HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Kazığa oturtulacak Meral abla “paralel”i soruyor!

17 Şubat 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit
 
Oooo. 
Meral ablamız generalin “yağı kazığa oturtma” tehdidinden sonra..
Sus pus olmuştu..
 
Biz isyan etmiştik, “Bir atanmış, seçilmiş bir bakana.. Hem de bir bayan bakana.. Böyle terbiyesizce küfürü nasıl eder? Sadece küfür değil.. Tehditli küfürü nasıl eder..”
Tehditçi generalin hükümran olduğu dönemde küçücük bir itirazı olmayan bu bayan bakan..
Sonraki yıllarda, gerek MHP’nin koalisyon ortaklığı döneminde..
Gerekse darbecilerin yargılanmaya başlandığı dönemlerde, bekledik ki, Meral ablamız iki cümle ile cevap versin..
 
Kendimize yapılmış gibi üzüldüğümüz, ama muhatabının ne hikmetse ilerki tarihlerde de cevap vermediği o tehditte ne deniliyordu?
İfade aynen şu: “Gelirsek, o kadını yağlı kazığa oturturuz..”
 
Bu ifadeye itirazı olmayan Meral ablamız, şimdi o ifadeyi kendisine sarfeden generali sanık sandalyesine oturtan siyasi iktidara küfür etmekle gündeme geliyor..
Geçen hafta, İstanbul’da değişik ilçeleri ziyaret etmiş.
Baktım, bir tane haberi çıkmamış gazetelerde..
Ama taktiği değiştirmiş Meral ablamız..
 
Kendisine o çirkin küfürü eden general için iddianame hazırlatan siyasi iktidara “Hırsız” demiş..
 
Der demez, bütün ajanslarda birinci haber..
 
Kendisine küfür eden darbeciden korkmuş.. Tırsmış.. Süklüm büklüm olmuş..
 
Ama bugün, karanlık operasyon ile suçlanan insanlara, direkt “Hırsız” diyerek hükmünü veriyor..
İfadesi şöyle: “17 Aralık’ta bir şey oldu. Bir uyandık Türkiye soyulmuş.”
TBMM Başkanvekili olan bu ablamızın “yargı”dan anladığı, sadece savcılık olmalı..
Savcı iddia ettiği an..
Yargı kararı çıkmış gibi..
 
“Türkiye soyulmuş” sonucuna varıyor, Meral ablamız...
Tabii o iddianameler yeterli olsaydı..
Şu an partisinde milletvekili olanların birçoğunun.. Partisinde politika yapanların birçoğunun.. 12 Eylül öncesindeki olaylar için nelerle suçlandığını, hatırlatmaya bile gerek yok..
Oysa bugünkü olayda.. İddianame bile yok daha..
Arama yapılmış..
TBMM Başkanvekili sıfatı taşıyan hanım, “Hırsız” diye hükmünü verip, konuyu kapatmış..
Biz de kendisine, partisindeki arkadaşlarına, polis suçlamaları ile benzer tanımlamaları kullansak, ne der acaba?
 
O düşünedursun, Meral ablamızın cevap bulamadığını iddia ettiği soruları aktaralım size..
“İyi tamam da kim bu paralel devlet, nasıl bu paralel devlet? Soruyoruz cevabı yok” diye başlıyor..
 
“Suç mu işliyor bu paralel devlet? Cevabı yok” diye devam ediyor..
Sanırsınız ki, Kuzey Kutbu’nda yaşıyor Meral abla..
Anlatılanları duymamış..
Yaşanılanları bilmiyor..
Öyle ise biz hatırlatalım kendisine..
 
Paralel devlet, 2 ayda tamamlanacak soruşturmayı..
2 sene uzatmış..
 
Suç işlemiş..
 
UYAP’a girilmesi gereken soruşturmayı, herkesten gizlemiş..
 
Suç işlemiş..
 
Üç ayrı soruşturma halinde yürütülmesi gereken dosyaları, aynı gün operasyona dönüştürüp, sansasyon peşinde koşmuş.. 
 
Suç işlemiş..
 
Hükümeti devirmeyi amaçlamış..
 
Suç işlemiş..
 
Tüm bu usulsüzlükler, “İşlenen bir suç varsa, onu ortadan kaldırır mı?” diyecek olanlar çıkabilir..
Bu usulsüzlükler, muhataplar suç işlemiş ise ortadan kaldırmaz ama..
 
Suç işledikleri konusundaki ihtimali, zayıflatır..
 
İftira ihtimalini artırır..
 
“Kes, biç, yapıştır” oyunlarının döndüğü iddiasını güçlendirir..
 
Onun için, Meral ablamız acele etmemeli..
 
Kendisini tehdit edenleri.. Hakaret edenleri bile.. Suçları ayan beyan ortada iken, savcılığa veremezken..
 
Şimdi, MİT araçlarını durdurmaya varacak kadar  haince operasyonlara kalkışanların avukatlığına soyunmamalı..
 
Avukatlık, yapılanın yanında az kalır...
 
Hainlik peşinde koşanların iddialarını, hakimmiş gibi hükme dönüştürmeye kalkışıyor, Meral ablamız..
 
  Sonra da “Paralel devlet suç mu işliyor” diye soruyor..
 
MİT araçlarını durdurmak suç değilse, daha nasıl suç işlenecek?
 
MHP içindeki bir milletvekili, MİT’in aracının durdurulmasını.. MİT mensuplarının yerlere yatırılmasını.. Hatta MİT’çilere dayak atılmasını.. MİT’in kontrolündeki araçlarda silah olduğu yönünde hayali bilgileri tüm dünyaya yayıp, Türkiye’yi zor duruma düşürenlerin yaptıklarını..
 
Suç olarak görmüyor mu?
Haydi bunlar, adli vakalar..
Başkanvekili olduğu TBMM’deki bir kanun değişikliğinde yaşananları görüp, yine mi “paralel devlet”in neler yapmak istediğini anlayamıyor, Meral ablamız..
Çok basit, çok net bir açıdan özetleyeceğim, HSYK değişikliğini..
 
Mevcut durumda, HSYK Genel Kurulu, 15 üye ile toplanabiliyor. Bazı üyeler karar alınmasını önlemek için toplantılara katılmıyorlar. Şimdi, değişiklikle; toplantı yeter sayısı 12’ye indirildi.
Kıyamet kopuyor bunun için.
 
Yani denilmek isteniyor ki, “HSYK kilitlensin.. Karar alınamasın..” 
 
Bu ahlaksızlık değil midir?
 
Bu hainlik değil midir?
 
Bu hırsızlığın en büyüğü değil midir?
 
Ki, soruyorsun Meral abla: “Paralel devlet ne suç işledi” diye. 
 
HSYK’nın karar almasını önlemekten daha büyük suç mu olur? 
 
Bir hatırlatma daha..
Paralel devlet, dün Meral ablayı, “yağlı kazığa oturtmak”la tehdit ediyordu..
Bugün de, HSYK’yı kilitlemekle.. 
Bir gün darbeci ile yapıyor, tehdidini... Bir gün taşeron Zamanecilerle..

15 Şubat sendromu

 
17 Şubat 2014

Evet 15 Şubat da geçti. Değişen bir şey yok..
Anlaşılan evdeki hesap çarşıya uymuyor. Aza koyuyorlar dolmuyor, çoğa koyuyorlar almıyor..
Şunun şurasında seçimlere 45 gün bile kalmadı.. Bu hafta YSK’ya adaylık başvurusunun yapılması gerekiyor..

Türkiye’yi dolaşıyorum, hiç bu kadar garip bir seçim yaşanmadı.. Muhalefet ortalıkta gözükmüyor. AK Parti’de ise olağanüstü bir hareketlilik ve dayanışma sözkonusu.. Tek konuşulan konu var, o da Cemaat konusu!

MİT operasyonu geri tepti, olmadı.. Bu işin Milli bir operasyonun engellenmesi olarak görüldü.. Hele işin Bosnalı Müslümanlara finansal destek sağlanmasının engellenmesi anlamına gelen bir takım suçlamalara dönüştürülmesi, bu tertibin gerçek niyetini ortaya koyan bir gelişme olarak ifade ettiği değer büyüktü..

Bosna olayı ile ilişkili olarak Ziraat Bankası’nı suçlayanlar bu çabaları Halk Bankası olayını gündeme getirdi. Musul Petrolleri ve İran’ın Türkiye’deki Petrol parası ile ilgili olarak Halk Bankası’na karşı yürütülen operasyonda toplumun hafızasında çok farklı bir yer edindi.. Toplum nezdinde suç duyusunda bulunanlar suçlu hale geldi.. Halk Bankası Genel Müdürünün evindeki ayakkabı kutusundaki 4 milyon doları birileri gözünüze dayarken, arasındaki 100 Milyar dolarlık ekonomideki kaybı gizlemeye çalışıyorlar aslında.. Bu komplonun sahipleri şecaat arzederken sirkatini söyleyen adamın durumuna düştüler..

Bu işi gündeme taşıyanların, devam eden İş Bankası davası konusunda sessizliklerini korumaları da ilginç değil mi?

Kaset olayı da geri tepen bir silah. Toplum bu tür iddialara itibar etmiyor. Özellikle de zamanlaması bu işin içindeki “art niyet”i göstermeye yetiyor zaten! Hem kaset savaşı başlayacak olursa bu işten en zararlı çıkacak parti AK Parti olmaz herhalde!

Bana kalırsa yolsuzluk dosyaları ile ilgili iddialar da büyük ölçüde inandırıcılığını ve ciddiyetini kaybetti. Halk artık bu işlerin seçim malzemesi yapılmasını istemiyor.. Yolsuzluk iddialarının arkasına saklanmaya çalışılan tehdit ve şantaj girişimleri, en az yolsuzluk kadar toplumda nefret uyandırıyor. İşte camia bunu hesaba katmamıştı!

15 Şubat’ta bombalar patlayacaktı olmadı. İnternet yasası ile ilgili olarak Gezi’deki gibi Taksim’e çıkma konusu da toplumdan destek görmedi.. Şimdi ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar.. Bu konuda Mütevellilere verilen talimatlar var.. Mesela kimileri Muhsin Yazıcıoğlu soruşturmasının hükümet tarafından engellendiği iddiasını yaymaya çalışıyor.. Her fırsatta iktidarın yıpratılması için ne lazımsa yapılması için çaba gösteriyorlar.. Bu arada basında yer alan, Ankara’daki hakim ve savcılara dinletildiği belirtilen kayıttaki ifadeler son derece dikkat çekici. 19 maddenin sıralandığı kayıtta “Hizmetin bekaası için Türkiye’nin feda edilebileceği”, “takiyye, inkar ile her yolun kullanılabileceği”, “insanların zaaflarıyla tehdit edileceği”, “Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler dosyalarla götürüleceği” gibi ifadeler dikkat çekiyor..

Sözkonusu kayıtta “MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun’u götürmek istiyor” deniliyor. Dahası, fişlemelerle birçok kişinin bilgilerinin ellerinde olduğunu ve gerekirse bunların kullanılacağı belirtiliyor ve “Bütün bilgiler her alanda amir, memur, hakim, savcı, asker, general, vali, müsteşar, esnaf ve talebe sayı ve özellikleriyle masamızda. Herkesi her an ‘hain ilan ediliriz’ endişe ve baskısı altında tutun. Gerekirse zaaflarını açıklamakla tehdit edin. Hizmetimizi muhafaza için güçlü olandan yana olmak esas düsturumuz olmalı. Türkiye’deki mücadelede ABD’nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız” deniliyor. Başbakan ile ilgili olarak “Üç yıldır Uzun’un ölümü için dua ediliyor. Hala ayakta.

Demek ki halisane dua etmiyorsunuz. MOSSAD, CIA ve diğerleri Uzun’u götürmek istiyor. Bize de onun akılsız davranışları yüzünden ‘159 ülkedeki okullarınızı kapatırız ya da RTE’yi götürürsünüz’ diyorlar. Hizmet onlar için o kadar önemli ki, bir kişi veya ülke gitse ne olur.! Çünki Hizmet onların gözünde dünyanın ve insanlığın kurtuluşu olacak..

Bu arada Türkiye’deki gelişmelerle ilgili olarak, dünyaca ünlü Amerikalı ekonomist John Perkins, “Lobiler Başbakan Erdoğan’a karşı güçbirliği yaptı. Faiz lobisi Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız. Türkiye hedefte.’’ dedi. Perkins, faiz lobisinin Türkiye’nin güçlenmesinden rahatsız olduğunu dile getirdi, faiz lobisinin kaos için denediği yolları anlattı ve “Dünyada bazı organize gruplar var ve bu grupların amacı Türkiye’yi karmaşa içine gömmek. Türkiye’nin güçlenmesini istemiyorlar. Türkiye, Orta Doğu ve birçok ülke için model. Bölgede faaliyet gösteren büyük şirketler, bu şirketlerin teokrasisi ve gücü kontrol eden gruplar stratejik konuma sahip olan Türkiye’nin güçlenmesini istemiyor. Bölünmüşlük istiyorlar” dedi.

Evet! Yine hesapları tutmadı.. Şimdiden seçim süreci ve sonrası için bir takım tertipler ve tedbirler için çalışıyor olabilirler, ama bu yöndeki çabaları da ayrı bir suç oluşturacağı için tedirginler. Çünki izlendiklerini biliyorlar ve içlerinde, saf değiştiren “hainlerin” olacağından kuşku duyuyorlar.. Onun için de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanıyorlar.. Ve tabi arada Nisan var!

Aslında Mart sonu ortaya çıkacak seçim sonuçları, daha sonraki yol haritasını belirlemede önemli bir kriter olacak.. Görünen o ki, cemaatin başarısız operasyonları ve muhalefetin tutarsız politikaları, hepsi AK Parti’nin işine yarıyor. Söndürmek için üfledikleri ateşin daha da büyümesine yol açtılar gibi sanki!

Selam ve dua ile..
http://www.habervaktim.com/yazar/63708/15-subat-sendromu.html
Kerime Yıldız / Habervaktim

"Can Dündar'ın Bizans Hayranlığı"

17 Şubat 2014

Başbakan Haliç Metrosu'nun açılış töreninde, gezicilerin duvarlara "Zulüm 1453'de başladı." yazdığını  özellikle  vurguladı.
Bana göre, bu cümle ,  çapulcuların en mühim itirafıydı. Bilmem hatırlar mısınız  bu konuda bir yazı yazmış ve Yüzüklerin Efendisi'nin yazarı Tolkien'in, "Noel Baba'ya Mektuplar" kitabındaki "1453 gulyabanilerin saldırısı" ifadesi  ile benzerliğinin ilginç olduğunu yazmışdım.

Yazım şöyle bitiyordu.
"Esasında, bu, yavaş yavaş, Selçuklu'yu, Gazneli'yi, Karahanlı'yı inkara giden bir hastalık. Yani, İslam'ı kabul eden Türk devletlerini yok saymaya. Peki  bu hastalık Karahanlı'da  durur mu? Elbette ki hayır. Soyumuzu sopumuzu Etiler'e, Sümerler'e dayandırma meraklıları, Orta Asya Türklüğü'ne aşık zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Bu sefer de "Canım bırakın şu Tanrı Dağı efsanelerini. anadolu'da ne güzel medeniyetler var."  diyeceklerinden emin olun."
Beni yanıltmadılar ya sağolsunlar.

ODTÜ'de yapılan bulvara "1071 Malazgirt Bulvarı" adı verilince Can Dündar bir tweet yazdı.

"Türkler Anadolu'ya 1071'de girdi. Bizans ordusu kılıçdan geçirildi ve baltadan geçirilen ODTÜ Yolu'na bugün 1071 Malazgirt Yolu adı verildi."

İlahi Can Dündar!

Ecdadımız Selçuklu, 26 Ağustos 1071'de Malazgirt Ovası'nda Bizans ordusu  ile bir meydan muharebesi yaparak bileğinin hakkıyla bu muharebeyi  kazandı.  Üstelik Bizans ordusu Selçuklu ordusunun  dört katıydı. Selçuklu Sultanı Ebu'l-feth  Alparslan Han, muharebeden  sonra sizin imparatoru serbest bırakarak memleketine gönderdi. Niye acaba?

Aynı yazımda "Yüzüklerin Efendisi" filmi için ise şöyle bir ifadem vardı.
"Elin oğlu boş durmuyor. Mazisinin kirli dönemlerini aklayacak ve gerçekleri  tamamen tersine çevirecek şekilde filmler yapıyor. Sinema sayesinde, tıpatıp haçlılara benzeyen orgları, Müslüman Türkler şeklinde algılatmayı başarıyor."

Aslında bu tweet, Türkler yerine "Orglar" diye başlasa daha net olurdu.

Tam da Kılıçdaroğlu'nun 1071 edebiyatına başladığı bir sırada ne kadar talihsiz bir tweet değil mi?
http://www.habervaktim.com/yazar/63703/can-dundarin-bizans-hayranligi.html
Türkiye Kendi Uçağını Üretecek !
HEDEF 2023
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
FETULLAH GÜLEN ASLINDA
YAHUDİ
FOSSİ KOHEN Mİ?
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gülen Cemaatinin Amacı /

Tayyip Erdoğan'ın Savaşı 2

Harun Alanoğlu 7 ŞUBAT 2014
Beni eleştirebilirsiniz, belki hakaret bile edebilirsiniz, bu yazıyı okuyan herkese hakkımı şimdiden helal ediyorum ama lütfen sabırla ve nefes alarak okuyun bu yazı çok önemli.
Gülen cemaatinin faaliyetleri, Osmanlı yıkılmadan önce başlayan bir operasyon planının, günümüzde uygulanan bir parçasıdır. Bu operasyon biraz uzun vadeli ama İslamiyet'i başkalaştırarak yok etmek üzerine yapılmış bir plandır. Bu sitedeki ilk yazım olan "Yakın tarih ve günümüzle ilgili tespit öneri" başlıklı yazımda bu operasyondan kısmen  bahsetmiştim. çok daha önemli olan bu yazımda da ağırlıklı olarak operasyonun İslam dünyası ve cemaatle ilgili olan yanına değineceğim.

Bilindiği gibi Hıristiyanlık ve Musevilik ise dünyevileştirilip keyfi hükümlerle doldurulmadan önce hak dinlerdi. Hıristiyanlar ve Museviler inançlarını, birbirlerine ayak uyduracak şekilde evirip çevirebildikleri için yüzyıllardır gayet iyi anlaşabilmektedirler. Gerçi günümüzde genel olarak Hıristiyanlar Museviliği temsil eden Yahudilere ayak uyduruyor olsa da bu işleyiş, bu dinlerin hükümlerini ortak değerlerde buluşturmak üzerine çalışmaya devam etmektedir. İslamiyet ise ilahi hükümleriyle oynama yapılamadığı için, hükümleri dünyevileştirilmiş olan diğer dinlerle uyuşamamaktadır. Yahudiler, Hıristiyanların inançlarıyla oynayarak Hıristiyan dünyasını kontrol altına alabilmenin rahatlığını Müslümanlar söz konusu olduğunda hiçbir zaman yaşayamadılar ama Osmanlının yıkılış süreciyle beraber İslam alemini parçalayıp küçük devletler haline getirdikten sonra İslam dinini de başkalaştırma operasyonları yapma fırsatı buldular.

Hasta adam projesindeki hasta adam Osmanlı, hedef İslam diniydi..

Zaman içinde değişen şartlarla, ana plana bağlı kalmak kaydıyla değişik harekat tarzları belirlenen bu operasyon çerçevesinde, Müslümanları dünya kamuoyu nezdinde küçük düşürüp İslam dünyasını  aşağılayarak İslam dininin yanlış temellere oturtulduğunu ve bir değişimin şart olduğunu. Bu değişim gerçekleşmesi halinde Müslümanların da refah içinde yaşayabileceklerine dair bir algı oluşturulması çalışmalarına başlandı. Bu algıya zemin hazırlamak için, Osmanlı'dan sonra küçük parçalara ayrılan ve batının emrindeki diktatörlerce yönetilmeye başlayan Müslüman milletler, ulvi ve fenni tüm eğitimlerden mahrum bırakılıp yoksulluğa mahkum edilerek, çıkarılan kaos ortamlarında  buhran içinde yaşamaya zorlandı. Müslümanların sefalet içindeki bu yaşamları, daha doğrusu ölümleri, katledilişleri National Geographic belgeselleri gibi tüm dünyaya izlettirildi. bu şekilde Müslümanlara, yanlış bir hayatın içinde olduğu kendileri gibi olmazlarsa bu durumlarının değişmeyeceği mesajı verilirken kontrolleri altındaki toplumlara da,  kurduğumuz düzende huzur ve refah içinde yaşamanızın kıymetini bilin mesajı veriliyordu. Tüm bunlar olurken bir taraftan da Fethullah Gülen, Muhammed Tahir'ül Kadri gibi kişiler tarafından, zamanı gelince İslam inancı üzerinde operasyon yapmaya zemin hazırlayacak bazı İslami hareketler başlatıldı. Bu cemaatler benzer şekilde hareket ediyor olsa da şu an bizi ilgilendirenin gülen cemaati olmasından dolayı sadece gülen cemaatinden bahsedeceğim.

Yaklaşık elli yıl önce faaliyete başlayan bu hareketin seksenli yıllara doğru gelirken gizlice yapılmaya başlanan ev sohbetleri, o dönem baskı altında yaşayan Müslümanlar tarafından, kemalist diktaya karşı İslam namına cüretkarca bir karşı koyuş tavrı olarak görülmüş, girilen riskin de heyecanıyla olağanüstü bir şekilde benimsenmişti. Fethullah Gülen bu hareketin öncüsü olarak Müslüman camianın sadece sohbet konularında değil gönüllerinde de hızla yer edinmişti. Sohbet halkalarındaki Müslümanlar kısa bir sürede Fethullah gülen ve başlattığı hareket için büyük fedakarlıklar yapacak hale gelmişlerdi. Bu aşamanın adına SIZINTI diyebiliriz. Fethullah gülen Sızıntı aşamasını başarı ile geçerek AKSİYON adını verebileceğimiz ikinci aşamaya geldi ve HERKÜL adını verebileceğimiz aşamanın temellerini atmaya başladı.

Fethullah Gülen, aksiyon aşamasında Müslüman camianın büyük destekleriyle dershaneler açmaya başladı. Müslümanların bunu eğitime verilen önem olarak değerlendirmesi için yapılan algı yönetimi de başarılı oldu.  Bizden saklanan asıl amaç ise gelecekte kullanılmak üzere işlenecek hammaddeye yani henüz fikirleri oluşmamış başarılı çocuklara ulaşmaktı.

Ailesi ve çevresi cemaate bağlı olan dimağı boş çocuklar alınıp, dershane ve aile ortamlarındaki telkinlerle gülen fanatiği bireyler olarak yetiştirilip, cemaat kontrolünde okutularak gelecekteki görevlerine hazır hale getirilmeye başlandı. Hedefin Türk halkı değil de İslam dini olmasından, İslam dininin de tüm dünyaya yayılmış olmasından dolayı cemaat, diğer ülkelerde de Müslüman kimliğiyle Türk okulları açmaya başladı. Bu okullar Gülen'e o ülkelerde de güç sağlayacak nesiller yetiştirmenin yanı sıra Türkiye'deki, cemaat ve tarikatlardan uzak kalan kendi halindeki Müslümanların da dikkatini çekerek, o insanların da, cemaatin içine girmeseler dahi Fethullah Gülen'i tanımalarını, saygı duymalarını ve güvenmelerini sağlayacaktı. Türkçe Olimpiyatları da bu amaçla yapılmaya başlandı ve büyük oranda başarılı oldu.

Cemaat, kendi gazete ve televizyonlarına sahip olarak kendi medya gücünü de oluşturdu ve kendileri hakkında olumlu ve olumsuz propagandalar konusunda pazarlık gücü elde ederek olumsuz propagandaların önünü kesti. Fethullah Gülen, gizli kadrolaşma çalışmalarının zarar görmesini engellemek için, Erbakan gibi Müslüman kimliğiyle ön plana çıkan bir başbakana karşı bile kemalist iktidar sahipleri tarafında yer alsa da, İslam karşıtı ortamı fırsat bilerek Amerika'ya yerleşti. Buradaki asıl amaç, Fethullah Gülen'i dokunulamaz bir hale getirerek devletin gündeminden düşürmekti. Bu sayede ülke içindeki kadrolaşma çalışmaları da gizlenebilecekti. diğer amaç ise Fethullah Gülen'e ulaşmanın bile zorlaştırılıp, ulaşıp görüşebilen kişilerin bile övülmeye layık, saygıyı hak eden kişiler olacağı şeklinde bir algı oluşturabilmekti.

Bu algı yönetimi de büyük oranda başarılı oldu. Kendisiyle görüşebilenin bile çok önemli bir insan haline getirildiği bir zat'ın etkisinin nasıl olabileceğini merak edenler, cemaatin içinden birine Fethullah Gülen'i sorsun ve cevabını dinlesin; eğer cemaatin içindeyseniz Fethullah Gülen'e karşı hislerinizi bir kontrol edin anlayacaksınız.

Gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan her duruma göre Alternatif planlar yapıp veriler toplayan Fethullah Gülen, 95 yılından sonra, Tayyip Erdoğan'ın ilerleyişine bağlı olarak, başbakan olmasının da bir tahmin edilebilir hale gelmesinden dolayı, bu ihtimal gerçekleşirse kullanabileceği verileri de hazırlamıştı, Bu ihtimal gerçekleşip de Tayyip Erdoğan Başbakan olunca hazırlanan verileri kullanarak Başbakan'ın güvenini kazanabildi. Bu veriler fikir birliklerinin ispatı ve Müslüman Kimliğinden dolayı kemalist devlet kadroları tarafından düşman ilan edilen Tayyip Erdoğan'a güç sağlayacak kozlardı. Yenilmesi imkansız görülen kemalist oluşumu yenebilme fırsatı bulduğunu düşünen Tayyip Erdoğan bu tuzağa düştü ve cemaatle işbirliği yapmayı kabul ederek Ergenekon örgütüyle mücadele edebilmesi için cemaatin devlet içinde kadrolaşmasına müsaade etti. Ancak, cemaati tanıdığım kadarıyla Fethullah Gülen'in mutlaka yapmış olduğuna inandığım ve çok önemli olan şu ayrıntıyı yazmadan geçemeyeceğim.

Cemaat Hükümetin bilgisi dahilinde yaptığı kadrolaşmanın dışında, gelecekteki planları dahilinde hükümetle ters düşmesi durumunda çıkacak anlaşmazlıktan dolayı tasfiye edilecek kadrolarının (yani bugünkü durumun) yerine kullanabilmek üzere eski tip gizli kadrolaşmasından da vazgeçmeyerek Fethullah Gülen ve çevresindeki birkaç kişinin dışında kimsenin bilmediğini düşündüğüm, birbirlerinden bile haberleri olmayan, kendi kadrolarına paralel gizli bir kadro da oluşturdu ve şu anda tasfiye edilen kadroların yerine atananlar arasında bu kadrolardan kişilerin de olması çok kuvvetli bir ihtimaldir, Tayyip Erdoğan'ın emir komuta zincirini katılaştırması bu kadroları geçici olarak durdurabilir ama uzun vadede yapılacak ve 17 aralık operasyonundan daha sıkıntılı sonuçlar doğuracak yeni operasyonların önünü kesemez. Şimdi konumuza dönelim, Tayyip Erdoğan'ın önünü açmasıyla  Ergenekon örgütünü tasfiye eden Fethullah Gülen, tasfiye ettiği kadroların yerine kendi kadrolarını yerleştirerek devletin yeni gücü haline gelmeye başladı. Burada herkesin dikkatinden kaçan ama aslında en ciddi olan mesele ise Şamil Tayyar'ın "Bugün dönüp de o soruşturma dosyalarına baktığımızda, tüm soruşturmaların mason localarına gelip dayanınca durduğunu ve o ana kadar ismi geçen herkesin mahkum edilerek dosyaların kapandığını görüyoruz" ifadeleriyle değindiği konudur. yani Fethullah Gülen mason localarının üzerine hiç gitmemiş hatta bunu söz konusu bile etmemiş, sadece kadroları tasfiye ederek, yerlerine kendi kadrolarını yerleştirmişti. Bu durumdan yola çıkarak, mason localarının Ergenekoncuları gözden çıkarıp, planlarının geldiği aşama doğrultusunda Fethullah Gülen'in yolunu açtığı sonucuna da ulaşabiliriz.

 Dinler arası diyalog projesi ise gelecekte İslam dinini başkalaştırmakta kullanılacak olsa da, Fethullah Gülen'in saklayamadığı bazı görüşmelerin bahanesi olarak kullanılıyor ve Abraham Foxman gibi, İsrail söz konusu olduğunda kraldan çok kralcı olan biriyle, refleks olduğuna inandığım samimi, muhabbet dolu kucaklaşmalarına bile bahane olarak kullanılabiliyordu. Algılarıyla oynayarak cemaate kayıtsız şartsız bağlanmaları sağlanan Müslüman kardeşlerimiz ise Fethullah Gülen'in bu ve benzeri açıklarına karşın bırakın başkalarını, kendi zihinlerini bile ikna edecek bahaneler üretme yoluna gidiyorlar. hiçbir bahane bulamadıkları durumda ise şartlandırıldıkları son savunma moduna geçiyorlardı. O savunmayı hatırlayalım; "Efendimiz (SAV) bu davayı Bediüzzaman'dan sonra Hoca efendiye miras bıraktı, her adımını alem-i mana'da Efendimiz (SAV) ile istişare (mübeşşirat) eden birinin hata yapması mümkün müdür, vardır Hoca efendi'nin bir bildiği"
Fethullah Gülen kemalist eğitim sistemine son vermek  ve Ergenekon örgütünden kurtulmak isteyen Tayyip Erdoğan'dan Milli Eğitim, Emniyet, ve Yargıyı aldıktan sonra Mit'i de alarak devletin mutlak hakimi konumuna gelecekti, işte ne olduysa bundan sonra oldu, Hakan Fidan'ı kayıtsız şartsız istemeyen Fethullah gülen, Hakan Fidan olmazsa olmaz diyen bir Tayyip Erdoğan'la karşılaşınca, Allah'ın inayetiyle diyebileceğimiz bir şekilde art arda hatalar yaparak niyetlerinin halis olmadığını belli etti ve güvenini kaybetmeye başladıkları Tayyip Erdoğan'ı zamanından önce yani HERKÜL aşamasını tamamlayamadan (Ülkenin en büyük gücü haline gelemeden) bertaraf etme yoluna gitti ve Tayyip Erdoğan kaderi buymuşçasına, belki de hala farkında olmadığı bir projeye karşı İslam namına yeni bir mücadeleye başladı. Yaptığı hatalar silsilesine devam eden Fethullah Gülen en son olarak Tayyip Erdoğan'ın Müslümanlara yaptığı gayrı resmi  yardımlar için paravan olarak kullandığı İHH kamyonlarına operasyonlar yaparak Tayyip Erdoğan'ın Müslümanlara yaptığı gizli yardımlarını ifşa etti.

Bu operasyonlarla Tayyip Erdoğan'ı Batı'ya ve Güney'e ihbar etmiş olsa da, Müslümanların da yapılanları görmesine vesile olarak İslam aleminin gözünde Tayyip Erdoğan'ın daha bir itibar kazanmasına, kendilerinin ise iyice itibar kaybetmesine neden oldu. Bu yazı çok daha uzayabilir; ama mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştığım için bir önceki Yazımda anlattığım, Fethullah Gülen'in Tayyip Erdoğan'a karşı başlattığı operasyonun şekline de bir daha değinme lüzumu görmüyorum.
Dünyada İslam dinine karşı uzun süreli bir operasyon var.

Bu operasyon çerçevesinde Müslümanlar ambargolarla her şeyden mahrum bırakılıyor, sefalet içinde yaşamaya zorlanıyor, aşağılanıyor, katlediliyor bu şekilde Müslümanların, içtihat adı altında İslam'ın kaideleriyle oynanabileceğine inandırılabilmesi için zemin hazırlanıyor. bu plan çerçevesinde Fethullah Gülen vb. birkaç kişi müçtehit ilan edilecek daha sonrasında ise yapılacak içtihatlarla Hıristiyanlık ve Musevilik gibi değiştirilmiş bir İslam oluşturulmak suretiyle Selçukluları, Osmanlıları var eden o inanç yok edilecek, yeni dünya düzeni kurucuları kendileri için oluşabilecek bütün tehlikeleri temelinden kurutmuş olacaklardır.

Saflarımızı ona göre belirlemeli, bu düzene karşı Allah'ın dinini korumak için mücadele eden kimler varsa onun yanında olmalı, Müslüman toplumları içinde bulundukları tuzaktan kurtaracak çalışmalar başlatmalı, yapılan çalışmalara da destek olmalıyız.

Selam ve dua ile…
http://www.on5yirmi5.com/yazar/harun-alanoglu/149202/gulen-cemaatinin-amaci-tayyip-erdoganin-savasi2.html
 
Gülen Cemaatin amacı /
Tayyip Erdoğan'ın savaşı 1

Şu aralar sokaklarda en çok sorulan sorulardan biri "Tayyip Erdoğan neden yolsuzlukların değil de savcı ve polislerin üzerine gitti" sorusudur. Gülenciler bu soruyu, halkta bir kafa karışıklığı yaratmak için propaganda amaçlı olarak tekrarlayıp duruyor, peki amaç bu soru muydu? Hayır, bu B belki C belki de D planıydı, hatta belki plan bile değildir. peki plan veya planlara ne oldu. Az  sonra değineceğiz.

Taşları yerlerine koymaya başlayalım. Gülen cemaati dershane bahanesiyle Tayyip Erdoğan'la mesafesini ve hükümet üzerindeki hakimiyet gücünü test etti. "Ne bahanesi dershaneler çok önemli" diyenler, o konunun bugün cemaat medyasınca dahi ne kadar konuşulduğuna bakarsa önemini anlar.

Eğer hükümete dershaneleri kapatma konusunda geri adım attırabilselerdi, Tayyip Erdoğan'a karşı güçlü bir konumda olduklarını ve istedikleri bir şeyi eninde sonunda alabileceklerini anlayacaklardı; ama bu olmadı hatta ters tepti ve Hakan Fidan konusundan dolayı zaten kendilerine kızgın olan ve artık cemaate karşı çok şüpheyle bakan Tayyip Erdoğan'ın kendilerini zayıflatacak adımlar atmaya başlamasına sebep oldular. bu durumda cemaat için yapılacak tek şey kaldı "Tayyip Erdoğan'ı bitirmek". peki bu spontane gelişen bir olay mıydı, tabi ki hayır. Öyle olsaydı cemaat, hükümetle savaşabilmek için yıllar önceden çalışmalara başlamış olmazdı.

Tayyip Erdoğan, kendisine çok yakın dahi olsa, hakkında yolsuzlukla ilgili dedikodu çıkan birini yanında tutmuyor. Bunu, aksine inanmak için şartlanmayan herkes biliyordur. İsim vermek istemiyorum ama bazı bakanlar ve vekiller bu sebepten artık ortalıkta yok. peki bu dedikodular Tayyip Erdoğan'ın kulağına gelmezse... Gelmezse Tayyip Erdoğan hiçbir şey yapmaz, işine bakar.

İşte bütün mesele burada. Cemaate bağlı polis ve savcılar uzun süre boyunca herkesi takip altına alıp haklarında bilgiler toplayıp, bu bilgileri sadece kendilerine sakladılar. bu bilgiler belki yolsuzluktu belki de yolsuzluk olarak dedikodu çıkarabilecekleri birtakım resmi olmayan hayırlı işlerdi, şu aşamada işin orasını bilemiyoruz.

Konumuza dönelim. Cemaat, Tayyip Erdoğan'a karşı, kasım ayındaki yazımda da belirttiğim gibi bir itibarsızlaştırma operasyonu başlattı, bu operasyonun süreci ise muhtemelen şöyle işleyecekti.
- Bir sabah, savcıların bakan yakınlarını, yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla gözaltına almasıyla uyanacağız ve aynı anda bakanların da yolsuzlukla alakalı olduklarını işaret eden iddialar konuşulmaya başlanacak.

- Savcı ve polislerin, daha önceden varlığını tespit ettikleri paraları saymak ve taşımak için yanlarında götürecekleri para sayma makineleri ve ayakkabı kutuları üzerinden daha önceden hazırlanmış propagandalar başlayacak ki zaten ortada o kadar para varken o kutu ve makineleri polis getirdi diye savunma yapılırsa komik duruma düşecekler. Bu sayede yolsuzluk gerçekten var mı yok mu yerine ayakkabı kutuları ve para sayma makineleri konuşulacak.

- Hükümete Tepki Göstermeye başlayan halktan korkan Tayyip Erdoğan hükümetinin bozulan itibarını düzeltme çabasıyla panik halinde derhal adı geçen bakanları, özellikle de içişleri bakanını görevden alacak.

- Hükümetteki panik ve boşluktan istifade yeni operasyonlar başlayacak, polisler savcı eşliğinde milletvekilleri bakanlar ve hatta Tayyip Erdoğan'ın kapısına dayanacak ve bu arada Temiz Eller sloganıyla savcılara ve polislere kahraman sıfatıyla halk desteği sağlanacak.

- Sosyal medya ve sokak eylemlerinin de desteğiyle hükümet yolsuzluğa boğulmuş, Tayyip Erdoğan da yolsuzlukların üzerinde oturan kişi olarak devamlı haber yapılacak, dava dosyaları hazırlanacak hatta Bilal Erdoğan gözaltına alınıp, Tayyip Erdoğan bizzat yolsuzlukların içinde gösterilecek.

- Seçimlere kısa bir süre kaldığı için savunması yapılamayacak bu operasyonlar Tayyip Erdoğan'ın seçimlerde ağır bir hezimet yaşayarak istifa etmesine ve gelecek seçimi de kazanamamasına sebep olacak.

- DEVLETTE BELLİ BİR GÜCE ERİŞMİŞ OLAN CEMAAT, BU SAYEDE YENİ GELECEK KOALİSYON HÜKÜMETİYLE UYUM İÇİNDE GÜCÜNÜ ARTIRARAK YAKIN BİR ZAMANDA ÜLKENİN EN BÜYÜK GÜCÜ OLACAKTI
Peki ne oldu; Tayyip Erdoğan öncelikle bakanlar hakkındaki iddiaların değil de kendisine yapılacak operasyonun faillerinin üzerine gitti. Bu durum cemaatin planlarını bozdu ve işler tersine döndü. Cemaat, savcı ve polislerin konumu kurtarmak için kendilerinden olmadığını, olaylarla da ilgileri olmadığını açıkladı. Başarılı olamayınca, bu operasyonun doğru bir iş olduğuna halkı ikna etme yoluna gitti, adına ahitleşme denilen bedduanın amacıda buydu ki burada yanlış olan başka bir şey de vardı. Ahitleşme eşit şartlarda yapılmalıydı, "evim, ailem vb. hiçbir dünyevi bağım yok, bunların olmasını davama aykırı buldum" (ki Peygamber Efendimiz sav.'de bunlar vardı) diye açıklama yapan birinin ev ve aileler üzerinden "ateşler yağsın, ağıtlar yağsın" diyerek ahitleşmesi de, en az operasyonlar kadar doğru değildi.

İşler ters gidince cemaat diğer planlara geçti, mesela (muhtemelen Hakan Fidan'a ait) ses kayıtları çıkarmak için zemin hazırlanmaya çalışıldı, Fethullah Gülen'in ses kayıtları servis edilip, sonra ki çıkarılacak ses kayıtlarını inkar için yer yapıldı, bu taşla iki kuş vurmak için, Fethullah Gülen'in sabancı, koç gibi büyük işadamlarınca da çok önemli olduğu ve dünyanın her tarafında sözünün geçtiğini gösteren bir kayıt seçildi. Çıkarılması planlanan ses kayıtlarıyla alakası olmalı ki, devletimizin Müslüman kardeşlerimize yaptığı, devlet sırrı olması hasebiyle gayrı resmi olan yardımlar da hedef seçildi. Propaganda  da hazırdı ve sözcüsü muhalefet lideriydi "mit silah kaçakçılığı yapıyor". Savcıların kapısını dahi açamadığı için içini hiç kimsenin görmediği kamyonlarda silah olduğunu, Cemaate hizmet eden yazarlar nasıl biliyorsa biliyordu ve kamyonlar daha durdurulur durdurulmaz sosyal medyada "silah dolu kamyonlara savcıyı sokmuyorlar" yazıyordu. İşin ilginci ise Müslüman bir cemaatin, Filistin'de ve Suriye'de Müslümanlar katledilirken tepki göstermeyip, hatta neredeyse destekleyip, Müslümanlara silah gönderilmesine feryat etmesiydi.

Sohbet ortamlarında "silahları gönderip kardeşi kardeşe kırdırıyorlar" diyerek de kendi tabanını hükümetten iyice soğutmaya çalışıyordu (Cemaat içindeki kardeşlerimize hatırlatmadan geçemeyeceğim. Fotoğraflarını gördüğünüz işkence ve açlıktan öldürülen 11.000 Müslüman kardeşimizi ve çocuğumuzu kardeşleri değil düşmanları, kendilerini savunacak silahları olmadığı için eziyet ederek katletti.) Buradan amaçlanan ise içeride umdukları zararı veremedikleri Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan'ı, terör destekçisi etiketi yapıştırarak dünya kamuoyu ve devletlerinin önüne atmak ve hadi sizde vurmaya başlayın demekti. Bunu yaparak, önceki yazımda belirttiğim gibi Müslümanların lehine olan devlet sırlarını ifşa ettiği için İslam dünyasındaki en büyük itibar kaybını yaşadı.

Oyunlar bitmedi, büyük planlara günlük planlar eklenerek operasyon devam ediyor. Tayyip Erdoğan'a destek olmanın bir İslami dava olduğuna inanıyor, bu sebepten dolayı elimden gelen bu olduğu için yazıyorum.

Bir dini cemaat neden devleti ele geçirmek ister, bu uğurda İslam dünyasını karşısına alır mı, alırsa neden alır? Cemaatin İsrail'le ilişkilendirilmesi ve cemaatin buna tepkisinin yumuşak olmasının bence nedenlerine cemaatin görevinin ne olabileceğine inşallah bir sonraki yazımda değinmeye çalışacağım.

 Selam ve dua ile Allah'a emanet olun.
yayın : 27 Ocak
Rüya İle Amel Edilir mi?
FETULLAH GÜLEN
08.07.2002
 
Rüya, hadisin ifadesiyle 'mübeşşirat'tandır. Yani o bir muştular kaynağıdır. Allah (cc) rüyalarla bize müjdeler verir. Buna, kendi adımıza 'şekerleme kabilinden ihsanlar, lütuflar' diyebiliriz. Elbette rüyanın da bir hakikati var. Ancak soruda, rüyadan ziyade, rüya ile amel edilip edilemeyeceği hususu sorulduğu için, biz de daha çok mes'elenin o yönüne temas etmek istiyoruz. Ayrıca, rüya ile beraber melekûta açılan diğer kapılara da yine bu çerçeve içinde işaret etmenin yararlı olacağına inanıyoruz.

İnsanın mükellefiyetlerini ifa edeceği saha 'yakaza' dediğimiz uyanıklık hâlinin devam ettiği zaman ve mekânla kayıtlıdır. Yani uyku ve baygınlık hâli gibi durumlar, mükellefiyet dışı bırakılmışlardır. Bu itibarla da, bunların, ne emredici ne de emir alıcı olarak hükümlere esas sayılabilecek yanları yoktur. Bu cümleden olarak bir insan, rüyasında kelime-i küfür söylese dinden çıkmaz ve baygınlık hâlinde, dinin bütün mükellefiyetlerinden muaf tutulur. Mes'eleye bu zaviyeden baktığımızda; ister müspet, ister menfî ma'nâda, rüyalarla gelen müjde veya ikazların objektif bir değer ifade ettikleri söylenemez. Bu yönüyle de onların bağlayıcı birer delil veya bürhan kabul edilmeleri mümkün değildir. Ancak, şer-i şerife muvafık ve mülayim olan mes'elelerde rüyaların o rüyayı görene özel bir mesaj ifade etmesi -tabiî Kitap ve Sünnet'le çatışmaması bir ön şarttır- söz konusu olabilir. Aksi haldeki rüyaların, hiçbir kıymet-i zâtiyeleri yoktur.

Diyelim ki, üzerine hac farz olan bir insan, bütün şartlar mevcut iken, sırf gördüğü bir rüyayı, hacca gitmemesi gerektiğine bir işaret şeklinde yorumlayarak, bu vecibeyi îfâdan vazgeçmesi kesinlikle doğru değildir ve onun gördüğü bu rüya, onun için asla şer'î bir mesnet ve menat sayılmaz. Çünkü haccın farziyeti Kitap ve Sünnet'le tespit edilmiştir.. ve durumu bu şartlara uygun herkes mutlaka hac farizasını yerine getirme mecburiyetindedir.

Ayrıca bu konuda mazeret kabul edilebilecek hususlar da, yine Kur'ân ve Sünnet'in bir uzantısı sayılan fıkıh kitaplarında tespit edilmiştir. Bir insan bir değil yüz defa, bunun aksine rüya görse, yine fıkıh kitaplarında tespit edilen hükümler doğrultusunda amel etmek mecburiyetindedir.
Hele rüyaları başkalarını ilzam etmede kullanmak çok büyük bir hata ve açıkça dinin nasslarıyla savaş demektir. Bununla beraber, rüyaların mübah mes'elelerde, rüyayı görene münhasır kalmak şartıyla, yönlendirici bir fonksiyonunun olduğu da her zaman kabul edilebilir.

Yine de bunun, Kur'ân ve Sünnet'te içtihat edilerek çıkarılmış bir hüküm ölçüsünde ağırlığının olduğu söylenemez. Ben şahsen rüyalarla amel hususunda söylediğim bu kanaate, melekût âlemiyle irtibata geçirici diğer yolları da katmak isterim. Meselâ; bir insan, temessülen Efendimiz'le görüşebilir. Farz-ı muhal, bu görüşme esnasında Efendimiz'den ona söylenenler eğer şer'î ölçülere muhâlif ise, -bunu farz-ı muhâl çerçevesinde dahi olsa ürpererek söylüyorum- o insan kesinlikle şer'î ölçülere ters düşen o ifadeleri tatbik edemez ve Efendimiz'le görüşmesini kendisi için delil ve hüccet sayamaz.

 Efendimiz misalini bilhassa arz ediyorum ki, diğerleri için de bir ölçü olabilsin. Yani insan temessül etmiş şekilleriyle nebileri de görse, velileri de görse hüküm değişmez. Söylenenler şer'î ölçülere tatbik edilir ve davranışlar ona göre ayarlanır. Diğer taraftan melekût âlemiyle irtibatını cinler vasıtasıyla da temin edenler vardır. Şunu kesin ve net bir dille ifade edeyim ki; bu yol, hiç mi hiç yol değildir.

Zira, cinler insanlara kıyasla, istidât ve kabiliyet bakımından çok daha düşük varlıklardır. Bunların söylediklerinin her zaman yüzde doksan dokuzunun yalan olma ihtimali söz konusudur. Bu sebeple de onlara dayandırılarak alınacak kararlar da yüzde doksan dokuz nispetinde hep yanlış demektir.
Günümüzde medyumluk moda hâline gelmiş gibidir. Aslında medyumlar kendileri himmete muhtaç insanlardır. Onlardan fayda ummak, insanın kendi kendisini aldatmasından başka bir şey değildir.

Cinler çeşitli şekil ve kılıkta görünebilme kabiliyetine sahiptirler. Bu sebeple de, bazı insanları kandırmaları her zaman söz konusudur. Nitekim bu yolla onlar, pek çok insanı kandırıp iğfal etmişlerdir. Hatta bazılarını o denli kandırmışlardır ki; bu zavallılar kendilerini mehdi, hatta peygamber zannetmişlerdir...

Bu konuya, velayet yolundaki vartaları da ilave etmek mümkündür. Ancak bu mes'ele ayrıca tahlil gerektirdiği için şimdilik sadece bu küçük işaret ile iktifa ediyoruz.

Bütün bunlar ve bunlara benzer gerekçelerden dolayı, sorunun cevabını şöyle özetlemek mümkündür:

Gerek rüyalar, gerekse başka yollarla melekût âlemine açılmalar neticesi elde edilen bilgiler veya yorumlanan müşahedeler, insanı ilzam edecek ve bağlayacak değerde hükümler değildirler. Hele şer'î ölçülerle çatışma durumu varsa, kesinlikle onlara itibar edilemez ve bir Müslüman için böyle bir tercih de asla söz konusu olmamalıdır.
Son Güncelleme ( 08.11.2006 )
http://tr.fgulen.com/content/view/11935/18/


CIA ve Mossad da istemiyor, öyle mi!

Hükümete karşı çıkmakla devlete savaş açmayı, ülkeyi yıkıma uğratmayı, milleti birbirine düşürmeyi karıştırdılar. Siyasi muhalefetle siyasi iç savaşı bir tutar oldular. Kurumların başındakilerine karşı olmakla o kurumları çökertmeyi, işleyemez hale getirmeyi birbirinden ayırt edemez hale geldiler.  İBRAHİM KARAGÜL 17.02.2014 Örgütsel hiyerarşinin, cemaatsel bağlılığın, ideolojik körlüğün, kalbi buğz ve nefretle işlenmiş halinin nasıl bir zehirli dil oluşturduğunu ve bunun en başında kendilerine büyük zararlar vereceğini düşünmez oldular.  Kullandıkları dilin, ürettikleri argümanların inandırıcılığının, güvenilirliğinin kalmadığını bilemez oldular. Sözün gücünü kaybettiler. Bu sözlerle, cümlelerle savundukları fikirlerin, durdukları pozisyonun, verdikleri mücadelenin etkisinin olamayacağını, kitlelerin kalbine giremeyeceklerini, sempati ve güven yerine korku ve endişe saçar hale geldiklerini, böyle devam ettikleri müddetçe bir süre sonra insanların onlarla yan yana gelmeye bile çekineceklerini ölçemez oldular. Bir siyasi yapıya, iktidara muhalefet, karşı çıkmak en doğal hak iken, siyasi tercihlerinden kimsenin sorgulanamaz olduğu bir gerçek iken, tercihin ve karşı olmanın ötesinde yıkıcı, yıpratıcı, ülkenin ve milletin gelecek umutlarını bile kendi hesapları için gözden çıkarıcı bir savaş halinin siyasi tavırla hiçbir alakası olmadığını sorgulayamaz oldular.Kendilerinden olmayan herkesi lanetlerken, herkese savaş açarken, hedef alırken kendi değerlerine taban tabana zıt çevrelerle ortaklıklar kurmak, savaş koalisyonu oluşturmak, dün nefret ettikleriyle bugün sahte evlilikler yapmak nasıl bir duruştur?  Bu duruşun varacağı yer neresidir?  Bu ortaklıklardan nasıl bir değer nasıl bir toplum ve Türkiye projesi çıkar? Nasıl bir siyasi ya da ideolojik model kurulabilir? Yoksa böyle bir amaç yok mu? Amaç sadece ateşe daha fazla odun atmak, savaşa daha çok taraftar bulmak mı? Kendilerinden olmayanları yok etmek için daha fazla cephane biriktirmek mi?  BAŞÖRTÜSÜNÜ BİLE İSTİSMAR ETTİNİZ..Öyleyse bunun sonucu ne olacak? Öyleyse, burada proje, model yoksa söz konusu ortaklık sadece yıkım ortaklığı mı? Yıkım sonrası kimsenin umurunda değil mi? Burada intikamdan başka fikir, siyasi amaç ya da değer kalmadı mı?  Başörtülü bir kadının mağduriyetini bile istismar edenler, yıllardır savundukları değerleri nasıl da ayaklar altına aldıklarını ne zaman anlayacaklar? Bir yıl önce kurduğunuz cümleler, yazdığınız metinler ne olacak?  O zaman da mı söylediğiniz her şey yalandı? O zaman da mı hepimiz kandırılmıştık? Öyleyse hangi değer kaldı sizi ayakta tutacak? Bu kör kavganın önce sizin itibarınızı yerle bir ettiğini görmüyor musunuz? Yoksa değer dediğiniz her şeyi bir iktidar kavgası uğruna bir kenara itip, basit örgüt hesapları içine mi girdiniz? Bugüne kadar sizin de savunduğunuz değerlere sınırsız hakaret edenlerle omuz omuza, kol kola hareket etmeyi içinize sindirebiliyor musunuz? Yıkıcı ne kadar kelime varsa kullanmanın, dil ne kadar eğilebiliyorsa o kadar ölçüyü kaçırmanın, yarın bu millete, kendi tabanınızın dışındakilere karşı da lazım olacağını nasıl unutursunuz? Bu nasıl bir akıl, nasıl bir zihin, nasıl bir körlük demeden edemiyor insan. TOPLAMA KAMPLARI MI KURACAKSINIZ O ZAMANBu koroya katılanların büyük çoğunluğunun çıkar hesapları olduğunu, kişisel kavgaları olduğunu çok az kısmının siyasi/ideolojik hesabı olduğunu görüyoruz. Medyadan dışlananlar orada, siyasi ömrü bitenler orada, yıllardır darbe senaryolarında yer alanlar orada, 28 Şubat'çılar orada, adliyede davaları olanlar orada.. Say say bitmez.. Ortada samimi, gerçekten dürüst bir karşı cephe yok. Olmayacak da. Bunlarla olmaz da. Onlarla yapamazsınız ve yapamayacağınızı göreceksiniz de. Nasıl bir resim karesi içine girdiğinizi, bu resmin toplumsal hafızadan kolay kolay silinemeyeceğini, tehdit ve şantajla zihinleri formatlayamayacağınızı nasıl olur da anlayamazsınız.. Diyelim devleti ele geçirdiniz, kurumları denetlediniz, iktidar alanını yönetiyorsunuz. Bugünkü muhalefet söyleminin iktidar söylemine dönüştüğünü düşünsenize. Bugün kullanılan dilin bir iktidar dili olduğunu hayal etsenize. Türkiye toplumu kaç parçaya bölünür. Nasıl bir kıyım ve parçalanmışlık görüntüsü oluşur.  O zaman memleketin yarısını toplama kamplarına mı dolduracaksınız?Sözleşmeli evlilikler, menfaat-çıkar ortaklıkları, hiçbir zaman yan yana yürüyemeyecek insanları birlikte yürümeye zorlamalar, beddua seansları, ömür biçmeler.. TÜRKİYE BİLE FEDA EDİLİR, ÖYLE Mİ!..İnsan ürküyor, anlamakta zorluk çekiyor. Şu sözlere bir bakın: 'Ok yaydan çıktı bir kere. Bu safhadan sonra geri dönüş 'yok olmamız' anlamına gelir. Onun için tüm imkanlar kullanılarak taarruz tek yoldur. Önümüze kim çıkarsa ezip geçeceğiz. Seçimlerde yüzde 65 ile bile gelseler, dosyalarla götürmek zorundayız. 44 yılda ördüğümüz hırkayı 'buyrun siz giyin' diyecek değiliz. Komünist, faşist, Alevi ve CHP'li farketmez herkesle ittifak edin.' 'Hizmetin bekası için gerekirse Türkiye feda edilir. 5 bin savcı o kadar hakim, on binlerce polis ve asker şehit olmaya hazır. Kayıplar önemli değil.' 'Bütün bilgiler her alanda amir, memur, hakim, savcı, asker, general, vali, müsteşar, esnaf ve talebe sayı ve özellikleriyle masamızda. Herkesi her an 'hain ilan ediliriz' endişe ve baskısı altında tutun. Gerekirse zaaflarını açıklamakla tehdit edin. Hizmetimizi muhafaza için güçlü olandan yana olmak esas düsturumuz olmalı. Türkiye'deki mücadelede ABD'nin yanında yer alırsak güçlü çıkarız.'Bunlar ne demek? 'MOSSAD ve CIA'nın da Erdoğan'ı istemediğini' vurgulamak ne demek?Yüksek yargı üyesi hakim ve savcılara böyle talimatlar veriliyorsa, evlerde sadece beddua seansları mı yapılıyordur? Bir kez, sadece bir kez dönüp kendinize de bir cümle kurun, tek bir soru sorun. Bu yetecek... Kendi resminizi ortaya çıkaracak..
Herkese zarar verebilirsiniz. Ama gün gelecek en büyük zararı kendinize verdiğinizi göreceksiniz...

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/cia-ve-mossad-da-istemiyor-oyle-mi/50357
Nurcuların Sıddık Ağabeyi ilk kez konuştu
Nurcuların Sıddık Ağabeyi ilk kez konuştu
 
17 Şubat 2014
Nurculuk hareketine bağlı Med-Zehra Grubu’nun ağabeyi Sıddık Şeyhanzade, Gülen Cemaati'nin düşmanca tavırlarından vazgeçmesi gerektiğini söyledi!
Sıddık Şeyhanzade…
Risale-i Nur Külliyatı'nı basmaya yetkili birkaç Nurcu akımdan biri olan Med-Zehra Grubu'nun ağabeyi. Bediüzzaman'ın eserlerindeki Kürtlerle ilgili bölümlerin sansürlenmesinden rahatsız olarak ana akım Nurculuk'tan ayrıldı. Bediüzzaman'ı anlatan birçok esere imza atan Sıddık Şeyhanzade, Kürt sorununun çözümünde AK Parti'nin açılım projelerini destekliyor. 1980'li yıllarda yayınlanan Dava Dergisi ve 1990'lı yıllarda yayınlanan "Nurculuğun Tarihi" isimli eseri Bediüzzaman'ın yolunu izleyen gruplarda uzun süre tartışma konusu oldu. Doğu ve Güneydoğu'daki en güçlü Nurcu akım olarak bilinen Med Zehra Grubu'nun ağabeyi Sıddık Şeyhanzade, kendilerine yönelik Kürtçülük yakıştırmasını ısrarla reddediyor.

Eserlerinde Kürt Milliyetçiliği ve Türk Milliyetçiliğini kesin bir dille reddeden Sıddık Şeyhanzade, Risale-i Nur Külliyatı'nda yeralmayan sözlerle Bediüzzaman'ın Türk Milliyetçiliğinin tezlerine malzeme olarak kullanılmasına da itiraz ediyor.
Fethullah Gülen ile on yıl birlikte çalışan Sıddık Şeyhanzade, Gülen'in kısmen Türk Milliyetçisi olduğunu ve Gülen Cemaati'nin Nurculuk hareketinin bir kolu olarak kabul edilemeyeceğini düşünüyor.
Sağlık sorunları nedeniyle Bingöl'de yaşamını sürdüren Sıddık Şeyhanzade sessizliğini SABAH'a bozdu.

RİSALE-İ NURLARI DÜNYEVİ EMELLERE ALET ETMEDİK
Sıddık Şeyhanzade Bediüzzaman ve eserleri ile tanışmasını şu cümlelerle özetliyor:
"Üstad hazretleri hayatta iken 1958 de Risale-i Nur'la tanışmak nasip oldu. 50 yıllık hayatımın tamamını nur hizmetine vakıf etmiş ve bunu söylemek tahdisi nimet olarak izhar etmek bir şükür vesilesidir. Bütün hayatım boyunca nur mirasına sahip çıkmak ve onu Bediüzzaman hazretlerinin bıraktığı gibi gelecek nesillere taşımak en büyük gayem olduğunu beni yakinen tanıyanlar bilirler. Hiç bir vakit Risale-i Nurlar'ı sufli emellere maddi manevi hiç bir şeye alet etmenin caiz olmadığını bahusus bu nur hizmetine gönül verenler bilirler."

SİYASETE MÜDAHALE SADECE SANDIKTA OLUR
Siyaset-vesayet tartışmasında siyasetin yanında yeralan Şeyhanzade, siyasete müdahalenin sadece sandık olduğunun altını çiziyor:
"17 Aralık operasyonunun müsbet olduğu söylenemez. Eğer gerçekte bir yolsuzluk söz konusu ise gizli yapılmalıydı. Bu mesele bir hükümeti yıpratma meselesine dönüştürülmemeliydi . Eğer yolsuzluk varsa hükümet bunların elbette üzerine gitmeli. Siyasete müdahale fikirle, ikna ile olmalı. Seçimler hariç fiili müdahale doğru değil. Fiili müdahalenin yeri ve zemini sandıklardır."

HAKİM VE SAVCILAR HİÇBİR GRUBUN ADAMI OLMAMALI
Paralel devlet tartışması konusunda ise tavrı çok net. "Polisler, hakimler, savcılar hiçbir gruba bağlı olarak hareket edemez" diyor:
"Kuvvet kanunda olmalı şahıslar kendini kanun yerine koymamali. Kurumları hareketlendiren kanunlar, kurallardir. Hakimler ve savcılar belirli bir gruba bağlı olarak hareket edemezler. Ederlerse biz ne yapacağız. O zaman herkes hakim ve savcı avına mi çıkmalı. Kanun önünde herkes eşittir. Bağımsız olan kanunlardır. Kanunu uygulayanlar tarafsız olmalı... "

GÜLEN CEMAATİ DÜŞMANCA TAVIRLARINDAN VAZGEÇMELİ
Bu krizden çıkış yolu olarak ise "harici düşmanlara karşı ittifakı" öneriyor ve ekliyor: "Gülen Cemaati düşmanca tavırlarından vazgeçmeli.
"Emrolunduğun gibi dosdoğru ol' ayetine uymayı etmeyi tavsiye ediyorum.
Evvel ahir tavsiyem itidalidem tesanüdü muhafazadır. Harici düşmanlara karşı İttihat etmektir. Fethullah Gülen grubu, geçmişte kendine düşmanlik edenlere dostane ilişkiler gelistirirken ne yazıkki kendine fikren ve zikren en yakın olan bir harekete veya partiye düşmanca bir tavır göstermiş olması düşündürücüdür.. "

(İsa Tatlıcan / Sabah)
Kazım Sağlam
Sağlam: Gülen’in kullanım süresi doldu
 
Kazım Sağlam
 
Gülen grubunu değerlendiren yazar Kazım Sağlam: “AK Parti birkaç puan düşerse daha başka taktikler sahneye koyarlar. Bu son uzun adamla ilgili söylediklerini de katarsak, bir suikast de gelebilir.”
HÜLYA ÖZKAN/ SEVRANUR MUT-HABER10
17 Aralık operasyonu ile devlet içerisinde paralel bir yapı kuran Gülen grubunun yapısı merak konusu oldu.

Örgütlenme biçimi, sermayesi, medya gücü, etkinliği, dış bağlantıları ve tüm yönleriyle Fethullah Gülen grubunu Medeniyet Vakfı Genel Başkan Yardımcısı, yazar Kazım Sağlam ile konuştuk.

Gülen cemaatinin de Yahudiler gibi mağduriyet edebiyatı yaparak kendilerine bir alan açtığını söyleyen Kazım Sağlam, “Yahudiler soykırım üzerinden mağduriyet edebiyatı yaparak kendilerine bir alan açtılar. Benzerini Gülen hareketi de yaptı. Onların da masumiyeti bitti, yumuşak yüzlerinin altından canavar tarafları açığa çıktı. Tıpkı bebek yüzlü katiller gibi maskeleri düştü.” dedi.

İşte Kazım Sağlam ile gerçekleştirdiğimiz o söyleşi:

Gülen hareketinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gülen cemaati, daha doğrusu örgütü, -bu saatten sonra cemaat kelimesini de kullanmak istemem- kendilerini Risale-i Nur’dan geldiklerini söylüyorlar ama bugün geldiği yer itibariyle Risale-i Nur’dan kopmuş bir hareket. Sosyolojik olarak belki bir cemaat tabiri kullanılabilir ama yaptıkları iş, son zamanlarda takındıkları tavır, cemaati aşan bir tavır, onu zedeleyen bir tavır. Risale-i Nur’un da gidişatına hiç uymayan bir tarz. Risale-i Nur genel olarak müspet tarafları olan bir hareket. Her şeyde müspet görünmeye çalışan, müspeti savunan bir hareket bir tarz, fakat bugün gelinen nokta her şeyden şüphe duyan, müspetliği aşacak kadar bazı konularda aşırı giden bir vakıayla karşı karşıyayız. Said Nursi’nin ötekisi alenî İslam düşmanı olan bir hareket idi. Gülen yapılanmasının farklı olduğunu görüyoruz. Bu yönüyle Risale-i Nur camiasının da kendi geçmişlerine, o geleneğe sahip çıkmaları lazım. Aksi takdirde Risale-i Nur’un cem-i cümlesi töhmet altında kalacaktır.

RİSALE-İ NUR’DAN SAPTILAR
Said Nursi ile Fethullah Gülen’in düşünce ve duruşunun birbirinden ayrıldığı noktalar neler?
Şimdi, Said Nursi, Allah rahmet eylesin, 1. Cihan harbinde savaşa katılmış, Teşkilat-ı Mahsusa’ya girmiş, ehl-i İslam’a saldıran emperyalistlere karşı mücadele etmiş bir din büyüğü. Ama bugün kendisini ona nispet eden Gülen hareketi emperyalistlerle iş tutar hale geldi. Bu yönüyle de Risale-i Nur’dan sapmıştır. Dolayısıyla bu saatten sonra Nurculuk ya da Risale-i Nur demektense, Gülen hareketi demek daha doğru olur. En hafif tabiriyle böyledir. İkinci bir şey, Gülen hareketini birtakım sınıflandırmalara tabi tutuyorum.

ARAZİDE OLANLAR EHL-İ İMANDIR
Nasıl bir sınıflandırma?
Sahad, arazide olanlar ehl-i imandır, ehl-i İslamdır, ehl-i kıbledir, hizmet edenler, Allah rızası için çalışan, koşturan, fedakarlık yapan, halisane koşturanlardır…

KENDİNE HİZMET EDEN TABAKA
İkinci sınıf zengin tabaka… Ticaret yapıyorlar veya bürokraside üst düzey makam mevkii sahipler. Onlar her ne kadar hizmet ehli gibi görünseler de kendilerine hizmet ettiklerini düşünüyorum. Makam-mevkiilerini yükseltirler, uluslararası ticareti sürdürürler, burada da cemaatin sırtından geçinirler. Ticaret yapıyor, imalat yapıyor, yurtdışına açılıyor, cemaatin tabanında çalışan samimi insanların sırtına, omuzlarına basarak yükseliyorlar.

CEMAATİN KURMAYLARI
Üçüncü sınıf, onlar da cemaatin kurmaylarıdır, ama yerli kurmaylar. Bunlar da uluslararası kurum ve kuruluşlarla irtibat kuruyorlar. Bunlar da Gülen’in etrafında ikinci halkadır. Dünyada ve Türkiye’de olup bitenlerin farkındalar. Son olan olaylarda da Fethullah Gülen hareketinin nereye evirildiğini de biliyorlar. Bir kısmı, yani kökü bu topraklarda olanlar bu durumdan rahatsız. Ama iki taraflı iş tutanlar memnun.

SON OLAYLARI İDARE EDENLER…
Çatışmayı onların körüklediği söyleyebilir miyiz?
Bir kısmı bunun içinde, bir de bizim bilemediğimiz, eserlerinden/yaptıklarından çıkardığımız görülmeyen bir sınıf daha var. Bunlar yerli de olsa yabancı gibidirler. Bir de bu topraklara buraya ait olmayan insanların da olduğuna inanıyorum. Kimdir derseniz bilemem, ama yapıp edilenlere bakılırsa böyle bir tabaka var ve onların önüne bir sis perdesi çekilmiş. Bu saydığım Türkiye’ye ait insanlar onların önüne bir perde çekmişler ve esas son olayları idare edenler de onlardır. Onlar da görünmüyorlar.

Cemaatin kendisi ne kadar şeffaf peki?
Kendileri, istihbarat örgütünün şeffaf olmasını isteyecek kadar şeffaflıktan, görünürlükten, hesap vermekten yana olduklarını söylerken, sır küpü gibi ne yapıyorlar, gelir kaynakları nereden geliyor, ne kadar geliyor kimse bilmez, idare şekli nasıl çalışıyor, başlarında kim var, bilinmez. Bu kadar bilinmezlik içinde katman katman kendini gizleyen bir yapılanmanın şeffaflık istemesi çok akıl işi değil. İkinci bir şey, tenkit ettikleri, şeffaf değil dedikleri yetkililer –diyelim hükümet ve kurumları- bunlar göz önünde olan kurumlardır.

HESAP VERMEZ BİR ÖRGÜTLENME İÇİNDELER
Ak Parti ve Başbakanın yeri belli, konumu belli. Bugün yolsuzlukla üzerine gidiliyor. Diyelim yolsuzluk yaptılar, bugün örterler fakat yarın illa ki hesap verirler. Millet bunu görürse seçim günü hesabını mutlaka alır. Nitekim Allah indinde de hesap vereceğiz. Fethullah Gülen de verecek bizler de. Ama bu tenkit ettikleri grup hesap verebilir bir durumdayken kendileri hesap vermez bir yapılanma ve örgütlenme içindeler. Her yerde hem varlar, hem yoklar. Dolayısıyla mesuliyetleri yok fakat yetkileri çok bir durumdalar. Bu da Allah’ın adaletine terstir. Yani senin yetkin çoksa, mesuliyetinin de olması gerekiyor. Bu şekilde siz başkasını köle gibi kullanıyorsunuz demektir. Şuan Fethullah Gülen’in hükümetten istediği de budur; tüm mesuliyetleri sen üstlen, ama kaymağını ben yiyeyim, yetkilerim sonsuz olsun.

Kavganın temel unsuru bu mu?
Unsurlardan biri budur. Bir de Türkiye’nin siyasi yapılanması, devletin en azından hükümetin siyasetinin değiştiğini de düşünüyorum. Türkiye makas değiştiriyor. 90 yıldır cumhuriyetin kuruluşundan bu yana uluslararası sistem içindeki yeri, kendi içine kapanması idi. Ülke bunları yavaş yavaş aşıyor bu da birilerini korkutuyor.

Çözüm sürecine de bu sebeplerden dolayı engel olmaya çalıştıklarını söyleyebilir miyiz?
Evet. Biri Kürt sorununun çözüme kavuşturuluyor olmasıdır, diğeri de kendi kabuğundan dışarı çıkması. Türkiye Cumhuriyetinin tarihi boyunca iki kadim meselesi vardı bu topraklarda. Birincisi Müslümanlarla sistemin sıkıntısı diğeri ise Kürtlerle sistemin sıkıntısıdır. Şuanda hükümetin aldığı tedbirler yüzde yüz olmasa da Müslümanlar sistem içinde artık zenci muamelesi görmemeye başladılar. Böyle olunca da bu laik-Müslüman gerilimi problem olmaktan çıktı. Uluslararası sistem bu problemi kaşıyamaz hale geldi. İkinci mesele, Kürtlük meselesi, Kürtleri Türkleştirmek istediler bir sürü plan, program yaptılar tutmadı. Fıtratı değiştiremezsiniz, herkesin dili var örfü var âdeti var, geleneği var. Bu gözünü kapatmak gibi olur. Bu dönemde Ak Parti gözünü kapatmadı, olayları görmeye çalıştı, bundan rahatsız oldular. Fethullah Gülen de bundan, yani çözüm sürecinden rahatsız oldu.


28 ŞUBAT’TA GÜLEN’İN ÖNÜ AÇILDI
28 Şubat sürecini de Fethullah Gülen destekledi. Bunu anlamıyordum ama şimdi çok daha iyi anlıyorum. 28 Şubat’ta Fethullah Gülen’in dışındaki bütün dindarlar başta imam-hatip nesli olmak üzere geri plana itildiler. Devlet kademelerinden kovuldular, toplumdan tecrit edildiler, bir nevi vebalı gibi görüldüler. Arada bir boşluk oldu, 10-15 sene gibi. O boşluğu Fethullah Gülen doldurdu. Dolayısıyla 28 Şubat’ta sanki bir el, Fethullah Gülen’in önünü açmak için çalıştı. Bu kanaate vardım.

AHLAKLARI SIZINTIDIR
Kendilerini sürekli gizlediler. Gizlilik zaten Fethullah Gülen’in özel emridir. Bu yapılanma da böyledir, itikadını bile gizler. Bu şekilde her yere sızdılar, ahlakları sızıntıdır. Bu ahlakları gereği çeşitli yerlere sirayet ettiler.
Son olarak onu ve uluslararası ilişkileri de rahatsız eden Türkiye’nin kabuğundan çıkmasıdır. Zenginlerimiz artık yurtdışına açıldı, kendi kimliklerini sahiplenerek gidiyorlar. Tüm dünyamız sadece Avrupa değil, artık batıya ilave olarak Afrika’dır, Asya’dır, tüm İslam dünyasıdır. Buralara açılınca, tüccar gider ticaret yapar, öğrenci gider kültür alışverişi olur, uluslararası siyasi ilişkiler, devlet ilişkileri sıklaşır. Böylece ne olur, aslında farkında olmadan bir ümmet temeli de atılır. Bu uluslararası sistemi de rahatsız etti, Fethullah Gülen’i de. Gülen’in ötekisi, hasmı sadece Türkiye’deki Ak Parti ve onun dışındaki İslami yapılanmalar değil uluslararası olarak İhvan-ı Müslime karşı bir tavrı var, cemaat-i İslamiye karşı da bir duruşu var, Şia’ya karşı da bir duruşu var, Suud selefilerine karşı da bir duruşu var. Sadece kendi bakış açısına odaklı, onun dışındaki herkes ve her çalışma, onlara göre reddedilmesi gereken anlayış ve mücadele tarzıdır. Bu da uluslararası sistemin planıyla örtüşmektedir.

Uluslararası sistem istediği için mi böyle davranıyorlar yoksa böyle davrandıkları için mi sistem onları kullanıyor?
Onu kestiremeyiz, dışarıdan bakınca görülen tablo bu. Dış dünyaya açılınca bir ortak siyaset de arkasından gelmeli. Şunu demek istiyorum, diyelim Mursi iktidarda kalsa ve İhvan-ı Müslim Mısır’da devam etseydi, Tunus-Fas-Libya-Mısır-Ürdün-Suriye-Türkiye ortak bir siyasi tavır takınmış olsalardı dünyadaki emperyalistlerin, en başta İsrail’in işine gelmezdi. Avrupa birliğinin de işine gelmezdi. Amerika’nın da, dolayısıyla Fethullah Gülen’in de işine gelmezdi. Yani kendi adına mı bu tür oluşumlara karşı çıkıyor yoksa onların adına mı, onu kestiremiyorum ama fotoğrafı görüyorum. Sisi’yi destekleyen Nur hareketiyle yaptıkları aynı şeydir. Ama orada bir Sisi var burada yok. Burada da bulsalar herhalde aynı şeyi Türkiye’de de yapacaklar.

İSLAMİ DAMARDAN RAHATSIZ OLDULAR
AK Parti’ye karşı olan yapıları desteklemelerini de bununla açıklayabilir miyiz?
Benim görebildiğim kadarıyla Fethullah Gülen hareketi yeni böyle
bir arayış içinde değildir. Yine sınıflandırmayı kullanarak üst tabakayı kastediyorum. Bu hareket bir kere Türkiye’deki İslami damardan her zaman rahatsız olmuştur. Milli Görüş hareketine Fethullah Gülen’in tüm vaazları karşıdır. Daha sonra Turgut Özal ile biraz yakınlaşmıştır fakat sonra ses kayıtları vs. ortaya çıkınca orada da bir rest çekmişti Özal’a. Özal da geri adım atmıştı. Refah Partisine de karşıydı. Şimdi AK Parti’yle bir süre iyi oldu daha sonra bozuldu. Bu gösteriyor ki Fethullah Gülen hareketi gerek siyaseten gerek iktisaden gerek sosyal açıdan daha İslami olan şeylerden kaçıyor.

ONLARIN HOŞGÖRÜSÜ BİZİM MAHALLEYE GELMEZ
Müslümanlık ona göre ona aittir, onun dışındaki her şey bozuktur, yanlıştır. Dolayısıyla bunun yolu da başkasıyla/ İslami olmayan yapılanmalarla iş tutmaktır. Onların hoşgörüsü bizim mahalleye uğramaz. Kim İslam’dan ne kadar uzaksa, onun hoşgörüsüne o kadar yakındır. Sıralarsak Yahudi, Hıristiyan, Türkiye’de Kemalist-laiklere hoşgörüsü daha fazladır. Namaz kılan, siyaseten Müslümanlık gütmeye çalışanlara karşıdır. Bu nedenle AK Parti’ye karşı CHP’yi desteklemesi çok şaşırtıcı değildir. Bu ilişki, bilhassa Sarıgül’le diyalogları yeni değil. Yıllardır devam ediyordu. Bunun içinde Mesut Yılmaz da var Aydın Doğan da var.

İSLAMİ DEĞERLERİ YOK EDEREK SAHNEYE İNDİ
Bir de bu Fethullah Gülen’in son hamlesi, karşı taraf her kimse ağır toplarını piyasaya sürdü. Gezi parkında en baba adamlar sahneye indi. O güne kadar Koç’u sahnede görmüyorduk, hepsi sahaya indi. Gülen de artık piyon kullanmıyor direk kendi sahneye indi. Sahneye inince de bütün İslami değerleri yok ederek sahneye indi. Çok af edersiniz mahreme indi, pornoculuk yaptı, Allah’ın ve Resulünün uygun görmediği işlerle, yöntemlerle bazı dosyalar elde etti. Elde edemediği zaman uydurdu, montaj yaptı. Manevi yönüyle peygamberi kullandı, Peygambere tweet attırdı, Peygamberi türkü dinlemeye götürdü. Ben kendim olarak o yerde türkü dinlemeyi kendime yediremezdim ama onlar bunu peygambere yakıştırdı. Yetmedi en son peygamberi dizide oynattılar, bu ne oluyor şimdi? Bu nefret, bu kin, bu düşmanlık nedir? Elinden gelse diyecek ki “Allah geldi, AK Parti’ye düşman olun dedi.”

ELİNDEKİ İPLERİ KAÇIRDI
En sonunda medyaya yansıdı, siz bu kadar beddua ediyorsunuz fakat halisane beddua etmiyorsunuz, Tayyip de ölmüyor. Bir yandan anlamakta zorlanıyorum bir yandan da zorlanmıyorum. Fethullah Gülen kendisi elindeki iplerle hareket etmiyor. Elindeki ipleri kaçırmış, esir düşmüş ve bunu kabullenmiş. Esir durumundan kurtulması gerekiyor, bunu isterse onu kurtarırız, onu buraya alıp güvenlikli bir yere de koyarız.

BİR İNSAN ÜLKESİNE BU KADAR HAKARET EDEMEZ
Türkiye’ye dönmeme nedeni nedir sizce?
Gelsin memleketine. Burası onun memleketi, orada ülkeden Türkiye’den götürülen toprağı öpüyor ama beri tarafta da Türkiye’yi emperyalistlerle beraber öpüyor. Bir adamın kendi ülkesi aleyhinde bu kadar çalışmasını anlamlandırmakta gerçekten zorlanıyorum. Haşa, Müslümanlığı, dini, bir tarafa bıraksak bile insan kendi ülkesine bu kadar hakaret edemez. Herhalde AK Partiyi bitirebilirse bir muzaffer olarak ülkeye dönecek.

KENDİ KUYULARINI KAZIYORLAR
Fethullah Gülen taraftarlarının bir de şunu bilmeleri lazım AK Parti’yi düşürürlerse- ki inşallah düşüremezler- bilsinler ki yeni gelecek idare şu anki rahatlığı onlara veremeyecek. Hatta ilk önce onların üzerine gidecektir. Kendi kuyularını kazıyorlar bunun farkında değiller. Artık itidalliklerini de kaybettiler. Son kayıtlardan sonra Hz. Peygamber’e yapılan bu hakaret ve saygısızlıktan sonra eğer o mensupları hâlâ kendilerine soru sormayıp ayıkmıyorsa bu çok berbat bir şey. Ne zaman ki daha büyük bir belayla karşılaşacaklar, o zaman ayılacaklar. Bir kısmı efsunlanmış gibi… Ama inşallah kısa zamanda uykudan uyanırlar.

GÜLEN’İN KULLANIM SÜRESİ DOLDU
Peki tabanın bu yapılanlara karşı tavrı ne olacak?
Bence hâlâ birtakım yalanlarla güçlü olduklarını, yakın zamanda hükümeti düşüreceklerine inanıyorlar. Mehdi inancı ile gelecek vaatleri sunuyorlar, şu tarihte mehdi gelecek, kendini halife ilan edecek vs. Bunları iddia ederlerse de artık kaybederler. Fethullah Gülen’in artık kullanım süresi doldu, bitti. Onun miladı 30 Mart’tır. 30 Mart’ta AK Parti yerel seçimden güçlenerek çıkarsa bunlar büyük bir mevzi kaybederler.

SUİKAST GELEBİLİR!
AK Parti birkaç puan düşerse daha başka taktikler sahneye koyarlar. Bu son uzun adamla ilgili söylediklerini de katarsak, bir suikast de gelebilir. Çünkü fena halde kendi adamlarını inandırmışlar. Gerçi kendi aralarında konuşup yazarken baktığımız zaman astronomik rakamlarla da seçimi kazanırsanız size bu ülkeyi idare ettirmeyiz diyorlar.
Ali Bulaç bir yazısında (o psikolojiyi anlamak için söylüyorum) Siz Kürtlerle anlaşarak dünyada siyaset güdemezsiniz, ikinizi de döverler diyor. Sonra sayıyor, Amerika karşı, Avrupa Birliği karşı, Suriye karşı, İran karşı, dolayısıyla hükümet meşruiyetini kaybetti.

Bulaç’a göre meşruiyet kaynağı Amerika, Avrupa, Suriye, İran mı?
Meşruiyet algısına bakar mısınız, meşruiyet Türkiye değil, halk değil, sandık değil, İslami ahlak değil ve edep değil. Meşruiyet kaynağı İsrail’dir, Amerika’dır ve çok uluslu şirketlerdir.
Peki böyle bir mantıkla bakarken, şunu göremiyorlar; iki kutuplu dünya bitti, global bir dünya var. Global dünyanın ve ümmetin ayakta kalmasını sağlayacak olan da İslam birliği ve ümmetidir. Bu birliğin bir unsuru da Kürtler ve Türklerdir. Hem ümmetten dem vuracaksınız hem de Kürt- Türk kardeşliğinden rahatsızlık duyacaksınız bu ne yaman çelişki.



ÜMMET ORTAK HAREKET EDECEK
Kim ne derse desin, ne kadar zorlaştırılırsa zorlaştırılsın bu ümmet ortak hareket etmek durumunda kalacaktır. Ama Fethullah Gülen bunu görmüyor, onlar hâlâ iki kutuplu dünya olduğunu düşünüyor, o bitti. Amerika, AB, çok uluslu şirketler, Siyonist lobi, Türkiye’yi yıpratmaya çalışıyor. Bu da mümkün değil, biliniyor ki Türkiyesiz ne Ortadoğu şekillenir ne Türki Cumhuriyetler ayakta kalabilir ne Balkanlar ne de Kafkaslarda kimse ayakta kalabilir. Türkiye kendi kabuğunu kırmış, uluslararasına açılmış ve buna göre de kendi altyapısını oluşturuyor. İstihbaratını, zenginlerini kendine göre örgütleyip eğitiyor, diplomasisini buna göre kuruyor. Bu arayış, nasıl Libya’sından Mısır’ına her yerde sürüyorsa gün gelir hep birlikte hareket de ederiz. Fethullah Gülen bu hareketin önünü kesmek için yeni bir din, yeni bir İslam anlayışı öne sürüyor. Gülen hareketinin amacının ne olduğunu da herkes görmeye başladı.

İHANETİ BU KADAR TAHMİN EDİLEMEDİ
AK Parti içinde Fethullah Gülen’e biat edenler dışında hiçbir milletvekili eskisi kadar o ekibe sıcak bakmaz. Çünkü kimse onların bu kadar ihanet edeceğini tahmin etmezdi. Artık soğuk bakacaklardır. Bunu ben neye benzetiyorum, Yahudilerin soykırım üzerinden mağduriyet edebiyatı yaparak kendilerine bir alan açtılar. İsrail devleti kurulunca Hitler’in yaptıklarından daha kötüsünü kendileri yaptılar ve dünya içinde tüm masumiyetleri ortadan kalktı.

BEBEK YÜZLÜ KATİLLLER
Aynı şekilde Gülen hareketinin de masumiyeti bitti, yumuşak yüzlerinin altından canavar tarafları açığa çıktı. Tıpkı bebek yüzlü katiller gibi maskeleri düştü. Bundan sonra da o iş gitmez, Allah’ın izniyle Türkiye’nin önünü kesemezler. Tarih, kader-i ilahi, bu ülkenin İslam dünyasının da kendine gelip tekrar bir sıçrama yapmasını bize lütfettiği, kazandırdığı, dayattığı, tabi bunun bize getireceği mesuliyetler de var bunun farkındayız, İslam dünyası; istense de istenmese de bir araya gelecek, bunda da Türkiye’nin rolü büyüktür. Türkiye insanı ümmetçidir. Ümmetin tüm değerlerini biz muhafaza ederiz. Selefilerle de oturup kalkarız, Şiilerle de oturup kalkarız, İhvanla da ahbap olur dost oluruz. Ama bir Şii bir Selefi ile oturmaz, dünya da bunu görüyor. İsteseler de istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.

http://www.haber10.com/makale/38696/#.UwJHz1o5nDd
Dumanlı "hem suçlu hem güçlü" havasında...
 
17 Şubat 2014
Zaman genel yayın müdürü Ekrem Dumanlı, bu haftaki yazısında tam anlamıyla “şecaat arz ederken merdi kıpti, sirkatin ifşa eder” örneği sergiledi.
Dumanlı "hem suçlu hem güçlü" havasında...
Zaman gazetesi genel yayın müdürü Ekrem Dumanlı, Gülen örgütünü masum duygularla destekleyen mütedeyyin halk kitlesinin arkasına sığınarak Başbakan’ı tehdit etti ve Başbakan’ı kastederek Gülencilere örgüt diyenlerin adının Yezid ile Sisi’nin yanında anılacağını yazdı.

Dumanlı, Gülen ve doğan medyasının ortak yayınlarında Suriyeli göçmenlere yardım götürmekte olan İHH tırı için “El-Kaide’ye silah taşıyan İHH tırına baskın” manşetlerini, Jandarmanın ve paralel bağlantılı savcının MİT tırlarına silah baskını”, ortalığa saçılan telefon dinlemelerini, 17 Aralık operasyonunu uzaylılar yapmış havasında güya camiaya hakaret ediliyormuş siteminde bulunuyor.
Sitem ederken tehdit etmeyi ihmal etmeyen Dumanlı, Başbakan’ı KCK’yı kollamakla suçluyor ve Gülencilere örgüt diyenlerin adlarının Yezid ve Sisi ile birlikte anılacağını pervasızca iddia etmekten kaçınmıyor.

Başbakan Erdoğan her konuşmasında Gülen’i masum duygularla desteklemiş kitle ve toplum kesimlerini özenle Örgütün Üst Kadrosu arasında kalın bir çizgi çekmesine rağmen Dumanlı, çarpıtmasını sürdürüyor ve camianın hedef alındığını yazısında defalarca tekrarlıyor.

İşte Dumanlı’nın bugünkü yazısından ilgili paragraflar:
Bir ülkenin Başbakan’ı her gün birkaç kez bir kitleyi hedef gösterirse, o kişiler hakkında suç uydurulmaması düşünülebilir mi? Şu an yargıya resmen baskı yapılıyor. Devletin bütün imkânları seferber edilerek ve dünya tarihinin en kara medya yapısı inşa edilerek suç bulunmaya çalışılıyor.”
“Peşinen söyleyeyim ki uzun bir zamandan beri fettan bir üslupla sürdürülen mesnetsiz çete/örgüt suçlaması ile 76 yaşına gelmiş Fethullah Gülen Hocaefendi’ye zarar vermeye kalkışırsanız tarih, adınızı Yezid’lerin, Haccac-ı Zalim’lerin yanına kaydedecek. Belki tarihi çoktan unutmuşsunuzdur; hadi daha yakından anlayabileceğiniz bir örnekleme yapayım. Hani ikide bir Mısır’daki General Sisi’ye darbeci diyor, veryansın ediyor ve “İhvan’ı terör örgütü ilan etmek için kumpas kuruyor” diye suçluyorsunuz ya... İşte esameniz, planladığınız şeyleri zulme dönüştürür ve icra ederseniz, Sisi’nin yanına yazılacak!”

Bir faydası olur mu, sanmıyoruz ama yine de Dumanlı’ya soralım: Ananas muhabbeti, beddua sizin deyiminizle mulaane, ihale dağıtma, %65 ile bile gelseler dosyalarla çökertin, uzun adam ölsün bedduaları, böcek, Gezicilere destek, 7 Şubat, 17 Aralık, 25 Aralık, İHH tırı, Mit tırları vs. ne ile açıklıyorsun?


Bunları açıkla, merak etme bu millet maşeri vicdanı ile örgüt olup olmadığınıza karar verir!
Haber 10
 
Tekin: Gülen grubu Vatikan’a hizmet ediyor!
 
17 Şubat 2014
A Haber’de dün gece Peygamber efendimizin canlandırıldığı sahnelerle kamuoyunun tepkisini çeken ‘Şefkat Tepe” dizisinin asıl amacı ve Gülen Cemaati’nin misyonu mercek altına alındı.

Yönetmen Mesut Uçakan, Yeni Şafak yazarı Salih Tuna’nın katıldığı programa cemaatle ilgili uzun yıllardır araştırmalar yapan İlahiyatçı-Yazar Ahmet Tekin’in gündem oluşturacak açıklamaları damgasını vurdu.
İşte o gerçekler:

“İCAT DİNİN ADI MÜSLÜMAN HIRİSTİYANLIK”
İslam’a paralel yeni bir din icat ediyorlar. Adı da Müslüman Hıristiyanlık veya Hıristiyan Müslümanlık. Okullarında da bunu telkin ediyorlar. İsim olarak tanıdıklarımız var. İçlerinde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na başkanlık edenler de var. Bunlar Machiavelli’e rahmet okutturacak kadar Makyavelistler.

“1964 2’NCİ VATİKAN KONSÜLÜ’NE GÖRE HAREKET EDİYORLAR”
1961-64 arasında dinlerarası diyalogla ilgili 2’nci Vatikan Konsülü’nde karar alındığı zaman oradaki diyalogun içi kurumsal Hıristiyan misyonerliğiyle dolduruldu. Gülen’in de Papa’ya yazdığı mektupta “Biz Papalık misyonunun bir parçasıyız” şeklinde kendi ifadesi var. Altındaki imzada da “Rabbin kulu Fethullah Gülen” diyor. Bir Müslüman bu rabbin kulu yazılsa yanlış anlaşılmaz ama Papa’ya, bir papaza böyle bir şeyin yazılması -ki İsa’nın kulu anlamına geliyor-. Çünkü onlar İsa’yı Rab kabul ediyorlar. Gülen öyle taklalar atıyor ki ortada Müslümanlık falan hak getire!

“BAŞBAKAN’I ÖNLERİNDE ENGEL GÖRÜYORLAR”
Başbakan’ı kendi önlerinde engel gördükleri için ona saldırıyorlar. Asıl mesele Türkiye’ye Hıristiyanlaştırmak. Hıristiyan nüfus binde 8 geriliyor. Mensuplarının yüzde 46-55 arası Hıristiyanlığı terk etmiş vaziyette.

“GÜLEN CEMAATİNİN ARKASINDA VATİKAN VAR”
Cemaatin arkasında Vatikan var, ABD var, Kiliseler Birliği var. Hepsiyle irtibat halinde. Türkiye’de 8 ayrı misyoner grup faaliyet halinde. Bu gruplarla cemaat dirsek teması içinde. Kurumsal misyonerliğin Türkiye şubesi gibi çalışıyorlar. Her taraftan zımparalıyorlar bu işi. Gülen “Hz. Meryem’i hamile bırakan Hz. Muhammed’in ruhudur” diyor. Kuran’ı orada da yanlış anlıyor. Nisa Suresi’nin 171. Ayeti’nde Allah Hz. Meryem’in Allah’ın ‘Ol’ emrinin sonucu hamile kaldığını açıkça ifade ettiği halde Fethullah Gülen, “Hz. Peygamberin ruhu hamile bırakmıştır, İsa, Hz. Muhammed’in çocuğudur” demeye getiriyor. Hıristiyanlarla Müslümanları yaklaştırma çabasına giriyor. Çok Makyavelist bir anlayıştır bu.

“GÜLEN KUR’AN-I KERİM’İ İNKARA GİDİYOR”
Gülen bazı laflarında nerdeyse Kuran’ın tümünü görmezlikten geliyor. Birçok sözünde de Kuran-ı Kerim’in ayetlerini tahrif ediyor. Bu Kuran’ı inkara, İslam’ı inkara gidiyor. Allah Kuran’da İbrahim’in bir dininden bahsediyor: Hanif ve Müslüman. O, üç İbrahimi dinden bahsediyor.

“1999’DA TUĞGENERAL VE YAYIN YÖNETMENİNE İSTİHBARAT GELDİ”
1964’te alınan 2’nci konsüldeki karardan sonra kurumsal misyonerlikle belirli bir yere vardılar, Vatikan ve New York’ta. Diyorlar ki “Güney ve Orta Asya Müslümanlığında hayır yok. İslam Türkiye’den tekrar ayağa kalkarsa kesinlikle bunun önüne geçemeyiz, tedbirini alalım” dediler. Vatikan’da Yabancı Dinler Sekretaryası kuruldu. 1999’da bir TV kanalının genel yayın yönetmeni ve Jandarma Bölge Komutanı olan bir tuğgeneralle tesadüfen ayrı ayrı görüştüm. “Yakında Türkiye’de halka referans olabilecek bir kısım kimselere Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin meşruiyetini, İslam ile eşit olacağını söyleyecekler, aman buna karşı dikkatli olalım” dediler. Bunun yoruma dayalı değil, istihbarati bilgi olduğunu söylediler. “Aman hocam bununla ilgilen” dediler. Ben de bunun üzerine 4 kitap çıkardım. Gülen’in cemaatinden bile teşekkür edenler oldu, “Bizim düşünüp de söyleyemediğimizi sen söylüyorsun, Allah razı olsun” dediler. Cemaat ayrıca iman esaslarını sadece bire indiriyor, Allah’a iman sadece. Hz peygamberimizin halk nazarındaki imajını zedelemeye çalışıyor.

http://www.haber10.com/haber/477431/#.UwJB-lo5nDd
Gülen grubu için dört seçenek!
 
Gülen grubu için dört seçenek!
 
16 Şubat 2014
İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Medaim Yanık, "Cemaat, 'kazan-kaybet oyunu'nu oynuyor." dedi.

Cemaat, bugüne kadar “savaş” seçeneğini uygulamaya devam etti. Bu siyaset oldukça riskli bir noktaya geldi. Benim kavrayışıma göre, Cemaat, “kazan-kaybet oyununun” kaybedeni haline gelmeye başladı. Bu gidişle hem AK Parti hem de Gülen Cemaati hasar almaya devam edecek ama nihai kaybeden Cemaat olacak. Cemaatin yeni bir siyasete ihtiyacı var.

İşte Prof. Dr. Medaim Yanık'ın Star Gazetesi'ndeki o yazısı:

Gülen Cemaati’nin önünde dört ayrı seçenek duruyor. Sıcak savaşa devam. Düşük yoğunluklu, zamana yayılmış mücadele. Siyasal Parti’ye dönüşüm. Sivil cemaate dönüşüm. Her birinin anlamı ve sonuçları birbirinden farklı. Her bir seçeneğin artısı ve eksisi var. Cemaatin geleceğini, hangi seçeneği veya hangi seçeneklerin kombinasyonunu seçeceği belirleyecek.

Savaşa devam

Cemaatin şu ana kadar uyguladığı strateji bu. Sistemik, planlanmış operasyonlarla, hükümeti, özellikle de Erdoğan’ı iktidardan düşürmek, kendi vesayeti altında bir hükümet kurulmasını sağlamak. Bu strateji tam bir kazan veya kaybet oyunu. Kaybedenin her şeyini kaybettiği bir oyun. Kaybeden olmak bir işadamının iflas etmesi gibi.

Savaş seçeneğinin iki tane tanımlayıcı unsuru var. Birincisi, cemaat adına aktif operasyon yapmaya devam etmek. İkincisi, devlet içinde, kendi otonomisi ve karar mekanizması olacak şekilde kadrolaşmak. Örneğin MİT tırlarına yönelik operasyon tam bir savaş oyununun devam ettiğinin tipik bir göstergesi.

Cemaat bugüne kadar “savaş” seçeneğini uygulamaya devam etti. Bu siyaset oldukça riskli bir noktaya geldi. Benim kavrayışıma göre, Cemaat “kazan-kaybet oyununun” kaybedeni haline gelmeye başladı. Bu gidişle hem Ak Parti hem de Gülen Cemaati hasar almaya devam edecek ama nihai kaybeden Cemaat olacak. Cemaatin yeni bir siyasete ihtiyacı var.

Mücadeleye devam

Bu seçenekte cemaat açısından aktif ve sıcak savaştan, düşük yoğunluklu mücadeleye dönüşümü gerektiriyor. Bu seçenek, gerilimi düşürüp, mücadeleyi uzun vadeye yaymak anlamına geliyor. Bu metodun birincisinden temel farkı, devlet bürokrasisi içinde, kendi bağımsız örgütlenmeleri üzerinden operasyon yapılmamasıdır. Eğer bu yöntem seçilirse, Erdoğan’a yönelik yargı araçsallığı ile operasyon yapmak yerine, eleştirisel ve karşıt bir pozisyon alınıp, açık ve sivil yöntemlerle muhalefet edilir. Bu yöntem seçilirse, açık bir zafer duygusu yaşanmamış olsa da cemaatin sivil alanda varlığını sürdürmek mümkündür. Cemaat çekirdek kadrosuna döner. Biraz küçülür. Varlığını devam ettirir. Aynı zamanda muhalefete de devam eder. Ak Parti ve Erdoğan ile bu uzun süreli muhalefet hali, Gülen Hareketini zaman içinde büyütebilir de, küçültebilir de.

Siyasal parti’ye dönüşüm

Üçüncü seçenek ise siyasal bir partiye dönüşmektir. Cemaat kendi siyasal partisini kurarak, siyaset alanında Ak Parti ile mücadeleye girebilir. Bu seçenek de devlet içinde örgütlenerek, operasyon yapmaktan açıkça vazgeçmeyi gerektirir. Çünkü devlet içinde kendi karar alma mekanizması ile operasyon yaptığı her hal, parti kursa dahi, birinci seçenek yani savaş hali anlamına gelir. Siyasal partiye dönüşüm cemaate bir kaç farklı imkan ve zorluk getirir. İlk olarak yasal hale gelmek mümkün olur. Ayrıca Cemaat eğer seçim sisteminde başarılı olur, toplumun çoğunluğunun oyunu alırsa, devleti yönetme hakkını da elde etmiş olur. Bu seçeneğin zorluğu lider ve kurumsal yapılarının direk ve açık parti siyaseti alışkanlığına sahip olmamasıdır. Kendini geliştirme becerisine sahip bu hareket, partileşme sürecine de uyum sağlayabilir. Bu durumda önlerindeki en büyük zorluk, küçük ve değersiz gördükleri Tayyip Erdoğan’ı siyaseten alt etmeleri gerekli. Eğer Erdoğan’ı siyaseten alt edemez ve baraj altı bir oy alırlarsa, marjinalize olabilirler.

Sivil cemaate dönmek

Gülen Hareketi’nin önündeki dördüncü seçenek ise sivil bir cemaate dönüşmek. Bu seçeneğin iki temel özelliği var. Birincisi, devlet bürokrasisi içinde kendine ait, ayrı bir mekanizmayla işleyen bir yapıdan vazgeçilmesidir. İkincisi de, ana uğraş alanının eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve dini öğretim gibi alanlara kaymasıdır. Siyasal alanla uğraş belirgin şekilde azaltılacak, zaten oldukça başarılı oldukları sivil alanlarda çalışmaya daha fazla emek vereceklerdir. Eğer siyaset alanı ile ilgili talepleri olursa, bunları açık, şeffaf, legal ve demokratik mekanizmalar içinde yapacaklardır.

Cemaatin varoluşundan beri sivil boyutu olduğu açık. Ama hiç bir zaman sadece sivil cemaat olmadı. Başından beri hem devlette ayrı bir kadrolaşmaya gitti, hem toplumda kök salmaya çalıştı. Yani eş zamanlı siyasal ve sosyal hedefleri oldu. Bu açıdan Gülen Cemaati bir “İslamcı hareket” olarak kabul edilmelidir. Silah kullanımına şiddetle karşı olan, ama hem toplumu hem devleti dönüştürmeye çalışan bir İslamcı hareket.

Gülen Cemaatinin şu anda birinci yöntem olarak tanımladığım “savaş yöntemini” uyguladığı açık. Sorulması gereken soru şu: Bu dört seçenekten hangisinin hem Gülen Hareketi’ne hem de bu memlekete daha hayırlı olduğu? Son dönemde yaşadıklarımızın bu memleketin dindarlarına maliyet doğurduğu açık. Belki zararın bir yerinden dönmek mümkün olur.

Psikolojik engeller

Gülen cemaatinin önünde parti yapılanmasına veya sivil cemaate dönüşmesinin önünde psikolojik ve yapısal engeller var. İlk önce 40 yıllık alışkanlıkları değiştirmek zor. Hem lider kadronun hem de cemaatin kurumsal kültürü ilk iki seçeneğe göre şekillenmiş. 40 yıldan sonra dönüşüm yaşamak, oldukça büyük bir çaba gerektirir.

İkinci psikolojik zorluk, tam hedefe ulaşmaya çok yakın olduğunu düşündüğün zamanda, vazgeçmek çok zordur. Bu hale psikoloji literatüründe “psikolojik tuzak teorisi” deniyor. Eğer bir otobüs durağında beklerken, otobüs normal zamanından gecikmiş ve siz beklemişseniz daha da bekleme eğiliminde olursunuz. Gecikmenin 10. dakikasında, ayrılıp gitmek yerine “bu kadar bekledim, biraz daha bekleyeyim” diye düşünülür. Bu psikoloji, stratejik körlüğe neden olur. Çöküşe veya kötüye giden şartları kavrayamayıp, o halde ısrara sebep olur. Bu psikolojiden dolayı birçok işadamı iflastan kurtulma şansını kaybeder. İflastan küçülerek kurtulma imkanı varken, iflasa gidilir. Cemaat 40 yıldır mücadele içinde. Tam da her şey onların istedikleri gibi gidiyordu. Sürekli başarı kazanarak, aşırı güven hali oluşmuştu. Şimdi son hamlelerinde tüm kazanımlarını kaybetme riski oluştu. Bu kaybedişi görmek ve kabullenebilmek çok zordur. Bir hamle daha yaparsam kazanabilirim psikolojisi baskın olacaktır. Küçülerek varlığını sürdürme stratejisi psikolojik olarak kabul edilemeyecek, içeriden kimse de bunu dillendirmeye cesaret edemeyecektir.
http://www.haber10.com/haber/477219/#.UwJA3Fo5nDd