HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

1 Temmuz 2014 Salı

Yerleşimci terörü ve kurtarılacak topraklar(!)

 01 Temmuz 2014   
Ölen her canlı için üzülürüm. Ölen Araplar hakkında duyduğum üzüntü ise bir sinek duvara çarptığında duyduğum üzüntü kadardır.*

Yukarıdaki sözler İsrailli Haham Moshe Levinger’e ait.

İsrailli yerleşimci Baruch Goldstein 1994 yılında bir sabah namazı vakti elinde makineli tüfekle el-Halil’de İbrahim Camii’ne girmiş; tamamen öldürme kastıyla cami cemaati üzerine ateş açmıştı. Goldstein’ın saldırısı sonucu o esnada namaz kılan 29 Filistinli hayatını kaybetmiş, 125 kişi yaralanmıştı. Haham Moshe Levinger’e İbrahim Camii’nde gerçekleşen katliam hakkında ne düşündüğü sorulduğunda ise yukarıda yer verdiğimiz ifadeleri serdetmişti.

Goldstein’ın saldırısı İsrailli yerleşimci terörünün boyutlarını gösteren bir örnek sadece. 20 yıl önce yaşanan İbrahim Camii katliamından bu yana uluslararası hukuka göre illegal olan yasa dışı İsrail yerleşimleri Batı Şeria şehirlerini kuşatmaya, mantar gibi çoğalmaya devam ediyor…

***



Batı Şeria’da bir İsrail yerleşim birimi


İlki 67 Savaşı’ndan sonra kurulan İsrail yerleşim birimleri artık yerleşim şehirlerine dönmüş durumda. Doğu Kudüs etrafında, Ürdün Nehri boyunca ve Batı Şeria’nın önemli şehirleri etrafında 120 yerleşim birimi ve 100 yerleşke (outpost) bulunuyor. Yerleşimci nüfusu ise 500.000’in üzerinde. 50 bin yerleşimcinin yaşadığı yerleşimlerden 4 kişinin yaşadığı yerleşkelere kadar irili ufaklı onlarca yerleşim birimi, yerleşimci terörünü Filistinlilerin topraklarına, evlerine, bahçelerine taşımış durumda. Yerleşim birimleri; kuruldukları araziler, yerleşimleri birbirine ve önemli şehirlere bağlayan yollar ve kontrol noktaları ile fiziki olarak Filistin topraklarını ilhak ederken sosyoekonomik ve demografik açıdan da çok sayıda ciddi hak ihlallerine neden oluyor.


İsrail’in kendi hukukuna göre de illegal olan yerleşkeler

İsrail’in kendi kanunlarına göre de illegal olan yerleşkeler, Batı Şeria’nın tenha köşelerine, tepelerine kurulan barakalardan, konteyner evlerden ibaret. Tamamen ideolojik nedenlerle, o toprakları Yahudileştirmek amacı ile yerleşkelerde yaşamayı seçen yerleşimciler, yaşam standartlarındaki düşüşe rağmen bu tercihi yapıyor. Başlangıçta yol, su, elektrik olmayan, sadece barakalardan ibaret bu yerleşim birimleri İsrail hukukuna göre de illegal olmalarına rağmen İsrail hükümeti tarafından görmezden geliniyor ve dahası İsrail ordusu bu yerleşimcilere destek oluyor. Zira bu yerleşkelerin de zamanla yerleşim şehirlerine dönüşmesi işten bile değil.

İsrail hükümeti tarafından desteklenen yerleşimcilerin Filistinlilere dair algısına bakıldığında; Filistinlileri katıksız düşman olarak gördükleri, Filistinlilere kendilerine vadedilen topraklarda yaşayan yabancı yaratıklar olarak baktıkları, Yahudiye ve Samiriye topraklarında bir Yahudi devleti kurma hedefleri önünde ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak gördükleri ortaya çıkıyor. Yerleşimciler Filistinlileri insan olarak dahi görmezken öldürme, fiziksel saldırı, yaşam alanlarına saldırı, hayvanlarına ve arazilerine saldırı, yağmalama, dinî sembollere saldırı, aşağılama vb. daha birçok şeyi kendi doğal hakları olarak görüyor. Daha da önemlisi yerleşimci halk arasında görülen bu algı biçimi İsrail halkının önemli bir kesimi, İsrail devleti ve din adamları tarafından da benimsenmiş durumda.



Ben Gurion’a iniş yapan yerleşimciler

Filistinliler gerek İsrail işgal devleti gerekse yerleşimciler eliyle türlü ihlallere maruz kalırken, siyonist lobisinin dünyada çizdiği imaj ise bambaşka bir resim ortaya koymakta. Dünya Siyonist Örgütü (World Zionist Federation) ve yerleşimci hareketini temsil eden Yesha Council, bir yandan yoğun bir şekilde İsraillilerin karşı karşıya olduğu “Arap terörizmi”nden bahsederken diğer yandan da dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Yahudileri Filistin topraklarında yerleşmeye davet etmekte. Nitekim İngiltere’de, ABD’de ve Avustralya’da “Aliya/Anavatana dönüş” fuarları yapılmakta; bu fuarları ziyaret eden Yahudilere “kurtarılması gereken topraklar” misyonundan, dahası onları Filistin’de bekleyen ev, iş, okul vb. imkânlardan bahsetmekteler. Zira işgal altındaki Filistin topraklarında yaşamak için göç eden yerleşimciler daha Ben Gurion’a ayak basar basmaz çiçeklerle ve türlü nimetlerle karşılanıyor. Yerleşimciler kendilerine bahşedilen olanaklarla işgal altındaki topraklarda fütursuz bir hayat kuruyor; Filistin topraklarını ve o topraklarda yaşayan Filistinlileri kutsal amaçları önünde engel olarak görürken o toprakları Filistinlilerden temizleme hedefiyle hareket ediyorlar. Zira el-Halil’deki mezarı aşırı sağcı ve dindar İsrailliler tarafından kutsal ziyaret duraklarından biri haline getirilen İbrahim Camii Katliamı’nın faili Baruch Goldstein da benzer niyetlerle Amerika’dan Filistin’e göç etmiş ve İsrail ordusunda doktorluk yapan bir yerleşimciydi…

* Geoffrey Aronson, “Massacre in Hebron Puts Extremism of Religious Settlers in Spotlight”, Settlement Report, in Journal of Palestine Studies, Vol. XXII, No. 4 (Summer 1994).

Hafize Zehra Kavak

http://www.timeturk.com/tr/2014/07/01/yerlesimci-teroru-ve-kurtarilacak-topraklar.html#.U7MompXlrDc

IŞİD'in Hilafet beyanatının tam tercümesi

 01 Temmuz 2014   
Irak Şam İslam Devleti adını İslam Devleti olarak değiştirdi ve Şeyh Ebubekir el Bağdadi hilafet ilan etti. İslam Devleti resmi sözcüsü Şeyh Adnani'nin açıklamasıyla IŞİD hilafeti ilan etti.

IŞİD'in resmi yayın organı El Furkan'ın Adnani'nin dilinden yayınladığı 34 dakikalık "Hilafet beyanatı"nın tam tercümesi yayınlandı.

İşte, ‘Bu, Allah’ın vaadidir’ başlıklı Hilafet beyanatının tam metni:

Hamd, Kavi ve Metin olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam ise alemlere rahmet olarak kılıçla gönderilene olsun. Ve sonra:

Allahu Teala şöyle buyuruyor: ‘Allah, içinizden iman edenlere ve Salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır.’ (Nur, 55).

Güç ve iktidar sahibi kılma, temkin ve güvenlik Allah’ın Müslümanlara varolan bir vaadidir. Ancak ‘yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar’, Allah’a iman edip şirk ve türlerinin girişlerinden uzaklaşma, büyük-küçük her şeyde Allah’ın emrine teslim olma ve itaat şartıyla.

Hevayı, şehveti ve eğilimi Allah Resulü’nün (s.a.s.) getirdiğine tabi kılan bir itaat! Bu vaat ancak bu şartla gerçekleşir. Bina ve ıslaha güç yetirme zulmün ortadan kaldırılıp adaletin yayılması, güvenlik ve huzurun gerçekleştirilmesi de onunla olur. Allahu Teala’nın meleklere bildirdiği halife ancak onunla (bu şartın gerçekleşmesiyle) olur. Bu şart olmadan otorite; güç, üstünlük ve yönetimden ibaret olarak kalır. Bu otoriteye yıkım, bozukluk, adaletsizlik, baskı ve korku, insanın alçalması ve hayvani yollara koyulması eşlik etmektedir.

Allah’ın bizi uğrunda yarattığı; halife atamanın hakikati budur. Yoksa sadece güç, baskı, üstünlük ve yönetim değil. Aksine tüm bunların insanları şeriatın gereklerine uymaya taşımada, Allah’ın emrinin uygulanması, dininin ikame edilmesi ve şeriatına başvurulması dışında bir yolla gerçekleşmeyen uhrevi ve dünyevi maslahatlarının gerçekleşmesinde kullanılması gerekir.

Bu hakikatiyle halife atamak; Allah’ın, uğrunda peygamberler gönderdiği, kitaplar indirdiği, cihad kılıçlarının çekildiği gayedir. Allahu Teala Muhammed (s.a.s.)’in ümmetini onurlandırıp nimetlendirerek bu ümmeti ümmetler arasında en hayırlısı kıldı: ‘Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a iman edersiniz.’ (Al-i İmran, 110) ve imanına bağlı kaldığı ve sebeplere sarıldığı takdirde halife kılmayı vaat etti: ‘Allah sizden iman edip salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi onları da yeryüzüne hükümran kılacağını vaad etti.’

‘Yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar’ şartını yerine getirdikleri sürece bu ümmete dünyanın liderliğini ve yeryüzünün egemenliğini verdi, izzetli kıldı: ‘Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Resulü’nün ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.’

Evet! İzzet bu ümmetindir. Allahu Teala’nın izzetinden sağlanmış bir izzet… Müminin kalbindeki imanla karışan bir izzet. Eğer kalpte iman iyice yerleşir ve istikrar bulursa izzet de yerleşip karar bulur. Küçümsenip aşağılanamayacak bir izzet. Keder ne kadar büyüse, imtihan ne kadar zorlaşsa da eğilmeyen ve yumuşamayan bir izzet. En hayırlı ümmete yakışan bir izzet. Zilleti, Allah’tan başkasına boyun eğip itaat etmeyi, haksızlık ve zulmü asla kabul etmeyen; Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti. ‘Ve haklarına tecavüz edildiği zaman, birlik olup karşı koyanlardır.’ (Şura, 39).

Aziz ve onurlu bir ümmet. Haksızlık üzere uyumayan ve alçaklığı kabul etmeyen bir ümmet. ‘Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer iman etmiş iseniz en üstün sizsiniz.’ (Al-i İmran 139). Güçlü ve onurlu bir ümmet. Nasıl da öyle olmasın ki Allah, bu ümmeti kulları kullara kulluktan kurtarıp kulların Rabbine kulluğa yöneltmesi için göndermiştir. Nasıl da öyle olmasın ki Allah bu ümmeti desteklemektedir ve bu ümmetledir, bu ümmete yardım etmektedir: ‘Bu, Allah’ın iman edenlerin dostu olması, inkar edenlerin ise hiç dostlarının olmaması sebebiyledir.’ (Muhammed, 11).

Bu, Allah’a karşı ne vakit sadık olsa Allah’ın kendileri için vaadini yerine getirdiği Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmetidir. Allahu Teala peygamberimiz Muhammed’i (s.a.s.) gönderdiğinde Araplar tam bir cahiliyet, kör bir sapkınlık içindeydi. En açık giyimli, karınları en aç olanlardı. Milletlerin gerisinde, dibe batmış, umursanmayan, hesaba katılmayan, aşağılanmış halde Kisra’ya ve Kayser’e boyun eğen, kim galip gelirse ona tabi olan bir ümmet idi. Allahu Teala şöyle buyuruyor: ‘Oysa onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.’ (Cuma, 2).

Allahu Teala şöyle buyuruyor: ‘Hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız ve yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz.’ (Enfal, 26). Katade (Allah ona rahmet etsin) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: ‘Bu Araplar (bu Arap kabilesi) insanların en aşağılığı, karınları en aç olanları, cehaletleri en belirgin olanları, bedenleri en çıplak olanları idi. Yenen ancak yemeyen bir kavimdi. Onlardan yaşayan kötü yaşadı. Ölen de ateşe düştü. (Allah ona rahmet etsin sözü burada bitti).

Sahabelerden bir heyet, Kadisiye günü Kisra Yezdecerd’in yanına girdi ve onu davet ettiler. O ise kendilerine şu cevabı verdi: ‘Vallahi yeryüzünde sizden daha kötü, daha az ve aralarında daha kötü hiçbir millet bilmiyorum. Biz, size karşı savaşması için imparatorluğun çevresindeki köyleri görevlendiriyorduk. Farslar da size karşı savaşmıyordu. (sizi umursamadıkları için). Siz de hiçbir gün onlara karşı savaşmayı düşünmüyordunuz. Ve kavim susturuldu.

Sonra Mugire bin Şube (r.a.) kalktı ve kendisine cevap verdi. Söyledikleri arasında şu da yer alıyordu: ‘Bahsettiğin kötü hale gelirsek bizden daha kötü halde olanı yoktu. Açlığımızsa hiçbir açlığa benzemezdi. Biz, bok böceği, akrep ve yılanlar yiyor, bunları yemeğimiz olarak görüyorduk. Evler ise yerin üstüydü. Deve postundan ve koyun tüyünden dokuduklarımız dışında bir şey giymezdik. Dinimiz, bazımızın bazımızı öldürmesi, bazımızın bazımıza zulmetmesiydi. Birimiz, yemeğinden yiyecek diye hoşnutsuzluğundan kızını diri diri gömerdi. Arapların İslam öncesi hali işte böyle idi. Farklı ve kopuk, bazıları bazılarının boyunlarını vuran parçalanmış, birbirini boğazlayan kabileler. Açlığa ve aralarındaki sürtüşmelere katlanan, insanların kendilerini kaçırdığı kabileler. Allah kendilerini İslam’la nimetlendirip iman ettiklerinde ise Allah İslam’la onların dağınıklığını topladı, saflarını birleştirdi, alçaklıktan sonra onları onurlandırdı, fakirlikten sonra zenginleştirdi, kalplerini birbirlerine ısındırdı. Allah’ın nimetiyle kardeşler oldular. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: ‘O, onların (müminlerin) kalplerinin arasını uzlaştırdı. Sen yeryüzünde bulunanların tümünü harcasaydın onların kalplerinin arasını uzlaştıramazdın ama Allah aralarını uzlaştırdı.’ (Enfal, 63).

Kalplerinden kin ve nefret gitti. İmanla birleştiler. Takva, ölçüleri oldu. Acem ve Arap, doğulu ve batılı, beyaz ve siyah, fakir ve zengin arasında ayırım yapmıyorlar. Milliyetçilik ve cahiliyet iddialarını terk ettiler. ‘La ilahe illallah’ bayrağını taşıyıp Allah yolunda samimiyet ve ihlasla cihad ettiler. Allah da kendilerini bu dinle yüceltti, bu mesajı taşımalarıyla izzetlendirip onurlandırdı. Dünyanın sultanları ve egemenleri kıldı.

Değerli ümmetimiz! Ey en hayırlı ümmet! Allahu Teala bu ümmete, başkalarına senelerce hatta yüzyıllarca nasip etmediğini bir senede nasip ediyor. Öyle ki sadece 25 senede tarihte bilinen en büyük iki imparatorluğu ortadan kaldırdılar, bu imparatorlukların hazinelerini Allah yolunda harcadılar. Mecusilerin ateşini ebediyen söndürdüler. En düşük donanım ve en az sayı ile Haçlıların burunlarını yere sürttürdüler.

İbn Ebu Şeybe Musannef kitabında Husayn’den o da Ebi Vail’den rivayetinde şöyle demiştir: ‘Saad bin Ebi Vakkas geldi ve Kadisiye’ye indi. Yanında da insanlar vardı. Şöyle dedi: Bilmiyorum belki bizim sayımız 7 bin ya da 8 bin arasındaydı. Müşrikler ise 60 bin ya da ona yakın sayıdaydı. Beraberlerinde atlar vardı. (Meydana) İndiklerinde bize ‘dönün, sayınızın yeterli olmadığınızı görüyoruz, bir gücünüzün ve silahınızın olmadığını görüyoruz. Geri dönün’ dediler. Biz de şöyle dedik: ‘Bizler dönmeyeceğiz.’ Sonra oklarımıza gülmeye başladılar. Duk duk diyerek eğirmene benzetiyorlardı.

Evet ümmetim! Onlar yalınayak, çıplak, koyun çobanları iyilikle kötülüğü, hakla batılı birbirinden ayıramazlarken yeryüzünü; adaletsizlik ve zulümle dolu iken adaletle doldurdular. Yüzyıllarca dünyaya hükmettiler. Bu onların gücü, çokluğu ve akıllarının baskınlığı nedeniyle olmadı. Asla! Aksine bu, Allahu Teala’ya imanları ve peygamberinin (s.a.s.) yoluna tabi olmalarıyla oldu.

Ey Muhammed’in (s.a.s.) ümmeti! Hala en hayırlı ümmetsin! Hala izzetin var. Hakimiyetin de dönecek. Bu ümmetin dünkü ilahı bugünkü ilahı da. Dün yardım eden bugün de yardım ediyor. Zamanı geldi! Alçaklık denizlerinde boğulan, aşağılanma sütünden içen, üzerine en aşağılık insanların musallat olduğu nesillerin, gaflet karanlıklarında uzun süre uyumasının ardından ayaklanma vakti geldi. Muhammed (s.a.s.) ümmetinin uykusundan uyanma, üzerinden ar örtüsünü kaldırma, aşağılanma ve utanç tozunu silkeleme vakti geldi. Dövünme ve ağıt yakma vakti geçti.

Allah’ın izniyle izzet fecri yeniden ortaya çıktı, cihad güneşi doğdu. Hayır müjdeleri ortalığı kapladı, zafer ufukta göründü, alametleri ortaya çıktı. İşte İslam Devleti’nin sancağı; tevhit sancağı yüksek, süzülüp dalgalanıyor. Gölgesi Halep’ten Diyala’ya kadar ulaşıyor. Bu bayrağın altında tağutların surları yok edilmiş, bayrakları indirilmiş, sınırları parçalanmış, askerleri ise yenilmiş, parçalanmış olarak; öldürülmüş ya da esir edilmiş haldedir.

Müslümanlar izzetli, kafirler ise alçaktır. Sünniler efendilerdir ve saygındırlar, bidat ehli ise aşağılıktırlar. Hadler; Allah’ın tüm hadleri uygulanır! Öyle ki gedikler kapatıldı, haçlar kırıldı, kabirler düzlendi, kılıçla esirler kurtarıldı. İnsanlar devletin topraklarında yaşamlarında ve seyahatlerinde canları ve malları güven içinde yayılmış durumdadır. Valiler atandı, kadılar görevlendirildi, cizye koyuldu, fey, haraç ve zekat malları toplandı, husumetleri gidermek ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için mahkemeler kuruldu, münker şeyler yok edildi, mescidlerde dersler, halkalar düzenlendi, Allah’ın lütfüyle Allah’ın dini hakim oldu.

Tek bir şey dışında hiçbir şey kalmadı. Ümmetin, terk etme durumunda günaha gireceği kifai bir vacip, unutulmuş bir vacip. Ümmet, bu vacip zayi edildiğinden beri izzetin tadını yaşayamamıştır. Oysa bu, her Müslüman, müminin derinliklerinde yaşadığı bir hayal, tüm muvahhid mücahitlerin kalplerinin uğrunda umutla çırpındığı bir vaciptir. Bu vacip halifelik değil midir? Bu vacip halifelik değil midir?

Çağın zayi edilmiş vacibi. Allahu Teala şöyle buyuruyor: ‘Hani Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife varedeceğim’ demişti.’ (Bakara, 30). İmam Kurtubi bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: ‘Bu ayet, imam ve halife atanmasında asıldır. Sözün kendisiyle bir olması için dediği dinlenir ve kendisine itaat edilir. Kendisiyle halifelik hükümleri uygulanır. Bunun vacipliği hakkında (Mutezili olan) El Asam’dan rivayet edilen dışında ki o şeriat hususunda sağırdı, ümmet ve imamlar arasında bir ihtilaf yoktur.’ Allah ona rahmet etsin sözü burada bitiyor.

Buna binaen İslam Devleti, Allah’ın lütfüyle, Müslümanların kurmadıkları takdirde günaha girecekleri hilafetin tüm gerekli unsurlarına sahip olduktan sonra İslam Devleti’nin şura meclisi toplanarak bu meseleyi değerlendirdi. İslam Devleti’nin, halifeliği geciktirme ya da kurmama halinde üzerinden günahı kaldıracak hiçbir engeli ya da şer’i bir özrü bulunmamaktadır.

Bu nedenle devletin önde gelenleri, komutanları, emirleri ve şura meclisinden çözüm ve ahd ehlinin temsilciliğinde İslam Devleti, İslam Halifeliğini kurmayı ilan etme ve Müslümanların halifesini atama, Şeyh, mücahit, alim, amel eden, abid, cesur-yenileyici imam, nübüvvet evinin torunu, El Bedri El Kureşi El Haşimi El Huseyni soyundan, Samerra’da doğup büyümüş, Bağdat’ta ilim talep edip yaşamış Abdullah İbrahim bin Avad bin İbrahim bin Ali bin Muhammed biat edilmesi kararı almıştır. Kendisi biatı kabul etti ve böylece her yerdeki Müslümanların imamı ve halifesi oldu. Bunun üzerine; bu bildirinin yayınlanmasından itibaren tüm işlemlerde ve resmi muamelelerde devletin adından ‘Irak ve Şam’daki’ ifadesi kaldırılarak ‘İslam Devleti’ ismiyle yetinilmiştir.

Müslümanları uyarıyoruz: Halifeliğin ilanıyla tüm Müslümanların üzerine Halife İbrahim’e (Allah onu korusun) biat etmek ve kendisini desteklemek vacip olmuştur. Aynı şekilde (devletin) otoritesinin uzandığı ve askerlerinin ulaştığı tüm emirliklerin, cemaatlerin, eyaletlerin ve örgütlerin de meşruluğu ortadan kalkar.

İmam Ahmed (Allah ona rahmet etsin) Abdus bin Malik El Attar’dan rivayette şöyle demiştir: ‘Kim kılıçla onlara karşı üstün gelir ve halife olur, ‘Müminlerin Emiri’ diye isimlendirilirse Allah’a iman etmiş hiçbir kimseye kendisini imam olarak görmeden gecelemek helal olmaz. Bu kişi ister Allah’a itaatkar ister de günahkar bir kimse olsun!’

Halife İbrahim’de (Allah onu korusun) ilim ehlinin bahsettiği tüm halifelik şartları bulunmaktadır. Bundan önce Ebu Ömer El Bağdadi’nin (Allah ona rahmet etsin) ardından İslam Devleti’ndeki çözüm ve ahd ehli tarafından kendisine biat edildi. Otoritesi, Irak ve Şam’da geniş bölgelere kadar uzandı. Bugün Halep’ten Diyala’ya kadar topraklar onun emrine ve otoritesine boyun eğmektedir.

Allah’tan sakının ey Allah’ın kulları! Halifenizi dinleyin ve ona itaat edin, Allah’ın lütfüyle her gün izzeti ve yüceliği artan, düşmanları da her gün daha da düşüp kırılan devletinizi destekleyin.

Haydi ey Müslümanlar! Sonsuza kadar, nasıl idiyseniz yine öyle olmak, yeryüzünün kralları, savaş kahramanları olmak için halifenizin etrafında toplanın. Haydi, izzetli, onurlu, efendiler olarak, onurlu yaşamak için harekete geçin. Bilin ki bizler, Allah’ın zafer vereceğini vaat ettiği bir din, kendisine izzet, yücelik ve hakimiyet verdiği, halifelik ve temkin vaat ettiği bir ümmet uğrunda savaşıyoruz. Haydi Müslümanlar! İzzetinize, zaferinize gelin. Vallahi eğer demokrasiyi, laikliği, milliyetçiliği ve Batı’nın daha başka çöplerini ve fikirlerini inkar eder, dininize ve akidenize dönerseniz Vallahi ve Tallahi yeryüzünün hükümdarı olursunuz, Doğusu Batısı size boyun eğer.

Bu size Allah’ın vaadidir. Bu size Allah’ın vaadidir. ‘Gevşemeyin ve üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.’ (Al-i İmran, 139).
‘Eğer Allah size yardım ederse artık kimse size üstün çıkamaz.’ (Al-i İmran, 160).
Bu size Allah’ın vaadidir: ‘Siz üstün olduğunuz halde gevşeklik gösterip barışa davet etmeyin. Allah sizinle beraberdir. O sizin devamlı, bilinçli işlediğiniz amellerinizi asla zayi etmeyecektir, eksiltmeyecektir.’ (Muhammed, 35). Bu size Allah’ın vaadidir: ‘Allah, sizden iman edip salih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri hükümran kıldığı gibi onları da yeryüzüne hükümran kılacağını vaat etmiştir.’ (Nur, 55).
Haydi Rabbinizin vaadine gelin! ‘Şüphe yok ki Allah verdiği sözden dönmez.’ (Al-i İmran, 9).



Yeryüzündeki tüm gruplara ve cemaatlere, mücahitlere, Allah’ın dininin zaferi için çalışanlara, İslami sloganlar atanlara, komutanlara ve emirlere diyoruz ki: Nefisleriniz hakkında Allah’tan sakının, cihadınızda Allah’tan sakının, ümmetiniz hakkında Allah’tan sakının. ‘Ey iman edenler! Allah’tan gereği gibi sakının ve ancak Müslümanlar olarak ölün. Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin.’ (Al-i İmran 102, 103). Vallahi bizler, bu devlete destekten geri kalmanız konusunda hiçbir şer’i özür göremiyoruz. Allahu Teala’nın sizden razı olacağı bir konum alın. Öyle ki, örtü açıldı ve hak ortaya çıktı.

Bu devlettir. Bu, devlettir! Müslümanların, mustazafların, yetimlerin, dulların, yoksulların devleti. Eğer onu desteklerseniz bu sizin kendiniz için. Bu, hilafettir. Allah’ın dininde hiçbir yeri olmayan bu parçalanmışlık, dağılma ve kötü ayrılığı sonlandırmanızın vakti geldi. Eğer bu devleti yüzüstü bırakır ya da düşmanlık ederseniz ona bir zarar veremeyeceksiniz. Ancak kendilerinize zarar vereceksiniz.

Bu, devlettir. Müslümanların devleti. Size Buhari’nin (Allah ona rahmet etsin), Muaviye’den (Allah ondan razı olsun) şu rivayeti yeter: Allah Resulü’nü (s.a.s.) şöyle derken işittim: ‘Bu iş (devlet başkanlığı) Kureyş’te olacaktır. Onlar İslam’ı dosdoğru uyguladıkça bu konuda onlara kim düşmanlık ederse Allah onu yüzüstü süründürür.’

Sizlere gelince grupların ve örgütlerin askerleri; Bilin ki bu temkinden ve halifeliğin kurulmasından sonra cemaatlerinizin ve örgütlerinizin meşruluğu ortadan kalkmıştır. Aranızdan Allah’a iman eden hiçbir kimsenin, emirleriniz size bunun bir halifelik olmadığı vesvesesi verse de, halifeye bağlanmadan gecelemesi helal değildir. Uzun süre bunun bir devlet olmadığı, sahte ve karton olduğu vesvesesi de vermişlerdi ta ki size kesin haberi; devlet olduğu haberi geldi. Allah’ın izniyle; bir süre sonra da olsa halifelik olduğu haberi de gelecek. Bilin ki zaferi bu örgütlerin varlığından çok geciktirmiş ve geciktirmekte olan bir şey daha yok. Çünkü bu örgütler bölünme ve ihtilafın, gücün gitmesinin sebebidir. Ayrıca bölünmenin İslam’da bir yeri yoktur. ‘Dinlerini parça parça eden ve kendileri de değişik gruplara ayrılan kimselerle senin bir ilişiğin yoktur.’ (En’am, 159). Bilin ki emirleriniz sizi birleşme ve halifelikten, bu büyük hayırdan alıkoymak için iki batıl ve cılız özürden başka bir şey öne süremeyecek;

Bunlardan ilki: Devleti daha önce de suçladıkları şeydir yani; ‘Hariciler devleti’ ve daha başka; geçersizliği ortaya çıkmış suçlamalar ortaya atmaları. Bu suçlamaların yalan olduğu devletin hükmettiği şehirlerde ortaya çıkmıştır.

İkincisi: Emirleriniz kendilerini ve sizleri şu sözlerle kuruntuya düşürecekler: Bu, sadece sönecek bir esinti, devam etmeyecek; geçici bir kasırgadır, küfür milletleri bu halifeliğin devam etmesine izin vermeyecek, hemen ve yakında ortadan kalkması için hepsi bu halifeliğe karşı toplanacak, askerlerinin dağların tepelerine, vadilerin içlerine, çöllerin derinliklerine kaçmaları ve esir alınmalarıyla son bulacak. O vakit seçkin cihada döneceğiz. Biz seçkin cihada otellerden ve konferanslardan uzak güç yetiremeyiz. Ümmete, ümmetin cihadında önderlik etmek istiyoruz!’

Bu emirler helak olmasın mı?! Toplamak (bir araya getirmek) istedikleri; laiklerin, demokratların, ulusçuların, mürcilerin, ihvanın ve Sururilerin ümmetine yazıklar olmasın mı?!

‘Şeytan onlara bazı vaadlerde bulunuyor ve onları kuruntulara kaptırıyor.’ (Nisa, 120). Devlet, Allah’ın izniyle kalıcı. Iraklı gruplara ve liderlerine sorun; kendilerini devletin ortadan kaldırılacağına dair ne kadar kandırdılar. Bir de onlar kendilerinden (bugünkü kuruntuda bulunanlardan) daha güçlü ve daha birleşiktiler. ‘Yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı?’ (Rum, 9). Onlar güç bakımından kendilerinden daha üstündüler.

Size gelince ey İslam devletinin askerleri! Kutlu olsun size, kutlu olsun. Bu açık fetih size kutlu olsun, bu izzetli zafer size kutlu olsun. Bugün kafirler daha ötesi olmayan bir öfke içindeler. İçlerinden birçoğu neredeyse öfke ve acısından ölecek. Bugün müminler, Allah’ın yardımıyla büyük bir sevinç yaşıyorlar. Bugün münafıklar ortadan kayboluyor, Rafıziler, sahveler ve mürtedler defediliyor. Bugün doğudaki tağutlar korku ve panik içinde tirtir titriyor, Batı’daki küfür milletleri de panik içinde titriyor. Bugün şeytanın ve partisinin bayrakları indiriliyor, tehvid ve ehlinin bayrağı yükseliyor. Bugün Müslümanlar onurlanıyor, bugün Müslümanlar izzetleniyor. İşte halifeliğiniz döndü. Boyunlar eğdirilerek, burunlar sürttürülerek de olsa halifeliğiniz döndü. İşte halifeliğiniz döndü. Allahu Teala’dan bu halifeliği, peygamberlik menheci üzere kılmasını niyaz ediyoruz. İşte umut gerçekleşti. İşte rüya gerçek oldu. Size kutlu olsun. Öyle ki dediniz ve sözünüzde sadık oldunuz, vaat ettiniz ve vaadinizi yerine getirdiniz.

Ey İslam Devleti’nin askerleri! Allahu Teala’nın size büyük nimetlerinden biri de sizi bugüne ulaştırması ve size Allahu Teala’nın lütfünden sonra ancak sizleri geçen, yeryüzünün en hayırlısı binlerce kardeşinizin (öyle olduklarına inanıyoruz, Allah doğrusunu bilir, Allah’a karşı kimseyi temize çıkarmıyoruz) kanları ve vücutlarının parçalanması ile bu zaferi göstermesidir. Onlar ki bu sancağı taşıdılar ve gölgesinde her şeyi feda ettiler. Bu sancağı size saygın bir şekilde ulaştırabilmek için –ki bunu yaptılar da- her şeylerini; hatta canlarını verdiler. Allah onlara rahmet etsin ve İslam adına tüm hayırları versin.

Bu ağır emaneti korumayacak mısınız? Bu sancağı kuvvetle taşımayacak mısınız? Onu inşallah İsa İbn Meryem’e (a.s.) teslim edene kadar kanlarınızla sulayın, cesetlerinizle yüceltin, onun altında ölün.

Ey İslam Devleti’nin askerleri! Allahu Teala bize cihadı emretti ve zaferi vaat etti. Bununla bizi sorumlu tutmadı. Allahu Teala bugün size bu zaferle lütufta bulundu ve hilafeti ilan ettik. Onu, Allahu Teala’nın emrini yerine getirmek adına ilan ettik. Çünkü biz Allah’ın lütfüyle gereklerine sahip olduk. Allah’ın izniyle buna güç yetirebiliriz. Allah’ın emrine boyun eğeriz ve inşallah görevimizi yapmış oluruz. Bundan sonra bir gün kalmış ya da bir saat kalmış bu bizim için önemli değil. Bundan önce de sonra da iş (emir) Allah’ındır.

Eğer Allahu Teala devam ettirir ve gücü artarsa bu sadece Allah’ın lütfü ve nimetiyledir. Zafer ancak Allah’ın katındandır. Ortadan kalkar ya da zayıflarsa da bilin ki bu bizim nefislerimizden ve ellerimizdendir. İçimizden tek kişi kalana kadar inşallah onu savunacağız. İnşallah onu peygamberin menheci üzere döndüreceğiz.

Şeyh burada şiir okuyor…

Ey İslam Devleti’nin askerleri! Sizler, yeni doğmuş bebeğin yaşlandıran destanlarına koyuluyorsunuz. Ancak Allah’ın rahmet ettiği kimselerin kurtulabileceği, ancak Allah’ın dilediği kimselerin sebat edeceği; çeşit çeşit fitneler ve imtihanlarla, zorluklar ve sarsıntılarla karşılaşacaksınız. Bu fitnelerin başında da dünya gelmektedir. Onun için rekabet etmekten sakının. Omuzlarınızdaki emanetin büyüklüğünü hatırlayın. Öyle ki sizler İslam’ın özünün koruyucuları olarak akşamladınız ve muhafızları olarak sabahladınız. Bu emaneti ancak gizlide ve açıkta Allah’tan sakınarak, fedakarlıklarda bulunarak, sabır ve kanınızı harcayarak koruyabilirsiniz.

Şiir mısrası okuyor…

Sonra şunu da bilin ki; Allahu Teala’nın size lütfettiği bu zaferin en büyük sebeplerinden biri de birleşmeniz, ayrılmamanız, emirlerinizi işitip itaat etmeniz, kendilerine karşı sabretmenizdir. Bu sebebi hatırlayıp muhafaza etmeyecek misiniz?! Birleşin, ayrılığa düşmeyin, itaat edin, çekişmeyin. Sakın ola ki safları bölmeyin. Birinizi kuşun kaçırıp götürmesi, safı bölmesinden ya da bölünmesine katkıda bulunmasından daha iyidir. Kim safı bölmek isterse de kafasını kurşunla parçalayın. Kim olursa olsun içindekini ortaya çıkarın. Onun bir değeri yoktur.

Allah Resulü (s.a.s.) şöyle buyuruyor: ‘Kim bir imama biat edip ona elinin avcunu ve kalbinin meyvesini verirse, gücü yettiği kadar ona itaat etsin. Onunla çekişecek başka bir imam ortaya çıkarsa, bu ikinci imamın boynunu vurun.’ (Müslim, Abdullah bin Amru’dan –Allah ikisine de rahmet etsin- rivayet etmiştir).

Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste Allah Resulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: ‘Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim Emire itaat ederse bana itaat etmiş olur, kim Emire isyan ederse bana isyan etmiş olur. Emirler sizin için birer kalkandır. Onunla düşmana hücum edilir, onunla düşmandan korunulur. Eğer o, halkına Yüce Allah’ın (emri) takvayı emreder ve adaletle hareket ederse, bu emir ve adaleti sebebiyle ecir kazanır. Eğer takva ve adaletle yönetmezse bundan dolayı günaha girer.’ (Buhari rivayet etmiştir).

Ey İslam Devleti’nin askerleri! Sizi hakkında uyaracağım bir mesele kaldı. Sizi eleştirecekleri noktaları araştıracaklar ve şüpheler ortaya atıp size şöyle diyecekler: ‘Ümmet üzerinizde hemfikir olmadığı, gruplar, cemaatler, taburlar, tugaylar, partiler, fırkalar, büyük ordular, birlikler, kurullar, komisyonlar, koordinasyonlar, dernekler, koalisyonlar, ordular, cepheler, hareketler ve örgütler sizi kabul etmedikleri halde nasıl halifelik ilan ediyorsunuz?’

Onlara şöyle deyin: ‘Oysa onlar anlaşmazlığı sürdürmektedirler. Rabbinin rahmet ettikleri hariç.’ (Hud, 118-119). Hiçbir gün bir iş üzerinde birleşmediler. Allah’ın rahmet ettikleri hariç asla da hiçbir şey üzerinde birleşmeyecekler. Sonra devlet, birleşmek isteyenleri topluyor.

Eğer size: ‘Onları ezdiniz. Onlara danıştınız mı, uyardınız mı, kendinizi beğendirdiniz mi’ derlerse siz de onlara şöyle deyin: İş bundan daha acil. ‘Hoşnut kalman için, sana gelmekte acele ettim Rabbim.’ (Taha, 84).

Onlara ayrıca şöyle deyin: Kime danışacağız? Amerika, İngiltere ve Fransa bile devlet olduğunu tasdik ettiği halde onlar devlet olduğunu bile onaylamadılar. Bizi yüzüstü bırakanlara mı danışacaktık? Bize ihanet edenlere mi danışacaktık? Ya da bizden kendini temize çıkarıp bize karşı kışkırtanlara mı danışacaktık? Ya da bize düşmanlık yapanlara, bize karşı savaşanlara mı danışacaktık? Kimi ezdik?

Size ‘sizi kabul etmiyoruz’ derlerse de şöyle deyin: ‘Allah’ın lütfüyle kurmaya güç yetirdik ve kurmak üzerimize vacip oldu. Allahu Teala’nın emrine itaat etmek için acele ettik. ‘Allah ve Resulü bir işe hükmettiğinde artık mü’min bir erkeğin ve mü’min bir kadının işlerinde kendi isteklerine göre bir seçim hakkı yoktur.’ (Ahzap, 36).

Onlara ayrıca şöyle deyin: Bunun uğrunda kanlarımızdan nehirler akıttık. Fidanını suluyoruz. Temellerini kafataslarımız üzerine kurduk, sarayını cesetlerimiz üzerine inşa ettik. Öldürülme, esir edilme, kırılma ve kopmaya yıllarca sabrettik. Bugünün hayaliyle acıyı yudumladık. Ona ulaşmışken bir an bile gecikir miyiz?!

Şeyh burada şiir okuyor…

Son olarak:

Mübarek Ramazan ayının girmesi münasebetiyle Müslümanları kutluyoruz. Allahu Teala’dan bu ayı Müslümanlar için zafer, izzet ve temkin ayı kılmasını, gündüz ve gecelerini Rafızilere, sahvelere ve mürtedlere kötü eylemesini niyaz ediyoruz. ‘Allah emrinde galiptir fakat insanların çoğu bunu bilmezler.’ (Yusuf-21)