alay Konusu Oldu!20.02.2014
Aydın Doğan paralel yapı ile ilişkisi ortaya çıkınca daha atılmamış manşetler için açıklama yaptı. Doğan'ın gazetesi ise taraflı haberciliğine kulp bulmak için 55 günde üçüncü kez Tarafsızlık Bildirgesi yayınladı

17 Aralık Operasyonu sonrası ortaya çıkan paralel yapının darbe planı ve gizli ortaklıkları duyanları hayrete düşürmeye devam ediyor. Pensilvanya'dan başlayıp iş adamlarından parti liderlerine kadar uzanan bu kirli çıkar ilişkisine dahil olduğu kanıtlanan son kişi ise Aydın Doğan oldu. Damadı Ali Sabancı'nın ardından diğer damadı Mehmet Ali Yalçındağ ile beraber Gülen'e biat ettiği ortaya çıkan Doğan ve Doğan Grubu'nun medyadaki amiral gemisi Hürriyet ise çıkan bu kayıt üzerine tıpkı hocaları Gülen'in yaptığı gibi tevil yarışına girdi. Aydın Doğan, Hidayet Karaca ve Fethullah Gülen arasında yaşanan konuşma için "Bu görüşmede bana atfedilen bazı ifadeleri tam olarak hatırlamıyorum. Ancak bu ifadelerin benim üslubumu yansıtmadığını rahatlıkla söyleyebilirim" diyerek kaçak dövüşmeyi seçti. Hürriyet Gazetesi ise 55 gün içinde üçüncü kez tarafsızlık manifestosu yayınlayarak, sayfalarındaki tarafgirliği örtmeye çalıştı. Oysa Hürriyet, 17 Aralık Operasyonu'ndan beri 'Hükümet- Cemaat kavgası bizi ilgilendirmez' tavrı içinde "Gelişmeleri hayret, hatta dehşetle izliyoruz. Bu çarpık sistemin tek sigortası bağımsız, tarafsız medyadır. Eğer medya kavganın tarafı olursa, tuz da kokar! Hürriyet, tarif ve hayal ettiğimiz medyayı temsil eder. Tıpkı geçmişte olduğu gibi kendisini asla hâkim veya savcı yerine koymaz, işini görür" diyerek ilk tarafsızlık manifestosunu 28 Aralık 2013 tarihinde yayınladı. 

BU NASIL TARAFSIZLIK? 
Gelişen süreç içinde gerek Hürriyet gerek Posta gerek Radikal gerekse de Doğan Medya Grubu'na bağlı internet siteleri her fırsatta tarafını Paralel Yapı tarafından kullandı. 25 Aralık Operasyonu ve TIR Baskını'nda yetkililerden önce kendilerine servis edilen görüntüleri ilk onlar yayınlarken, 'resmi kayıt' kulbunu da yayınlarının yanına iliştiren Aydın Doğan; Mustafa Koç, Ali Sabancı ve Fethullah Gülen ilişkisiyle alakalı gazetelerine tek bir satır bile koyduramadı. 

HER HABERE BİR KILIF 
Ancak Meclis'te yayınladığı gerekçesiyle hayali bir tezkerenin ve montaj ses kayıtlarının tüm detayları tarafsız olduğunu ısrarla belirten Hürriyet'in sayfalarında yer aldı. Yaptıkları her taraflı yayın önlerine konulduğunda ise Hürriyet, okurlarına tarafsızlık ispatı yapmak adına 55 gün içinde üçüncü kez birici sayfasından Tarafsızlık Manifestosu yayınladı. Oysa tarafsızlık, bildirgeyle değil; yapılan yayınla oluyordu. Doğan'ın amiral gemisi olan gazete daha yayınlanmış bir haber için "Hürriyet'in bir linç kampanyasının hedefine konmamasını istiyoruz" diyerek yayıncılık tarihinde de tuhaf bir ilke imza attı. 

HİZMETİN MECMUASI
Hürriyet'in, Alman ortağı Axel Springer nedeniyle İsrail hakkında olumsuz haberler yayınlamadığı iddia edilirken bu iddiaya bir yenisi daha eklendi. Hürriyet'in "Tarafsız olacağız" demesine rağmen Paralel Yapı hakkında tek satır yazmaması; "Hürriyet'in misyonunda 'Paralel Yapı'nın çıkarlarını korumak ve Fethullah Gülen'le alakalı olumsuz haber yayınlamamak' maddesi mi var" sorularını akıllara getirdi. 

HATIRLARSINIZ BELKİ

Doğan'ın hatırlamakta güçlük çektiği kayıtlarda şunlar konuşuldu: 

 Hidayet Karaca: Hocam müsaadenizle bir iki husus vardı arz edebilir miyim? 
 Fethullah Gülen: Buyurun 
 HK: Bugün Aydın Bey'le yemek yedik. Selam ve hürmetleri var zat-ı alinize. 
 FG: Teşekkür ederim, sağolun. 
 HK: "Beni cemaatin yanında diye göstererek farklı bir noktaya getirmeye çalıştılar. Şu anda gerçek olarak demokratlığı Hocaefendi temsil ediyor. Bir tek Hocaefendi var. Hatta ben de artık Başbakan'ın karşısına geçmeyi düşündüm, aleyhte yazılar yazayım, ne yaparsan yap, bunla bir yere varılamıyor" dedi. Uzun uzun diğer konuları da konuştuk efendim. Çok memnun oldu. Özellikle iki tane husus zat-ı alinizin ilgilendiği konular noktasında çok memnun oldu. Akşam üzeri de damadı geldi, onunla da 1,5 saate yakın konuştuk. Onu biraz diğer taraf etkilemeye çalışıyordu. Onlardan bahsedince o da rahatlamış oldu. O da 'Hocamın ellerinden öpüyorum' dedi. 

http://www.analizmerkezi.com/aydin-doganin-gulen-orgutuyle-gizli-ittifaki-desifre-olunca-dogan-grubu-alay-konusu-o-36428h.htm
Binlerce Gülen okullarından bir tanesinde bu isim varmı?






Gömülü resim için kalıcı bağlantı