HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

27 Mart 2014 Perşembe

Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Sesimi duyar mısınız?

27 Mart 2014






“Cemaat”ten biri, bir mail atmış “Sesimi duyar mısınız, bak haykırıyorum” diye.. Ben duyduğum bu sesi sizinle paylaşmak istedim.. Kimdir, ne yaşadı, ne gördü bilmiyorum.. Mektubunun sonunda bir isim var sadece; Ömer Muhtar Yılmaz..

Anne-babalar çocuklarına sahip çıksınlar. Yaşadıkları gerçeği gizlemesinler.. Ülkemiz, din maskesi ile maskelenmiş, uluslararası bir komplo ile karşı karşıya..

Ha bu olanlar bize ders olsun. “Şeytan bizleri Kur’an’la aldatmasın”.. Unutmayalım ki, “Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı.” Kafamızı kiraya vermeyelim ve gözümüze at gözlüğü takmayalım. “Din büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyelim.” Birilerinin önünde “Musalla taşındaki meyyit” gibi durmayalım! Gözünüze kibriti çok yaklaştırınca arkasında bir ormanı kaybedersiniz.. Öfke gibi aşk da aklı zail eder..

  “Her şey ne kadar sade ve huzurluydu biliyor musun 12 yıl evvel. Küçücük ve içi boş evler vardı. Bizler oraya gider ve namaz sonrası birkaç sohbet okur ve evlerimize huzur içinde dönerdik. Bize büyüğümüz çay demlerdi, yanına da ucuz birkaç bisküvi koyardı ama; o keyif ve lezzet nedense pahalı şeylerde bile imkânsızdı. Sonra uyurduk orada, tabii uyuyabilirsek… Gece 1-2-3 derken sabah namazı için kapıda belirirdi büyüğümüz de, ne çabalardı bizi uyandırmak için. O nasıl sabırlı bir adamdı yahu! O adamı çok sevdim biliyor musun? O adamları ben çok sevdim, hani sabah namazları sonrası seni dinleten adamları. Her tarafı dağıtıp kirlettikten sonraki haftaya evi tertemiz, bize yeniden açan adamları…

O adamlar gibi olmak istemiştim, fedakârlar biliyor musun onlar. Geleceklerinden, ailelerinden feragat edip, İslam davası uğruna nice eğlenceyi terk eden adamlar.

Aradan yıllar geçti. O adamlar geçip gitti. Yerine daha farklı bir versiyon ya da jenerasyon geldi. Daha varlıklı oldu evler, plazma tv, sinevizyonlar… Dandik bisküvi yoktu artık, yerine etli özel yemekler geldi, evler büyüdü ve bu adamlara ev veren, kiralayan insan sayısı arttı. Gelecekten vazgeçme değil gibi duruyordu artık mesele. Sanki artık burada gelecekler hazırlanıyordu insanlara. Buraya gelen acı çekmeye değil de sefa sürmeye geliyordu sanki artık. Ama olsun demiştim. İçindeki bazı, birkaçı çıkar amacı gütseler de geneli ve hele hele o “tepedeki” çok sağlamdı be ! O tepedekine hayrandım biliyor musun ? Hatta onun için bir kere “İlim aldığını söylediği zatta bir takım hatalar olsa da, sanki o; o hataları da düzeltip kendisine almış. Bu zamanın en büyük adamı…” demiştim.
Sonra bu son olaylar oldu. Senin de bildiğin olaylar işte, hani şu daha tazecik olaylar… Kalbimi kırdınız yahu! Bu yapı, bu sistem… Hep birlikte bu kırım işini yaptınız. Hayalimizde bir profil vardı ve yerle bir oldu o profil. Yıkım oldu biliyor musun? Hayata bakışım, dini yargılayışım değişti.

Vallahi insan inandığı şeyin yanlışını görünce şunu diyor; peki ya kaynağı? Köken aldığı yer? İslamiyet?!

Diyeceğim o ki; Allah razı olduğu kullarından etsin sizleri, sizleri o kıvama soksun bir an evvel. Çünkü size teşekkür ediyorum. Vesile oldunuz; Tevrat, Zebur, İncil okudum yahu… Asla elime almayacağım kitaplardı bunlar. Bir yanda Kur’an eşgüdümlü gittim. Elbette Allah vardı, sadece aklıma oturtmam lazımdı, doğru nedir, yanlış nedir, hak nerede, hakikat ne?? Yani ikna olmam lazımdı hakiki din bu mu diye. Tek büyük Allah’a hamdolsun. Beni ikna etti biliyor musun? Bana dinin doğru olduğunu gösterdi, “fark ettiren” sûreyle gösterdi bana bunu, “fark ettiren” sûrede buldurdu aradığım ve ikna olmama yeten âyetleri.

İnsan, dinin doğruluğunu yani hakikati fark edince; önce hakikat maskesinin altına gizlenen ve bu maskeyle insanları yönlendiren, daha doğrusu kullanan insanlara hiç hayır dua okumuyor biliyor musun ?

Hele ki yaptığını kalben yaptığında. Sandığında inandığı davanın ardında Allah’ın davası olduğunu. Ve bir boşluk kaplıyor içini insanın. Yaptığı İslamî hizmet sanarak, içini ferahlatan işlerin, o inşirahla yattığı gecelerin yerine; “acabalarla” dolu sorular ve hangi “din”, kimin “dini” soruları” kaplayınca yüreğini. Çünkü o yürek, çok sağlam bağlanmıştı sana ve senin yoluna.

Ta ki o güne dek.. O gün ne mi oldu ? Önce “kin”, sonra “nefret”, sonra “sorgu”, sonra “sövgü” en son “af”…

Önce babamı suçladım, bana neden daha güçlü engel olmadı diye. Sonra kendimi suçladım, “neden büyük adam sözü dinlemedin” diye. En sonunda da ülke büyüklerini suçladım, “Neden bizleri açık ve net uyarmadılar da bu işe o kadar destek oldular, sessiz kaldılar büyümeye” diye. Nihayet suçluyu da buldum aslında “fert fert her birey”. Evet bizdik. Hepimizdik.

“Rab” dediğin tek mükemmel terbiyeci, sana kitap indirmiş de açıp bir kez dahi içine akleden kalbinle bakmamışsın dedim Ömer Muhtar! Hayatının terazisini bir kez olsun Kur’an yapmamışsın da milletin, senin gibi insan olanların kitap ve kelamını baz almışsın diye, kendime kızdım.

Şimdi artık, ne sana kızıyorum ne de senin yolundan gidene. Nitekim gördüm ki mükemmellik yok, sende de dünya hırsı olabiliyor dünyalık düşüncen olabiliyor. Kafamda bir tabu varmış, o yıkılmış sadece. Aslında o tabu da koca bir kaya parçasıymış, karanlık akıl mağaramda fecrin içeri sızmasını engelleyen. Sen koca bir şeye vesile oldun yani! Bir gence, hakiki yolun ne ve nasıl olacağını; sen kendini feda ederek gösterdin aslında. O genç, Allah nasip eder de evlat sahibi olursa, bir soy yetiştirecek ki; Allah’ın verdiği izin ölçüsünde; onlar artık sadece Kur’an’ın farklı, çeşit çeşit tefsirleriyle büyüyüp öğrenecek insan olmayı. Babaları bile olsa sınır koyup, sınır kaldıran ya da “izimden gel” diyen, bunu da akleden kalp atölyelerinde bir işleme tabi tutup hizmete sokacaklar hayat fabrikalarında.

Sözün özü; sana olan kin nefretim affedilebilir bir kılıfa büründü. Aslında şer gibi görünüyordu da belki hayır oldu. Ve sana ve senin yolundan giden kardeşlerime de artık dua eder oldum sadece.

Allah sizleri razı olduğu kulları arasına katsın. Tabii beni de bu kaotik ortamda, her doğru görünenin altında bir şaibe olduğu bu ortamda doğru karar verip, doğru tarafta olan kulu etsin. Nitekim bildiğim şey, tek ve en kesin doğru, Allah’ın yeryüzüne ölümsüz bıraktığı yazılı eser olan Kur’an. Durduğum da, en güvendiğim yer de O’nun yanı artık. Onu bize bırakan Allah’a hamdolsun. Allah’ın selamı

Müslümanlara, üzerimize olsun.” Mektup burada bitti.

Selam ve dua ile..
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Siz, bir “Kuş” ile “Derviş”in hikâyesini bilir misiniz?

27 Mart 2014




Başlıktaki “hikâye”ye geçmeden önce; “Akit’in yeni sloganı”ndan bahsedeyim... Gerçi, televizyonlarda görmüşsünüzdür ama, ben yine de yazayım;
“Gelene hocam,
Gidene paşam demedik.”
Bunun aksini hiç kimse iddia edemez... Çünkü bu gazete, “28 Şubat Süreci”nde de; uğradığı ağır “baskı”lara, “baskın”lara, “andıç”lara, “susturma plânları”na ve “gözaltı”lara rağmen, “Cuntacı generaller” karşısında hiç boyun eğmedi, hep “dik” durdu...
Dün, nasıl; “Halkın gören gözü, işiten kulağı ve haykıran sesi” olduysak, bugün de, malûm “Hoca”lara ve “Loca”lara karşı “dik” durmaya ve onları “deşifre” etmeye devam edeceğiz!..
DÂVÂLARI İKİYE KATLAYIN!
Bugünkü “manşet”imizde de, “Fetullah Gülen’in bağlantıları”nı “deşifre” ettiğimiz gibi!..
Gördünüz ya;
Pensilvanya’da “MİT’in girişimlerde bulunduğundan şüphe” eden CIA, hemen “Fetullah Gülen ve çervesi”ni uyarıyor;
“MİT’e karşı dikkatli olun!”
Bu ne demektir,
Bu, “suçüstü” demektir!
“Fetullah Gülen ile CIA’nın bir işbirliği veya bir bağlantısı” olmasa; CIA, niye uyarsın onları?..
Niye, “dikkatli olun” desin!..
Demek oluyor ki;
“Gülen’i koruyup, kolluyorlar!”
Biliyoruz, bu “deşifre” üzerine de mutlaka “dâvâ” açacaklardır... Daha doğrusu, açtıkları dâvâlara “bir yenisini ekleyecekler”dir!..
Bir süre önce;
“Tweetleri ikiye katlayın” diyorlardı ya, görünen o ki; sadece “tweet”leri değil, “dâvâları da ikiye katladılar!”
Evet, ikiye katladılar...
Daha önce “60 dâvâ” açmışlardı, şimdi bu dâvâ sayısı “101”e çıktı... Dün de yazdığım gibi; Akit mensupları için istedikleri ceza, “197 yıl hapis, 1 milyon 410 bin lira tazminat”tır!..
GEREKİRSE HAKİM KİRALAYIN!
Peki, bu dâvâları kazanma ihtimalleri var mı?.. “Paralel Yargı” orada duruyorken, niye olmasın?!?..
Gerçi, “Paralel Yapı” olmasa da, “Fetullah Gülen’in talimatı” gayet net!..
Adamlarına diyor ki;
“İcabında mahkemenin altını üstüne getireceksin, avucuna alacaksın.
Arkadaşlara diyorum ki ben; bin döktüreceksin belki geriye biri dönecek. Bu dershaneleri üstad, destekleriz yani.
Avukat da kiralayacaksın,
Hakim de kiralayacaksın.
Bir milyar vereceksiniz, on milyonluk tazminat davası alacaksınız. Yani bu da mahkûm etmektir yani.”
Görüyorsunuz ya;
“Avukat da kiralayacaksınız” diyor adam!.. Yetmiyor, “Hakim de kiralayacaksınız” diyor!..
O da yetmiyor;
“Bir milyar vereceksiniz, on milyonluk tazminat alacaksınız!”
Açıkçası;
“Avukat kiralayın, hakim kiralayın!.. Hatta, 10 milyon kazanmak için 1 milyar harcayın ama dâvâları mutlaka kazanın” diyor!..
“Ne yaparsanız yapın,
Bunları mahkûm ettirin” diyor!..
Söyleyin Allah aşkına;
Bu, nasıl bir “cemaat”tir, bu adam nasıl bir “hoca”dır?..
Buna rağmen, diyoruz ki;
“Gidene Paşam demedik, gelene de Hocam demeyiz!”
Siz olsanız, der misiniz?..
Bir zat ki; “ananas”larla uğraşır, “tesbih”lerle uğraşır, “rafineri ihaleleri” ile uğraşır, “film senaryoları” ile uğraşır, “kaset”lerle uğraşır, “dâvâ”larla uğraşır, “siyaseti dizayn” ile uğraşır, “hükümeti yıkmak” için uğraşır!..
Sonra da, “Hocaefendi” olarak çıkar ortaya, “beddua”lar yağdırır!..
Söyleyin Allah aşkına
İnsanlık “Müslüman” olduğundan bu yana böyle bir “beddua”, böyle bir “hoca” görmüş müdür?..
Hani; sürekli “kilisenin haçı”na pisleyen bir “karga”ya; “kilisenin papazı” şöyle demiş ya;
“Hıristiyan olsan kilisenin haçına pislemezsin, Müslüman olsan rakı içmezsin!.. Söyle be karga, nesin sen?”
Fetullah Gülen de;
“Hoca” olsa, “rafineri, siyaset, istihbarat ve kaset” işleriyle uğraşmaz, “örgüt lideri” olsa “Ayet-Hadis”le uğraşmaz!..
Peki, kimdir ve necidir bu zat?..
METRUK DEĞİL MEKRUH!
Söyleyin Allah aşkına;
“Hoca” denilen bir zat, “mekruh” ile “metruk”u birbirine karıştıran Mustafa Sarıgül gibi bir “CHP adayı”nın desteklenmesini ister mi?..
Hadiseyi biliyor olmalısınız...
Tarih  26 Nisan 2004...
Zaman gazetesi, Nuriye Akman’ın Mustafa Sarıgül’le yaptığı röportajı yayınlıyor... Buyrun, Nuriye Akman’ın sorularını ve Sarıgül’ün verdiği cevapları birlikte okuyalım:
l Sarıgül: Ben ne içki ne de sigara içerim. Yok, içkiyi arada sırada içerim. Ama öyle aşırı bir şeyim yok. Ama işte hacı olduğunuz zaman, yapmamanız gereken METRUK olan olaylar var.
Nuriye Akman:
METRUK değil, MEKRUH.
l Sarıgül: Olabilir. Benim fazla öyle bilimsel derinliğim olmaz. Onun için rahat rahat söyleyebilirsiniz.
Nuriye Akman: Affedersiniz. Ahmet Hakan ile konuşmanızda da bir kelimeyi yanlış telâffuz ettiniz.
l Sarıgül: NEMAHREM diyecektim,
NAMEHRAM dedim.
Nuriye Akman:
Yok. NAMAHREM olacak.
l Sarıgül:
Niyet önemli hanımefendi! Yürek önemli, senin boynun kopmasın! Yerin dibine girmeyesin sen. (Gülmeler) Kelimeye takılıyorsun. ALİME TARİF GEREKMEZ.
Nuriye Akman:
O da “ARİFE TARİF” olacaktı.”
SUR’LARI KİM YAPTI?
Konuşmalar bu minval üzre devam ediyor... Aradan yıllar geçiyor ve geliyoruz bugünlere...  Niye “bugünlere” dedim, çünkü “aradan geçen 10 yılda” Sarıgül, belki bazı kavramları öğrenmiştir diye...
Ama, ne gezer!..
Tarih 24 Mart 2014...
Mustafa Sarıgül, “ittifak anlaşması” gereği Samanyolu Haber Televizyonu’ndadır...
Samanyolu Haber Genel Yayın Yönetmeni Metin Yıkar da, “çanak sorular”la Sarıgül’ü yıkamaya-yağlamaya çalışmaktadır...
Ne var ki;
Konuşmasının bir yerinde, Sarıgül, öyle bir “gaf” yapıyor, öyle bir “pot” kırıyor ki, Metin Yıkar; “Nereden çağırdım bu adamı?.. Keşke çağırmaz olaydım” dercesine, “yere bakmaya” başlıyor... O anki hali; “Yer yarılsa da, yerin dibine girsem” diyen bir ruh halidir!..
Metin Yıkar’ı “yerin dibine” geçiren Sarıgül’ün sözleri şöyledir:
“Mimar Sinan o güzel tarihi binaları bize bıraktı, o güzel surları bizim için yaptı, biz Mimar Sinan evlatları olarak bize bıraktığı o siluete ve yapılara sahip çıkamadık.”
Mustafa Sarıgül’ün “engin tarihi bilgisi”ni görüyor musunuz?.. “5. yüzyılda” yapımına başlanan “sur”ları, 1538’de “Mimarbaşı” olan Sinan’a inşa ettiriyor!!!..
Sormak lâzım kendisine;
O “sur”ları, Mimar Sinan 1500’lü yıllarda yaptıysa, Fatih Sultan Mehmet, 1453’te İstanbul’u fethederken, “hangi surları yıktı” acaba?..
Tamam, Sarıgül’ün “engin bilgi”(!)sine gülüp geçelim de, bu adam “İstanbul’a belediye başkan adayı” olmuş, Cemaat’in “Abi”leri ve “Abla”ları da, kapı kapı dolaşıp, “Sarıgül’e oy” istemektedir!..
Şu hâle bakın;
“Mekruh”a “Metruk” diyor!..
“Namahrem”e “Nemahrem” diyor!..
“Arife tarif gerekmez” diyeceğine, “Alime tarif gerekmez” diyor!..
10 yıl sonra da;
“408 yılında” yapımına başlanan “İstanbul Surları”nı 1500’lü yıllarda Mimar Sinan’a yaptırıyor, iyi mi?..
Yanarım, yanarım da;
Fetullah Gülen’in talimat verdiği “Abi”ler ve “Abla”lar, “dini ve tarihi bilgisi olmayan” böyle bir adayı destekliyor, ona yanarım!..
“Boş teneke çok ses çıkarır” ya, galiba Mustafa Sarıgül de öyle!..
Son diyeceğim şudur;
“Kenarına bak bezini, anasına bak kızını al” derler ya; bu sözü Sarıgül için şöyle değiştirebiliriz;
“Hocasına bak, adayını al!”
KUŞUN KIRILAN KANADI!
Neyse, lâfı daha fazla dağıtmadan, başlıktaki “hikâye”ye gelelim...
Efendim, şimdi anlatacağım hikâyeyi, Ülke TV Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk’ten dinledim... Hikaye şöyle:
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar;
“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
Derviş kendini savunur;
“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki;
“Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?”
Kuş kendini savunur.
“Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Kuş o anda;
“Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş sebebini şöyle açıklar;
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar... Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın... Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”
Ne dersiniz; son dönemde yaşadıklarımız ,bu hikâyeye tıpa tıp uymuyor mu?..
Gerçekten de, “dervişin sırtındaki hırka” çıkarılmalı ve gerçekte bir “avcı” olduğu “deşifre” edilmeli değil mi?.. Eğer sırtındaki “hırka” veya “cüppe” çıkarılmazsa, hemen herkes onu “derviş” veya “hoca” olarak bilmeye, dolayısıyla “aldanmaya” devam edecektir!..
Oysa, o “cüppe”in altında,
Neler var, neleeer!!!..
************************************************************
“Taş”ları bağlamışlar, “köpek”leri salmışlar!
Hikâyeyi bilirsiniz... Bir kış günü adamın biri, bir köye gitmiş... Köyün köpekleri, salyalarını akıta akıta üzerine doğru gelince; yere eğilip, bir “taş” almak ve “köpeklere” atmak istemiş... Ama, ne mümkün!.. Taşlar “donduğu” için, bir türlü çıkaramamış!..
O korku ve heyecanla; “Hey Yarabbim” demiş; “Bu ne biçim köydür ki; taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar!”
“Twitter yasağı”na tepki gösterenlere bakıyorum da; habire Hükümet’e saldırıyorlar!.. Yok “özgürlüğe darbe”ymiş, yok “haberleşme hürriyeti kısıtlanıyor”muş!..
İyi, hoş da; “Twitter” üzerinden yapılan “ahlâksızlık”lara, savrulan “yalan”lara, edilen “küfür”lere ve en önemlisi de, “namus ve haysiyet cellatlığı”na ne diyeceğiz?..
Ne yani; “Müstehcen fotoğraflar” yayınlamak, “Başbakan’a saldırmak” ve hemen her dakika herkese “iftira” atmak “serbest” mi olacak?..
Burası “Muz Cumhuriyeti” olmadığına göre, sadece “Twitter” değil, herkes “haddini” bilecek ve “mahkeme kararları”na uyacak!..
Unutmayalım ki;
Burası, “eski köy” değil!..
“Taş”lar da artık bağlı değil!..
Hadi, başka köye!..
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Darbecilikte kardeş ‘Paşa’ya da ‘Hoca’ya da hayır

27 Mart 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit



28 Şubat sürecinde, komutanlara sürekli “saygı ve hürmet” takdimi yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, ne hikmetse son süreçte ise, sürekli meydan okumalarla gündeme geliyor..
Bugün saat 14.00’te yine bir basın toplantısı düzenliyorlarmış.
Toplantının tanıtımını da, şöyle yapmışlar: “İslami literatürün günlük siyasete malzeme yapılması, sorumluluk sahibi oldukları varsayılan önde gelen politikacıların dini değerlerle alay eden üslup ve söylemleri, bazı siyasilerin İslami terminolojiyi kullanarak toplumda kin, nefret ve ayrılık tohumları ekmeleri karşısında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ilahiyat camiasından bir grup akademisyen ile basın açıklaması yapacaktır.”
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yetkililerini ve ilahiyat camiasının değerli isimlerini bulmuş iken..
Ben basın toplantısının yapılacağı Swissotel’in kapısından içeri, hayatımda girmedim..
Şimdi de girmeye niyetim yok.
Burdan sorularımı yönelteyim, vakfın ilahiyatçıları, bakalım cevaplayabilecekler mi?
1- “Cebrail parti kursa oy vermem” sözü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hata yapmayacağına inandığımız bir büyük melek parti kursa, ona da oy vermeyeceğini söylemenin, iman esasları nazarında hükmü nedir?
2) Cebrail’in kuracağı partiye bile oy vermeyeceğini söyleyen bir kişinin, bugün “Şu partiye oy vermemek günah değildir” açıklamasının hükmü nedir?
3) Bugünlerde darbeci olarak eleştirdiğiniz MGK için, “Hata ederlerse bir, doğruyu bulurlarsa iki sevap kazanırlar” sözünün İslami ilkeler çerçevesinde hükmü nedir?
Zulmedene müçtehid unvanı verilmesi, zalimliğin mi, münafıklığın mı, küfrün mü, yoksa basit bir hatanın mı eseridir? Zalime müçtehid sıfatı veren bir sevap mı, iki sevap mı kazanmıştır? Üçüncü ihtimal nedir?
4) Hz. Muhammed’i, Hz. Meryem ile evlendirmeye kalkmak, Kur’an’ı inkar anlamına gelmez mi?
Sorulacak daha çok soru var da..
Bunlara cevap versinler..
Gerisini sonra sorarız..

Soruları sorduk, saat 14.00’teki toplantıda verilecek cevapları beklerken, biraz geçmişe dönelim..
Çoğu kesimin tanımlamasıyla “korkak”, benim ise “çekingen” olarak nitelediğim bu dindar kardeşlerimiz, son günlerde öyle cesurane çıkışlar yapıyorlar ki, gözlerim yaşarıyor..
28 Şubat günlerinde, “Biliyorsunuz bizim okullar var. Yanlış anlamayın.. Kendimiz için değil.. Orda binlerce öğrencimiz var. Onları düşünüyoruz. Bizim okullarımız var.. Yoksa, biz de sizinle birlikte meydanlara ineriz” diyerek, mücadeleye bizi sürüp, kendileri kenara çekiliyorlardı...
Paşalara karşı, “Yüksek komutanım” diye söze girip, “Değerli zamanınızı aldığım için binlerce defa özür diliyorum” diye yağcılık yapıyorlardı.
Şimdi dindar Başbakan’a kumpas kurmuşlar.. Kurdukları kumpasın hesabının sorulacağı hatırlatılınca, posta koyarak cevap veriyorlar: “Alın bizi cezaevine.. Hiç korkmuyoruz.. Ne olacak ki, bizi cezaevine koysanız.. Biz bu yola baş koymuşuz!”
Paşaların öfkesinden korkuyorlardı ama..
Dindar Başbakan’ın şefkatinden emin olmalılar..
“Biz bir gol atmaya çalışırız.
Atarsak ne ala..
Galip geliriz.. Ezer geçeriz..
Golü atamazsak..
Bize kıyamaz Tayyip’imiz” diyor olmalılar..
Onun için dün; başkalarının tanımlamasıyla “korkaklık”ta, benim tanımlamamla “çekingenlik”te zirve yapanlar, bugün böyle cesurane konuşuyorlar!..

O baskı dönemlerinde, kimseye yağcılık amaçlı mektup yazmadık.. Kimseye “Yüksek komutanım” demedik.
Tam aksine..
Generalin biri çıkıp, Mehmet Akif Ersoy’un, “milliyetçi ama dindar bir şair olduğu”nu, bu sebeple “İstiklal Marşı’nda bazı dini kavramları öne çıkarttığı”nı aktarıp, milli şairimiz üzerinden bütün dindarları kastederek, “Bunları belledik” dediğinde..
Cevabını, hemen ertesi günü manşetten vermiştik: “Bellendiniz paşam!”
Biz böyle delidolu idik..
Darbecilere dahi, eyvallah etmedik..
Darbecilik tarihinin, “askerli bölümü”nün sona erdiği bugünlerde..
Darbe planlarının farklı “manken”lerle yapılmaya hazırlandığı bugünlerde..
Akit’in yeni “manken”lere eyvallah etmesi mümkün mü?
Değil..
Gidene “paşam” demediğimiz gibi, gelene de “hocam” diyemezdik.
Demedik..
Dünün çekingeni, bugünün cesuru kardeşlerimiz; haklarında daha bir aylık hapis cezası istemli iddianame bile ortada değil iken, kuru gürültü kopartıp, “Bizi cezaevine koymalarından korkmuyoruz” diye Amerika’lardan seslenirlerken..
Biz Türkiye’nin göbeğinde, yüzlerce yıllık hapis cezası istemli şikayetlerin/iddianamelerin üçü gelip, beşi hakime havale edilirken haykırıyoruz: “Allah’tan başka kimseden korkumuz yok!”
Onları da buraya davet ediyoruz..
ABD’den “Korkumuz yok” demek kolay..
Swissotel’den de olsa, İstanbul’da bir söyleyiverin: “Dün generallerden niye korkuyordunuz? Bugün dindar Başbakan’a şantaj yaparken kimden cesaret alıyorsunuz?”
Mehtap Yılmaz / Yeni Akit

Fetullah Gülen’in sopası!

27 Mart 2014




Gülen’i gerçek yüzüyle tanıyan herkes, meşhur sopasının namını biliyor. Bu yüzden çevresindekiler korku belası, feodal bir itaat içerisinde karşısına çıkıyor. Tıpkı Gülen’in karşısında esas duruşa geçen Ekrem Dumanlı gibi korku belası haddini biliyor. Gülen’in yüzündeki maskeyi düşürmeye cesaret edemiyor.

Öfkesinden sual edemiyor mesela… Dayakçılığından sual edemiyor. Soramadan soruyor gibi yapıyor. Eline ne verildiyse, onu okuyor. Kamuoyu, sorduğunu sanıyor sadece…

O kara posta çöreklenen Gülen’e kimse soru soramaz. Bu yüzden, Fetullah Gülen’in huzuruna çıkılırken bir ibadet disiplini içerisinde çıkılıyor. Çünkü Pensilvanya’da çok vahşi bir feodal itaat iklimi hüküm sürüyor. Zira eğer Gülen sinirlenirse, neler yapabileceği biliniyor.

Çoğu kimse bunu göze alamıyor.

Nurettin Veren’i, şömine demiriyle öldürmeye kalktığını, sövüp saydığını, “öldürün şu adamı” emrini verdiğini görenler nasıl soru sorsun?

Ekrem Dumanlı’yı takar Gülen’in öfkesi?

Gülen’in bu yönünü bildiğim için Ekrem Dumanlı’yı anlıyorum. Kızmıyor, acıyorum.
Çünkü Gülen’in öfke kontrolü yok! Gözü kararmaya görsün… Öfkesinin sınırı yok! Kininin sonu yok! Acıması yok!

Tapeleri, şantajları, montajları bir kenara bırakın. Ekrem Dumanlı, mesleki açıdan duman olmayı göze almasın da ne yapsın? Falakaya mı yatsın? Hakarete, dayağa mı katlansın?

Gerçek Fetullah Gülen öyle biri ki, çocukları bile dövdüğü oluyor. İnsanların kafasında sehpa, sandalye kırabiliyor. Hakaret edip, aşağılayabiliyor… Sövüp sayıyor. Evli barklı insanları falakaya yatırtıp sopalatıyor. Sinirlendiği vakit tekme tokat dalıyor. Dayak atarken insanların kemiklerini kıracak kadar kendini kaybediyor. Çıldırıyor, saldırganlaşıyor. Gözü kararıyor…

Yakın çevresindeki herkese şiddet uyguluyor. Onun yakınında yaşamak zorunda olan herkes, geçimsizliğinden, hakaretlerinden, dayağından yaka silkiyor.

İnanmayan Cevdet Türkyolu’na sorsun! Cemaatteki herkes, Fetullah Gülen’in Cevdet Türkyolu’nun kafasında kaç defa sandalye, sehpa kırdığını biliyor. Gülen’in en yakınındaki Latif Erdoğan’a sorsunlar…

Kamp dönemlerinde çocukları dövdüğüne, sıra dayağından geçirdiğine herkes şahit!
Fetullah Gülen’in, Abdulkadir Akşit’in on iki yaşındaki oğlunu hortumla kaç kez dövdüğüne yakın çevresi şahit!

Nurettin Veren anlatıyor:
 “FEM Dershaneleri o zamanki genel müdürü, Çamlıca Camisi ve okulunu yaptıran Ali Katırcı’nın damadı Mehmet Demircan’ı Üsküdar’da bir yere gönderdi. Beklediğinden biraz geç geldiği için müthiş sinirlendi.

Evli barklı Demircan’ı öldüresiye tekme tokat dövdü. Biz araya girip kurtarmaya çalıştık. Hırsını alamayıp Alaattin Pekmezci’yle bana falakayı uzatıp bağlamamızı söyledi. Biz de bağladık, yere yıkıp ayaklarını havaya kaldırdık. Eline aldığı kalın sopayla yorulasıya kadar vurdu. Demircan bir taraftan yalvarıyor ve ağlıyordu, bağırıp kıvrandı ve bayıldı. Ayaklarını çözdük. ‘Hocam ne olur yeter, bir şey olmasın, bakın bayıldı’ deyince irkildi, ‘Ayağa kalk, numara yapma’ diye bağırdı ve sopayla koluna şiddetle bir kere daha vurdu ve ‘Çıkarın bunu’ dedi. Biz Demircan’ı sürükleyerek odasından çıkardık. Daha sonra Hocaefendi beni yanına çağırıp ‘Bunu hastaneye götürüp bir baktır’ dedi. Hastanede film çekildiğinde Demircan’ın kol kemiğinin çatlak olduğu görüldü.”

Kendisini, dünyaya hoşgörü timsali olarak sunan Fetullah Gülen, bu işte! Bu yüzden Ekrem Dumanlı’nın Gülen’in karşısında, bir marabanın ağasının karşısında durduğu gibi durmasını anlayışla karşılayın. Mesleki açıdan kendini böylesine sıfırladığı bir röportaja, hangi korkularla imza atmış olabileceğini anlamaya çalışın.

Dedim ya, sadece acıyın…
Ekrem Dumanlı adı gibi bilir ki Gülen’in kara-postu olur ama dostu yoktur! Biraz empati yapın!
http://www.habervaktim.com/yazar/64318/fetullah-gulenin-sopasi.html

egazete
ABD'deki Yahudi Derneklerinin Yıllık Geliri 26 Milyar Dolar!
 
ABD'deki Yahudi Derneklerinin Yıllık Geliri 26 Milyar Dolar!
ABD'de faaliyet gösteren Yahudi derneklerine yıllık yapılan toplam bağışın 26 milyar dolar olduğu belirlendi

ABD'de faaliyet gösteren Yahudi sivil toplum kuruluşlarına çeşitli şirketlerden yapılan yıllık bağış miktarının 26 milyar doları bulduğu ve bu miktardan en büyük payı İsrail'e yardım kuruluşlarının aldığı belirlendi.
ABD'deki Yahudi toplumu tarafından yayınlanan haftalık Forward dergisinde yer alan ve bu alandaki en kapsamlı ve ilk çalışma özelliği de taşıyan araştırmaya göre, ABD'nin dış ve iç politikası olmak üzere bir çok alanda etkili olan ve politikaların belirlenmesinde lobi faaliyetleri yürüten Yahudi sivil toplum örgütlerinin yıllık gelirleri 26 milyar dolar.
Araştırmadaki bulgular, ABD'de faaliyet gösteren 3 bin 600 Yahudi sivil toplum örgütünün vergi muafiyeti için devlete sundukları bilgilerden ve kuruluşlarla yapılan görüşmelerden elde edildi.
ABD'de sivil toplum kuruluşlarına yapılan yardımlar vergiden düşüldüğü için şirketler tarafından Yahudi kuruluşlarına yapılan bağışlar, doğrudan Yahudi toplumu ve İsrail'e yardıma dönüşüyor.
-Aslan payı İsrail'in
ABD'de zaman zaman tartışma konusu da olan ancak şimdiye kadar hiç bir kapsamlı araştırma bulunmayan Yahudi derneklerine yapılan bağışların, ilk kez bu düzeyde kapsamlı bir şekilde incelendiği ve raporlaştırıldığı belirtildi.
Ülkede vergiden düşülerek yapılan 26 milyar dolarlık meblağdan aslan payını ise İsrail'e yardım amacıyla kurulan kuruluşlar alıyor.
Buna göre paranın yüzde 38'i İsrail'e yardım amacıyla kurulan kuruluşlara, yüzde 20'si eğitime, diğer yüzde 20'si ise sağlık ve sosyal hizmetlere gidiyor.
Araştırmada, Sinagog ve dini kuruluşlara yapılan yardımların bu 26 milyar dolar içinde yer almadığı kaydedilerek, bunun nedeninin dini kuruluşların mali bilgilerini paylaşmak zorunda olmaması gösteriliyor.
Yahudi kuruluşlarına en çok yardım yapılan eyaletler sıralamasında da, ABD'de finansın merkezi olan ve büyük bir Yahudi nüfusunu barındıran New York ilk sırada yer alıyor.
New York'u, dünya sinemasının kalbi konumundaki Hollywood'un içinde yer aldığı California eyaleti izliyor. Film sektöründe büyük bir paya sahip olan Yahudi yapımcıların, İsrail ve Yahudi kuruluşlarına önemli miktarda destek verdikleri ifade ediliyor. Listede üçüncü sırayı ise Ohio aldı.
http://www.analizmerkezi.com/abddeki-yahudi-derneklerinin-yillik-geliri-26-milyar-dolar-40026h.htm 
İHH’dan Paralel Çetenin Mavi Marmara İftirası İçin Suç Duyurusu!
 
 
İHH’dan Paralel Çetenin Mavi Marmara İftirası İçin Suç Duyurusu!27.03.2014
İHH, paralel örgütün Mavi Marmara’yı hedef alan videosu hakkında suç duyurusunda bulundu. İHH Başkanı Bülent Yıldırım, videonun yalanla kurgulanmış bir ürün olduğunu söyledi.


Paralel yapının yayınladığı Mavi Marmara videosu ile kişilik haklarının ağır şekilde ihlal edildiğini düşünen İHH, Çağlayan Adliyesi Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. İHH avukatları söz konusu videoya erişimin engellenmesi için mahkemeye başvuruda bulundu. Söz konusu videoya erişimin engellenmesi ile ilgili kararın yarına kadar verilmesi bekleniyor
BUNU BM BİLE KABUL ETTİ
Paralel örgütün Mavi Marmara gemisi üzerinden hükümeti ve kendilerini hedef alan video görüntüsünü değerlendiren İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım, ”Paralel örgütün videosu yalanla kurgulanmış, İsrail gözüyle hazırlanmış meteryallerden ibarettir” dedi. Paralel örgütün yayınladığı videoda sanki ”demir çubuklarla saldırdığımız için İsrail askerleri ateş etti” imajı verilmek istendiğini belirten Yıldırım, İsrail askerlerinin hiç bir uyarıda bulunmadan ateş ettiklerini BM’nin bile kabul etmesine rağmen İsrail’den daha güçlü İsrailci olan paralel örgütün kabul etmemekte direndiğini ifade etti. (Yeni Şafak)

Selam Örgütü neden oluşturuldu yöntemi neydi

25 Şubat 2014
Hükümetin elini uluslararası kamuoyunda zayıflatmak ve Türkiye'yi teröre destek veren ülke olarak lanse etmek isteyen bu paralel yapılanma, Başbakan Erdoğan'ı terör örgütünün lideri olarak göstermekle kalmadı diğer örgüt liderleri olarak da kağıt üzerinde Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ve İran'ın eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat'ı da gösterdiler

TIMETURK / HÜDAVERDİ ALLAHVERDİ

Önce Tır operasyonları ve ondan önce de hükümet üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye’de El Kaide’yi desteklediğine dair bir çok haber çıktı. O gün çok üzerinde durulmayan haberlerin uluslar arası kısmı da yabancı basın yayın üzerinden servis edildi. Emre Uslu gibi gazeteciler Başbakan Erdoğan’ın Uluslar arası Ceza Mahkemesi’nde yargılanacağını bile yazmaya başlamıştı. Bütün bu gelişmelerden anlaşıyor ki aslında “Selam” örgütü üzerinden her şey hesaplanmış ve aslında 17-Aralık ve 25 Aralık operasyonlarının başarılı olunması durumunda bir çok insanın göz altına alınması ile birlikte örgüt lideri gibi lanse edilen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da tutuklanması amaçlanmıştı. Ameliyat masasında yarım kalan iş 17 Aralıkla tamamlanmaya çalışılıyordu.

SELAM ÖRGÜTÜ NASIL OLUŞTURULDU

Oluşturulan senaryoya göre İslam ülkelerini, küresel hegamonik güçlere karşı harekete geçirmeyi amaçlayan bu örgüt aynı zamanda Türkiye'de iktidarı ele geçirmişti.Bunun için bütün yayınlar farklı dillerde yayınlamaya özellikle İngilizce hazırlanan haberlerle bu algı yurt dışında özellikle güçlendirilmeye çalışıldı. Bu bakımdan Türkiye’de özellikle “Siyasal İslam” tartışması tekrar gündeme getirilerekAK Parti’nin İslamcı bir parti olduğunun altı vurgulanmaya başlandı. Bütün bu yayınlar yapılırken bir taraftan Irak Şam İslam Devleti Türkiye sınırına doğru kaydırılıyor, diğer taraftan tırların El Kaide’ye hükümet tarafından gçmderildiği ifade edilirken özellikle Yasin El Kadı ismiyle de uluslar arası camiaya mesajlar veriliyordu. Bütün bu gelişmeler yaşanırken yabancı medyaya paralelciler tarafından verilen röportajlarda kendi İslami görüşlerinin Batıya en yakın görüşler olduğu ifade ediliyordu. Yani kısaca “ben sizin arzuladığınız ve görmek istediğiniz İslam anlayışını daha iyi uygulayabilirim.” Deniliyordu.

Hazırlanan dosyaya göre “Selam” örgütün El Kaide ile ilişkileri vardı. İslam ülkelerinde yapılanıyor ve bütün ülkelerde kendi amaçları doğrultusunda ekipler oluşturuyordu. Örgütün; finansal, istihbari, siyasi ve askeri ayağının dışında bir de medya ayağı vardı. Bu bakımdan bu sözde oluşturulan örgütün tasfiye edilmesi gerekiyordu ve bu örgüt tasfiye edilmezse batının buradaki çıkarları,İsrail ile anlaşma ve Türkiye’nin füze alımı, 3.Havalimanı,3.Köprü gibi hayati projelerinin Batıyı tehdit edeceği vurgulanıldı. Bununla yetinilmedi bir çok cemaatin ve sivil toplum kurumunun dünyanın bir çok yerindeki çalışmalarının da engellenmesi gerektiği vurgulandı.

ÖRGÜT LİDERİ ERDOĞAN OLARAK GÖSTERİLDİ
Hükümetin elini uluslararası kamuoyunda zayıflatmak ve Türkiye'yi teröre destek veren ülke olarak lanse etmek isteyen bu paralel yapılanma, Başbakan Erdoğan'ı terör örgütünün lideri olarak göstermekle kalmadı diğer örgüt liderleri olarak da kağıt üzerinde Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah ve İran'ın eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat'ı da gösterdiler. Öyle ki AK Parti'yi El Kaide ile ilişkilendirecek 'teröre destek' suçlamasıyla kapatma davası açılacak bu başarılamayınca da hükümete Hizbullah destekli sözde Selam Terör Örgütü yaftası vurulmaya çalışılacaktı. Bununla da yetinilmedi yaklaşık 70 kadar İranlı diplomat, aktivistin yanı sıra İran Ankara Büyükelçisi Ali Mehrabi, İran İstanbul Başkonsolosu Abdollah Aklaghi'nin de bulunduğu pek çok kişinin paralel yapılanmanın dinleme ağına takıldığı belirlendi. Irak Milli Reform Hareketi Türkiye Temsilcisi Ali Akbar Waly, FKÖ'nün istihbarat şefi Ali Hasan Selami ve Hacettepe Üniversitesi Uluslararası Öğrenci Temsilci Elvin Aghayev ile Azerbaycan İslam Mukavemet Hareketinin liderlerinden Hacı Tale Bağırov gibi isimler dinleme ağına karışan kişilerden bazılarını oluşturuyordu

MOSSAD MI HAZIRLADI
Bu durum, paralel yapılanmayı soruşturma talimatının İsrail Gizli Servisi MOSSAD tarafından verildiği ihtimalinin akıllara getirdi. Çünkü 7 Şubat MİT Krizinde Zaman Gazetesi Yazarı Hüseyin Gülerce savcıların yabancı istihbaratlar tarafından kullanılabileceğini ifade ederek şöyle demişti: "Dışarının parmağı olabilir mi bu işte? Şunu sormak lazım. Yabancı istihbarat teşkilatları, diyelim ki İsrail, Suriye, Amerikan istihbaratı bizim devlet teşkilatlarımıza istihbarat kurumlarımıza sızabilir mi? Sızabilir! Peki sızarsa, savcı böyle bir istihbarat ajanı olabilir mi? Ben direkt olmaz, olamaz diyorum. Peki bir yanlışlık yapılmışsa nasıl olur. İşte kimse o devlet birimlerine sızanlar öyle bir malzeme hazırlar getirirler sizin önünüze koyarlar ki siz düğmeye basmak zorunda kalırsınız. Savcının da yapabileceği bir şey yok. “
.
HAKAN FİDAN İSTİHBARAT AĞININ BAŞINDA GÖSTERİLİYOR

Daha önce Hürhaber'de Yasir Kadıoğlu'nda yazdığı gibi Dosyaya göre bu örgütün en tepesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bulunuyordu.Örgüt şeması içerisinde Hakan Fidan, istihbarat ağının başında gösteriliyor, MİT'in içerisindeki operasyonel bir güç ise askeri kanat olarak tanımlanıyordu. Örgütün politbürosunda ise tamamen Milli Görüş geleneğinden gelen yedi isim yer alıyordu. Dosyadaki iddialara göre Türkiye'deki bütün kurumların üstü olarak tasarlanan bu polütbüro, dış politika çizgisinin belirleyicisiydi.

Yine dosyaya göre, İHH da örgütün amaçları için kullandığı bir lojistik güçtü. Özellikle 2004 yılından sonra TİKA ve İHH, bu örgütün amaçları için büyütülmüştü. Hatta dosyaya göre Mavi Marmara gemisinin yola çıkışı dahi bu örgütün amaçlarıyla ilgiliydi. Bunun yanı sıra Hudayi, İlim Yayma, Süleymancılar, Adıyaman Menzil gibi bir çok kurum ve cemaatte bu yapının isteği doğrultusunda büyütülmüştü. Bu yapının fetva merkezinde ve alimlerin istişare heyetinde de Hayrettin Karaman, Emin Saraç gibi isimler bulunuyordu. Bu bakımdan bu isimlerin itibarsızlaştırılması gerekiyordu ve bu noktada öncelikle bu isimlerin Alevi açılımın gerçekleşmemesinin başlıca sebepleri olduğu ifade edildi.

Örgütün finansal ayağını ise dosyaya göre polütbüroya yakın bir ekip kontrol ediyordu. İçeriden dışarıya doğru halkalardan oluşan bu yapı en temelde polütbüronun bir parçasıydı. Örgütün medya ayağı da AK Parti içerisindeki etkili bir ismin kontrolündeydi. Bir kaçı hariç bütün gazetelerin yayın politikalarına bu örgüt karar veriyor ve RTÜK, Basın İlan Kurumu, Anadolu Ajansı, Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü gibi pek çok kamu kurumunu yönetiyordu.Türkiye Cumhuriyeti'ni ele geçiren bu yapıyla ilgili bütün tapeler ve detaylar belirlenmiş ve hatta hangi dalganın hangi gün yapılacağı dahi ilgili yerlere iletilmişti.Bu bakımdan medyada “Güzel şeyler olacak” diye yazılan mesajlar aslında bunu işaret ediyordu. O nedenledir ki 17 Aralık operasyonundan önce bir çok isim operasyonun bütün ayrıntısına sahipti.

DİNLEMELERİN ALT YAPISI NASIL SAĞLANDI
Korkunç plan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarının ardından kayıtsız dinlemeler yapıldığını tespit etmesiyle deşifre oldu. Çağlayan Adliyesi'nde göreve başlayan yeni savcılar, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan gizlenen 125 klasöre ulaştı. Paralel yapının gizli kayıt listesi niteliğindeki klasörlerde bulunan 3 bini aşkın ismin, çeşitli soruşturmalar kapsamında yıllarca dinlendiği belirlendi.İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da bu durumun vehametine dikkat çekti ve araştırmaların devam edeceğini belirtti.

Başbakan Erdoğan olmak üzere Türkiye'nin önde gelen birçok ismini dinlemek için bir 'terör örgütü' uydurduğu'nu da ortaya çıkardı. 2011/762 nolu dosya kapsamında neredeyse tüm Türkiye'yi kendilerinin uydurduğu 'Selam Terör Örgütü' bahanesiyle dinleyen paralel yapı, dinleme ve fişleme işini 7 Şubat 2012'deki MİT krizinden önce, 2011 yılında başlattı. 2011'de dört sayfalık bir ihbar mektubu üzerine başlayan soruşturma eski Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen'in talimatıyla hayata geçti. Soruşturmayı daha sonra TMK Savcısı Adnan Özcan sürdürdü. Soruşturmayı yürütenler dört sayfalık ihbar mektubunun bir kenarına 'Tayyip Erdoğan' notu düştü. Belgelerin üzerindeki 'Tayyip Erdoğan' ibaresi daha sonra eklenen bir ok işaretleriyle belirgin hale getirildi. 5 kişiyle başlayan soruşturmaya önce Başbakan Erdoğan, daha sonra başta danışmanlar olmak üzere Başbakan'ın tüm çevresi dahil edildi. İlerleyen tarihlerde soruşturma bahanesiyle kayıt listesine sivil toplum kuruluşları temsilcileri, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyeleri, işadamları, siyasetçiler, medya kuruluşlarının santralleri ve bankalar da eklendi.Paralel yargı üyelerinin imza attığı illegal dinlemeler için çeşitli soruşturmalar kullanıldı ve dinlenecek isimler bu dosyalara dahil edildi. Bazı isimler 17 Aralık-25 Aralık operasyonları kapsamında, bazıları ise daha önceki Gezi Parkı eylemlerine ilişkin soruşturmalarda dinlendi. Dinlenen ses kayıtlarının 17 Aralık sonrası basına sızdırılan ses kayıtları olduğu ifade ediliyor. Bu bakımdan elde edilen verilerin bir yere aktarılıp aktarılmadığının çok ciddi araştırılması gerekiyor.

NASIL BİR YOL İZLENECEKTİ

Plana göre sırasıyla;

-Örgütün finansal ayağı deşifre edilecek ve Türkiye'nin bölgesel politikalarını finanse etmek için çeşitli çalışmalar yürüten örgüt üyeleri tutuklanacak. Şemada bulunan isimler ve pozisyonlarıyla ilgili bu isimlerin dosyaya uygun beyan vermeleri sağlanacaktı. Bu bakımdan göz altına alınan bazı isimlere Başbakan Erdoğan’ın isminin verilmesi istenmiş, bu bizzat göz altına alınan isimler tarafından kamuoyuna açıklanmıştı

- Örgütün bürokrasi ayağına girilecek ve örgüte menfaat sağlamak için çalışmalar yapan bürokratlar gözaltına alınacak ve yıpratılacaktı. Bu bakımdan göz altına alınmaya müsait olmayan isimler hakkında psikolojik baskı yapılarak bu isimlerin kendi sözlerini dinlemeleri sağlanacaktı. Bürokraside bazı üst düzey kişilerin elde edilen telefon verileri ile bu isimler ya susturulacak yada kurumlarına baskın yapılarak itibarları sarsılacaktı


- MİT'in yıpratılması ve dünyaya “Radikal örgütlere yardım ediyor” görüntüsü verilmesi amacıyla elemanları deşifre edilecek, yayınlanacak olan fotoğraflarla kamu oyu algısı değiştirilecekti. Bununla da yetinilmeyecek yakalatması sağlanacak olan yardım malzemeleri, “Suriye'deki bazı radikal örgütlere yollanan mühimmatlar yakalandı” gibi lanse edilecekti. Devletin aldığı karar doğrultusunda Suriye’ye gönderilen bazı askeri yardımlar da örgütlere gidiyor gibi lanse edilecekti. Bir taraftan Türkmenlere yardım edilmiyor denilecekti, diğer taraftan da Türkmenlere gönderilen yardımlar El Kaide’ye gönderiliyor gibi gösterilecekti. Uluslar arası anlamda terörle ilişkilendirilmeye çalışılan İHH İnsani Yardım vakfı, - İHH'ya ait bir tır durdurulacak ve içerisinde Suriye'de bulunan bazı örgütlere gönderilen askeri lojistik malzemeleri bulunduğu ifade edilecek, yada yapılan baskınlarla İHH ilişkilendirilecekti

- Türkiye'nin dört bir yanında yapılan aramalarda bu örgüte bağlı yüklü miktarda para, belge ve planları içeren dosyalar ele geçirildiği ifade edilecek ve semboller oluşturulacaktı.

- İHH, Türgev ve benzeri pek cok İslami sivil toplum kuruluşu bu örgütün lobi yapılanması olmakla suçlanarak sürece dahil edilecek,bunların devlet eliyle büyütüldüğü ifade edilecekti. Bu yapıların diz çökmesi sağlanacak, diz çökmeyenlerin üzerine gidilecekti

- Hazırlanan listedeki ilk dört bin kişilik isim listesinde ismi geçen herkes gözaltına alınacak ve bunların “Selam Örgütü” mensupları olduğu ifade edilecekti…Bu yapılırken 17 Aralık’ın başarılı olacağı varsayılmış 25 Aralık’ta da artık iplerin tamamıyla kendi ellerine geçeceği hesaplanmış ve göz altılar medya tarafından Türkiye'de yüzyılın en büyük örgüt operasyonunun yapıldığına dair propaganda yayılacak,

- Uluslararası toplum ve birbirinden bağımsız görünen pek çok sivil örgüt tarafından Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin istifa etmesi gerektiğine dair büyük bir baskı oluşturulacak,gazete ilanları verilecek, uluslar arası anlamda siyasilerin açıklama yapması sağlanacaktı. Bütün bunların neticesinde Başbakan Erdoğan'ın istifa etmesi sağlanacak ve hakkında hazırlanan dosyanın detayları medyada yer alacaktı.Menderes’e yapılanın aynısı medya, yargı, bürokrasi ve sözde aydınlar üzerinden tekrarlanacaktı.

-Başbakan Erdoğan’ın özellikle Mavi Marmara hakkında söyledikleri montajlanarak kamuoyuna farklı bir şekilde sunulacak ve Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerinin hükümette farklı seslerin olduğuna dair özellikle İsrail’e yakın Türkçe yayın yapan sitelerde haberler geçirilecekti…

-Gerek muhazafakar medyada gerekse de sol medyadaki bazı internet siteleri beslenecek ve bunların tamamıyla hükümet karşısı yayın yapmalarının önü açılacak, bu sitelerin rotasını şaşaırması amaçlanacaktı

-Mart ayı içerisinde özellikle belediyeler üzerinden bir yıpratma kampanyasına girilecek, daha önce dinlenen ses kayıtlarının bazıları montajlanarak servis edilecek ve vatandaşın sandık öncesi AK Parti’den kopması sağlanacak…

Bütün bunlar yaşanırken ne oldu da bütün bunlar bozuldu: “BAŞBAKAN ERDOĞAN DİK DURDU-MİLLİ DURDU”...Şimdi bunları tasarlayanların en büyük korkusu hazırladıkları bu duruma kendilerinin düştüğü şeklinde. Hükümetin dosyaları birleştirmeyip tek tek dosyalar üzerinden hareket edecek olması bu yapının hareket kabiliyetini artıran en önemli unsur.Yasal anlamda operasyonun her geçen gün geciktirilmesi

KRİPTO CEMAATÇİLER VE SELAM ÖRGÜTÜ YAZISININ 2.BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ


http://www.timeturk.com/tr/2014/02/25/selam-orgutu-neden-olusturuldu-yontemi-neydi.html#.UzSOJVo5nDc

CHP'den akılalmaz Youtube açıklaması

27 Mart 2014
CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, 'Şu an itibari ile Youtube'a da yasak gelmiş. Gelsin. Bir şey söyleyeyim mi? Bunlar belli, bu korkuyor kendinden. Neyi varsa artık bilmiyoruz' dedi.


İnce, Mudanya Mütareke Meydanı'nda vatandaşlara hitap etti. Youtube'a erişimin engellenmesine değinen İnce, şöyle konuştu:
''Şu an itibari ile youtube'a da yasak gelmiş. Gelsin. Bir şey söyleyeyim mi? Bunlar belli, bu korkuyor kendinden. Neyi varsa artık bilmiyoruz. Korkuyor ama hiç fark etmez. Youtube'u yasaklasın, Facebook'u, Twitter'i yasaklasın hiç fark etmez. Mektup yazarız mektup. Eskiden olduğu gibi, mektup yazarız hırsızlıkları. Mektubu da engelledi, posta güvercini kullanırız. Onu da engelledi dumanla haberleşiriz, yine de anlaşırız. Bu yasaklarla nereye kadar gidecek. Bu, artık kendi derdine düşmüş bir adam."

"Milli Güvenlik Kurulu olağanüstü olarak toplanıyor, ne diye toplanıyor'' diyen İnce, ''Türkiye'yi savaşa sokacaklar, savaşa. Ne diye? Adam 30 Mart'ta başına geleceği biliyor. Türbeyi bahane yapacak, Türkiye'yi savaşa sokacak ve Türkiye'de seçimi erteleyecek. Bu adam kendi geleceği için her şeyi yapar" ifadesini kullandı.

İnce, Mustafakemalpaşa ilçesinde de vatandaşlara hitap etti.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/27/chp-den-akilalmaz-yotube-aciklamasi.html#.UzSMwFo5nDc

Paralel yapıya kötü haberi onlar verdi!

27 Mart 2014
Seçimlerde mevcut siyasi dengelerin bozulmayacağı beklentisini satın alan yabancılar borsa ve TL'ye hücum etti. Yabancılar, iki günde 1.5 milyar dolarlık alım yapınca borsa yüzde 4.7 yükseldi, dolar ise 2.20'nin altına düştü.

Star'ın haberine göre; Yabancılar borsa ve TL’yi uçurdu. Yaklaşan yerel seçimlerde mevcut siyasi dengelerin bozulmayacağı beklentisini satın alan yabancılar borsaya 1.5 milyar dolar yatırınca borsa bir günde yüzde 4.69 değer kazandı. Dolar ise 7 Mart’tan bu yana en düşük değer olan 2.20’nin altına geriledi. Yabancıların borsaya yönelmesinde, yabancı bankalardan gelen AK Parti’nin seçimden tek parti hükümetini devam ettirebilecek güçlü bir yapıyla çıkabileceğine işaret eden raporları etkili oldu. Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklara faiz ödeme kararı alması nedeniyle güne yüzde 1.4 artışla başlayan Borsa endeksi kapanışta 67 bin 730 puana kadar yükselerek günü yüzde 4.69 artışla tamamladı. Bankacılık ihsselerindeki 2 günlük artış ise yüzde 10’u buldu. Güne 2.22’li seviyelerden başlayan dolar ise yabancıların TL’nin değerleneceğini öngörerek TL varlıklarına yönelmesiyle 2.1967 TL’ye kadar geriledi. Bu seviye 7 Mart’tan sonra en düşük seviye olarak kaydedildi. Tahvil ve bono piyasasında ise ortalama bileşik faiz yüzde 10.80’e kadar indi.

Piyasada son 2 günde 1.5 milyar dolar giriş yaşandığını belirten bankacılar, bu girişlerde hem gelişmekte olan ülke piyasalarındaki iyimserliğin hem Merkez Bankası’nın zorunlu karşılık açıklamalarının da etkili olduğunu söylediler.

Banka raporları ‘AK Parti’ diyor

Ata Portföy Fon Yönetim Direktörü Cem Tözge, TL cinsi tüm varlıklarda giriş olduğuna dikkat çekerek “İki gündür gelişmekte olan piyasalara yönelik bir giriş görüyoruz. Ayrıca yayımlanan araştırma raporlarında seçim senaryoları ve buna göre bazı varsayımlar yapılmış durumda. Alımlar seçim öncesinde pozisyon alındığını gösteriyor” dedi.

Bir üst düzey bir bankacı ise “Piyasa, AK Parti’nin yüzde 40 ya da üzerinde oy alacağı bir senaryoyu fiyatlıyor. Siyasi tansiyonu endişe edildiği kadar yükseltecek yeni bir gelişme olmaması da burada bir etken. İyimserlik uzun süreli olur mu olmaz mı tartışılır ancak siyasi endişeleri tetikleyecek bir gelişme olmadığı sürece seçime kadar pozitif bir piyasa kimseyi şaşırtmamalı” dedi.

‘Türkiye kırılgan’ diyen Goldman da geliyor
Türkiye’yi yayınladığı raporlarda sürekli ‘kırılgan ülke’ diye tanımlayan ABD’li ünlü yatırım bankası Goldman Sachs, sürpriz bir yatırım kararı aldı. Goldman Sachs’ın, temsilcilik açmak için seçim öncesi BDDK’ya başvurduğu ortaya çıktı.

Türkiye’yi bugüne kadar birçok kez ‘kırılgan ülke’ sınıfına sokan ABD’li ünlü yatırım bankası Goldman Sachs, sürpriz bir yatırım kararı aldı. En son 7 Mart’ta yayınladığı raporda yabancı sermayenin ani çıkışına karşı en kırılgan üç ülke olarak Endonezya ve Güney Afrika ile birlikte Türkiye’yi de sayan Goldman Sachs, temsilcilik açmak için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) kapısını çıldı. Goldman Sachs’ın yatırım kararını ise Maliye Bakanı Mehmet Şimşek açıkladı.

Açıklamalar yüzeysel
CNN Türk’ün canlı yayın konuğu olan Şimşek, Twitter’a tedbir amaçlı erişim engelinin ekonomiye etkilerinin sorulması üzerine Twitter’a yönelik karar nedeniyle yatırımcıların Türkiye’den cayacağına inanmadığını söyledi. Bakan Şimşek örnek olarak da Goldman Sachs’ı gösterdi.

Şimşek “Bugün çok büyük bir uluslararası yatırım bankası, BDDK’ya yakın dönemde başvuruda bulundu. Avrupa’da 7. ofisleri olacak. Kendileri açıkladı mı bilmiyorum ama BDDK’dan aldığım bilgiye göre Goldman Sachs, Türkiye’de bir temsilcilik açmak üzere başvurusunu yaptı. Tabii bu ilk adım, özellikle yatırım bankacılığı açısından” dedi.

Şimşek, Moody’s ve Fitch’in Türkiye ekonomisine yönelik açıklamalarını da değerlendirerek, kuruluşların uyarılarda kısmen haklı olduklarını ancak yapılan analizlerin çoğunun yüzeysel olduğunu da söyledi.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/27/paralel-yapiya-kotu-haberi-onlar-verdi.html#.UzSLeVo5nDc

Deniz Baykal kaseti bakın nasıl yayınlandı

27 Mart 2014
Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a yapılan ve Habervaktim'de yayınlanan kaset operasyonunun perde arkasının aydınlatılması için muhakkak süretle Yener Dönmez'in açıklama yapması gerekiyor. Kaseti yayınlayan Dönmez, kaseti kendisine kimlerin getirdiğini açıklamalı

TIMETURK / Haber Merkezi

Baykal'ın kaset iddiası ile ilgili olarak bir çok iddia gündeme getiriliyor. Ancak bu kasetin yayınlandığı zaman diliminde Yener Dönmez'in açıklama yaparak kasetin kimler tarafından kendilerine gönderildiğini bildiğini ve konuşması durumunda bir çok karanşık noktanın da ortadan kalkacağı ifade ediliyor. Sontv.com Aralık 2013 tarihinde Yener Dönmez üzerinden Baykal'ın kaset operasyonun nasıl yapıldığını gözler önüne sermişti. İşte sontv.com'da yayımlanan o yazı:


"Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yapılan ve Akit gazetesinin web sitesi Habervaktim’de yayınlanan kaset operasyonunun perde arkasında Cemaat’in olduğu iddia edildi. K
onuyla ilgili Twitter hesabından çarpıcı açıklamalar yapan gazeteci Ömer Adıyaman, olayın üzerindeki sis perdesini Aralık 2013 tarihinde aralamıştı. Cemaat ile Hükümet arasındaki kavga başlamadan önce ciddi iddiaları ortaya atan Adıyaman'ın iddialarının Paralel Yapı'nın işleyişini de gözler önüne seriyor. 

İşte Gazeteci Ömer Adıyaman’ın twitter’da Aralık 2013'te yazdığı o mesajları:

“1-Deniz Baykal'ın kaseti Cemaat'in Paralel abileri tarafından Yeni Akit Gazetesi'ne sızdırılan Yener Dönmez eli ile operasyon gerçekleşti.

2-Yener Dönmez Ankara Temsilcisi olduktan sonra ağabeyleri ile operasyonu yöneteceği Habervaktim üzerine gizli bir görüşme gerçekleştirdi.

3- Paralel abileri, Dönmez'e, operasyonda kullanacağı ekibi emniyet, istihbarat, yargı ve özellikle TİB'de koruyacaklarına dair söz verdi.

4- Operasyonun düğmeye basılması ile Habervaktim üzerinden servis edildi.

5-Operasyonda kullandığı ekibini özenle seçen Dönmez bu ekibe çeşitli vaadlerde bulundu.

6- Operasyonun amacı toplumda AKİT'in iktidara yakın olması ile komplonun AK Parti tarafından yaptırıldığı yönünde kamuoyu oluşturmaktı.

7- Nitekim öyle de oldu. Fethullah Gülen'e yakın birkaç isim olaydan sonra Deniz Baykal ile görüştü.

8-Gülen'e çok yakın isimler Baykal'a bu komplonun parti içerisinde birilerinin AK Parti aracılığı yaptırdığı bilgisini verdi.

9- Konunun yargı aşaması daha da karışık. Görüntülerin yüklendiği IP numaraları ile ilgili yıllardır bir mesaafe kaydedilemedi. Neden mi?

10-Olayın adli kısmında da Dönmez'in parmağı ortaya çıktı. Kendisini koruyan Paralel abileri TİB'de konuyu takip edeceği kişi ile tanıştırdı

11-Dönmez'in TİB'deki adamı da gerekeni yaptı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2010 yılında görüntüler ile ilgili TİB'den IP istedi.

12-Ancak bir türlü bu IP'ler ile ilgli bir bilgi gelmedi. Yani 3 sene aradan sonra 4'ü ABD, 3'ü Türkiye olmak üzere TİB IP numarası gönderdi.

13-Bu IP'lerin gelmesi yine Bir şey değiştirmedi. Çünkü operasyon profesyonelce yürütüldü.

14-Konu ile ilgili Emniyet İstihbarat, Yargı, TİB'deki Paralel yapı olayın deşifre olmaması için gerekeni yaptı.

15- Paralel İstihbaratçılarının AKİT'e sızdırdığı Dönmez'in Habervaktim'de kullandığı diğer isimleri güvenlik nedeni açıklamadım.

16- Sonuç itibari ile Cemaat'in paralel ağabeylerinin AKİT'e sızdırdığı Yener Dönmez eli ile bir taş ile iki kuş vuruldu.

17-Bu operasyonun tam deşifre olması için Yener Dönmez'in geçmişe dönük kullandğı hatların TAPE'leri incelenirse bütün düğüm çözelecektir.”
 

30 Mart'ı anlamak

27 Mart 2014




30 Mart yaklaştı. 3 gün sonra, millet, iradesini ortaya koyacağı sandığa gidiyor. Artık son söz onun. Ağzı olan konuştu, kulağı olan işitti, gözü olan gördü. Şimdi söz de karar da milletin.

31 Mart sabahı elbette ki sıradan bir pazartesi olmayacak. Belki yeni bir milat olacak. Dünyanın ve içerisinde yaşadığımız bölgenin sıkıntılarının nasıl giderileceğinin seçimini yapacağız. Kendimiz olmanın, kendimiz gibi düşünmenin, kendimiz gibi karar almanın yollarının belirleneceği bir seçim yapacağız. Kendi kaynaklarımızın kendimiz tarafından kullanılmasının önünün nasıl açılacağının seçimini yapacağız. Ne yapacağımıza, nasıl hareket edeceğimize, nereye kadar manevra kabiliyetine sahip olacağımıza kendimizin karar vereceği bir seçim yapacağız. 2023 vizyonunun, 2053 tasavvurunun, 2071 geleceğinin altyapısının oluşturulacağı bir seçim yapacağız. Bu sebeple bu seçim sıradan bir seçim değildir.

Son birkaç yüzyıldır Müslümanlar ve yaşadıkları coğrafya batının askeri, siyasi ve ekonomik hakimiyetinin altında ezildi. Bu durum Batı’yı entelektüel ve ahlaki bakımdan küstahlaştırdı. Başını döndürdü. Müslümanlara ve yaşadıkları coğrafyaya efendilik tasladı. İnsan haklarını, demokrasiyi, barışı ve kardeşliği sadece ve sadece kendi çıkarları varsa savundu. Çıkarı olmadan hiçbir insan hakkını savunmadı, çıkarı olmadan hiçbir demokratik zeminin yanında olmadı, çıkarı olmadan barışa ve kardeşliğe evet demedi.

İnsan hakları, demokrasi, barış, kardeşlik batılı için aslında hiçbir şey ifade etmiyor. Onlar için asıl önemli olan sömürü ve tahrip etmektir. Bunu söylemekten de çekinmiyorlar. Luis Massignon bakın ne diyor: ‘Onların her şeylerini tahrip ettik, felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için uygun bir hale geldiler.’
Tahrip edildik, sömürüldük ve aşağılandık. Son üçyüz yılın bilançosu çok kabarık. Bugünde olan dünden farklı değil. Mısır’da olanın da, gezide olanın da, 17 Aralık’ta olanın da hatta Suriye’de olanın da anlamı bu. Yok edilmek, sömürülmek ve tahrip edilmek.

Batı kültürünü artık Müslümanların iyi tanıması gerekiyor. İyi analiz etmesi gerekiyor. Bir delikten bu kadar sokulmak reva mıdır? Allah aşkına. Dilipak bu kültürü bakın tam orta yerinden nasıl tanımlıyor. ‘Batı kültürü, insanlığın ortak kültür mirasının hoyratça harmanlandığı, Yahudi tezgahlarında pırasa gibi doğranarak, Kilise mutfağında pişirildiği, baharatı ve tatlısı bol bir yemek gibidir. Bu yemeğin suyu kan, ter ve gözyaşıdır. Tuzu, sömürgelerin zenginlikleridir. Sofrası ise halis Çin ipeğidir…’
Malzemesi Yahudi tezgahlarında doğranan, Kilise mutfaklarında pişen, baharatı ve tatlısı bol olsa da, suyu kan, ter ve gözyaşı içeren bu yemeklerin reddedilmesinin zamanı artık gelmedi mi?


30 Mart seçimlerine bir de bu gözle bakalım. Sıradan bir yerel seçim olarak düşünmeyelim. Bu seçimle ortaya koyacağımız güçlü bir iradeyle Gazze’deki ablukanın kaldırılmasının yolunu açabiliriz, bu seçimle ümmetin iradesine darbe vurmak isteyenlere bir ders verebiliriz. Mazlumlara, mağdurlara yardım elimizi daha çok uzatabiliriz. Bosna’dan Arakan’a, Kırım’dan Afrika’ya, Balkanlar’dan Orta Asya’ya umut ışığı olabiliriz. Daha önce olduk yine olabiliriz. Bu aslında bizim üzerimizde olan derin bir sorumluktur. Bunun farkına varmalıyız.

İstanbul’dan Mekke’ye, Medine’ye hızlı tren rayları döşeyebiliriz bu seçim sonuçlarına göre. Yılda yüz milyon yolcunun İstanbul’dan geçmesini sağlayabiliriz. Sadece bu üçüncü havaalanı için bile Başbakan’a evet demeğe değer. Bu üçüncü havaalanının ne anlama geldiği daha kavranabilmiş değil bence. Bu havaalanı büyük devlet olmanın, devler liginde oynamanın önemli bir adımıdır. Bunu görmemiz lazım.

Allah’a hamdolsun bir yılı aşkındır şehit haberi almıyoruz. Basit, kirli ve çirkin bir oyun Milli Birlik ve Kardeşlik Projesiyle ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bu projeyle, milletin yürümesini engellemek için önüne konulmuş kaya ortadan kaldırılıyor. Daha ileriye yürümek için bu kayanın kaldırılmasına evet demek gerekmez mi?

30 Mart seçimleriyle yeni bir muhalefet anlayışına kapı aralanacağını düşünüyorum. Bu muhalefet anlayışı büyüyen Türkiye’yi kavramaktan ve bu doğrultuda politika üretmekten yoksundur. İktidara güçlü bir evet doğru bir muhalefetinde yolunu açacaktır. İktidara verilecek güçlü bir evet bu yönüyle muhalefete de verilmiş olacaktır. Bu evet kazan kazan evetidir bir yönüyle.

Pazartesi sabahı güneş daha bir farklı doğacaktır. Ümmetin geleceğine selam olsun.

C. Abdulkadir YUSUFOĞLU
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/27/30-mart-i-anlamak.html#.UzSKAVo5nDc

Budistler yardım kuruluşlarına saldırdı

27 Mart 2014
Myanmar'ın batısındaki Rakhine (Arakan) eyaletinin başkenti Sittwe'de kalabalık bir grup Budist, uluslararası yardım kuruluşlarının ofislerine taşlarla saldırdı.


Eyalet Sözcüsü Win Myaing, Malteser Uluslararası Yardım Örgütü binası önünde asılı bayrağın kaldırıldığına ilişkin haberlerin ardından yaklaşık 300 Budistin, dün gece geç saatlerde örgüt binasını kuşattığını açıkladı.

Win, polisin göstericileri dağıtmak için havaya ateş açtığını söyledi.

Budistler, daha sonra uluslararası yardım görevlilerinin evlerinin bulunduğu bir sokağa girerek, binaları taşlamaya başladı.

Hala devam eden olaylarda ölen ya da yaralanan olup olmadığı henüz bilinmiyor.

Malteser, eyalette yaşayan ve ayrımcılığa maruz kalan Rohingya Müslümanlarına yardım ediyor.

Myanmar hükümetince Hindistan'dan gelen göçmenler olarak görülen Rohingya Müslümanları, 1982'de kabul edilen yasa ile vatandaşlık haklarını kaybetmişti. Birleşmiş Milletler tarafından "eziyet gören dini azınlık" olarak kabul edilen yaklaşık 1 milyon Rohingya Müslümanı, ülkenin batısındaki Rakhine (Arakan) eyaletinde derme çatma kamplarda yaşıyor.

Geçen yıl eyalette Budistler tarafından düzenlenen saldırılarda çoğu Müslüman yaklaşık 200 kişi yaşamını yitirmişti. Yüzlerce ev ve iş yerinin ateşe verildiği çatışmalar yüzünden 250 bin kişi bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Her yıl binlerce Rohingya, Arakan'dan kaçıp teknelerle diğer ülkelere gitmeye çalışıyor.

İnsan hakları örgütleri, Rohingya Müslümanlarının, hem şiddet olaylarına hem de yasal, ekonomik ve toplumsal ayrımcılığa maruz kaldığına dikkati çekiyor.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/27/budistler-yardim-kuruluslarina-saldirdi.html#.UzSJsFo5nDc

Türkiye bu ilanı konuşuyor

27 Mart 2014
Pegasus Hava Yolları'nın kurum içine astığı bir uyarı panosu dikkat çekti.

Pano üzerinde yazan ‘geleceğimiz için fazla ışıkları söndürelim’ yazısının, AKP’nin amblemi olan ampul ile verilmesi tartışma yarattı.

Yerel seçimlere sayılı günler kala, Ali Sabancı’ya ait Pegasus Hava Yolları’nın bu mesajı akıllara, Sabancı son günlerde yaşanan tartışmalar üzerinden AKP’ye gönderme mi yapıyor sorusunu getirdi.

Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz haftalarda hükümetle cemaat arasında yaşanan çatışma sırasında Pegasus Havayolları’nın sahibi Ali Sabancı’nın Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen’i sık sık sorduğu ve süreci yakından takip ettiği şeklinde ses kayıtları ortaya çıkmıştı.

Bu ses kaydında Gülen’le telefonda konuşan kişi, işadamı Ali Sabancı ile görüşüldüğünü belirtiyordu. Sabancı’nın Cemaat’in üslubunu beğendiğini, AKP hükümetine dair ise “birileri çıkıp, dur demeli bunlara” dediğini Fethullah Gülen’e aktarmıştı.

İşte o pano:


http://www.timeturk.com/tr/2014/03/27/turkiye-bu-ilani-konusuyor.html#.UzSI6Vo5nDc

Ses kaydında ilginç raslantı

27 Mart 2014
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, 2. ordu Karargahı'nda Suriye sınırı toplantısındayken ses kayıtları yayına kondu.


Suriye sınırındaki gelişmeler ve olası gelişme ihtimalleri üzerine yapılan toplantıya ilişkin ses kayıtlarının yayınlandığı esnada Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, 2. Ordu Komutanlığı Karargahı'nda bölgedeki üst düzey komutanlar ile birlikte 2 gün süren Suriye gündemli toplantıda bulunuyordu.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler'in, Suriye sınırları içindeki Türk toprağı Süleyman Şah Türbesi'ne yönelik saldırıyı değerlendirmek üzere yaptıkları görüşmeye ilişkin olduğu iddia edilen ses kayıtları internete düştüğü esnada Malatya'da Suriye sınırı ile ilgili olarak üst düzey komutanların katıldığı toplantı devam ediyordu.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, 26 Mart Çarşamba sabah saatlerinde Malatya'ya gelmiş ve bugün öğlen saatlerine kadar Suriye sınırının sorumluluk sahasında yer aldığı 2. Ordu Karargahı'nda 2. Ordu Komutanı Galip Mendi, bölgedeki korgeneraller ve diğer üst düzey komutanlarla toplantı yaptı. Orgeneral Akar'ın katıldığı toplantıda Suriye sınırındaki gelişmeler ve olası gelişme ihtimallerinin de değerlendirildiği öğrenildi.

Malatya 2. Ordu Komutanlığı Karargahı'ndaki bölgede üst düzey komutanların da hazır bulunduğu toplantı devam ederken, Dışişleri Bakanlığı'ndaki toplantının ses kayıtlarının aynı zamanlamada yayınlanması dikkat çekti.

Orgeneral Akar, 1.5 gün süren toplantının ardından öğleden sonra Malatya'dan ayrıldı.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/27/ses-kaydinda-ilginc-raslanti.html#.UzSIg1o5nDc

Mahkemeler kimden korkuyor? Neden karar vermiyor

27 Mart 2014
Dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Ashknazi'nin de aralarında bulunduğu 4 sanığın yargılandığı 'Mavi Marmara' davasının 5. duruşması başladı.

Gazze'ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine Akdeniz'in uluslararası sularında düzenlenen saldırıya ilişkin dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashknazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Marom, İstihbarat Başkanı Amos Yadlin ve Hava Kuvvetleri Komutanı Avishay Levi'nin yargılandığı davanın 5. duruşması başladı.

İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nce adliyenin büyük salonunda yapılan duruşmaya, sanıklar katılmadı. Bazı mağdur ve müştekiler ile tarafların avukatlarının hazır bulunduğu duruşmada, sanıkları İstanbul Barosu tarafından atanan avukat temsil ediyor.

Duruşmada, tebligat ile çağrılan mağdur ve müştekilerin kimlik tespitleri yapıldı. Kimlik tespitinin ardından, mağdur ve müştekilerin ifadeleri sesli ve görüntülü olarak alınmaya başlandı.

Bülent Yıldırım'ın açıklaması

Mavi Marmara davasının görüldüğü Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı önünde açıklama yapan İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, İsrail'in uluslararası sularda insani yardım gönüllülerine ve aktivistlere yönelik hukuksuz saldırısı ve sonrasında yaşanan ölümcül hak ihlallerine ilişkin Türkiye'de açılan davanın görülmesine devam edildiğini söyledi.

Yıldırım, bu davanın, sadece Türkiye'deki mağdurları ve yakınları değil, gerek Filistin ve gerekse uluslararası alanda doğuracağı sonuçları itibarıyla büyük önem taşıdığını vurguladı.

Dava açmak için 3 yıl uğraştık
Yıldırım, "Tam 3 yıl Türkiye'de birileri bize engel oldu. Dava açmak için 3 yıl uğraştık. Şimdi anlıyoruz yargı kimlerin vesayeti altındaymış. Yargı, paralel devletin vesayeti altındaymış. Hangi savcının nereye dahil olduğu, hangi sohbetlere katıldığını da biliyorduk" dedi.

"Maddi delili bu kadar açık olan, bu kadar şahidi olan bir davada hala yakalama kararı verilmediğini" ifade eden Yıldırım, şunları söyledi:

"Şimdi soruyorum, paralel vesayete tamam da İsrail vesayetini de burada kim kaldıracak? Şu anda hepimiz bekliyoruz. Katliamcılara, tehditlere karşı savcı elinden geleni yaptı. Şimdi paralel vesayet bitti, bakacağız bu baskılar kalktı mı? Bu baskılar kalkmadıysa demek ki İsrail'in burada başka yandaşları da var. Türkiye'de içinden geçtiğimiz hassas dönem itibarıyla bu davanın, paralel vesayetten kurtarılmaya çalışılan yargının, İsrail güdümündeki dış güçlerin vesayetinde olup olmadığı açıkça ortaya çıkacaktır. Hem paralel vesayete hem de İsrail vesayetine hayır."

Türkiye'nin prestijini de artıracaktır
"Şehit yakınlarının gecikmiş de olsa adalet istediğini ve katiller için en azından yakalama kararının bu kez çıkmasını talep ettiklerini" ifade eden Yıldırım, "Bu davadan bir yakalama çıkarsa, siyonist rejim dünya tarihinde ilk defa bir ihlalinden dolayı bu denli cezaya yaklaşmış olacaktır. Böylesi bir karar kendi vatandaşlarının hukuki haklarını uluslararası saldırganlığa karşı savunulması noktasında Türkiye'nin prestijini de artıracaktır" diye konuştu.

Mavi Marmara'da şehit edilenlerin tamamının Türkiye vatandaşı olmasının, bu davayı diğerlerinden çok daha önemli kıldığını söyleyen Yıldırım, saldırgan İsrail askerlerine yönelik değişik ülkelerde ve hepsinden önemlisi Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde açılan diğer davaların da buradan çıkacak karara göre şekilleneceğini kaydetti.

İHH Başkanı Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Türkiye Hükümeti ile İsrail arasında yürütülmekte olan tazminat pazarlıklarının siyasi düzeyde diplomatik sonuçlar doğursa da tüm bu yaşananlara neden olan asıl sorun, hukuken çözülmediği sürece İsrail'i cesaretlendirmekten ve 'tazminatı öder katliamlarına devam ederim' mesajı almasından başka bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle hükümet bu pazarlıklarda Filistin'e yönelik ambargoların ve ablukanın tümüyle kaldırılması şartından kesinlikle vazgeçmemelidir.

Tazminat tamam, özür tamam, bunlar başarı. Ama abluka ve ambargo konusu mutlaka protokole bağlanmalı. Bize verilen bir söz var. Ablukaya ambargo birinci sırada, bizim için özür ve tazminat elbette önemliydi ama Mavi Marmara yolcuları için, şehit yakınları için ambargo ve abluka ilgili alınacak kararlardan asla taviz vermeyiz.''

Batı'da da merakla takip ediliyor


Türkiye vatandaşlarının elde edeceği bir hukuki zaferin, uluslararası alanda Filistinliler'in açtığı diğer davalara da emsal oluşturacağını belirten Yıldırım, davanın Batı'da da merakla takip edildiğini anlattı.

Açıklamaların ardından grup, davaya izlemek için adliyeye geçti.




BASIN BİLDİRİSİ

Adalet İçin Daha Fazla Geç Olmadan!
İsrail’in uluslar arası sularda insani yardım gönüllüleri ve aktivistlere yönelik hukuksuz saldırısı ve sonrasında yaşanan ölümcül hak ihlallerine ilişkin Türkiye’de açılan davanın beşinci duruşması geldi Delil durumu ve hukuki gereklilikler, Siyonist askerler hakkında bir yakalama kararı zamanının geldiğini göstermekte ve mağdurların bu yöndeki beklentilerini arttırmaktadır.
Kuşkusuz bu dava, sadece Türkiye’deki mağdurları ve yakınları değil, aynı zamanda gerek Filistin ve gerekse uluslar arası alanda doğuracağı sonuçları itibarıyla büyük önem taşımaktadır.

Türkiye’de içinden geçtiğimiz hassas dönem itibarıyla bu dava, paralel vesayetten kurtarılmaya çalışılan yargının İsrail güdümündeki dış güçlerin vesayetinde olup olmadığı açıkça ortaya çıkacaktır.

Hem Paralel vesayete hem de İsrail vesayetine hayır!

Bu dava, gözünü kırpmadan sivillerin üzerine ateş açan ve öldüren katiller ne kadar cüretkar ise, onlara karşı çıkan hukukçuların da o derece hür ve cesur olup olmadığını gösteren bir turnusol kağıdına dönmüştür. Bu aşamada davanın hakim ve savcıları, karşılarındaki İsrail de olsa haktan ve haklıdan yana karar verebildiklerini göstermelidir.

Şehit yakınları gecikmiş de olsa bir adalet istemekte ve katiller için en azından yakalama kararının bu kez çıkmasını talep etmektedirler. Bu konuda şu da unutulmamalıdır ki, katillerin cezai sorumluluğu mağdur ve şehit yakınlarının kararındadır.

Dava Türkiye İçin Hukuki bir Prestijdir!
Eğer bu davadan bir yakalama çıkarsa, Siyonist rejim dünya tarihinde ilk defa bir ihlalinden dolayı bu denli cezaya yaklaşmış olacaktır. Böylesi bir karar, kendi vatandaşlarının hukuki haklarını uluslar arası saldırganlığa karşı savunulması noktasında Türkiye’nin prestijini de arttıracaktır.

Mavi Marmara’da şehit edilenlerin tamamının Türkiye vatandaşı olması Türkiye’deki davayı diğerlerinden çok daha önemli kılmaktadır ancak tek dava bu değildir. Saldırgan İsrail askerlerine yönelik değişik ülkelerde ve hepsinden önemlisi Uluslar arası Ceza Mahkemesi’nde açılmış olan diğer davalar da buradan çıkacak karara göre şekillenecektir.

İsrail’in Ambargo Silahı Elinden Alınmalı!
Türkiye Hükümeti ile İsrail arasında yürütülmekte olan tazminat pazarlıkları siyasi düzeyde diplomatik sonuçlar doğursa da, tüm bu yaşananlara neden olan asıl sorun hukuken çözülmediği sürece İsrail’i cesaretlendirmekten ve “tazminatı öder katliamlarıma devam ederim” mesajı almasından başka bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle Hükümet bu pazarlılarda Filistin’e yönelik ambargoların tümüyle kaldırılması şartından kesinlikle vazgeçmemelidir.

Bu Dava Filistin’in Kurtuluşuna Giden Yolu Açacak!
Bu davadan çıkacak sonuçlar, sadece hayatını kaybeden kardeşlerimize, ailelerine ve Türkiye’de aynı beklentilerle kalbi atan milyonlarca insana değil Filistin halkı için de bir fırsattır. Buradan çıkacak karar, onlara yönelik ihlallerin de bundan sonra cezasız kalıp kalmayacağını gösterecektir. Yine Türkiye vatandaşlarının elde edeceği bir hukuki zafer,, uluslar arası alanda Filistinlilerin açtığı diğer davalarda da bir emsal oluşturacaktır.

Dünya kamuoyu farklı kriz alanları ile uğraşırken, Batı Şeria ve Gazze’ye yönelik haksız uygulamaları sebebiyle halen eleştiri bile almayan İsrail işgal rejimi, artık Mescidi Aksa’ya yönelik saldırganlığını da hızlandırmıştır. Dünyanın sessizliğini kendisi için “onay” olarak gören Siyonistler, Filistin’de yeni bir şiddet sarmalını başlatmak ve içinde bulunduğu sıkışıklığı bir kez daha “terör” bahanesiyle savuşturmak için zemin hazırlamaktadır.

Dünyanın Vicdani Sesi Kısılmamalı!
Bu dava Batı’da da merakla takip edilmektedir. Davadan adalet çıkmazsa dünyadaki vicdan sahibi insanların Siyonizme karşı elde etmiş oldukları tüm kazanımların yara alma ve cesaretlerinin kırılma riski bulunmaktadır. Bu yöneyle, Türkiye’deki davadan yakalama kararı çıkması, hak arayan tüm uluslar arası çevrelerde cesaret verici olacaktır. Halen farklı ülkelerde devam eden Mavi Marmara davaları açısından Türkiye’deki dava cesaret kırıcı olmamalı. Bu ağır aksak yürüyen dava süreci biraz daha hızlı ilerlemiş ve saldırganlar hakkında yakalama kararı önceden alınmış olsaydı, geçtiğimiz günlerde İngiltere’de sorgulanan sanık asker hakkında gözaltı imkanı olabilecek iken bu fırsat kaçmıştır.

Tüm mağdurlar ve Türkiye olarak talebimiz; daha fazla fırsatlar kaçmadan sanık sandalyesine oturttuğumuz İsrail’e hak ettiği cezanın bir an önce verilmesidir.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/27/mahkemeler-kimden-korkuyor-neden-karar-vermiyor.html#.UzSGpFo5nDc

Şeyh Ahmed Yasin'in vefatının 10. yılı

Filistin'de Hamas'ın kurucucu Ahmed Yasin'in 2004 yılında İsrail'in düzenlediği hava saldırısıyla hayatını kaybetmesinin ardından ailesi, evini bir müzeye dönüştürdü ve o çevrede yine eskisi gibi mütevazı bir eve taşındı.
 
 
27 MART 2014 
 
Ahmed Yasin'in mütevazı evini ve suikast sırasında üzerinde oturduğu tekerlekli sandalyenin kalıntılarını görüntüledi.Hayatını kaybetmesinin ardından geçen 10 yıl içinde çok sayıda ziyaretçiyi ağırlayan Ahmed Yasin'in evinde, İsrail'in suikast düzenlediği sırada üzerinde oturduğu tekerlekli sandalyenin kalan kısmı da bulunuyor.
 
Mushafı bıraktığı yerde duruyor
Ahmed Yasin'in yatak odası, 10 yıl önce bıraktığı şekliyle korunmuş durumda, gardrobunda kendisine ait kıyafetler, yatağının yakınında ise bir Kur'an-ı Kerim rahlesi üzerinde büyük boy Mushafı en son bıraktığı El-Nahl suresinin bittiği El-İsra suresinin başladığı sayfalarda kalmış.Yatak odasının yanında ise gündüzleri çalışma odası olarak kullanılan geceleri ise çocuklarının uyuduğu bir oda bulunuyor. Odada Yasin'e ait kitaplar, yardıma ihtiyacı olan öğrenciler, hastalar ve ailelere ait dosyalar bulunuyor.Evde ayrıca Yasin'in önde gelen yerli ve yabancılarla yaptığı görüşmelere ait fotoğraflar ve çok sayıda hatırası bulunuyor.
 
"Babamın ölümünün ardından herşey sönükleşti"
Ahmed Yasin'in İslam Üniversitesinde bahçıvan olan oğlu Abdulğani, babasının vefatından önce evlerinde, siyasiler ve önde gelen isimlerden oluşan ziyaretçilerinin hiç eksik olmadığını belirtti.Babasının, eve gelen misafirlerle bazı sorunların çözümünü ve siyasi meseleleri görüştüklerini anlatan Abdulğani, "Babamın sağlığında evimiz hayat doluydu. Ancak babamın vefatının ardından her şey sönükleşti" dedi.Abdulğani, babasının hasta ve çok yoğun olmasına rağmen kendilerine güven ve umut aşıladığını ifade etti.
 
"En büyük hayalimiz babamızla konuşmaktı"
Ahmed Yasin'in 5'inci çocuğu Fatıma (32), "Babamız çok meşgul olduğudan en büyük hayalimiz babamızla konuşmaktı" diye konuştu.Kardeşlerinin gece geç saatlere kadar babalarıyla görüşme umuduyla beklediğini belirten Fatıma, babalarının vefatının ardından hayatın kendileri için çok sıkıcı olduğunu anlattı.Fatıma, babasının kızlarına özellikle farklı bir şefkat gösterdiğini ve bundan mahrum kalmanın çok acı olduğunu dile getirdi.Dedesiyle ilgili bir anısını paylaşan torunu Hamza ez-Zayığ (25), dedesinin okul başarısına göre her yıl kendisine hediye aldığını, vefatından önce ise kendisine bilgisayar almayı vadettiğini ancak buna ömrü vefa etmediği için, dedesinin vaadini amcasının gerçekleştirdiğini söyledi.Zayığ, her zaman dedesini örnek aldığını ve hayatın onunla çok güzel olduğunu ifade etti.
 
Ahmed Yasin kimdir?
 
1936 yılında Filistin'in Askalan kentinin El-Cura köyünde dünyaya gelen Ahmed Yasin, çocukluk döneminde spor yaparken geçirdiği bir kaza sonucunda felç oldu.İsrail işgalinin ardından Gazze Şeridi'ne göçen Yasin, buradaki okullarda Arapça ve İslam Eğitimi dersleri verdi.Ahmed Yasin, 1983'te ilk kez tutuklanışından sonra "İsrail'i yıkarak yerine İslami bir devlet kurmak için çalışmaktan ve bu amaç için silahlı örgüt kurmaktan" 13 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1985'te Filistinlilerle İsrail arasında bir esir değişiminde serbest bırakıldı.1987'de Hamas'ı kuran Yasin, 1989'da tutuklanarak 15 yıl hapse mahkum edildi. Yasin, Hamas'ın Siyasi Büro Şefi Halid Meşal'e Ürdün'de İsrail ajanları tarafından yapılan suikast girişiminin ardından, Ürdün ve İsrail arasındaki bir anlaşmayla suikast düzenleyen 2 İsrail ajanı karşılığında 1997 yılında serbest bırakıldı.Ahmed Yasin, 22 Mart 2004'te sabah namazı çıkışında İsrail tarafından kendisine düzenlenen hava saldırısıyla tekerlekli sandalyesinin üzerinde hayatını kaybetti.8'i kız 3'ü erkek 11 çocuk sahibi olan Ahmed Yasin'in 2 oğlu bahçıvanlıkla uğraşıyor, bir oğlu ise bakkal dükkanı sahibi. Yasin'in 2 kızının eşleri de İsrail askerlerinin saldırılarında şehid oldu.

Soylu: CÜNEYT Özdemir zibidinin tekidir!

AK Parti'den Cüneyt Özdemir'e büyük tepki!

Radikal yazarı gazeteci Cüneyt Özdemir'in blogger yazarı gözlemlerini köşesine taşıyarak AK Parti'nin İstanbul mitingine katılanları küçük gördüğü yazısına tepki dinmiyor. Özdemir'e en ağır tepki ise Süleyman Soylu'dan geldi. Soylu: Özdemir zibidinin tekidir!
 AK PARTİ DEN CÜNEYT ÖZDEMİR E BÜYÜK TEPKİ!27 MART 2014AK Parti'nin geçtiğimiz Pazar günü gerçekleştirdiği İstanbul mitingine katılan ve kendisini 'mitingde bir çapulcu' olarak tanımlayan blog yazarı Tekin Özlap'ın gözlemlerini köşesine taşıyan Radikal yazarı gazeteci Cüneyt Özdemir'e büyük bir tepki var. AK Parti seçmenine ağır hakaretlerde bulunan yazı nedeniyle kamuoyundan ve meslektaşlarından tepki alan Özdemir'e AK Parti'den de ağır sözler geldi.AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk ve AK Parti İstanbul Milletvekili Bülent Turan Cüneyt Özdemir'i sert bir dille eleştirdi."ZİBİDİNİN BİRİDİR!"Yıllarca halkın aşağılandığını söyleyen AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, "Cüneyt Özdemir zibidinin biridir. Halkı aşağılamaya çalışan adamın kendisi aşağılıktır. Bunlar dün bidon kafalı dediler, bunlar dün göbeğini taşıyan adam dediler. Menderes zamanında Haso dediler ve aşağıladılar. Bunların uzantıları hala bu hakaretleri yapmaya devam ediyor. Yıllarca halkı aşağıladılar. Milletin idaresine ve demokrasiye saygı göstermediler. Milleti de milletin seçtiğini de küçük gördüler. Cüneyt Özdemir bunların uzantılarıdır. Cüneyt Özdemir zibidinin tekidir" diye konuştu.ANCAK VERİLEN TALİMATLARI YERİNE GETİRİRLERBu yazarların fildişi kulelerde millete ahkam kestiğini söyleyen AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz, "Milletimizi sözümona aşağılamaya çalışan bu aymazlar, AK Parti'nin mitinglerindeki kalabalıktan o kadar rahatsız olmuşlar ki kendi köşelerini AK Parti seçmenine hakarete ayırmışlar. AK Parti'nin mitinglerine milyonlarca insan kendi rızasıyla, ülke ve millet sevgisiyle geliyor. Zira o "Beslenemedikleri için boyu benden kısa olanlar" dediklerinizin aklı ve feraseti sizden çok uzun. Onlar ülkesi ve milletine sahip çıkmak için bu mitinglere katılıyor. Siz bu gönüllülüğü anlayamazsınız. Zira siz, o medya patronlarınızın size verdiği talimatları yerine getirip fildişi kulelerde millete ahkam kesmeyi bilirsiniz. Bu aziz milleti aşağılamaya çalışarak ancak kendinizi küçültürsünüz. Artık 30 Mart sonrası yine pişkin bir şekilde ekran karşısına çıkıp "Millet oyunu kömüre, makarnaya sattı" diyerek utanmadan milleti aşağılamaya devam ederler" dedi.ERDOĞAN DA DAHİL BİZ O HALKIN ÇOCUKLARIYIZÖzdemir'in yazısını 'aşağılık' olarak yorumlayan AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, "Bu yazı 'göbeğini kaşıyan adam' yaklaşımından bin kat daha aşağılık bir yaklaşımdır. Bu halkın çocuklarını hiç kimsenin aşağılamaya hakkı yok. Bu kibirli yaklaşım 30 Mart'ta bir kez daha hayal kırıklığına uğrayacak. Biz bu aşağılanan, horlanan insanların partisiyiz. Cüneyt Özdemirler'in efendileri istemese bile ülkenin kaderini bu horlanan, dışlanan insanlar belirleyecektir. Kendisini özür dilemeye çağırmıyorum. Kendisine layık olan bir insanı neden özür dilemeye çağırayım ki? Özür dilemeyi bile Özdemirler'e atfedilen bir paya olarak görüyorum. Sanki çok itibarlı, çok değerli insanlar mı ki özür dileyince itibarlarına kavuşacaklar? Ben ona özür dile demek yerine halkın çocuklarını 30 Mart'ta sandıkta göreve çağırıyorum. Bunları sandığa gömün diyorum. Recep Tayyip Erdoğan da dahil hepimiz o aşağıladıkları halkın çocuklarıyız. Biz halkımızdan gurur duyuyoruz. Terbiyesizliklerin hesabı sorulacaktı" dedi."BU TİPİK BİR CHP SENDROMUDUR""Biz bunları sosyal darwinizmden tanırız" diyen AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk ise, "Özellikle 1930'ların sonunda Türkiye'yi ele geçiren sosyal darwinizmin millete baktığı gibi bakılan bir bakış açısıdır bu. Biz bunları çok partili sistemle 'meclisi hasolar hüsolar dolduracak' sözlerinden tanırız. Biz bu cümleleri aristokratlıktan tanırız. Dolayısıyla bu aklın milletimizi küçümseyen bakış açısına şaşırmamız gerek. Bu tipik bir CHP sendromudur. Eğer onların istediklerine evet derseniz varsanız, yok derseniz yoksunuz. Ama AK Parti ile bu dönemler geçti artık. Burada iktidar olan milletin kendisidir. Dolayısıyla kaybettiklerini bildikleri için 2 milyon 300 bin seçmenin Yenikapı'da yeni bir kapı açtığı gün bunlardan başka cümleler beklemek anlamsız olur. Bunlardan başka ne beklenir ki?" ifadelerini kullandı.İNSANLARI AŞAĞILAMA PSİKOLOJİSİNE SAHİP OLANLAR...Geçmişten örnek veren AK Parti İstanbul Milletvekili Bülent Turan da konunun insanları aşağılama psikolojisinden geldiğini söyledi. Turan, "Gerek Cüneyt Özdemir'in ve blog yazarı malum kişinin sahip olduğu tavır 1950'den beri millete nasıl bakıldığının göstergesi. Dağdaki çobanla kendi oyunun eşit olmasına anlam vermeyenlerle, memleketin kaderinin belirlenmesinde en önemli göstergelerden biri olan "oy"un bir paket makarnayla belirlendiğini düşünmek toplumu okuyamamaya yol açan bir zihniyet problemidir. İçinde yaşadıkları topluma tepeden bakan bazı kesimler çok iyi edebiyat yapabilirler ancak "görmezden geldikleri" ya da "konuşmaktan sıkıldıkları" insanlar hakkında sadece mesnetsiz yazılar kaleme alırlar ama anlayamazlar. Pek ummasak da en zararlı ideoloji olan insanları aşağılama psikolojisine sahip olanların bir an önce makul tavrı benimsemelerini ve milletimizle kaynaşma yolunu seçmeleri en büyük temennimiz" dedi.
http://yenisafak.com.tr/politika-haber/ak-partiden-cuneyt-ozdemire-buyuk-tepki-27.03.2014-630157?ref=manset-10