HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

12 Mart 2014 Çarşamba

F.GÜLEN MESAJIN ALINDI RAHATMISIN
BERKİN'İN DİRİSİNİDE ÖLÜSÜNÜDE KULLANANLAR
SİZ KATİLLER VATAN HAİNLERİ  .........?
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 556.20140312212756.jpg

 
 TodaysZaman provokasyon için ölen kişinin 6 sene önceki fotosunu paylaşıyor!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı 
2-002.png
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı









Gömülü resim için kalıcı bağlantı 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 





Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
ŞİMDİLİK BİLANÇO BU,ACABA YARIN BERKİN'İN ANNESİ DİĞER ANNELERİN YÜZÜNE NASIL BAKABİLECEK HEMDE BİR ÖMÜR BOYU!!!!!!
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Şehit Polisin Katili Kim?
Berkin Elvan'ın cenazesinin ardından Tunceli'deki gösteriler sırasında, bulunduğu araç taşlanınca fenalaşarak şehit olan polis memuru Ahmet Küçüktağ'ın katili kim?

Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
BURAK KARAMANOĞLU
RUHUNA FATİHA
13.03.2014
 -GAZA-VİDEO
 
GAZZE  
 
12.03.2014

Kilit Kurumlarda Paralel Alarm

Başbakanlık; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Sermaye Piyasası Kurumu (SPK) ve Merkez Bankası başta olmak üzere, ekonominin kilit kurumlarında paralel yapılanmaya ilişkin kapsamlı bir çalışma yaptı.
Kilit Kurumlarda Paralel Alarm
12 Mart 2014
Takvim'de yer alan habere göre; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunulduğu öğrenilen çalışmada, finans sektörü, sermaye piyasasının bel kemiği bu kurumlarda acilen temizliğe ihtiyaç bulunduğu mesajı verildi. SPK, BDDK ve kamu bankalarına personel alımının, Başbakanlık koordinasyonunda yürütülmesi öngörülürken; kriz çıkartmak için döviz, faiz, borsayı kullananlara yaptırımlar artırılacak. BDDK da bilgi manipülasyonuna karşı dikkatli olunmasını istedi.
HALKBANK TEMİZ ÇIKTI
Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ile BDDK, Halk Bankası'na yönelik tespitlerini Meclis KİT Komisyonu'na iletti. Halk Bankası'nda, uluslararası ve bankacılık mevzuatına aykırı işlem yapılmadığı bir kez daha belgelendi. KİT Komisyonu Raporu'nda da, bankanın İran-Türkiye arasındaki gaz ve petrol ithalatı ödemelerini başarıyla yönettiği ifade edildi.
http://www.habervaktim.com/haber/364009/kilit-kurumlarda-paralel-alarm.html

İkinci İsrail: 'Myanmar' BM'yi Takmadı

Myanmar hükümetinin araştırma komisyonu, Birleşmiş Milletler'in (BM) ocak ayında ülkenin batısındaki bir köyde Müslümanların katledildiğine ilişkin raporunun gerçeği yansıtmadığını ileri sürdü.
İkinci İsrail: 'Myanmar' BM'yi Takmadı
12 Mart 2014
Komisyonun kendisi tarafından hazırlanan başka bir raporda, Bangladeş sınırı yakınlarındaki Maungdaw kasabasına bağlı Du Chee Yar Tan köyünde olanlara ilişkin Myanmar hükümetinin başından beri iddia ettikleri yinelendi.
Myanmar Kızılhaçı'ndan Thar Hla Shwe'nin başkanlık ettiği komisyonun, söz konusu raporu bölge sakinlerinden 175 kişinin ifadelerine dayanarak hazırladığı ifade edilirken, Thar Hla Shwe, Myanmar'da düzenlenen basın toplantısında "Cesetler nerede, cesetler nereye gömüldü" diye sordu ve iddiaların asılsız olduğunu savundu.
Myanmar Devlet Başkanlığı danışmanı ve komisyon sekreteri Kyaw Yin Hlaing de köydeki olayların Budist bir polisin kaybolmasından sonra çıktığını ve ondan başka da hayatını kaybeden olmadığını söyledi.
 BM'ye göre, polisin kaybolmasının ardından güvenlik güçleri Rohingya Müslümanlarına ait evlere baskın düzenledi. Baskınlar görünüşte polisi bulma amacını taşısa da daha sonra katliama dönüştü.
"BM'ye inanırım"
Açıklamaları değerlendiren İnsan Hakları İzleme Örgütü yetkililerinden Phil Robertson, "Myanmar hükümetinin raporu ile BM'nin raporu arasında bir tercih yapmak durumunda kalsam BM'ninkine inanırım" dedi.
Roberton,yaptığı açıklamada, Myanmar hükümeti komisyonunun şeffaf ve güvenilir olmadığını söyleyerek, "İfadelerin hangi koşullar altında alındığını bilmek isterim. Mesela, acaba köylüler olanları anlatırken yanlarında güvenlik görevlileri var mıydı" dedi.
BM, ocak ayında Arakan'daki köye düzenlenen saldırıda en az 48 Müslümanın Budist çetelerce öldürüldüğüne ilişkin kanıtların bulunduğunu bildirmiş, Myanmar hükümetinden acilen ve tarafsız bir soruşturma başlatılmasını, sorumluların cezalandırılmasını talep etmişti.
AA

Boyner'den Berkin Elvan Eylemlerine Hazırlık Talimatı

Berkin Elvan'ın hayatını kaybetmesiyle Gezi ruhunu canlandırmak için sokaklara dökülenlere kapısını ilk açan Cem Boyner oldu.
Boyner'den Berkin Elvan Eylemlerine Hazırlık Talimatı
12 Mart 2014 Çarşamba 15:23
Gezi eylemleri sırasında polisin attığı gaz fişeğinin kafasına çarpmasıyla hayatını kaybeden Berkin Elvan için tüm Türkiye'de halk sokaklara döküldü. Dün akşamdan başlayan eylemciler ile polis arasındaki arbedelere Cem Boyner'den destek geldi.

'TÜM MAĞAZALARIN İNTERNET ŞİFRELERİNİ KALDIRIN'
Gezi eylemlerinde "çapulcuyum" pankartı açan ve Boyner Mağazacılık'ın sahibi Cem Boyner, bu sabah çalışanlarına gönderdiği mailde, "tüm mağazaların internet şifrelerini kaldırın" talimatı verdi.
EYLEMCİLERE SU VE İLK YARDIM MALZEMESİ YARDIMI
Cem Boyner, mağazalara sığınabilecek eylemciler için de su ve ilk yardım malzemesinin eksiksiz bulundurulmasını istedi.

BOYNER'İN MAĞAZALARINA GÖNDERDİĞİ E-POSTA
Boyner'in bu sabah tüm mağazalarına gönderdiği e-posta şöyle;
"Tüm mağazalarda müzik yayınını durdurun bu gün. Mağazalardaki müşteri etkinliklerini iptal edin.. Bugün ve yarın.. Tüm mağazların (şifreliyse) wifi şifrelerini iptal edin hemen. Vatandas istediği yerden haberleşme imkanına sahip olsun. Kritik noktalardaki magazalarinizin hassas, evi uzak noktalarda olan, fiziki acidan ilgiye ve destege ihtiyaci olabilecek personelini erkenden evine gonderin. Magazalariniza siginabilecek vatandaslara yardim icin su, ilkyardim malzemesi vs. eksiksiz bulundurun.. Bu guzel halki Allah korusun ama biz de bize duşeni eksiksiz,kimseyi ayirmadan yapacağiz. Sorusu olan once sorusunu vicdanina sorsun, gereğini yapsin, sonra isterse sirketine, merkeze sorsun. Allah utandirmasin."
http://www.habervaktim.com/haber/364037/boynerden-berkin-elvan-eylemlerine-hazirlik-talimati.html

Türkiye'ye Oynanan Derin Oyun!

ANAR Anket şirketinin Genel Müdürü İbrahim Uslu, Suriye'de ki olaylardan sonra tersine bir mühendislik yapıldığını ve Türkiye'nin 1990'lı Yıllara götürülmek istendiğini ifade etti.
Türkiye'ye Oynanan Derin Oyun!
12 Mart 2014
Obama'nın 2. Dönem gücünü kaybettiğine dikkat çeken İbrahim Uslu "11 Eylül saldırılarından sonra Neoconların İslam'a bakışı gereği ABD'nin Irak ve Afganistan işgali edildi. Neoconlara göre Müslümanlar bundan anlıyor. Obama geldiği zaman radikalizmi teşvik edildiğini belirterek bunun yerine yeni stratejiler geliştirilmesini istedi. Çünkü bu durum ABD güvenliğini daha fazla tehdit ediyordu. Yeni stratejide Müslüman ülkelerin demokratikleşmesine destek verilmesini isteye Obama, bu ülkelerdeki diktatörleri yönetimden el çektirmek için düğmeye bastı. İslam ülkelerini küresel sisteme entegre etmek isteyen ABD model olarakta Türkiye'yi seçti. Bunun neticesi Arap Baharı Tunus'ta başladı. Bu projede Tunus, Cezayir ve Fas'tan Pakistan'a kadar bir çok hedef ülke vardı. Türkiye'de ise yöneticiler dindar ılımlı İslam'ı benimsiyorlar. Öte yandan ekonomik olarak gelişmiş, iç sorunlarını çözüyor. Uluslararası saygınlığı var. O yüzden Türkiye model olarak gösteriliyordu. İsrail ise buna itiraz ediyordu. Nitekim Arap baharından sonra İsrail Türkiye'den rahatsız olmaya başladı. Mavi Marmara, Gazze İlişkileri, Mısır'da Mursi yönetimi gibi gelişmeler İsrail'i ciddi sıkıntılara soktu. Mısır'da Mübarek'in devrilmesi ve Müslüman Kardeşlerin yönetime geçmesi, İsrail'i olumsuz etkiledi. Aynı şekilde Suriye'de Esad'a karşı en güçlü olan Müslüman Kardeşlerdi. Esad gitseydi, Ürdün'de Arap Baharı başlayacaktı. İsrail'e göre Arap Baharı İsrail'in Ortadoğu'da ki egemenliğinin bitişi demekti." diye konuştu.
LİBYA'DA Kİ ABD DİPLOMATININ YAKILMASI ARAP BAHARININ SONU OLDU
ABD'de seçimleri yaklaşırken, Obama 2. Döneme güçlü girdiğini aktaran İbrahim Uslu "Neoconlar Arap baharına karşı çok ciddi bir direnç göstermeye başladı. ABD'de ki seçimler öncesi Neoconlarla iş birliği yapan İsrail, Obama yönetimini iyice sıkıştırdı ve Libya'da ki ABD'li diplomatın yakılması olayı patlak verdi. Libya'da ki bu provokasyon Arap Baharının sonudur. Seçimler öncesi Obama'nın bu olayla gücü kırıldı. Parlamentoda Obama'nın bağlı bulunduğu demokratlar çoğunluğu kaybetti. Bütçesini bile geçiremedi. Bir süre sonra Arap Baharı projesinde tersine mühendislik başladı. Suriye'ye operasyon yapılmamasının nedeni de budur. Esad gitseydi yerine Müslüman Kardeşler gelecekti. O yüzden Obama'yı operasyondan vazgeçirdiler. Mısır'da darbe oldu diktatör geri geldi. Suriye'de kimyasal silahları aldılar Esad yerinde kaldı. İç savaşta Esad güçlendi. Onbinlerce insan işkencelerle öldürülüyor. O gün bugün Suriye'ye karşı bir baskı yok. Esad istediği gibi adam öldürüyor. Bu İsrail'in de işine geldi. Rusya'nın da Avrupa'nın da ABD'li Neoconların da işine geldi. Şimdi kimse Esad'ın gitmesini istemiyor. Suriye'de masum insanlar ölüyor, Suriye parçalanıyor hiç kimsenin umurunda değil. Arap Baharı burada bitti. Türkiye'de önceden örnek ülkeydi bu seferde çıbanbaşı ülke konumuna düştü. Çünkü bölge halkı diyor ki, bizde Türkiye gibi olmak istiyoruz." diyerek sözlerini sürdürdü.
TÜRKİYE'Yİ 1990'LI YILLARA GERİ DÖNDÜRMEK İSTİYORLAR
Arap Baharı tutmayına tersine mühendislik yapanların Türkiye'yi son günlerde karıştırmak istediklerini belirten İbrahim Uslu şöyle devam etti:
"İşte o tersine mühendislik yapanlar Türkiye'yi 1990-2000 döneme döndürmek istiyorlar. 90-2000 arasında parçalı bir siyasal yapı vardı. %10 ile %20 arasında oy alan 5-6 parti. Ekonomik olarak berbat bir ülke, iç sorunları olan kimsenin gıpta etmediği, bölge sorunlarıyla ilgilenecek gücü olmayan bir ülkeydi Türkiye. Ne gidip Gazze'ye karışacak mecali var ne Mısır'a karışacak gücü var. 90-2000 arasında onbinlerce faili meçhul cinayet, yüzlerce siyasi suikast, Güneydoğu'da düşük yoğunluklu iç savaş, yaygın bir terör dalgası, istikrarsız yönetimler, borç desen fecaat, boğazımızı aşmıştı. Şimdi de bu güçlü Türkiye gitsin istiyorlar. Yerine parçalı bir parlamento gelsin istiyorlar. İstedikleri zaman istedikleri yönetimi getirmek istiyorlar. Güneydoğu meselesini alevlendirmek istiyorlar. İç barışın bozulmasını istiyorlar. Yükselen demokratik standartların rafa kalkmasını ve yeniden önüne gelene işkence yapabildiği bir dönem gelsin isteyenler var. Ak Parti yenilirse bu olacak! Ak Parti'ye yönelik bu proje uygulanmak isteniyor."
Haber7

"Türk tarihindeki en titiz casusluk operasyonunu kurdu"

Times'tan Çarpıcı Cemaat Yorumu

Türkiye'deki Cemaat - AK Parti savaşı ünlü gazete Times'e haber oldu.
Times'tan Çarpıcı Cemaat Yorumu
12 Mart 2014
Gazete Erdoğan'ın Bitlis'teki seçim mitinginde yaptığı konuşmada Gülen'e seslenerek, "İnsanların mahrem telefon görüşmelerini dinleyeceksin, kaydedeceksin, şantaj yapacaksın, insanların yatak odalarını izleyeceksin, tehdit edeceksin, sonra kendine alim diyeceksin." dediğini ifade ediyor.
Haber şöyle devam ediyor;
"Daha önce de Gülen Erdoğan'ı 'tüm bir ülkenin kalkınmasını rehin tutmakla ve 'yürütmenin hegemonyasını oluşturmakla' suçlamıştı. Takipçileri Türkiye'de polis ve yargıda derin kök salan Gülen, yolsuzluk soruşturmaları ve yolsuzluklarla ilgili telefon kayıtlarının sızdırılmasıyla ilgisi olmadığını savunuyor. Ancak çoğu gözlemci iddiaları hükümetin geçen Eylül'de Gülen hareketi tarafından işletilen okulları yasadışı hale getirme planlarını duyurmasıyla patlak veren iki eski müttefik arasındaki siyasi iç savaşın bir parçası olarak değerlendiriyor."

'En titiz casusluk operasyonu'
2010'da Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal'ın skandal bir kasetin ardından istifa ettiğini hatırlatan gazete, 2011'de genel seçimlerden kısa bir süre önce MHP'li altı yetkilinin seks kasetlerinin internete sızmasından sonra istifa ettiğini belirtiyor.
Haberde görüşlerine yer verilen Globel Source Partners Danışmanlık Uzmanı Atilla Yeşilada da Gülen hareketinin büyük olasılıkla "Türk tarihindeki en titiz casusluk operasyonunu kurduğunu" söylüyor.
http://www.habervaktim.com/haber/364007/timestan-carpici-cemaat-yorumu.html

Roni Margulies'ten Başbakan'a İdam İması

Roni Margulies, Ergenekon tahliyelerinin ardından attığı tweetlerle başbakan Erdoğan'ın idama götürüleceğini ima etti.
Roni Margulies'ten Başbakan'a İdam İması
12 Mart 2014 Çarşamba 14:12
Taraf yazarı Roni Margulies, Twitter'da Ergenekon tahliyelerine yönelik ilginç tweet'ler attı, Başbakan'ın idam edilebileceğini bile söyledi.

BAŞBAKAN'A İDAM İMASI
Margulies, demokrat olduğu için Başbakan'ın idam sehpasına götürüldüğünde üzüleceğini ancak "Allah'ın sopası yok" da demeyi ihmal etmeyeceğini duyurdu.
Twitter'da 28 bin takipçisi bulunan Margulies'in bu tweet'i kimi kullanıcılar tarafından da tepkiyle karşılandı. İşte o tweet;
roni2.jpg
http://www.habervaktim.com/haber/364026/roni-marguliesten-basbakana-idam-imasi.html

Uğur Dündar'dan Büyük Provokasyon

Sosyal paylaşım sitesi Twitter'da dün akşam tüm dünyada yaşanan teknik aksaklık provokasyon malzemesi yapıldı.
Uğur Dündar'dan Büyük Provokasyon
12 Mart 2014 Çarşamba 10:10
Arızayı, Halk TV'de son dakika geçen Uğur Dündar, Twitter'ın Başbakan Erdoğan tarafından kapatıldığını söyledi. Dündar dünya çapındaki arıza için, "Berkin Elvan eylemlerine katılanların iletişiminin engellenmesi için Twiter'a operasyon yapıldı" yorumunu yaptı.
TWITTER'IN MERKEZİ: TEKNİK BİR SORUN VAR
Twitter yönetiminden konuyla ilgili kısa bir açıklama yapıldı. Sorunun global olduğu gözlenirken, Twitter'ın merkezi, teknik bir hatanın söz konusu olduğunu, duruma müdahale edilmeye çalışıldığını, incelemelerin devam ettiğini duyurdu.

videogaleri.gif
KULLANIMA AÇILDI
Yaklaşık 40 dakika süren teknik aksaklık sonucunda Twitter yeniden kullanıma açıldı.
Yaşanan sorun nedeniyle sosyal medya üzerinde bazı kullanıcılar tarafından "Twitter kapatıldı" şeklinde kara propaganda yapılması dikkat çekti.

İŞTE O HATA SAYFASI

12-006.jpg
 http://www.habervaktim.com/haber/364002/ugur-dundardan-buyuk-provokasyon.html

F.GÜLEN'İN TAHRİK EDİCİ TAZİYE MESAJI

 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
 
Fethullah Gülen, Gezi Parkı olayları sırasında başına isabet eden gaz fişeğiyle ağır yaralanan ve 269 gün sonra dün Sabah hayatını kaybeden Berkin Elvan için taziye yayınladı.Mesajdaki ayrıntı gözlerden kaçmadı.
Gülen'den Berkin Elvan İçin Taziye Mesajı


1-003.png
2-002.png
 

Dilipak: "Başbakan Ameliyattan Çıkamayacaktı"

Yalova'da AK Parti İl Kadın Kolları tarafından düzenlenen toplantıda konuşan Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Başbakan Erdoğan'a ameliyata girdiğinde suikast yapılmak istendiği söyledi.
Dilipak: "Başbakan Ameliyattan Çıkamayacaktı"
12 Mart 2014
Yalova Raif Dinçkök Kültür Merkezi'nde AK Parti Kadın Kolları tarafından düzenlenen
'Dünün Bugünün Siyaseti' konulu toplantıya AK Parti Yalova Milletvekili Temel Coşkun, İl Başkanı Mustafa Pehlivan, Yalova Belediye Başkanı ve Başkan Adayı AK Partili Yakup Koçal ve partililer katıldı.
Toplantıda konuşan Gazeteci-Yazar Abdurrahman Dilipak, Başbakan Erdoğan'ın 20'den fazla suikast atlattığını söyledi.

Dilipak, "Tayyip Erdoğan zehirlendi. Bir balyoz bulunup arabasının camı kırıldı da can çekişirken son anda kurtarıldı. Hapishanede zehirlemek istemişlerdi. Hastanede. Ameliyata girdiğinde çıkamayacaktı ve aynı anda da MİT Müsteşarı gözaltına alınacaktı. Enjeksiyon düştü de iğneyi yapamadılar. Tayyip'i dışarı çıkarttılar da o da MİT Müsteşarıyla görüşüp, 'Sakın teslim olma' dedi. 'Kasap et derdinde koyun can derdinde' derler ya. Nasıl oyunlar oynanıyor" dedi.

THY'nin 110 ülkeye uçuş yaptığını söyleyen Dilipak, İstanbul'a yapılacak yeni havalimanı ile ilgili de konuştu.

Dilipak, "Zararına da olsa uçuyoruz. Buralarda bizim yüzyıl önce beraber olduğumuz insanlar var. Hilafet için buraya paralarını gönderen, zekâtlarını gönderen, acıkınca bizden ekmek isteyen insanlar var orada. O ülkelerdeki insanlar Türkiye'ye gelecekler, Türkiye'den ise bu ülkeye gideceksiniz. Havaalanından değil korkuları. 100 milyon insan gelecek İstanbul'a. İstanbul'dan Mekke'ye hızlı trenle gidilecek artık. Bütün Kafkaslar, bütün Balkanlar İstanbul'a gelip, bir hafta tatil yaptıktan sonra buradan hızlı trenle Şam'da inerek, Ürdün'de inerek Mekke'ye gidecekler. Bütün İslam ümmetinin gelip geçtiği bir mekân olacak burası. 3'üncü köprü sadece Türkiye için değil Avrupa'dan gelip Asya'ya geçen günlük 2 milyon trafik olacak biliyor musunuz? Hava, kara, demir ve deniz yoluyla. Sorun Recep Tayyip Erdoğan değil" diye konuştu.
http://www.habervaktim.com/haber/364028/dilipak-basbakan-ameliyattan-cikamayacakti.html

"Zekat parasıyla gazete çıkarılamaz, televizyon kanalı kurulamaz, İslam'ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz..."

Görmez'den İslam Ülkelerine Sert Zekat Uyarısı

22. Uluslararası Güncel Zekât Sorunları Sempozyumu'nda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, zekat paralarıyla ilgili İslam ülkelerine ve Müslümanlara önemli uyarılarda bulundu.
Görmez'den İslam Ülkelerine Sert Zekat Uyarısı
12 Mart 2014
"Zekat parasıyla gazete çıkarılamaz, televizyon kanalı kurulamaz, İslam'ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz..."
"ZEKAT PARASIYLA İSLAM'IN DA OLSA PROPAGANDASI YAPILAMAZ"
22. Uluslararası Güncel Zekât Sorunları Sempozyumu İstanbul'da başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Kuveyt Zekât Fonu işbirliğiyle düzenlenen sempozyumda konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez, "Zekât müessesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma veya azaltma amacını bir kenara bırakarak, zekatı kendi düşüncemizin dünya görüşümüzün güç ve çoğaltma hakkımızın bir aracı haline getirmek hem Allah'ın hududuna hem de fakir kullarının haklarına alenen tecavüzdür" dedi.
Konuşmasında zekat müessesesinin işleyişi konusunda yaşanan sıkıntılara dikkat çeken Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şunları söyledi;
"ALLAH'IN HUDUDUNA VE FAKİR KULLARIN HAKLARIN TECAVÜZDÜR"
Zekât müessesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma veya azaltma amacını bir kenara bırakarak, zekatı kendi düşüncemizin dünya görüşümüzün güç ve çoğaltma hakkımızın bir aracı haline getirmek hem Allah'ın hududuna hem de fakir kullarının haklarına alenen tecavüzdür.
Afrika'da açlıktan ölen insanların hakkıyla cami yapılmaz, zekat paralarıyla okul, köprü, han, hamam yapılmaz. Suriye'de ot kaynatarak hayatta kalmaya çalışan kadınların, çocukların hakkıyla fi sebilillah maddesine zorla tevil ederek gazete çıkarılamaz, televizyon kanalı kurulamaz, İslam'ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz. Aç komşularımızı ihmal ederek, yok sayarak öksüzleri ve yetimleri muhtaç bırakarak zekatla kendi dinimizin, vakfımızın, teşekkülümüzün gelişmesini önceleyemeyiz.
"ZEKATI SADECE BİR BAŞLIK OLARAK ELE ALMAK DOĞRU DEĞİL"
Bildiğimiz gibi zekât mali ibadet olarak tavsif edilmektedir. İslam'ın genel paradigması içerisinde zekâtı anlayabilmek için İslam'ın ekonomik düzenle ilgili hangi prensipleri vazettiğini bilmek gerekir. Bugün gerek üretim biçimi ve gerekse iktisadi nizamla klasik İslami literatürün yazıldığı dönemler arasında ciddi bir farklılık vardır. İslam toplumunun iktisadi yapısı hakkında İslam düşüncesinin altın döneminde yazılan klasik eserleri günümüz literatürüne getirememiş bulunduğumuzdan bugün İslam ülkelerinin içinde bulunduğu iktisadi bilgi ve hayat en genel olarak doğrudan doğruya, İslam medeniyetinin dinamiklerinden ziyade genellikle batıda gelişen iktisat teorilerinin bir tekrarı olmaktan ve iktisadi olayları modernitenin postulatlarıyla inceleme, yorumlama ve hayata aktarmadan öteye gitmemektedir. Bu metot ise, her şeyden önce, tamamen metafizik anlamda farklı bir hayat tasavvuru ortaya koyan, sosyal hayatı ahiret inancıyla bütünleştirmeyen ve buna göre iktisadi ve sosyal hayatı inşa etmiş bir dünyanın tecrübesinden doğmuş kavramları İslam toplumlarında uygulamaya çalışmak temel yanlışları beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla İslam'ın hayatla ilgili görüşünü bütünüyle kavramadan bugün sadece bir başlık olarak 'zekâtı' ele almak ve bugünün dünyasında zekâtla ilgili fıkıh bağlamında sorunları çözmek eksik ve yetersiz olacaktır.
"MÜSLÜMAN ASIL MÜLK SAHİBİNİ UNUTMAMALIDIR"
Tarihsel İslami toplumlarda kendine mahsus bir iktisadi sosyal hayat var olmuştur. Bu hayatın temel yapısı İslam'ın hayat tasavvurudur. Öncelikle bu dünya kalıcı ve ebedi bir hayatın yaşandığı bir mekân değildir. İslam, gerek insana, gerek eşyaya baksın, Allah'ı, insanın da, eşyanın da yaratıcısı ve yaşatıcısı olduğunu asla unutmaz. Bu anlamda Tevhid anlayışı olaylara bakışının temel paradigmasını oluşturur. Mutlak anlamda eşya da insan da O'na aittir. Mülk mutlak anlamda sadece O'nundur. Müslüman mülk edinişinde ve ona tasarruf edişinde, daima asıl mülk sahibini hatırlar ve hatırlamak zorundadır. En geniş daire Allah'ın hakkıdır. Mutlak hak O'nundur. Sonra insanın, sonra hayvanın, bitkinin ve eşyanın hakkı gelir. İslami zihinde ve algıda, bu açıdan bakılınca, bir taşın bile bir hakkı vardır ki o hakkı ne insan ne de toplum elinden alabilir. Allah bu mülkte insanı kendisine halife kılmıştır. İslam, insana bir mülkiyet hakkı tanımıştır ama bu hakkın üzerinde, Allah'ın hakkı birinci sırada gelmektedir. Mülkiyet hakkı, kullanma usul, sınır ve gayesiyle birlikte tanınmıştır. İslam, üzerine dinin uhrevi damgasını da vurduktan sonra, kişinin mülkiyet hakkını tanımıştır. İnsana en üstün şan, bu dünyada Allah'ın halifesi olmak hak ve yetkisine sahip oluşudur; bu anlamıyla yeryüzü insana emanet edilmiştir.
"ZEKATINI VERENLER BİLE GÖNÜL HUZURUYLA YATAMAZ"
Mesuliyetleriyle mükellef olan insan bu emanet düşüncesinden bağımsız değildir. İnsan, sadece kendi benliğini var etmek ve bunun için çaba ve gayret içerisinde olarak tutkularının esiri olamaz. Sınanması için insanın potansiyelinde var olan mülkiyet duygusu bizatihi bir değer değildir. Mülkiyet duygusu ahlaki kaygıları bir tarafa bırakarak bir amaç ve tutku haline gelirse bu duyguyla hareket edenleri Kur'an, Kabil ile sınanmayı kaybedenler olarak bize anlatmaktadır. İslami toplumsal hayatla ilgili genel ahlaki ilkeler bir birini tamamlar. "Komşusu açken tok yatan bizden değildir", hadisi en meşhur bilinen hadislerin başında gelmektedir. Buradaki ahlaki prensip, zekât ile ilgili fıkhî hükümlerin ötesinde çok anlamlı bir duruş vermektedir. Bugün İslam dünyasında veya başkaca dünyada açlıktan ölenlerin sayısı istatistiki rakamlar içerisinde yer alıyorsa hiçbir mümin kılı kırk yararak ve kırkta bir ölçüsüne göre zekâtını vermeyi hesaplayıp bunu ifa etmenin huzuruyla yatamaz.
"Bugün en stratejik doğal kaynakları bünyesinde barındıran İslam ülkeleri iyi bir akılla bu nimeti değerlendirmediği için maalesef birçok İslam beldesinde insanlar açlık, sefalet ve ölümle karşı karşıyadırlar..."
"İSLAM ÜLKELERİNE SERT GÖNDERME: MÜSLÜMANLAR SİZİN YÜZÜNÜZDEN BU HALDE"
İslam'ın her hükmünde olduğu gibi iktisadi hayatla ilgili görüşünde birinci prensip onun İslam dışı sistemlerden farklılığını kabul etmekse, ikinci prensipte İslam'ın bu cephesinin öbür cephelerinden, yani, inanç, ibadet, ahlak, hukuk, sosyal hayat ve genel dünya görüşü cephelerinden ayrı ve bağımsız ele alınamayacağıdır.
Bugün için göz önünde tutulması gereken diğer bir hususta İslam ülkelerinin bugünkü durum ve sistemlerine bakıp veya Müslümanların pratiklerine bakarak İslam'ın özgün iktisat sisteminin olmadığını söylemek doğru değildir. Çünkü bugün gerek Müslüman zihinler ve gerekse Müslüman toplumlar İslam'ın toplumsal ahlaki kaygılarını önceleyen bir durum içinde değillerdir. Uzun süredir modernitenin dayatmalarıyla ve aydınlanma paradigmasıyla düşünmeye mecbur edilmiş kitleler ister istemez farklı bir düşünüş biçimine yönelirler. Bizler bugün fıkhı sorunları zorunlu olarak ele almaktayız. Elbette bu bizim için önemli sorumluluktur. Ancak İslam fetvalar eşliğinde sadece günümüzü zorunlu yaşamak değildir. Bir taraftan reel halimizi her şeye rağmen İslami prensipler doğrultusunda yaşamaya gayret ederken diğer taraftan tarihsel dönemlerde olduğu gibi İslam'ı yaşanan bir medeniyet haline nasıl getireceğimizle ilgili tasavvur üzerine çaba göstermek gerekmektedir. Modernitenin getirdiği üretim biçimlerinin değişmesiyle yaşanan bugün ki sosyal hayat birçok geleneksel kalıpları değiştirmiş ve yeni bu durum karşısında Müslümanlar henüz güçlü söz söylemiş değildir. Yüz yıllardır dünyada gerek ekonomik, gerek siyasi ve gerekse bilimsel açıdan etken olmaktan uzaklaşan İslam ümmeti hep dışarıdan kendisine biçilen rollere göre hayatını idame ettirmekte tarihin yapıcı aktörü olma yerine maalesef edilgen faktörü olma halini yaşamaktadır.
Bugün en stratejik doğal kaynakları bünyesinde barındıran İslam ülkeleri iyi bir akılla bu nimeti değerlendirmediği için, egemen ülkeler bu zenginlikleri maksimum düzeyde ekonomiye dönüştürürken, maalesef birçok İslam beldesinde insanlar açlık, sefalet ve ölümle karşı karşıyadırlar.
"ZEKAT, MUHTAÇ MÜMİNLERİN DİĞERLERİNİN ÜZERİNDEKİ HAKKIDIR"
Allah yarattığı herkes için nimet vermiştir ve rızık Allah'tandır. Ancak bu nimetler bir kısım insanlar tarafından gasp edildiği ve adil bir paylaşım olmadığı için insanların bir kısmı bu rızkı elde edemediğinden açlıkla ve ölümle yüz yüze bırakılmaktadır. İslam sermaye hareketliğini gösteren ve bunun belli bir mutlu azınlığın elinde olmasını değil tabana yayılarak toplumsal bir yapının oluşmasını öngörür. Zekât bütün bu ahlaki ilkelere rağmen toplumsal katman olarak ihtiyaç sahibi konumunda bulunanların diğer müminler üzerindeki hakkıdır. Bu durum, asgari ölçüler içerisinde zekâtı vermeyenler, ihtiyaç sahiplerinin hakkına ve hukukuna uymadıklarını gösteren bir sınırdır. İslam bu hakka riayet etmeyenleri hududullaha tecavüz olarak değerlendirir. Bu sınırın dışında Kur'an müminlere kendilerine rızık olarak verilenlerden infak etmeyi ahlaki olarak tavsiye ve teşvik etmektedir. Sadece zekâtı hesap ederek toplumsal vazifeler yerine getirilmez.
"HANGİ VİCDANDAN VE HİKMETTEN BAHSEDEBİLİRSİNİZ"
Zekât olmazsa olmazdır. Ancak zekâtın yanında sadaka da, infak da, karz-ı hasen de ibadettir. İbadetin şeklinden ziyade aslolan ibadetlerdeki amacı ve anlamı idrak etmek olmalıdır. Bugün İslam dünyasında hangi mallardan nasıl ve ne şekilde zekât verileceğiyle ilgili yapılan hesapları anlatan kitaplar kadar, zekâtın hangi gaye ve maksada binaen İslam'ın emri olduğunu anlatan ve bu yönüyle Müslümanın toplumsal sorumluluklarını hatırlatan eserlerin de var olması bir o kadar önemlidir. Bugün bizim kaybettiğimiz şey bilgi değil hikmettir. Bugün bilgiye erişmek kadar kolay bir şey yoktur. Bilgiyi ansiklopedilerde ve kitaplarda bulabilir; bilgisayarlarda en güzel tasnif edebiliriz. Ancak hikmeti buralarda bulamayız, vicdanlarımızda olan kadardır. Bugün her birimizin yanı başında açlık ve sefalet içerisinde yığınlar yaşıyorsa yaşamın koşullarına dayanamayıp cinnetler karşısında ölümler yaşanıyorsa ve bizler buna seyirci kalıyorsak hangi vicdandan ve hikmetten bahsedebiliriz. Bu durumlar yaşanırken ciltler dolusu zekât hesaplamalarını anlatan kitapların var olması ne anlam ifade edebilir. Üzülerek belirtmek isterim ki, dünyevileşmenin geçici büyüsüne kapılarak İslam'ın toplumsal ahlaki kaygılarından bağımsız bireysel zenginleşmenin getirdiği yozlaşma bugünün Müslümanları için yeni bir durumdur.
Bu hal içerisinde hiçbir ahlaki kaygıya riayet etmeksizin kazanılan serveti yüzde iki buçuk hesaplamayla verilecek zekâtla temizleneceğini düşünmek İslami bir zihnin ürünü olamaz. Müslüman her şeyiyle helal ve temiz olana riayet etmelidir; helal olan kazancından zekât vermeli, infak etmelidir. Zekât malın haramlardan temizlenmesi değil, müminlerin mallarındaki başkaca müminlerin hakkının verilmesidir.
"İSLAM DÜNYASININ ZİHNİYET DEVRİMİNE İHTİYACI VAR"
Elbette her türlü çaba önemlidir. İslam medeniyetinin inkişafı bilgiyle ve toplumsal hukukun var olması ve adaletin yaygınlaşmasıyla mümkün olmuştur. Yapılan tüm çabalarımız yeniden bu medeniyetin yeryüzünün tüm mazlum ve mağdur insanları için bir umut olmasına yönelik olmalıdır. Bugün biz Müslümanlar olarak önce kendi nefsimizden başlamak üzere zihnimizi, mala mülke, servete ve paraya bakışımızı değiştirmeli ve her türlü arınmalı yapmalıyız. Bu arınmayla birlikte toplumsal değişimin nasıl olacağı sünnetullahın bir gereğidir.
Bugün İslam dünyası her şeyden önce bir zihniyet devrimine ihtiyaç duymaktadır. İbadeti bir bütün halinde görmeyen, kendi içinde hayatı parçalayarak departmanlara bölen zihniyetin var ettiği toplumdan, her şeyi kuşatacak şekilde ahlaki prensiplere uygun hareket eden bir toplumsal yapı meydana gelmez. Bugün birçok şey güç ve servet tutkusu için istismar edildiği gibi İslami birçok kavramda bilerek veya bilmeden istismar edilebilmektedir. Fakirin hakkı olan zekât müessesesi iktisadi teşekküller haline dönüşebilmektedir. Maalesef üzülerek belirtmek isterim ki, dini vecibe olarak yapılan mali ibadetlere yönelik hizmet yapma vadiyle ortaya çıkan bir kısım kuruluşlar, kolayca istismara kapı aralayacak hale bürünmektedirler. Klasik dönemlerde kamusal ahlaki denetimler mahallinde kolayca yapılırken bugün, modern hayatın getirdiği karmaşa ve kargaşa içerisinde gönüllülük esasına göre hareket eden yapılarda kamusal denetim gereğince yapılamamaktadır. Özellikle dini vecibeler kapsamında olan mali ibadetlerle ilgili yani zekât, sadaka, kurban, infak vb yardımların toplanma ve harcanma usulleriyle ilgili kamu adına dini hassasiyetlere uygun bir denetim mekanizması kurulmalıdır.
"ZEKAT PARASIYLA GAZETE ÇIKARILAMAZ"
Zekat müessesesinin temellerini değiştirerek fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldırma ve azaltma amacını bir tarafa bırakarak zekatı kendi düşüncemizin, dünya görüşümüzün, güç ve çoğaltma tutkumuzun bir aracı haline getirmek hem Allah'ın hududuna hem de fakir kullarının hukukuna alenen tecavüzdür. Buna göre Afrika'da açlıktan ölen insanların hakkıyla cami yapılmaz. Zekat paralarıyla okul, köprü, han, hamam yapılamaz. Suriye'de ot kaynatarak hayatta kalmaya çalışan kadınların, çocukların hakkıyla fi sebilillah maddesine zorlama teviller sokarak gazete çıkarılamaz. TV kanalları kurulamaz. İslâm'ın da olsa reklamı, propagandası yapılamaz. Aç komşularımızı ihmal ederek yok sayarak öksüzleri ve yetimleri muhtaç bırakarak zekatla kendi derneğimizin, vakfımızın, teşekkülümüzün gelişmesini önceleyemeyiz.
Toplantımızın hayırlara vesile olmasını yüce Allah'tan diliyorum. Dün kaybettiğimiz Berkin Elvan kardeşimize de Allah'tan rahmet diliyorum. Allah bu ülkede barışı ve huzuru içimizden eksik etmesin.
http://www.habervaktim.com/haber/364024/gormezden-islam-ulkelerine-sert-zekat-uyarisi.html

Çark Zaman'ı

17 ve 25 Aralık komploları ile birlikte 'dönüşüm' sürecine giren Zaman gazetesi, aynı tavrını Berkin Elvan'ın ölümü konusunda da sürdürdü.
Çark Zaman'ı
12 Mart 2014
Gezi olayları esnasında yaralanan Berkin Elvan'ın dün yaşamını yitirmesini fırsat bilen çapulcular, yurt çapında yaptıkları eylemlerle sokakları savaş alanına çevirmeye kalkıştı. Hükümete karşı bulduğu her kozu değerlendirme çabasına giren Gülen grubunun amiral gemisi Zaman ise 4 ay önceki yayınlarını unutarak Elvan'ın ölümü üzerinden rant devşirmeye kalkıştı.
BU NE HIZ?
Berkin'in yaralandığı süreçte konu ile ilgili hiçbir haber yapmayan Zaman gazetesi, 16 Kasım 2013 tarihinde ise "Berkin Elvan'ı bahane edip, Okmeydanı'nı savaş alanına çevirdiler" başlığı ile haber yayınlamıştı. Aynı haberde polise taşla saldıran grubun korsan gösteri yaptığını belirten Zaman gazetesi, dün ise Berkin Elvan'ı bahane ederek sokaklara dökülen provokatörleri haklı, olaylara müdahele eden polisi haksız gösteren bir haber kaleme aldı.
İşte Zaman gazetesinin "kısa sürede çark" söylemine örnek teşkil eden o iki haberi;
1-003.png
2-002.png
Yeni Akit
 
Böyle zamanlarda Hükümet neden susar?
 
Celal Kazdağlı
 
Celal Kazdağlı

Tam 12 yıl önceydi.
O anı hiç unutmuyorum.
Yağışlı bir kış günüydü.
Diyarbakır Havaalanı’nda bir uçak kazası olmuştu.
Olayın kaza mı, bir terör saldırısı mı olduğu henüz net değildi.
Başbakanlık koltuğunda Abdullah Gül vardı. Recep Tayyip Erdoğan yasaklı olduğu için henüz milletvekili değildi.
Herkes büyük bir telaş içinde ne olup bittiğini anlamak için merakla bekliyordu.
Başbakan, İçişleri Bakanı ve Ulaştırma Bakanı’ndan herhangi bir açıklama gelmedi.
Bir astsubay çıkıp teknik bir açıklama yaptı. 5-6 saat bütün Türkiye ve dünya o açıklama ile yetindi.
Olay bütün boyutları ile ortaya çıktıktan sonra Hükümet beklenen açıklamayı yaptı.
Gezi olaylarında benzeri olmuş; Devlet ve Siyaset bir hafta susmuştu.
Yine aynı durumu yaşıyoruz.

İstanbul’un Valisi Neden Konuşmuyor?
Berkin 269 gün direndikten sonra öldü.
Gezi olayları sırasında patlatılan gaz kapsülünün kafasına çarpması sonucu yaralanmıştı.
Ailesi ekmek almak için evden çıkan çocuklarının nasıl yaralandığını 268 gün öğrenemedi.
Berkin’in ölümünün toplumsal bir gösteriye dönüşeceği olaylara biraz dikkatli bakan herkes tarafından bekleniyordu.
Ölüm haberi sabah 07.00’de geldi.
O an itibari ile Türkiye hareketlenmeye başladı.
Önce hastane önünde toplanıldı. Sonra Üniversite Kolektifleri boykot ve gösteri kararı aldı.
Başta İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Mersin olmak üzere pek çok ilde gösteriler başladı.Gece yarılarına kadar süren eylemler hayatın normal akışını durdurdu.
Siyasiler üzüntülerini belirtmekle yetindiler.

Pek çok olay yaşandı İstanbul Valisi çıkıp bir açıklama yapmadı. Şehirde ne olup bittiği hakkında bilgi vermesi gerekmiyor muydu?

Göstericilerin güvenliği için bir güzergah belirlenmesi, protestocularla görüşüp eylemlerin yıkıcı bir mahiyet kazanmadan barışçıl bir şekilde sürmesi için yürütülen bir çalışma olup olmadığı bilgisi neden verilmez?

Seçim dönemindeyiz. Polis göstericilere su sıkıyor, göz yaşartıcı gaz kullanıyor. Şehrin Belediye Başkanı çıkıp neden iki laf etmez?

Gezi’ye Dönüşme İhtimali
Türkiye olağanüstü bir dönemden geçiyor.
Bir yanda paralel yapıya karşı yürütülen mücadele var. Öbür tarafta hapishaneler boşalıyor. Bir tür fiili af yaşıyoruz.

Seçimin getirdiği bir de gergin ortam var.
Trabzon Fenerbahçe maçı bile toplumsal bir olaya dönüşme potansiyeline sahip.

Sokak sadece Devlet Bahçeli’nin uyarıları ile sakin olsaydı mesele yoktu. Bahçeli üzerine düşeni yaptı ve ülkücüleri sokaktan uzak tuttu.

Böylesi durumlarda sakin bir sese, topluma olup biteni anlatacak bir siyasi figüre ihtiyaç var.
Sadece Abdullah Gül’ün üzüntülerini ifade eden açıklaması yetmiyor.
Sosyal medya “yeni bir eylem türü gelişiyor” diye haber veriyor.
Belli ki ikinci bir Gezi uzak ihtimal değil.
Böylesi durumda mesela İçişleri Bakanı konuşsa, cenaze töreni için aileye yardımcı olsa... Hatta cenazeye katılsa...
Olmaz mı?
Aradan 12 yıl geçti.
Bazı şeylerin değişmiş olması gerekirdi.
http://www.haber10.com/makale/38763/#.UyCn3lo5nDc
Gülen hareketi Frankestein sendromu yaşıyor
 
Fahrettin Altun
Fahrettin Altun
 
17 Aralık operasyonunun ardından toplumda Fetullah Gülen Cemaati'nin değişen algısını İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr Fahrettin Altun değerlendirdi.

Türkiye'de filizlenip dünyanın dört bir yanına serpilen Cemaat'in imajı ''barışçı İslam'' idi. Fakat kendi ülkesinde devletin kurumlarına sızarak elde ettikleri gücü ve istihbarat bilgilerini şantaj olarak kullanıp hükümeti düşürmeye çalışmalarından sonra Türkiye'de ve dünyadaki imajları tam tersine döndü. Barışcı İslam tanımlaması yerine siyasete müdahale eden, hükümet devirmeyi amaçlayan, istihbaratçı bir örgüt olarak anılmaya başlandı. Hepsinden önemlisi okullarının olduğu ülkelerde kendileri hakkında çok ciddi şüpheler oluştu ve 'nasıl bu kadar radikalleştiler?' soruları soruluyor.
Cemaatin imajı 17 Aralık operasyonu ile tamamen değişti ve insanlar bu örgütten çekinmeye başladılar. İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr Fahrettin Altun, Gülen Hareketi'nin 17 Aralık sonrası değişen ve bozulan algısını Sabah.com.tr'ye değerlendirdi.

17 Aralık operasyonuyla birlikte Fetullah Gülen cemaati tartışma konusu oldu. Aslında tartışmanın nedeni operasyonların nedeni olarak da gözüktü. Bir STK olarak görünen cemaatin böyle operasyonlarla anılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

En hafif tarbirle tatsız olarak değerlendiriyorum. Cumhuriyetin kuruluşundan 2000'li yıllara kadar devlet, toplumun, sivil toplumun gerisinde kalmıştır. Güvenlikleştirici bir aygıt olarak hareket etmiştir devlet. Bunun karşısında özgürlük alanını açan temel güç ise sivil toplum olmuştur. Yani, özgürlükleri kısıtlayan, otoriter özellikleriyle öne çıkan bir devlet ve onun karşısında barışçıl araçları kullanarak örgütlenen bir sivil toplum. Aslında bakmayın, biz buna şimdilerde sivil toplum diyoruz. Bu sivil toplum dediğimiz kavramın sosyal alandaki karşılığını daha ziyade dini cemaatler oluşturmuştur. Bu cemaatlerin temel derdi, birey ve toplumların ahlaki açıdan arınmalarına katkıda bulunmak, sosyal yardımlaşma ağları oluşturmak oldu. Kelimenin tam anlamıyla sivil içerikli, hayır faaliyetlerde bulunmak. Bir tür hizmet faaliyeti.

Devlet zaman zaman bu faaliyetleri engellemeye çalıştı, değil mi?
Elbette. Bizim bugün Türkiye siyasi hayatının karanlık geçmişinden bahsetmemizin en önemli nedenlerinden biri budur. Devlet, sivil alanı baskılamaya çalışmıştır yıllar yılı. Göz açtırmamıştır tabiri caizse. Ya da şöyle söylemek lazım, göz açtırmamaya çalışmıştır. Fakat devletin disiplin yöntemleriyle sosyal hareketleri baskılamak kolay değildir. Bir de bakın, bahsettiğim toplumsal zeminin güçlü bir tarihsel geçmişi vardır. Sadece klasik dönem Osmanlı toplumundan bahsetmiyorum. Osmanlı modernleşme döneminde dahi bu sosyal alan dini cemaatlere açıktır. Osmanlı modernleşmesi, malum bir merkezileşme talebi olmakla birlikte elitlerle sınırlı bir süreçtir. Cumhuriyet bu anlamda bir Batılaşma sürecini halkın terbiye aracına dönüştürmüştür.

Cumhuriyetle birlikte tam bir kopuş yaşandı!
Cumhuriyet Osmanlı'dan ideolojik bir kopuş yaşamıştır doğru. Ama rejim değişimine rağmen, kültürel bir kopuş yaşanmamıştır. Bu zemine baktığımızda, ulus-devlet öncesinde kendi konvansiyonları, iletişim ağları, denetim mekanizmaları olan dini cemaatleri görüyoruz. Toplumsal alanın, gündelik hayatın her alanında varlık gösteren cemaatler bunlar. Kemalist rejimin uyguladığı müstebit politikalarla, tekke ve zaviyelerin kapatılması vb. politikalarla baskılanmaya çalışılmışlarsa da ayakta kalabilmişler, "hizmet faaliyeti"nde bulunabilmişlerdir.

CEMAAT SİYASİ MÜCADELE YAPIYOR
Bugün AK Parti iktidarında ne değişti? Bugün sivil toplumla devletin çatışmasından bahsedenler var. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreci?
Doğrusunu isterseniz karşı karşıya kaldığımız gerilim ya da çatışmayı sivil toplum – devlet (yahut hükümet) çatışması olarak görmüyorum. Ortada net bir biçimde iktidar mücadelesi var. İktidar mücadelesinden kastım, iki eşit ve meşru aktörün siyasal alanda iktidarı bölüşmek yahut ele geçirmek için mücadele etmeleri değil. Bir tarafta meşru bir siyasal iktidar var. Devlet derken kendisine referansta bulunulan bu siyasi iktidar. Ve böyle olduğu için de ben hayatımda ilk kez, devletten yana tavır koyuyorum. Diğer tarafta ise, gayrı meşru araçları kullanarak meşru siyasal iktidarın iktidarını gaspetmeye çalışan bir güç var. Yani mesele, açıkça iktidarı arzulayan bir gücün "şimdi zamanıdır" diyerek bir hükümeti düşürme operasyonuna girişmesidir.

"SAİD NURSİ'NİN KİTAPLARINI DEVLET YAYIMLIYOR CEMAATİN UMURUNDA DEĞİL"
Bu durum, devletin gadrine yıllarca muhatap olmuş bir cemaat için meşru görülemez mi?
Devlet değiştikten, küçüldükten sonra bunun akla gelmesi kuşku uyandırıcı değil mi? Ülkenin ekonomik büyümesini, refah artışını, AK Parti'nin uyguladığı "hizmet siyaseti"ni geçtik. Allah aşkına Kürt meselesini çözme cesareti gösteren, bu noktada güçlü adımlar atan, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana karşımızda duran din-devlet gerilimini rehabilite eden bir hükümet iktidardayken bu faaliyetlerin yapılması akıl karı değil. Bu Türkiye tarihinde bir ilktir. Bakın, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerini basmaya başladığı bir dönemdeyiz. Bu sembolik kazanım, Gülen hareketinin umurunda değil.

"CEMAATİN 17 ARALIK OPERASYONU DİNDARLARI ZAN ALTINDA BIRAKMIŞTIR"
Siz, çeşitli yazılarınızda bu çatışmanın Gülen hareketine yaratacağı toplumsal maliyetlerden bahsediyorsunuz.
Evet, bu sürecin Gülen hareketine yaratacağı maliyetler çok büyük. Karşımızda nihayetinde toplumsal bir yapı var. Bu yapıyı oluşturan farklı düzey ve tabakalardan aktörler var. Bu sürecin bu aktörlerde yarattığı ve yaratacağı travma, hareketin ulusal ve uluslararası düzlemlerde yaşadığı algı kaybı vs. Bütün bunlar büyük maliyetler. Ama bakın bu sürecin maliyeti sadece Gülen hareketi ile sınırlı değil. Bu süreç Türkiye'nin toplumsal barışını zedelemiştir. Dahası, uzun mücadele ve uğraşlarla belirli bir noktaya gelen din-devlet ilişkilerinin yeniden güvenlikleştirilme riski ortaya çıkmıştır. Türkiye'deki ve dünyadaki İslamofobikler, "bakın gördünüz mü, bu dinciler böyle" demeye başlamışlardır. Ülkedeki radikal laikler, Cumhuriyetin katı laiklik politikalarının niçin haklı olduğunu, neden dinin sadece bireysel alanla sınırlandırılması gerektiğini vurgulamaya başlamışlardır. Hayır, yıllar yılı "dini siyasete alet etmek"ten şikayet eden laik elitlerle aynı noktaya gelip, "evet bunlar dini gerçekten de siyasete alet ediyorlar" demek canımı sıkıyor. Açıkçası bu süreçte, bütün dindarlar zan altında kalmıştır. Gerçek manada toplumsal hizmeti esas alan dini hareketlerin varlık alanı daraltılmıştır. 17 Aralık, 25 Aralık operasyonları sadece siyasi maliyet üretmemiş, kültürel maliyetler de üretmiştir.

"CEMAAT ARTIK SİYASAL BİR HAREKETTİR"
Peki siz biraz önce "devletin disiplin yöntemleriyle sosyal hareketleri baskılamak kolay değil" dediniz. Aynı şey Gülen hareketi için de söylenemez mi?
Bakın, bu saatten sonra Gülen Hareketini bir toplumsal hareket olarak niteleme imkanımız yok. Bir siyasal harekettir Gülen Hareketi. Elbette bunda kriminalize edilecek bir şey yok. Ancak, sorun bir toplumsal hareket, bir cemaat olduğunu dahi yıllar yılı kabul etmeyip, gizlice bürokraside örgütlenip daha sonra bu örgütlenmenin imkanlarını kullanarak gayrı meşru bir siyasal kalkışmaya girişmesidir.

"KASET SİYASETİ YAPIYORLAR"
Gülen hareketi toplumsal beslenme kaynaklarını kısa vadede kaybetmiş, uzun vadede ise ciddi şekilde fakirleştirmiştir. Doğal toplumsal ve kültürel akışlardan beslenen toplumsal hareketleri yukarıdan aşağıya mühendislik projeleriyle baskılayamazsınız. Fakat bu durum, gizli kapalı bir istihbarat örgütü gibi algılanan bir yapı için söylenemez. Bakın, böyledir demiyorum. Gülen hareketinin medya yüzlerinin medyadaki performanslarına, hareketin önde gelen isimlerinin beyanlarına birtakım isnadlara binaen söylüyorum. Doğrusunu, yanlışını ben bilmem. Ben sosyologum. Toplumsal ve siyasal aktörlerin beyanları, sosyal alandaki performansları ve oluşan algılar üzerinden analiz yaparım. Bu yönüyle baktığımda "kaset siyaseti"ne bel bağlamış, "kapalı bir liderlik" yapısı olan bir yapı görünümünde.

Gülen hareketi ile ilgili değerlendirirsek, bugüne kadar daha öncesine gidersek 7 Şubat krizinden önce dindar, mütedeyyin, liberal, dünyaya açık, hümanist hatta liberal İslam gibi Türkiye'de ve dünyada böyle bir algı oluşturulmuştu. "Bunlar Terör=İslamcılardan değildir" diye böyle bir algı oluşturuldu. Kendileri bunla ilgili propaganda yaptılar. Peki, 7 Şubat ve 17 Aralık operasyonundan sonra dünyada Fetullah Gülen örgütü için aldı nasıl değişti?

''GÜLENCİLER NASIL BU KADAR RADİKALLEŞTİ''?
Bu algı da değişti tabii. Katıldığımız uluslararası toplantılarda bize yöneltilen en popüler sorulardan bir soru Gülen hareketinin nasıl bu denli radikalleşip, sertleşebildiği yönünde. Zira, kendisini küresel bazda bir barış hareketi, barış elçisi gibi tanıtıp, ılımlı İslam'ın temsilcisi olarak yansıtan bir hareketin bu denli sert bir biçimde iktidar oyununa girmesi merakları celbediyor. Bu sadece merakla da kalmıyor elbette. Küresel networkleri olan bir hareketin, kendi ülkesinde "illegal yapılanma", "parelel devlet" vb. sevimsiz kavramlarla anılması, söz konusu networklere zarar verecek bir durumdur. Kendi ülkesinde meşruiyet krizi yaşayan bir hareketin uluslararasılaşmasından bahsetmek, halen ulus-devlet temelli yürüyen küreselleşme ortamında hiç de gerçekçi olmayan bir hayal. Aslında hayaller iyidir. Bu, hayalin ötesinde bir propaganda unsuru.

Şunu söyleyebilir miyiz? Fetullah Gülen Hareketi bu kadar dünyaya bunu anlatırken kendisine sadece hizmete dönük bir operasyon yürüttüklerini düşünürlerken sonra ortaya çıkan konuşmalar, tartışmalar, ses kayıtları aslında müthiş bir hiyerarşik örgütlenmeden, istihbarattan, ekonomiden, bankadan ve medyadan oluşan büyük bir yapıyı denetleyen kontrol eden bir yapıya dönüşmüş oluyor. Dini alandan daha çok seküler denetleyen, kontrol eden bir yapıya dönüşmüş oluyor. Yani dini alandan daha çok dünyevi, seküler, iş dünyası, istihbarat gibi konuları ele alabilecek bir lidere mi dönüştü?

FRANKESTEiN SENDROMU
Bir dini hareketin sadece "dini alan"la, "uhrevi işler"le uğraşmasını beklemek doğru değil. Hele ki İslami orijini olan bir hareketten bahsediyorsak. Dünyevi alanda da örgütlenebilir. Ama buradaki temel mesele referansları ve bunu açık bir biçimde yapıp yapmadığı. Nihayetinde içinde yaşadığımız dönemde meşru siyaset demokratik bir siyaset alanında yapılıyor. Ve bunun birtakım gereklilikleri var. Bir de Gülen Cemaati, bir din aliminin dini otoritesi etrafında birleşmiş bir hareket değil. Etki etmeyi temel almış bir hareket. Bu etki de gündelik siyasete ve ekonomik akışlara ilişkin bir müdahale mahiyetinde. Söz konusu etkinin şiddeti ve gücü harekete tam anlamıyla bir Frankestein sendromu yaşattı. (Sabah)