HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

15 Mart 2014 Cumartesi

İŞTE İSRAİL'İN EMİR ALDIĞI YER BUDUR!
 
İŞTE İSRAİLİN EMİR ALDIĞI YER BUDUR!01.06.2010
Tek olan Allah yerine para için ayet uyduran eski din adamlarının yazdıklarına tapan putperest İsrail halkının dini işte bu:
 

Tek olan Allah yerine para için ayet uyduran eski din adamlarının yazdıklarına tapan putperest İsrail halkının dini işte bu:



Sen benim topuzum cenk silahımsın. seninle milletleri kıracağım ülkeleri helak edeceğim... ve seninle erkeği ve kadını kıracağım ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağım; ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım; ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; ve seninle Valiyi ve kaymakamı kıracağım. (Yeremya 51/20-23)


İşte Rabbin acımasız günü geliyor. (İşaya: 13/9)


Yakalananın bedeni delik deşik edilecek.
Ele geçen kılıçtan geçirilecek.
Yavruları gözleri önünde parçalanacak
Evleri yağmalanacak
Kadınlarının ırzına geçilecek.(İşaya: 15-16)


Hem yiğidi hem kızı.
Emzikteki çocukla ak saçlı adamı
Dışarıdan kılıç Ve içeriden dehşet telef edecek.
Hasımlarından öç alacağım Ve benden nefret edenlere ödeyeceğim. (Tesniye 32/25)


Onları tamamen yok edeceksin onlarla ahdetmeyeceksin onlara acımayacaksın. (Tesniye: 7/1-3)


Ve yayları gençleri yere çalacak ve rahmin semeresine acımayacaklar gözleri çocukları esirgemeyecek. (İşaya: 13/15-18)


Mülklerini alacağımız milletlerin yüksek dağlar üzerinde ve tepeler üzerinde ve her yeşil ağaç altında ilahlarına ibadet ettikleri bütün yerleri mutlaka harap edeceksiniz.(Tesniye: 11/23-25)


"Onları kasaplık koyunlar gibi ayır ve öldürme günü için Onları hazırla."(Tevrat. Yeremya Bölümü. 12/3.)


"Et yeyin ve kan için yiğitlerin etini yiyeceksiniz ve dünya beylerinin kanını içeceksiniz...sarhoş oluncaya kadar kan içeceksiniz.(TevratHezekiel Bölümü
39/18-19.)


Yahudi olmayanların hayatı bile yahudilerin mülkü iken (yani onlar yahudilerin kölesi iken) o ecnebilerin malları nasıl yahudilerin olmaz? Yani onların malları hertürlü hilelerle alınabilir. (Hakikat-ul Yehud sahife-18.)


Senin önüne bir yahudi ile bir ecnebi herhangi bir hususta davalı olarak gelirlerse imkan bulduğunda o yahudiyi bu davada kazançlı çıkar.”(Hakikat-ul Yehud sahife-19.)


“Ve Allahın Rabbin sana teslim edeceği bütün halkları bitireceksin ve gözlerin onlara acımayacak…. O şehrin ahalisini mutlaka kılıçtan geçireceksin, onu ve onda olan her şeyi, ve hayvanlarını tamamen yok edeceksin.” (Tesniye 7/16; 13/15)


“Parlayan kılıcımı bileyip yargılamak için elime alınca, düşmanlarımdan öç alacağım, benden nefret edenlere karşılığını vereceğim. Oklarımı kanla sarhoş edeceğim. Kılıcım öldürülenlerin ve tutsakların kanıyla, düşman önderlerinin başlarıyla ve etle beslenecek.” (Tesniye 32:41-42)

Fatih TEZCAN
ANALİZMERKEZİ
MİLLİYETÇİLİK ŞEYTANİ BİR BULUŞTUR
 
MİLLİYETÇİLİK ŞEYTANİ BİR BULUŞTUR17.12.2009
Kendi halkıyla kavga eden bir sistem, bu coğrafyada en çok kimin işine geliyorsa hadiselerde onun parmağını da aramak lazım.
Zaman ve şartlar ve dahi yaşanmakta olan olaylar, şu açılım denilen şeyin ne kadar mübrem bir ihtiyaç haline geldiği bir kere daha gösterdi.
Anlaşılıyor ki, birileri sistemin ‘insanileşmesini’ istemiyor. Eski usul devam etsin diye nerede ise memleketi ateşe verecekler. Demek ki hükümetin yapmak istediği, en azından niyeti bakımından mühim ki, sistemden beslenenleri rahatsız etmeye başladı. Memleketi yangın yerine çevirdiler. Bilmiyorum aklıselim sahibi Kürtler, sistemin varlığını sürdürmek için Kürtleri nasıl kullandığının farkındalar mı?
Bakın açılımı en çok Kürt çocuklar üzerinden baltalıyorlar. Oysa açılıma karşı  çıkanlar, o çocukların heder olmasını ön görmüş bir sistemin devamını istiyorlar…
Tabii sistemin devamını isteyenlerin sadece laikçi kesimler ve Ergenekoncular olduğunu söylemek ahmaklık olur. Hem belli bir kesim cidden devletin bekası konusunda endişelendiği için açılma karşı duruyor.
Kendi halkıyla kavga eden bir sistem, bu coğrafyada en çok kimin işine geliyorsa hadiselerde onun parmağını da aramak lazım. Siyonist dünya teşkilatının, arz-ı mevut sınırları içine saydığı güneydoğu bölgesinin istikrarsızlığı için yapmayacağı iş yoktur. Tabii Ortadoğu’nun arka bahçeleri olmasını isteyen ülkeleri de unutmamak gerekir. Ergenekoncular, olsa olsa onların yerleşik uzantılarıdır. Fakat kendilerini ‘ulusalcı’ sanıyorlar. Ben yine de Kürt çocuklarını öyle küstahça kışkırtıp sokaklara itenlerin Ergenekonculardan ziyade, yabancılar olduğuna inanıyorum. Çünkü gösterilerin içine sıkıştırılmış niyet açık: Toplumsal çatışma! Türk-Kürt çatışması, pratikte en çok kimin işine gelir onlara bakmak gerekir.
Şunu da bir not olarak tespit etmeliyim: Horoz dövüşü gibi birbirini didikleyen siyasetçilerin şu noktalara hiç bakmamaları, olup bitenlerden birbirini sorumlu tutmaları çok ilginç... Kimse akıl edemiyor mu ki, birileri bizi birbirimize düşürüyor. Bu kadar provokasyona rağmen bir ajan provokatörün yakalanmaması size tuhaf gelmiyor mu?
YANLIŞLAR YANILGILAR

Kürt milliyetçiler, TC’nin, bir takım ‘Türkçü’ siyasetçilerin dayatmalarıyla kurulmuş, gayrı Türk unsurları da zorla Türkleştirmeyi gaye edinmiş bir ‘milli devlet’ sanıyorlar ve birinci dünya harbini ve istiklal savaşını birlikte yaptıkları Türk milleti tarafından ihanete uğradıklarını zannediyorlar. Yanılıyorlar. Çünkü TC, Türk milletinin projesi değildir. Evet, Milli Mücadele, milletin mücadelesidir. En azından Lozan Barış Antlaşması’nın ikinci faslına kadar. Ama sonra proje ta temelden –Haim Naom gibi dessasların da marifetleriyle- değişmiştir.  O dessas herif devreye girinceye kadar hiç kimse imparatorluk bakiyesinden bir ulus devlet çıkacağını beklemiyordu. Milli mücadeleyi yapanlar da dahil!
Nitekim, onlar halifeyi ve vatanı kurtaracaklarını sanıyorlardı!
Türk milliyetçileri ise, kurgulanmış bir tarihin telkinleriyle, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, gerçekten homojen bir Türk kavmi yaratmak için yola çıktıklarını ve bu yüzden ‘ulusçu bir devlet’ inşa ettiklerini zannediyorlar.
Her ikisi de yanılıyor. Her iki tarafın da doğruları vardır ama yanlışları daha çok. Çünkü TC, (Bendeki TC imajı, içinden din çıkarılmış ve Türklere aitmiş gibi gösterilen mürtet bir anlayışı ve dünya görüşünün sembolüdür.) kurgulanmış bir sistemdir. Dindar, Allah yolunda cihadı kendi davası edinmiş bir kavmi, dinden soğutmak ve onu aslî görevinden; yani yeryüzünde şeytani yapılanmaları bertaraf etmek vazifesinden uzaklaştırmak için kurgulanmış bir yapı!
‘Manası alınmış’, kuru maddesi kalmış bir ‘Türk’ kavramı üzerine inşa edilmiş TC’nin hatalarını, Müslüman Türk halkına mal etmek ne kadar yanlış ise, rejimin yerleştirilmesi çabasıyla, Kürtlerin ötekileştirildiği gerçeğini görmezlikten gelmek de o kadar yanlıştır.
Esasında Türk milliyetçilerinin, TC’yi, milliyetçi çabaların bir eseri görmeleri yanlıştır. Çünkü TC, Türk milletinin ihtiyaç, anlayış ve yaklaşımlarını benimseyerek değil, onun inancını dışlayan, kültürünü aşağılayan ve hatta medeniyetten yoksun sayan –bizi muasır medeni milletler seviyesine getirmek istedilerdi ya- bir anlayıştan doğmuştur.
Tıpkı SSCB ve Çin gibi, TC de, var olan kültürü, izanı, anlayışı, ruhu yok ederek, yerine tanrı ve din ile ilgisi bulunmayan bir pagan kültür yaratma çabasının eseridir. İnkâr-ı ulûhiyet üzerine inşa edilmiştir. Acı olan da, bazı Türklerin, onu Türk milliyetçiliğinin bir başarısı zannetmeleridir. Oysa biraz tarih bilseler, görecekler ki, bu çağın en büyük Türkçüsü olan Nihal Atsız, birçok din âliminin çektiklerinden daha fazla çekmiştir bu rejimden.
Rejim Türkçü veya milliyetçi olsaydı bunu yapar mıydı? Zaten bu tür şeyleri anlamakta ciddi sıkıntı çekiyorum. Alevilerin Atatürkçü ve CHP’li olmaları, Kürtlerin de Kemalist bir yapılanma olduğu gün gibi aşikâr olmuş DTP’yi ‘hak’ bilmeleri tuhaf bir paradoks.
TC’nin, tıpkı komünist sscb gibi, halkına rağmen yaratılmış despot ve tanrısız bir devlet düzeni olduğu gerçeği bilinmedikçe, bugün yaşanmakta olanlar anlaşılamaz. Nitekim Türkçüler, Kürtler için ‘bunların nesi var, hangi haktan mahrumlar ki baş kaldırıyorlar. Aslında bunlar hain” diyor, Kürtçüler de, ‘tc’ adına yapılmış tüm zulüm ve hataları Türk milletin marifeti ve müsaadesiyle yapılmış sanıyorlar.
İLK TEŞHİS BEDİUZZAMAN’DAN…

Oysa Bediuzzaman ta işin başında rejimin tabiatını tespit etmiş ve haber vermiştir ki, bu rejim Türkçülüğü İslam’ın bazı meselelerine karşı kullanacak: “Garibdir hem çok garibdir. Yediyüz sene müddetinde İslâmiyet'in ve Kur'an'ın elinde şeref-şiar, bârika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyet'in bir kısım şeairine karşı istimal etmeğe (kullanmağa) çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. "Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor" diye rivayetlerden anlaşılıyor.” diyor. Buna rağmen Kürtçüler, TC’nin işlediği şenaati, Müslüman Türk halkının marifeti olarak gösteriyorlar.
Hayır öyle değil. TC, bir inkâr-ı ulûhiyet projesidir. Tanrı kavramını, ‘vicdan’ denilen karanlık odaya hapsedip, insanı dünyevileştiren, ilahsızlaştıran bir süfyanist yapılanmadır. Komünist düzenden daha tehlikeli ve acımasız… Çünkü temellerini ‘inkâr’ kavramı üzerine inşa etmiştir. Muannit bir mürtet gibi, uyanık, müteyakkız ve suret-i haktan görünmüştür. O yüzden yeryüzünde inkâr-ı ulûhiyet fikrini esas alarak kurulmuş tüm düzenler kendisini tasfiye etmiş olmasına rağmen, TC hala direniyor. Yani bugün, rejiminin tabiatı bakımından ‘münkir’ olan yegâne devlet bizimkisi... Hakiki anlamda laik olsa ona münkir denmez. Bu devletin bir diyanet teşkilatının bulunuyor olması sizi yanıltmasın. 1950’li yıllardan itibaren isteyerek istemeyerek bazı alanlarda geri adım atmış olması da sizi aldatmasın. Onun tabiatı münkir ve cebirdir. Ve tahriptir. 
Bediuzzaman 5. Şua’da rejimin hakikatini şöyle dile getirir:
“...azamî bir istibdad ve azamî bir zulüm ve azamî bir şiddet ve dehşet ile hareket ettiklerinden, azamî bir iktidar görünür. Evet, öyle acib bir istibdad ki; -kanunlar perdesinde- herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hatta elbisesine müdahale ederler. Zannederim, asr-ı âhirde İslâm ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. (Yani, Abdülhamid’e saldırmışlar, manen daha sonra gelecek olan cumhuriyet istibdadını hissettikleri için) Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hata(lı) bir cebhede hücum göstermişler. Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harab ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder…”
İşte bunu görmezsek ne ‘açılımlar’a ihtiyaç duyarız ne de ‘açılım’ın ne anlama geldiğini biliriz. Nitekim bilmiyoruz. Çünkü TC kuruluştan itibaren, iki şeyi çok iyi kullanmıştır: Rüşvet-i mutlaka, istibdad-ı mutlak!
Bütün yandaşlarını  rüşvetle beslemiştir (bugün bile onu şiddetle savununlar o rüşvetten beslenenlerdir, CHP dahil), muhaliflerini ise mutlak bir istibdat ile sindirmiştir. Bediuzzaman’a da rüşvet teklif edildi. Ankara’ya çağırılıp kendisine şark umum müfettişliği verildi. Bediuzzaman, yapılmakta olanların nereye varacağını görüp karşı çıkınca, yani rüşveti kabul etmeyince ona reva görülen, mutlak bir istibdat olmuştur. Bu her muhalife yapılmıştır. En küçük kriz ortamında askere olağanüstü yetki verip toplumu susturmuş ve sıkıntıların sürekli sumen altına süpürülmesine neden olmuştur. Kendini garantiye almak için, güya kendisi adına hareket ettiği Türk milletini bile harcayabiliyor; topluca öldürmeler, suikastler, terör, darbe, faili meçhuller, provokasyonlarla onu sindirebiliyor!
Çünkü gerçek anlamda bir insani temele dayanmıyor. Toplumun hiçbir kesimiyle doğal bir illiyet bağı yok. Kendi yarattığı bir laik kesim dışında bir aidiyet oluşturabildiği bir kesim yok. O da halka tepeden bakmacı bir kesim. Adı ‘Türk’tür ama bu bir resimden ibarettir. Çünkü milletinin değerlerini benimsesemiştir. İslam içinde geçen bin yıllık parlak tarihini yok saymıştır. Hatta onu görmezlikten gelebilmek için Hitit’i, Asur’u köken kabul etmeye çalışmıştır. İslam ile ilintisi yok etmek istemiştir ama muvaffak olamamıştır.
Tiyniyette güya Alevi’dir ama onlara da sadık değildir. Çünkü Osmanlıyı tümüyle reddetmesine rağmen Alevilere karşı güvensizliğini sürdürmüştür.
Yapısı güya demokrat bir cumhuriyettir ama uygulamada, ‘keyfî’ ‘küfrî’, ‘cebrî’ ve ‘askerî’dir. Ferdin devlet karşısında bir gramlık hakkı yoktur. Devlet, daha doğrusu rejim daima haklıdır. Halka karşı muamelesi keyfidir. Kanun, rejimin çıkarı neyi icap ettiriyorsa o yönde yorumlanır. Bunu küfre hizmet için yapar, halk için değil! Toplumda hoşnutsuzluk sezdiği zaman cebir uygular. Cebir sökmediği zaman askeri göreve çağırır. Askerin yapı içindeki asli görevi de doğal olarak sistemin devamını sağlamaktır, halkın bekasını değil…
İşte bu yapı ile artık yürünmeyeceği gözlemlenmeye başlandı. Türkiye ya Rusya gibi kendi glastnostu’nu yaparak yen bir perestroyka ile yapısını ‘apdate’ edecek (güncelleyecek) ya da derin ve nerede duracağı belli olmayan Sırbistan gibi çalkantılara girecektir…
Türkiye’nin önünde ciddi türbülanslar oluşmuş durumda. Bunu aklıselim sahibi herkes görebiliyor. O yüzden de toplum ekseriyeti diyor ki, ‘rejim acilen insanileştirilmeli!” Çok az -ama imkânları elinde tutan- bir kesim ise, ‘hayır böyle devam etsin’ diyor. Yani insanlarımız ölmeye devam etsin, sokaklarımız her gün yansın, genç kızlarımız diri diri yakılsın, bu milletin yoksul ve dindar ailelerinin ocağına her gün yeni ateşler düşsün. Sistemin zangoçlarına bir şey olmasın yeter…
Bu halin böyle gitmeyeceğini söyleyen herkese vatan haini gözüyle bakmak en kolaycı yoldur. Kimse acıyla ve çözüm yollarıyla yüzleşmek istemiyor. Oysa önünde sonunda olacak olanı öne almak belki de faturayı azaltır.
Evet, bu rejim, önünde sonunda İslam ile barışmak zorundadır. Çünkü anasır-ı İslamiye olan şu halkları bir arada tutabilmenin yegâne vesilesi İslam milliyetidir.
MİLLİYETÇİLİK  ŞEYTANİ BİR BULUŞTUR

Milliyetçilik, dünyayı sömürmek isteyen batılıların ortaya çıkardığı şeytani bir buluştur ve insanlık tabiatına aykırıdır. Zira millet kavramı, ırk anlamında ele alınıp sistemin temeline oturtulduğunda, otomatik olarak insanlık yekdiğerini yemekle beslenen gruplara ayrıştırılmış olur. Bu da fıtri değildir. Geçmiş asır, bir parça milliyet asrı olabilirdi. Bu asır artık onu kaldırmıyor.
Devletler, 18. yüzyıla kadar meşruiyetlerini ırk veya milletten almamıştır. Bugün dahi sağlıklı temelleri olan ülkelerde esas işleyiş ırk temeline dayanmaz. Bunu net bir şekilde yapmak isteyen Almanya, İtalya ve İspanya, insanlık için yüz karası olacak hadiselere sahne oldular. Meşruiyeti bir ırka dayandırma geleneğini başlatan batı, geçtiğimiz asırda bunun bedelini ağır ödedi ve insanlığa büyük acılar yaşattı. İki cihan harbi, Mussolini ve Hitler rejimleri, Komünizm belası, hepsi bu aidiyet fikrinin millet esası üzerinde inşa edilmesiyle ortaya çıkmış belalardır.  Batı bugün bu belayı, toplumsal zemini yeni kriterler üzerine oturtmakla aşmış gibi görünüyor. Amerika zaten çok uluslu bir devlet... Biz neden, kurgusu bile bize ait olmayan bir yapıda ısrar edip kendimizi tüketelim.
Milliyetçiliğin tarihi, bilemedin bir iki asırdır. İnsanlığın geçmişi ise yüzbin yıllara baliğ... Hem milli devlet fikri en çok bize zarar verdi. Koca bir imparatorluğumuzu yedi. Oysa Karahanlılar, Selçuklular, Harizmşahlar, Osmanlılar… hepsi Türk devleti idiler. Hiç birinde de aidiyet ve bağlılık millet tabanına oturmuyordu. ‘Ulus devlet’ değillerdi. Ama herkes biliyordu ki yöneten hanedan Türktür ve devlet geleneği Türk geleneğidir. Bu açıdan bakıldığında belki de önümüzdeki dönemlerde yeni bir aidiyet kültürü oluşturmamız gerekmektedir.
İlla milliyet fikri aranacaksa da ‘islam milliyeti’ yeter de artar bile. Çünkü bütün dayatmalara rağmen, Türk devletleri içinde, sadece millilik vasfını öne çıkaran TC, bir aidiyet oluşturmada zafiyet yaşamıştır. Osmanlı hanedanı bile son ana kadar aidiyet fikri yaratmada başarılı olmuştur. Abdülhamit döneminde devlete ait simge ve sembollerin nasıl yeniden bir aidiyet oluşturmada kullanıldığı bilinmektedir.
Türkiye’nin geleceği ile ilgili fikir beyan etmek niyetinde olanların şu meseleleri göz önünde bulundurmalı gerekir kanaatindeyim.

Mehmet Ali Bulut - Haber 7
Abdülhamid'den Hakan Fidan'a MİT'in Tarihi!
 
Abdülhamid'den Hakan Fidan'a MİT'in Tarihi!14.03.2014
Ülkenin en gözde kurumlarının başında yer alan MİT yakın zamana kadar gerçek manada bir istihbarat kurumu özelliği göstermiyordu.


Türkler'de istihbarat çok eski devirlere dayanır. Aslında Türklerin tarih sahnesine çıkışıyla beraber kurulan ilk devlet olan Hunlar'da Mete Han'ın kurduğu askeri sistemin içinde bir haber alma teşkilatına rastlıyoruz. Özellikle Çin akınlarını ve Çin'de hangi olayların vuku bulduğuna dair yazışmaların olduğu Çin kaynaklarında görülmektedir.

İLK İSTİHBARAT TEŞKİLATI ABDÜLMECİD DÖNEMİNDE

Daha sonra kurulan tüm Türk devletlerinde bu benzeri örneklemelere rastlamak mümkündür.

Profesyonel manada istihbarat ilk olarak Abdülmecid döneminde görülmektedir. Daha sonra Sultan 2. Abdülhamid'in kurduğu Yıldız Teşkilatı ise döneme damgasını vurur. Yıldız Teşkilatı yurtdışında önemli işlere imza atarken özellikle Ermeni komitacılara karşı büyük başarılar elde eder. Dönemin Yıldız kaynaklarından öğrendiğimize göre; Abdülhamid'e aylık 3000 jurnal gelmektedir.

Yıldız Teşkilatı daha sonra 2. Abdülhamid'in tahttan indirilmesiyle son bulacaktır.

YILDIZ TEŞKİLATINA ATFEDİLEN BÜYÜK ÇAPLI İŞLER

1- Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde İngiltere Osmanlı topraklarında kültürel ve sportif faaliyetleri bahane ederek istihbarat çalışması yapıyordu dönemin padişahı 2. Abdülhamit'in de buna karşılık aynı yöntemle istihbarat çalışmaları için İngiltere'de Portsmouth Kulübü'nü kurdurdu.

Burada istihbarat sadece adı anılan kulüp ile sınırlı değil, özellikle transferlerde de istihbarat çalışmaları devam etmiştir. Bir futbolcu gittiği takımda da istihbarat çalışmalarını sürdürmüştür. O yüzden Portsmouth, işin görünen yüzüdür.
Portsmouth'un seçilmesinin diğer bir nedeni de, bu şehirde İrlandalılar'ın aktif olmasıdır. İrlandalılar'ın bu şehirde önemli yer tutması da bu konuda etkili olmuştur" ifadelerini kullandı.

2- İngiltere'nin başına 2 asır bela olan IRA (İrlanda Kurtuluş Örgütü) bizzat Abdülhamid'in destekleriyle kurulmuş ve teşkilatlanmasında büyük emekler harcanmıştır.

KUŞÇUBAŞI EŞREF'İN LAWRENCE'A VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

Teşkilat-ı Mahsusa cemiyetinin kritik isimlerinden biri ise Kuşçubaşı Eşref'ti. Gençliğinde Abdülhamit'e muhalif olan bu yüzden Hicaz'a sürgüne gönderilen Kuşçubaşı Eşref ile Abdülhamit'in siyasi çizgisi İngiliz karşıtlığında birleşti.

Abdülhamit Hicaz demiryolunu kendi kaynaklarıyla inşa ederken İngilizler bu yolun Müslümanları birleştireceğinden endişe etti ve bölgede karışıklık çıkarmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı'nda bölge cepheye dönüşünce ünlü İngiliz casus Lawrence bölgede çıkarılan karışıklıklarda başrolü oynadı.

İNGİLTERE'YE IRA HAMLESİ

Kuşçubaşı Eşref bizzat Lawrence ile mücadeleye tutuştu. Teşkilat-e Mahsusa üyesiyken Hayber'de yaralı olarak İngilizlere tutsak oldu. Bu sırada Kuşçubaşı Eşref Lawrence'a tarihe not düşülecek bir cevap verdi:

"Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle sıkıntılar salacağız ki, 2 Asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz." Bazı tarihçilere göre Kuşçubaşı Eşref'in kast ettiği İrlanda bağımsızlık mücadelesinden başka bir şey değildi.

ENVER PAŞA'NIN TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA'SI

Ülkemizde, sistemli ve organize nitelikte istihbarat örgütü kurma girişimleri, Osmanlı Devleti'nin son yıllarında başlamıştır. Siyasi birliğin korunması, ayrılıkçı hareketlerin önlenmesi ve özellikle yabancı devletlerin Ortadoğu üzerinde odaklaşan faaliyetlerinin izlenebilmesi için bireysel bazda ve sınırlı nitelikte sürdürülen istihbarat çalışmalarının bir merkezden organize biçimde yürütülmesine ihtiyaç duyulmuş ve 17 Kasım 1913 tarihinde Enver Paşa tarafından TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA isimli istihbarat örgütü kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri ve paramiliter hareketler gerçekleştirerek önemli görevler üstlenen bu örgüt, savaşın sona ermesiyle 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında dağılmıştır.

KURTULUŞ SAVAŞINDA KARAKOL CEMİYETİ FAKTÖRÜ

Bu gelişmeyi izleyen dönemde, 1918 sonlarında KARAKOL CEMİYETİ isimli yeni bir istihbarat ünitesi kurulmuştur. Bu örgüt, Anadolu'nun işgal edilmesine karşı çeteleri ve halkı silahlandırmış, milli kuvvetlere silah ve malzeme temin etmek suretiyle kurtuluş hareketine önemli hizmetler sağlamıştır. İstanbul'un 16 Mart 1920 tarihinde işgaliyle, mensuplarının tutuklanması üzerine Örgütün faaliyetleri sona ermiştir.

KARAKOL CEMİYETİ'nin dağılmasından sonra ZABİTÂN ve YAVUZ gibi çeşitli istihbarat grupları oluşturulmuş, bunlardan 23 Eylül 1920 tarihinde faaliyete geçen HAMZA GRUBU'nun adı 31 Ağustos 1921 tarihinde FELÂH GRUBU olarak değiştirilmiş, istihbarat grupları Kurtuluş Savaşı sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

ASKERÎ POLİS TEŞKİLÂTI

İstihbarat örgütleri arasındaki dağınıklığı gidermek,ordu içerisine sızan düşman casusluk faaliyet ve propagandasına karşı koymak amacıyla 18 Temmuz 1920 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından ASKERÎ POLİS TEŞKİLÂTI (A.P. veya P.) kurulmuştur. Savaş yıllarında başarılı hizmetler veren örgütün faaliyetlerine 21 Mart 1921 tarihinde son verilmiştir. Askerî Polis Teşkilâtı'nın kapatılmasının istihbarat faaliyetleri açısından kısa bir süre doğurduğu boşluk ise, yine Genelkurmay Başkanlığı tarafından kurulan ve 1 Nisan 1921-22 Haziran 1922 tarihleri arasında Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde faaliyet gösteren TEDKİK HEYETİ ÂMİRLİKLERİ vasıtasıyla giderilmiştir.

FEVZİ ÇAKMAK'IN MÜSELLÂH MÜDÂFAA-İ MİLLİYE'Sİ

Edinilen tecrübelerin ışığında ve belirlenen yeni hedeflere ulaşılabilmesi amacıyla bu defa Genelkurmay Başkanı Fevzi ÇAKMAK'ın direktifiyle MÜSELLÂH MÜDÂFAA-İ MİLLİYE isimli bir istihbarat grubu kurulmuştur. TBMM Hükümeti, 3 Mayıs 1921 tarihinde kısa adı "M.M." (MİM MİM) olan bu örgüte resmiyet kazandırmıştır.

Tedkik Heyeti Âmirlikleri Anadolu'da faaliyetlerini sürdürürken, "M.M." örgütü asker ve sivil kesimden oluşmuş kadrolarıyla, İstanbul'da büyük bir ajan ve haber ağı kurmayı başarmış, Anadolu'ya silah ve cephane kaçırılması faaliyetlerini organize etmiş, düşman karargahlarına, işbirlikçi gruplara ve yabancı misyona sızarak çok sayıda önemli belge ve bilgiler elde etmiştir. Millî Mücadele sırasında düşman faaliyetlerine karşı oluşturulan çeşitli istihbarat gruplarıyla da işbirliği yapan örgütün faaliyetleri, İstanbul'un kurtuluşundan sonra 5 Ekim 1923'de son bulmuştur.

İstihbarat örgütlerinin kapatılmasından ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasından sonra, 1926 tarihine kadar geçen dönem içinde haber alma çalışmaları, Ordu Müfettişlikleri İstihbarat Şubeleri tarafından yürütülmüştür.

ATATÜRK'ÜN EMRİYLE KURULAN MİLLÎ EMNİYET HİZMETİ RİYÂSETİ

Daha sonra Atatürk, 1925 yılı sonunda, gelişmiş devletlerdeki istihbarat kuruluşlarına benzer, çağdaş bir örgütün kurulması talimatını vermiştir. Bunun üzerine, Avrupa ülkelerinde eğitilen kadroların da katılımıyla, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK'ın 6 Ocak 1926 tarihli emri doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk istihbarat kuruluşu olan MİLLÎ EMNİYET HİZMETİ RİYÂSETİ (M.E.H./MAH) kurulmuştur.

Teşkilât, 5 Ocak 1927 tarihinde şeklen İçişleri Bakanlığı'na bağlanmıştır. 6 Ocak 1926 - 5 Ocak 1927 tarihleri arasındaki bir yıllık dönem çalışmaları, dönemin yöneticileri tarafından Riyâset'in kuruluşuna hazırlık dönemi olarak değerlendirilmiş ve bir gün sonraki 6 Ocak 1927 tarihi MAH'ın kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.

Kuruluşuyla başkanlığına Şükrü Âli ÖGEL'in getirildiği MAH, Millî İstihbarat Teşkilâtı mensupları için bir simge olarak önemini korumakta ve MİT'in tarihi kökleriyle gelecek arasında kuvvetli bir bağ oluşturmaktadır.

MAH özellikle 2. Dünya Savaşı'nda büyük başarılar elde eder. 2. Dünya Savaşı sırasında bütün dünya casuslarıyla mücadele etmek ve onları bertaraf etmekle büyük tecrübe kazanır.

MAH, duyulan ihtiyaçlara bağlı olarak zaman içerisinde bir kaç kez küçük yapısal değişiklikler geçirmiş ve 1965 yılına kadar Türkiye'nin istihbarat faaliyetini başarıyla yürütmüştür.

Devletin millî güvenlik politikasının hazırlanmasıyla ilgili her konuda istihbaratın tek elde toplanabilmesi amacıyla, 22 Temmuz 1965 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun kabul edilmiş ve bu kanun ile kuruluşun adı MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLÂTI (MİT) olarak değiştirilmiştir. Kanun ile MİT'in bir Müsteşar tarafından yönetilmesi ve Müsteşar'ın, kanun ile belirlenen görevlerin yerine getirilmesinde sadece Başbakan'a karşı sorumlu olması öngörülmüştür.

MİT CIA ŞUBESİNE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜ

İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında, 'milli' istihbarattaki Alman egemenliği yerini Amerikan egemenliğine bırakır. Türkiye'nin Amerikan yeni-sömürgesi olmasına paralel olarak, MAH (ve sonra MİT) bir CIA şubesine dönüştürüldü. CIA, MAH'ı yeni baştan organize etti. CIA, MAH'ı yeniden organize etme işine 'kendi kadrolarını' yetiştirerek başlamıştır. 6 kişilik bir ekip ABD'ye eğitime götürülmüş ve MİT'in diğer kadroları da bu 6 kişi tarafından eğitilmiştir. MAH'ın başına Bu 6 kişilik ekipten Behçet Türkmen 1953'te, daha sonra da Fuat Doğu MİT'in başına getirilmiştir.

MAAŞLAR CIA TARAFINDAN ÖDENİYORDU!

MAH'ın bu dönemde "CIA'nın bir şubesi" haline dönüştürülmesi bir benzetme değildir. Fiili bir gerçektir. O kadar ki, güya Türkiye adına(!) istihbarat yapmakla görevli istihbaratçıların maaşlarını dahi CIA ödemektedir. (İstanbul'da MAH elemanlarının maaşları zarf içinde ABD Konsolosluğu'nca ödenmiştir). Türkiye'yi yönetenler, MİT'in başındakiler zaman zaman bu gerçeği itiraf etmişlerdir.

SAVAŞMAN MİT'İN DURUMUNU ANLATIYOR

Bu dönemini ise, 1977'de CIA ajanlığı suçlamasıyla (tutuklanan ve kaldığı askeri hapishanede intihar eden!) tasfiye edilen MİT İstihbarat Başkan Yardımcısı Sabahattin Savaşman anlatıyor:

"Teşkilatın kullandığı bütün teknik malzemeler CIA tarafından temin edilmiştir. Birçok personel Amerikalılar tarafından yurtdışındaki kurslarda eğitilmiş, teşkilat binası CIA tarafından kurulmuş, eğitmenleri CIA sağlamıştır.(...) Personel yıllardan beri CIA gibi çalışmakta, Amerikan Servisi hesabına görev almakta, yurtiçi ve yurtdışındaki operasyonlarda ücret kabul etmektedir."
CIA ajanı Philip Agea "CIA Günlerim" adlı kitabında CIA'nın MİT aracılığıyla Türkiye'de nasıl bir faaliyet yürüttüğünü gayet açık anlatıyor: "... CIA uzun yıllardan beri Türk Milli İstihbarat Teşkilatı ile çok yoğun bir işbirliği içindedir. Bu örgütün eğitimi ve donatılmasını CIA sağlar. CIA'nın Türkiye'deki görevi, 'Doğu Bloku ülkelerinin misyon ve operasyonlarını' kontrol etmek... ABD çıkarları için tehlikeli hale gelmelerini önlemektir."

DARBELERİN ARDINDA CIA ÇIKIYORDU

Daily Telegraph Gazetesi 21 Ocak 1972 tarihli nüshasında CIA'nın marifetlerini sıralarken, 27 Mayıs ve 12 Mart darbelerine de yer veriyordu. "Ordunun girişiminden hemen sonra (12 Mart 1971) Demirel hükümetinin zorunlu istifasında CIA ajanlarının eylemli katkıları..." diye yazıyordu gazete.

MİT, yaklaşık 19 yıl süre ile faaliyetlerini 644 sayılı kanun hükümleri doğrultusunda yürütmüş, ancak süratle değişen ve gelişen koşulların ışığında yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu amaçla, 1 Kasım 1983 tarihinde 2937 sayılı "Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu" çıkarılmış olup, kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

YENİDEN TAM BAĞIMSIZ MİT KURULUYOR

20. yüzyılın sonunda küreselleşen dünyada en önemli küreselleşme aracı internettir . Gelecekte büyük tehlike olabilecek siber saldırılara karşı MİT kendini yeniden dizayn etmiş bu doğrultuda çalışmalarını güncellemiştir.

ABDÜLHAMİD'TEN SONRA MİT FİDAN DÖNEMİNDE GLOBAL KİMLİĞİNE KAVUŞTU

Abdülhamid'ten bu yana MİT ilk kez uluslararası çapta bir kurum haline yeniden kavuşmuş bir anlamda aslına rücu etmiştir.
MİT müsteşarı Hakan Fidan döneminde yeniden bir yapılanmaya gidilmiş, yakın bir döneme kadar sadece ülke çapında ve Orta Avrupa'da faaliyet alanı olan kurum global bir seviyeye taşınmıştır.

YENİ MİT YASASININ ÖNEMİ

Çıkarılan MİT yasasıyla dünyadaki diğer etkili istihbarat birimleri olan CIA, Mossad, FSB, MI6'nın yetkilerine haiz olmuştur. Böylelikle çalışma alanı tam manasıyla bir istihbarat birimine dönüşmüştür.

Örneğin; CIA, FSB, BND ve Mossad neredeyse sınırsız yetkilerle donatılmış istihbarat örgütleri. Ülke ve devlet menfaatine ya da tehdidine karşı hükümetten her türlü yerkiyi alabiliyor. Türkiye'de ise MİT yakın zamana kadar askeri kökenli kişilerin kontrolünde ve sorumlu olduğu Başbakan'dan bağımsız hareket ediyordu.

İSRAİL NEDEN HAKAN FİDAN'DAN KORKTU?

CIA'nın Ankara şubesinden Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız bir kurumuna dönüşen MİT Abdülhamid'in, Enver Paşa'nın, Kuşçubaşı Eşref'in, Zenci Musa'nın, Hüsnü Bingöl'lerin ruhunda yeniden yapılandı. İsrailli bakan Ehud Barak'ın Hakan Fidan'ı İrancılıkla suçlamasının ve paralel örgütün büyük korkularının tek nedeni MİT'in bağımsız bir yapıya kavuşmasından kaynaklı.

Kaynaklar: Erdal İlter, Kuruluşunun 75. Yılının anısına MİT Tarihçesi

CIA ajanı Philip Agea "CIA Günlerim"

Serkan Üstüner, Türk Devletlerinde İstihbarat 

SERKAN ÜSTÜNER / HABER 7
 

Paralelcilerden yerel operasyon

Paralel yapının hükümete karşı gündem oluşturmak için yerel gazete kurduğu ortaya çıktı. 17 Aralık yargı operasyonu sonrası pek çok yerel gazetenin bulunduğu Kocaeli'de, elden dağıtılan haftalık Güzel Kocaeli gazetesi, kente dair haberler yerine tüm sayfalarını çarpıtmalara ayırmış
  14 MART 2014Hükümeti hedef alan 17 Aralık darbe girişimi başarıya ulaşmayan paralel yapının yerel gazete ağıyla vatandaşın kafasını karıştırmak istediği ortaya çıktı. Pek çok yerel gazetenin faaliyet gösterdiği Kocaeli'de operasyondan sonra yeni gazetelerin açılması dikkati çekerken, yerel gazetelerin sadece hükümeti hedef alan yayınlar yaptığı görüldü. Bu gazetelerden biri geçtiğimiz günlerde İzmit ve Gebze dolaylarında haftalık yayımlanmaya başlayan Güzel Kocaeli. Yerel gazete olmasına rağmen Kocaeli'ye dair en ufak habere yer vermeyen gazete, 45 bin adet basılarak elden dağıtıldı. Fiyatı 20 kuruş olmasına rağmen elden ücretsiz dağıtılan gazeteye vatandaşlar da tepkili. Hükümete karşı gündem oluşturulmaya çalışılan Kocaeli'de, gazetenin sahibi Kadir Bölen'i ise kimse tanımıyor. GAZETE ADRESİ ZAYIFLAMA MERKEZİ 12 sayfalık yerel gazetenin üzerinde herhangi bir telefon numarası bulunmazken, Dündar Rorf İş Merkezi'nde bulunan bürosunda da zayıflama ürünleri satılıyor. Büronun kapısında Wellness Zayıflık Ürünleri tabelası bulunurken, Kadir Bölen'in Youtube adlı sitede Herbalife İş Fırsatı adlı videosu bulunuyor. İnternet sitesi dahi bulunmayan Güzel Kocaeli adlı operasyon gazetesi, tabloid boya sahip, tamamı renkli ve kitap kağıdına basılarak satılıyor. HAFTALIK 12 BİN LİRA Kocaeli'nde herhangi bir siyasi parti tarafından desteklenmeyen gazetenin, 17 Aralık operasyonunu ele alan yayınlar yapması, yerel seçimler öncesi seçmenleri etkilemek amacıyla çıkarıldığı iddialarını güçlendirdi. 45 bin adet basılan gazetenin sadece baskı maliyetinin 12 bin lira dolayında olduğu ifade edildi. Yerel gazete bütçeleri göz önüne alındığında ise 45 bin adet haftalık basılan bir gazetenin elden dağıtılması, ciddi maddi kaynak gerektiriyor. Başta İstanbul birçok ilde çıkarılan gazeteler ile Güzel Koaceli'nin logolarının aynı olması, yerel gazetelerde organize hareket edildiğini de gözler önüne serdi.
http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/paralelcilerden-yerel-operasyon-15.03.2014-626011

Hizmete özel masallar

Gülen grubu, AK Parti karşıtı propagandada sınır tanımadı. Örgüt, CHP'ye oy toplamak için görevlendirilen abla ve abilere dağıttığı bilgi notunda İran Cumhurbaşkanı'nın Erdoğan'a büyü yaptığı gibi akla hayale sığmayan iddialara yer verdi.
14 MART 2014  Paralel yapının AK Parti aleyhine yönelik seçim kampanyasında muhataplarının 'Mavi Marmara, 28 Şubat, İran, merhum Necmettin Erbakan, CIA, MOSSAD, MİT, Ergenekon, emniyet ve yargı içindeki kadrolar ve Mısır' gibi konulardaki sorularına cevap vermek için hazırlardığı bilgilendirme notuna Yeni Şafak ulaştı. Ekseriyeti cemaate yakınlığı ile bilinen Mahmut Akpınar tarafından kaleme alınan 'hizmete özel notlar'ı kapı kapı gezerek anlatan ablaların bile, okudukları karşısında şoke olduğu belirtiliyor. Çaldıkları kapıların çoğunda vatandaşlar tarafından 'fitnecilikle' suçlanan 'abi ve ablalar' için örgüt, iknaya yönelik ek seanslar düzenliyor. Ablalara ezberlemeleri için ulaştırılmış notlardaki iddialar, Pensilvanya'nın şirazesinden çıkmış hayal gücünü ortaya koyuyor. İşte, okuyanı ağlasa mı gülse mi kararsız bırakan o metin...CİNCİ HOCAYA GİTTİ Başbakan Erdoğan'ın kızkardeşi bile abisinden şüphelenmiş, soluğu Gaziosmanpaşa'nın meşhur cinci hocasında almış bile. Abisine büyü yapıldığından, kötü cinlerin etkisiyle 180 derece döndürüldüğünden kuşkulanan kız kardeşi haklı olabilir mi? PAPAZ BÜYÜSÜ YAPILMIŞErdoğan'ın İranlı yeni Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşmesi sırasında kötü büyü başlatılmış olabilir. Görüşmeyi izleyen biri 'Ruhani, Erdoğan'a dokunduğu anda Erdoğan bayıldı ve 3 dakika kendine gelemedi. Tüm gazeteciler buna şahittir' dedi. Bir arkadaşım 'Papaz büyüsü yapılmış, bu onu yok edebilir' dedi. Diğeri 'Erdoğan Menzilci bir Hocanın muskasıyla korunuyor, İran büyüsü işlemez' dedi. 'Başbakan, 28 Ocak'ta İran'a gidecek, yapılan büyünün tekrarı lazım' diyen bile var. MEHDİLİĞE SOYUNDUBaşbakan Erdoğan, Ayasofya'yı ibadete açacak, Risaleler devlet eliyle basılıp okullarda okutulacak. Bu iki işaret güya Üstad'ın belirttiği hususlardı ve Erdoğan'ın Mehdi olduğunu gösteriyordu. Halbuki Üstad Risaleleri kendisi yaşarken bile birkaç kez sadeleştirmişti. 'Ben Mehdiyim' diyenin Mehdi olamayacağını, Mehdi'nin bir şahsı manevi olma ihtimalini belirtmişti.HZ. MUSA'NIN 10 EMRİ Başbakan Erdoğan, mücadelesini dini alana kaydırdığını ve gerekirse ilahiyat dilini de kullanacaklarını meşhur Dolmabahçe toplantısında 46 cici gazetecisine duyurdu. Bir iddiaya göre, İstanbul surları altında bulunan Hz. Musa'nın kutsal 10 Emir Tabutu ortaya çıkarılacak. Neden mi? Bu işaret 'Mehdi'nin çıktığının delili' sayılıyor bazı zayıf hadislerde. HAZİNENİN BEŞTE BİRİ... Daha düne kadar fıkıh üstadı saydığımız Hayrettin Karaman ve Faruk Beşer'in AK Parti tarafında yeralmasıyla devletin ilahiyatçılarına yenileri eklenmiş oldu. 'İslam halifesinin beytülmal denilen hazinen beşte birini kullanma hakkının bulunduğuna' dair dini fetvalar ortaya çıkabilir. Zaten AK Parti'liler yolsuzluk ve rüşvet, hatta alınan yüzde 10 komisyon iddialarını kabul etmiyorlar. Her şey şeriat içinmiş ve cemaat ülkeye şeriatın gelmesini istemiyormuş.YEŞİL 28 ŞUBAT! AK Parti'nin tasfiye çığırtkanlığı, hortlayan Gladyo'nun ülkemize yeşil bir 28 Şubat darbesi yaşattığını ispatlıyor. Evvelki 28 Şubat depremle sonuçlandı, ya yeşil 28 Şubat depreme yol açar mı? Yeşil 28 Şubat belki de ülkemizde yolsuzluk, rüşvet ve aleni hale gelen zinaya Rabbimizin umumi bir tokadıdır. Hak davasında alperenlerin dünyevileşmesi dahi bu şefkat tokadına yol açmış olabilir. DEPREMLE KURTARDIKaradayı ve Kıvrıkoğlu, depremden önce Gölcük'te yapılan toplantıda, ülkemizde bir milyon insanın toplama kamplarında öldürülme projesine izin vermeyen isimler olarak Güven Erkaya, Çetin Doğan, Çevik Bir, CIA ve MOSSAD şürekâsını nasıl durdurduklarını veya engel olmak isteseler de olamadıklarını çıkıp anlatmalılar ki, bu millet neden depremle ikaz edildiğimizi anlasın. Deprem sayesinde nasıl bir beladan Allah'ın bizi kurtardığını öğrensin. Toplum Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 28 Şubat'taki ince politikaları ile nasıl bir yıkımı önlediğini bilmiyor. GLADYO PAŞALAR GETİRDİGençler merhum Necmettin Erbakan'ı İsviçre'den ülkemize getiren isimlerin '60-'70'lerin Gladyo Paşaları Faruk Gürler ve Muhsin Batur olduğunu bilmezler. Dini yapıları, tarikatları tek elde toplayıp kontrol etmek isteyen Gladyo, Türkiye'deki generallerin Erbakan aracılığıyla yumurtaları tek sepette toplama görevi vermiştir. 1996'da Erbakan çok şımarmıştı. Gülen'i siyasi rakip olarak görüyordu. İÇİMİZDEKİ BEYİNSİZLER...Başörtülülerin okuma şansını Erbakan, 'Rektör başörtülüye selam duracak' cümlesiyle ellerinden aldı. İçimizdeki beyinsizlerden dolayı milyona yakın insanı 3 ayrı toplama kampında öldürmek isteyen dıştaki şeytanlar ve içteki yardakçılarına, Gülen manevralarıyla nasıl engel oldu? Rahmi Koç ile iftar açtı, Demirel, onun elinden hoşgörü ödülü aldı. Mavi Marmara seferi tam bir ahmaklıkmışErgenekoncuları temizlemek için başka bir derin Amerika'nın yardımını aldınız. Gülen Grubu haktan yana oldu. Sizi devirmeye çalışan 'Koç-baron'umuza çetelere dur demek için yırtındık. Şimdi Mavi Marmara ahmaklığı ile öyle bir damarı, taşı çatlattınız ki iki ayrı Yahudi Lobisi sizi devirmek için birleşti ve 10 milyar dolar ayırdı. 1 milyar dolarlık fitneyi 8 yılda zor savuşturduk, 10 milyar dolarlık fitneyi nasıl savacağız?YAHUDİ LOBİSİNDEN 10 MİLYAR DOLAR Erdoğan ve AK Parti, İslam düşmanı Siyonist-evanjelist-neocon Amerikan derin devleti cumhuriyetçilerin rakibi olan demokrat Amerikan devletinin onayı, desteği ve önünü açması ile iktidara geldi. Size Yahudi Haham Konseyi karşı olmasına rağmen siyasi rakipleri olan diğer alternatif Yahudi lobilerini yanınıza çekmek için gayret ettiğimizi de biliyorsunuz. Bu aldığınız destek sayesinde eski Türkiye'yi yöneten global ve yerli baronların sizi devirmek için ayırdıkları 1 milyar dolarla yaptırdığı 7 askeri darbe girişimi, Başbakan'a 14 suikast engellendiEn çok onlar hançerlediHocaefendi'yi en fazla yaralayan hançer Nursi'nin yaşayan bazı talebelerinin 'cemaati infaz hamlesine' onay vermesiydi. Bunun iki sebebi vardı; ilki, Risalelerin sadeleştirilmesine sert muhalefet etmekle kalmamışlardı, cemaati artık Nur Cemaati olarak görmüyorlardı. İkincisi, Kemalettin Özdemir Başbakan'ın Ayasofya Müzesi'ni camiye çevireceğini ve Risaleleri devlet eliyle bastırıp devlet okullarına tavsiye ettireceğini müjdelemişti.Kürdistan'ı MİT kurdu Bugün cemaate casusluk davası açmak için örgüt operasyonuna rapor hazırlatanlar, 7 Şubat 2012'de MİT kirizi çıkartanlarla aynı karanlık şebekedir. KCK ile Kürdistan kuran MİT'in 28 Şubat 1997 öncesi neler çevirdiğini de görmüştük. İstihbarat örgütlerimizin hızlı 007 James Bond'u kod adı 'Yeşil' olan Mahmut Yıldırım ile Gülen'in ilgisi olduğu 1997'de ortaya atıldı. SİLİVRİ HER YERİ YAKAR Devir değişti, ne post modern darbe ne de hükümete direkt el koyan bir askeri darbe mümkün. Lakin darbeden daha kötüsü olabilir. Ülkemizi Mısır'daki Firavunlara benzer bir diktatör yönetebilir. Veya askeri vesayeti devam ettirmek isteyen rövanş peşindeki Silivri Şurakası, Roma'yı yakan Neron gibi ellerinden güç gitti diye ülkemizi baştan sona yakabilir. Hele hele cemaat ileri gelenlerini suikast ile ortadan kaldırma görevinin, vatanseverlik adı altında lanse edilip, İsrail'in infaz timi SİMBET ve İran'ın infaz birimi Laşgavar Takavar 23 Grubuna MİT tarafından havale edilmesi asla affedilemez. Tarih sizi bağışlamaz. Güney yeniden devredeTuncay (Tuncay Güney) uzun bir kahkaha attı ve tespitini iletti: 'Erdoğan'ın etrafındaki dalkavuklar ve yalakalar öyle demiyorlar ama. Cemaatten kurtulunca güçleneceklerini sanyorlar. Pekçok tarikat ve cemaat Erdoğan'ın korkusundan ve menfaatlerinden dolayı cemaate savaş aştı, cemaate küfür ettikçe değerleri artıyor. Erdoğan güya herkesten biat almış, cemaat ise direniyormuş. Direncini kırmak, siyasetin emrine sokmak için her türlü şantaj ve tehdit devrede. Paralel örgüt iddiası bundan. Silahsız örgüt de oluyormuş demek! Bak şimdi de Ergenekoncuları, Balyozcuları Silivri'den salıyorlar ve cemaatin üzerine saldırtacaklar, intikam alacaklar.'SATILDILAR DOSTUM...Tuncay acı acı güldü ve bu defa 'Onlar şimdi sürgün yedi. Pek çokları satıldılar dostum. Hem de pek ucuza. Kimi makama mansıba, kimi mala mülke, kimi şan ve şöhrete, kimisi İran'dan Ortaasya'dan, Ortadoğu'dan, Fas'tan, Tunus'tan getirilen güzel bir cariyeye tav oldu. Sen herkesi kendin gibi saf dava adamı mı sanıyorsun? Dua edelim ülkemiz oynanan asıl büyük oyunu Erdoğan görsün.' 7 BİN KADIN AJAN ARAMIZDA!AK Parti henüz doğmamıştı, Pers fitnesinin ülkemizi 2014'de istila edeceğini görememiştim. İran ülkemizde istediği gibi at koşturuyor, Batı destekli Şii Hilali tehdidi Irak'tan sonra Suriye'yi de karanlığa boğdu. İran'da Türklere baskı had safhada, Persler ülkemizde Muta nikahı ile Bal tuzağı kurarak 7 bin kadın soktu. AKP'nin İran sevdasını ideolojik sanıyordum, meğerse altın varmış, kadın varmış, kasa varmış, masa varmış.GİZLİ GÖREVLE İRAN'A 2000'de yeni seçilen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in ülkemde yaşanan İranlı ajanlar krizi nedeniyle MGK'nın kararıyla ilk resmi gezisini İran'a yapmasına karar verilince, çalıştığım gazete Zaman, beni bir resmi iki gizli görevle Tahran'a gönderdi. Resmi görevim, diplomasi muhabiri olarak Sezer'i ve ECO zirvesini takip etmekti. Gizli görevlerim, Cihan Haber Ajansı'na ve Zaman'a çalışacak yerli bir muhabiri işe almak, İran'da Türk Koleji açmak için zemin yoklamaktı. TAYYARCIĞIM ENDİŞELİ Tayyarcığımı (AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar) endişelendiren tablo ise, AKP'nin uçuruma, siyasi intihara doğru koştuğunu görmesinden kaynaklanıyor. AKP ve cemaati ateşe atıp fitne kazanı kaynatanlar, Tayyar'dan da intikam alma niyetinde. 28 Şubat sürecinde kullanılan bazı isimleri bugün kiralayanlar, medyada 'yeşil' görünümle 'Neo 28 Şubat' fitne çetesini kurdu. Kirli çamaşırlar bir bir ortaya dökülüyor.
http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/hizmete-ozel-masallar-14.3.2014%20-626013

Nurcular ve Gülen'in birleşme ve ayrışma noktaları

15 Mart 2014
Said Nursi'nin ölümünden sonra Nurcular, cemaatin nasıl yönetileceği konusunu görüştüler. Geniş bir tabana oturan cemaatin dağılmaması için tedbir almak gerekiyordu. Cemaatin başına bir kişinin seçilmesi, en yakınındaki kişilerden bir istişare heyetinin kurulması, "Ağabeylerin" hareketi yönlendirmesi, siyasi bir teşkilat kurması gibi görüşler dile getiriliyordu

TIMETURK / NEVZAT ÇİÇEK

SAİD NURSİ VE NUR HAREKETİ
Nurculuk, Anadolu’da başlamasına rağmen bugün dünyanın dört bir yanında etkinliğe sahip büyük bir cemaattir. Aslında cemaatin ötesinde çok büyük bir sivil güç olarak da tarif etmek mümkündür. Said Nursi El Kürdinin (1930 yılından sonra kendi kullandığı imzasıdır) 1960 yılında vefatından sonra bölünmelere uğrayan Nur Hareketi bugün kendini farklı kollar ve farklı çalışma yöntemleriyle anlatıyor. Nur Hareketi’nin beslendiği Risale-i Nur’larla ilgili olarak bugüne kadar bu kollar arasındaki tartışmalar hep kendi iç sohbetlerinde sınırlı kaldı. Fakat başta Ord. Prof. Dr. Sulhi dönmezer ve sonrasında birkaç bilim adamının bilirkişi olarak yazdıkları raporlar Risale-i Nur’ların belirli alanlarda sansüre tabi tutulduğu gerçeğini ortaya koyuyordu. Sansür bizzat Risale-i Nur’un ilk öğrencileri tarafından Said Nursi'nin vefatından sonra yapılmıştı.
 
“URFA’YA ÖLMEYE GELDİM”
Said Nursi 23 Mart 1960 yılında Şanlıurfa’da vefat eder. Vefatını duyan sevenleri yurdun dört bir yanından şehre akın ettiler. Zübeyir Gündüzalp, Bayram yüksel, Mustafa Sungur, Tahiri Mutlu, Hüsrev Altınbaşak, Ceylan Çalışkan gibi Nurcuların “Ağabeyler” kesimi, bir yandan cenazeyle, diğer yandan ise şehre gelen Nurcularla ilgilenmekteydiler. Cenazenin nereye gömüleceğiyle ilgili olarak çeşitli görüşler ileri sürülüyordu. Bir kısım Nurcular,  Üstadın Isparta ve Barla’da çok sürgün kaldığı için buralara defin edilmesini istiyorlardı. Hatta bu yönde başbakan Menderes’e kararlarını ileten Demokrat Partili vekillere Menderes, “Kararı Nurcular versin” diyordu. Ama Nurcuların “Ağabeyler” kanadı Hüsrev Altınbaşak dışında “Evliyaullah öldüğü yere defnedilir” diyerek Urfa’ya gömülmesinden yana tavır aldılar. Zaten Said Nursi “Ben Urfa’ya ölmeye geldim” diyerek gömüleceği yeri göstermişti. Yapılan iştişarelerden sonra Urfa’da balıklı Göl’ün yanındaki kabre defnedildi.
 
AĞABEYLER HAREKETİ KONTROL ALTINA ALIYOR
Said Nursi’nin ölümünden sonra   Nurcular, cemaatin nasıl yönetileceği konusunu görüştüler. Geniş bir tabana oturan cemaatin dağılmaması için tedbir almak gerekiyordu. Cemaatin başına bir kişinin seçilmesi, en yakınındaki kişilerden bir istişare heyetinin kurulması, “Ağabeylerin” hareketi yönlendirmesi, siyasi bir teşkilat kurması gibi görüşler dile getiriliyordu. Bu tip fikirler ortaya çıkınca Zübeyir Gündüzalp, “Ağabeyleri”, yakınları ve iddia sahiplerini bir araya topladı. Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi Nur Cemaati’nin ileri gelenleri Zübeyir Gündüzalp’i hareketin başına getirdiler ve kendileri de onun altında bir iştişare heyeti oluşturdular. Bu dönemde sayıları 750 bini bulan Nurcular onca soruşturmaya rağmen büyük ölçüde bütünlük içinde hareket ettiler. Ölümden sonra toparlana Nurcular, 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bazı sarsıntılar geçirdiler ve Yazıcılar’ın muhalefetiyle karşılaştılar.
 
İLK MUHALEFET “YAZICILAR”
Daha, Said Nursi yaşarken ayrı bir anlayışı tercih eden “Yazıcılar”, Hüsrev Altınbaşak önderliğinde daha farklı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Said Nursi’den sonra “Üstad” olduğunu iddia ediyordu. Eserleri Osmanlıca el yazısıyla yazarak çoğaltma yoluna gitmişlerdi. Altınbaşak, dışındaki “Ağabeyler” ise Latin harfleriyle Risale-i Nur’ları basıp çoğaltma yoluna gidiyorlardı. Bu uygulamayı ise Sadi-i Nursi daha hayattayken ondan izin alarak yapmışları. Altınbaşak, daha kıdemli olduğunu iddia ediyor ve diğerlerinin kendisine tabii olmasını istiyordu. Cemaatin yara almaması için “Ağabeyler” görüşmek istiyorlar, ama Altınbaşak, “Hainlerle görüşmem” diyordu. Çeşitli görüşmelerden sonra Hüsrev Efendi Mehmet Kırkıncı Hoca ile görüşebileceğini belirtti.  40 senedir dışarı çıkmayarak Kuran Tefsiri ve Cevşen’i yazan Hüsrev Efendi Mehmet Kırkıncı Hoca ile görüşmesinde “Ben onların hepsini reddettim” diyerek , Kırkıncı Hocayı’da yüzgeri etti. Yazıcılar, sayıları azda olsa, Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyorlardı. Ege bölgesi onların kaleleri gibiydi. Ege bölgesinde ki dershaneleri ziyarete giden Zübeyir Gündüzalp, Bekir Berk ve Mehmet Fırıncı ise çoğu yerde dershanelere alınmadılar.
 
KİRAZLI MESCİT CEMAATİ VE ÇIKARILAN GAZETE
Zübeyir Gündüzalp daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğine inanıyordu. İstanbul’a dönünce Süleymaniye’de bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsil etti.  Cemaatle ilgili kararlar, açılacak dershaneler, Risale-i Nurların basım işi hep bu evde düzenlendi. Cemaat daha sonraları “ Kirazlı Mescit Cemaati” olarak anılmaya başlandı. Bu dönemde basın yayın organlarında Nurculara karşı saldırıların yoğunlaşması ve devletin de bunlardan hareketle Nurcuları tekrardan sıkıştırması bir yayının zorunlu olduğu görüşünü dile getirdi. İlk görüşme Bugün ve Sabah Gazetelerinin sahibi Mehmet Şevket Eygi ile yapıldı ama istenilen netice alınamadı. Daha sonraları ise Hilal Dergisi’ni çıkaran Salih Özcan’ın Zübeyir Gündüzalp’le görüşmesi neticesinde “İttihad” adlı gazete kuruldu. 34 Ekim 1967 yılında yayın hayatına başlayan İttihad’da Salih Özcan gazetenin imtiyaz sahibi, Mustafa Polat gazete müdürü, Mehmet Kutlular ise gazetenin sorumlu yetkilisi görevine getirildi. Tirajı kırk binlere çıkan gazetenin yazar kadrosu; Hekimoğlu İsmail, Ahmet şahin, Altan Deliorman, Necmettin Şahiner, Tevfik Paksu, Ali Ulvi Kurucu, Abdürrahim Karakoç, Vehip Sinan, Gürbüz Azak gibi isimler vardı.
 
DEMİREL’İN İKTİDARI-ERBAKAN VE BAŞÖRTÜSÜ SORUNU
Adalet Partisi’nin 1965 seçimlerinde tek başına iktidara gelmesiyle rahatlayan Nurcular, Necmettin Erbakan’ın polis zoruyla Odalar Birliği’nden uzaklaştırılmasıyla rahatsız oldular. O dönemde tıp fakültesinde başörtüsüyle okuyan Hatice Babacan’ın derslere alınmaması ise “AP Döneminde Müslümanlara zulüm yapılıyor” söylemini Nurcular arasında geliştirdi ve yeni parti kurulması fikri dillendirilmeye başlandı. Tevfik Paksu ve Hüsamettin Akmumcu gibileri muhakkak yeni partinin kurulmasını ve başına Erbakan’ın geçirilmesini isterken “Ağabeylerden” Mehmet Fırıncı “Beddiüzzaman böyle bir hadiseye izin vermiyor”  diyerek AP varken başka bir partinin kurulmasına olan karşıtlığını dile getirdiler. Nurcular, “Parti kurmak isteyenler”, “Karşı çıkanlar”,ve “Tarafsız kalanlar” şeklinde bölünmüşlerdi. Erbakan’ın Adalet Partisi’ne müracaatı ve geri çevrilmesi parti kurma çalışmalarını hızlandırdı. Bu sıralarda Alparslan Türkeş’in bir hamlesi ise gözlerin ona dönmesine yol açtı
 
“BAŞBUŞ TÜRKEŞ RİSALE-İ NUR OKUYOR”
Nurcular Erbakan’dan endişelenirken, MHP ciddi bir faaliyetle karşısına çıktı. MHP, İslamcıların desteğini almak için onları partisine davet ediyor oy vermeyenleri ise mason uşaklığı ile suçluyordu. MHP’liler yazıcıların lideri Hüsrev Altınbaşak’la görüşüp onun desteğini almışlardı. Bunun dışında Türkeş’in Nur dershanelerindeki adamları ise “Başbuğun Risale-i Nur okuduğunu ileride tam bir Nurcu lider olacağını” konuşuyorlardı. Bütün bu gelişmeler karşısında Kirazlı Mescit’te toplanan “Ağabeyler” Türkeş ve MHP’nin gerçek yüzünü ortaya çıkaracak bir broşürün hazırlanması talimatını verdiler. Bekir Berk’in araştırıp, Mustafa Polat’ın yazdığı “Tarihi vesikalar ışığı altında İslami Hareket ve Türkeş” adlı bir kitap ortaya çıktı. Bu aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Kitap, Zübeyir Gündüzalp’in talimatıyla Türkiye’nin dört bir yanındaki dersshanelere gönderildi. Kimi yerde MHP ile uğraşmak cemaate zarar verir denilerek karşı çıkıldı. Karşı çıkanlar arasında Fethullah Gülen’de vardı. MHP bu konuda sessiz kalmadı ve Sakin Öner önderliğindeki komandolar, İstanbul’da MHP aleyhtarı broşürün basıldığı matbaaya silahlı baskın düzenlediler ve broşürleri alıp götürdüler. Bununla da kalmadılar Nurcuların Adalet Partisi’nden büyük paralar aldığını ilan ettiler. Nurcuların özellikle Ankara kanadının Erbakan’ın yanında yer alması neticesinde ittihat gazetesinde eleştirildi ve AP yanlısı yayına ağırlık verildi.
NURCULAR FETHULLAH GÜLENE KIZIYOR
İttihat Gazetesi’nde yazılar yazan Şule Yüksel Şenler’in Bugün Gazetesi’ne transfer edilmesi ve Mehmet Şevket Eygi ve Necip Fazıl Kısakürek’in Nurcuların gazete politikasını eleştirmesi neticesinde Mustafa Polat’ın Eygi’ye sert bir cevap vermesi üzerine Fethullah Gülen, Mustafa Polat’a telefon açarak “ Sağa sola yapılan sataşmaları” eleştirdi. Gülen, böyle devam edildiği taktirde ittihat Gazetesi’ni okumayacaklarını beyan etti. Bu konuşma üzerine Gülen’i Erzurum’dan çocukluk yıllarından tanıyan Polat, Gülen’e çok sert bir cevap verdi. “ Bu gazete benim değil  Nurcuların gazetesidir. Nurcuların faaliyetlerini senin ağa baban olan İnönü bile durduramadı. Sen hiç bir şey yapamazsın” dedi. Bu konuşmadan sonra Nurcular, Fethullah Gülen’e kızarak, karşı bir tavır geliştirdiler. Nurculuğun dışında bir akım oluşturduğu söylendi ve hakkında çeşitli söylentiler yayıldı. Bu söylentiler bütün Nurcuları kapsayınca Fethullah Gülen etrafında kopmalar yaşandı ama o kendi görüşlerinden taviz vermedi.
 
TABANIN KAYMASI
“Hak geldi batıl zil oldu” ayetini slogan haline getiren Milli Nizam Partisi’nin kurulması ve bu partiye Nurcuların katılması ve Adalet Partisi’nden 41 kişinin ayrılması ve MHP’lilerin de Nurcu gençlere çengel atması “Nurcu Ağabeyleri” derinden düşündürüyordu. Milli Nizam Partisi’nin kuruluşunu engelleyemeyen Nurcular, tabanlarının partiye kaymasını önlemek amacıyla günlük bir gazete çıkarmaya karar verdiler. Bekir Berk’in Yeni Asya adını koyduğu gazete, Demirel’in Boğaz Köprüsü’nün temelini attığı 21 Şubat 1970 tarihinde yayın hayatına başladı. Zübeyir Gündüzalp’in liderliğindeki cemaat bu tarihten itibaren Yeni Asya Cemaati olarak anılmaya başlandı. Gazetede Nurculara MNP’ye kapılmamaları ve AP’den kopmamaları tavsiye ediliyordu.
 
12 MART MUHTIRASI VE ZÜBEYİR GÜNDÜZALP’İN ÖLÜMÜ
“Sağ-sol çatışması” ülkenin gündemine girmiş ve her gün sağ ve sol kesimden insanlar öldürülmeye başlanmıştı. Bu gelişmeler 12 Mart 1971 muhtırasına getirdi. Türkiye İşçi Partisi ve Milli Nizam Partisi kapatıldı. Bugün ve Sabah Gazeteleri kapatıldı. Yeni Asya Gazetesi ise uyarıldı. Bu dönemde Nurcular çok sıkıntı yaşadılar. Karakollara çekilip dövüldüler ama en acı olay 2 Nisan 1971 tarihinde hareketin lideri Zübeyir Gündüzalp’in vefatıydı. Fatih Camiini mahşeri bir kalabalık doldurmuştu. Fethullah Gülen’den, Osman Demirci’ye ve “Ağabeylere” kadar geniş bir katılım vardı. Zübeyir Gündüzalp’ten sonra kimin lider olacağı tartışmaları yaşandıysa da bu “Meşveretle” aşıldı. Bu toplantılarda Mehmet Kutlular ön plana geçti. Bütün ülke çapında dershane açma, kamp kurma çalışmaları ve yayın evi, kitap çıkarma işine ağırlık verildi. Fakat farklı anlayışlar, Zübeyir Gündüzalp’in ölümünden sonra daha da yaygınlaştı. Mehmet şevket Eygi’nin gazetelerinin kapatılmasından sonra sağ kesim içerinde Tercüman Gazetesi, dini çevreler içerisinde ise Yeni Asya Gazetesi çevrelerini etkileyecek güçteydiler. Daha önce siyasi konulara açıkça girmeme tavrına sahip olan Yeni Asya Cemaati, bu dönemde tamamıyla CHP ve MSP karşıtı, AP yanlısı bir yayın organı haline geldi.Bu dönemde dört Nur gurubuna bağlı elli üç kişi tutuklandı.Bekir Berk açıkça Nurcu olduğunu mahkemede beyan etti. Fethullah Gülen ise Nurcu olduğunu söylemedi. Sonuçta Bekir Berk bir yıl ceza alırken içinde Gülen’inde olduğu diğer kişiler beraat etti.
 
AP YANLISI GAZETE ÇİZGİSİ YENİ KOPMA GETİRİYOR
Bazı ağabeyler yayın anlayışını eleştirerek, gazetenin okunmamasını tavsiye etmeye başladılar. Abdullah Yeğin, Said Özdemir, Hüsnü Bayram ve onlarla birlikte hareket eden bazı yeni kuşaklar ve vakıflar gazeteyi almamaya başladılar. Bununla da yetinilmedi Risale-i Nur Külliyatı dışında diğer kitaplarda dershanelere sokulmadı. Hekimoğlu İsmail gazeteden ayrıldıktan sonra Türdav Yayınlarını kurdu ve Sur dergisini çıkarmaya başladı. Minyelli Abdullah Romanı ile İslami kesim içerisinde hayli popüler olan Hekimoğlu’nun ayrılmasından sonra da gazete yayın politikasını değiştirmedi. Dini çevrenin en çok kitap üreten, ilk ciddi kitap yayını yapan ve Türkiye’nin her tarafında dağıtım ağı bulunan Yeni Asya yayıncılıkta tekel oluşturmuştu. Kitap yayınında başarılı olunmasına karşın gazetenin AP bülteni gibi çalışması cemaatte yeni arayışlara ve sıkıntılara neden oluyordu. Cemaatin gazete ve yayınevinden başka “Köprü” Dergisi Vardı. Fakat bu dergiye rağmen Adapazarı’nda bir grup “Zafer” Dergisi’ni yayınlamaya başladı. Kutlular başta olmak üzere “Ağabeyler” derginin kapatılmasını istedi, ama Adapazarı Grubu bunu kabul etmeyerek gruptan ayrıldı ve yeni bir grup kurdu.
 
FETHULLAH GÜLEN VE İTİRAZLARI
Fethullah Gülen, Yeni Asya’dan farklı olduğunu gazetenin kendisi için yaptığı habere itiraz ederek açıkça gösterdi. Edremit’teki bir kampa yapılan baskını Yeni Asya Gazetesi “bir nurcu kampa baskın” şeklinde verince Fethullah Gülen bu olaya karşı çıktı. Mehmet Kutlular ve Mehmet Kırkıncı Fethullah Hocanın yanına gittiler. Fethullah Gülen kendisinin Nurcu diye belirtilmesinin uygun olmadığını belirtince, Mehmet Kutlular “Biz sizi Nurcu biliyoruz” diye sitem etti. Fethullah Gülen ise “Bilmeniz ilan etmenizi gerektirmez. Ben geniş kitlelere ulaşmak için Nurcu kimliğimi kullanmayacağım” dedi. Bu tartışmadan sonra ipler tamamen koptu. Fethullah Gülen vaazlarına devam etti, yeni yurt binaları inşa etti ve 1978 yılında meşhur ağlayan çocuk resmiyle Sızıntı Dergisi yayın hayatına başladı. Özellikle Fethullah Gülen’in konuşmalarının kasetler yoluyla çoğaltılması tanınmasına yol açtı. Yeni Asya’nın önde gelenleri Fethullah Gülen’i açıkça eleştirmeye ve yayınlarının dershanelere girişini yasakladılar. Bununla da yetinilmedi sohbetine giden cemaat üyeleri dışlandı. Başka cemaatlerden taraftar kazanan, maddi ve manevi durumu gittikçe güçlenen fethullah Gülen Yeni Asya Cemaati’nin siyasi çizgisinin hizmetin önüne geçtiğini belirtip cemaatini ayırdı. Bu ayrılmayla birlikte bazı dershanelerin de Gülen tarafına geçmesi cemaati derinden sarstı. Fethullah Gülen’in en büyük özelliği devletin yanında yer alması idi. Yeni Asya’da devletin yanında görünüyorsa da esas olarak Demirel’in yanındaydı.Fethulalh Gülen Şubat 1980 tarihinde yaptığı bir konuşmada anarşist ve teröristleri devletin asker ve polisine bildirmeyenlerin Allah katında sorumlu olduklarını belirtti. Fethullah Gülen Yeni Asya Gazetesine yaptığı itirazların aynısını Milli Selamet Partisi’nin yayın organı Milli Gazete’ye de yapınca hiç beklemediği ve büyük bir tepkiyle karşılandı. Erbakancılar Gülen’in bu 24 Haziran 1980 tarihinde yaptığı konuşmayı açık alanda dinletince insanlar Gülen’in de AP’li olduğunu düşünüp ayrılmalarına yol açtı.
 
12 EYLÜL ASKERİ DARBESİ VE GÜLEN’İN ZİRVEYİ ZORLAMASI VE YENİ PARÇALANMA
12 Eylül askeri Darbesi’nde Yeni Asyacılar askerin “bizi destekleyin” çağrısını ret edince iyice küçüldüler ve Gülen Hareketi güçlendi. Özal döneminde Yeni Asyacılar daha da küçülürken Fethullahçılar daha da büyüdü. Kenan Evren’in “hakiki din temiz dindir, irtica değildir” anlayışına cemaatlerde büyük değişimlere yöneltti. Bunların başını bütün Nurcuların saygı duyduğu Mehmet Kırkıncı Hoca çekiyordu. Kırkıncı Hoca’nın 12 Eylül’ün generallerinden Tahsin Şahinkaya ile görüştüğü ve ona tavsiyelerde bulunduğu hatta Evren’e bu nasihatleri içeren mektup yazdığı haberleri Yeni Asya Cemaati’ni büyük bir şoka uğrattı. Anayasa oylamasına “evet” oyu verilmesi gerektiği Osman Demirci ve Mehmet Kırkıncı tarafından dile getiriyordu. Çünkü okullarda zorunlu din derslerinin konulması büyük başarı idi. Bu ne Demirel nede Erbakan yapabilmişti. Fethullah Gülen, Mustafa Sungur, Zafer Dergisi ve gruplarda bu şekilde düşünüyordu. Bu durum Yeni Asya Gazetesi’nin kapatılmasından sonra çıkarılan Yeni Nesil Gazetesi’nde sert şekilde eleştirildi. Kırkıncı Hoca Cengizhan’ın hocası ilan edildi ve bununla ilgili bir yazı dizisi yayınlandı. Yeni Asya grubundan kopan ve başını Mehmet Kırkıncı Hoca’nın çektiği kimselere “Konseyciler” denilmeye başlandı. Konseyciler, yeni Asya grubunun en nefret ettiği gruptu. Birbirlerini Demirelci-Konseyci olarak suçluyorlardı. Fethullah Gülen askerce aranmasına rağmen askere methiyeler düzenliyor “Asker tam zamanında yetişmeseydi, bütün millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı” diyecekti. Özal’ın darbeden üç sene sonra iktidara gelmesi ve cemaat kitaplarını Milli Eğitim Bakanlığı talim terbiye kurulunca okullara tavsiye edilmesi Yeni Asya dışında hepsine yaradı. Yeni Asyacılar Özal ve partisini darbenin yan ürünü olmakla suçlayıp Demirel’i savunmaktan taviz vermiyorlardı. Fethullah Gülen fırsatı iyi kullandı önce Ankara’da yayın yapan Zaman Gazetesi satın alındı. Yazar kadrosu farklı isimlerle takviye edildi. Ama siyasi yasakların kalkması ve Refah partisi’nin güçlenmesi karşısında Gülen onlara karşı soğuk tavrını devam ettirdi. Demirel’in sert muhalefeti ve sonrasında Özal’ın cumhurbaşkanı olması ve partinin başına Yıldırım Akbulut’tan sonra Mesut Yılmaz’ın geçmesi dengeleri tekrardan değiştirdi. Yılmaz “ ANAP’ın cemaate ve tarikata ihtiyacı yok” diyordu. 26 Kasım 1989 Günü İzmir Hisar Camii’nde ve otuz beş camide birden yayınlanan mesajında Gülen başörtüsü eylemini eleştiriyor, bunun arkasında dinsizlerin ve komünistlerin olduğunu ileri sürerek devlete itaat istiyordu. Gülen’in bu konuşması İslami Camiada şok etkisi yaratıyordu.
 
BİR AYRILMA DAHA
Mehmet Fırıncı, M.Emin Birinci, Bekir Berk, Yavuz Bahadıroğlu gibi isimler Mehmet Kutlular’ın cemaati yanlış yönlendirmesinden, neredeyse partinin derneğine dönüştürmesinden ve “Yakın tarih Ansiklopedisi” adı altında Kemalizme, Atatürk’e ve İnönü’ye çok sert eleştiriler yapılmasından şikayetçi idiler. Cemaat artık “Kutlular Grubu” veya Demirelci Nurcular” diye anılır olmuştu. Yeni Asya’da kılıçlar çekilir olmuştu. Bu bölünmede ABD’nin parmağı olduğu bile iddia edildi. Bir sabah Yeni Nesil Gazetesi’ne gelen Mehmet Kutlular’ın karşısında polisleri bulması ve içeri alınmaması ipleri tamamen kopardı. Çünkü gazetenin hukuki sahipleri Bekir Berk, Mehmet Fırıncı ve M.Emin Birici idi. Mehmet Kutlular hemen cemaatten para toplayarak on gün içerisinde Yeni Asya Gazetesi’ni tekrar kurdu ve yanına birde yayın evi ekledi.  Mehmet Kutlular tabana hakim olmuştu. Kısa bir süre sonra Yeni Nesil Gazetesi kapandı ve Yeni Nesilciler şirketleşmeye ağırlık verdiler.
 
DYP-SHP KOALİSYONU VE BİR AYRILIK DAHA
Yıllardır solu iktidar yapmamak için hep Demirel’i destekleyen Yeni Asya grubu oluşturulan koalisyonla tam bir hayal kırıklığı yaşadı. Sonrasında Refah Partisi’nin İstanbul’da kazandığı seçimler ve sonrasında cemaatte yeni bir parçalanma daha yaşandı. Burhan Bozgeyik, Mustafa Kaplan, Bünyamin ateş ve Hüseyin Demirel gibi isimler cemaatle yollarını ayırdılar. Fethullah Gülen Grubu ise yurt dışında açtığı okullar ve yurt içindeki dershane ve kolejlerle büyümesine devam etti. Turgut Özal’ın vefat etmesi ve sonrasında Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesi dengeleri tekrardan alt üst etti. Tansu Çiller’in DYP’nin başına geçmesi ve özellikle Fethullah Gülen’le kurduğu yakın ilişki yeni bir dönemin de habercisiydi. Tansu Çiller terörle mücadele yasa tasarısı için Fethllah Gülen’den destek istedi ve bu görüşme iki tarafın oluruyla basına yansıdı. Gülen art arda televizyonlara çıkmaya başladı. İlk röportajı TRT’de yayınlandı.
 
SONRAKİ BÖLÜM: SON KAVGADA NURCULAR HÜKÜMETİ NEDEN TUTTU: 

Paralel yapı sosyologları mağdur etti




                   

 PARALEL YAPI SOSYOLOGLARI MAĞDUR ETTİ!

ZEKİ KARA
 
1 Ocak 2014
Takvim Gazetesi
“Adliye için Hâkim ve Savcı (hâkim ve savcının kod ismi Hasan Bey'dir) dışındaki bütün personel ihtiyacı yine mezun mesulü üzerinden karşılanır. Zabıt kâtibi, infaz koruma memuru, mübaşir, şoför, kaloriferci, sosyolog, psikolog, öğretmen, cezaevi idare memuru, hizmetli dâhil bütün ihtiyaçlar buradan karşılanır. Zabıt kâtibinin kodu erkeklerde Zekai Bey, bayanlarda ise Zekiye Hanım'dır. Mübaşirin kodu Beşir Bey, infaz koruma memurunun kodu ise Nafiz Bey'dir.”    
Not: 1 Ocak 2014 Tarihli haberde atamalarda torpil yapıldığından bahsediliyor.
 
18 Şubat 2014
Hürriyet Gazetesi
 Başbakan Erdoğan: “Bugün baktım bir tane şöyle karikatür var bir yerde. Malum medya diyeceğiz artık. İşe alınmada veya memur alımında jüri, karşısında imtihana girecek olan güya üç tane önünde AK Parti kendilerine göre parti koymuşlar. Üç tane AK Partili dolayısıyla onları devlete alıyor. Bunları siz yaptınız siz. Siz paralel devleti oluştururken sizin düşüncenizde olmayan kimseyi devlete almak istemediniz. “ 
    
Not: 18 Şubat 2014 Tarihli haberde Sayın Başbakan da torpil yapıldığını doğruluyor.
 
Adalet Bakanlığı Mülakatlı Sosyolog Ataması Puanları ( 370 kişi)
2013-2 Kasım Merkezi Sosyolog Atama Puanları ( 13 kişi)
73 puanlı  28 kişi
Aile Bakanlığı (Adana)
86,7
74 puanlı  37 kişi
Aile Bakanlığı (Bilecik)
87,2
75 puanlı  37 kişi
Aile Bakanlığı (Zonguldak)
87,2
76 puanlı  38 kişi
Aile Bakanlığı (Düzce)
87,4
77 puanlı  28 kişi
Göç İdaresi (Ankara)
90,7
78 puanlı  41 kişi
Göç İdaresi (Ankara)
91,6
79 puanlı  31 kişi
Göç İdaresi (Antalya)
86,1
80 puanlı  27 kişi
Göç İdaresi (Antalya)
86,9
81 puanlı  26 kişi
Göç İdaresi (İstanbul)
87,6
82 puanlı  27 kişi
Göç İdaresi (İstanbul)
93,6
83 puanlı  18 kişi
Göç İdaresi (Edirne)
85,7
84 puanlı  11 kişi
Göç İdaresi (Edirne)
85,8
85 puanlı   7 kişi
Konya Ovası Projesi Kalkınma İdaresi
85,7
86 puanlı    3 kişi
NOT: Adalet Bakanlığı’nın 370 sosyolog atamasında 73 puanlı dahi atanırken en son Merkezi atamada puanların 85 ve yukarıda olduğu görülmektedir.
87 puanlı    5 kişi
88 puanlı    2 kişi
90 puanlı    1 kişi
91 puanlı    2 kişi
92 puanlı    1 kişi
 
                     Sosyolog Adayı E.Ş’nin ifadeleri aynen şöyle: Beni bu süreçte en çok yaralayan sınıf arkadaşımın 74 puanla adalete torpil yaptım diye girmesi oldu. Benim gibi yüksek puanlılar zaten atanacakmış ve kendisinin şansı olmadığı için bunu yaptığını ve kendinde bu hakkı gördüğünü söyledi. Bu kişi cemaatten biriydi, hatta bizim gibi yüksek puanlıların mülakatlı alımlarına başvurmasını onlara haksızlık olduğunu bile söyleyecek kadar yüzsüzdü. Onun 74 puanla haksız bir şekilde atanması beni o kadar yaraladı ki ben üzüntüden stresten 45 kiloya kadar düştüm. Kendime bir  türlü yediremedim bunu ben ders çalışırken o hayatını yaşıyordu ve o atandı. Sonra nasıl olsa merkezi atamada atanırım dedim toparladım kendimi ama bu sefer de alınan sayılar çok komik oldu. 84,5 puanla evde işsiz bekliyorum. Hakkımı helal etmiyorum torpille sosyolog olanlara.
 
                  Geçen sene Adalet Bakanlığı’nın yaptığı  370 sosyolog atamasını defalarca gündeme  getirmiştik. Mülakatla yapılan atamada düşük puanlılar başarılı sayıldığını, yüksek puanlılar halen işsiz gezdiğini ifade etmiştik. Ortada çok büyük büyük bir haksızlık var. Mülakatlı alımda 73 alan kişi bile memur yapılıyor, merkezi atamada da puanlar 85’ten aşağı düşmüyor. Buradaki mağduriyetin çözülmesi gerekir.
                  Sosyolog istihdamı ve atamasıyla ilgili yaşanan durumla ilgili  Adalet Bakanlığı’nın sosyolog atamalarıyla ilgili yaşanan mağduriyeti ve sıkıntıyı araştırması, sosyolog adaylarının taleplerini değerlendirmesi, 732 boş sosyolog kadrosuna mülakatsız bir şekilde atamaların yapılması demokrasi adına sevindirici adımlar olarak tarihe geçer. Tarihi 370 sosyolog atamasında yaşanan adaletsizliği çözmek için Adalet Bakanlığı yetkililerini tarihi görev ve sorumluluğa davet ediyoruz.
 
 
NOT:   Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na torba yasayla 500 kadro ihdası yapıldı. Sosyolog adayları yıllardır Aile Bakanlığın personel alımlarını beklemektedir. ÖSYM tarafından KPSS puan sıralamasına göre atamaların yapılması için takvimin bir an önce açıklanması adayların mağduriyetini gidermiş olacaktır.

 
Zeki KARA
Eğitimci-Yazar