HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

9 Mart 2014 Pazar

Muhsin Yazıcıoğlu ölümü ile ilgili şok belgeler ortaya çıktı

Muhsin Yazıcıoğlu ölümü ile ilgili şok belgeler ortaya çıktı / SON.TV'nin güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili Paralel Yapı'nın büyük bir kumpas kurduğu ortaya çıktı.8 Mart 2014
Paralel yapının Yazıcıoğlu suikasti ile ilgili eski Ankara İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir'e kurduğu kumpasın belgesinin ortaya çıkmasından sonra SON.TV'den Ömer Adıyaman, soruşturma ile ilgili önemli belgelere ulaştı. Bu belgelere göre, 'Paralel Yapı'nın Yazıcıoğlu suikasti ile ilgili DDK raporunda ifade değişikliğine gittiği görülüyor. Öte yandan ortaya çıkan bilgi notlarında kazadan sonra Muhsin Yazıcıoğlu'nun yaralı olduğu bilgisine de yer veriliyor.

SEÇİM ÖNCESİNDE ERDOĞAN'A KUMPAS

SON.TV'nin güvenilir kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili Paralel Yapı'nın büyük bir kumpas kurduğu ortaya çıktı. Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili Paralel Kumpas kuran Paralel Yapı, Seçim öncesinde Yazıcıoğlu'nun kaza olayını Başbakan Erdoğan'a montaj kaset ve ses kayıtları ile bağlama yönündeki operasyonu ise adım adım uygulanıyor.

MUSTAFA DESTİCİ KULLANILIYOR İDDİASI

BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin Paralel Yapı tarafından kullanılması ise bu ölümün perde arkasının ortaya çıkmasını gölgeliyor. Muhsin Yazıcıoğlu ölümü ile ilgili özellikle Paralel Yapı'ya ait yayınlarda açıklamalar yapan Destici'nin, Yazıcıoğlu soruşturmasının ifşaa edilmemesinde önemli bir isim olarak Paralel Yapı tarafından kullanılıyor. Muş Emniyet Müdürü iken görevden alınan Muharrem Durmaz'ın ortaya çıkan mektubunda ise Paralel Yapı'nın planının nasıl işlendiği de gözler önüne seriliyor. Destici'nin ve BBP içerisinde örgütlenen Paralel Yapı'nın ise bu alanda faaliyet gösterdiği iddia ediliyor.

YAZICOĞLU KAZASI PLANI

SON.TV'nin ulaştığı belgeler, daha önce Muş Emniyet Müdürü iken görevden alınan Muharrem Durmaz'ın isminin olduğu belgeyi de doğruluyor. Paralel Yapı'nın Muhsin Yazıcıoğlu suikasti ile ilgili Ankara İl Emniyet Müdürü Özdemir'e kurulan kumpas senaryosununda an be an işleme konulduğu görülüyor. Daha önce Muş Emniyet Müdürü iken görevden alınan Muharrem Durmaz'ın ortaya çıkan mektubunda, Özdemir aleyhine tanıklık yapma planını şöyle ifşa etmişti: "Kayseri'ye donanımlı bir ekip gönderdim. Orada bağlantı kuracağımız bir isim verirseniz Orhan Özdemir'le ilgili aleyhte tanıklık yapabilecek şahısları tespit edip rapor haline getirmeyi düşünüyoruz. Daha sonra bu raporu bir ihbar mektubuyla devletin her kademesine gönderme düşüncemiz var. Orhan Özdemir'le ilgili daire mutemetlerimizle görüştük. Orhan Özdemir'in mal beyanı, soruşturma dosyaları aldığı cezalar gibi doneleri toplatıyorum. İhbar mektubumuzda bunlarda ayrıntılı bahsedip eklerine belgede koyup ihbarın inandırıcı olmasının sağlamak istiyoruz. Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düşmesi olayı ile ilgili illerin istihbarat şube müdürlerine baskı yapıp Orhan Özdemir hakkında aleyhte ifade vermeye ikna ettik."

BU BELGE ADIM ADIM UYGULANIYOR

Ortaya çıkan kumpas belgesinin adım adım uygulamaya konulduğu DDK raporlarında da görülüyor. Muhsin Yazıcıoğlu suikasti ile ilgili ifade verenler emir komuta zinciri içerisinde nasıl ifade değiştirdiklerini DDK raporunda sabitleniyor. DDK raporunda ifade değiştirme olayının arkasında da paralel yapının olduğu kaydediliyor. Ortaya çıkan bilgi notları ise bu soruşturmanın Paralel Yapı tarafından nasıl değiştirildiğini de gözler önüne seriyor. Bilgi notlarında kazadan sonra Muhsin Yazıcıoğlu'nun yaralı olduğu bilgisine yer veriliyor.

BİLGİ NOTUNDA MUHSİN YAZICIOĞLU SAĞ VE SADECE AYAĞI KIRIK

İşte Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili hiçbir yerde yayımlanmamış bilgi notlarında Muhsin Yazıcıoğlu'nun yaralı olduğu bilgisi yer alıyor. Ancak her iki bilgi notunda ise çelişkiler yumağı var


İşte Muş Emniyet Müdürü iken görevden alınan Muharrem Durmaz'ın Yazıcıoğlu kazasında ortaya çıkardığı Paralel Kumpas'ın belgesi

YARIN: DDK RAPORLARINDA İFADELER NASIL DEĞİŞTİRİLDİ?

Muhsin Yazıcıoğlu kazasında bilgi notları Paralel İstihbaratçılardan! İşte belgesi

 

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ölümü ile ilgili ortaya çıkan belgeler soruşturmanın Paralel Yapı ile ilişkisini birbir deşifre ediyor.

8 Mart 2014
Muhsin Yazıcıoğlu kazasında bilgi notları Paralel İstihbaratçılardan! İşte belgesi / BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının  ölümü ile ilgili ortaya çıkan belgeler soruşturmanın Paralel Yapı ile ilişkisini birbir deşifre ediyor.


PARALEL İSTİHBARATÇI İZİ

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ölümü ile ilgili ortaya çıkan belgeler soruşturmanın Paralel Yapı ile ilişkisini birbir deşifre ediyor. Dönemin Kayseri İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir'e Paralel Yapı'nın gerçekleştirdiği kumpas mektubundan sonra DDK raporları ve Özdemir'in Paralel Yapı tarafından tasfiye edilmesi girişimi SON.TV'den Ömer Adıyaman'ın ulaştığı raporlara yansıyor. Emniyet İstihbarat personellerinin eş zamanlı olarak gönderdiği iki bilgi notu kazada Paralel Yapı'nın izini de güçlendiriyor.

DÖNEMİN İL EMNİYET MÜDÜRÜNE KUMPAS, GÖRGÜ TANIKLARINA TEHDİT

Belgelere göre, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili Mülkiye Müfettişleri'ne ve ilgili kurumlara Emniyet İstihbarat'a çalışan Paralel Yapı elemanları tarafından önceki ifadeler değiştiriliyor. Konunun üzerine giden dönemin Kayseri İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir'e ise kumpas girişimi yapılıyor. Paralel Emniyet İstihbarat'a çalışan personellerin kaza ile ilgili değiştirdiği ifadeler son anda Devlet Denetleme Kurulu Müfettişleri'nin özverili çalışmaları sonucunda rapora yansıtılmıyor. Kaza ile ilgili konuşacak olan birçok kişiyi Özel Yetkili Savcı'larla tehdit ettiği iddia edilen Paralel Yapı elemanları dönemin İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir'i de görevden almak için girişimde bulunuyor. Ancak dosyayı objektif inceleyen DDK, bu kumpası ortaya çıkarıp, Paralel Emniyet İstihbarat elemanları tarafından değiştirilen ifadeleri dosyaya eklemiyor.

GÖRÜŞME TRAFİĞİNİ KAYDA ALAN PARALEL YAPI ERDOĞAN'A KUMPAS PEŞİNDE

Öte yandan Güvenilir kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, önümüzdeki günlerde Paralel Yapı'nın Muhsin Yazıcıoğlu kazası ile ilgili izleri silmek için girişimde bulunduğu kaydediliyor. Kahramanmaraş İl Emniyet Müdürlüğü'ndeki arşivi silmek için girişimde bulunan Paralel Yapı elemanları suç üstü yakalanmıştı. Ayrıca kaza esnasında ilgili birimlerden bilgi alan Başbakan Erdoğan'ın görüşmelerini kayda alan Paralel Yapı, bu kayıtları montaj sistemi ile farklı bir içerikte hazırladıkları, söz konusu kaza ile ilgili bir operasyon girişiminde bulunacakları iddia ediliyor.

Muhsin Yazıcıoğlu kazasında o dönem görevli olan Paralel Emniyet İstihbarat ekiplerinin dönemin İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir'e kurduğu kumpasın belgelerini ilk kez SON.TV yayımlıyor. İşte o belgeler:

 
Emniyet Genel Müdürlüğü'nde 'Paralel Ajanlık Üssü' iddiası
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kurum olarak üye olduğu IPA Türkiye'nin Paralel Yapı'nın kontrolünde olduğu ortaya çıktı.

Emniyet Genel Müdürlüğü'nde  'Paralel Ajanlık Üssü' iddiası / Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kurum olarak üye olduğu IPA Türkiye'nin Paralel Yapı'nın kontrolünde olduğu ortaya çıktı.9 Mart 2014
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kurum olarak üye olduğu IPA Türkiye'nin Paralel Yapı'nın kontrolünde olduğu ortaya çıktı. Anasaya aykırı olarak Emniyet Personellerini de üye olarak alan kuruluşun Paralel Yapı'nın Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki üssü olduğu kaydediliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Uluslararası Polis Birliği olan IPA'ya kurum olarak üye olmasının Anayasal temeli olduğu ancak personelin üye olmasının ise anayasaya aykırı olduğu ortaya çıktı. Türkiye'de Paralel Yapı'nın kontrolünde olan ve kurucusu İngiliz Komiseri Arthur Troop'un olduğu IPA'nın dünya genelinde sadece Türkiye'de böyle bir yapılanma içerisinde olduğu kaydedliliyor.

KURUMUN ÜYE OLMASI HUKUKİ AMA..

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Uluslararası Polis Birliği’ne üye olması, 10.08.1994 tarih ve 94/5965 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’na istinaden gerçekleşiyor. Anayasa'daki 3335 sayılı “Uluslararası Nitelikteki Teşekküllerin Kurulması Hakkında Kanun”un ikinci maddesine göre bu tür birlikler dernekler kanuna tabii olarak değerlendiriliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kurum olarak bu birliğe üye olmasında anayasadaki kanunlar çerçevesinde bir sorun bulunmuyor. Ancak, söz konusu kuruluşa Emniyet Genel Müdürülğü'nden personellerin istihdam edilmesi ve personelin üye olması ise Anayasa'daki kanuna aykırı görülüyor.

ANAYASA'YA AYKIRI KADROLAŞMA

SON.TV'den Ömer Adıyaman'ın güvenilir kaynaklardan edindiği bilgilere ve belgelere göre, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün üye olduğu IPA'nın personel istihdam etmesi ve üye alması anayasaya aykırı olarak görülüyor.
Konu ile ilgili Anayasa'da yer alan 3201 sayılı kanunun EK-11 maddesine göre, Emniyet Teşkilatı mensupları ile çarşı ve mahalle bekçileri dernek kurucusu ve üyesi olamazlar” hükmü yer alıyor. Bu kanun ile birlikte IPA Türkiye'ye Emniyet güçlerinin üye olması, kurucu kurulunda yer alması Anayasa'daki ilgili maddeye göre suç unsuru taşıyor.

RESMİ YAZI İLE ANAYASA'YI YOK SAYDILAR

Anayasa'daki ilgili kanuna göre, Emniyet Genel Müdürlüğü'ndeki personelin bu tür kuruluşlara üye olması, kurucu kurulunda yer almasının suç olmasına rağmen İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı'ndan Bakan adına Müsteşar Yardımcısı Vekili Mustafa Tekmen'den ilgilnç bir resmi yazı bütün birimlere gönderiliyor. 14.06.2006 tarihinde İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı tarafından 877 sayılı ve Bakan adına Müsteşar Yardımcısı Vekili Mustafa Tekmen'in imzası olduğu resmi yazıda, “Bakanlar kurulunca Emniyet Genel Müdürlüğü'nün söz konusu meslek kuruluşu olan IPA'ya üye olmasına izin verildiği göz önünde bulundurulduğunda IPA Türkiye Başkanlığı'nın Emniyet teşkilatlarına ait birimlerinde ofis hizmetleri ile faaliyetlerin yürütülmesinde ve Emniyet personeli istihdam edilmesinde yasal açıdan herhangi bir engel bulunmadığı değerlendirilmektedir” görüşü veriliyor. Ancak 3201 sayılı kanunun EK-11'nci maddesinde “Emniyet Teşkilatı mensupları ile çarşı ve mahalle bekçileri dernek kurucusu ve üyesi olamazlar. Ancak spor derneklerine üye olabilirler. Emniyet teşkilatı bünyesine spor amacı ile kurulmuş derneklerin yönetim ve denetim kurullarnda görev alabilirler” denilmekte. Bu iki kanuna bakıldığında Müsteşar Yardımcısı Vekili Mustafa Tekmen'in Emniyet Personellerinin bu kuruluşa üye olmasının sakıncası olmadığı yönündeki resmi yazısı anayasadaki ilgili kanunu çiğnediğini gözler önüne seriyor. Öte yandan yine ilgili kanunlarda yer alan maddelere göre bu tür kuruluşlarda personelin istihdan edilmesi, meslek birliklerinde ofis açılması ve maliyetlerinin devlet tarafından karşılanması anayasaya aykırı olduğu gibi bütün IPA Türkiye'deki personellerin maaşları ve birçok etkinliğin ise ödeneği devletten tahsis ediliyor.

'PARALEL AJANLIK ÜSSÜ' İDDİASI

Özellikle Yurt dışındaki faaliyetleri ile basına yansıyan meslek örgütünün Paralel Yapı'nın kontrolünde olduğu da iddia ediliyor. SON.TV'ye konuşan gizli bir haber kaynağı ise Paralel Yapı'ın kontrolüne aldığı IPA Türkiye üzerinden 'Paralel Ajanlık Üssü' olarak kullanıldığı iddia ediliyor. Özellikle Paralel Yapı'ya hizmet eden birçok amirin de üye olarak kabul edildiğini onun dışında üst düzey üyelerin kanul edilmediğini iddia eden söz konusu gizli haber kaynağı, bu yapının çeşitli etkinlikler ile Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ait birçok istihbari bilgileri de Yurtdışı'na servis edildiğini de iddia ediliyor.

KURUCUSU İNGİLİZ KOMİSER ARTHUR TROOP

Uluslararası Polis Birliği 1950 yılında bir İngiliz Komiseri olan Arthur TROOP tarafından kurulmuştur. Bu kişi 1950’den birkaç yıl evvel dünyadaki tüm polis görevlilerini bir “Dostluk Derneği” çatısı altında toplama düşüncesine sahipti. Bir İngiliz Polis makalesinde gelecekte bir derneğin kurulacağına dair pek çok yazı çıkması üzerine, bu durum 1950 yılının Mayıs ayında bazı polis görevlilerince gerçekleştirildi. Bunlardan biriside daha önce sözü edilen, bunun teşvikçisi olan Arthur TROOP’tu. IPA’nın işareti de Esperanto parolasından hareketle “Servo per Amikeco” ortaya çıkmış oldu. Arthur TROOP, 15 Aralık 1914 tarihinde İngiltere Lincolnshire’da doğdu. Ortaokul ve lise öğreniminden sonra, öncelikle makinistlik, daha sonra da Motor projeleri Üretim Firmasında satıcılık görevi yaptı. Bunlardan sonra Eveshom’da Ziraat Fakültesine devam etti. Aynı zamanda Rus tarihi ile yoğun olarak ilgilenmeye başladı ve 1934 yılının yaz döneminde SSCB’ye gitmek üzere eğitim gezisine katıldı. Arthur TROOP, 1936’dan 1940 yılına kadar siyasi iktisat, sosyoloji ve psikoloji eğitimi yaptı. 1936 Haziran ayında ise Linconshire’da polislik mesleğine başladı. Bu görevdeyken daha sonraki yıllarda çeşitli hizmet birimlerinde görevlendirildi. TROOP 1955 yılında Paris’te ilk uluslararası toplantısını yapan IPA’nın genel sekreteri seçildi ve bu görevi 1966 yılına kadar devam ettirmek suretiyle 11 yıl Uluslar arası Genel Sekreterlik görevinde bulundu, ancak hiçbir zaman birliğin başkanlık görevini üstlenmedi. 1965 yılında İngiltere Kraliçesinin doğum günü onur ödülleri listesinde IPA’yı kurma çalışmalarından dolayı Britanya İmparatorluk ödülüyle ödüllendirildi. Emekli olduktan sonra hayatını IPA faaliyetlerine adayan Arthur TROOP Kasım 2000 yılında 84 yaşında aramızdan ayrıldı.
Mehmet Baransu ile BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin sır görüşmesi
Taraf Gazetesi Yazarı Mehmet Baransu ile BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin sır görüşmesinin detaylarına SON.TV ulaştı.
Mehmet Baransu ile BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin sır görüşmesi / Taraf Gazetesi Yazarı Mehmet Baransu ile BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin sır görüşmesinin detaylarına SON.TV ulaştı.13 Ocak 2014 Pazartesi
Taraf Gazetesi Yazarı Mehmet Baransu ile BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin sır görüşmesinin detaylarına SON.TV ulaştı.
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici ile Taraf Gazetesi Yazarı Mehmet Baransu geçmiş günlerde sır bir görüşme gerçekleştirdi. SON.TV muhabirinin elde ettiği bilgilere göre Mehmet Baransu ile BBP Genel Başkanı Mustafa Destici'nin sır görüşmesi BBP'nin seçim kampanyalarının yürütüldüğü bir şirkette gerçekleşti. Baransu ile Destici'nin bu sır görüşmesi
'Devlet içerisindeki Paralel yapının bir dönemler kullandığı Alperen ocaklarını cemaat etkisi altına mı almak istiyor' sorusunu akıllara getirdi. Destici ile Baransu'nun bu sır görüşmesini Alperen Ocakları dışında BBP tabanını cemaatin etkisi altına alma girişimi olarak da yorumlanıyor.

BARANSU İLE NTV ARASINDA YAZICIOĞLU KRİZİ YAŞANMIŞTI

Taraf gazetesi 22 Ekim 2009 tarihinde BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüne neden olan helikopter kazasıyla ilgili bir haber yayımlayarak, ağır ifadelerle NTV’yi suçlamışıt. NTV önce kendi yayınında Taraf’taki iddialara yanıt vermiş, ardından kanal yönetiminden yapılan sert bir açıklamayla haberi yalanlamıştı. Taraf gazetesi, 22 Ekim 2009 tarihinde sürmanşetten “Ölüm helikopterinde 139 kez arandı” başlığıyla verdiği haberde, eski BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun cep telefonunun “helikopter havalanır havalanmaz NTV santralından 139 kez arandığı”nı yazmıştı. Mehmet Baransu imzasıyla yayımlanan haberde, Muhsin Yazıcıoğlu’nun, helikopter kazasına kadar 30 saniyede bir NTV’den arandığı belirtilerek, telekomünikasyon uzmanı iki mühendisin helikopterin manyetik alan yaratılarak düşürülmüş olabileceği iddiasına yer vermişti.

MUHSİN YAZICIOĞLU SUİKASTİNİ KARARTMAK İÇİN HABERLER YAPMIŞTI

Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili NTV'deki haberden sonra bu suikastin karartılması için TARAF gazetesinde birçok habere imza atan Baransu'nun şuan da şimdide Muhsin Yazıcıoğlu'nun halefi olan BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ile temasa geçmesi ise farklı şekilde yorumlanıyor.

CEMAAT ALPEREN OCAKLARINI ETKİSİ ALTINA MI ALMAK İSTİYOR?

Türkiye'de meydana gelen faili meçhul cinayetlerde Türkiye Gladio'su olarak Özel Harp Dairesi, daha sonra da Emniyet içine sızmış Fethullah Gülen cemaatine yakın Paralel ekip sürekli olarak kullanıldığı gündeme gelmişti. Bu paralel ekibin kullandığı ocaklar ise Ülkü Ocakları, Nizamı Alem Ocakları ve bugün Alperen ocakları olarak hep taşaron olduğu yönünde iddialar medyada sık sık gündeme gelmişti. Hatta 12 Eylül'den sonra MHP ve Ülkü ocaklılarında hapislere atılıp işkencelere uğradıkları zaman kullanıldıklarını kendileri de itiraf etmişlerdi. Bugün bu Ocaklar, MHP, BBP ve MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin politikaları sayesinde bu sahnelerden uzak durmuşlardır. Fakat daha eski Maraş,Çorum,Sivas gibi olaylarda ocaklar rol oynamasına rağmen, gerek Hrant Dink davasında, gerekse de Zirve katliamı davasında ortadaki bariz delillere rağmen ocakların rolü soruşturulacağı yerde, üstleri dikkatle kapatılmış ve olaylar ortada somut bir delil olmamasına karşın "Ergenekon" örgütüne yamanmaya, iliştirilmeye çalışılmıştı. Bu olayların kapatılmasının arkasında ise son dönemlerde gün yüzüne çıkan Fethullah Gülen'in kontrolündeki Paralel devletin Adalet mekanizmasındaki operasyonu sonucunda üstü kapandığı yorumlanmakta.

BARANSU GÖRÜŞMEYİ DOĞRULADI

SON.TV'nin haberinden sonra Taraf Gazetesi Yazarı Mehmet Baransu BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ile görüştüğünü itiraf etti. Baransu konu ile ilgili kendi 'Twitter' hesabında sır görüşmeyi, "Mustafa Destici kizilay kamyonlariyla, pkkya yapilan yardimlarin video goruntusunu bana verdi" şeklinde yazdı. Sır görüşmenin deşifre olmasından sonra Baransu'nu konu ile ilgili hakaret Tweet'leri de attı. Baransu'nun attığı o hakaret 'Tweet'leri ise şu şekilde:

HABER KAYNAK

Türkiye'nin en yüksek barajına adım adım

08 Mart 2014
 
Artvin'de Yusufeli Barajı tamamlandığında kemer baraj sınıfında 270 metre yüksekliği ile Türkiye'nin birinci, dünyanın üçüncü en yüksek barajı olacak.
 
 Yusufeli Barajı’ının temeli 27 Şubat 2013'de atıldı!
 
Artvin'de Yusufeli Barajı tamamlandığında kemer baraj sınıfında 270 metre yüksekliği ile Türkiye'nin birinci, dünyanın üçüncü en yüksek barajı olacak.
ARTVİN - Bayram Sarayoğlu
Artvin'de yapımı tamamlandığında kemer baraj sınıfında 270 metre yüksekliği ile Türkiye'nin birinci, dünyanın üçüncü en yüksek barajı olacak Yusufeli Barajı ve HES inşaatında yüzde 19 fiziki gerçekleşme sağlandı.

Orman ve Su İşleri Bakanlığı DSİ Genel Müdürlüğünce yaptırılan ve temeli 26 Şubat 2013'te, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın video konferans yöntemiyle bağlandığı törende atılan Yusufeli Barajı, tamamlandığında ülke ekonomisine yılda yaklaşık 330 milyon liralık katkı sağlayacak.
Artvin Valisi Kemal Cirit, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Deriner Barajı gibi çift eğrilikli ince kemer tipinde inşa edilecek Yusufeli Barajı ve HES inşaatı tamamlandığında Türkiye'nin en yüksek barajı olarak ciddi bir payla enerji üretimine entegre olacağını söyledi.

Yusufeli Barajı ve HES inşaatında 2013 yılı sonuna kadar 98 milyon lira harcanarak yüzde 19 fiziki gerçekleşme sağlandığını ifade eden Vali Cirit, "Geçtiğimiz günlerde 901 metre uzunluğundaki derivasyon tünelinin üst yarı ve alt yarı kazı imalatları tamamlandı. Kasım ayı ortalarında kemer betonu imalatına başlanmış olup imalatlar memba ve mansap yönlerinde olmak üzere iki kısımda ilerlemektedir. Toplam kemer betonu imalatı 674,648 metre olup tamamlanma oranı yüzde 74,83'tür" dedi.

Vali Cirit, Yusufeli Barajı geçici bağlantı yollarından uzunluğu 5 bin 900 metre olan kara yolunun yapım çalışmalarının aralıksız sürdürüldüğünü ifade etti.

Vali Cirit, 29 Mayıs 2018'de hizmete açılması planlanan Yusufeli Barajı'nın, Türkiye'de üretilen hidroelektrik enerjisinin yüzde 2,4'ünü karşılayacağına dikkati çekerek, şunları söyledi:
"Toplam gövde hacmi 2 milyon 350 bin metreküp olacak barajda, 2,2 milyar metreküp su depolanacak. Çoruh Nehri ana kolu üzerindeki kilit barajlardan birisi olacak Yusufeli Barajı ve HES, 540 megavat kurulu güce sahip olacak ve yıllık 1 milyar 827 milyon kilovatsaat enerji üretilecek. Baraj, gerek üreteceği enerji, gerek sağlayacağı istihdam açısından bölge ve ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacak."

Dünyanın en yüksek çift eğrilikli beton kemer barajları şöyle:
1-Xiaowan Barajı (Çin) : 292 metre
2-Inguri Barajı (Gürcistan) : 271,5 metre
3-Vajont Barajı (İtalya) : 261,6 metre
4-Mauvoisin Barajı (İsviçre): 250 metre
5-Laxiwa Barajı (Çin) : 250 metre
6-Deriner Barajı (Türkiye) : 249 metre

Çoruh Havzası ve barajlar
Yusufeli Barajı ve Hidroelektrik Santrali (HES) Projesi, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ve Çoruh Nehri üzerinde yer alıyor. Çoruh Nehri Türkiye sınırları içinde 410 km’lik, Gürcistan’da ise 20 km’lik uzunlukta bir sınıraşan akarsu. Nehir 3255 m yüksekliğindeki Mescid Dağı'nın batı yüzünden doğuyor. Bayburt ve İspir'den geçip, bir yay çizerek Yusufeli'nin Yokuşlu köyü’nden Artvin’e doğru akıyor. Borçka’nın içinden geçtikten sonra da Batum'da Karadeniz'e dökülüyor. Çoruh Havzası’nın 19.748 km2’lik yüzölçümü ile Türkiye yüzölçümünün % 2,5’ine tekabül ediyor. Çoruh Havzası içinde Artvin, Erzurum ve Bayburt illeri var.

Şekil 1. Çoruh Havzası ve barajlar



Kaynak: DSİ[11]

Çoruh’un debisi Mayıs ayında zirveye çıkarken (529-569 m³/sn), en düşük debisi 53.09 m³/sn oluyor. Nehrin ortalama eğimi ise %5. Dünyanın en hızlı akan ve derin nehirlerinden biri olan Çoruh Nehri’nin hızını kesen ve ana kolu üzerinde inşaatı tamamlanmış veya devam etmekte olan on tane baraj var. Bunlar kaynağından denize döküldüğü yere kadar sırasıyla Laleli, İspir, Güllübağ, Aksu, Arkun, Yusufeli, Artvin, Deriner, Borçka ve Muratlı barajları (Bkz Şekil 1). İşte Yusufeli Barajı da DSİ Genel Müdürlüğü’nün Çoruh Nehri üzerinde gerçekleştirmeyi planladığı ve bir bölümünü tamamladığı 10 hidrolik projeden biri.

Yusufeli Baraj ve HES projesi

Bu projelerin tamamı Türkiye’nin toplam enerji üretiminin yaklaşık %8’ini, hidroelektrik santrallerinden (HES) elde edilen toplam enerjinin ise yaklaşık %34’ünü oluşturacak. Yusufeli hidrolik tesisinin Türkiye enerji üretimine 540 MW’lik (3 x 180 MW) kurulu güç ile katkıda bulunması bekleniyor. Yüksek kurulu gücü ve yıllık elektrik üretimi (1705 GWh/yıl) ile Türkiye’nin yıllık enerji ihtiyacının %0.6’sını karşılayacak.

Şekil 2. Çoruh Havzası ve barajlar



Kaynak: DSİ[12]

Yusufeli Baraj ve HES projesi hayata geçirildiğinde 270 metre yüksekliği ile Türkiye'nin en yüksek, çift eğrilikli beton kemer baraj tipinde ise dünyanın üçüncü yüksek barajı olacak. Barajın toplam su depolama hacmi yaklaşık 2,2 milyar m3. Yusufeli Baraj ve HES’inin yılda 1817 milyar kilowatsaat enerji üretilmesi hedefleniyor. Baraj LİMAK Holding liderliğindeki konsorsiyum tarafından inşa edilecek olup, finansman kısmen uluslararası finans kuruluşlarından sağlanacak. Barajın, ülke ekonomisine yılda 330 milyon TL katkı sağlaması bekleniyor.

Cemaat, toplumu neden gözetliyor?

Bu toplum 17 Aralık tarihinde bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalmanın yanısıra, bir dini cemaat tarafından nasıl gözlendiğini, izlendiğini ve dinlendiğini gördü. Gittikçe siyasallaşan cemaat, montajlanmış ses kayıtlarından, kasetlerden, görüntülerden destek alarak toplumu kuşatmış olup gözetlemeye devam etmektedir.
 08 MART 2014Birkaç soru ile başlamak istiyorum; 17 Aralık'tan bu yana ortaya çıkan ses ve görüntü kayıtları, montajlanmış kasetler ve CD'ler 'gerçekte' ne anlam ifade ediyor? Siyaseti tasfiye etmeyi amaçlayan, bu toplumsal mühendisliğin felsefi bir arka planı var mı? Kendini 'hizmet hareketi' olarak tanımlayan bir dini hareket, neden tüm toplumu gözetleyen ve kuşatan bir yapıya dönüştü? Kendisini şakirt olarak tanımlayan bir polis veya savcı, nasıl topluma yabancılaşır ve kendi toplumunu gözetleyen bir 'aygıt'a dönüşür? Tüm bu soruların cevabı, mimar ve düşünür Jeremy Bentham'ın hapishane modeli olarak tasarladığı ve adına 'Panopticon' dediği mekanizmada saklı. Fransız düşünür Michel Foucault, 'Hapishanenin Doğuşu: Gözetim ve Ceza' adlı başyapıtında Bentham'ın bu modelini detaylıca anlatır. Üstada göre, 'Bir üst aklın, gücü elde etmesinin yeni bir modeli' olarak tasarlanan panopticon, gözetim ve denetim vasıtasıyla kendi iktidarını inşa eden bir aygıtın adıdır. CEMAAT, 'BİG BROTHER' GİBİBentham'ın, disipline edici bir aygıt olarak tasarladığı panopticon, 'normal'in dışına itilmiş bireyleri, sosyal durumları ve toplumsal ilişkileri 'ıslah' etmeyi amaçlar. Bu tasarım, bireyin uzun süreli gözetim altında tutulabilmesini ve 'suça meyilli' taraflarının göz hapsiyle ahlaklı ve verimli olana dönüştürülmesini amaçlayan bir mühendislik olayıdır. Panopticon'un bir diğer özelliği de, mahkûmların hareketlerini, davranış biçimlerini ve hatta düşüncelerini kontrol altına alan, neredeyse, 'tanrısal' bir sistem olmasıdır. Çünkü panopticon hapishanesi, iç içe geçmiş halkalardan oluşan bir binadır ve tam ortasında bir gözetleme kulesi bulunur. Mahkûmların hücreleri, bu gözetleme kulesinden rahatlıkla görülebilecek şekilde tasarlanmıştır. Öyle ki, mahkûmun gölgesi bile rahatlıkla kuleden görülebilir. Sürekli gözetim ve denetim altında olduğunu bilen mahkûmun haleti ruhiyesini düşünün. Mahkûm, zamanla kendisini kuledeki gardiyanın gözüyle görmeye ve o gözün beklentileri karşılamaya çalışan bir ferde dönüştürür. Artık, kulede bir gardiyan olup olmamasının pek bir anlamı yoktur. Çünkü mahkûm hapishanenin gözünü, otoritenin bakışını içselleştirmiş ve bu durum sıradanlaşmaya başlamıştır. TÜM TOPLUM BASKI ALTINDAFoucault'a göre, kamusal alanda yer alan bireyler ve düşünceleri; görünmeyen ancak her an hissedilen bir gözetim baskısı altındadır. Artık, denetimin sağlanabilmesi için zora dayalı şiddet ve demir parmaklıklara gerek kalmamıştır; gözetim, kendi başına bir iktidar kaynağına dönüşmüştür. İnsanlar hakkında veri toplayan ve insanları denetleyen gözetim, iktidarın kendisi olmuştur; toplumun ve siyasetin her yerindedir. Kısacası, gözetim; denetim ve kontrolün aracına dönüşmüştür. Bentham'ın meşhur panoptikonu ile hayatımızın hemen her alanında karşı karşıyayız. Hayli gelişen gözetleme teknolojisi sayesinde, mahremiyetimiz ölüyor. 'Panoptik kâbus' yani 'hiçbir zaman yalnız değilim' düşüncesi hayatımızın her yerinde... Hayatımızın her ayrıntısı hiç olmadığı kadar çok yakından izleniyor, kaydediliyor, saklanıyor… Gözetim, modern hayata uyum sağlayarak, erişemediği hiçbir alan bırakmamak üzere yayılıyor. Kısacası, gözetim mekanizması, insanları sürekli gözetleyen, baskı ve denetim altında tutan aygıt. Tıpkı, George Orwell'in 'Big Brother'ı gibi…  Bir çeşit iktidar laboratuarı gibi işleyen panopticon, gözlem mekanizmaları sayesinde insanların tutumları üzerinde daha etkin olabilmektedir. Foucault'un son derece çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu, 'bir veya daha çok kişinin iletişim ya da eylemin sistematik olarak araştırılması ya da izlenmesi' olan gözetim gerçeği, son dönemde iyice anlam kazanmış ve kendisini fazlasıyla fark ettirmiştir.  ASIL TEHLİKE, TOPLUMU GÖZ HAPSİNDE TUTMAKTüm bunları şunun için anlatıyorum; 17 Aralık darbe teşebbüsü ile beraber deşifre olan cemaat cuntası, işte bu yeni olguyu karşımızı çıkardı: Gözetim gerçeği veya 'gözetim toplumu'… Artık, hepimiz gözetlendiğimizin, izlendiğimizin ve dinlendiğimizin farkındayız. Hayatlarımız kayıt altına alınıyor. Etrafımızdaki duvarlar, hayatımızdaki anlamını yitirdi; mahremiyet öldü, ölüyor. Sadece bir görüntünün içerisinde; kadrajdayız. Hülasa, baskı altında ve kuşatılmış durumdayız.  Bu toplum, 17 Aralık tarihinde bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalmanın yanısıra, bir dini cemaat tarafından nasıl gözlendiğini, izlendiğini ve dinlendiğini gördü. Bu toplum, montajlanmış ses kayıtlarından, kasetlerden, görüntülerden destek alan bir cemaat tarafından kuşatılmıştır. Gittikçe siyasallaşan cemaat, toplumu gözetlemiş ve hala gözetlemeye devam etmektedir.  Peki, ısrarla, kendini hizmet hareketi olarak sunan bir dini hareket neden böylesi bir panopticon kâbusu kendi toplumuna yaşatmıştır? Her konuşmasında sevgiden, hoşgörüden, diyalogdan ve barıştan yana mesajlar veren Fethullah Gülen ve müntesipleri, neden savaşın dilini benimsemiş ve bu dili kolayca içselleştirmiştir? Kısacası, cemaat, neden bu toplumu gözetlemektedir?  Panopticon mekanizması vasıtasıyla siyaseti ile AK Parti hükümetini devirmeyi ve Tayyip Erdoğan'a haddini bildirmeyi hedefleyen Gülen ve cemaati, seçilmişlerin üzerinde etkin olmayı, onları kontrol altında tutmayı ve kendi iktidarını kurmayı amaçlamıştır, amaçlamaktadır. Bu süreçte cemaatin gözetim sistemi, cemaatin siyaseti kuşatmasını sağlayan bir işlev görmüştür; siyaseti öteleyen, kendi hukukunu dayatan bir işlev…  Cemaat kendi normalinin veya doğrusunun dışına çıkan her ferdi, düşman, suçlu ve öteki görmekte ve 'ıslah' edilmesi gereken fertler olarak değerlendirmektedir. 'Islah'ın yolunun ne olduğu hepimizce malum; şantaj, montaj ve ses kayıtları… Küresel güçlerin taşeronu olan cemaatin ortaya koyduğu pornografik duruş, bu sakat anlayışın ürünüdür.
Peki, Gülen cemaatinin gözetim sistemi nasıl ortaya çıkmaktadır? Hızlıca analiz edelim; öncelikle ve başlangıçta, toplumun farklı sınıflarına ait olan herkes, dini bir gerekçe ile gözetlenmekte, izlenmektedir. Dini gerekçe, kendi 'din'lerini tebliğ etmek şeklinde açıklanabilir. Toplumu gözetleyen bir şakirdin amacı, ötekilere kendi 'doğrularını' ulaştırmaktır.

 Aynı gerekçe ile bir şakirt; üniversitede sınıfı arkadaşını, emniyette veya askeriyede kendinden olmayan polis ve askerleri rahatça gözetleyebilmektedir. Böylece hiyerarşik sisteme göre örgütlenen cemaat tarafından, herkes gözetlemekte, dinlemekte ve gerektiğinde tasfiye edilmektedir. Kendinden olmayanı 'suçlu' gören bu anlayış, gözetim aygıtları vasıtasıyla tüm toplumu göz hapsinde tutmaktadır.

İşte, gerektiği zaman kullanılmak üzere depolanan kasetler, CD'ler, ses kayıtları bu sakatlanmış bilincin ürünüdür. Gözetle, kayıt altına al, denetle ve gerektiğinde tasfiye et. İşte, cemaatin tüm topluma yaşattığı panopticon kâbus… Başbakan Erdoğan'ı devirip onun yerine konulmak istenen sistemin temel mantığı da budur.
YENİ ŞAFAK

Bir garip din anlayışı...

CEMİLE BAYRAKTAR
07.03.2014
 
Vaktiyle din ve din anlayışları noktasında bir şeyler yazmıştım. Mesele şu: Din, özel anlamında İslam, bir tane o halde bunca "İslam anlayışı" niye?  Türkiye iç siyasetinin durumu malum, bir süredir seviyesi düşük, monoton bir tartışma içerisinden gel-geç çıkışlar ile günlük kotamızı dolduruyoruz. Buradan günlük siyaseti önemsemediğim anlamı çıkmasın lütfen; elbet önemsiyorum sadece bu günlük siyasetin ortaya koyduğu gerçekleri o monoton düzlem içerisinde kaybetmeyelim istiyorum. Gelelim asıl meseleye... Bir insan Müslüman bir coğrafyada yaşıyorsa Kur'ân-ı Kerim yahut herhangi bir hadis kaynağı okumadan da İslam hakkında bilgi sahibi olabilir. Namaz kılmak, oruç tutmak, abdest almak vs. hakkında bilgi sahibi olabilir. Bunları yapıp yapmaması mevzumuz değil yapsa da yapmasa da bunları bilir. Yine aynı insan Allah'ın emirlerine ve Resulullah (SAV)'in sünnetine olması gerektiği gibi uyarak hem bu dünyada hem de ahirette razı olunan olmak ister. Bu arzusunu gerçekleştirmek isterken ya kendi başına ana kaynağı (Kuran ve sünnet) pusula seçer yahut bir cemaat, tarîkat bünyesi içerisinde o yapıyı kendisine pusula edinir; gayet makul. Türkiye, semavi din olarak anıldığı halde ilahi değil insani bir müdahale sonucunda gayet laik bir form almış bir dini, sömürü aracı olarak kullanan "Batılı" emperyalist-kapitalist güçlerce tam anlamıyla sömürge olmadı. Bizdeki sömürgecilik, Türkiye'nin totaliter laik ama aynı zamanda Müslüman olan devlet kurumlarınca Müslüman dindar halka yönelikti. Bunun sonucu olarak İslami cemaatler ve tarîkatlerden bir kısmı itidali korusa da, bir kısmı yer yer renk değiştirdi, yer yer aşırı bir direnç gösterdi, yer yer ise var olmak, meşru kabul edilebilmek niyetiyle İslam dediği o şeyi Allah'ın murad ettiği şekliyle değil de kendi arzusuna göre yorumladı. Allah, insana kendine varacak pusula kıldığı Kur'ân-ı Kerim'de bu hâli o tuzaklara düşmeyelim diye şöyle işaret etti: "Gördün mü hevâsını ilah edineni?" [el-Furkan, 25/43] Gördün mü? Gördüysen sorun yok, peki ya görmediysen? Türkiyeli Müslümanlar, semavi din olarak anıldığı halde ilahi değil insani bir müdahale sonucunda gayet laik bir form almış bir dini sömürü aracı olarak kullanan "Batılı" emperyalist-kapitalist güçlerce tam anlamıyla sömürge olmadı ama bu yapı aynı zamanda dünyevi bir güç haline geldiği için bir nevi merkeze konumlandı ve bazı Müslümanlar da o yapıyı merkeze alarak kendilerine o çerçeveden baktılar, o terminolojiyi benimsediler.  Tüm bunlara Türkiye'deki hızlı ve zoraki modernleşme de eklenince bazı İslamî cemaatler, bu yapının yoğun bir şekilde etkisinde kaldılar. Kendi merkezlerinden [Kur'ân-ı Kerim ve Resulullah (SAV)'in sünneti] uzaklaştılar, terminolojilerine yabancılaştılar. Karıncanın ayak sesi kadar sessizce sokulan bu düşünme biçimi zaman ile yerleşti, öyle ki dünyevi heves ve arzularına, tümüyle dünyaya ait planlarına kendilerini dahi kandırarak "Allah rızası için" kılıfıyla meşru bir zemin buldular.  Merkeze almaları gereken tüm ilahi argümanların yerini dünyevi argümanlar alınca da o kaygan zeminde içsel boşluklarını, bir nevi mutmain olmama hallerini "cemaatsel, kitlesel" bir yapıya dahil olarak, o sürü psikolojisi içerisinde tedavi etme yolunu seçtiler. Zira içlerinde Allah'ı anan bir yer için için sızlıyordu, o sızı onları düşünmeye ve harekete geçmeye itiyordu ancak merkezlerinde Allah değil dünya olduğu için bir türlü o buhrandan kurtulunamıyordu, işte bu nedenle kendi konumları üzerine düşünme eziyet verici bir vicdan sızısı halini aldı. Bundan müteşekkil düşünmeyi terk ettiler, kendileri yerine düşünen (?) bir yapıya biat etmek daha konforlu geldi, kendi işlerini bir başkasına yaptırır oldular işte bu sonun başlangıcıydı.  Peki, ne yapmalı? Tüm İslamî yapıları yok mu saymalı? Elbet değil... Ancak merkeze dikkat etmeli, merkezde Allah'ın rızasının, Allah'ın muradının, Resulullah (SAV)'in sünnetinin olduğundan emin olunmalı. Bunu nasıl anlayacağız? "Sen Kur'ân-ı Kerim'i okusan da anlamazsın" anlayışından uzaklaşarak. Resulullah'ın sünnetinin sadece ahlak kısmına bakılıp "yapsak da olur yapmasak da olur" anlayışından uzaklaşarak o sünnetin ahkâm boyutu olduğunu da hatırlayarak, sünnetin Kur'ân-ı Kerim'e yapılmış bir ilave değil de ""O hevâdan konuşmaz, onun söylediği ancak vahyedilmiş bir vahydir." (en-Necm, 53/3-4) ayetinin vahiyden biz cûz olduğunu unutmadan, tüm bunları merkeze alarak anlayacağız. Kezâ Kur'ân-ı Kerim İlimleri (Ulumu'l-Kur'ân) ve Tefsir Usulü ilimleri altında bir başlık mevcuttur: İ'cazü'l-Kur'ân. İ'caz, Arapça "a-c-z" kökünden türemiş olup aciz bırakma, muciz olma anlamı taşır.  Kur'ân-ı Kerim'in muciz olma nedenlerinden biri de o muciz kelâmın her seviyeden insana hitap etmesinden kaynaklıdır. Dolayısı ile önce Resulullah Efendimize ve aynı zamanda bizlere nazil olan o muciz kelâm herkesin kendi seviyesine göre anlayacağı ve kesinlikle her Müslümanın merkeze alması gereken bir kitaptır.  Merkezine Allah'ın işaret ettiğini alan kurtuluşa, merkezine hevâsını dini zannedeni alan helaka varır. Bence durumun kıssadan hissesi de budur. Zira hiç kimse bir başkasının sevabını yüklenemeyeceği gibi günahını da yüklenemez, dolayısı ile sızlayan o yere kulak vermeli, Allah'ın bahşettiği o içsel terazinin ürünü olan devredişi bir kenara bırakmalı, merkezde oynamalar yapmamalı.
Vaktiyle Katolik Kilisesi ilahi bilgiyi kendi tekeline aldı (obskürantizm), dindarlara dilediği formu verebilmek için kutsal metine ulaşmalarını engelleme çalıştı. Bizdeki 'Sen kutsal metni okusan da anlamazsın' anlayışının farklı bir versiyonunu oluşturdu. Bunun sonucu olarak gelişenler malumunuz… Bilmem anlatabildim mi?

TÜRKİYE NİN EN UZUN SULAMA TÜNELİ AÇILDI
09.03.2014

Türkiye'nin en uzun sulama tüneli açıldı

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suruç Kaymakamlığı önünde düzenlenen Suruç Tüneli'nin açılış töreninde yaptığı konuşmada, bugün Suruç'ta tarihi bir olay yaşandığını, tarihi bir olaya şahitlik yapıldığını söyledi.
 
Şanlıurfa'ya her gelişinde Suruçluların "Su, Suruç'a ne zaman gelecek" sorusuyla karşılaştığını ve kendisinin de "İhaleleri yaptık, en kısa zamanda inşallah su da gelecek, biz de geleceğiz" dediğini anlatan Erdoğan, bugünün, o beklenen, sözünü verdiği gün olduğunu ifade etti.Başbakan Erdoğan, Şanlıurfa'da bugün 150 bin kişiyle tarihi bir miting düzenlediklerini anımsatarak aynı sevdanın, aşkın, muhabbetin Suruç'ta da devam ettiğini belirtti. Türkiye'nin en uzun, dünyanın da beşinci uzun sulama tünelinin hizmete girdiğini, 17 bin 185 metre uzunluğunda, 7 metre çapında, içinden bir tır geçebilecek kadar büyük bir tüneli, 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamladıklarını vurgulayan Başbakan Erdoğan, Atatürk Barajı'ndan Suruç Ovası'na saniye de 90 metreküp su akacağını, Suruç Ovası'nda 950 bin dönüm arazinin sulanacağını kaydetti.

Suruç Tüneli'nin açılmasıyla GAP'ın en önemli bölümlerinden birinin daha tamamlandığını, Suruç Ovası'na su pompalayacak istasyonların inşa da hızla devam ettiğini bildiren Erdoğan, "İnşallah bu yıl sonunda Atatürk Barajı'ndan Suruç Ovası'na su vermeye başlayacağız. Projenin son aşaması tamamlandığında Suruç Ovası'nın her köşesinden inşallah daha fazla bereket fışkıracak" diye konuştu.

 Erdoğan, vatandaşlara, Şanlıurfa'dan diğer bölgelere mevsimlik işçi gitmesinin de Suruç Ovası'nın suya kavuşmasıyla son bulacağı müjdesini vererek proje tamamlandığında 190 bin kişiye iş olanağı sağlanacağını, Suruç Ovası'nın yılda 316 milyon lira katkı sağlayacağını aktardı.  Tünel ve pompa istasyonlarıyla projenin yaklaşık 2 milyar liraya mal olduğunu ifade eden Başbakan Erdoğan, "Bu büyük projenin, tarihin akışını değiştirecek, Şanlıurfa'nın bereketli topraklarını suyla kucaklaştıracak bu muhteşem projenin hayırlı olmasını diliyorum" dedi.
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Vatandaşların "vur vur inlesin, kasetçiler dinlesin" tezahüratı üzerine Başbakan Erdoğan, "Fakat kardeşlerim kasetçiler yumurtayla karşılıyor. Şimdi Suruç'a girdik buraya gelirken Başbakanlık otobüsüne bir yumurta atıldı. Bu neyi gösteriyor? Sizin bu muhteşem buluşmanızı gösteriyor.  İnanıyorum ki siz, 21 gün sonra Suruç'a layık bir belediye başkanı olarak Halil İbrahim kardeşimle yeni bir dönemi başlatacaksınız" diye konuştu.

Başbakan Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığını ve o dönem bürokratlığını yapan Orman ve Su işleri Bakanı Veysel Eroğlu ile İstanbul'u suya kavuşturduklarını anlatarak "Orayı da CHP'den almıştık, siz de burayı BDP'den alacaksınız, ben buna inanıyorum. Zannediyorlar ki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına yumurta atarsak siner. Biz kefenle yola çıktık, biz bu millete efendi olmaya değil, hizmetkar olmaya geldik" ifadesini kullandı.

Suruç'ta belediye başkanının partisine bakmadan hizmet verdiklerini, susuzluğu giderdiklerini kaydeden Başbakan Erdoğan, tünellerin yapımında emeği geçen bakanlık, bakan, mimar, mühendis ve tüm çalışanlara teşekkürlerini iletti. Projeyle Şanlıurfa'nın, Suruç'un, Birecik'in, Halfeti'nin ve diğer tüm ilçelerin kaderinin kökten değişeceğine işaret eden Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:'Buraya büyükşehir için Celalettin Beyi niye seçtik? En ücra köşeye kadar artık bir vali olarak altyapısıyla üst yapısıyla Urfa'yı tanıdı.

 Yıllardır siyasette beraber olduğumuz bakan arkadaşım Faruk Beyi ben buraya niye gönderdim? Sadece Şanlıurfalılara daha iyi hizmet verilsin diye. Tüm milletvekili arkadaşlarımızla el ele verdiler ve değişime imza attılar. Şu anda Şanlıurfa'ya 10 yılda yaptığımız yatırımı biliyor musunuz? 18 katrilyon (milyar), bunun 2 katrilyonu (milyar) sadece DSİ ile Suruç'un. Suruç, önemini anlıyor musun, sana verilen kıymeti anlıyor musun? Biz, Suruç'un kötü şeylerle anılmasını istemiyoruz. Ben Suruç'un kötü şeylerle anılmasını istemiyorum. Suruç güzelliklerle anılmalı, modern bir Suruç olarak anılmalı.

Eğitimde, sağlıkta attığımız adımlar malum, güneydoğuda tarih adeta yeniden yazılıyor. Bir yandan çözüm süreci ilerliyor. Ben Kürt kardeşimi seviyorum ama Kürt olduğu için değil, Türk olduğu için değil. Beni yaradan Allah onu yarattığı için seviyorum. Biz biriz, biz beraberiz, biz iriyiz, biz kardeşiz, hep birlikte Türkiye'yiz. Bizi bölmek isteyenlere, ayırmak isteyenlere 'hayır' diyeceğiz, yavrularımızı dağlara kaçıranlara 'hayır' diyeceğiz. Şehir varken, ana ocağı, baba ocağı varken yavrularımızı niye dağlara kaçırırsın? Hep birlikte onların hasedinden Allah'a sığınacağız ama biz bir olacağız, beraber olacağız, kardeş olacağız. Evlere huzur, topraklara su, sofralara bereket getireceğiz.'
YENİ ŞAFAK
 

1 milyon avroluk bağış parası vakfa iade edildi

Üsküp Eğitim ve Kültür Vakfı Türkiye Temsilciliği’nin avukatı Hansu, eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde bulunan bağış parası 1 milyon avronun vakfa iade edildiğini bildirdi.
1 milyon avroluk bağış parası vakfa iade edildi08.03.2014
 
Üsküp Eğitim ve Kültür Vakfı Türkiye Temsilciliği’nin avukatı Ömer Faruk Hansu, İstanbul merkezli soruşturma kapsamında eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde bulunan bağış parası 1 milyon avronun vakfa iade edildiğini bildirdi.

Hansu, yaptığı yazılı açıklamada,  2006’da Makedonya Üsküp merkezli olarak, Türkiye ve Makedonyalı bir grup hayırsever tarafından kurulan Üsküp Eğitim ve Kültür Vakfı’nın, Makedonya Cumhuriyeti kanunlarına göre faaliyetlerini sürdürdüğünü belirtti.

Yönetim kurulu başkanlığını AK Parti İstanbul Milletvekili Hüseyin Bürge’nin yaptığı vakfın, Uluslararası Balkan Üniversitesi’nin de kurucusu ve sahibi olduğunu ifade eden Hansu, üniversitenin 2013 yılı sonu itibariyle 5 fakülteyle hizmet verdiğini, 692’si lisans, 16’sı yüksek lisans olmak üzere 708 öğrencinin öğrenim gördüğünü, bunların 550’sinin burslu olduğunu kaydetti.

“İNANDIRICI DELİL YOK”

Hansu, 17 Aralık operasyonu olarak bilinen operasyon sonucu, Süleyman Aslan’ın evinde bulunan ve vakfın Üsküp hesabına havale edilmek üzere kendisine teslim edilen ancak havalesi gerçekleştirilememiş olan 1 milyon avro miktarındaki bağış ve yardım paralarına da suç şüphesi nedeniyle el konulduğunu aktardı.

Aslan’ın ifadesinde, evinde bulunduğu iddia edilen paranın bir kısmının Üsküp Eğitim ve Kültür Vakfı bünyesindeki Uluslararası Balkan Üniversitesi’ne ait olduğunu belirttiğini dile getiren Hansu, şöyle devam etti:

“Fiziki olarak yetersiz ortamlarda eğitim hizmeti vermeye çalışan üniversitemizin ve zor koşullarda öğrenimlerine devam eden öğrencilerimizin mağduriyetinin bir an evvel sona erdirilmesi amacıyla, Uluslararası Balkan Üniversitesi’nin kampüs inşaatı devamının sağlanması ve müşkülatlı durumda olan vakfın hem gayesi hem de devam eden eğitim faaliyetleri önündeki zorlukların aşılması için, tarafımızca, 11 Şubat’ta İstanbul 22. Sulh Ceza Mahkemesi’ne bağış paralarının iadesi isteminde bulunulmuştur.  İstem ve taleplerimizi değerlendiren mahkeme, 4 Mart’ta talebi kabul ederek, vakfa ait olan 1 milyon avronun Üsküp Eğitim ve Kültür Vakfı Türkiye Temsilciliği’ne iadesine karar vermiştir.”

Mahkeme kararından da “Bahse konu paraların kaynağının suçtan kaynaklandığı ve suç geliri olduğuna dair soruşturma dosyasında ihtimalden bahsedilmesi dışında her türlü şüpheden uzak kesin ve somut delilin ileri sürülememiş olması sebebine binaen TCK’nın 54. ve 55.  madde hükümleri, içtihatlar ve dosya kapsamı hep birlikte değerlendirilerek...” şeklinde alıntı yapan Hansu, bu kararla, rüşvet olduğu algısı yaratılan paraların hakikate uygun olarak bağış olduğunun tespit edildiğini kaydetti.       
YENİ AKİT 

Türkiye'de bulunan incil Vatikan'ı yerle bir ediyor

21 Şubat 2014
Türkiye’de bulunan yaklaşık 1 500 yıllık İncil Hz.İsa’nın çarmığa gerilmediğini söylüyor


TIMETURK / Haber Merkezi

Türkiye’de bulunan 1 500 yılı aşkın bir süre önce yazılmış olan İncil, Vatikan’da endişe yaratıyor.

Bu endişe bulunan İncil’in Hz.İsa’nın havarinden biri olan ve havari Paul ile seyahat eden Barnabas İncili’ni içermesinden kaynaklanıyor. Kitap 2 000 yılında bulunurken, şu an Ankara Etnografya Müzesi’nde gizli tutuluyor. Hz.İsa’nın dili olan Aramice lehçesi ile deri üzerine yazılan kitap sayfaları zamandan dolayı kararmış halde bulunuyor. Elde edilen bilgilere göre, uzmanlar kitabı inceleyerek onun orjinal olduğunu iddia ettiler.

Tahran dini yönetimi metnin Hz.İsa’nın çarmığa gerilmediğini ve Tanrı’nın oğlu olmadığını gösterdiğinde ısrar ediyor. Kitapta ayrıca Hz.İsa’nın çarmığa gerilme öncesinde hayatta olarak göğe yükseldiğini, onun yerine ise Judas Iscariot’un çarmığa gerildiğini yazıyor.

Vatikan kitabın açığa çıkarılmasından dolayı duyduğu endişeyi ifade ederek, Türk yetkililerden Katolik Kilisesi uzmanları ile beraber Katolik Kilisesi’nde içeriğinin incelenmesini istedi. İznik Katedrali’ndeki Katolik Kilisesi’nin İncil’in bir örneğini çıkardığı, Barnabas İncili dahil bazı yerleri ise kaldırmış olabileceğine inanılıyor.

ADLİ EMANETTE UNUTULMUŞTU
Ankara Adliyesi Adli Emaneti’nde 1500 yıllık bir İncil bulundu. Hz. İsa’nın ilk öğütlerini verdiği Aramice dili ve Süryani alfabesiyle yazılı tarihi İncil, polis nezaretinde Ankara Etnografya Müzesi’ne devredilmişti. 8 yıldır adli emanette bekletildiği ortaya çıkan İncil’in değerinin 40 milyon lira olduğu tahmin edilirken Papalık, İncil üzerinde inceleme ve araştırma talebinde bulunmuştu

ETNOGRAFYA MÜZESİ’NE GİTTİ

Ankara Adalet Sarayı’nda değeri 40 milyon lira olduğu iddia edilen 1500 yıldan fazla tarihe sahip İncil ortaya çıktı. Sekiz yıldır adli emanette tutulduğu belirlenen İncilmahkeme kararıyla polis eşliğinde vemakam otosuyla Etnografya Müzesi’ne eslim edildi. İlk incelemelerde Süryanilere ait olduğu belirlenen İncil’in Aramice diliyle Süryanice alfabeyle yazıldığı öğrenildi. Deri üzerine yazılmış, deri kaplamalı İncil’in kültür varlığı olduğu ve müzelik değeri olduğu için koruma altına alındığı kaydedildi.

2000’DE ELE GEÇİRİLDİ

Kaçakçılık operasyonu kapsamında Akdeniz bölgesinde bir çeteden 2000 yılında ele geçirilen İncil’in tarihi dokusunu koruduğu ve döneme ait birçok iz taşıdığı anlaşıldı. Polis, İncil’in kopyasının alınıp alınmadığına ilişkin inceleme başlatırken İncil’in fotokopisinin dahi 3 ila 4milyon lira değerinde alıcı bulabileceği bildirildi. Çete üyelerinin yerel mahkeme tarafından yargılandığı, mahkemenin verdiği cezaların ise Yargıtay tarafından onaylandığı belirtildi. Çeteden ele geçirilen parçalar ise adli emanete teslim edildi. Bu çerçevede İncil de sahipsiz olduğu gerekçesiyle adli emanete intikal etti.

VATiKAN iZiN iSTEDi

Tarihi İnciller konusunda hassas olan Vatikan’ın, ele geçirilen İncil’le ilgili inceleme talebi olduğu belirtildi. İncil’in Arami dilinde ve Süryanice alfabeyle yazılmış olması ilgi çekiyor. Çünkü Aramice Hz. İsa’nın konuştuğu dil olarak kabul ediliyor. Günümüz dünyasında Aramice sadece Suriye’de Şam yakınlarında bir köyde konuşuluyor.

Hz.MUHAMMED'İ HABER VERİYOR

İçinde Hz.Muhammed’i haber veren ayetler olduğu için Müslümanların büyük ilgi gösterdiği Barnaba İncili’nin bugün basılı 2 nüshasının olduğu biliniyor. Hıristiyan kiliselerinin “apokrif” yani varlığını kabul ettiği ama içindeki bilgileri reddettiği Barnaba İncili, 1979’da önce Pakistan’da İngilizce olarak yayımlandı. Daha sonra İngilizce’den tercüme edilerek Türkçe basıldı.

Barnaba İncili’ni 1980’lerin ilk çeyreğinde Zafer dergisi gündeme getirmiş, Türkiye günlerce bu İncil’i konuşmuştu. Pakistan’da basılan Barnaba İncili, Avusturya’daki nüshadan yapılan bir baskının Amerikan Kongre Kütüphanesi’ndeki nüshasından tercüme edilmişti. Dünya bu İncil’in varlığından, ABD’deki nüshadan alınan mikrofilmlerle Pakistan’da yapılan baskıdan sonra haberdar olmuştu


TİMETÜRK UYARIYOR VE İNCİL'İN ÇEVRİLMESİNİ TALEP EDİYOR
Ankara’da bulunan 1500 yıllık esrarengiz İncil acilen Hükümet tarafından ciddi bir şekilde korumaya alınmalıdır. Öyküsü Indiana Jones filmlerini aratmayan Barnabas İncili’nin başına her an her şey gelebilir. Ankara’da bulunduğu Etnoğrafya Müzesi’nden çalınabilir, temizlik sırasında çöpe gidebilir, hatta yangında yok olabilir. Çünkü Vatikan bu İncil’in peşine düştü. Ve Papa onu mutlaka istiyor. Eğer Türkiye İncil’i korumazsa ve acilen çevirip tüm dünyaya duyurmazsa, bu özel İncil diğer örnekleri gibi ‘katledilir!’. Çünkü Bu İncil’de Barnabas, İsa’nın Allah’ın oğlu olmadığını ilan etmekte ve İsa’nın ağzından kendisinden sonra gelecek peygamberi ‘Ahmed’i müjdelemektedir. Yani Hz. Muhammed’i!
http://www.timeturk.com/tr/2014/02/21/turkiye-de-bulunan-incil-vatikan-i-yerle-bir-ediyor.html#.UxzYF1o5nDc

Montajcılar sesleri karıştırdı, olanlar oldu!

09 Mart 2014
Bilal Erdoğan'a ait olduğu öne sürülen ses kaydında yapılan montaj hatası dikkat çekti.


Yerel seçimler sonrası paralel örgüte yönelik kapsamlı bir operasyon hazırlığı olduğu yönündeki açıklamalar 'haramzade çete'yi iyice panikletip skandal hatalar yapmaya sevk etti. Giderayak peş peşe montaj kasetleri servis eden çete, yayınladığı son kayıtta bütün tezgahı ortaya koyan dehşet bir açık verdi.

BİLAL ERDOĞAN YERİNE BAŞBAKAN'IN SESİNİ KOYDULAR
4 Mart'ta yayınlanan Bilal Erdoğan - KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım montajına yanlışlıkla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmalarının monte edildiği ortaya çıktı.

Geçtiğimiz günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın beceriksizce hazırlanmış bir montaj kaydını yayınlayan çete, önceki gün de dikkatlerden kaçan benzeri bir skandala imza attı. Okçular Tekkesi'nin binlerce öğrenciye kapıalrını açan TÜRGEV'e devri ile ilgili usulsüzlük yapıldığı iddia edilen bir ses kaydı meşru hükümeti yıkmaya çalışan paralel örgüt tarafından sosyal medyada yayınlandı. Bilal Erdoğan ile KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım arasında geçtiği iddia edilen montaj kayda yanlışlıkla Başbakan Erdoğan'ın konuşmalarından koparılmış bir bölümün ilgisiz bir şekilde eklendiği belirlendi.

KAYDIN 48. SANİYESİNE BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN SESİ EKLENMİŞ
4 Mart'ta "Okçular Tekkesi Usulsüz Şekilde TÜRGEV'e Devrediliyor" başlığıyla yayınlanan ve Bilal Erdoğan ile KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım arasında geçtiği iddia edilen kurgu görüşmenin 44. saniyesine Bilal Erdoğan'ın konuşmasının monte edildiği, ancak 48. saniyesine yanlışlıkla Başbakan Erdoğan'ın konuşmasından bir kelimenin monte edildiği tespit edildi. 6 dakikalık kaydın 44. saniyesinde görüşme Bilal Erdoğan'ın "alo" demesiyle başlıyor. 46. saniyede KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım, Bilal Erdoğan'a "alo" şeklinde cevap veriyor.

Ancak 48. saniyede Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ait "İsmet bey nasılsınız" şeklinde ifade yapıştırılıyor. Başbakan Erdoğan'ın "İsmet bey nasılsınız" ifadesine KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım 49. saniyede "aaa sağ olun Bilal bey siz nasılsınız" şeklinde cevap veriyor.

İŞTE HAZIRLANAN O MONTAJ
Okçular Tekkesi Usulsüz Şekilde TÜRGEV'e Devrediliyor görüşme 1:

Bilal Erdoğan: Alo

İsmet Yıldırım: Alo

Bilal Erdoğan (montajda yanlışlıkla eklenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ait ses): İSMET BEY NASILSINIZ

İsmet Yıldırım: Aa sağolun Bilal bey siz nasılsınız.

Bilal Erdoğan: Biz de iyiyiz çok şükür

İsmet Yıldırım: Allah iyilik versin
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/09/montajcilar-sesleri-karistirdi-olanlar-oldu.html#.UxzU51o5nDc

Bediüzzaman ile ilgili şok belgeler

09 Mart 2014
Said Nursi Hazretlerinin sürgün edilmesine dair cumhurbaşkanları Mustafa Kemal ve İsmet İnönü'nüye ait belgeler
Bu ay Bediüzzaman özel sayısı ile çıkan Derin Tarih Dergisi’nde farklı bilgi ve belgeler yer alıyor. Bunlardan biri de Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin sürgün edilmesine dair cumhurbaşkanları Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nüye ait belgeler.
Nurettin Ceylan’ın araştırması şöyle:
Bediüzzaman hayatını öyle bir şekilde üç devre ayırmıştır ki, hangi veçheden bakılırsa bakılsın, hangi usuller esas alınırsa alınsın hayatı tıpkı kendi ayırdığı gibi üç devre ayrılır. O, bu devirleri Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said şeklinde isimlendirmiştir. Devletle olan ilişkisi bakımından ele alınırsa bunlarHürriyet, Esaret ve Muhtariyet dönemleri olarak adlandırılabilir.
Doğumundan 1926 yılına kadarki bölüm Hürriyet bölümüdür. Bu devirde bir iki istisna dışında devlet Bediüzzaman’a karışmaz, ne yaptığıyla ilgilenmez. Yani devlet klasik liberalcilerin devletidir. Vatandaş Bediüzzaman’a karışmaz, dokunmaz, gölge etmez. Bediüzzaman kanunların her vatandaşa çizdiği dairede istediğini yapmakta hürdür. Devlet Bediüzzaman’a diğer vatandaşlardan farklı davranmaz.
1926 ile 1950 arası ise Esaret devridir. Burada devlet mütemadiyen Bediüzzaman'ı dikizler, ne yaptığını gözler. Gerektiğini düşündüğü zaman ise göz hapsi, mecburi ikamet, ihtilattan men, yani insanlarla görüşmesine mani olma, tutukluluk, kılıfına uydurabilirse mahkumiyet cezaları ile kontrol altında tutmaya çalışır. Bediüzzaman'ın iradesi tamamen yok sayılmıştır. Hayatındaki bütün deveran devletin marifetidir. Burada devletin tavrı otoriterliği çoktan aşmış, totaliter olmuştur. Devlet onu vatandaşı gibi değil, adeta bakmak zorunda kaldığı bir esir olarak görmektedir.
derin_tarih_kapak.jpgDemokrat Parti iktidarı dönemine rastlayan 1950 ile 1960 yılları arası ise Muhtariyet faslıdır. Bu bölüm her bakımdan Hürriyet ve Esaretin ortasındadır. Devlet burada Bediüzzaman'ı ne tamamen hür bırakmış, ne de tamamen esir almıştır. Yine aynı şekilde ne tamamen Bediüzzaman'la ilgilidir, ne de tamamen ona kayıtsızdır. Bediüzzaman'ın iradesi kısıtlıdır. İdaresine tamamen ket vurulmamışsa da, her vatandaşa tanındığı gibi bir serbestliği de yoktur.
Bu üç dönemden sürgünler faslı öyle bir hal almıştır ki, vefatının ardından iman davasından sonra hakkında en çok konuşulan şey, kendisine çektirilen cefalar olmuştur. Bu dönem hakkında Bediüzzaman'ın şu ifadelerine kulak vermemiz gerekir:
“Ben şimdi düşünüyorum. Yirmisekiz senedir vilayet vilayet, kasaba kasaba dolaştırılıyorum. Mahkemeden mahkemeye sevkediliyorum. Bana bu zalimane işkenceleri yapanların atfettikleri suç nedir? Dini siyasete alet yapmak mı? Fakat niçin bunu tahakkuk ettiremiyorlar? Çünki hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkum etmeye uğraşıyor. O bırakıyor; diğer bir mahkeme aynı mes'eleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor; beni tazyik ediyor; türlü türlü işkencelere maruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete, felaketten felakete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı, esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar.”1
Sürgünler faslına devlet bir bahane bulamamış olsa da, bu dönemin temellerinin atılmasında Bediüzzaman'ın 1922'de Mecliste bulunduğu sırada yaşanan tartışmaların sebep olduğunu tahmin etmek zor değil. Peki esaret dönemi nasıl başlamış Bediüzzaman Hürriyet'ten Esaret'e geçerken neler yaşamıştı?
1923 yılında Ankara'dan ayrılan Bediüzzaman Van'a gelerek Erek Dağı'nda hayatını devam ettirmiştir. 1925 yılında Şeyh Said hadisesi başlayıp kanlı bir şekilde bastırılmış ve idamlar haricinde Doğu Anadolu'nun birçok yerinde bu olayla ilgisi olduğu düşünülenler sürgüne yollanmıştır.
Burada az bilinen bir nokta var ki, Bediüzzaman bu sırada sürülenler arasında değildir. Zira o olayın cereyan ettiği 1925'te değil, 1926 Şubat'ında sürgüne yollanmıştır.Dolayısıyla sürgüne gönderilişinin Şeyh Said olayıyla hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim aynı şeyi kendisi de söyler:
"Bu biçare Said, Van'da ders-i hakaik-i Kur'aniye ile meşgul olduğum miktarca Şeyh Said hadisatı zamanında vesveseli hükümet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi."3
1926 Şubat'ında Erek Dağı'nda, bulunduğu mağaraya üç kişilik bir jandarma müfrezesinin gelmesiyle 28 senelik çileli hayat başlamıştır. Bediüzzaman’ı Jandarma nezaretinde gören talebeleri ve halktan bir grup ona yönelerek: Aman Seyda, bizi bırakıp gitme! İrşadlarınızdan bizi mahrum bırakma, bize müsaade buyur, sizi göndermeyelim. Başka bir yere, diğer bir İslâm ülkesine de götürebiliriz. İzin veriniz, emrinize hazırız.
Fakat tahmin edileceği üzere Bediüzzaman talebe ve dostlarının bu teklifini kabul etmemiş, kendisine nezaret eden askerlerin talebeleri hükmünde olduğunu söyleyerek “Merakı mucib bir hal yoktur. Anadolu’ya ben kendi rızamla gidiyorum” demiştir.4 Van'dan alınan Bediüzzaman Trabzon ve İstanbul'dan sonra ilk sürgün yeri olan Burdur'a gelir. Burdur hayatına dair enteresan bir hatırayı şöyle nakleder:
“O vakit sebebsiz beni aldılar, nefyettiler, Burdur'a getirildim. Orada yine hizmet-i Kur'aniyede bulunduğum miktarca o vakit menfilere çok dikkat ediliyordu. Her akşam isbat-ı vücud etmekle mükellef oldukları halde, ben ve halis talebelerim müstesna kaldık. Ben hiç bir vakit isbat-ı vücuda gitmedim, hükümeti tanımadım. Oranın valisi, oraya gelen Fevzi Çakmak Paşa'ya şikayet etmiş. Fevzi Paşa demiş: Ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz!" Bu sözü ona söylettiren hizmet-i Kur'aniyenin kudsiyetidir.”5
Burdur'da yaklaşık 7 ay kalan Bediüzzaman bu kez Isparta'ya sürülür. Isparta'da Müftü Tahsin Efendi Medresesi'nde ders ver­meye başlar. Fakat 20 günden sonra burası da ona çok görü­lünce Isparta'nın Barla ilçesine sürü­lecektir. Zaten Burdur'dan Isparta'ya sürülmüş olan Bediüzzaman'ın, sa­dece 20 gün sonra başka bir yere sü­rülmesinin sebebi neydi? Bu sorunun cevabını Bediüzzaman'ın ta­lebelerinden Mehmed Sözer (Teneke­ci Mehmed) şöyle vermektedir:
 "Üstad burada haftada iki gün ders yapıyordu. Isparta uleması bu derslere devam ediyordu. Derse bir defasında ben de gitmiştim. Çok ka­labalıktı. Sadık Hoca'nın satın almış olduğu medrese tıklım tıklım doluy­du. Ben ancak kapının eşiğinde oturabildim. Daha sonraları Vali Ekrem Bey evhamlanarak tedirgin oldu. Umumun nazarına çarpmasın diye ücra bir yere nakledelim dedi ve Üstad'ı Barla'ya nefyetti."6
 İşte bu ve benzeri hatıralar Be­diüzzaman'ın sürülmesiyle ilgili bir­çok istifhamı beraberinde getirmek­tedir. Zira bu hatıraların birikmesiyle oluşacak soru şudur: Acaba Bediüzza­man'ın diyar diyar sürülmesinde kor­kak, pısırık, kraldan çok kralcı taşra idarecilerinin rolü büyük müdür?
Elbette bu, mantıksız bir sorudur. Çünkü 28 yıl boyunca bir insanın ira­desine ipotek koyacak yegane güç, merkezi idare, yani devletin kendi­sidir. Durum bu kadar açıkken ve geçmişte bu sürgünlerin sebebi ola­cak olaylar yaşanmışken bile ortaya belgeleri dökemiyorsanız ikna ede­meyeceğiniz bir kesim var demek­tir.
Bunun yanında bu sürgünler ta­mamen Kemalist hükümetin işi olsa bile hükümetin hangi kademesinde bu sürgün kararları alınmış, hangi toplantılarda Bediüzzaman'a hayatı zindan etme yeminleri edilmiştir?
İşte aşağıda ilk kez yayınlayacağı­mız resmi belgeleri görmeden bu so­rulara cevap vermemiz imkansızdı. Bütün verileri toplasanız dahi ortaya sadece kuvvetli bir tahmin çıkardı, müdellel bir bilgi değil. Öyle ki, Bediüzzaman'ın hayatını sür­günlerde geçirdiği ifade ediliyor fakat buna dair herhangi bir bel­genin adı geçmiyor, ibraz edilemiyordu.
Aşağıda Bediüzzaman'ı sür­günden sürgüne yollayan Ba­kanlar Kurulu kararlarını ilk kez okuyacaksınız.Belgeleri yayınlamadan önce bunları tarafıma verme lütfunda bulunan Necmeddin Şahiner Ağabey’e teşekkürü borç bilirim.
ATATÜRK İMZALI İLK BELGE
Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk ile Başbakan İsmet İnö­nü'nün bizzat imzalarının yer aldığı Bakanlar Kurulu kararının yer aldığı bu belgenin, imzaların bulunmadığı, 20 gün sonra (15 Mayıs 1935) çıkarılan suretini kısa bir süre önce Ahmed Akgündüz Ho­camın yayınladığını belirterek aslını ilk kez burada yayınladığımız belgeyi kısaca tahlil edelim.
En başta göze çarpan husus, devletin Bediüzzaman'ı eski Darü'l-Hikmeti'l-İslamiye üyesi olarak görmesi. Bu oldukça önemli. Zira Bediüzzaman ismiyle anılabilecek derecede önemli ya da kritik başka bir cemiyete üye olmuş olsa şüphe yok ki onunla anı­lacaktı. (Örneğin Kürdistan Teali Cemiyeti ya da Teali-i İslam Cemiyeti gibi.) Hele ki kendisini yalanlama pa­hasına Şeyh Said meselesiyle ilişkisi­nin olduğunu söyleyen, ona hala "Said-i Kürdi" deyip irticadan dem vuran zihniyet bu fırsatı asla kaçırmazdı. Dolayısıyla cemiyetin kapanmasının üzerinden 13 yıl geçmesine rağmen Kemalist hükümetin Bediüzzaman'ı Darü'l-Hikmet ile anması, onu Kür­distan Teali Cemiyeti'ne üye göster­meye meraklı Kemalistlere başlı ba­şına bir cevap teşkil eder.
İkincisi, Bediüzzaman'ın Ispar­ta'ya sürülmesine sebep olarak Şeyh Said meselesinin gösterilmesidir. Burada devlet Bediüzzaman'a daha önce atmadığı ve o konuda temiz olduğunu bildirdiği (Şeyh Said isya­nından dolayı sürülmediğini yuka­rıda arz etmiştik) bir konuda iftira etmektedir. Hem de kendini yalancı çıkarmak pahasına...
Göze çarpan diğer garabet ise kararda Bediüzzaman'ın Isparta'ya sürülme tarihinin 1929 yılı olarak verilmesidir. Oysa Bediüzzaman'ın Barla'da mecburi ikamete alındığı ta­rih kesin olarak 1 Mart 1927'dir.7Bundan 20 gün önce Isparta'da olduğuna göre 1929 tarihi anlaşılan çalakalem yazılmış olup Kemalist devrin devletinin hal-i pürmelalini göstermekten başka bir işe yaramaz.
Dikkate değer bir başka nokta, İçişleri Bakanlığı teklifinin 24 Nisan'da, Bakanlar Kurulu kararının ise hemen ertesi gün, 25 Nisan'da alın­masıdır. Tesadüf olma ihtimali ol­makla birlikte Bakanlar Kurulu'nun sırf bu gündemle toplandığını veya kararın imzaya açıldığını söylemek de ihtimal dahilinde. Araştırmaya de­ğer doğrusu.
Bakanlar Kurulu, yani devletin yü­rütme organı Bediüzzaman'ı 25 Ni­san 1935 günü sürme kararı almıştır.Peki bu, Bediüzzaman'ı kontrol et­mek için yeterli mi? Devletlularımız bunu yeterli görmemişler anlaşılan. Çünkü aynı gün Bediüzzaman hak­kında Eskişehir Ağır Ceza Mahkeme­si tarafından tutuklama kararı çıka­rılmış ve 8 Mayıs'ta tutuklanmıştır.8 Daha sürgün yeri olan Kastamonu'ya sürülmeden Eskişehir'de tutuklu ola­rak hapse girdiğini görürüz. Böylece bu tutuklamayla birlikte yürütme­den sonra yargı da Bediüzzaman'ın yakasına yapışmıştır. 
İKİNCİ BELGE: ŞİMDİ DE İNÖNÜ
Barla'dan Kastamonu'ya sürülen Bediüzzaman, Eskişehir hapsinden sonra mecburi ikamet gereği hayatını burada devam ettirirken 1943 yazın­da Denizli'nin Homa nahiyesinde bir Nur talebesinin üstündeki elyazma Beşinci Şua risalesinin bulunmasıyla başlayan tutuklamalar neticesinde 20 Eylül 1943'te tutuklanmış ve Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava gö­rülmeye başlanmıştı.9 Üstelik tutukla­malara sebep olan Beşinci Şua bundan bir yıl önce Isparta'da birçok kitapla birlikte dava konusu olmuş ve mah­keme bu kitapların iadesine karar vermişti.10 15 Haziran 1944'te beraat etmiş ve dava konusu olan bütün ki­taplar iade edilmişti.11
Bediüzzaman Denizli'de beraat ettikten sonra Delikli Çınar semtin­de bir otele yerleşir.12 Fakat orada da çok duramaz. Zira daha mahkeme kararını vermeden İçişleri Bakanlığı, Bakanlar Kurulu'na Bediüzzaman'ı sürmeyi teklif etmiş, kurul da maal­memnuniye kabul etmiştir.
İlk belgeye göre daha günahsız, daha derli toplu olan bu metinde sadece şu söyleniyor: Daha önce sür­müştük, yine sürüyoruz. Bunun dışın­da anlamlı olan tek nokta, teklifin ta­rihi. Dahiliye Vekaleti Bediüzzaman'ı sürme teklifini 21 Nisan'da yapmış. Bu sırada Kastamonu sürgünüdür ve üstüne Denizli'de 7 aylık tutukludur.13 Mahkeme kararını henüz vermemiş olup Bediüzzaman'ın hürriyetine ka­vuşup kavuşmayacağı belli değildir. Ama olsun, Bediüzzaman için bunlar azdı bile. Günahı o kadar büyüktü ki, bir şehirde sürgündeyken başka bir şehirde tutuklanmayı, tutukluyken de başka bir şehre sürülmeyi hak et­mişti.
Sahi ne yapmıştı? Devlet onu ne­den cezalandırıyordu? Ne yaptığı­nı zannediyordu? Zannetmese bile neyi isnad ediyordu? Hata yapmaz hükümetimiz Bediüzzaman'a neyi yakıştırıyordu? Dava dosyalarındaki savcıların uydurduğu üç beş suçtan söz etmiyorum, zira siyasi iktidar yol verdi mi satılık bir savcı için şereftir minareyi kılıfına uydurmak.
Bediüzzaman'ın temel üç sürgün yerinden de (Barla-Kastamonu-Emirdağ) bahseden bu iki Bakanlar Kuru­lu kararında onun suçuna dair tek bir cümle yer almaktadır. O da şudur:
“Burada (Barla'da) da rahat durma­yarak dini ve irticai tahrikatta bulun­duğu ve bu muhitte kalması da zarar­lı olacağı anlaşıldığından...”
Bu ifadeden anlaşılan o ki, daha önce Van'da rahat durmayan Bediüz­zaman Barla'ya sürülmüş, burada da rahat durmadığı için Kastamonu'ya sürülmektedir. Herhalde devamını yazsalar şöyle olurdu: Kastamonu'dan da sürersek anlayın ki, orada da rahat durmamıştır. Rahat durmamanın ta­nımı da şöyle veriliyor: Dini ve irticai tahrikatta bulunmak. İrticai tahrikat ifadesi tevil edilebilir ise de dini tah­rikat ne ola? Emin olduğumuz husus şu ki, dinin tahrik edilmesi hususun­da Bediüzzaman, sürgün kararlarının altında imzası bulunanları memnun etmemiş olmaktan fazlasıyla mem­nundur. Ve bu yolda başını vermeye çoktan hazırdır. Nereden mi biliyo­rum? Şuradan:
Tarih 31 Mayıs 1944'tür. Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nde savcının iddianamesi okunduktan sonra Be­diüzzaman savunmasını şöyle yapı­yor:
"Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız! Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek!.. Yüzer milyon kah­raman başlar feda oldukları bu kudsihakikata başımız dahi feda olsun, her cezanıza ve idamınıza hazırız!.."14
Bu izahın ardından bahsettiğimiz iki sürgün belgesini yayınlıyoruz. 
ataturk_belge.jpg
"En başta göze çarpan husus, devletin Bediüzzaman'ı ski Darü'l-Hikmeti'l-İslamiye üyesi olarak görmesi. Bu oldukça önemli. Zira Bediüzzaman, namıyla anılabilecek derecede önemli ya da kritik başka bir cemiyete üye olmuş olsa şüphe yok ki onunla anılacaktı. Hele ki kendisini yalanlama pahasına Şeyh Said meselesiyle ilişkisinin olduğunu söyleyen, ona hala "Said-i Kürdi" deyip irticadan dem vuran zihniyet bu fırsatı asla kaçırmazdı."

inonu_belge.jpg
"Dahiliye Vekaleti Bediüzzaman'ı sürme teklifini 21 Nisan'da yapmış. Bu sırada Kastamonu ürgünüdür ve üstüne Denizli'de 7 aylık tutukludur. Mahkeme kararını henüz vermemiş olup Bediüzzaman'ın hürriyetine kavuşup kavuşmayacağı belli değildir"
Kaynak ve Dipnotlar:
Belge Esas/Karar Numaraları:
Belge-1:
T.C. Başvekalet Muamelat Müdürlüğü
Şube/Sayı:2/2406
Tarih:25/4/935
Belge-2:
T.C. Başvekalet Muamelat Umum Müdürlüğü-Kararlar Müdürlüğü
Karar sayısı:3/1389
Tarih:9/8/1944
Metin Dipnotları
1 .Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.685
2. http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/186-sueguen-btunc
3. Nursi, Lemalar, s.41
4. Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.702
5. Nursi, Lemalar, s.41
6. Necmeddin Şahiner, Son Şahitler-2, s.16
7. http://www.zaman.com.tr/pazar_said-nursinin-adim-adim-fislendigi-raporlar_1076175.html
8. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.984
9. Bekir Berk, Türk Hakiminin Millet Adına Verdiği Kararlar, s.126
10. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.1189
11. Berk, Türk Hakiminin Millet Adına Verdiği Kararlar, s.130
12.Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.1340
13. 20 Eylül 1943 ile 21 Nisan 1944 arası.
14. Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, s.1302

Kaynak: Risalehaber

Fethullah Gülen'in akrabalarından basın açıklaması

09 Mart 2014
Gülen ailesi, Fethullah Gülen ile ilgili gündeme yansıyan konulara ilişkin basın açıklaması düzenledi.

Fethullah Gülen'in ailesi akrabaları ve yakınları adına Kemal Gülen açıklama yaptı. Açıklamaya nedeni olarak "Bu kadar hakaret, zulümden sonra sessiz kalmamayı buradan bir şeyler söylemeyi hissettik." ifadeleri kullanıldı.

İŞTE O AÇIKLAMALAR

Bizleri bugün yalnız bırakmadığınız için bu yapacağımız açıklamayı Türkiye ile ve dünya ile buluşturmak için gelen basın mensuplarına teşekkür ediyorum.

Aslında biz ilk defa böyle bir program yapmıyoruz. Farklı zamanlarda zeminlerde geçmiş zamanlarda yaptık.

"AİLE OLARAK DEVAMLI BULUŞUYORUZ"
Bu aile buluşmalarımızın amacı aile meselelerini görüşmek ve çözüm bulmak aile içi ilişkilerimizi gözden geçirmek akraba hukukunu anlamak aktarmak derinleştirmek ve evlatlarımıza daha iyi bir geleceği nasıl kurabiliriz bu meseleleri görüşmek oldu. Ramazan'da Kurban'da mesire yerinde bir araya geldik. Devamlı iyi bir mümin olarak temsile layık yaşayabilmek için görüşmeler yaptık.

"GÜLEN'İN YANINDAYIZ"

İçimiz yanıyor özellikle birkaç aydır Türkiye'de farklı gündemler var. Ailemizi ilgilendiren gündemler var. Bunlar Hocaefendi ile ilgilidir. Biraz kırgınız incindik. Sükuneti sürdüreceğiz.

Demokratik haklarımızı kullanarak sessiz kalmadığımızı aile büyüğümüzün Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yanında olduğumuzu duyurmak istedik.

Hocaefendi cibili olarak nesabi olarak ailemizin bir ferdi bir bireyi. Ondan öte büyüğü rehberidir. Dünya çapında yaptıklarıyla bütün millete ait oldu. Onun himmeti milletidir.

"DAHA FAZLA SESSİZ KALAMADIK"
Son dönemdeki hakaretlere maruz kaldık ki bekledik ki hocamıza birileri sahip çıksın her şehirden ses yükselsin. 50 yıldır dünyanın dört bir tarafından hizmet eden Hocamıza destek versin.

Biz de bu gün bu hakikatleri aile fertleri olarak dile getirmek istedik. Bugüne kadar neden bir araya gelmek istediniz diyebilirsiniz. Hocaefendi bugüne kadar ön plana çıkmayı istemedi. Aile de onlara dualarıyla destek verdi. Onları alkışladı yüreklendirdi. Ancak bu kadar hakaret, zulümden sonra sessiz kalmamayı buradan bir şeyler söylemeyi hissettik.

"KARALAMA KAMPANYALARINI KINIYORUZ"


Ülkemizde bir süredir muhterem büyüğümüz Hocaefendi ve onun teşvikleriyle oluşan hizmet hareketi hakkında iftiralar sürüyor.

Alim, hareket hakkında bu denli karalama kampanyasına şahit olmadık. Bunu kınıyor ve hakkın adaletine havale ediyoruz.

Bütün bu nefret söylemlerinden duyarlı her vatandaş gibi derinden etkileniyoruz. inciniyoruz. İnsaf izan sahibi insanların da kabul edeceği gibi hocaefendi ülkemizin nadir yetiştirdiği insanlardan birisi. Gizlisi saklısı olmayan abide şahsiyettir. İlim peygamber sahabe sevgisine herkes şahittir. Kendisini dine İslama ve millete adaması ve kul hakkına olan hassasiyetini biliyoruz. Küçük yaşlarından itibaren ibadet ve ilime olan düşkünlüğü sade hayatıyla hepimize örnek ve manevi bir rehberdir.

"İLAHİ ADALETE HAVALE EDİYORUZ"

Hayatını emrolduğu üzere dosdoğru ol üzerine kurdu. Sessizliğini fırsat bilenlerin hedefe koymasını bu hak dostunu üzenleri ilahi adalete havale ediyoruz. Ailemizin kökleri muhterem hocamızın dedeleri değerli şahsiyetlerdir. Hocaefendi'nin manevi dünyası ilmi bu hak dostlarını görerek şekillendi.

Hocaefendi Erzurum'un en meşhur hocalarından dersler aldı. Ömrünü kitaplar arasında geçiren 70'den fazla eseri fikir aksiyon hayatı ile üniversitelerde ders kitabı olarak okutuluyor. Aile büyüğümüz adına üniversitelerde kürsüler kuruldu.

"SUSAN ŞEYTAN OLMAK İSTEMİYORUZ"

Biz ailesi olarak okumanın gerekliliğini anladık. Onun teşvikiyle üniversiteye gittik. Hocaefendi'ye yapılan haksızlık karşısında 'susan şeytan olmak istemiyoruz' bugün.

Hocaefendi bütün ömrünü dikkatle yaşadı. Kur'an ve sünnete bağlı yaşadı. Bize de misal oldu. Son derece mütevazi olarak yaşadığını cümle alem biliyor biz de bunun şahidiyiz. O hayatını bavula sığdırmasaydı binlerce insan hizmet kervanına katılır mıydı? Hayır.

Dünyadan ve dünyalıktan başka düşünemeyenler bunu anlayamaz. Hocaefendi'nin dünyaca tanınıp bilinmesine rağmen ne kardeşleri ne akrabaları bu nüfuzundan nemalanmadılar. İstifade etmeyi düşünmediler. Kardeşlerinin ve yakınlarının sade yaşamı buna delildir.

"İFTİRALAR BİZİ YARALIYOR"
Hocaefendi'de onun rehberliğindeki hizmet hareketi de bizden dolayı mahcup olmadı inşallah mahcup olmayacaktır.

Herkes hepimiz kendi yağında kavrulacak dişini sıkacak ama inşallah milletimizin hüsnü zannını boşa çıkarmayacağız. Bir lokma bir hırka yaşamayanlar Hocaefendi'ye çamur atmaya çalışıyorlar.

Son birkaç aydır yürütülen iftira yalan kampanyaları bizlerin yüreklerini dağladı. Kullardan vefa beklemeyi bile Allah'a karşı vefasızlık sayan büyüğümüz haşhaşı işi boş alim müsveddesi hakaretlere maruz bırakıldı. Bir de bu hakaretleri insan haklarını ağzına sakız yapılan siyasiler tarafından yapılmıyor mu? İşte bunlar bizi yaralıyor.

"HEPİMİZ ONUN EVLADIYIZ"


Hırsızlık ayyuka çıkmamış adalet sistemi yerlerde sürünmek zorunda bırakılmamış gibi bunları görmezden gelerek sadece Hocaefendi'yi aile büyüğümüzü suçlamak karşısında dehşete düşüyoruz.

Bin ömrüm olsa Peygamber Efendimiz'in (sas) saçının bir tek teline feda olsun demeyi bile başka yere çekiyorlar.

O evlenmedi o kendi ifadesiyle bütün ömrünü Allah'a adamak istiyordu. Ne var bunda. Bazı peygamberler de evlenmemiş. Dine diyanete millete hizmet için gençlerin halinde anlamak için illa da evlenmek şart mıdır? Biz evladımıza ondan isim istiyoruz. Aslında hepimiz onun evladıyız. Sadece biz değil Asya'da Afrika Amerika'da binler evladı var. Bunlar stadyumları dolduruyor. Hocamıza dua ediyorlar. Biz de dua kervanına katılıyor onu ve onun gibi yürüyenleri koruyacağını haykırıyoruz.

"ELMASA ÇAMUR ATSAN DEĞERİNDEN BİR ŞEY KAYBETMEZ"

Bazı siyasetçiler ve medya kuruluşlarının hakaret dozlarını artırdığını görüyoruz. Yakınları olarak son derece müteessiriz. Ne muhtıra dönemlerinde 28 şubat benzeri dönemlerde Hocaefendi'nin manevi şahsiyeti böyle çirkin saldırıya maruz kalmadı.

Ne yazık ki salonu dolduran meslektaşları tarafından sessiz kaldı. Hala bir açıklama yapılmadı ilim adamları tarafından. Bizde ilim adamlarını ve ilahiyatçıları anlamıyoruz. Onun sahibi Allah'tır ve karamsarlığa düşmüyoruz.

Elmasa çamur atsalar elmas değerinden bir şey kaybetmez. Yakınları olarak hep bir ağızdan iftira ve hakaretlere karşı kollarımızı açıyor insafa davet ediyoruz.

TÜRKİYE'YE GELME KONUSU

Seçilme zorluğunu yaşamadan bakan koltuğuna oturan bir Erzurumlu bir politikacı hem de bu şehirde muhterem büyüğümüzü kastederek 50 yıllık hizmet hayatında Hocaefendi'yi takip eden bir işaretiyle Allah rızasıyla yollara düşen insanlara ve bizlere hakaret etmesini içimize sindiremiyoruz. Kem göz sahibine ait diye bu sözleri sahibine iade ediyoruz.

Neden ülkene gelmiyorsun diye çağrı yapıyorlar. Buradan sesleniyoruz Hocam gelip gelmeme sizin takdirinizde siz nerede olursanız olun akrabalarınız sizin yanınızda olacak hayır dualarla anacak ve hayır dualarınızı bekleyeceğiz.

"SOKAĞIN TAHRİKİNE GELMEMELİYİZ"


Çok üzüldük kalbimiz kırıldı ama kimseyi incitecek kıracak değiliz. Sövene dilsiz dövene elsiz gerek. Öyle olacağız. öyle olmak için gayret edeceğiz.

Ülkemiz zor dönemden geçiyor. Sokağın tahrikine gelmemeliyiz. Biz hocamızın ümit veren sözlerine bakarak 'ülkemizin geleceği parlak, bugünler de geride kalacak' diyoruz.

Bizim maksadımız bir araya gelişteki amacımız tartışmalara yeni bir cephe açmak değil.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/09/fethullah-gulen-in-akrabalarindan-basin-aciklamasi.html#.UxzToFo5nDc