HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

1 Ağustos 2014 Cuma

Karaman Hoca kendini ele verdi
Mustafa Özcan/ YeniAsya
13 Temmuz 2009

Hayrettin Karaman Hoca son yıllarda büyük güven kaybetti. Bunun nedeni her yerde ve her ortamda olması. Farklı yerlerde farklı konuşması gibi hususlar nedeniyle gerçekten de güven kaybetti. Böylece tutucudediği hocaların kendi hakkındaki görüşlerini fazlasıyla doğrulamış oldu. İfrat ve tefrit çizgisi arasında son yıllarda yalpalamaktan maada hep tefriti temsil eder oldu. Sözgelimi aşırı gördüğü insanları rahat bir biçimde Haricilerle mukayese ediyor. Lakin ifratın öbür ucunda yer alan Şia hakkında gayet müsamahakar davranıyor ve neredeyse onların bid'at ehlinden olduklarına dair tek kelam etmiyor. Bura rağmen öbür taraftan neredeyse isimleri silinmiş sadece yer yer sıfatları kalmış Hariciler hakkında atış serbest iken Şiiler hakkında haklı eleştiriler bile ‘ümmet birliğiadı altında yasaklanıyor! Halbuki bid'at birliğe manidir. Sünnileri ve İslam alemini bu durumda iki zümre kandırıyor. Bir, takiyye meşrebiyle kendilerini ve görüşlerini allayıp pullayıp müşteri arayan teşeyyü' akımı ve takımı ve bir de suret-i haktan görünerek ve Sünniliği temsil makamında algılanan Hayrettin Karaman Hoca gibilerin iğfalatıdır. Teeddüben idlalalat demiyeceğim ama yaptıkları şey en hafifinden ifsadat ve iğfalat cümlesindendir. Zira mensupları kalmamış ya da İbazîler gibi etkisi azalmış mezhepler hakkında dilinin kemiği yokken Ayetullah Teshiri gibi ehl-i bidat ve borazancıbaşıların peşine ve arkasına takılarak Sünnilerle Şiiler arasında neredeyse bir farkın olmadığını savunmaktır. Aynı yoldan yürüyen Mustafa İslamoğlu ise iki mezhep arasında hiçbir fark olmadığına dair Azerbaycanlı bazı insanların sorularına gelişigüzel cevap vermiştir. Hayrettin Karaman Hoca ifrat ile tefriti, Sünni yol ile bid'î yolu ayırmadığı halde yani bu makamda tefrite düştüğü halde ifrat ehlini suçlamakta ve onlara reddiyeler kaleme almaktadır. Guya zumunca ve kendince Ehl-i sünnet yolunu savunanlara yol göstermekte. Halbuki kendisinin bu hususta rehber olabilmesi için Ehl-i Sünnet tarikini ve yolunu iltizam etmesi ve benimsemesi gerekir. Lakin beyanlarından onun Ehl-i sünnetin görüşlerini değil de Teshirinin görüşlerini benimsediği anlaşılıyor.  Lakin bütün bunları tevriye yani kaçamak yollarla yapıyor. Ayıp olan husus budur.
 
Son olarak kimi kastediyorsa Tevil varsa tekfir yoktur diye bir makale kaleme almış ve burada Sarahsinin Mebsutundan bazı nakiller yapıyor. Buna göre, insanlar bazı değerleri ve rükünleri tevil yoluyla saptırırlar veya reddederlerse İslam dairesinden çıkmazlar. Haklarında bir şey lazım gelmez.  Mutezile böyledir. Mutezilenin rüyetullah ve benzeri konularda görüşleri malumdur ve bu yolda tevilata sapmışlardır. Lakin tevilatlarından dolayı tekfir edilmemişlerdir. Gerçi Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevinin Metnil akaid gibi kitaplarında bu hususta bazı mezhepler tekfir ediliyor. Sünnilikte kaide ise şudur: Bir mezhebin görüşleri onu küfre götürse bile ihtiyaten ismen ve aynıyla bir mezhep küfre nispet edilmez. Zira, bazen mezhebin mensupları ve ammesi mezhebin dakik meselelerinin farkına varmazlar ve belki de bu hususta aynı anlayışı da paylaşmazlar. Bu durumda mezhep külliyen ve ayniyle tekfir edilerek küfür bütün mensuplarına teşmil edilmez. Lakin Mutezile, Ehl-i sünnet alimlerine göre tevilatta israfata gittiğinden dolayı bidat makamına tenzil etmiştir. Bundan dolayı Mutezileye bid'at demeyen dolaylı olarak onun görüşlerini paylaştığı gibi onunla ilgili hükmü yani ehl-i bidat sıfatını da paylaşmış olur. Aynı durum Şia için de geçerlidir.

Mezhepler tarihinde en tehlikeli ve siyasi yönleri itibarıyla en zararlı olanı Şiilik olmuştur. Şiilik siyasal İslam’ın anasıdır.  Şeltüt aksini iddia etse bile Şiilik en fazla vaza yani uydurma haberlere mesnet olan mezheptir. Hatta Musa Carullah Bigiyefin El Vaşiasında ifade edildiği gibi bunlara görüşü bile denemez ve düpedüz  imamlar hakkında sahip oldukları mu'tekedat ve kanaat aslında esatir yani mitoloji nevindendir. Ha onların bazı kitaplarını okumuşsunuz ha vakit geçirmek için Bin bir Gece Masallarını mütalaa etmişinizdir. Karaman Hocanın bu konuda birikimlerinin yetersiz ve görüşlerinin isabetsiz olduğu  meydandadır ve yazdıklarından malum olmuştur. Evet ve elbette Ehl-i Sünnet vel cemaat tevil sahiplerini tekfir etmez. Mebsutta Sarahsi ve El kanun fit Tevil (veya kanunun tevil) kitabında Gazali aynı şeyleri söyler. Lakin Gazali bununla birlikte bazı ilave şartlar da söyler. Bunlardan birisi de Hazreti Peygamberden yalan sadır olmadığına inanmaktır. Peygambere yalan isnat eden fırkalar tevilatı ne olursa olsun kabak gibi kafirdirler. Şia bunu doğrudan yapmasa bile Beda gibi inançlarıyla bunu dahi geçmektedir.. Onun ötesinde imanı korumak için ma ülime mineddini bizzarurekuralını da ihlal etmemek gerekir. Yani dinde zaruri olarak bilinenleri reddetmemektedir. Sözgelimi, İslam’ın beş rüknünü tevil ederek mehtevasının dışına çıkaranlara Müslüman demek ne derece doğrudur? Burada evrak veya banknot nevinden paralara zekat terettüp etmediğini savunarak zekata mani olmak başkadır ve bu durumda tevilatından dolayı mazur olmasa bile kafir olmaz. Lakin zekat temizlenmektir ve helal kazanan birisi için zekata ne luzum vardır dese ve zekatı böylece bağlamından tamamen çıkrarsa ve namazı da dua etmektir ve zaman zaman Allaha yakarmak kafidir derse bu batiniliğe girer ve ölçüler kaçar ve din tamamen keyfi hale gelir. Dolayısıyla bu makamda da tevilun dune tevil kuralı geçerlidir. Yani her tevil bir ve aynı değildir. Kıyas maalfarik gibi tevil dune tevil makamları vardır.


Bu girişten sonra kendisine ve İslami camiaya daha fazla zarar vermeden Karaman Hocaya köşesine çekilmesini tavsiye ediyoruz. Gereği kendisini ilgilendirir ama Hocanın dengeyi tutturamadığı kesin. Belki maksadı faydalı olmak ama faydalı olma niyetiyle zarar veriyor. Bugüne kadar takribu mezahip konusunda samimi olanlar hep pişman oldular. Bunlardan birisi Musa Carullah Bigiyeftir.  Zamanında Hayrettin Karaman gibi kendisi de tongaya düşmüştür. Kendisi İslam ittihadı için önce Şianın beşinci mezhep olarak Sünni dünya tarafından kabul edilmesi gerektiğine dair bir risale yazmıştır. O zamanlar düşüncesi aynen Hayrettin Karaman veya Hayri Kırbaşoğlu gibidir. Lakin daha sonra Şia meselesinde derinleştikçe azim bir hata içinde olduğunu fark eder. Yıllar yılı Irak ve İranda dolaşır ve Şii kültürel mirasını gözden geçirir ve Şii ayetullahlarla bizzat görüşür ve onlara yazdıklarını gönderir ve onlardan samimane bir şekilde cevap ister. Şia içinde bütün kitapların elenmeden ve reddedilmeden Şianın bırakın hak mezhep olmasını İslama en büyük zarar olduğunu beyan eder. Mesela şöyle der: Bazı Şiiler (Aliallahiler) Hazreti Ali ve Caferi ilah olarak tanıyorlar. Bu bir yerde kendileri için zararlıdır. Ama birinci kuşağı tekfir etmeleri ve dinde şüpheye düşürücü yaklaşımları İslam dünyasının birliğine ve bütünlüğüne en büyük zarardır. Demek istediği şudur: Şianın küfrünın zararı kendinedir bidatı ise bütün ümmetedir.  Bu anlamda Hazreti Aliye Allah diyen Aliallahilerin bile diğer Şiilere nazaran tehlikelerinin hafif olduğunu söylemektedir. Zira diğerlerinin tefrika çıkarma ihtimali yoktur. Diğerleri ise sureti haktan görünerek daha büyük zarar vermektedir. En büyük kanıt tarihtir.  Bundan dolayı İran devriminden sonra birileri ateşle oynayarak gafilane bir biçimde Türkiyedeki Alevilerin Şii ve Caferi olmaları gerektiğini savunmuşlardır. Bunun daha az zararlı olacağını söylemişlerdir.  Halbuki tersi doğrudur.  Musa Carullah Bigiyefe göre, aslında gulat ile İsna Aşeriyye arasında belirgin bir derecede fark yoktur: Ve men mineşşiati leyse bigalin ( El Veşia fi  nakdi akaid eş Şia, S: 90). Sözgelimi Lübnanlı Kayıp İmam Musa Sadr, Hafız Esad’ın Nuseyriliğini tezkiye etmiş ve onun mutedil bir Şii mezhep olduğuna dair fetva vermiş ve dolayısıyla meşrulaştırmıştır. Keza Muhammed Hüseyin Fadlallah aynısını Dürzi taifesi için yapmıştır.

 Mamut Toptaş Hoca gibi kimileri de Şiiliğin kabuk değiştirdiğini ve şuanki Şianın daha mutedil olduğunu söylemekte veya en azından bu hususun gözden geçirilmesini istemektedir.

 Bu ise seraptan başka bir şey değildir. İran Devriminden sonra güç kazanan Şia bütün ihtiyatını elden bırakarak kendisini ele vermiştir. 1935 yılı itibarıyla da Musa Carullah Bigiyef şunları söylemektedir :Günümüzün Şiasının geçmişteki Şiadan daha mutedil olduğunu söyleyenler yanılıyorlar. Aksine, günümüzdeki Şia taassup derecesinde geçmişin de ilerisindedir, daha yüksektir…”

 Dolayısıyla bazıları siyasi yönden bazıları da dini yönden Şia tehlikesini hafife almakta bu ise ihtiyatın kalkmasına neden olmakta ve tehlikeyi daha vurucu hale getirmektedir. Şianın İslam alemine ve ümmete verdiği zararlar Haricilerle bile mukayese edilemez. Kat be kat fazladır. Hal böyle iken Karaman Hoca Haricileri hedef alırken diğer taraftan bu cesametteki bir tehlikeyi görmezlikten gelmektedir. Hatta tehlike olmadığını söylemektedir. Dolayısıyla müfrite müfrit ve ehl-i bidata bidat demediği için kadere fetva verdirmekte ve  tekfirci tarafa mazeret ve bahane üretmektedir.

Musa Carullaha göre, günümüzün Şiileri inançlarında ve bunu izharda seleflerinden daha aşırı ve azgın bulunuyor ( El Veşia, S: 66). Ona göre, en az 200 ayeti tenziliyle veya teviliyle kitaplarında tahrif etmişlerdir. Kesinlikle Musa Carullah, İhsan İlahi Zahir gibilerden farklıdır. Lakin Şiilikle ilgili tetebbuatı sonunda onu aynı kanaate sevk etmiştir. Zira akıl için yol birdir. Hayrettin Karaman ise populizme mağlup olmuş ve ehl-i bidatın zararlarını hiçe saymış ve görmezlikten gelmektedir. Aksine, karşı taraftakileri de ehl-i bidata nispet etmiştir. Musa Carullah Bigiyef, Şianın kafir olmadığını lakin dahili tehlike olarak daha büyük tehlikeli olduklarını beyan etmektedir. Şia ile bizim literatürümüz tam zıt istikamette seyretmektedir. Onlar Sıddık-ı Ekbere zındık derken onların Rahman-ı Tak dediklerine biz Şeytan-ı Tak demişiz. Bu misaller binlerle çoğaltılabilir. Buna rağmen, nasıl oluyorsa Hayrettin Karaman gibiler Sünnilikle Şiliği aynı kefeye koyabiliyorlar? Bunu yapmak ne hadlerine ve de kim oluyorlar ? Kestirmeden kendisine hemen derhal bir Veşia kitabı edinmesini ve onu okumasını öneriyoruz vesselam. Gerçekten de artık sapla samanı karıştıracağına köşesine çekilerek dinlenmeye ihtiyacı var. Bu işler Gripin üzerinden karı beğenmeye benzemiyor.
F.G.’nin 'sessiz çığlığı' ya da en zeki hayvan maymun mu?
Hikmet Gök

Paralel medyanın yayın müdürü dün gece çıktığı canlı yayınlanan bir programda F.G.’nin İsrail cinayetleri karşısında susmasını sessiz çığlık” diye niteledi ve bombayı patlattı:
Ve bu sessizliğe sebep olanlar mahcup olmalıdır.”
Aynen böyle dedi.
İsrail karşısında susmasına sebep olanlar varmış!
‘Sebep olanlar’dan neleri ve kimleri kastediyor acaba, diye düşünürken, ağzından baklayı çıkarması uzun sürmedi:
“Düşünsenize Erzurum'un Korucuk köyünden bir insan çıkıyor milyonlarca insanı etkiliyor, dünyanın dört bir tarafına evrensel barışı taşıyacak insanlar yetiştiriyor. Aydın, mütefekkir, eğitimli insanlar yetiştiriyor. Bir atmosfer oluşturuyor ve sen buna zulmediyorsun.”
Gülesim geldi. Gülemedim… Komiklik var ama çok trajik!
İsrail’in daha önce yaptığı onlarca saldırganlık ve katliamlar karşısında, bu kişinin mensup olduğu topluluk, başında olduğu gazete, bağlı olduğu efendisinin takındığı tavırlar, bukalemunca adaptasyonları ve timsahımsı gözyaşları bir film şeridi gibi birer birer gözümün önünden geçti.
Haykırmak istediğim kelimeleri buraya yazmıyorum, içim acıdı.
‘İnsanların en aptalı, herkesin gördüğü, bildiği bir konuda bile bile söylediği yalanlara diğerlerinin inanacak kadar saf olduğunu sanandır’ diyordu, bir bilge dost.
Yine, ‘hayvanların en zekisi maymun, dereden atlayan koyunun kuyruğunun gözükmesine gülermiş, kendi görüntüsünün farkında olmadan’, derler.
Günlerdir devam eden Gazze katliamının ilk günlerinde iki gazetenin attığı manşetleri ele aldığımız haberlerde, kendilerinin müktesebatına uymadığı ve cemaziyelevvellerinde İsrail muhiplikleri bilindiği için “manşetleri şaşırttı” diye yansıttık.
Evet, onlarca defa İsrail Filistinlileri katlettiği saldırı düzenlerken bu iki gazete İsrail’in haklılığını öne çıkarmayı ihmal etmemişti. Zaman ve Hürriyet.
Şimdi, manşetlerinde “İsrail katletti” kelimelerini kullanabiliyorlardı.
Zaman’ın bu tavrının sebebi olarak, akla gelen ilk ihtimal, “paralel yapının Siyonistlerin güdümünde hareket ettiği”ne dair kamuoyunda ciddi iddialarla karşı karşıya olması.
Alınlarındaki bu lekeden kurtulmak istiyor olabilirler.
Yayın müdürünün bu sözlerinin üzerinden birkaç saat geçmeden ajanslara bir haber düştü: “F.G., Gazze için taziye mesajı yayınladı.”
Meğerki adamın suskunluğunun sebebi “sessiz çığlık” değil de itikâfta olması imiş!
Kendisi mesajında öyle yazmış.
Ve mesaj gerçekten, yayın müdürünün sözlerinden daha trajikomik!
Mazlum için acı çektiğini ifade ediyor ama zalime tek kelime edemiyor.
Sanki meçhul bir fail orada insanları katlediyor.
“Yıllardır tarrasut altında yaşayan…” diyor.
Tarrasut yani gözetim.
Abluka, muhasara, ambargo, işgal… diyemiyor.
Ve elimizden bir şey gelmiyor, diyor.
Türkiye aleyhine harekete geçtikleri son aylarda Avrupa Birliği kurumlarından tutun ABD Kongre’sine kadar her yerde aktif lobi faaliyetleri yürüttüklerini kendi gazetelerinde duyurdular.
Senatörleri konuşturdular, AB üyesi ülkelerin parlementerlerin sekreterlerini konuşturdular.
Mısır, Pakistan, Yemen ve Tunus’ta Türkiye karşıtı yazılar yayınlattılar, para ödeyerek manşet attırdılar, Erdoğan diktatör diye demeç verdiler.
Şimdi, Türkiye aleyhine konuşturdukları senatörleri ziyaret edip İsrail’in katliamlarına dikkat çekmek akıllarına gelir mi acaba?
Mesajında bile katliamları yapan ülke için tek olumsuz kelime bile sarf edemiyor.
Açıkça kınayamıyor.
Müslümanlara karşı yaptığı lanetin binde birini dillendiremiyor.
Kendisine bağlı medya ve müridi olan yazarlar, İsrail karşıtı tek cümle kurmuyor.
Eğer Filistin’in mazlumlarına yardım etmek istiyorlarsa bir çok yolu var.
Öncelikle katile karşı net ve açık tavır koyabilirler.
Katliamı durdurmaya katkı için ellerindeki lobi, medya, sermaye ve istihbarat güçlerini harekete geçirebilirler.
Ülkeyi kaosa sürüklemek için aslan kesilen bu tayfa, eğer gerçekten mazlumların yanında ise, işe katile katil demekle başlayabilir.
Ama diyemiyor.
Müritleri İsrail karşıtı tek cümle kurmuyor, kuramıyor.
Kendisi de sadece üzülüyor, dua ettiğini söylüyor.
Anlaşılan bu İsrail muhipliği daha çok komikliklere ve çelişkilere birilerini düşürecektir.
Sözün kısası, maymun en zeki hayvan mıdır, bilmiyoruz!
hikmetgok@gmail.com
http://www.haber10.com/makale/39261/#.U9vuDZXlrDd
'The Cemaat'i ABD'li Neoconlar hazırladı

Prof. Dr. Hüseyin Hatemî'ye göre Neocon örgütü, Müslümanları birbirine düşürmek için yazdığı senaryoyu bir bir hayata geçiriyor. Gezi Parkı olayları fiyaskoyla neticelenince Reza Zarrab'la başlayan 17 Aralık operasyonunun gerçekleştirildiğini belirten Hatemî "Benim cebimden çıkan parayı çalıyorlar!"diyenler bilsin ki; bu İran'ın meşru parasıdır. Asıl bu parada gözü olan Neocon örgütüdür. Müslümanları birbirine düşürmek istiyorlar."diyor.


Röportaj: Özlem DOĞAN

milat.ozlem@gmail.com
03.02.2014
 
 
17 Aralık operasyonundan sonra hızla gelişen hükümet-cemaat çatışmasının kaynağı nedir?

DABBE’TÜL ARZ VE NEOCONLAR

Yeryüzünde insanlar,  irade serbestisi verilerek imtihana tabi tutuldu. Hz. Adem’den sonra satma, yabancılaştırma, ırk, din, dil, cins ayrımı olmaksızın şerri seçen kaba güç sahibi gruplar, insanları ezebilmek için onları kendi değerlerine yabancılaştırdılar. Milli ve batıl tanrılar, ilahlar icat edildi. İnsanlar bu imtihanı hakkıyla veremedi. İslam ümmetinde sapma açısı git gide büyüdü. Kendilerini ve çevrelerini düzeltme girişiminde bulunmayanlar, eylemsizliklerinin cezasını bir zulüm örgütünün zulmüne katlanmak zorunda kalarak ödediler. 18. Yüzyılın ilk yarısında Dabbe’tül Arz örgütü, o zamanın emperyalizm merkezi olan Londra’da kuruldu.  20. Yüzyıl başında ve ortasında iki büyük dünya savaşı insanlığa çok büyük zarar verdi. Atom bombası ile Hiroşima’da büyük bir katliam yapıldı. Amerika dünyanın jandarmalığına soyunarak Dabbe’tül Arz’a hizmet ediyordu. Bu devirlerin ardından şimdi de Neocon ittifakı dediğimiz; Dabbe’tül arz örgütünün yeni bir oyunuyla karşı karşıyayız. Bu canavar önce Saddam’ı kullanıp İran’a saldırttı. Sonra 1. Körfez Savaşıyla sona giden süreci hazırladı. Ardından da bir on sene sonra Irak işgal edildi.  Bu sırada da 1986’lı yılarda bilhassa Türkiye’deki menfaatlerini hesaplarına göre kullanabilmek için ‘The cemaat’ dediğimiz grubu hazırladılar.



Dabbetül Arz ve Neoconlar kimdir ? Cemaat üzerindeki etkileri nedir?

BİZ DE TÜRK NURCUYUZ DİYEN BİR GRUP YARATILDI

Onlar çok iyi hesap ve uzun vadeli planlar yaparlar.  Fethullah Hoca 12 Eylül darbesinde mağdur olmuş birisiydi. Bediüzzaman’ın git gide Kürt Müslümanlar arasında manevi nüfuzu artıyordu. O dönem Milli istihbarat tarafından;  “biz de Türk nurcuyuz” diyen bir grup yaratıldı. Kontrol altına almak için de Fethullah Hoca görevlendirildiyse de henüz Dabbe’tül Arz’ın ilgisini çeken biri değildi. Mit’in bilinçli veya bilinçsiz adamıydı.  Örgüt; Adriyatik’ten Çin’e kadar masallarıyla Fethullah Hoca cemaatini örgütledi. Hoca Mit’in dolaylı olarak kullanmaya çalıştığı biri iken, birden bire Hocaefendi hazretleri olarak ortaya çıktı. Türkiye’de staj devrine başladı. Emperyalizmin güvenilir aracı olup olmadığının belirlenmesi için ona Türkî devletlerde okullar açmak gibi bazı görevler verildi. Neocon ittifakı papaya düşmandır. Türkiye’deki Katolik kilisesinin İstanbul’daki piskoposu Maroviç, Müslümanlara sempatiyle bakan biriydi. Maroviç’in iyi niyetle Fethullah Hocayı ikna edip neoconlardan izin almaksızın papayla görüşmesini temin etmesi,  Dabbe’tül Arz örgütünü iyice kızdırdı. Hocayı harcamadılar ama askeri cemaate düşman ederek ve hakkında kaset çıkartarak onun bir daha Türkiye’ye dönememesi için kendi ipotekleri altına aldılar. 1998’de Fethullah Hoca stajında kötü not aldığı için Amerika’da sıkı gözetim altında tutulmasına karar verildi. Zaman içinde Hocanın ABD’deki notları iyi gitmeye başlayınca Başbakan’ı bertaraf etmeye karar verdiler. Çünkü onu stepne kabilinden yedekte tutamayacaklarını biliyorlardı. Bülent Arınç’ın milletvekillerine telkiniyle teskerenin vaad edildiği halde meclisten geçmemesi de bunun bir göstergesiydi. Bu yüzden Cumhuriyet mitinglerini başlattılar. Muvaffak olamayınca Neocon AK Parti’yi kapatma oyununu sahneye koydu.



Bazı çevreler Hakan Fidan’la neden uğraştı?

İSTEMEZÜKÇÜ CEMAAT HAKAN FİDAN’IN KELLESİNİ İSTEDİ

Askeri vesayet ulusalcılığa döner ama saptırılmış dindarların vesayeti kolay kolay toplumun üzerinden kaldırılamaz. Maalesef hükümet tehlikeyi fark edemiyordu. One mınute ve Mavi Marmara olayı Başbakan’ın indirilmesi kararını büsbütün güçlendirmişti. Bu arada Fethullah Hoca stajını bitirip ruhsat belgesini de alarak Neoconların yanında İslami bir lider olarak yerini aldı. Başbakan’a Suriye’ye girmesi için baskı yapıldı. Onu Şam Fatihi olmaya ikna etmek için de cemaat görevlendirildi. Ama Allah’ın lütfu olan Hakan Fidan bu oyunu sezdi ve Erdoğan’a işin iç boyutuyla tehlikesini anlattı. Bu yüzden Neoconlar ve cemaatin tepkisini üzerine çekti. ‘Şam’da dökülecek Türk kanı aranıyor’ anonsuna rağmen hükümet oyuna gelmedi. Bu sefer ‘istemezek’çü  cemaat adamları Hakan Fidan’ın kellesini istedi ama başbakan onlara istediklerini vermedi. Kefenimle geldim sözünün alelade bir laf olmadığını gösterdi.  17 Aralık operasyonu önceden planlanarak ve istihbarat verilerek yapılmıştır.



İran, operasyonun neresinde?

PERS DEYİP TERS VURACAKLAR!

Önce’ Gezi olaylarından Tahrir meydanı yaratabilir miyiz’ düşüncesiyle hareket ettiler. Fakat  Erdoğan’ı Mursi, Taksim’i de Tahrir Meydanı’na çeviremediler. Başbakan Kazlıçeşme’de Rabia deneyimi yaptı ve güçlü olduğunu görünce Taksim’i boşaltma direktifi verdi. Gezi parkı olayları fiyaskoyla neticelenince Reza Zarrab’la başlayan 17 Aralık operasyonu gerçekleştirildi. “Benim cebimden çıkan parayı çalıyorlar!”diyenler bilsinler ki; bu İran’ın meşru parasıdır. Asıl bu parada gözü olan Neocon örgütüdür. Müslümanları birbirine düşürmek istiyorlar. İran ve Türkiye’nin yakınlaşmasından korktukları için Yavuz Sultan Selim’in at üzerindeki resmiyle İran aleyhtarlığı yapıyorlar. Ben ‘Pers deyip ters vuracaklar’ diyorum. Asırlardır Türk İran dostluğunu bozamadılar. Bununla birlikte Başbakan’ın son İran seyahati mertliğinin göstergesidir. Var mı bunun başka bir izahı diyorum.





Sizce Cemaatin hedefi Erdoğan’sız bir AK Parti mi? AK Parti’siz bir Türkiye’mi?  

BİR CİN YERLEŞSİN İSTİYORLARDI

Öncelikli hedefleri; AK Parti’nin içini tamamen Erdoğan’dan arıtılmış bir cemaat kadrosuyla doldurmaktı. Kabuk AKP olarak kalsın ama içi tamamen değişsin, yani boş kalan eve bir cin, ifrit yerleşsin ama ev gene dış görünüşüyle aynı evmiş gibi kalsın düşüncesindeydiler. Ama bunun mümkün olmadığı anlaşıldı ve kılıçlar çekilerek AK Parti karşıtlığı halini aldı. Bizim de çok dikkatli olmamız lazım. Cemaatin o saf, temiz halk tabakasını incitmememiz gerekiyor. Sadece onları uyandırmaya çalışmamız lazım. Hocaya da çok kötü sözler sarf edilirse o uyanmamış Müslümanların AK Parti’ye karşı büsbütün bilenmelerine yol açar.



Cemaat yerel seçimlerde oyunu CHP’den yana mı kullanacak?

BU BİR DENEME OLACAK

Başörtülü bir milletvekiline karşı; “bu hanıma haddini bildirin” diyen Ecevit’i nasıl desteklemişlerse, içlerindeki inanan kesime rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’ni de destekleyeceklerini düşünüyorum. Bu da bir nevi deneme olacak. Bundan sonraki dönemde ne olacağı bilinmez.



Son yayınlanan bir ses kaydında Abdullah Öcalan’ın devre dışı bırakılarak silahlı mücadeleye başlanacağından bahsediliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

ŞEVKET KAZAN VE 28 ŞUBAT

Daha önce de böyle bir tehlikeyi sezen Uğur Mumcu’da bu sebeple öldürüldü.  Mumcu milliyetçi biriydi. Bu suikaste kurban gitmesine sebep; vefatından kısa bir süre önce Cumhuriyet Gazetesi’nde kaleme aldığı yazı oldu. ‘O denli cesaretli bir yazıyı ancak bir dayanağa güvenerek yazabilir ‘diye düşünmüş ve çok şaşırmıştım. Kısa bir süre sonra da suikasti haber aldığımda çok üzüldüm ve arkasına aldığı bir güçle yazmadığını anladım. Nitekim azarlanıp uyarılmış ve bu yazı yüzünden tehdit edilmiş. Hemen ardından da bu suikast İran hesabına yazıldı. Şevket Kazan mecliste İran’la ilgisi olmadığını söyleyince de 28 Şubat’ta  Erbakan ve etraflarındakilere yaşatılanlar daha o zamandan karnelerine yazdırılmış oldu.



İçinde bulunduğumuz  bu ortamda Türkiye de hukuk ve adalete güvenilebilir mi?

SAĞLAM BİR YAPIMIZ YOK

Hukuk devleti yapısını tam olarak kuramadık.1990’dan itibaren başlayan ve İskandinavya’dan başlayan bir ahlaksızlık virüsü Avrupa’ya yayılmaya devam ediyor ama onlar bazı tehlikeleri grip virüsü gibi atlatabiliyorlar. Bizim sağlam bir yapımız yok. AK Parti dönemine kadar, meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi de dâhil, şimdiki duruma kıyasla ilerleme kaydettiğimizi söyleyemezdik. Ama var olan muktesebâtımızı da  gasp etmek istiyorlar. Elimizde eğik bükük de olsa, bazı darbelere maruz kalarak zedelenmiş de olsa bir demokrasi tası var ve içinde de bir miktar hukuk devleti çorbası bulunuyor. Şimdi çorbayla birlikte tası da gasp edip bize zehr-i zakkum sunmaya hazırlanıyorlar.

Erdoğan’ın paralel yapıyı tamamen tasfiye edebilmesi mümkün mü? Halk desteği bu gücün neresinde?

HALK DESTEĞİ ÇOK ÖNEMLİ

İran devrimine bu kadar hücum edildiği halde 35 yıldır yıkılmamasının sebebi; geniş bir halk desteğine dayanmasıdır.  Bazı münakaşa ve müzakereleri bir kenara bırakıp tehlikeyi önlemeye çalışmalıyız. Türkler İstanbul’u kuşattığı sırada, Bizans’ın din adamları ve alimleri meleklerin cinsiyetini tartışıyorlardı sözü çok meşhurdur. Bu yüzden yersiz münakaşaları sonraya bırakmamız lazım.



Mit’e ait tırların durdurulması ve akabinde gerçekleşen İHH Baskını hakkında görüşleriniz nelerdir?

ZARARIN NERESİNDEN DÖNÜLÜRSE KARDIR

Tır meselesi oldukça karışık. Çünkü cemaat Suriye’de bazı canavar grupları destekledi. Nitekim Suriye hükümeti ısrarla bunu dile getiriyor. Ama cemaatin nihai isteği askerin doğrudan Şam’a girmesiydi. Allah’tan bu durum yaşanmadı. Yoksa Erdoğan çoktan devrilmiş olurdu. Saddam’a yaptıklarını Türkiye’de çok kısa sürede gerçekleştirirlerdi. Türkiye’yi harap edip göstermelik bir hükümet kurarlardı. Suriye’yi  Suriyelilere bırakmak lazım. Nusayri, Alevi ve sünnî çatışmasına meydan verilmemeli. ‘Tencere dibin kara, senin ki benden kara’ tartışmasını bir kenara bırakmalıyız. Biz önce Erdoğan’ı vermemeye bakalım, Esed’i ondan sonra düşünürüz. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bize düşen; şahsî hesaplara ve ihtiraslara kapılmaksızın başbakan ve hükümeti desteklemektir.



Ariel Şaron öldüğünde Cemaat medyası Vefat etti ve çığır açan kelimelerini kullanarak çok tepki topladı. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

ŞAŞIRMADIM

İnançlı ve ahlaklı bir Musevi ya da Hristiyan için ‘vefat etti ‘denmesi gayet normaldir.  Fakat kasap diye anılan Şaron, güçlünün temsilcisi olduğu için böyle bir ifade kullanmaları onlardan beklenen ve beni şaşırtmayan bir şey.



Balyoz ve Ergenekon davaları sizce tekrar görülmeli mi?

HALK DESTEĞİYLE ÜLKEYİ KURTARABİLİRİZ

 Genel kanunla bu davalar baştan alınacak denmemeli.  Olmadı baştan yapılırsa yargıya güveni  iyice sarsar ve her davada şüphe uyandırır.  Ben doğru bulmuyorum.  Bu emperyalizmin bir oyunu olabilir. ‘Ders verdiğimiz, uslanmış askeri vesayet üyelerinden tekrar elverişli gördüklerimizi kurtarıp kucaklayabiliriz’ diye düşünüyor olabilirler. Tekrar belirtmek istiyorum ki; inşallah bu tehlikeli planlara karşı millet olarak halk desteğini sağlarsak, ülkeyi, Başbakan’ı, dolayısıyla hükümeti el birliğiyle kurtarabiliriz. Bunu yapmak bir görevdir.
İsrail saldırısının asıl amacı neden Türkiye: Tarihi ve güncel cevaplar...

Cemil ERTEM
20 Temmuz 2014
İsrail devletinin yürüttüğü terör ve soykırıma varan katliamlar artık Filistin sorunu kapsamında anlatılamaz. Bu olan bitenin Avrupa’nın kriziyle, ABD’nin yeni yoluyla ve Türkiye’nin bölgedeki etkinliği ile çok güçlü bir ilişkisi vardır.

İsrail’in güncel terörü, hiç bir şekilde, Türkiye’nin iç politikasından da bağımsız değildir.
İsrail’in bugün Gazze üzerinde uyguladığı güncel terörün hangi strateji ve hangi güncel amaçlarla yapıldığı ve bunun ekonomik nedenleri üzerinde durmak istiyorum.

Öncelikle İsrail, tarihsel ve güncel olarak hangi ekonomik ayaklar üzerinde duruyor buna bakalım...
İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere, Batı Şeria ve Gazze şeridinin çok önemli bir ticaret geçişi ve Akdeniz için enerji yollarını da denetleyecek merkez olduğunu biliyordu. Bunun için, 1945’ten itibaren, İngiliz ordusunda görev alan Filistinliler’in ve Yahudiler’in bu bölgede tarım, imalat sanayi gibi alanlarda ekonomik faaliyetlerle bulunmasını İngiltere teşvik etti. Ama bölgede Yahudi girişimcilerin yatırımları ve iş alanları çok kısa sürede artarak ekonomik hakimiyete dönüştü. Bu durumu, Yahudiler, ‘ekonomi bizim elimizde, artık vaad edilmiş topraklarda devlet olmalıyız’ anlayışıyla değerlendirirken, Araplar, “Yahudilerin küresel ekonomik desteği bizi köle yapıyor, kendi topraklarımızda köle oluyoruz’ diye anlatıyordu.

İsrail -savaş- Ekonomisi
İşte bu ikili durum, sistemin iki hegemon devleti İngiltere ve ABD’ye burada homojen bir ekonomi olamayacağını anlatttı ve bir Yahudi devletinin kaçınılmazlığını da bu durum dayatmış oldu. 1947’de, bögedeki İngiliz Yüksek Komiseri, ‘Yahudi ve Arap piyasaları birbirinden tamamen koptu, burada bir iktisadi etkinlik bu şartlarda olmaz’ diye rapor verdi.

Sonuçta, ABD ve İngiltere, Filistin topraklarını üç ayrı kesime bölerek İsrail Devleti’ni 1948’de resmen ilan ettiler. Gazze şeridi Mısır’ın denetimine verildi. İsrail sınırları içnde kalan Filistinliler göç etmeye ve topraklarını bırakmaya başladı. Göç edenler, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne doğru yayıldı. Bunun böyle olacağı biliniyordu, çünkü bu göç eden, topraklarından alınmış Filistinli nüfus, İngiltere ve ABD’nin savaş sanayi ile kalkındıracağı İsrail ekonomisinin ucuz işgücü deposu olacaktı.

O zaman şunu söyleyebiliriz; İsrail ekonomisi 1948’den beri, üç temel ayak üzerine oturur; 1) El konulan Filistin tarım toprakları 2) Ucuz Filistin iş gücü 3) Savaş tazminatları ile başlayan ve daha sonra küresel Yahudi sermayesi olarak devam eden ve savaş ekonomisini besleyen müthiş sermaye aktarımı...

1948’den 1967’ye kadar olan dönemde İsrail ekonomisi, savaş tazminatları, el konulan tarım toprakları ve Yahudi cemaatler vasıtasıyla aktarılan sermaye yoluyla çok hızlı büyümüştür. Ama 1967’ye gelindiğinde savunma sanayi yatırımlarıyla doruğa çıkan bu ekonomi, harcama ve yenilenme  ve hammadde tedariki sorunu yaşamaya başladı. İşte tam bu tarihte de Arap-İsrail savaşı başladı.  1967 savaşı, Batı Şeria ve Gazze işgalinin başlangıcıdır ve İsrail’in faşist yayılmasının en önemli dönemecidir. Böylece İsral devlet ekonomisi, daha önce, dolaylı yoldan elde ettiği pazar ve işgücü kaynaklarına doğrudan ulaşmış oluyordu.

Seksenlere geldiğimizde İsrail ekonomisi için, yok pahasına, çalışan Filistinli işçiler, toplam işgücünün yüzde 10’una erişmişlerdi.

İsrail-cuntalar- Türkiye 
Bu dönemde ABD, hem Sovyetler saiki ile hem de Ortadoğu enerji kaynaklarının denetlenmesi saiki ile İsrail savaş devletine milyarlarca dolar aktardı. Yine bu dönemde terör devleti İsrail’in ve onun ekonomisinin en önemli ittifaklarından birisi, vesayet ve cunta rejimleri arasında gidip gelen ABD’li neoconların, siyonistlerin, Mason Başbakanlarla istediklerini yaptırdıkları Türkiye idi.
Bütün bu dönemde İsrail devleti ile Türk devleti iç içe girmişti. (biliyorum içiniz acıyor ama gerçek bu) MOSSAD ve MİT birlikte çalışıyordu. Türkiye’yi 12 Eylül rejimine götürecek, iç savaş provalarını, K.Maraş, Çorum gibi katliamları Türk derin devleti-kontr-gerillası- ile İsrail devleti birlikte-çoğu kere- tasarlıyorlardı.

İşte tam o dönemde, İsrail’li siyonistler ve ABD’li neoconlar Türkiye’de kendileri için uzun vadede çalışacak kontr-gerilla elemanları, örgütleri yarattılar. Bunlardan birinin 1979 yılında İzmir Bornova Camii’nde verdiği vaaz hala kulaklarımda... Diyordu ki; “ ülkede bu terörü yaratan anarşistleri, sol sağ demeden imha etmeli, devlet başa gelmeli” Bu bir cunta çağrısıydı ve zaten bununla da görevliydi. Biliyorsunuz cunta 12 Eylül’de başa geldi ve hem sağdan hem de soldan gençleri ‘beslemeyeceğiz, asacağız’ diyerek astı. Sonra Başbakan Erdoğan, otuz yıl sonra, Meclis’te o gençlerin annelerine yazdığı son mektupları okurken ağladı...

Ne diyelim toptan imha olmadık dediği gibi ama biliyorsunuz, memleketi imha ettiler. Şimdi bugün, hiç şüpheniz olmasın, aynı şeyi yapmaya çalışıyorlar.

İsrail’in güncel amacı ve saldırı nedeni
Gördüğünüz gibi İsrail terör ekonomisinin kaynakları acımasız bir sömürü ve küresel sermeye aktarımı ve savaşa dayanır. Ve bu ekonomi, tıpkı 2. Dünya Savaşı öncesi Nazi Almanyası Ekonomisi gibi sıkıştığı zaman savaşa başvurur ve saldırır.

Peki bugün İsrail hangi ekonomik saikle saldırıyor ve Türkiye’deki karşılığı ne?
Öncelikle şunu söyleyelim; Mısır darbesi ile İsral saldırısı birbirinin devamıdır.

İsrail, Gazze ve Akdeniz bağlantısını -Mısır dahil- ekonomik olarak kesmek istiyor. Bunun dışında İsrail’in en önemli amacı, Türkiye’nin Irak Kürdistan Yönetimi ile yaptığı enerji stratejisini ve daha sonra Türkiye’nin bağımsız Kürdistan’ı destekleyerek bölgede hakim olmasının önüne geçmektir.

Bu saldırının üç amacı vardır;
1) Gazze’den başlayarak bölgeyi istikrarsızlaşmak ve bu istikrarsızlığın Irak-Kürdistan giderek Türkiye coğrafyasına sıçraması ve Türkiye ile Batı’nın arasını açmak.

2) Gazze’yi temizleyip, Doğu Akdeniz kaynakları ve Akdeniz ticaret çevrimi için Türkiye’nin önüne geçmek. Türkiye ile daha avantajlı masaya oturmak ve Türkiye’nin -Gazze-ablukayı kaldır şartını gereksizleştirmek.

3) Batı- özellikle ABD- ile Erdoğan’ın arasını açarak içeride destekledikleri örgütün yolunu açmak ve örgütün, ABD’nin daha işine yarayacağını anlatmak. Tabii nihai amaç, Erdoğan ve yakın çevresinin tesfiyesidir ki, masaya Gazze şartını ortaya atamayacak ve Musul-Kerkük hatta Hazar ve Akdeniz’de iddiası olmayan ‘Eski Türkiye’ ile oturmak... Ya işte böyle; İsral’in derdi artık Filistin hatta İran bile değildir, Türkiye’dir. Bilelim...  

http://haber.stargazete.com/yazar/israil-saldirisinin-asil-amaci-neden-turkiye-tarihi-ve-guncel-cevaplar/yazi-914496#.U85OBQDOuas.email