HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

12 Şubat 2014 Çarşamba

Hasan Karakaya / Yeni Akit

Hırsızlık babadan evlâda geçer... Evlâttan babaya değil!

09 Şubat 2014
CHP Genel Müdürü Bay Kemal Kılıçdaroğlu’nun sık sık tekrarladığı bir söz vardır... Der ki; “Hırsızlık babadan oğula geçer, evlattan babaya değil!”
Çok doğru bir söz...
Hırsızlık, gerçekten de
“Babadan oğula”,
Ya da;
“Babadan kızına” geçer!..
Bu, herkes için böyle!..
Tabiî, Bay Kılıçdaroğlu için de!..
Malûm;
Son günlerde, “çalıştığı Vakıfbank’tan belge sızdırdığı” iddia edilen ve bu yüzden “istifa” ettiği söylenen Kemal Kılıçdaroğlu’nun kızı Zeynep Kılıçdaroğlu, gündemin ilk sıralarında...
Peki; “TÜRGEV adlı vakfa yapılan bağışın belgesi”ni sızdırdığı iddia edilen Zeynep Kılıçdaroğlu kimdir?..
Kim olacak;
Elbette “Babasının kızı”dır!..
Peki, babası kim?..
Elbette Kemal Kılıçdaroğlu!..
Peki, Kılıçdaroğlu kim?..
SSK’YA KAZIK
Gelin, “Kılıçdaroğlu ve ailesi”ni yakından tanıyalım ve onlara, belki “kendilerinin bile unuttuğu” hayat hikâyelerini yeniden hatırlatalım...
l Efendim, 6 Eylül 2010 tarihli yazımda demişim ki;
Vakit’in o günlerde gündeme getirdiği en önemli olaylardan biri de; “İktidara geldiğimizde soymayacağız, soydurmayacağız” diyen ama bizzat kendisi, “SSK’daki soygun”dan dolayı “yargılanacak” iken “Rahşan Affı” ile kurtulan Kemal Kılıçdaroğlu’nun; “aile boyu sigorta üçkâğıdı” yaptığını ortaya koyan haberimizdi.
Çünkü Kılıçdaroğlu’nun;
14 yaşındaki oğlu Kerem ve 10 aylık torunu Duru’nun ardından, kızları Azime Aslı ve Zeynep Kılıçdaroğlu’nun da usulsüz yollardan sigortalı yapıldığını gözler önüne sermiştik!..
Hem de, “iddia” olarak değil, “belge”leriyle!..
Vakit’in ulaştığı SSK dökümlerine göre Kılıçdaroğlu’nun, Ankara’da yaşayan ve o tarihte lise öğrencisi olan küçük kızı 1979 doğumlu Zeynep Kılıçdaroğlu ve büyük kızı 1976 doğumlu Azime Aslı Nadir Kılıçdaroğlu, üstelik okullarının devam ettiği bir dönemde, merkezi İstanbul’da bulunan Ekinciler Holding bünyesinde çalışıyor gösterilip, birer aylığına sigorta ettirilmiş!
Ne enteresandır ki;
“Sigorta yapan adres” hep aynı!..
Evet, “Ekinciler Holding!”
Kılıçdaroğlu’nun oğlu Kerem de, kızları Zeynep ve Aslı da, hep “Ekinciler Holding’te çalışıyor” gösterilip, “sigorta” ettirilmiş!..
Ve yine, ne “tesadüf”(!)tür ki;
Her üçü de, “birer ay çalışmış”(!)lar!
Kılıçdaroğlu, çok haklı.
Gerçekten de;
“Hırsızlık, babadan evlâda geçiyor!”
Baksanıza, baba SSK’yı batırmıştı, evlâtları SSK’yı kazıklıyor!..
PARALI AMA BURSLU!
Devam edelim...
l “Ekinciler Holding’ten sigortalı” olarak “lise”yi bitiren Zeynep kızımız, artık “üniversiteli”dir.
Ama nerede ve nasıl?..
Tarih 18 Eylül 2010... O günkü Vakit’te şöyle bir haber var:
 Kemal Kılıçdaroğlu’nun kızı Zeynep Kılıçdaroğlu, Ankara’da Köksal Toptan Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul’da paralı eğitim veren Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Ancak Kılıçdaroğlu ailesi, yaklaşık yıllık 20 bin TL olan ücreti ödemedi. Çünkü Bilgi Üniversitesi, Tuncelili Zafer Mutlu’nun babası Latif Mutlu’ya ait... Yani Zeynep’i Tuncelili Mutlu ailesi okuttu. Latif Mutlu, iddialara “10 yıl oldu, hatırlamıyorum” derken, Zeynep Kılıçdaroğlu, sorulardan kaçtı.”
Latif Mutlu, Zeynep’e; acaba “kara kaşı, kara gözü” için mi “burs” verdi, yoksa “Tuncelili dayanışması” olsun diye mi?..
BANKAYA AMA SINAVSIZ!
Her neyse... Devam edelim...
l Zeynep Kılıçdaroğlu, “üniversite”yi de bitirmiştir... Artık “iş hayatı”na atılacaktır...
Gerisini, 18 Mart 2009 tarihli Vakit’ten okuyalım:
“CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu, birçok konuşmasında AK Parti hükümetinin kadrolaştığını iddia etmişti. Fakat Kılıçdaroğlu’nun ailesinin de kadrolaştığı ortaya çıktı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun küçük kızı Zeynep Kılıçdaroğlu’nun, 2007 yılında Türkiye’nin en önemli kamu bankalarından birisi olan Vakıfbank’ın hukuk müşavirliğinde sınavsız işe başladığı öğrenildi. Avukat Zeynep Kılıçdaroğlu’nun en büyük kamu bankalarından olan Vakıfbank’ta, genel müdürün tensibiyle işe alındığı belirlendi. Zeynep Kılıçdaroğlu şu anda Vakıfbank Hukuk Müşavirliği’nin İstanbul Şişli’deki bürosunda çalışmaya devam ediyor.”
Gördüğünüz gibi;
Zeynep kızımız “sınavsız” da olsa “Vakıfbank’ın Hukuk Müşavirliği”nde işe alınmış, çalışmaya başlamıştır.
Hani, Kılıçdaroğlu “AK Parti’nin kadrolaştığı”ndan dem vurur ya, işte kızı, hem de AK Parti iktidarında “Vakıfbank’ta sınavsız işe alınmış” ve dahası, Başbakan Tayyip Erdoğan da, bunu öğrenince; “hayırlısı olsun” demiş!..
Demek ki;
“Bizim iktidarımızda, Kılıçdaroğlu’nun kızı da ekmek yesin” diye düşünmüş...
Kılıçdaroğlu olsa;
Zırnık koklatmazdı!..
EV KARŞILIĞI İŞ!
l Tamam, Zeynep kızımız Vakıfbank’ta işe başlamıştı ama, “kalacak bir ev” bulması lâzım... Aksi halde, bir ev kiralayıp “yalnız” kalacak...
Vakit’in, 18 Mart 2009 tarihli haberinde, bu problemin nasıl halledildiği, şöyle haberleştirilmiş:
“Üniversiteyi bitirdikten sonra 2007 yılında Vakıfbank’a sınavsız giren Zeynep Kılıçdaroğlu’nun, şu anda yalnız kalmaması için İstanbul’da bir ailenin evinde kaldığı ve bunun karşılığında ise söz konusu ailenin işsiz oğlu Yusuf Kocadağ’a, 5 ay önce CHP’li Ataşehir Belediyesi’nde iş verildiği ortaya çıktı.
CHP’li Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi tarafından işe alınan Kocadağ, belediyenin Basın ve Halkla İlişkiler biriminde görev yapıyor... Kocadağ, hakkındaki iddiaları dinledikten sonra telefonu kapattı.”
Hani, “şanslı” birine; “Ne ballı adamsın” derler ya, Zeynep Kılıçdaroğlu da, “ballı bir kız” olmalı ki, “hep dört ayak üstüne” düşmüş!..
Şu hâle bakın;
Daha “Lise’de öğrenci” iken “sigortalı” olmuş!.. Üniversiteyi “paralı” kazanmış ama “burslu” okumuş!.. Vakıfbank’a “sınavsız” girmiş!.. “Ev” sorununu “Kocadağ ailesi” ile halletmiş... Üstelik, ailenin “işsiz” oğlu Yusuf’a “CHP’li Belediye’de iş” verilmesine vesile olmuş!..
Amma da “ballı kız”mış!..
RAHATSIZ AMA ÇALIŞIYOR!
Neyse... Gelelim son olaya...
l Tarih 20 Mart 2009...
Turyol’a ait bir tekne ile açıldığı İstanbul Boğazı’nda gazetecilerin sorularını cevaplandıran Kılıçdaroğlu, kızının Vakıfbank’a sınavsız nasıl girdiği konusunda ısrarla açıklama yapması istenmesi üzerine demişti ki;
“Ben hiçbir soruyu cevapsız bırakmam. Kızım İngilizcesi olan yurtdışında eğitim görmüş bir kişidir. Her yerde işe girebilecek bir avukattır. Vakıfbank’ta işe girmesi onun tercihidir. Torpil yapılması söz konusu değildir. Ama işinden memnun değil, istifa edip ayrılabilir.”
Ne ilginçtir ki;
Mart 2009’da, babasının “işinden memnun olmadığı için istifa edeceği” söylenen Zeynep Kılıçdaroğlu, “4 yıl daha” Vakıfbank’ta kalıyor ve ancak 29 Ocak 2014’te istifa ediyor...
İlginç bir zamanlama!..
KIZI MI SIZDIRDI?
İlginç, çünkü, bu istifa; babası Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 28 Ocak günkü CHP Grubu’nda yaptığı konuşmada; “TÜRGEV’in Vakıf Bankası’ndaki bir hesabına 26 Nisan’da 99 milyon 999 bin 990 dolar para yattı mı?.. Bu para bir rüşvet parası mıdır” diye sorduğu günden bir gün sonra gerçekleşmiştir?..
Bu vesileyle, şunu söyleyelim:
Siyasi partilere bağışlar 20 bin lirayla sınırlıdır... Ama vakıflara yapılan bağışın sınırı yoktur...
Bay Kılıçdaroğlu, tutturmuş bir TÜRGEV... Peki, AK Parti’den önceki dönemlerde Fatih Belediyesi, ÇYDD’ye, İstek Vakfı’na, TEV’e arazi bağışlamadı mı? Ne yani; o vakıflar, şimdi suç mu işlediler?..
Bunu yazdım ki, Bay Kılıçdaroğlu’nun samimiyetsizliği daha iyi anlaşılsın...
Her neyse... Devam edelim...
Bay Kılıçdaroğlu’na sormuşlar:
“Dile getirdiğiniz iddialar ile kızınızın istifası arasında bir bağlantı var mı?”
Kılıçdaroğlu, “hayır” demiş; “Kesinlikle hayır... Uzun süredir kendisi kamu görevinden ayrılarak özel sektörde çalışmak istiyordu. Tamamıyla kendi kişisel kararı.”
Kılıçdaroğlu, “böyle demek zorunda” kalmış olsa da, gazetelerdeki yorumlarda deniliyor ki;
“Zeynep Kılıçdaroğlu, Vakıfbank’ın içinden bilgi sızdırdığı iddialarının artması üzerine istifa etmek zorunda kaldı!”
Böyle midir, bilmiyorum...
Ama, “iddia edildiği” gibi, TÜRGEV’le ilgili bilgileri “Zeynep Kılıçdaroğlu sızdırdı” ise, bunun adı “hırsızlık”tır... Evet, “bilgi hırsızlığı!”
Bu “sızdırma”yı kim yaptı ise;
Bunun adı “müşteriye ihanet”tir.
“Eğer iddialar doğru ise”; Zeynep Kılıçdaroğlu, gitmek istediği özel sektöre nasıl “güven” verebilir ki?..
Onu, kim çalıştırmak ister?..
Ama, bu olayın ortaya çıkması çok çok iyi oldu... Yine tekrar ediyorum, “iddialar doğru ise”, Zeynep Hanım, nihayetinde babasını doğrulamıştır.
Ne diyordu babası;
“Hırsızlık babadan evlâda geçer.
Evlâttan babaya değil!”
SSK’daki “yolsuzluk”ları ve “kayırmacılık”ları herhalde “benim babam” yapmadı!..
“Zeynep’in babası”, o dâvâlardan nasıl yırttığını anlatmalı değil mi?
**********************************************************
Casusluk ya da vatana ihanet örnekleri!
Başbakan Tayyip Erdoğan, Almanya dönüşü, uçaktaki sohbetimizde; “Benim evimin dinlenmesi casusluktur” demişti... Malûm; “casusluk” suçu, “vatana ihanet”le eşdeğerdir... Çünkü, “casusluk”  yapıldığında, ortada “en az 2 taraf” vardır... Yani, “Erdoğan’ı dinleyen” her kimlerse, aldıkları bilgileri, “bir başka ülkeye aktarıyor” demektir!..
Bunu yapanlar, “Paralel Yapı’nın Badem Bıyıklı Neoconları” olduğuna göre, aldıkları bilgileri acaba “hangi ülkeye” servis etmektedirler?..
Terör Devleti İsrail’e mi,
Amerikalı Neocon’lara mı?..
Ortada bir “casusluk” olduğuna göre, demek oluyor ki; “bilginin paylaşıldığı ülke veya ülkeler” de işin içindedir.
Erdoğan’ın evini dinlemek, nasıl “casusluk” yani “vatana ihanet” ise; tam da Cenevre öncesinde Hatay’da, içlerinde “ilaç ve gıda malzemesi” bulunan “MİT TIR’ları”nı durdurup, “içinde silah var” şayiası yaymak ve “Türkiye’yi, Suriye’deki terör örgütlerine silah yardımı yapıyor” gibi göstermek de, “vatana ihanet”tir!..

Bunun hesabı, elbette sorulacaktır.

Biz 40 kişiyiz!

09 Şubat 2014

Meşhur sözdür: “Biz 40 kişiyiz, biliriz birbirimizi!”Levent Ersöz paralel yapıyı 10 yıl önce Özkök paşaya iletmiş..
Biz birbirimizin gözündeki çöpü ararken, kendi gözümüzdeki merteği görmeyiz.. Ağzı soğan kokanlar başkalarının ağız kokusunu duymazlar aslında, ama birileri yine de başkalarını suçlamaktan da geri durmazlar..

Koman paşa öldü gitti, kimse yönettiği JİTEM’in varlığını ona ikrar ettiremedi..
Ergenekoncu, Balyozcu paşalara da, bu yapıların varlığını bunlara ikrar ettiremezsiniz. İnkar genlerine işlemiş çünki.. Sırları ile ölüp gideceklerini ve sırların beyinleri ile birlikte çürüyüp toprağa karışacağını sanıyorlar.. Kiramen katibini hesaba katmıyorlar.. Din gününü akıllarına getirmiyorlar.. Hiçbir şeyin kaybolmayacağını düşünmek bile istemiyorlar.. Oysa insanların yaptıkları şeyler zerre-i miktar iyilik ya da kötülük, gün gelecek önümüze konacak!
Birileri inkar etse de, adı başka başka olsa da, evet derin devlet de var, paralel devlet de.. JİTEM de var, Ergenekon da!

Sahi, başkalarına öğütlediğimiz şeyler konusunda, sözkonusu olan kendi nefsimiz olunca nasıl farklı vadilere savruluyoruz bir anda.. Evin hanımı kırınca “hayırdır” diyenler, hizmetçi kırınca “kör müsün?” diye diklenmiyorlar mı?

AB bize hep örnek gösterilir değil mi?. Dürüst, şeffaf, katılımcı, çoğulcu.. Uygar, hukuka saygılı.. Bu işin reklam kısmı. Gerçek farklı. AB Komisyonu, Avrupa’daki yolsuzluğun ‘dudak uçuklatıcı’ bir seviyeye ulaştığını açıkladı. Komisyon, yolsuzlukların AB ekonomisine maliyetinin yıllık 120 milyar euroyu bulduğunu duyurdu. AB Komisyonu’nun içişleri konularındaki yetkilisi Cecilia Malmström’ın açıkladığı ‘’Avrupa’da yolsuzluk bilançosu’ raporu, dünyanın ‘en şeffaf bölgesi’ olarak gösterilen AB’de de durumun pek parlak olmadığını gösteriyor. Rapor 2014 başında yayınlandı.. Rapora göre, yolsuzluğun AB ekonomisine maliyeti birliğin bütçesine denk geliyor. Malmström yolsuzluğun demokrasiye olan güveni aşındırdığı ve ekonominin kaynaklarını kuruttuğunu da söyledi. Bu rapora göre, AB vatandaşlarının üçte ikisi yolsuzlukların ülkelerinde yaygın olduğuna inanıyor. Bu arada, sanılanın aksine AB ülkelerinde rüşvet giderek artıyor ve yaygınlaşıyor. Özellikle AB’ye yeni üye olan Balkan ülkelerinde durum vahim.. İtalya’da yolsuzluk, tüm Avrupa’nın yarısı kadar.  Rapora göre İtalya’da yolsuzluk yılda 60 milyar euro ile gayri safi milli hasılanın % 4’üne ulaşmış durumda.

İtalya ve Yunanistan’da halkın, sırayla, yüzde 97 ve 99’u, yolsuzluğun yaygın olduğunu söylüyor.
Polonya (% 15), Slovakya (% 14) ve Macaristan (% 13) rüşvetin, özellikle sağlık alanında, yaygın olduğu ülkeler arasında. İş hayatı başarısında kilit siyasetçi ya da bürokrat tanımak, bizde olduğu gibi “Adamını bulmak”.. Avukat tutacağına hakim tutmak bir başka ifade ile!..

Avrupa Birliği’nin yolsuzluk ve kaçakçılıkla mücadele için oluşturulan Avrupa Yolsuzlukla
Mücadele Bürosu (OLAF) adlı bir kurumu var. Ancak OLAF kaynak sıkıntısı çekiyor. Büro’nun 2011 bütçesi 23,5 milyon euro civarında.

Avrupa polis teşkilatı Europol ise organize suç örgütlerinin çok gelişmiş ağlara sahip olduğunu belirterek, bu grupların Avrupa genelinde sayılarının en az 3 bin olduğuna işaret ediyor.

Europol’e göre, Bulgaristan, Romanya, İtalya AB’deki organize suç örgütlerinin yaygın faaliyet gösterdikleri ülkeler olarak ortaya çıkıyor. Fakat rüşvet ve vergi kaçakçılığı gibi “görev suçları”nın çoğu AB ülkesinde yaygın.

Bu arada batılılar dışa dönük usulsüzlükleri, mesela borsa manipülasyonlarını, LİBOR ve faiz oranlarındaki operasyonları, karapara operasyonlarını usulsüzlük olarak görmedikleri için bu işlemler bu toplama dahil değil.. Ve bu fasılda rakamlar bu rakamlarla kıyaslanamayacak kadar sansasyonel..
Biz çok temiz değiliz, ama  Avrupalılar da öyle. Tencere dibin kara, seninki benden kara.. Eğer nihai toplamlar üzerinden konuşulacak olursa Türkiye’nin yolsuzluğu batıya göre devede kulak kalır..

Sadece mali operasyonlar değil, her yönden kıyas kabul etmez bir durum sözkonusu..
Bu iş, Demokratik Avrupa’nın Mısır’daki darbecilere darbe diyememesine benziyor..
Kızılderilileri yok edip, karaderilileri köleleştirenlerin, kendi geçmişleri ile yüzleşmeden başkalarına hesap sormalarına benziyor bu iş..

Ya da kendi “God’s Army”i görmezden gelip, “Hizbullah” hesabı sormalarına benziyor..
Mesela Ruanda’daki Hutu-Tutsi kavgasının bilançosunu biliyor muyuz?
Bütün İslam ülkelerinin GSMH’si Almanya’nınki kadar değilse, acaba bütün İslam ülkelerindeki yolsuzlukların toplamı sadece İngiltere’deki borsa, LİBOR, faiz manipülasyonunun yarısının yarısı kadar eder mi acaba!

Ya hu, Vatikan’daki yolsuzluğun haddini, hesabını bilen var mı?
Geçen gün finansal tetikçilikle ilgili bir istişare toplantısı yapalım dedik, toplantıya bir CHP’li, bir sosyalist, bir Amerikan Koleji mezunu, eski bir rotaryen, dindar kimliği öne çıkan bir işadamı, ben ve birkaç kişi daha bir araya geldik, aynı şeyleri söylüyor, aynı kaygıları paylaşıyoruz.. Ve herkes aynı yanlışın kurbanı olmuş. Birileri bizim kamplara bölüp, birbirimize karşı kışkırtırken bu karambolde bir vurgun düzeni, soygun düzeni kurmuşlar.. Bize namus dersi verenler, kendileri malı götürmüşler.. Ama artık işleri eskisi kadar kolay değil,

Selâm ve dua

Bankasya fedaileri!

Mehtap Yılmaz
05 Şubat 2014
Bank Asya, camianın elinde avucundakilere gözünü dikmiş!
Sürekli olarak müşterilerine, “Bank Asya’da Altın Kabul Günü!
Kolye, bilezik, çeyrek v.b. altınlarınız, banka hesabınızda değer kazansın” mesajları gönderiyor.
Demek ki bu kadar telaştalar!.
Hizmet mensupları harıl harıl faizle kredi çekip, Bank Asya’ya yatırıyorlar! 
Sorgu yok, sual yok…
Uçurumdan atla buyurmuş ya imamlar!
Sürü itaatiyle uçurumdan, bataklığa atlıyorlar!
Bank Asya uğruna, faize batıyorlar!
Kendilerince kurtarma operasyonu yapıyorlar!
Bu kez neye dayandırıyorlar bilmiyorum.
Şizofrenik bir rüyaya mı?
Cinnilerden aldıkları istihbarata mı?
Tek bildiğim, tüm Gülenistlerin, harıl harıl kredi çektikleri…
Zahir, KOÇ’un desteği az geldi…
Ananas, tuzluk derken, Bank Asya tökezledi.
Bu kitlece harama atlama operasyonu aklıma Van’daki sürü faciasını getirdi…
Koyun sürüsünün önünde giden koyun, uçurumdan atlamış.
Bin dört yüz seksen koyun da peşi sıra atlamış!
Çoban ne kadar çırpınırsa çırpınsın, telef olmalarına mani olamamış!
Sadece Van’da değil… 
Bu olay Türkiye’nin pek çok yerinde, defalarca yaşanmış!
Peki, onca baş, onca beynin hamallığını ne için yapmış?
Şimdi söyleyin, “The cemaat”! Hangisi olmak istersiniz?
Sürü mü, birey mi?
Eğer aklını liderine kiraya verirsen sürü olmaktan (harama bulaşanları; faizli kredi alıp camianın bir şirketini kurtardıklarını zannedenleri kastediyorum) öteye varamazsın!
İHH’nın yolunu kes derler, kesersin.
İsrail’in emri, ABD’nin kavliyle, İHH’yı terörist sayar, Suriyelileri ekmeksiz bırakırsın!
Kardeşinin kafasına silah daya derler, dayarsın!
 “Peygamber (s.a.v) twitleri iki katlayın dedi” derler, ikiye katlarsın.
Ananaslar, tespihler havada uçuşur, bilmezliğe yatarsın. 
Devlet maaşıyla çetelere çalışırsın.
Allah rızası için(?) kurumlarda köstebeklik yapar, bilgileri kopyalayıp Yahudi Lobicilerine satarsın!
Sinsi sinsi milletin çoluk çocuğunu takibe alırsın!
Dinlersin, fişlersin, şantaj, montaj, pornoculuk aracılığı yaparsın!
Rüşvet ver derler verirsin.
Hâkim satın al derler alırsın.
Polis sınav sorularını çalar, senet karşılığı adaylara satarsın!
Liderin harama mübah demişse, bu konuda Allah ne der kaygısı taşımazsın.
Karının başını aç derler, dayakla kötekle açtırırsın.
Hizmet kurumlarında gırtlağına kadar faize batarsın!
Yahudi Lobileri’nin taşeronu olur, Müslümanlara kılıç sallarsın!
CHP arkasına yaslanır, sen yerine ana muhalefetlik yaparsın.
Boğazına kadar krediye batar, müebbet faiz ödeme pahasına Bankasya’yı kurtarmaya çalışırsın!
Banka kurtulur, sen harama batarsın!
Ey CIAmia!
Ey Hizmet hareketi!
Ey Pensilvanya’cılar!
Ey Neo-derin devlet!
Ey dostmodern darbeciler!
Ey camia!
Ey Okyanus ötesi!
Ey Mülaene taifesi!
İstediğiniz kadar din, iman edebiyatı yapın!
Eğer bu kadar birey olmaktan uzak,  bu kadar sürü (dini amaç gözetirken, harama bulaşanları kastediyorum) olursanız daha çok uçurumdan atlar, daha çok harama saplanırsınız!
 
Gezi Parkı Eylemleri devam ederken cemaatin yayımladığı yazı!
Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gülen İsrail'li Hahamla birlikte !
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 

Galata Kulesi - 1854 (James Robertson )









Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Ağlayan Gülen’e Bak
Emekli maaşı ile mütevazı bir hayat yaşadığını iddia edip, “Hiçbir mal varlığım olmadı ve halen de yok” diyen Fethullah Gülen’in, kitap teliflerinden yılda 532 bin TL gelir elde ettiği ortaya çıktı.
Ağlayan Gülen’e Bak
08 Şubat 2014
Fakir ve mütevazı hayat yaşadığı iddia edilen Fethullah Gülen’in aylık gelirinin 45 bin TL olduğu ortaya çıktı.

“Hiçbir malvarlığım olmadı ve hâlen de yok” diyen Fethullah Gülen’in; 2011 yılında Işık Yayıncılık Ticaret A.Ş.’den 414 bin TL, Nil Sesli Görüntülü Eserler Paz. San. Tic. A.Ş.’den 118 bin TL olmak üzere 532 bin TL gelir elde ettiği bildirildi. Gülen’in, söz konusu şirketlerden kitap yazdığı gerekçesiyle telif aldığı öğrenildi.

Fethullah Gülen’in resmi internet sitesi www.tr.fgulen.com’da, Fethullah Gülen’in malvarlığına ilişkin açıklamaları yer alıyor. Gülen, “DGM Savcısı senelerce sürdürdüğü araştırma ve incelemelerden, bir dizi tevsî’-i tahkikâttan sonra ‘Fethullah Hoca’yı züğürt bulduk!’ demişti” açıklamasında bulunmuş.

GAZETEMİZE AÇTIĞI 60 DÂVÂ MAL VARLIĞINI ORTAYA ÇIKARDI

Fethullah Gülen’in son 2 ay içinde aralarında Gazetemiz Genel Yayın Koordinatörü ve yazarı Hasan Karakaya, gazetemiz yazarı Mehtap Yılmaz ve muhabirlerimize toplam 60 dava açması, Fethullah Gülen’le ilgili bilinmeyeni gözler önüne serdi. Fethullah Gülen’in gazetemize açtığı manevi tazminat davasında, mahkeme, Gülen’in mali ve ictimai durumu hakkında araştırma yaptı.

YAYINCILAR, GÜLEN’E ÖDEDİKLERİ TELİFLERİ AÇIKLADI

Işık Yayıncılık Ticaret A.Ş.; yazarları Fethullah Gülen’in 1 Ocak 2011-31 Aralık 2011 tarihleri arasında 414 bin 402 TL ödendiğini açıkladı. Nil Sesli Görüntülü Eserler Paz. San. Tic. A.Ş. ise, eser sahiplerinden Fethullah Gülen’e 1 Ocak 2011-31 Aralık 2011 tarihleri arasında 118 bin 67 TL hesabına alacak kaydedildiğini bildirdi.

GÜLEN: BENİM GİBİ BİRİNE AYDA 500 LİRA YETER 

Fethullah Gülen, kendisi gibi birine ayda 500 lira yeteceğini söylemişti.

Gülen; Milliyet Gazetesi’nin, “Fethullah Gülen nasıl geçiniyor, rahat ve keyif içinde mi yaşıyor?” şeklindeki sorusuna şöyle cevap vermişti:

“(…) Benim gibi, şeker hastası, günde 1200 kalori alan, ağır şeyler yiyemeyen, yemek ihtiyacını çok defa yoğurt ve çorbayla karşılayan bekâr bir insan, ABD’de olsa 500 lirayla (dolar yerine lira diyor) geçinir. Bu tür şüpheler uyandırarak karalamak isteyenlerin tavrını fevkalade yakışıksız ve münasebetsiz buluyorum. Bunları hiç söylemek istemezdim. Çünkü, isterdim ki, imkânım olsaydı da, o telif ücretlerini de yemeseydim”

 “Buradaki ikametim için arkadaşlar gönderiyorlar ben de kerhen kabul ediyor ve ancak zaruri ihtiyaç çerçevesinde kullanıyorum. Zaten burada başka türlü durmam mümkün değil ve böyle bir telif ücretini alma mevzuunda da kimsenin bana bir şey demeye hakkı yoktur. Soruldu, açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar, -rahatsızlıklarım da olduğu için- ihtiyaten bir miktar bankada bulunduruyorlar; her sene için de 30 bin gönderiyorlar. (…) Zaruri ihtiyaçlarımı gideriyor, geri kalanını da millete tavsiye ettiğim üzere eğitim hizmetlerine bağışlıyorum. Bana gönderilmeyen ve birikmiş olan teliflerin de Allah rızası için bazı yerlere ve muhtaç kimselere verilmesini söylüyorum. Allah’ın huzuruna girerken arkada beş on kuruş bile olsa bir şey bırakmak istemem.”[1]

[1] Milliyet’te Mehmet Gündem’le röportaj, 22.01.2005
Ağlayan Gülen’e bak
 “HAKKIMIZ OLMAYAN ŞEYLERE EL UZATMAYIZ”

Fethullah Gülen, resmi internet sitesi www.tr.fgulen.com’da, mal varlığına ilişkin şu açıklamada bulunmuş:
“Biz hayatımızı ihtiyaç dairesine bağlamış, ihtiyaç çerçevesinde bize gelen şeylerle yetinmeye bağlamış, onunla geçinmeye çalışıyoruz. Ayaklarımızı kısarız büzeriz yorgana göre uzatırız, üç defa yemek yemeye imkânlarımız yetmiyorsa bir kere yeriz, iki kere yetiyorsa iki kere yeriz, hakkımız olmayan şeylere el uzatmayız. Akıldânelik yaparak bazı şeyleri aparma filan düşünüyorsak onlara tenezzül etmeyiz. Bunların hepsi tenezzül edilmemesi gereken şeylerdir. Âdiliktir, bayağılıktır bunlar.” (Bamteli, 28.05.2006)

“HİÇBİR MALVARLIĞIM OLMADI VE HÂLEN DE YOK”

“Hiçbir malvarlığım olmadı ve hâlen de yok. Giydiğim elbiseler ve günlük yediğim yemek sayılmazsa herhangi bir lüksüm de yok. Ama soframa konan bir üçüncü çeşit yemek bile zakkum gibi geliyor bana; üzerinde gezindiğim halıyı sırtımda taşıyormuşum gibi ağırlığını hissediyorum. Zaten milletin parası ile alınan halıya basmamaya her zaman gayret gösterdim. Bir vakıfta üzerine bastığım sergiler için bile yıpranma parası verdim. Yediğim, içtiğim her şeyin ücretini ödemeye çalıştım” (Kırık Testi, 13.05.2002)

“FETHULLAH HOCA’YI ZÜĞÜRT BULDUK!”

“DGM Savcısı senelerce sürdürdüğü araştırma ve incelemelerden, bir dizi tevsî’-i tahkikâttan sonra ‘Fethullah Hoca’yı züğürt bulduk!’ demişti. Ben hep ‘Allahım benim kardeşlerime, ailemin fertlerine dünyevî imkan verme!’ diye dua ettim. ‘Acaba akıyor mu bir yerden, sızdırılıyor mu?’ demelerinden endişe duyduğumdan bu niyazda bulundum. Hayatım boyunca kût-u lâyemut ile iktifa ettim.” (Bamteli, 27.06.2011)
Yeni Akit

Türkiye uzayda da büyüyor

Uzayda uydu sahibi 30 ülkeden biri olan Türkiye'nin, yıl sonu itibariyle uydularının sayısı 4'ü aktif olmak üzere 6'ya yükselecek
 
 08 Şubat 2014

Türkiye'nin 5. uydusu TÜRKSAT-4A, 14 Şubat'ta Türkiye saati ile 23.09'da Baykonur uzay üssünden fırlatılacak. Türk ve Japon mühendislerin ortaklaşa ürettiği TÜRKSAT-4A uydusunun yeni bir teknoloji olan ''Ka Bant'' frekansı sayesinde Türk televizyon ve radyo kanallarının yayınları, Avrupa ve Asya'nın ardından Afrika'yı da kuşatacak.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Japonya'da düzenlenen törenle Mitsubishi Electric Cooperation (MELCO) firmasından teslim alınan TÜRKSAT-4A uydusu, Türkiye'nin haberleşme kapasitesini 3 kat artıracak projenin önemli parçalarından birini oluşturacak.

14 Şubat'ta saat 23.09'da uzaya fırlatılacak
Japonya'dan Kazakistan'daki Baykonur Uzay Üssü'ne götürülen TÜRKSAT-4A, 14 Şubat'ta Türkiye saatiyle 23.09'da Proton roketiyle uzaya fırlatılacak.

TÜRKSAT-4A uydusunun ömrü 30 yıldan fazla olacak. Türkiye'nin yanı sıra Avrupa, Ortadoğu, Asya ve Afrika, TÜRKSAT-4A'nın kapsama alanı içinde yer alacak. Uydunun, yaklaşık 5 yılda kendini amorti etmesi bekleniyor

2019'a kadar filo 7 uydulu olacakTürkiye'de kurulacak UMET tesislerinde üretilecek TÜRKSAT-6A uydusunun 2019 yılı başlarında, TÜRKSAT-5A uydusunun 2017 yılında, uzaya fırlatılması öngörülüyor.

Türkiye, 2019 yılında en az 3'ü yerli toplam 7 uydudan oluşan uydu filosu ile Güney Amerika, Kuzey Amerika'nın doğusu, Avrupa, Asya ve Afrika'nın tamamı ile Avustralya'nın batısını kapsama alanına katacak. Böylece dünya nüfusunun yüzde 91'inde Türk uyduları aracılığıyla erişim imkanına kavuşulacak.
AA
Türköne; Kıvraklık menzilinin son durağı paralelizm
  Aslan Değirmenci

Hayatı boyunca hep iktidarların eteğinin etrafında dolaşan Türköne, vekilliği bir türlü kapamayınca kıvraklığıyla yüzünü vesayete çevirdi.
Abdurrahman Yalçınkaya, AK Parti’ye kapatma davası açar…
Yıl 2008, Emin Çölaşan: “AKP'nin kapatılmasını bir vatandaş olarak kesinlikle diliyorum.”
Yıl 2008, Mümtaz’er Türköne: “AK Parti'yi kapatmak demokrasiyi tatil etmek; yani demokrasi içinde yer alan bütün aktörlerin de anlamsız hale gelmesi demek.”
Yıl 2014 ve Emin Çölaşan, deşifre olan paralelcilere destek verir: “Paralel sözcüğü bunların ağzında artık bir komediye dönüştü. Kafalarına balkondan saksı düşse “Paralel devlet” Tayyip’e tuzak kurdu!
Yıl 2014 pası alan Mümtaz’er Türköne: “Ak Parti kapatılsın.”
Mümtazer Yalçınkaya, Mümtaz’er Kanadoğlu, Mümtaz’er Yüksel, Mümtaz’er Savaş, Mümtaz’er Özden, Mümtaz’er Karadeniz ve Mümtaz’er Çölaşan…
Uzar gider bu yolculuk!
Mümtaz’er Ülkücü,
Mümtaz’er Türkücü,
Mümtaz’er Çiller,
Mümtaz’er Faili meçhul,
Mümtaz’er Susurluk,
Mümtaz’er Bucak,
Mümtaz’er Kocadağ,
Mümtaz’er BOP,
Mümtaz’er Liberal,
Mümtaz’er Diyalog,
Mümtaz’er Köle,
Mümtazer Paralel,
Mümtaz’er Vesayetçi…
Ruhunu, vicdanını, beynini ve kişiliğini tapusuyla her dönem kiraya veren, son küresel operasyonla satan Türköne…
Kıvraklık menzilinin son durağı paralelizm…
Son sözü Yunus Emre’ye bırakalım;
“Bir dem abid, bir dem zahid, bir dem asi, bir dem muti,
Bir dem gelir ki ey gönül, ne dinde, ne imandasın.”

www.twitter.com/aslandegirmenci

http://www.haber10.com/makale/38671/#.UvxuIVo5nDd
Hocaefendi'nin avukatından
Twitter hesapları hakkında suç duyurusu
07 Şub 2014    

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin avukatı Nurullah Albayrak kişilerin haberleşmelerinin dinlenmesi amacıyla örgüt kurup, örgüt faaliyeti kapsamında suç işledikleri gerekçesiyle bazı Twitter hesapları hakkında suç duyurusunda bulundu.




Fethullah Gülen Hocaefendi ’nin avukatı Nurullah Albayrak kişilerin haberleşmelerinin dinlenmesi, kayda alınması, görüntülerinin kayda alınması ve bunların açıklanması amacıyla örgüt kurup, örgüt faaliyeti kapsamında suç işledikleri gerekçesiyle 'GİZLİ ARŞİV (@GizliArsiv)', 'WAKE UP ATTACK (@WUAttack)' ve 'YEŞİL OPERASYIN (@YesilOperasyon)' adlı Twitter hesaplarının kullanıcıları hakkında suç duyurusunda bulundu. 

Albayrak, yaptığı yazılı açıklamada, adı geçen Twitter hesapları hakkında TCK’nın 'suç işlemek amacıyla örgüt kurma, haberleşmenin gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişilerin verilerinin kaydedilmesi, verilerin hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, yasaklanan bilgileri temin ve yasaklanan bilgileri açıklama' hükümleri gereği suç duyurusunda bulunduğunu belirtti. 

Türkiye’de bazı odaklar tarafından insanların telefon görüşmeleri ve uygunsuz görüntülerinin illegal yollardan kaydedilip servis edilmek suretiyle insanların mağdur edildiğini ve bu faaliyet kapsamında algı operasyonu yapıldığını kaydeden Albayrak, “Bu kapsamda bir parti liderinin, başka bir partinin üst düzey yöneticilerinin mahrem görüntüleri kaydedilmiş ve servis edilmiştir. Bu operasyon üzerine isimleri geçen siyasiler görevlerinden istifa etmek zorunda kalmışlardır.” dedi. 

Son günlerde illegal telefon dinlemelerinin ve servis edilmelerinin konuşulmaya başlandığını vurgulayan Albayrak, "Aynı odak tarafından yapıldığı düşünülmekte olan illegal dinlemeler neticesinde müvekkilime ait olduğu iddia edilen 13.01.2014 ve 30.01.2014 tarihlerinde montajlanmış ve çarpıtılmış telefon görüşmeleri internet üzerinden servis edilmiştir. İllegal faaliyetler yürüten bu örgütün servis işlemi Twitter üzerinden yapılmaktadır. Kod adları ile açtıkları hesaplar üzerinden illegal olarak elde edilmiş görüşmeler yayınlanmaktadır. Şüpheliler bu şekli ile kurdukları örgüt faaliyeti kapsamında hareket etmektedirler. Toplum açısından önde görülen kişiler pervasızca dinleyip bunları servis edebilen bu örgütün şikayet konusu suçları işleyebilmesi için teknik imkanlarının ve personelinin olması ya da istihbarat kurumları içerisinde yer alan bazı kişilerle birlikte hareket etmesi gerekmektedir. Şüpheliler tarafından kullanılan hesapta verilen bilgiler incelendiğinde, örgütün istihbarat birimleri içerisinde bulunan üyeleri tarafından temin edilen bilgilerin paylaşıldığı anlaşılmaktadır.” ifadelerini kullandı. 

Örgütlü suç deyince üçten fazla kişiden oluşan, eylemlerinde süreklilik olan ve gerektiğinde şiddete başvurabilen, para ve gücü hedefleyen, faaliyetlerinde toplumu göz ardı etmeyen, toplumun değerlerine vurgu yaparak topluma şirin görünmeye çalışan ve bu amaçla hem yasa dışı faaliyetlerini daha kolay yürütmek, hem de legal görüntü çizmesine yardımcı olması maksadıyla siyasilerle ve bürokratlarla ilişkilerinde son derece hassas olan bir suç grubunun akla geldiğini vurgulayan Albayrak şu şekilde devam etti: “Yani örgütlü suçların; çıkar amaçlı olma, ideolojik yönü bulunmama, kendi içinde hiyerarşik bir yapıya sahip olma, sınırlı ve özel bir üyelik sistemi bulunma, devamlılık bulunma, rüşvet verme ve şiddete başvurma istekliliği olma, iş bölümüne sahip olma, tekelciliğe önem verme ve kendi içinde bir takım kurallara ve düzenlemelere sahip olma gibi özellikleri bulunmaktadır. Örgüt soyut bir birleşme değildir, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki hakimdir, bu hiyerarşik ilişki bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Örgütün varlığı için suç işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Niteliği itibarı ile devamlılık arz eder. Örgüt yapılanmasında işlenmesi amaçlanan suçların konu veya mağdur itibarıyla somutlaştırılması zorunlu değildir.”

5237 sayılı TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen ‘suç işlemek için örgüt kurmak’ suçunun işlendiğinin ve örgütün varlığının kabul edilebilmesi için üye sayısının en az 3 kişi olması, üyeler arasında soyut bir birleşme değil gevşek de olsa hiyerarşik bir ilişkinin bulunması, suç işlenmese bile suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşmenin olması, niteliği itibariyle devamlılık göstermesi gerektiğini ifade eden Albayrak, açıklamasında şöyle dedi: “Şüphelilerin içerisinde yer alan örgüt, yasanın aradığı anlamda suç işlemek amacıyla bir araya gelmiş, yürüttükleri illegal faaliyetleri ile güç elde etmeyi hedeflemektedirler. Bu amaçları doğrultusunda insanların telefonlarını dinlemekte, görüntülerini kaydetmekte ve menfaatleri doğrultusunda servis etmektedirler. Şüpheliler faaliyetlerini özellikle Twitter üzerinden gerçekleştirmektedirler. Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinin Amerika merkezli olması ve yayınının durdurulamayacağı düşünülerek bu şekilde hareket edilmektedir. Twitter hesaplarında tam bir terör estirerek 'bugün şunun telefon görüşmeleri yayınlanacak' diyerek insanlara korku salmaya çalışmaktadırlar. Kendi çıkarları dışında hareket eden kişilerin telefon görüşmelerini yayınlayacaklarını ilan ederek, ellerinde ciddi bir arşiv olduğunu ifade etmektedirler. Şüphelilerin mensubu olduğu örgüt tarafından müvekkilimin ve bazı kişilerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunların koruması altında bulunan haberleşme hakları hukuk tanımaz şekilde ihlal edilmekte, bu kayıtlar servis edilmek suretiyle korku imparatorluğu yaratılmaya çalışılmaktadır.”

CİHAN
 Buna cevap verecek  Gülenciler Varmı?







Gömülü resim için kalıcı bağlantı


SURİYE
Halep'in Sesi

13 2 2014

Ariel Şaron'un Yeni Katliamı Ortaya Çıktı

Beyrut Kasabı lakablı Ariel Şaron'un 1972 yılındaki sır katliamı ortaya çıktı.
Ariel Şaron'un Yeni Katliamı Ortaya Çıktı
12 Şubat 2014
Ocak ayında ölen eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un hayatı, Filistinlilere yönelik katliamlarla doluydu. O katliamlardan biri Şaron'un ölümünden bir ay sonra ortaya çıktı.
Şubat 1972'de yani 6 gün savaşlarından yaklaşık 1 yıl önce İsrail Ordusu, Sina Yarıdmadasında tarihin en büyük askeri tatbikatlarından birini gerçekleştirmişti. Tatbikatı yoneten komutan Şaron'du.
saron.jpg
Haaretz gazetesi editörü David Landau'nun Şaron'un biyografisini anlatan yeni kitabına göre Şaron, 20 Şubat 1972 gecesi Sina'da yaşayan 3 bin Bedevi'nin bölgeyi terketmesi emrini verdi. Bedeviler bu duruma karşı koymaya çalışsalar da başarılı olamadılar. Tanklar, barakaları yerle bir edince 3 bin Bedevi Negev Çölüne doğru yola koyulmak zorunda kaldı.
Kış şartları nedeniyle gece soğuk hava yüzünden Şaron'un emriyle evleri yıkılan çoğu çocuk ve kadın olan 40 kişi soğuktan donarak hayatını kaybetti.
Şaron'un ölüme terkettiği Bedevilere yönelik o katliam emri, bugüne kadar hiç bir kaynakta yer almamış ve Şubat 1972'deki o tatbikat bir sır olarak kalmıştı.
saron2.jpg
HABER7

İsteniyor ki, gazeteci Başbakan’ı tehdit etsin!

Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit
 
 
12 Şubat 2014
Gazeteciye posta koyan Başbakan mı?
Başbakan’a posta koyan gazeteci mi? 
Ben gazeteciyim ama..
Benim tercihim, birinciden yana..
Niye?
Başbakan’ı değiştirmek, halkın elinde..
Ama gazeteciyi değiştirmek, halkın elinde değil.
O patron kovar, diğer patronun yanında kaldığı yerden çirkefliğe devam eder.
O da kovarsa, bir başkasının yanında..
Şirretlik sürdürülür..
Öyle ise, seçim vasıtası ile koltuğundan indirme imkanı bulunan “siyasetçi”nin, koltuğundan indirilemeyen gazeteciye posta koymasını, tercih etmemiz lazım..
“Ana avrat” kelimelerinin de karıştırıldığı tehditler mi?
Bir anlamda gönül koyma sadedinde, “Ya olur mu? Ne yapıyorsunuz siz?” türünden sitemler mi?
Benim tercihim, “gönül koyma” anlamındaki sitemden yana..
“Ana” ve “avrat” kelimelerinin geçtiği bir  tehdidi, tabii ki kabullenemem..
Bu tercihlerimi niye sıraladım..
Habertürk gazetesindeki gerçeklere aykırı bir yayın ile alakalı, Başbakan’ın dinlemeye takılan konuşması sebebi ile..
Başbakan, gazete yetkilisine sitem ediyor. 
Sitem sebebi ile medyada kıyametler kopuyor..
“Bu açık bir sansürdür” deniliyor..
Oysa Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün, 28 Şubat dönemindeki hükümetin bakanına, başbakana aktarması için söylediği sözler, hâlâ kulağımızda..
Ne diyordu, genel yayın yönetmeni..
“Ulan yine ben koruyorum, hâlâ da ben koruyorum. Röportaj gibi gideceksin ana avrat iyice bir kavga edeceksin ondan sonra tekrar iyi adam olacaksın.”
Sızdırılan onlarca konuşmadaki “sitem” içerikli hatırlatmalara bir bakın..
Bir de o dönemin, açığa çıkan tek örneğindeki ahlaksız tehdide..
Bu ülkenin bakanı ile değil, sanki emri altındaki bir çalışanı ile konuşuyor..
Bu ülkenin başbakanına değil, sanki kendi oğluna tehditler savuruyor..
Arada bir fark daha var..
Başbakan, gazete yönetimini ararken..
Haksız olduğu bir konuda, kendisinin haklı gösterilmesini istiyor değil..
“Biz gece gündüz çalışıyoruz.. Siz sekteye uğratıyorsunuz” diyor.
Kısaca söylemek gerekiyorsa, “Bize haksızlık ediyorsunuz” diyor..
Peki, Özkök örneğindeki gazeteci, hükümetin üyesi bakanı niye arıyordu?
“Gazetemize haksızlık ediliyor” türünden bir konuda mı?
Hayır..
“Patronun mukavva fabrikasına, teşvik çıkmadı, gelip ana avrat ...” diye..
Gazetecilikle ne ilgisi var ise, patronun, mukavva fabrikası teşviğinin!
Kimse, “Onlar dünde kaldı” demesin..
Bugün de arzulanan, dünkü o tablodur.
İstiyorlar ki, gazeteciye “sitem”le yetinen başbakan gitsin..
Yerine, gazetecilerden emir alan başbakanlar gelsin..
Gazetecinin patronunun bir dediğini iki etmeyen başbakanlar gelsin..
Halk, seçimde son sözü kendisinin söylediğini zannetsin..
Ama ülkeyi, derin gazeteciler yönetsin..
Patronlarının arzuladığı şeyi alamayınca, başbakan indirip, yerine kendi belirledikleri, başbakanları getirsinler..
28 Şubat günlerinde, Yeni Yüzyıl, Milliyet gazeteleri banka hortumcusu Korkmaz Yiğit’e satılmıştı..
28 Şubatçı Güven Erkaya’nın referansı ile, Türk Ticaret Bankası’nın ihalesini de, arka plandaki Alaattin Çakıcı ile birlikte hortumcu Korkmaz Yiğit almıştı.. 
Oysa, o alımlar yapılana kadar, piyasada kimse, Korkmaz Yiğit’i tanımıyordu.
Bugün, Sabah ve atv’nin, kamuoyunun yakından tanıdığı iş adamları tarafından satın alınmasına karşı çıkanlar..
Arzu ediyorlar ki..
Gazeteleri, televizyonları  gerçek iş adamları değil..
Banka hortumcuları alsınlar..
Hatırlayın..
İnterbank hortumunu.. Etibank hortumunu organize eden Cavit Çağlar, ntv’nin sahibi idi. Ayrıca Bursa’da yerel televizyon ve bir gazetenin sahibi idi..
Bankekspress hortumcusu Korkmaz Yiğit, kanal6’dan tutun.. Milliyet, Yeni Yüzyıl’a kadar birçok medya organını satın almıştı..
Sadece banka hortumcusu değil..
Ayrıca MİT’le irtibatlı bir mafya babası ile ortaktı.. 
Bugün, kamuoyunun tanıdığı iş adamlarının sabah-atv’ye sahip olmasına karşı çıkanlar..
İstiyorlar ki.. 
Mafya babaları ile ortak olan banka hortumcuları gazetelere sahip olsun.. Televizyonlara sahip olsun..
Çark, karanlık adamların eliyle döndürülsün.. 
 

Gerçekler yazılmasın ki, Paralel’ler meydanda at oynatsın!

Hasan Karakaya / Yeni Akit
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hasan Karakaya
 
12 Şubat 2014
“Türkiye’de, spor gazeteleri hariç ikisi İngilizce, günlük 35 gazete yayınlanıyor... 35 gazetenin 5-6’sı hariç, tamamı farklı bir öfkeyle, iktidara ve iktidarla birlikte bu ülkenin temel karakteri olan dindar, muhafazakâr, demokrat ve Anadolulu çoğunluğuna karşı pozisyondadır.”
Star’dan Mustafa Karaalioğlu, önceki günkü yazısında, yukarıdaki tesbiti yaptıktan sonra şunları yazıyordu:
“Son birkaç yıl içinde kurulan ve tamamı Tayyip Erdoğan’a hakaret ve küfür pazarından pay almaktan başka hiçbir amacı olmayan gazeteler... Ki, sayıları 10’a ulaşmıştır... Yani, hakkında ‘diktatör’ kampanyası açılan Erdoğan’ın devr-i iktidarında, bizatihi Erdoğan’a küfür ve hakaret etmek için kurulan gazetelerin oranı, bütün medyanın yüzde 25’ini aşmıştır.”
Bu “tesbit”leri yapıp; “Cemaat medyasıyla Ergenekon medyasının aynı manşetlerle çıktığı günleri yaşıyoruz” diyen Karaalioğlu, “Peki ne yapmak istiyorlar?” sorusuna, şöyle cevap veriyordu:
“Şunu istiyorlar...
Ergenekon’un olsun, laikçi sermayenin olsun, cemaatin olsun, marjinal sol dahil her örgütün medyası olsun ama yüzde 50’nin olmasın.
Yüzde 50’nin sesini duyuracak, hukukunu koruyacak gazete ve televizyonlar olmasın. Olmasın ki eski-yeni derin devlet ittifakı o insanları, o insanların siyasetini, kurumlarını, vakıflarını, derneklerini boğazlarken kimse bir şey duymasın. Kanunsuz işlerini görürken kimse gerçekleri görmesin, kimse ses çıkarmasın.
Üzgünüz... Böyle bir Türkiye artık hiç olmayacak.”
Sadece bunu mu istiyorlar?..
Elbette hayır!..
İstiyorlar ki;
“Tezgâh”lar deşifre edilmesin!..
İstiyorlar ki;
“Foya”lar ortaya dökülmesin!..
İstiyorlar ki;
“Gerçekler” dile getirilmesin!..
BİZ, BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK!
Siz olsanız, sormaz mısınız;
Başında Süleyman Karaman’ın bulunduğu, Marmaray ve Yüksek Hızlı Tren gibi devasa projelere imza atan TCDD’yi yıpratmak için, acaba “düzmece bir fezleke” mi hazırlandı?..
Dünkü Akit’te yer aldığı gibi;
Malûm, Süleyman Karaman “Erzincan-Diyarbakır-Mardin Demiryolu Projesi ihalesine fesat karıştırmakla” suçlanıyor.
Peki, “bu ihale yapıldı” mı?..
Hayır!.. Bırakın “ihale” yapılmasını, “daha etüd projesi bile yapılmamış” iyi mi?..
Peki, “yapılmayan bir ihale”ye nasıl “fesat” karıştırılır?..
Hiç, “yapılmayan” bir ihalede “yolsuzluk” olur mu?..
Bu; neye benziyor, biliyor musunuz;
28 Şubat Süreci’nde, “İcraatın İçinden” programı ekranlarda yayınlanmadığı, “son anda ertelendiği” halde, “sanki program yayınlanmış” gibi, ertesi gün “Yalan Rüzgârı” manşeti atan Hürriyet’in haberine!..
Düşünebiliyor musunuz;
Merhum Erbakan, yurtdışı gezide olduğu için “programın çekimleri” yapılamamış ama Hürriyet, “Erbakan’ı itibarsızlaştırmak” için, 9 sütuna başlık atmış:
“Yalan rüzgârı!”
Böylece, “yapılmamış programındaki sözleri”nden dolayı Erbakan’a “yalancı” dediler!..
Dün, “yapılmayan program” için “manşet”ler atan zihniyet, bugün “yapılmayan ihale” için “fezleke” düzenliyor, iyi mi?..
Bunu yapan; dün “Ergenekoncu Yapı” idi... Bugün ise “Paralel Yapı!”
Ne enteresandır ki;
Bugün “ittifak” halindeler!..
HANİ RÜŞVET’İN KARŞILIĞI?
Dün, Abdurrahman Dilipak yazdı;
“Hep söylüyorum, Halk Bankası Genel Müdürü, o parayı rüşvet olarak almışsa, o ölçekteki bir banka genel müdürü için bu rakam çok küçük. 
Bana başka, daha ciddi rakamlar söyleyin.. 
Yemişse bu adam yemeyi bilmiyor demektir. Bu da ayrıca not edilmesi gereken bir durum.. 
İşin burada asıl püf noktası, bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış, rüşvet alan bir kişi bir bostan karşılığında bir bağı satarmış... İddialarınızın ciddiye alınabilmesi için, bu kadar rüşvet alan bir kişi, bu rüşvet karşılığında kime yüz milyonlarca dolarlık menfaat sağladı. Bunu bana gösterebilir misiniz?” 
Çok doğru bir soru... Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, eğer “ayakkabı kutusu”nda sakladığı(!) “4.5 milyon dolar”lık parayı “rüşvet” olarak almışsa, karşılığında, “birilerine mutlaka menfaat sağlamış olmalı” değil midir?..
Eğer varsa böyle biri veya birileri, gidin onu çıkarın!..
Yine, Abdurrahman’ın dediği gibi;
“Halk Bankası Genel Müdürlüğü koltuğunda” oturan ve “milyarlarca dolara hükmeden” bir adam için “Dörtbuçuk milyon dolar”lık bir “rüşvet” çok düşük bir rakamdır!..
Hiç de inandırıcı değildir!..
İHL’LERE “GICIK”LAR!
Size bir şey söyleyeyim mi; Süleyman Aslan’ın tek suçu “İmam Hatip Mezunu” olmak ve “bağışlanan” o parayı da “mezun olduğu İHL binasını genişletmek” için kullanmayı düşünmektir.
Ama, “bilmediği bir şey” vardır:
Paralel Yapı, “İHL’lere ilgi patlaması”ndan, “İHL sayısı”nın artmasından ve bir de, “TÜRGEV eliyle yaptırılan kız yurtları”nın çoğalmasından “son derece rahatsız”dır!..
Zaten, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’i de, sırf bu yüzden “gözaltı”na aldırmışlardır!.. “Otel” filan, bahane... Kaldı ki, “otel yapıldı” denilen yer halâ “boş”tur, hâlâ “otopark” olarak kullanılmaktadır!..
Daha açık söyleyelim;
Cemaat; kesinlikle “kendi okullarına alternatif” istememektedir... “Abi”lerin ve Abla’ların yetiştirildiği yurtlara alternatif” de istememektedir!..
“İmam Hatip”lere ve “TÜRGEV’in yurtları”na ilgi artınca; Cemaat; “N’ooluyoruz?.. Altımızdan zemin kayıyor!” demiş ve gerek “dershane tartışması”nın, gerek “Kirli 17 Aralık Operasyonu”nun fitilini o zaman ateşlemiştir!..
Kim, ne derse desin;
“Olayın özü ve özeti” budur!..
“Kavga” bu yüzdendir,
“Savaş” bu yüzdendir!..
“Yolsuzluk”muş, “rüşvet”miş, “ihaleye fesat karıştırmak”mış, hepsi hikâye, hepsi palavra!.. Cemaat’in derdi, “Çöreklendiği zemini kaybetmemek”tir!..
İşin içine “uluslararası güçler” de girince, Cemaat’in ibresi, “Tayyip Erdoğan’a darbe”ye kaymıştır ki; bu güçlerin kendilerine ne “kaydıracakları”nın henüz farkında değillerdir.
CHP’Lİ İLE YOL YÜRÜNÜR MÜ?
Cemaat’in Mütevellit Heyeti’ni oluşturan “Abi”ler, kendilerine şu sorunun sorulacağının da farkında değiller:
“Broşür”ler hazırladınız ve “seçim çalışmaları”na partilerden önce başladınız... Abla’lar, “ikna amaçlı ev sohbetleri”ni artırdılar... Evlerde toplanan kadınlardan “AK Parti’ye değil, CHP’ye oy vermelerini” istiyorlar...
İstanbul ve Ankara’da CHP’yi, Adapazarı’nda ise MHP’yi destekleyeceksiniz...
CHP’ye oy vermek istemeyen insanlara da, BBP’ye oy vermeyi tavsiye ediyorsunuz...
Hepsini anlarız da;
“Dini bir cemaat” olarak yola çıkan siz, acaba CHP ile nasıl “ittifak” kurar, CHP ile “aynı yol”da nasıl ve ne kadar yürürsünüz?..
Bu CHP değil mi;
Köy meydanlarında Kur’an-ı Kerim’leri ve “dini kitap”ları yaktıran?..
Bu CHP değil mi;
Ezan’ı “Türkçe” okumayan “imam”ların başından sarığını alıp “boğazına” dolayan, bir ucunu da “atın kuyruğuna” bağlayıp, sokak sokak dolaştırıp işkence eden?..
Siz ki, “alnı secdeli” insanlarsınız... Diyelim ki, “CHP’li bir aday”la yola çıktınız... Peki, onunla “kaç metre” yürürsünüz?..
50 metre mi, 100 metre mi?..
250 metre mi, 500 metre mi?..
Yürüdünüz ve karşınıza bir “cami” çıktı... “Ezan” da okunuyor... Ve siz “abdestli”siniz...
Ne yaparsınız; 
Elbette “cami”ye gidersiniz!..
Peki, “yanınızdaki CHP’li” ne yapacak?.. Elbette yoluna devam edecek!?..
Peki, söyleyin be “Abi”ler;
Söyleyin be “Abla”lar;
Daha “cami yolunda” yollarınız ayrılırken, hangi yolda “birlikte” yürüyeceksiniz CHP’lilerle?..
CHP ile bu “ittifak”ınız;
“Cemaat tabanına zulüm”dür!..
Demedi demeyin!..
BU ERDOĞAN MI DİKTATÖR?
Uzun lâfın kısası;
Mustafa Karaalioğlu’nun; “Ergenekon’un medyası” olsun, “laikçi sermayenin medyası” olsun, “marjinal solun medyası” olsun, “Cemaat’in medyası” olsun ama “yüzde 50 oy alan AK Parti iktidarını destekleyen medya olmasın” diyenlerin istedikleri, arzuladıkları tek şey; “oyunların, tuzakların, entrikaların, tezgâhların, şaibelerin, ananas ittifaklarının ve uluslararası sinsi işbirlikleri”nin, kısacası “gerçekler”in ortaya çıkarılmayacağı bir medya yapılanmasıdır!..
Eğer “gerçekler” yazılmazsa;
Millet çok daha kolay yönlendirilir, çok daha kolay aldatılır ve Erdoğan, çok daha kolay şekilde “otoriter” gösterilir!..
Gelin, görün ki;
“Yüzde 50’nin sesi” olan medya organları var ve onlar “otorite”lerini kaybetmiş “Aydın Abi’ler”in tek sermayelerinin “Otoriter Erdoğan” olduğunu yüzlerine şamar gibi vuruyor!..
Ve artık soruyor, sorguluyor;
Hakkında “otoriter” ve “diktatör” denilen ve bir “kampanya” yürütülen bu Tayyip Erdoğan“otoriter”dir, bu Tayyip Erdoğan“diktatör”dür?..
Erdoğan “diktatör” olsaydı, medyadaki bu “hakaret ve sövgü özgürlüğü”ne acaba izin verir miydi?..
İşte bunları “yazmayalım”, bunları “sorgulamayalım” istiyorlar!..
İstedikleri “özgürlük” bu!..
Biz susalım, onlar konuşsun!..
Böyle bir medya istiyorlar!.. 

**********************************************************
Halk kendileriyle alay ediyor, farkında değiller!
5 Şubat günü, Cumhuriyet’te; “Aziz Nesinlik tesbit: Soyduysa beni soydu” başlığı ile verilen “anket sonuçları”nı gördünüz mü?.. KONDA’nın anketine göre, halkın yüzde 77’si; “yolsuzluk ve rüşvet operasyonu oy tercihimi değiştirmez” demiş...
Bu, ne demektir?.. Halk, demek istiyor ki; “Ben, 17 Aralık’taki bu operasyona güvenmiyorum!”... Peki, niye güvenmiyor?.. Çünkü, operasyonu yapan, “Cemaat güdümündeki polis-yargı cuntası”dır!.. Halk, “operasyonu onlar yaptığı için” inanmıyor... İşte o yüzden de, “oy tercihim değişmez” diyor. Cumhuriyet’in; bu anket sonucuyla alay etmeye yeltenip, “Aziz Nesinlik tesbit” demesi, “halkı aşağılamaya çalışan çeyrek aydın küstahlığı”ndan başka bir şey değildir!..
Zaten, bunu “son 70 yıldır” yapıyorlar... Halkı hep horluyorlar, hep dışlıyorlar... Peki, sonuç?.. 1946’dan bu yana “bir tek seçimde bile” halktan oy alıp, “iktidar” olabildiler mi?.. Demek ki, halk; bu “pabucumun aydınları”na itibar etmiyor!.. Aslında, halk; “aydın”(!)larla alay ediyor ama, onlarda, bunu anlayacak “zekâ” da yok!..
 

N’olacak bu polislerin hali

Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Abdurrahman Dilipak
 
12 Şubat 2014

Geçen gün bir polis, teşkilatla ilgili ilginç şeyler anlattı..
Emniyette terfisi engellenmeye çalışılanların nasıl sicilleri ile oynandığını ve terfi ettirilmek istenenlerin nasıl ödüllendirildiğini, ödül sisteminin nasıl işletildiğini vs.. Bir dokun bin ah işit..
İşe alınmada üniversiteye girişte soruların kimler tarafından çalınıp, servis edildiği şimdi daha iyi anlaşılıyor.. Başarı denen şey örgütlenmiş. Birilerinin ayağına pranga vurulurken, birilerine doping yapılmış..
İki düzineye yakın polis varmış.. İstihbarat, terörle mücadele, mali polis ve kaçakçılık en gözde yerlermiş.. Ve paralel yapı önce buralarda örgütlenmiş.. Burada terfi bekleyen bütün kademeler ödül ve disiplin cezaları ile biçimlendirilmiş. Birini görevden alsanız da yerine gelecek kişi yine aynı yapıdan gelecek.. Özellikle Emniyetteki bu disiplin cezalarının hangi sebeble kimler tarafından niçin verildiğini araştırıp, haksız işlemlerin iptali gerekir..
Aslında Emniyet gibi en çok örgütlendikleri yerlerden biri de adliye. Mübaşirinden gardiyanına kadar, hepsinin aynı zamanda “özel istihbarat”la iltisaklı olduğu iddia ediliyor.. Hatta mübaşir ve gardiyanların ayrıca “özel eğitim”den geçirildiği de iddialar arasında..
Emniyet ve adliyenin öncelikle gözden geçirilmesi gerekiyor..
İddiaya göre, paralel yapının psikolojik harp elemanları, hedef seçtikleri kişilerin “cemaatçi” olduğuna dair dedikodu yaydıkları ve ihbarda bulundukları da iddia ediliyor..
Bir polis, Emniyetteki ihbarların önemli bir kısmının servis edilen bilgilere dayalı olarak içeriden örgütlendiğini söylüyor.. Gerçek bir ihbar yok, ihbar sonradan başka isimler üzerinden ya da isimsiz olarak içeriden tezgahlanıyormuş.. Zaten suç isnat edilmek istenen kişinin üstüne, evine, işyerine suç belgesi sayılacak materyallerin operasyon sırasında yerleştirildiği öteden beri yaygın bir iddia idi.
Şimdi, paralel yapının Emniyet Sen’in genel merkez ve taşra teşkilatları yöneticilerini ihraç etmek için hazırlık yaptıkları iddia ediliyor.. 104 kişinin dosyasının hukuk bürosunda incelemede olduğu söyleniyor.. Polis ve askerlerin sendika kurmalarına karşı çıkılıyor ama, grev hakkı olmayan, ideolojik ve politik bir özellik göstermeyen nev-i şahsına münhasır mesleki bir örgütlenmenin zarardan çok fayda sağlayacağını düşünüyorum. Aksi halde herkesin hakkını sağlaması gereken polis kendi hakkını bile koruyamaz duruma da düşürülebiliyor.. Çalışanların mesleğinin onurunu yüceltici, verimliliğini, etkinliğini artırıcı, çalışanların ve ailelerinin fiziki, ruhsal sağlığını güçlendirici çalışmalar yapmaları gerekir..
Haklarında usulsüz disiplin işlemi yapılan 41.000 küsur polisin dava açmaya hazırlandığı ama adliyedeki cemaatçi yapının tasfiyesini bekledikleri söyleniyor..
Polis teşkilatı aslında kapalı bir kutu.. Yapının tepeden tırnağa yeniden ele alınması gerekiyor aslında.. Bu işi bilenlerin bazılarına göre polis kolejleri ve akademisi kapatılmalı.. 7 bölgede üniversitelerin belli bölümlerinden mezun olanlar, yüksek lisans programına alınmalı, bunların 6 ayı örgün, kalanı uzaktan eğitim ya da interaktif eğitim şeklinde olmalı ve bu kişiler polis kadrolarına aktarılmalı.. Polis teşkilatı ele alınırken, Jandarma, korucu, zabıta da birlikte ele alınmalı..
İstihbarat tek elde ya da tek havuzda toplanmalı.. Yerel polis ve Türkiye polisi ayrıştırılmalı.. Yerel polisler kendi memleketlerinde görev yapabilmeli.. Normal şartlarda belediyeye bağlı olmalı.. Gerektiğinde merkezi komutaya bağlanabilmeli..
Mesela asayiş, trafik, turizm, çocuk polisinin merkezle ne alakası var.. Adli polis, mali polis yeniden tanımlanmalı..
Polislerin üçte ikisi yerel yönetimlere devredilebilir.. Bu işin çok geciktirilmemesi gerekir..
Polislerle yapılan bir istatistiğe bakıyorum da, mesela geçen yıl haziran ve ekim aylarında 6’şar polis intihar etmiş. 5 polis de mayıs ayında.. Son on üç yılda en yüksek intihar 2000 ve 2001’de.. 2013 3. sırada. Her yıl yılda 20 ile 40 arasında polis intihar ediyor.. En yüksek intihar 36-40 yaş arasında, 2 sırada 21-25 yaş grubu. En yüksek intihar oranı İstanbul’da.. İntihar edenlerin %54’ü evli.. %31’i bekar, dul %9, nişanlı %6.
Öyle anlaşılıyor ki, İstanbul yaşamak için de, ölmek için de ideal bir şehir!
Bu arada cemaatin Emniyetteki sayısal ağırlığı %12 civarında.. Ama etkileri sayılarından çok daha fazla! Hâlâ adamlar açık açık iktidara meydan okuyabiliyor ve kendilerine karşı çıkma ihtimali olanları arkası arkasına zor görevlere gönderebiliyor.
Emniyet mensupları, sadece Emniyette değil, Valilikte de etkin görev yapıyorlar. Koruma şube bütün hassas kişi ve kurumların içinde.. İstihbarat her yere girip çıkıyor zaten.. Adliyenin içindeler, dışındalar, savcılarla beraber çalışıyorlar..
Emniyette düzelme olmadan bir yerde olmaz.. İşi bilenler, aslında disiplin cezası verilenler ve taltif edilenlere bakıldığında kim kimdir anlaşılıyor diyorlar.. Bu kırılan notları kim kırdı, ya da ötekileri kim taltif etti, bu kişilerin sicil dosyaları arşivde mevcut.. Sınav sorularını kim hazırladı, kim sızdırdı, bu tezgahı kim nasıl hazırladı bunu bulmak da zor değil diyorlar. O zaman bu listeleri önünüze koyduğunuzda ne yapılması gerektiği de ortaya çıkıyormuş..
Bu işin, tek bir elden ve işi bilen bir grub tarafından seri şekilde yapılması gerektiği konusunda görüş birliği var.. Bu arada tüm sınavlar, işe alımlar, soruların sızdırıldığı iddialarının ciddi bir şekilde soruşturulması gerek.. Sorumluların derhal görevden alınmaları ve haklarında idari ve hukuki işlem yapılması gerek..
Hani derler ya, “et kokarsa ne yaparsın?”, “tuzlarım”, “ya tuz kokmuşsa!”.. Emniyet, savcılık ve adliye, gardiyanı, mübaşiri ile yeniden tepeden tırnağa ele alınmalı.. Hem de hiç vakit kaybetmeden! Selâm ve dua ile..

http://www.habervaktim.com/yazar/63634/nolacak-bu-polislerin-hali.html

Babahan'dan İslam'a Hakaret

Twitter’da ettiği “Kupa okyanus ötesine girsin” hakaretinden sonra Gülen örgütünün gazabına uğrayan 28 Şubat’ın azılı tetikçisi Ergun Babahan, Gezi kalkışmasından bu yana Gülen örgütünün de kucağına oturdu.
Babahan'dan İslam'a Hakaret
12 Şubat 2014
Daha önce Sabah gazetesi genel yayın yönetmenliği yapmış ve Fethullah Gülen aleyhine attığı bir tweet yüzünden işine son verilen Ergun Babahan'ın Twitter hesabından paylaştığı sözlere tepki var.
"Hz. Osman kutsal kitaba koymayı unutmuş, lidere çalmak helaldir" şeklindeki mesajı nedeniyle Babahan'ı eleştiri yağmuruna tutan takipçileri bakın neler yazdılar:
Turgay Yaman: Biri Ergun Babahan'a 300 promilin üstüne çıktığında twitterdan uzak durmasını söylesin lütfen..
Fuat Uğur : Ergun Babahan cemaate yaranayım derken Hz.Osman'a hakaret edince yine çuvalladı.:))
rastaman: bugün yetişkin bir ergun babahan iktidara çakma uğruna okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkabiliyor.
bayram bozkurt: ergun babahan 'ın cemaatçi olduğu yerde cemaat karşıtı olmak şereftir agalar.

http://www.habervaktim.com/haber/360977/babahandan-islama-hakaret.html

Cemaat Bu Hakareti De Unuttu

AK Parti ve Erdoğan düşmanlığında sınır tınamayan Cemaat, daha düne kadar kendilerine çok ağır küfürler eden isimlerle de ittifak kurabiliyor.
Cemaat Bu Hakareti De Unuttu
12 Şubat 2014 Çarşamba 09:25
Cemaat, AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığında öyle ittifaklar içine giriyor ki, pes dedirtiyor.
Attığı “Bu kupa Amerika’ya girsin” tweet’iyle Fethullah Gülen’e açıkça küfreden Ergun Babahan, bugün Cemaat medyasının baş tacı…
Cemaat’e yakınlığı ile bilinen internet sitelerinde 17 Aralık’tan bu yana Babahan reklamı yapılıyor; bir internet sitesinde yazdığı yazılar köpürtüldükçe köpürtülüyor…
BABAHAN’IN O TWEET’İ
Fanatik Fenerbahçeli olduğu söylenen Ergun Babahan, Star’da yazdığı Mayıs 2012’de, Fenerbahçe-Galatasaray maçı sonucu kupayı kaybetmelerinin ardından bir tweet atarak, faturayı Cemaat’e kesmiş ve “Bu kupa Amerika’ya girsin” diye yazmıştı.
Babahan, Fethullah Gülen'e yaptığı bu hakaretin kısa süre içinde medyada duyulması ile cemaate ait Today's Zaman gazetesinden yine bir tweet’le kovulmuştu.
ergun.jpg

http://www.habervaktim.com/haber/360983/cemaat-bu-hakareti-de-unuttu.html

İlahiyatçılardan Samanyolu'na Sert Tepki

Samanyolu TV'nin Şefkat Tepe dizisinde bir uydurma peygamber rüyası daha yaşandı. Ruhu çağırma ritüelinde Peygamberimiz'in simgelendiği ışık hüzmesi gösterilerek kamyon kasasında taşındığı bir sahne canlandırılıyor.
İlahiyatçılardan Samanyolu'na Sert Tepki
12 Şubat 2014 Çarşamba 12:00
Star'da yer alan habere göre; Fethullah Gülen Cemaati, “uydurma Peygamber rüyaları” skandalına bir yenisini daha ekledi.
Cemaatin televizyonu Samanyolu TV’de yayınlanan Şefkat Tepe adlı dizide, Türk ve dünya televizyonlarında bugüne kadar eşine rastlanmadık rezalete imza atıldı. Gülen’in internete düşen ses kayıtlarında yer alan “Hz. Muhammed rüyada tweetleri ikiye katlayın dedi” ifadesinin şoku atlatılamadan, Şefkat Tepe dizisindeki yaşanan skandalda Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ruhunun çağrıldığı bir sahne canlandırıldı.

Tepede rüya anlatmıştı

Samanyolu TV’deki Şefkat Tepe adlı diziyi izleyenler, gözlerine inanamadı. PKK ile savaşan Sungurlar Timi’nin başının koma halindeyken gördüğü rüyanın canlandırıldığı sahnede görenlere “bu kadar da olmaz” dedirten görüntülere yer verlidi. Daha önce Fethullah Gülen’e ait olduğu ileri sürülen ses kaydında Gülen ile konuşan cemaat üyesi, başka bir üyenin “uydurma Peygamber rüyası” gördüğünü öne sürerek “Hz. Muhammed’in “Tweetleri ikiye katlayın” buyurduğunu söylemişti. Bu ifade sosyal medyada günlerce konuşulurken, yeni skandalda ise Hz. Muhammed ruh çağırma seansına benzeyen bir ritüel sonrasında gökten ışık şeklinde yeryüzüne indiği görüldü. Şefkat Tepe ekibini denetlediği mizanseni yapılan dizide Hz. Muhammed için kamyon kasasına bir taht hazırlandığı ekibin “Hoşgeldiniz” sözleri arasında denetim sonrasına da Hz. Muhammed’in tahta oturduğu anda kamyonun çalıştığı görüldü. Şefkat Tepe ekibi, kamyonun arkasında “Bizi bırakma” diye koşarken ekipten bir üye ise kendini kamyonun altına atarak aracı durdurduğu görüldü.

UYDURMA RÜYALARIN İSLAM’DA YERİ YOK

Paralel yapının uydurma peygamber rüyaları tartışmalara neden oldu. Uydurma rüyalara ilahiyatçılar büyük tepki gösterdi.

- Doç. Servet Bayındır (İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi): Bunların ‘İslam inancı ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur’ sözünden başka bir şey söylenemez.

- Vehbi Vakkasoğlu (İlahiyatçı yazar): En hassas olmamız gereken konu efendimizdir. Çünkü o, İslam’ın namusudur. Onu her kültürden insan izliyor ve yanlış anlamalara neden olabilir. Hz. Muhammed’i asla yanlış anlamaya yer verecek şekilde kurguda kullanmayı hoş karşılamıyorum.

- Prof. Dr. Mustafa Öztürk (Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi): Peygamber istismarı olduğunu düşünüyorum tek kelimeyle. Çağdaş israiliyat olduğunu düşünüyorum. Bunun dini afyon gibi kullanma malzemesi olduğunu düşünüyorum. Eşine az rastlanır bir hurafecilik olduğunu düşünüyorum. Peygamber istismarı olarak görüyorum.

- Prof. Dr. Hüseyin Hatemi (İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi): Kamyon kasasına peygamber bindiyse her halde Gülen’in yanına da gider. Söylediklerini halka alıştırmak için bu tür şeyler yapıyorlar. Bir de gelip mübarek peygamber Türkçe Olimpiyatı’na da gitmiş. Bu yapılan İslam dünyasında kınanmalı ama ceza verilmemeli.

http://www.habervaktim.com/haber/360972/ilahiyatcilardan-samanyoluna-sert-tepki.html

Orta Afrika'da Kirli Oyun

Orta Afrika Cumhuriyeti'nde yaklaşık 4 bin Müslüman başkent Bangui'nin önemli camilerinden birine sığındı.
Orta Afrika'da Kirli Oyun
12 Şubat 2014 Çarşamba 15:39
Banguili müslümanların kamyonlarla gelerek sığındıkları camide, Çad sınırına ulaşmalarında yardımcı olacak Afrika Birliği Barış Gücü MISCA askerlerini bekledikleri öğrenildi.
ÇOK SAYIDA MÜSLÜMANIN EVLERİ YAĞMALANDI
Evleri yağmalanan, yıkılan sığınmacıların büyük bir çoğunluğu su ve yiyecek sıkıntısı çekiyor. Sığınmacılar, bölgedeki Fransız askerlerinin, Hristiyan Anti-Balaka militanlarının uyguladığı şiddete göz yumduğunu ileri sürüyor. Bangui'de, Seleka'ya yardım ettikleri iddia edilen Müslümanların evleri ve çok sayıda cami yağmalandı. Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki olaylar, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Seleka isyancılarının, Hristiyan Devlet Başkanı François Bozize'yi geçen yıl Mart ayında devirmesiyle başlamıştı.
ÜLKEDE NÜFUSUN YARISI İNSANİ YARDIMA MUHTAÇ
Bozize'nin ardından göreve gelen Michel Djotodia, uluslararası ve bölgesel baskıların artması üzerine istifa etmiş, yerini Bangui Belediye Başkanı Catherine Samba-Panza almıştı. Seleka isyancıları ile Hristiyan anti-Balaka milisleri arasında çatışmaların devam ettiği ülkede nüfusun yarısının insani yardıma muhtaç olduğu belirtiliyor. BM Genel Sekreteri Ban'dan Orta Afrika Cumhuriyeti'nde bölünme uyarısı Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-mun, iç çatışmaların devam ettiği Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki mezhepsel vahşetin Müslüman ve Hristiyanlar arasında 'de facto' bir bölünmeye neden olabilecek belirgin riskler taşıdığını belirtti.
MÜSLÜMANLARIN EVLERİNİ TERK ETMEYE ZORLANDIĞI BELİRTİLDİ
Ban, BM Barış Gücü operasyonlarından sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Edmont Mulet'u, OAC'deki Afrika Birliği askerlerinin BM barışgücüne muhtemel katılım olasılıklarını görüşmek üzere ülkeye gönderdiğini açıkladı. Ülkenin demografik yapısını değiştiren şiddetin artarken Müslüman ve Hristiyanların evlerini terk etmeye zorlandığını kaydeden Ban; Avrupa Birliği'ne bölgedeki askeri birliklerini konuşlandırılması ve operasyonlarına hız kazandırması çağrısında bulundu.
BİNLERCE KİŞİ HAYATINI KAYBETTİ
Genel Sekreter Ban Ki-moon, Fransa'ya da ek askeri birlikleri bölgeye göndermeyi gözden geçirmesini kaydederek, 'Mezhepsel vahşetin yaşandığı ülkede Müslüman ve Hristiyanlar de facto (fiili) şeklinde bölünmesine neden olabilecek belirgin risk bulunmaktadır. Ülkede giderek artan vahşetin önlenmesi için işbirliği içerisinde davranmalıyız' ifadelerini kullandı. BM, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde binlerce kişinin hayatını kaybettiğini, 2,2 milyon kişinin insani yardım ihtiyacı içinde olduğunu bildiriyor.

http://www.habervaktim.com/haber/361044/orta-afrikada-kirli-oyun.html
Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD'nin destek verdiği Fransa'nın askeri müdahalede bulunduğu Orta Afrika Cumhuriyeti'nde askerler, bir Müslümanı linç ettikten sonra bedenini parçalayarak yaktı. 
Dünya izliyor
 

Dünya izliyor

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD'nin destek verdiği Fransa'nın askeri müdahalede bulunduğu Orta Afrika Cumhuriyeti'nde askerler, bir Müslümanı linç ettikten sonra bedenini parçalayarak yaktı. Güpe gündüz ve cadde ortasında yüzlerce kişinin gözü önünde gerçekleşen vahşet, dünya kamuoyunda infiale yol açtı.
. | 06 ŞUBAT 2014, 23:19
Fransa'nın askeri müdahale de bulunduğu Orta Afrika Cumhuriyeti'nde (OAC) gerçekleşen linç olayı dünya gündeminde geniş yankı uyandırdı. OAC askerleri tarafından, eski Seleka üyesi olduğu gerekçesiyle linç edilerek öldürülen Müslüman gençle ilgili ilk açıklama geldi.Olayla ilgili açıklama yapan OAC Devlet Başkanı Sampa-Panza, öldürülen kişinin eski Seleka üyesi olduğunu ve milisler tarafından öldürüldüğünü iddia etti. Ancak İnsan Hakları İzleme Örgütü öldürülen kişinin milisler tarafından değil orta Afrikalı askerler tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Haberi dünyaya duyuran Fransız Haber Ajansı AFP'nin yayınladığı fotoğraflarda da gencin üniformalı kişiler tarafından linç edildiği görünüyor.PARÇALAYARAK YAKTILARHaberde, genç öldükten sonra askerlerin cesedini milislere teslim ettiği, milislerin de cenazeyi parçalayarak yaktığı ifade ediliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün yaptığı açıklamanın da bu yönde olduğu kaydedildi. Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Müslümanlara ve özellikle Seleka üyeleri veya eski üyelerine yönelik şiddet ve linç eylemleri devam ediyor. Geçen haftadan bu yana Fransa'nın silahlandırdığı Hıristiyan milis ve askerlerin öldürdüğü Selaka yanlıların sayısı 75'e ulaştı.FRANSA 'FRANSIZ'Ülkede bulunan Fransız askerlerinin oluşturduğu barış gücü, meydana gelen şiddet olaylarına sadece seyirci kalıyor. Bölge ile ilgili gelen haberlerde, barış gücünün sadece kendi güvenliğini sağlamakla meşgul olduğu, sivillere yönelik gerçekleşen şiddet olaylarına müdahale etmediği ifade ediliyor.Orta Afrikalı askerler yerlerde sürürkledikleri Müslüman gencin başını önce büyük bir taş parçasıyla ezdi. Daha sonra da vücudunu palalarla keserek parçalara ayırdı.Önce linç ettiler sonra yaktılarFransa'nın askeri müdahalede bulunduğu Orta Afrika Cumhuriyeti'nin başkenti Bangui'de bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü acil durum müdürü Peter Bouckaert, linç edilen Müslüman gencin cesedinin yakıldığını sosyal paylaşım sitelerinden olan twitterdan açıkladı. Talihsiz gencin cansız bedeninin çocukların da arasında bulunduğu yüzlerce kişinin gözü önünde caddelerde sürüklendikten sonra ateşe verildiğini duyuran Bouckaert, ateşin yanında elinde öldürülen gencin bacağı bulunan bir adamın fotoğrafını da paylaştı.Panza'dan cesaret aldılarAskerlerin yaptığı linç eylemi Orta Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Samba Panza'nın bin kişilik bir kalabalığa yaptığı konuşmadan yaklaşık 10 dakika sonra gerçekleşti. Askerlerin linçi Panza'dan aldıkları cesaretle yaptıkları belirtiliyor.

http://yenisafak.mobi/dunya-haber/dunya-izliyor-07.02.2014-616684
Zillullah ve Mehdi enflasyonu
Ömer Vehbi Hatipoğlu
 
Çoğumuz kafamızı liderimize, cemaatimize ve ideolojimize kiralamış, kolay bir cennet ve mihnetsiz bir zafer ümidi ile yan gelip yatıyoruz. Hal böyle olunca da bağlı olduğumuz kişileri ‘zillullah ‘sıfatına layık görüyoruz.

17 Aralık'tan bu yana Türkiye'de en çok telaffuz edilen sözcük herhalde ‘Cemaat' sözcüğüdür. Cemaat denildiğinde özelde Fethullah Gülen hareketi, genelde de İslami topluluklar akla gelmektedir. Siyasi tartışmaların anaforunda ‘cemaat algısı' adeta linç edilmektedir.
Oysa Türkiye'deki  İslami  refleksin temelinde cemaatlerin yüzyıllardır sürdürdükleri  hayırlı hizmetler vardır. Zira biz biliyoruz ki, cemaatte rahmet vardır ve Allah'ın rahmet ve yardım eli cemaatin üzerindedir. Yine biliyor ve unutmuyoruz ki: Tanzimat'tan bu yana topluma dikte ettirilmek istenen Batılılaşma ihaneti  ancak cemaatlerin ve onurlu toplum önderlerinin gayretleri sonucu bu topraklarda yeşerme fırsatı bulamamış, kendimizi inkar cinnetinden az da olsa korunabilmişizdir.
İslami Cemaat denilince akla ne gelmelidir? Allah'ın yardım eli hangi vasıflara sahip cemaatlerin üzerindedir?

Kuşkusuz İslami ölçülere uygun olarak, Kur'anın hedeflediği  insanı ve toplumu gerçekleştirmeyi hedefleyen cemaatler…
Kendi aralarında ve farklı cemaatlere mensup Müslümanlar ile ilişkilerinde islamın kardeşlik ilkelerine sımsıkı bağlı kalan cemaatler…
Mensuplarına Allah için sevip, Allah için buğz etmeyi öğütleyen cemaatler…Allah'ın dostlarını dost ve düşmanlarını düşman bilen cemaatler…
Müşrik ve münafıkları dost edinmeyen,onlar ile Müslümanlar aleyhine gizli veya açık ittifaklar tesis etmeyen cemaatler…

Ümmet bilincini darbelemeyi değil,pekiştirmeyi görev kabul eden cemaatler…
Dünyevi zenginliğin,güç ve iktidarın  değil, Allah'a yaklaştıracak davet, tebliğ ve irşat hizmetinin peşinde koşturan cemaatler…

İçinde yaşadığı toplumu fitneden, düşmanlıktan, çekişmeden uzak tutmaya çalışan cemaatler…
Kendisine mensup olsun olmasın gerçekten İslami ve insani endişeler taşıyan  herkesi sevip kucaklamayı, korumayı görev bilen cemaatler…

Cemaat taassubuna,grup ve meşrep bağnazlığına düşmeyen cemaatler…
Hak'kın keskin kılıcı,mazlumun yardımcısı,zalimin düşmanı olmayı dininin gereği ve varlık sebebi olarak bilen cemaatler…

Kendilerine Efendimiz (sav)'i  önder,rehber ve yegane lider olarak gören cemaatler…
Evet! İçinde yaşadığı çağı kavrayan, kafasını kuma gömmeyen, oyun ve tezgaha gelmeyen, saman alevi gibi parlayıp, sabun köpüğü gibi kaybolmayan, başkalarının yol-yöntem ve siyaset empoze edemediği, zorluklara karşı yılmayan,iman-irade ve akıl gücünü mümin basireti ile birleştirip ümmete öncülük edebilen, mensuplarına körü körüne itaatı emretmeyen, liderlerine masumiyet zırhı giydirmeyen, sevenlerine iman ve akıllarını kuşanmayı öğütleyen, ilim ve tasavvufi edebi öğreten  cemaatler her türlü ilgi ,yardım ve saygıyı hak ederler.

Ama ne acıdır ki; İki cihan Sultanı (sav)'na ‘ Bu Vahiy midir Ya Resulullah'' diye soran genç, ya da Hz. Ömer(ra)'e  mihir konusundaki açıklaması ile ilgili itiraz eden kimsesiz kadın veya ‘Seni kılıcımızla doğrulturuz ya Ömer!' diye seslenen Hz.Bişr (ra) yok aramızda.

Çoğumuz kafamızı  liderimize, cemaatimize ve ideolojimize kiralamış, kolay bir  cennet ve mihnetsiz bir zafer ümidi ile yan gelip yatıyoruz. Hal böyle olunca da bağlı olduğumuz  kişileri ‘zillullah ‘( Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ) sıfatına layık görüyoruz. Başımızı hep yukarıdan aşağıya  ‘emredersiniz' anlamında sallamayı takva sanıyoruz.Sanki  başımızı aşağıdan yukarıya, yada sağdan sola ‘hayır' anlamında sallama yetimiz dumura uğramış.

Bazı cemaatlerde mensupların  hayır deme veya gerekçe sorma özgürlüğü yok. Bu saygısızlık,disiplinsizlik,iteatsizlik hatta kimi zaman günah gibi görülmektedir. Böyle bir yapının zorunlu sonucu olarak da cemaat liderlerine adeta masumiyet izafe ediliyor, onları Zillullah gibi görmeye veya Mehdi, Ğavs,Kutup sıfatları ile anmaya başlıyorlar. Kim bilir kaç Mehdi, kaç Halife adayı var ve kaç tanesi kendisine itaat etmeyeni delalet içinde görüyor.

Elbette lider Zillullah sıfatına layık görülmişse, Mehdi veya Halife ünvanına da sahip olmayı kafasına taktıysa iktidarları da kendisine tabi olmaya davet etmeyi bir hak olarak görür.
Oysa cemaatlerin hedefi  bilinçli Müslüman yetiştirmek ve hayırlı hizmetlere öncülük yapmak olmalıdır. Bilinçli Müslüman ise Allah'a teslim olmuş kul demektir. Müslüman kula kul olmayan insan demektir. Kendisini Allah'ın rızasını kazanmaya yönlendiren, günah,fitne ve şirkten uzaklaştıran kişilere elbette saygı duyacak, onlardan ilim ve terbiye öğrenecek. Dualarını almaya çalışacaktır. Ama karşısında titreyen kişiye dönüp ‘Kendine gel.Ben Melik değilim ! Kuru ekmek yiyen bir Arabın oğluyum ‘ diyerek Tevhit ve tevazu dersi veren yaratılmışların en Şereflisinin (sav) ümmeti olmanın bilincinde olacaktır.

Bir cemaat mensuplarına bunları öğütlüyorsa o cemaatin en sıradan ferdi benim için eli öpülmeye layık insandır.
Ömer Vehbi Hatipoğlu - Haber7
ovehbihatipoglu@gmail.com
http://www.haber7.com/yazarlar/omer-vehbi-hatipoglu/1124594-zillullah-ve-mehdi-enflasyonu