HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

4 Mart 2014 Salı

F.GÜLEN:
BUDİZM BİR AHLAK DİNİDİR
 
 
 
 
Budizm MÖ 563-MÖ 483 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen, bugün Buddha olarak bilinen Siddhartha Gautama tarafından kurulmuştur.Din olarak tanımlayanlar vardır ama gerçekte
 BİR FELSEFEDİR.
 
GELELİM AHLAK DİNİ DEDİĞİ BUDİSTLERE VE HİÇ DUYAN VARMI  F.GÜLEN BU KONUDA BİR AÇIKLAMA(EN AZINDAN GENELE OLMASADA BUNLARI YAPAN BUDİSTLERE) YAPMIŞ MI?  
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
 
SÖYLE HOCA DEĞERLİ Mİ?
 
 
05.03.2014
PEYGAMBER EFENDİMİZİN RUMLARIN KRALINA MEKTUBU
VE
F.GÜLEN'İN PAPA'YA MEKTUBU
 
 
05.03.2014

Cemaat yurdunda propagandaya karşı çıkınca kovuldular En son haber


05.03.2013

salavatı kemaliye


05.03.2014

KurtLar VadiSi

ZİKİR VE DUA SAHNESİ
 

05.03.2014

Medine'nin 1917 yılında alınmış bir hava fotoğrafı


Fethullah Gülen: "KUR'AN AYETLERİ ÇOK SERT !"


05.03.2014

Ak Parti. 8,5 Yillik Genel Icraat Filmi - 5. [Son]


05.03.2014

Ak Parti. 8,5 Yillik Genel Icraat Filmi - 4


05.03.2014

Ak Parti. 8,5 Yillik Genel Icraat Filmi - 3


05.03.2014

Ak Parti. 8,5 Yillik Genel Icraat Filmi - 2


05.03.2014

Ak Parti. 8,5 Yillik Genel Icraat Filmi - 1


05.03.2014

AK Parti Nereden Nereye


05.03.2014

AK Parti Bir Yol Hikayesi


05.03.2014

(FullHD) Efsane Müzik İle Birlikte Başbakanımızın Tarihi Sözleri


05.03.2014

[Full]Documentary on Abdul Quader Mullah-(English)

ABDÜLKADİR MOLLA BELGESELİ
 

05.03.2014

حمص - الرستن: مؤثر. طفل استشهد جراء البرد القارس ويداه الضغيرتان متجمدتان

''SURİYE'' DONARAK ÖLEN BEBEK
 
 

05.03.2014

Arşiv BÜLENT ERANDAÇ

Cemaat-CHP ittifakı

                
Nasıl oluyor da, Cemaat ile CHP arasında bir ittifak olabiliyor?
Fethullah Gülen'le Kemal Kılıçdaroğlu nasıl işbirliği yapabiliyor?
Materyalist-laik CHP'nin tabanı ile maneviyatçı-ılımlı İslamın sembol ismi Fethullah Gülen hareketi varoluşsal olarak birbirine karşılardı. İki hareketin politik ve sosyolojik kodları tamamen farklıydı.
Normal şartlar altında böyle farklılıklar içinde olan hareketler arasında işbirliği olmazdı. Bir ittifak kurulması zordu. Ama oldu?
Bir yıl önce hayal edilemeyecek bir proje aniden karşımıza çıkmaz.
Böyle şaşırtıcı bir iş tesadüfen olmaz.
Yıllardır ters durumda bulunsalar bile arka planda bazı menfaatleri organize eden, zamanı gelince devreye sokacak bir planı hazırlayan stratejik akıl olursa... Ve Stratejik Akıl'ın köprübaşlarında ağırlığı olan VİP (Çok önemli adamlar) bulunursa, böyle bir ittifak gelişebilirdi.
Perde gerisindeki küresel güçler ve köprübaşını tutan adamlar arasındaki NETWORK'U analiz edince, Cemaat-
CHP ilişkilerinin merkezinde, karşımıza bir ADRES çıkıyor. BU ADRESTE, 4 ÜLKE İSMİ VE 7 VİP İSİM VAR.
ÜLKELER: Amerika-İsrailİngiltere-Almanya
İSİMLER: FETHULLAH GÜLEN-Morton Abramowitz-
Edelman- Kemal Derviş-
Hüsamettin Özkan-Aydın Doğan-
KEMAL KILIÇDAROĞLU
Adım adım İlişkiler ağı:
FETHULLAH GÜLEN:
22 Mart 1999 günü Amerika'ya götürüldü. ABD'nin Eski Ankara Büyükelçisi ABRAMOWİTZ kefil oldu.
HÜSAMETTİN ÖZKAN:
Gülen- Ecevit arasındaki derin ilişkinin köprübaşındaki isimdi.
Gülen'in yurtdışına çıkışında Ecevit Azınlık Hükümeti'nin beyin adamı olarak görevdeydi.
AYDIN DOĞAN:28 Şubat 1997 darbe sürecinde Aydın Doğan medyası ile Fethullah Gülen aynı saflarda yer almıştı.
Aralarında zımnen bir yakınlık bulunuyordu.
KEMAL DERVİŞ:Kemal Derviş'in 2001'de Ankara'ya gelip Ekonomiden sorumlu Bakan olmasında kilit isimler Hüsamettin Özkan ve ABD'nin Neo-Con'ları-
Cheney, Rumsfeld, Wolfowitz, Rice'dı.
ABRAMOWİTZ EDELMAN:2003'te Ankara'ya büyükelçi oldu.
2001-2003 tarihleri arasında Başkan yardımcısı Dick Cheney'in danışmanıydı.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın İsrail'e 'One minute' çekmesi üzerine (2009 yılı) Fethullah Gülen tavır koydu.
O günden başlayarak Gülen ile Amerikan Neo-Con -Yahudi lobileri arasında çok yakın ilişkiler ağı kuruldu.
Abramowitz ve Edelman bu çevrelerin beyin adamıydı.
KEMAL KILIÇDAROĞLU'nun CHP Genel Başkanlığına getirilmesi sürecinde Hüsamettin Özkan ve Doğan medya başrollerdeydi. Ne büyük tesadüf 2013 yılı 30 Kasım'da Kemal Kılıçdaroğlu ABD'ye götürüldü.
Döndükten 17 gün sonra Cemaat'in paralel yapısı emniyet-yargı cuntası darbe teşebbüsünde bulundu.
Koalisyonun hedefinde Başbakan Tayyip Erdoğan ve Türkiye'nin geleceği vardı. '30 Mart seçimlerinde zayıflasın. Bocalatılarak genel seçime gitsin. Fethullah Gülen ile Kemal Kılıçdaroğlu ittifakından yeni bir hükümet çıksın" hayali içindeydiler.
SONUÇ: Cemaat ile CHP arasındaki ittifak siyasi ve sosyal gerçeklere aykırıdır. Liderleri anlaşmış bile olsa, Türkiye tasavvurları birbiri ile örtüşmeyen iki hareketin ortaklığı yürümez. Cemaat'in, maneviyatçı-dindar kitlesi materyalistlaik CHP'ye oy vermez.

03.04.2014
http://www.takvim.com.tr/Guncel/2014/03/03/cemaatchp-ittifaki
Erbakan’a hakaret edince Cemaat 3 kez randevu istedi

Emekli Tuğgeneral Osman Özbek, 28 Şubat sürecinde Başbakan Erbakan’a küfür ve hakaret içeren konuşmasından sonra, Cemaat mensuplarının, bir kez ABD’de iki kez de Türkiye’de kendilerinden randevu talep ettiğini açıkladı.
Erbakan’a hakaret edince Cemaat 3 kez randevu istedi
03 Mart 2014
28 Şubat’ın en buhranlı günlerinde Başbakan Erbakan ve ailesine küfretmesiyle gündeme gelen dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, aynı yıllarda Gülen Cemaati’nin kensinden üç kez randevu istediğini söyledi. İşte emekli general Osman Özbek’in 2010 yılında Nazilli Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nde yaptığı açıklama:

“1997’de bir vesileyle Amerika’ya gittim, New York’ta bir arkadaşımın evinde kalacağım. O zaman görevdeyim. Arkadaşımın hanımı dedi ki, ‘Paşam akşam bize oturmaya misafirler gelecek.’ ‘Gelsin’ dedim. Başka bir şey söyleyecek de söyleyemiyor gibi.. ‘Fakat paşam gelecekler vara, Fethullahçı diyorlar’ dedi. ‘Yahu gelsin TC vatandaşı değil mi’ dedim. Akşam geldi. Ağzından bal akan bir arkadaş.. konuştuk, beni övüyor falan.. Saat 11’e doğru gidecek, dedi ki; ‘Paşam yarın öğleye kadar boş musun?’ ‘Tabi’ dedim. Kendisi de sanayi bakanlığında daire başkanıymış, oraya incelemeye gelmiş.. Oğlumun iş durumunu soruyor, ‘Yapılacak bir şey varsa yapalım’ diyor.. ‘Paşam, yarın sabah seni alayım, kahvaltıyı beraber yapalım, Pensilvanya’da.. Gülen hocamız var, seni ona götüreyim’ dedi.”

Bizi öven bir yazı yaz

“28 Şubat sürecinde benim çıkışlarımı biliyorsunuz, Artvin’de bir konuşmam olmuştu (Erbakan’a hakaret ettiği konuşma), o sırada Zaman gazetesinin temsilcileri geldi. O zaman da Zaman gazetesi hiç alayhimde değil.. Ağızlarından bal akıyor. Benimle ilgili haberleri yumuşatılmış güzel veriyorlar, tabii Erbakan falan suçlu gösteriliyor... Anayasa Mahkemes üyesi olan Mustafa Yıldırım Kayseri Valisi. Başbakan Mesut Yılmaz’ın danışmanı, Erciyes Üniversitesi’nde profesör sana gelecek dedi. Kimliği ne dedim, ‘Paşam bu Fethullahçı’ dedi. Niye gönderiyorsun dedim. Çok ısrara etti dedi. Üç kişi geldiler. Bir tane defter çıkardı. Osman Özbek olarak, Fethullah Gülen okullarını öven bir paragraf yazıp imzalamanızı istiyoruz’ dedi. Yıl 1998...”

Hocamız geliyor görüştürelim

Emekli Tuğgeneral Osman Özbek aynı konuşmasında bir başka randevu talebini ise şöyle anlatıyor: “Zaman gazetesinin üç tane temsilcisi geldiler, dediler ki; ‘Paşam, önümüzdeki günlerde Hocaefendi geliyor, Pasinler’de köyü var. Evine geliyor, bütün Türkiye sıraya giriyor, ben size yardımcı olayım, sıra falan gerekmiyor. Sizi Fethullah Gülen hocaya götüreyim.’ ‘Allah Allah bak yine olmadı. Yahu bak kardeşim burası Jandarma bölge komutanlığı, devletin bir makamı, 13 tane ilin jandarması bağlı.. Fethullah Gülen Hoca’ya benim düşmanlığım falan yok. Eğer benimle görüşmek istiyorsa, nizamiyeden girer, emir subayım merdivenlerde karşılar, gelir kahvemi içer diyeceği varsa der gider. Vatandaş olarak. Ben de onunla ilgili varsa sorularım kuşkularım bana gelmişken sorarım. Okullarını, CIA ile ilişkilerini, hepsini sorarım’ dedim. ‘Ama öyle değil, o kimseye gitmiyor sizin gitmenizle çok iyi olur’ demez mi?..”

BU TABLOYA BETER DEDİLER

Gülen Cemaati’nin yayın organı Zaman gazetesinin 16 Ocak 2014 tarihli sayısında bu günleri ‘28 Şubat’tan da Beter’ manşetiyle okuyucularına anlatıyordu. Gülen de açıklamasında, Hükümetin son iki yılda demokratikleşeme adımlarını terk ettiğini söylemişti. Peki son iki yılda ‘28 Şubat’tan da Beter’ dedikleri sürede neler yapıldı?

-28 Şubat ürünü kesintisiz eğitim bitti, İmam hatiplerin orta kısmı yeniden açıldı.

-Katsayı problemi sıfırlandı. İHL’lerin önü açıldı.

-Kamuda başörtüsü serbest bırakıldı.

-Okullara seçmeli Kur’an-ı Kerim ve Siyer (Peygamberimizin Hayatı) dersi konuldu.

-Kur’an Kurslarının sayısı arttı, teşvik edildi.

-28 Şubat mağdurlarına göreve dönme imkanı sağlandı.

-Meclis’e başörtülü vekiller serbestçe girebildi.

-Çözüm süreci başlatıldı.

ABD bunun için koruyor

Zaman Yazarı Ali Bulaç’ın kaleme aldığı ibretlik yazısını hatırlamakta fayda var: “Ağlayan ve ağlatan hoca”ya, “Türkiye vaizi” statüsüne çıkartılan emekli bir vaize merkezi camiler tahsis edilerek Saddam Hüseyin aleyhinde vaazlar verdirildi. Dün Irak-İran savaşında Ayetullah Humeyni’nin zulmüne karşı gelen Saddam Hüseyin’in erdemlerinden dem vuran Hoca, şimdi yukarıdan aldığı direktifler doğrultusunda, Saddam Hüseyin’in kafirliğinden, işlediği zulümlerden bahsetmeye başladı. Bu artistlere taş çıkartacak profesyonellikle ağlayarak ve ağlatarak, üstelik Rasulullah (s.a.v.) adına saçma sapan rüyalar uydurarak... Hoca’nın sözlerinden çıkan sonuç, Amerika’nın bölgede yaptıklarından dolayı kınanamayacağı, bu yüz kızartıcı bombardımanlardan mazur görüleceği sonucudur. Ben kişisel olarak bunu yadırgamadım; çünkü adamlar birilerini besliyorlarsa, bunun bir bedeli vardır. Şimdi bu bedeli ödemelerinin tam zamanıdır..” (Ali Bulaç, Vahdet, 11 Şubat 1991)

YAŞ’ta ‘Paralel Yapı’ kuşkusu

Adnan Tanrıverdi (Emekli Tuğgeneral): “Elbette o yapıya (cemaate) mensup insanlar da TSK’dan ihrac edildi. Ama geldiğimiz noktada, bu ihraçlar kontrollü mü idi, oldu bitti ile mi atıldılar, kaza kurşunu ya da paravan olarak mı ihraç edildiler doğrusu, son yaşanan olaylarla benim de kuşkum artıyor. Cemaatin halifesi olarak görülen çok üst düzey bir ismi bana, Erbakan başbakan iken, ‘Sizin çocuklar ile bizimkileri gizleyelim diğerlerini ihraç edelim teklifi yapmıştı’ demişti. Şimdi geldiğimiz noktada, bu teklifin Erbakan’dan mı onlara, yoksa onlardan mı Erbakan’a yapıldığı noktasında şüphelerim var. Zira o yapıya sempati duyan atılan subay sayısı çok az. Böyle bir etki ve güçleri olmasa bunu nasıl söylerler.”

İçkiyi Allah rızası için içiyorum diyordu

Mustafa Hacımustafaoğulları (YAŞ’zede Binbaşı): “1986’da TSK’da Gülen Cemaati’nden atılanlar çoğunlukta olmuştu. Sonra yöntem ve kılık değiştirdiler. Laikçiler gibi yaşantıyı seçtiler. Bir defasında bu arkadaşlardan biri ile konuşurken, “Abi Allah rızası için içki bile içerim” demişti. Şaşırmıştım. Bilahare hanımını da açtı. 28 Subat sürecinde sadece YAŞ kararıyla 1600 kişi ordudan atıldı. Çok azı bu yapıya mensup.”

TSK’nın davadaki tavrı

Gülen ve hareketine yönelik Haziran 1999’a kadar somut hiçbir baskı, tutuklama ve kapatma olmazken, Haziran 1999’da da sadece Gülen’in kendisiyle ilgili bir kampanya başlatıldı. Nitekim bu konuda bile somut bir ceza, kapatma ve hapis olmadı. Cemaate yakın Kanaltürk’ün Ankara Temsilcisi de olan Gazeteci Faruk Mercan ‘Fethullah Gülen’ adlı kitabında Gülen aleyhindeki kampanyanın sınırlı olduğunu şöyle açıklıyor: “Gülen’in Patrik Bartelomeos’la görüşmesine dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Papa’yla görüşmesine dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit açık destek vermişti.” (Sayfa 211; Doğan Kitap; 1. baskı; 2008; İstanbul) Daha da ilginci, çok sayıda gazeteci, siyasetçi ve sivil toplum örgütü için bizzat, ‘Dava açın’ talimatı ortaya çıkan Genelkurmay ikinci Başkanı Çevik Bir’in, Gülen ve hareketiyle ilgili bir talimatına rastlanmaması dikkate değer bir ayrıntı. Faruk Mercan yazıyor: “Nuh Mete Yüksel davanın sonlarına doğru son çare olarak, Gülen aleyhine bazı belgeler almak umuduyla Genelkurmay Başkanlığı’na başvurdu. Ancak Genelkurmay, Gülen davasına doğrudan taraf olmadı. Nitekim Genelkurmay’ın bu tutumu, Gülen için verilen beraat kararının ana gerekçelerinden biri oldu. Nuh Mete Yüksel’in bu girişimlerine rağmen, Gülen davasına doğrudan karışmayan Genelkurmay, 28 Şubat sürecinin başladığı 1997 yılından, 2000 yılı ağustos ayına kadar Gülen hakkında çeşitli suçlamalara yer veren onlarca istihbarat raporunu da hiçbir zaman sahiplenmedi.” (A.g.e, sayfa 215)

Milli iradeyi tehdit etme cesareti

Ve bugün.. 28 Şubat darbesinin üzerinden 17 yıl geçti. 1999 yılına kadar kendileri dışındaki İslami yapılar bir bir baskı altına alınıp, tasfiye edilirken, seyreden , dahası darbecilere ödül vermeyi teklif eden cemaat, 1999 sonrası ise sıranın kendisine geleceğini tahmin etmemişti. Sıra onlara da geldi ve Gülen Amerika’ya gitti. 2002’de kurulan AK Parti hükümetleriyle birlikte üzerlerindeki baskılar bir bir kaldırıldı. Okul ve yurt sayıları kat be kat arttı. Holdingleri çoğaldı.. O kadar güçlendiler ki bu kez hükümeti devirmeyi göze alacak cesareti kendilerinde buldular.

VİDEO İZLE
http://haber.stargazete.com/politika/erbakana-hakaret-edince-cemaat-3-kez-randevu-istedi/haber-850794
Bir “Ev Zencisi” olarak Fethullah Gülen

05 Mart 2014
 
17 Aralık Süreci’yle ilgili konferanslar için günlerdir yollardayım. Bursa, İstanbul, Sakarya, Eskişehir, Samsun, Konya, Sivas, Tokat, Kırıkkale… Nereye gitsem muhteşem bir kalabalık… Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarına sevgi, Pensilvanya Hareketi’ne öfke seli… Uluslararası sistemin ağalarına ve onların yerli taşeronlarına hadlerini bildirmek için 30 Mart gününü iple çeken maşerî vicdan…

Sırada Düzce, Antalya, Mardin, Kütahya, Elazığ ve daha birçok şehir var. Eminim ki oralarda da aynı atmosfer bekliyor beni.

2007 seçimlerinden evvel AK Parti’nin oyları yüzde 30’un altına düşmüş gibi görünüyordu. Genelkurmay Başkanlığı’nın 27 Nisan Muhtırası ve hükümetin bu muhtırayı alıp militaristlerin başına çalması üzerine vicdanlar ayaklandı ve erken genel seçimlerde AK Parti oyların yüzde 47’sini aldı. O dönemde Karadenizliler fındık meselesi yüzünden AK Parti’ye fena halde kızgındılar; ama milli irade düşmanlığını cezalandırmak ve milli irade fedailiğini ödüllendirmek için AK Parti’ye oy verdiler. 30 Mart’ta AK Parti’den başka partilere oy vermeyi düşünen pek çok kimse de 17 Aralık Süreci’nde fikrini değiştirerek AK Parti’ye yöneldi. Kamuoyu yoklamalarında oy oranı zaten yüksek çıkan AK Parti, 17 Aralık Süreci sayesinde oylarını daha da arttırıyor ve belki de rekora koşuyor.
Pensilvanya Hareketi “Oylar CHP’ye, MHP’ye, AKP dışında herkese!” diye yırtınsın dursun bakalım… Bir zamanlar AK Parti’nin önünü kesmek için darbeden iç savaşa kadar bütün kartlarını oynayan derin devlet çeteleri nasıl havalarını aldılarsa, Fethullah Gülen ve adamları da öyle havalarını alacaklar inşaallah.

 “Ama biz onlardan farklıyız, topluma kök salmış İslamî bir cemaatiz, Türkiye’nin en büyük ve en güçlü sivil toplum unsuruyuz, millete rağmen değil milletin kendisi vasıtasıyla yıkacağız AKP’yi” diyerek kendi kendilerini kandırmasınlar hiç; millet nezdindeki itibarları yerlerde sürünüyor artık. Bu süreçte bütün saygınlıklarını tükettiler. Bağrına kök saldıkları toplum, onları kökleriyle beraber söküp atıyor bağrından. Esnaf, sokak sokak Zaman gazetesi aboneliğini iptal ediyor, “himmet”i de kesiyor. Aileler çocuklarını Pensilvanya Hareketi’nin pençelerinden kurtarmak için birbiriyle yarışıyor. “Oyunuzu CHP’ye vereceksiniz! Bununla da yetinmeyip CHP’nin seçim kampanyasına katılacaksınız!” diye emir buyurdukları sempatizanları isyan ediyor. Düne kadar bütün Türkiye’nin “Hocaefendi”si olan Fethullah Gülen, korkunç bir irtifa kaybıyla marjinalleşiyor, marjinalleşiyor, marjinalleşiyor…

Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı meslek edinen, İslam düşmanı 28 Şubat darbecilerinden Siyonist İşgal Rejimi’ne kadar bütün şeytani güçlere bağlılık bildirip Erbakan Hoca’ya ve Başbakan Erdoğan’a onlar adına cephe alan, azılı başörtüsü düşmanı Ecevit’i “şefaat”e layık görüp Mavi Marmara şehitlerini beğenmeyen, Peygamber Efendimizi (sallallahu aleyhi vesellem) “twitter”deki çamur kampanyalarına alet etmeye kalkışan ve Cebrail’e (aleyhisselam) da saygısızlık eden bir zat var karşımızda. Kibri ayyuka çıkan bir zat. Cebrail (aleyhisselam) parti kursaymış, O’na “Sen bir parti kurdun, ama müsaadenle ben seni desteklemeyeceğim” dermiş. Öyle söylüyor. Bir de, “Hiç görmediğim, tanımadığım bir melek bu” diyor. Yani diğer meleklerle tanışıp ahbap olduğunu ima ediyor. Utanmadan evliyalık taslıyor. ‘Cebrail (aleyhisselam) gelip parti kursa oy vermeyiz, ama CHP’ye veririz’ diyen bir evliya! Nasıl ama?

Bir de mağdurluk taslıyor! ‘Bu çileye katlanacağız’ filan diyor! Başında bulunduğu cemaatin kalemşorları ‘Siyonistlerle arayı bozan hükümete savaş açtık’ diye bas bas bağırırken, devlet kadrolarındaki sempatizanları ülke ekonomisine suikastlar düzenlerken, Kur’an ve Sünnet’i çiğneyerek insanların mahremiyetini orta yere dökerken, uluslararası sistemin ağalarını rahatsız etmekten başka ‘suç’u olmayan binlerce Müslüman’ı 28 Şubat diktatörlüğünün istihbarat raporlarını da kullanarak “Selam Terör Örgütü” tezgâhıyla zindana atmaya hazırlanırken, öte yandan emrindeki abiler ve ablalar cemaat evlerinde gençleri “İran bu AKP’lileri muta yoluyla esir aldı…

Erdoğan’a büyü yaptı…” gibi akıl almaz iftiralarla ve manyakça efsanelerle hükümete karşı kışkırtırken, sanki durduk yerde kınanıyormuş gibi bir de mazlum ayaklarına yatıyor bütün milleti aptal yerine koyarak.

Yemezler, Pensilvanyalı! Masken düştü! Erdoğan’a diz çöktürerek Türkiye’nin yükseliş trendini durdurmaya çalışan ve bu sayede İslam dünyasının umutlarını söndürmeyi murat eden uluslararası sistem ağalarıyla beraber hareket ettiğini faş eyledin! Artık ne dersen de, adamların da istedikleri kadar “yolsuzluk” yahut “bağımsız yargıya müdahale” tezviratı yapsınlar, millet asıl mevzuun ne olduğunu iyice öğrendi ve bunun gereğini 30 Mart’ta yapacak inşaallah.

“Bağımsız yargıya müdahale” deyince… Sözkonusu olan şey, Paralel Devlet Yapılanması’na bağlı savcıların ve hâkimlerin fitne-fesat operasyonlarını durdurma gayretidir. Hükümet böyle bir gayretin içine girmeseydi, bugün bendenizin de aralarında bulunduğu binlerce kişi -gazeteci, yazar, akademisyen, avukat, sivil toplum temsilcisi- sırf Paralel Devlet’in ve dolayısıyla Türkiye / İslam dünyası düşmanı emperyalist ağa babalarının dümen suyunda gitmediği için terörist diye damgalanarak tutuklanacaktı.

Çok önemli bir ayrıntı: Beni üç yıldır takip ediyorlarmış. Demek ki, daha “cemaat”le aramın iyi olduğu, onlara iltifat ettiğim (sadece Mavi Marmara konusundaki tavırları yüzünden eleştirdiğim) dönemde karar vermişler ipimi çekmeye. “Hakan kardeş, biz seni çok seviyoruz, gel seni Petersburg’da biraz ağırlayalım” filan dedikleri günlerde. Yüzüme gülerken bir yandan da kuyumu kazıyormuş ikiyüzlü kardeşlerim. İyi ama niçin? Ne istemişlerdi benden ve benim gibilerden? Bu sorunun cevabı, Malcolm X’in “Ev Zencisi” tasvirinde saklı.

Malcolm X’e göre kölelik devrinde iki tür “zenci” vardı: “Ev Zencisi” ve “Tarla Zencisi”. Tarlada çalıştırılan “zenciler” beyaz efendileri hastalandığında onun ölmesi için, evinde yangın çıktığında da yangını büyütecek bir rüzgârın esmesi için dua ederlerdi. Evlerde uşak olarak istihdam edilen ve diğerlerine göre daha iyi giyinen, daha iyi beslenen “zenciler” ise, beyaz efendileri hastalandığında “Bugün hasta mıyız patron?” derlerdi ve evde yangın çıktığında onu söndürmek için efendilerinden önce koşarlardı…

Bana ve benim gibilere, herkesten evvel MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Başbakan Erdoğan’a cephe alan Pensilvanya Hareketi, emperyalist ağa babaları ve bilhassa İsrail rahatsızlandığında “Rahatsız mıyız patron?” diyen, emperyalistlerin çarkına çomak sokulduğunda da o çomağı çıkarmak için emperyalistlerden önce davranan bir “Ev Zencisi” hareketidir.

30 Mart’ta bu “Ev Zencisi”ni efendileriyle beraber sandığa gömeceğiz inşaallah.        


Hasan Karakaya / Yeni Akit

İslâm dünyasının “dönüşüm”ünde Gülen’in rolü ne?

04 Mart 2014 Salı



Bazıları “büyük bir savrulma” içinde... 1980’li ve 1990’lı yıllarda “F Tipi” kavramını “Türk siyasi lügati”ne sokan, “Fethullah Gülen ve Cemaat”le ilgili onlarca yazı yazan, bunları “kitap” olarak yayınlayan Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya bugün, “büyük bir değişim” ve “büyük bir dönüşüm” geçirmiş olmalı ki; “Cemaat’le kol kola!”
Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesi, “Hikmet Çetinkaya’daki bu dönüşümün hikâyesi”ni yayınlıyor birkaç gündür...
 
Tabiî, değişen ve dönüşen sadece Hikmet Çetinkaya değil... Cemaat mensupları da “değişim ve dönüşüm” içinde olmalı ki; kendilerine “F Tipi!.. Takkeli Liboş” diyerek hakaret eden adamla bugün “kol kola” vaziyetteler!..
 
Ne ilginç beraberlik!..
Ne ilginç ittifak!..
Dün gırtlak gırtlağa,
Bugün kucak kucağa!..
Bugün “sevdikleriyle beraber”ler...
Herhalde, “ahiret”te de;
“Birbirleriyle olacaklar”dır!..
 
ÇÖLAŞAN DA DÖNÜŞTÜ!
Ben, Emin Çölaşan’daki değişim ve dönüşümün ne derecelerde olduğunu çok merak ediyorum... Gerçi; “AK Parti’ye bizim yapamadığımızı Cemaat yapıyor” deyip, “Cemaat’in safında” olduğunu gösterdi ve halen yazmakta olduğu Sözcü gazetesi “Cemaat’in sözcülüğü”nü yapmaya devam ediyor ama, Emin Çölaşan’ın “Ulusalcı duruş”u ne âlemdedir, gerçekten merak ediyorum...
Benim bildiğim Çölaşan;
“Gülen Cemaati’ne şiddetle karşı” idi ve o günlerde Zaman’da yazan Fehmi Koru’dan, sürekli “Takkeli Liboş” diye söz ederdi...
Dedim ya;
Dün “Cemaat’e karşı” idi, bugün ise “Cemaat’le kavgalı olan AK Parti’ye ve Erdoğan’a saldıran” yazılar yazıyor!..
Hele, son bir ayda yazdığı yazıların başlıklarına bir bakın;
“Yargı darbesi!.. Kürtçüler yanlış ata oynamış!.. Poliste deprem!.. Benim yargım, senin yargını döver!.. Ülkesini jurnal eden şahıs!.. Tayyip’in tehditleri!.. Toplumu geren şahıs, Tayyip!..”
Gibi yazılar...
Dün neler diyordu,
Bugün neler saçmalıyor?..
Hani, “omurga” nerede,
“Tutarlılık” nerede?..
 
BALBAY DURDUĞU YERDE Mİ?
Merak ettiğim biri daha var... 
Evet; “Hem CHP milletvekili, hem de Cumhuriyet yazarı” olan Mustafa Balbay’ın, bugün “nerelerde durduğunu” çok merak ediyorum...
Balbay, “milletvekili” sıfatıyla “CHP’de”dir... Peki, CHP nerede?..
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dün “Niğde mitingi”nde söylediği gibi; 
“CHP-MHP ve Pensilvanya üç kafadar” olarak, birbirleriyle “kol kola”dır, “omuz omuza”dır, “iç içe”dir, “kucak kucağa”dır!..
O kadar “içli dışlı”lar ki;
“Cemaat’in eline tutuşturduğu telefon tapeleri olmasa, CHP Genel Müdürü Kemal Kılıçdaroğlu acaba ne diyecek, ne konuşacak, hangi projesini açıklayacaktır?”
“Kılıçdaroğlu’nun Cemaat’in kuklası” olmasına, bir “CHP milletvekili” olarak Mustafa Balbay ne diyor acaba?..
“Fethullah Gülen’in Türkiye için yararlı olduğunu” mu düşünüyor, “zararlı” olduğunu mu?..
Yoksa; “2007’deki görüşleri”ni aynen muhafaza mı ediyor?..
Bu soruya, Mustafa Balbay’ın vereceği cevap, çok çok önemli.
Zira, Balbay; 8 Ekim 2007 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Gülen Kürsüsü’nün Katolikliğe Bağlılığı” başlıklı bir yazı kaleme almış ve “Gülen Hareketi’nin Amerika’nın bir taşeronu olduğunu” yazmıştı...
Demek oluyor ki;
Bizler “saf” olduğumuz için, söylenenleri ve yapılanları “hayra yorduğumuz” için göremediğimiz “gerçek”leri Mustafa Balbay taa o zamanlar görmüş!.
Balbay taa o zamanlar görmüş de, onun genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün hâlâ göremiyor mu acaba?.. Ya da ne zaman görecek?..
“Aşkın gözü kördür” derler ya, Bay Kılıçdaroğlu da; “aşık” olduğu için olsa gerek, “Gülen’in oyunları”nı göremiyor...
FETULLAH GÜLEN KÜRSÜSÜ!
Görmesi için, kendisine yardımcı olmak ve “Mustafa Balbay’ın makalesi”ni kendisine hatırlatmak istiyorum.
Buyrun, Mustafa Balbay’ın 8 Ekim 2007 tarihinde, Cumhuriyet’te yazdığı “Gülen Kürsüsü’nün Katolikliğe Bağlılığı” başlıklı yazısını birlikte okuyalım...
Tabii, Kılıçdaroğlu da okusun...
“Öncelikle şunu vurgulayalım; başlık, bizim yaptığımız yorum değil, belgelere dayalı durum!
Zaman gazetesinin 30 Temmuz 2007 sayılı Avustralya baskısında bir ilan yayımlandı. 
Gazetenin 3. sayfasındaki ilanı veren kurumun adı aynen şöyle:
Australian Catholic University... Türkçesiyle, Avustralya Katolik Üniversitesi.
İlanın ana başlığı da şu:
İslami Araştırma ve Müslüman-Katolik İlişkileri Fethullah Gülen Kürsüsü.
Büyük puntolarla yazılmış bu başlığın hemen altında ilanın amacı ve adresi yazılı: 3 yıl süreli, tam zamanlı görev. Fen ve Edebiyat Fakültesi St. Patrick Kampüsü, Fitzroy, Victoria.
Yapılacak başvurularla seçilecek kişiler, öğretim elemanı olarak yetiştirilecek. 
Daha sonra da üniversitenin Melbourne Kampusu’na yerleştirilecek, 
İlahiyat, Felsefe ve Dini Eğitim Enstitüleri ile birlikte çalışacak.
Ücret, Avustralya ölçeklerine göre de dolgun:
Yıllık 143 bin 110 Avustralya Doları... Avustralya Doları’nın değeri Amerikan Doları’na çok yakın.
Buraya kadar olan bölüm için şu yorum yapılabilir:
Ne güzel... 
Türkiye’den bir kişinin adı, üniversitede İslam dini ile ilgili bir kürsüye verilmiş. Demek ki üniversite ile çok iyi bağlar kurulmuş ve başarılmış!
Ancak adaylarda aranan özelliklerden biri ayrıca dikkatimizi çekti.
Okuyalım:
‘Başarılı görülen aday, üstün insani ilişkiler ve iletişim yeteneği sergilemeli, üniversitenin misyonuna, Katolik ilke ve değerlerine bağlılık göstermelidir.’
İslam dini ile ilgili bir kişinin böyle bir kürsüde Katolikliğe saygı duyması beklenir mi?
Beklenir...
Katolikliğin ilke ve değerlerinden haberdar olması istenir mi?
İstenir...
Peki Katolikliğe bağlılık istenir mi?
İşte bu olmadı. 
İşin içine bağlılık girince, artık ona ait olma, onunla birlikte hareket etme duyguları da öne çıkar!
Bir Fethullah Gülen Kürsüsü kuruluyor ve burada görev yapacak elemanların Katolikliğe bağlılığı isteniyor!
Bu durumda sormak gerekir:
Hizmet, İslamiyete mi Katolikliğe mi?
Fethullah Gülen adını kullanan kişiler, Hıristiyanlığın en katı kurallara sahip mezhebi Katolikliğe de hizmet edebilirler.
Buna da saygı duyarız.
Ancak, Türkiye’de İslamiyet satıp dünyada bambaşka şeyler yapmanın başka bir adı olmalı!
Hıristiyanlığın kendi içinde belirlediği uzun erimli hedef zinciri şu:
İsa’nın ardından birinci binyılda, Avrupa’nın tümü Hıristiyanlaştırıldı.
İkinci binyılda, Amerika kıtasının tümü ve Afrika’nın bir bölümü Hıristiyanlaştırıldı.
Üçüncü binyılda, Afrika’nın kalan bölümü ve Asya Hıristiyanlaştırılacak.
Fethullah Gülen hareketi, girişte aktardığımız ilan bağlamında bu hedefin tam ortasına oturuyor!
DÖNÜŞÜMDE GÜLEN’İN ROLÜ!
25-27 Ekim 2007’de İngiltere Lordlar Kamarası’nda uluslararası bir konferans var. 
Adı şu: Müslüman Dünyasının Dönüşümünde Gülen Hareketi’nin Rolü!
Müslüman dünyası nereye dönüştürülüyor?
Kim dönüştürüyor?
Gülen bu dönüştürümün neresinde?
Belki de konferansta yanıt verilir!
Şu soruyu eklemek gerek:
Müslüman dünyası dönüştürülürken Türkiye’ye nasıl bir don biçiliyor ve bu biçilmede Gülen’in rolü ne?
Tümünün yanıtı şu saptamayla da özetlenebilir:
Gülen hareketi, dini de kullanan Amerikan küreselleşmesinin İslam coğrafyası taşeronudur!”
 
KİM, NEREDE?
Evet, Fethullah Gülen ve “Gülenist Hareket”in bu “dönüşüm”de yeri ve rolü nedir?..
Bu “dönüşüm”ün Kemal Kılıçdaroğlu neresindedir, CHP’liler neresindedir, MHP’liler ve BBP’lier neresindedir?..
Hikmet Çetinkaya neresindedir,
Mustafa Balbay neresindedir.
Ve de Cumhuriyet neresindedir?..
Emin Çölaşan neresindedir,
Sözcü neresinde?..
“Savrulma”lar sona erdiğinde, herhalde “kimin nerede durduğunu” ve kimlerin “kimlerin değirmenine su taşıdıklarını” çok daha net göreceğiz.
Şimdiden uyarayım dedim... 
*****************************************************************
 
Bunların gözümüzden kaçtığını mı san›yorlar?
• “Köyde yaşayanlar” gayet iyi bilir ki; bazı “tavuk”lar, “sahibinin kümesi”nde “yemlenirler” ama, giderler, “başkasının bahçesi”ne “yumurtlar”lar!..
Köy hayatı nedir bilmeyen bazı “lavuk”lar da öyle... “Yandaş” denilen medyada yazarlar ve onlar tarafından “yemlenirler” ama, giderler, “Cemaat medyası”nda yumurtlayıp, “Hükümet’e kin kusurlar!”
“Yandaş” denilen medyada nasıl bir “mide” vardır ki, hâlâ bunları “yemlemeye” devam ederler!..
“Bu “çelişki”nin “gözümüzden kaçtığını” düşünüyorlarsa, aldanıyorlar!
 Erdoğan’a; “Despot!.. Diktatör!.. Agresif!” diyen “yoldaş ve candaş medya” organları, 54 yaşındaki Mustafa Suver adlı vatandaşa Feshane’de “yumruk” atan CHP’li Mustafa Sarıgül’ün “despot”luğunu, “diktatör”lüğünü ve “kimyası bozulduğu” için iyice “agresif”leştiğini niye görmezler acaba?..
Ne yani; 
“Haber” olabilmesi için, illa da bir AK Partilinin mi “yumruk” atması gerekiyor?..
Bu “çifte standart”ı, bu “ikiyüzlülüğü” görmediğimizi sanıyorlarsa, aldanıyorlar!..
Hepsini biliyor, hepsini görüyoruz...
Ama, sabrın da bir sonu var!..
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Kaset, dosya derken

04 Mart 2014


Birilerine göre ellerinde 3 dosya kaldı.
Sanmam.. Çoktur çok!

Bu tür kasetler ve dosyalar her zaman ve her yerde vardır..
Bu kaset işi lanetli bir iştir.. Bu işler kendiliğinden olmaz.. Ona kadını gönderen ya da onu kadına götüren bir kumpas kurulur..


Adamı tuzağa düşürürsünüz. Bazan bu işe bir kılıf da uyduruluyor, “gizli nikah” filan da kıyılır icabında, gizli nikah nasıl oluyorsa!
Sonra bu ilişkiyi kayda alırsınız, ardından şantaja başlarsınız..
Kaset ve dosya bu anlamda, oltaya takılan yem gibidir..

Bu tuzağa düşenler, tamam anladık, haindir de… Bu tezgahı kuranlar, bu kasetler üzerinden şantaj yapanlar esas alçaktır!

Bir ahlaksızlığı ve yolsuzluğu yakalayacak, 14-15 ay bekleyeceksin.. Bu işi yapanlar, o ahlaksızlığı yapanlardan daha ahlaksız insanlardır.. Bir yanlışı yakalayıp, onun üzerinden başka yanlışlar planlamak ahlaki bir davranış değildir.. Hele bunu meslek edinmişseniz, o zaman bir “pezevenk”, sıradan bir fahişeden daha alçaktır.. Bu işler de o işlerin pezevenkliğidir. Eğer bunu siyaset için yapıyorsanız siyasi pezevenk olursunuz!

Yolsuzluk yok demiyorum, yolsuzluk ve ahlaksızlık üzerinden oy devşirmeciliğini, bu işi tehdit ve şantaj vesilesi yapanları itham ediyorum!

Bugüne kadar neredeydiniz?
Hele bir de Numan Kurtulmuş olayında olduğu gibi tamamen uydurma kasetlerle yapılan siyasi tetikçilik var. O esfeli safilin seviyesi artık!

Bu kaset ve dosya koleksiyoncularının elinden kendi adamları da dahil birçok kişinin kasedi ve dosyası vardır. Bunlar kardeşlerini bile fişlerler.. Çünki bu bir hastalık, herkesten ve her şeyden kuşkulanırlar.. Şuuraltları kendilerini rahat bırakmaz. Hizmet ettikleri efendilerini bile fişlerler gerektiğinde..

Kimi media tetikçileri vardır.. Piyasada bir işadamının açığını yakalar ve el altından bir adamla elde ettikleri belge ve görüntüleri kendisine ulaştırıp, ya reklam isterler, ya da açıktan para.. İstediklerini alırlarsa ne ala, alamazlarsa namus, şeref, vatan, millet diye adamın üzerine yürürler.. Namus şovu yapar bu entelektüel fahişeler!

Bu tezgaha gelen ya da bu işe bir şekilde bulaşanlar, kendilerinden hesap sorulmaması için rakipleri, etkin ve önemli isimlerle ilgili kaset ve dosya koleksiyonculuğuna başlarlar, ki icabında dehşet dengesi oluştursunlar..

Manken kızlar başlarından geçenleri anlatsalar, kendilerine teklif edilen işleri.. Reklamcılar, katalog çekimi yapanlar vesaire, vesaire.. Herkesi tuzağa düşürmek için bir yol vardır..
Her politikacının, yüksek bürokratın, belli bir ölçeğin üstündeki işadamının kapısını tekrar tekrar çalarlar. Basın çalar, mafia çalar, derin yapılar, istihbarat örgütleri, herkes çalar.. Yeter ki, sizde eğilim görsünler. Görmeseler de denerler! Onun için piyasada herkesimden yüksek miktarda kaset ve dosya arşivi vardır.. Bu işin şeyhi, işadamı, siyasetçisi, bürokratı yok! Herkes bu kirli oyunun tehdidi altındadır..

Bakıyorum da, halk bu süreçte bu kirli oyunun farkına vardı.. Kaset ve dosyalara inanmıyor, en azından bu işin bir hak ve hukuk arayışının ürünü olmadığını biliyor.. Bu işlerin kimin kasasından çıktığını biliyor ve onların kurban seçilen kişiden daha namuslu olmadığını biliyor..

Cemaat bu konuda da çuvalladı.. Çantalarındaki kasetler ve dosyalar ellerinde patlayacak..

Bu sürecin bir diğer faydası da şu “Temiz toplum” için toplumda bir bilinç oluştu.. Seçimden sonra bu bilinç siyasi bir talebe dönüşecek.. Kimse eskisi kadar kolay yolsuzluk istese de yapamayacak!

Kaset ve dosya şantajcılığı ilk kez böylesine geri tepen bir silaha dönüştü. Bu tür tetikçilik artık eskisi kadar iş yapmıyor!

Bu kaset bombardımanı 15 Mart’tan sonra başlayacakmış.. Zaten martın dördü oldu.. Son hafta zaten seçim haftası.. Öyle bir zamanda dosyaları, kasetleri piyasaya sürecekler ki, kimse ne olup-bittiğini anlamadan, işin aslı araştırılmadan, “çamur at izi kalsın” hesabı, hedeflerindeki herkesi suçlayacaklar.. O karambol içinde insanların zihinlerini bulandıracaklar, bu bulanık ortamda oy avcılığına çıkacaklar..

Seçimlere çok az bir zaman kaldı ve paralel yapının ne yapabileceği belli. Toplum oynanan oyunun farkında..

Bu arada muhalefet buharlaştı.. İktidara karşı “topyekun bir saldırı” başlattılar.
Derin devlet ve paralel devlet bugün birlikte hareket ediyor.. Muhalefet iktidara karşı kendi arasında açık bir koalisyon oluşturdu. Ama öyle anlaşılıyor ki, bu amorf ittifak kendi kendini notralize edecek.. Öte yandan iktidar partisi kendi içinde olağanüstü bir dayanışma ve hareketlilik yaşıyor..

Cemaat neyi elde etmek istiyorsa hızla ondan uzaklaşıyor.. AK Parti ise bu kavgadan kazançlı çıkacak gibi gözüküyor.. Onun için de cemaat, iktidar partisinin oy kaybı senaryoları yerine, sanki, seçimi tartışmalı hale getirmek için kolunu sıvayacak gibi, ama onu da yüzlerine gözlerine bulaştırırlarsa şaşmamak gerek. Bu kibir, bu gurur, bu güç sarhoşluğu, akıllarından büyük öfkeleri ile başka ne yapabilirlerdi ki! AK Parti, 17 Aralık öncesine göre bugün daha güçlü..

Selâm ve dua ile..

Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Bahçeli iktidarında, Gülen’e gıyabi tutuklama!

 
 
04 Mart 2014

Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit


Bunları biliyor muydunuz?

Fetullah Gülen’in, 1999’da “rahatsızlık gerekçesi” ile ABD’ye gittikten sonra..
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde..
Yani 2000 yılında, gıyabi tutuklama kararı çıkartıldığını..

Bilmem, hatırlayanınız var mı?

Sonrasında o gıyabi tutuklama kararı kaldırıldı ama..
Bugünlerde MHP’ye sinyal çakan Gülen ekibine hatırlatmak istedim..
Bahçeli’nin Başbakan Yardımcılığı döneminde, Gülen’e gıyabi tutuklama kararı çıkartıldığını bir kenara not edin..

İleri-geri konuşanlara, hatırlatırsınız..
“Bahçeli o tarihte, sadece Başbakan Yardımcısı idi” demeyin sakın.. O dönemde Başbakan da, Gülen’in şefaat edeceğini söylediği(!) Bülent Ecevit idi.

Önceki gün aynı Devlet Bahçeli, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı’na aday olacağını hatırlatarak, “Yüzde 51 ile geldin. Yüzde 51 ile gideceksin.. Sen artık Çankaya yokuşunu çıkamazsın” diyor..
Garip bir ifade..
Bir siyasi partinin genel başkanı, rakip partinin genel başkanına, “Rakibin % 51 ile seçimi kazanacak. Sen Cumhurbaşkanı olamayacaksın” diyorsa, MHP için bunun övünülecek neyi var?
Bu kadar saldırdığınız bir kişiye karşı, bütün sol-sağ-bölücü partiler birleşip, yine de ancak % 1 oy farkı ile seçimi kazanacaksanız..
Siz buna “Kazandık” mı diyeceksiniz?
O sonucun hemen arkasından, birbirinizle kavga edip, seçtiğiniz adamın da altını oymayacak mısınız?
Bir başka açıdan olaya bakalım..
Bahçeli’nin bu sözleri, Başbakan’ın % 49 oyu olduğunu itiraf değil mi?
Bir siyasi partinin genel başkanı, bu kadar mı, safça laflar eder?
Bu kadar mı, rakibi olan partiyi gözünde büyütür?
Garip.
Gerçekten çok garip.

Kemal Kılıçdaroğlu, mal varlığını güncelleyerek açıklamış.
Burhaniye’deki villaya baktım, ne fiyat diye?
Çünkü 2-3 sene öncesinde, “Maliyetini verene, hemen veririm” diyordu..
Aslında maliyeti 130 bin değildi ama..
O “130 bin lira” hesap çıkartıyordu..
Dün baktım villanın fiyatına, 300 bine fırlamış..
Malvarlığını açıklarken bile, büyük gaflara imza atıyor, Kemal Bey..
İki açıdan birden..
Ülke öyle zenginleşiyor ki, Kemal Bey oturduğu yerden, 130 bin lirasını, 300 bin lira yapıyor..
Bu birinci açıdan, Kemal Bey’in çıkmazı..
İkincisi ise..
Kemal bey sürekli, “Ülke bitti, mahvoldu” diye eleştiriler getirirken.
Burhaniye’deki villanın değeri, ülkenin mahvolmadığının açık delili olarak karşımızda duruyor..

Şu ihtimali de gözden uzak tutmayalım..
300 bin liralık villanın bulunduğu yer, CHP’li belediye..
Bu belediye, Kemal Bey’in taşınmazının olduğu yerde, belediye imkanlarını abartılı şekilde devreye sokmuş ise..
Yolunu en genişinden yapmış ise..
Çevresinde, normalin çok üstünde yeşillik alan ayırmış ise...
Kemal Bey’in taşınmazı da, değerine değer katar.
130 bine satmayı düşündüğü taşınmaz, düşük değerden fiyatlandırma yapılan malvarlığı dilekçesinde bile, 300 bin TL üzerinden rakamlandırılır!

TUSKON Genel Kurulu’nu izliyorum..
Görüntüleri defalarca seyrettim.
İki ayrı cepheden çekim yapılmış. Özellikle karanlık görüntü veren sağ taraftan yapılan çekimde, görüntüyü diklemesine bir uzatıyorlar ki..
Sanıyorsunuz orada 10 bin kişi var..
“AK Parti, miting alanlarındaki kalabalığı montajla olduğundan fazla gösteriyor” diyorlar ama..
Bunu söyleyenlerin kendileri, TUSKON Genel Kurulu’ndaki kalabalığı üç misli gösteriyorlar..
AK Parti’nin mitinginde kaç kişi vardı, şimdi ne gösterilirse gösterilsin, 30 Mart’ta önümüze gelecek..
Ama TUSKON Genel Kurulu’ndaki görüntülerde yapılan oynamayı, kim, nasıl düzeltecek?

TUSKON Genel Başkanı Rızanur Meral’i izliyorum..
Siyasetçileri suçluyor.
Bir sene önceki genel kurulu izliyorum.
“Sayın Başbakanım” diyor, başka bir şey demiyor..
İnsan, bir yılda bu kadar farklı bir konuşmaya imza atabilir mi?
“Başbakan da öyle yapıyor” demeyin..
Başbakan, arkadan hançerlendikten sonra, faillere söylüyor onu..
Peki TUSKON’a ne oluyor?
Ne oluyor ki, “Sizin sayenizde varız” derken..
Şimdi, en ağır ifadelerle hakaretler yağdırılıyor?
Üstelik, bir vakfa yapılan bağışları, “para kazanma” olarak göstermeye çalışıyor?
“Vakfın malvarlığı” ile, “kişilerin malvarlığı”nın farklı olduğunu bilemeyecek kadar, cahil mi bu genel başkan?
Yoksa, gözleri kararmış, attıkları iftiraların farkında mı değiller?
M. Şevket Eygi / Milli Gazete

Çok mu İleri Gidiyorum?

04 Mart 2014



1908’de İkinci Meşrutiyetin başlamasından sonra ülkemizde büyük çalkantılar, korkunç hadiseler ve inkılaplar oldu. 1911 Trablusgarb savaşı… 1912 ve 13 birinci ve ikinci Balkan savaşları… 1914’te birinci dünya savaşına girişimiz… 1918’de yenik düşmemiz… İstiklal savaşı… 1922’te Osmanlı devletinin ortadan kalkması, son Padişahın yurt dışına gitmesi… 1923 İslam cumhuriyeti… 1924 Son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz hazretlerinin yurt dışına kovulması ve Hilafetin kaldırılması… Şeriatın kaldırılması… İslam Medreselerinin kapatılması… Tekkelerin kapatılması… Şapka inkılabı… Bu yüzden çıkan isyanlar… Muhaliflerin idamı… İstiklal Mahkemeleri… Bin yıllık yazımızın yasak edilip yerine Latin yazısının getirilmesi…
İnkılaplar, terörler, korkunç değişimler, isyanlar, idamlar…

14 Mayıs 1950’de seçimleri Demokrat Partinin kazanması ve CHP oligarşisinin yıkılması…

27 Mayıs 1960 darbesi… 12 Mart 1971 darbesi… 12 Eylül 1980 darbesi… 28 Şubat darbesi…

Son yüz yılda Türkiye’nin, bugünün parasıyla trilyonlarca dolar soyulması.

Doğu ve Batı Akdenizde iki Yahudi devleti kurulması…

Hıyanetlerle, darbelerle, vahim krizlerle dolu bir yüz yıl…

Ortadoğunun Japonya’sı olamayan bir Türkiye.

Japonyanın millî yazısı çok zor, çok çetrefil, çok çapraşık, öğrenilmesi çok güç; bizim Latin yazımız kolay mı kolay ama kültürde, teknikte, ilimde, sanayide, ilerlemede bir türlü Japonların seviyesine yükselemedik.

Fesi attık, şapkayı kabul ettik, itiraz edenleri astık ama yine de Japonlar kadar kalkınamadık.
Nihayet 2000’li yollara geldik. Kriz tufanları içinde yüzüyoruz.

Uluslararası temizlik ve şeffaflık notumuz 10 üzerinden 5… Yolun yarısındayız.

Mafyalar çeteler paralel güçler…

Korkunç miktarda kara para.

Şintoist, Budist veya Konfüçyanist Japonya’nın ahlakı Müslüman Türkiyenin ahlakından daha yüksek.

Zor yazılı Japonlar muazzam bir otomotiv sanayiine sahip, kolay Latin yazılı Türkiye’nin henüz yüzde yüz millî ve yerli bir otomobil sanayii yok.

Madalyonun bir yüzünde Kemalist, laik, çağdaş Türkiye cadı kazanı gibi fokur fokur kaynıyor, kazandan pis kokular çıkıyor. Bu kazanın içinde neler ve kimler yok ki… Çeşit çeşit Kriptolar, Sabataycılar, Haçlı Kriptolar, Pakraduniler…

Kara kirli necis haram paralar…

İnglitere Shakespeare’i, İran Hafız’ı, Fransa Montesquieu’yü, Almanya Goethe’yi, İtalya Cervantes’i, Rusya Dostoyevski’yi okuyup anlıyor ama Türkiyeliler Fuzuli’yi okuyamıyor, okuyabilse de anlayamıyor.

Osmanlı cihan devletinin devamı olan Türkiyeye ne olmuş böyle…

Türkiye çok ilerledi, öyle ilerledi ki, artık zina suç değil. Bu devirde zina hiç suç olur mu?
Soruyorum: Latin yazısı bizi niçin Japonya gibi yapmadı?

Yine soruyorum: Laiklik ve diğer inkılaplar bizi niçin mânen kalkındırmadı?
Sorsam ayıp olur mu: Niçin bunca vahim kriz içinde bocalıyoruz?

Almanlar Hitlerden, İtalyanlar Mussoliniden, Ruslar Stalinden kurtuldular…

Utanıyorum sormaya: Bizim niçin, Güney Kore gibi dünya çapında yerli ve millî otomobil sanayiimiz yok?

Latincilik, lâdincilik, laiklik bizi niçin ilimde, fende, sanayide, kültürde, eğitimde, araştırmada, temizlikte, şeffaflıkta, adalette Almanya ile boy ölçüşecek hale getirmedi?

Çok mu konuşuyorum, çok mu ileri gittim?... Özür dilerim, özür dilerim… Affedin beni, dertliyim…

(İkinci yazı)

Bir Uyarı Daha!..

BU yazım Müslüman kardeşlerime hitap ediyor.

1. Kur’anın yap dediklerini yapmayan, yapma dediklerini yapan Müslüman bir toplumun durumu kötü değil, çok kötüdür.

2. Müslümanlar Resulullahın (Salat ve selam olsun ona) Sünnetine, ahlakına uymaya, dinde bid’atlerden kaçmaya mecburdur. Onun kadar ve onun gibi ahlaklı ve faziletli olamasalar bile onun ahlakını taklit etmeleri şarttır. Aksi takdirde günahkar ve rüsvay olurlar.

3. Yüzde 90’ı beş vakit namazı terk etmiş bir İslam toplumu dehşet verici bir isyan içindedir.

4. Dünyevîleşmek, sekülerlik Müslümanların yabancılaşmasına yol açar ve halkı dinden uzaklaştırır.

5. İslam dininin birinci temeli sahih bir iman, ikinci temeli namaz, üçüncü temeli zekattır. Zekat mutlaka ve mutlaka Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde, hakkeden Müslüman kişilere verilmelidir. Zekat doğru dürüst verilmezse büyük fitne, fesat, bozukluk olur ve âfetler, tokatlar gelir.

6. Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble olan Müslümanlar tek bir Ümmet oluşturmazlarsa işleri bitik demektir.

7. Müslümanların, râşid ‘âdil muktedir bir İmam’a biat ve itaat etmeleri gerekir. Böyle bir İmam olmazsa kaos ve anarşi oluşur ve Müslümanlar rezil ve zelil olur.

8. Ribanın yaygın olduğu bir toplum Allaha, Resulüne, Kur’ana, Sünnete, Şeriata isyan etmiştir ve onun geleceği parlak değildir.

9. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmayan bir Müslüman toplum batmaya mahkumdur.

10. Emanetlerin ehil olanlara verilmemesi büyük bir isyandır.

11. Müslümanlar, çocuklarını Tevhid ve Kur’an eğitimi veren İslam Mektepleri’nde okutmakla mükelleftirler. Bunu yapmazlarsa sorumlu, suçlu olurlar ve hem dünyada, hem âhirette cezalarını çekerler.

12. İslam dini lüksü, israfı, sefahati, beyinsizliği, aşırı tüketimi, aşırı konforu yasak, haram kılmıştır. İsraf ve zikr edilen diğer günahlara batan bir İslam toplumu iflah olmaz.

13. İslam dininde ve Şeriatinde erkeklerin ve kadınların vazifeleri beyan edilmiştir. Kadınların karışmaması gereken işleri onlara yaptıran bir İslam toplumu iflah olmaz.

14. Alim, faqih, bilgili, ziyalı Müslümanların bilgisiz Müslümanları uyarmaları, aydınlatmaları, eğitmeleri, bilgilendirmeleri, yönlendirmeleri, irşad etmeleri gerekir. Bilenler bu vazifeleri yapmazlarsa sorumlu olurlar, bilmeyen cahillerin vebali de onların üzerine olur.

15. Müslümanların birbirlerini sevmeleri, birleriyle kardeş olmaları, bütün hayırlı işlerde ve konularda birbirlerini desteklemeleri, tek bir vücut olmaları, kaynaşmaları, vifak ve tesanüd içinde bulunmaları farzdır. Bu farza aykırı işler yaparlarsa, birbirleriyle çekişip tepişirlerse iflah olmazlar.

16. Müslümanlar İslamı, Kur’anı, Resulullahı, Şeriati inkar ve tekzib eden kafirleri dost ve velî edinir ve onlara uyarlar, onları taklid ederlerse mahv olmaya, esir, rezil ve zelil olmaya mahkumdur.

17. İslam yalanı, aldatmayı, iftira etmeyi, gıybeti, tecessüsü haram kılmıştır.

18. Dünyanın en kötü, en iğrenç, en rezil ticareti din ve mukaddesat bezirganlığı ve sömürüsü yapmaktır. Bir İslam toplumu buna kesinlikle izin veremez, göz yumamaz.

19. Müslümanlık laftan, edebiyattan ibaret değildir. İslam yaşanan, yaşanması gereken bir dindir. İslamı doğru şekilde öğrenip yaşamayan fertler ve toplumlar laf Müslümanıdır. Onlarla köy olmaz, kasaba olmaz.
Ziya Müezzinoğlu / Habervaktim

Mut’a bombası kime patlar?

 
 
04 Mart 2014


Aylardır cemaatin oyları kime vereceği tartışılıyor.
En son bu satırları yazdığım sıralarda Habervaktim’e düşen habere göre Todays Zaman yazarlarından biri her ilin Ak Parti dışındaki en güçlü adayının partisine bakılmaksızın destekleneceğini yazmış.
Bu ve benzeri çağrıların gerek cemaatin çekirdek kadrosu dışında kalan kesimlerinde ve gerekse cemaat karşıtları arasında ne kadar karşılık bulacağını 31 Mart sabahı hep birlikte göreceğiz. Ama en büyük şoku da sanırım cemaatin kalemşörleri yaşayacak.

Gezi eylemcileri meselenin üç beş ağaç olmadığını anlamış ve açıkça ilan etmişlerdi ancak cemaat nedense hala 17 Aralık sürecinin yolsuzluklara karşı  başladığında ısrarcı. Hala inatla 17 Aralık’ın bir yolsuzluk operasyonu olduğunu anlat(yuttur)maya çalışıyorlar. Onlar havuz medyası diyor ya hadi biz de cemaat medyası diyelim, haberciliği bir yana bırakmış tüm sayfalarında çarşaf çarşaf yolsuzluktan, kasetten, paradan, ses kayıtlarının gerçek ve doğru olduğundan bahsediyor. Sıkışınca da “Biz hiçbir şey yapmıyoruz. Eğer varsa böyle bir yapı ortaya çıkarıp yargılayın!” deyip masumu oynuyor.

Cemaat medyasının sürekli gevelediği bir başka argüman da dün cemaat hakkında şöyle şöyle güzel laflar eden Erdoğan’ın bugün birden değişerek cemaate ve hocaya düşman olduğu tezi üzerinde yoğunlaşıyor. Merak ediyorum, müflis tüccar gibi eski defterleri karıştıran ve evcilik oynayan çocuk misali her haberinde “Al misketlerini, ver misketlerimi” duygusallığına sığınan cemaat medyası acaba geçmiş 12 yıldaki sayılarına hiç mi bakmaz?

Yahu arkadaş, bunu anlamak bu kadar mı zor? Sizin gazete ve televizyonlarınızda da daha düne kadar hükümet aleyhinde tek bir haber yoktu. Şimdi tüm sayfa ve bültenleriniz “Battı, batıyor, gitti, gidiyor” haberleri ile dolu, en olumlu haberler amuda kalkarak yer bulabiliyor sayfalarınızda. Bilesiniz ki bu tavır, aynı zamanda izleyici ve okuyucularınızı nasıl gördüğünüzü de ortaya koyuyor.
Cemaat medyasının anlı şanlı yazarları hangi gezegende yaşıyor bilmiyorum ama millet savaşın ne savaşı olduğunu gayet iyi biliyor ve cemaat, işte tam da bu nedenle kaybedecek.

Cemaat AK Parti’den desteğini çekmedi  
Haftasonu Zaman gazetesini uzun uzadıya okudum ve sanılanın aksine cemaatin AK Parti’yi hiçbir zaman desteklemediği kanaatine vardım.  Elbette başından itibaren oylarını AK Parti’ye verdiler ve referandum sürecinde kapı kapı dolaşıp oy istediler ancak tüm bunları Müslümanlar iktidar olsun diye değil, kurmaya çalıştıkları yapının varlığını sürdürebilmesi adına yaptılar. Bu arada Ak Parti’ye ve daha geniş anlamıyla “İslamcı” lara da tahammül ettiler. Az önce oy verme bahsinde alıntıladığım cemaat yazarının attığı “Siyasal İslam’a oy yok!” twiti de bunun bir itirafı. 17 Aralık’ın ilk günlerinde herkesin en çok üzüldüğü kısım olan Müslümanlar arasındaki birliğin kaybolduğu fikri de tamamen yersizmiş meğer. Çünkü o birlik zaten hiç olmamış. Onun için “Cemaat Ak Parti’den desteğini çekti!” demek anlamsız.

31 Mart sabahı en büyük şoku cemaatin kalemşörleri yaşayacak, sözüme bıyıkaltından gülüp de “görürüz!” diyenlerin olduğunu biliyorum. Çünkü aylardır birçok kasetin sırada olduğu anlatılıyor kulaktan kulağa. Evet evet, yeni ve daha etkili olması beklenen kasetlerin yayınlanma ihtimalini bile bile söylüyorum bunu. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek paralel yapının elinde üç koz kaldığını söylemiş. Gökçek bu üç kozu Yazıcıoğlu kaseti, Ukrayna’daki gibi halkı sokaklara dökme çabası ve son olarak da sandıkların kaçırılması olarak açıklamış.

Diğerlerini bilmiyorum ama alttan alta seslendirilen dedikodu, paralel yapının Yazıcıoğlu cinayetini de Erdoğan’ın üzerine yıkma teşebbüsünde bulunacağını gösteriyor.
Diğer bir söylenti de bazı bakanların da yer aldığı önemli isimlere ait seks kasetlerinin hazır olduğu ve seçime az bir süre kala yayınlanacağını fısıldıyor.

Cemaat, uzun zamandır bunu alttan alta dillendiriyor. Haftasonu cemaat tarafından düzenlenen bir sempozyum bu konuda bir hazırlık olduğunu da ortaya koyuyor. İstanbul’da Ailenin Korunması ve Mut’a Fitnesi başlıklı uluslar arası bir sempozyum düzenleyen cemaat, mut’anın ülkemizde gizlice yaygınlaştırıldığını öne sürüyor. Bir yandan kasetleri yayına hazırlayan yapı, diğer taraftan da etkisini artırmak için bombaya tüp bağlayan bombacılar gibi kasetlerin etkisini artırmak için kamuoyunu hazırlıyor anlaşılan.

Seks, şantaj ve montaj kasetlerle bir yerlere varabileceğine inanan yapı, bu tür eylemlerle ancak kendisini bitireceğini görecek. Berat Özipek güzel söylemiş:
“Hani seçimlerden hemen önceye saklandığı söylenen kaset, 'turpun büyüğü' var ya, işte onu da patlatsanız yine olmayacak. Değil başbakanın ses kasetini, altın dolu küpleri bahçeye gömerken çekilen görüntülerini servis etseniz faydası yok

http://www.habervaktim.com/yazar/63954/muta-bombasi-kime-patlar.html
Cemal Nar

Darbe Neyine Gerek?

 
Cemal Nar
05 Mart 2014


Bize beylik iki suçlama yapılıyor son günlerde: “Paralel devlet ayaklanması ve arkasındakilere karşı iyi yazıyorsunuz ama, neden yapılan yolsuzlukları yazmıyorsunuz? Neden kayıtsız şartsız Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı destekliyorsunuz?”

Bu iki büyük iftiradır ve cahillik alametidir. İlki şu; işin doğrusu “henüz yolsuzluk yok, yolsuzluk iddiası var”. O iddia da yargıda. Biz de işin hem tabiî, hem de kanunî açıdan sonucunu bekliyoruz. Mahkeme “evet, yolsuzluk yapılmış” derse, yeri göğü inletiriz. “Hayır, yolsuzluk yok” derse, yapacak bir şey var, hükümete nasihat edip dikkatini çekerek “aman ha olmasın” diye uyarmak. Aslında o uyarıyı hemen yapacağız da, vatanımızı ve milletimizi tehdit eden halihazırdaki tehditler yüzünden elimiz değmiyor.

Gelelim şu ikinci suçlamaya. Herkes haddini bilmeli. Böyle “kayıtsız şartsız desteklemek” gibi büyük ithamlarda bulunmamalı bir Müslümana. Çok ayıp. Bir Müslüman için kayıtsız ve şartsız itaat edilecek ve destek verilecek tek varlık, Allah Teâlâ’dır.

Buradaki “destek”, aynen (in tansurullahe yensurkum/siz Allah’a yardım ederseniz, o da size yardım eder) ayetinde olduğu gibi mecazidir. Bunu kaydı düştüm, zira bunu dile dolayacak çok cahil var ortalıkta.

Bir de O’nun verdiği yetki ve açık emir ile Resulullah (sav)Efendimize kayıtsız şartsız itaat edilir. O da vefat ettiğine göre, ondan sonra kayıtsız ve şartsız itaat edilecek bir insan ve makam yoktur. “Var” demeyi bir iman sorunu biliriz. Herkes de böyle bilmeli ve densizlik etmemelidir.

Şimdi gelelim asıl meseleye. Toplum uzaktan baktığı zaman masum insanların suçlu gibi gösterilmek istendiğini görüyor. Bu halkın ferasetidir. Bu durum, seçmen nezdinde bu paralel yapı operasyonun dış güçlerce desteklendiği kanaatini pekiştiriyor. Paralel yapı farkında olmadan AK Parti'nin seçmenle kurduğu bağı güçlendirmesine büyük bir katkıda bulunuyor. AK Parti'nin oyları bu operasyondan olumsuz olarak hiç etkilenmedi.

Her seçimde “milli iradeye müdahale var ey millet” diyerek seçmeni yanına almasını beceren AK Parti önümüzdeki seçimlerde de bir önceki seçimden çok daha iyi durumda olacak gibi duruyor.

Cemaat içinde hiç kimse açıktan 'CHP'yi destekleyin' diyemiyor, bu halkı azıcık tanıyorlarsa diyemezler de. Bu yüzden bir hile-i şer'iyye yapıyorlar. “AK Parti dışındaki en güçlü partiye oy verin” şeklinde bir yönlendirmede bulunuyorlar. AK Parti dışındaki en güçlü parti bazı illerde BDP ve MHP, ama bunun dışındaki yerlerde genellikle büyük parti CHP dir. “CHP'ye oy verin” demeden CHP'ye yönlendirmiş oluyorlar.

Şimdi ben buradan Fethullah Gülen Hoca’ya sesleniyorum: “Madem kendi sitenden okuduğuma göre “İslam devletine gerek” yok diyorsun, madem “demokrasi ve laiklikle bir sorunum yok” diyorsun, madem “laik bir düzende dinin % 95i yaşanır, geriye kalan % 5de Müslümana kalmış” diyorsun, madem “Kemalizm ile bir sorunun yok” diyorsun, madem ki “bir parti de kurmayacaksın, Cebrail gelse kursa onu da dinlemeyecek, bir partiye girmeyeceksin”, öyleyse ne diye şu Recep Tayyip Beye ve AK Partiye karşı çıkarsın?

Madem bir İslam davan yok, “demokratik laik düzende din sorunsuz yaşanır” diyorsun, bırak o zaman bu işi çocukluğundan beri ömrü siyasetin içinde geçmiş olan Recep Tayyip Erdoğan’a, o yapsın bu işi. Ömründe hiç partiye girmemiş sen, ondan daha güzel bir hükümet mi kurabileceksin? Ne diye Müslümanların gördüğü en dindar Başbakan ve hükümet ile kavga edersin? O hükümet ki, dindar, muhafazakar demokrat olduğunu ülkenin bazı büyük sorunlarını çözerek ispat etti.

Neler mi o sorunlar?
Senin “füruuat” dediğin ve çözmeyi gözüne kestiremediğin için teslim olduğun başörtüsü sorunu mesela. Hem okullarda, hem de kamuda bu iş bitti çok şükür.

Meslek liselerine yapılan zulmü kaldırmak mesela.
Okullara Kur’an, siyer, Arapça vs. gibi seçmeli dersler koymak mesela. Darısı mecburi olmasına inşallah.

“İrtica” nöbetleri bitti mesela. Var mı artık yeri göğü inleten, insanı sinir hastası eden aylık periyotlarla ülkenin sosyal barışını tehdit eden irtica yaygaraları?
Ordudan irticacı diye çalışanlar atılıyor mu şimdi?

Dindarlar da artık üst düzey devlet yöneticileri olabiliyorlar mı? İnanmıyorsan paralel yapıya sor.
Askerin vesayeti kalktı mı? İkide bir darbe lafı var mı artık?

Çözüm süreci devam ediyor. Belki terör sorunu temelli bitecek.
Ekonomi bugüne kadar gördüğümüzün en iyisi. Memlekette yollar, köprüler, barajlar, demiryolları, hava liamanları vs. yapılıyor.

Şehirler kentsel dönüşümlerle yeniden sağlamlaşıyor, güzelleşiyor.
Sağlıkta sessiz bir devrim yaşandı, şu bu.

Sen hükümet olsan bunlardan daha iyisini mi yapabileceksin?
Senin sistem karşısında duruşun öteden beri bellidir. Ömrün taviz vermekle geçmiş senin. Bir kere dik durduğun görülmemiş. Şimdi sadece dindar Erdoğan’a dikleniyorsun. Sebebini de çok iyi biliyoruz, hiç hayret etmedik. Ecevit’e, Demirel’e, Yılmaz’a, Çiller’e teslimiyet ve hürmet, ama Erbakan’a “münakeret” , Erdoğan’a diklenme. Dindarlarla alıp veremediğin ne senin Allah aşkına?

Şunu da söyleyeyim: Paralel yapı operasyonu başarılı olsa bundan güzel bir hükümet çıkaramaz. Çünkü hiçbir darbeden hayır gelmez. Darbe hükümetlerini sen de gördün, biz de gördük.
Aksini mi iddia ediyorsun? Öyleyse kur partini, milleti ikna et, oyları al ve göster kendini. Biz “ille de Recep Tayyip” demiyoruz. Evet, fiilî siyasetin içinde değiliz. Bir oyumuz var, vakti gelince ülkemiz ve insanımız için en hayırlı ve faydalı gördüğümüze veririz. Şimdi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Partiyi öyle görüyoruz. Daha iyisi çıkarsa, hiç tereddüt etmez, oyumuzu ona veririz. Bu kadar basit. Sen gel, ikna et, sana verelim oyumuzu cesaretin varsa…
Yok, hala “ben parti kurmam, siyasete de karışmam(!)” diyorsan, öyleyse bırak da adam işini rahat yapsın, sen de faydalan, dindarlar da faydalansın, hatta dinsizler de faydalansın! Ülke büyür, gelişir, güçlenir, zenginleşirse dinli dinsiz herkes bundan yararlanır.

Darbe neyine gerek senin?!..

Cemaatin Azerbaycan paniği

Cemaat'in Azerbaycan yapılanmasının yaşadığı panik Fethullah Gülen'e gönderilen mektupla ortaya çıktı.
Cemaatin Azerbaycan paniği
04 Mart 2014

Çağ Öğretim İşletmeleri yöneticisi Enver Özeren'in Fethullah Gülen'e yazdığı mektupla paralel yapının Azerbaycan'da da Türkiye'dekine benzer bir ağ kurmaya çalıştığı ortaya çıktı.

Azerbaycan istihbaratının üzerlerinde baskı kurmaya başladığını mektubunda nalatan Özeren, Fethullah Gülen'den deşifre olan kadroların değiştirilmesini talep ediyor.

Azeri Axar.az internet sitesinde yayınlan mektup, 17 Aralık ve 25 Aralık darbe girişimlerinin Azerbaycan'da da büyük tepkiyle karşılandığı anlaşılıyor.

İşte Fethullah Gülen'e gönderilen o mektup:

http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2014/03/04/cemaatin-azerbaycan-panigi
Paralel Örgüt Turgay Ciner ve Fatih Altaylı'yı Nasıl Kafesledi?
 
 
Paralel Örgüt Turgay Ciner ve Fatih Altaylı'yı Nasıl Kafesledi?03.03.2014
Yeni Şafak yazarı Cem Küçük bugün bomba gibi bir yazıyla Turgay Ciner, medya grubu Habertürk ve Fatih Altaylı’nın nasıl paralel örgüt tarafından kafeslendiğini, şantaj kasetleriyle nasıl diz çöktürüldüğünü somut vakalarla anlattı.


Teke Tek Çok Özel

Bu köşede emniyet-yargı cuntasının işadamlarını, gazetecileri, siyasileri nasıl kafeslediğini, cesaret edenlere her türlü pis kumpası nasıl tezgahladığını çok yazdım. Odatv davasından Ahmet Hakan ve Cüneyt Özdemir'in nasıl hizaya getirildiğini, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümünden bazı işadamları işin içine katılarak nasıl paralar alındığını, reyting operasyonlarıyla kendi paçavra dizilerini nasıl ilk ona dahil ettiklerini çok söyledik.

Turgay Ciner paralel yapıya 'şantaja boyun eğmeyiz' deyince hemen illegal dinledikleri kasetleri dökmeye başladılar. Ciner'in evine ateşler salınsın istediler, ocağı yansın dediler. Eski bir başbakan yardımcısının kızının hayatını da cehenneme çevirdiler. Öte yandan Başbakan'ın montaj ve yasadışı dinlenmiş kasetlerini gerçek kayıtlarmış gibi twitterda yazan hanım spikerin başına gelenleri de görüyorsunuz. O hanım kendi silahıyla vuruldu. Bu spiker paralel yapı tarafından 76 milyona alüfte olarak sunuldu. Hayatı karartıldı. Halbuki yapılması gereken seçilmiş hükümetin yanında yer almak. Çünkü paralel yapı kendisine biat edilmediğinde kimseye acımaz. Bunun en son örneği Turgay Ciner oldu.

Ciner paralel yapı tarafından korkutulduğunda ona tuzak kuranlar çok uzaklarda değildi. Kendi gazetesinde yazan biri borsa manipülasyonları sonucu paralel yapı tarafından kıstırılınca bakın nasıl hemen hükümet aleyhinde yazı yazdı. Bugüne kadar hükümetle uyumlu giden bu şahıs dosyası hatırlatılınca aniden döndü.

Gelelim Fatih Altaylı'ya... Altaylı da kasetleri çıkınca paralel yapının emrine girdi. Paralel yapının bir gazeteciyi nasıl kafeslediğini size tek örnekle göstereceğim. Taraf gazetesi 6 Temmuz 2011'de Teke Tek Çok Özel başlığıyla bir haber yayınladı. Bu haberi kısaltarak size sunuyorum:

'Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'nın kendisine şantaj yapıldığı iddiasıyla savcılığa yaptığı başvuru üzerine açılan davanın üçüncü duruşması dün Beyoğlu 7. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Eşi Hande Altaylı ile birlikte şantaj yaptığını iddia ettiği Serap Çil'den şikâyetçi olan Fatih Altaylı bir önceki duruşmada olayla ilgili ayrıntılı bilgiler vermişti. Buna göre Altaylı'nın olay sürecinde ödediği paraların tutarı 38.265 lirayı buldu. Altaylı, değişik zamanlarda ve değişik miktarlarda yaptığı ödemelerin 'haber amaçlı' olduğunu söyledi. Ancak davada yargılanan Çil'in Altaylı'ya hangi nedenlerle şantaj yaptığı ve Altaylı'nın kendisine neden para ödediği konusu hâlâ açıklık kazanmadı. Şantaj suçlamalarını reddeden Serap Çil ise Altaylı ile ilişki yaşadıklarını ve bu ilişki sırasında Altaylı'nın kendisine pahalı hediyeler aldığını söyledi.

Süreç 2009 yılının aralık ayında başladı. Birkaç kez bankalara para yatıran ve genç kadına elden para verdiği anlaşılan Altaylı, daha sonra eşine ve kendisine şantaj yapıldığını iddia ederek savcılığa başvurdu. Savcılığın yaptığı araştırma sonucu Altaylı çiftine 'şantaj yapan' kişinin Habertürk Gazetesi'nde bir süre çalışan Serap Çil olduğu ortaya çıktı. Savcının hazırladığı iddianameyle Serap Çil hakkında dava açıldı. Davada ifade veren Fatih Altaylı, olayla ilgili süreç içinde çeşitli defalar para yatırdığını kabul etti.

Bir dönem Habertürk'te moda yazarı olarak çalışan Serap Çil ise iddiaları reddetti. Üç yıl hapis cezası istemiyle yargılanan Çil, Altaylı ile birliktelik yaşadığını iddia ederek, 'Fatih Altaylı'yı bir yıldır tanıyorum. Ona şantaj yapmadım. 2010'un mayıs ayında Habertürk'te moda köşe yazarı olarak işe başladım. Aramızda duygusal yakınlaşma oldu. Haftada 4-5 gün işyerinde kendi odasında akşam geç saatlerde diğer çalışanlar ayrıldıktan sonra görüşüyorduk. İşe başlama tarihimi Mayıs 2010 olarak gösteriyorlar. 24.04.2010'da Altaylı bana Prada mağazasından ayakkabı aldı, faturada ismi var. 02.04.2010'da Chanel mağazasından bana çanta aldı, faturada bilgiler ve ismi var' dedi. Dün görülen üçüncü duruşmada ise Çil'in bir komşusu ifade verdi. Altaylı duruşmaya katılmazken dava ertelendi.'
Bu haber olayın yüzde beşi. Bu dosyada tapeler, görüntüler her şey var. Bir insan tek dosyayla nasıl hizaya getirilirin örneği bu davadır. Devletin kayıtlarında bu dava dosyasının tamamı var, bende de mevcut. Turgay Ciner kumpasları uzakta aramasın. Gazetesinin yayın yönetmeni bu davalarla korkutulmuştur. Fatih Altaylı hükümet lehine tek yazı yazsa paralel yapı ellerinde ne varsa dökecek. Ciner artık kimin tehlikeli olduğunu, nerede durması gerektiğini umarım anlamıştır.

Turgay Ciner ve bugüne kadar dinlenen herkes paralel yapıya cephe almalıdır. Paralel yapının elinde herkesin kaseti var. Bunlarla şantaj yapıyorlar. Hayat karartıyorlar. Alo Fatih yaygarasıyla basın özgürlüğünden dem vuranlar, şunu unutmasın ki, yarın bir gün paralel yapı ellerindeki kasetlerle o medya mensuplarını da vurur. Hükümetleri eleştirmek herkesin hakkı, ama emniyet-yargı cuntasının, hayalet devlet peşinde koşanların ne kadar acımasız olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

http://www.analizmerkezi.com/paralel-orgut-yavuz-semerciyi-o-dosyayla-mi-teslim-aldi-37716h.htm

Hükümetin sınırları aşacak müthiş hızlı tren projesi

04 Mart 2014
İstanbul, Ankara, Eskişehir ve Konya'dan sonra hızlı tren projesi tüm yurda yayılıyor. Güneydoğu Anadolu, İstanbul'a yüksek hızlı trenle bağlanacak. Yüksek hızlı tren sınırları da aşarak Diyarbakır'ı Kuzey Irak'a bağlayacak. Yani artık İstanbul'dan Erbil'e hızlı trenle gidebileceksiniz.

Ömer Süt ve Ökkeş Koska'nın haberi...


Türkiye'ye yaptığı dev projelerle dünya kamuoyunun dikkatini çeken AK Parti Hükümeti, atacağı son adımlarla icraatlarını yurt dışına da taşıyacak. Öyle ki, Türkiye ile Kuzey Irak arasında gelişen ticari ilşkiler yeni boyut kazanıyor.

İSTANBUL'DAN ERBİL'E KESİNTİSİZ YOLCULUK
Türkiye'de çığır açan hızlı tren projesinde Türkiye 'hız'ını alamadı ve sınır dışına taştı. Önümüzdeki senenin yatırım listesine alınan İstanbul-Ankara- Mersin-Gaziantep-Şanlıurfa ve Diyarbakır'a uzanan hızlı tren projesi Kürt nüfusunun yaşadığı Kuzey Irak'ın Erbil kentine kadar uzatılacak.

DEV PROJE 9 MART'TA AÇIKLANACAK

Güneydoğu Anadolu ve tüm Türkiye'yi coşturacak Erbil-İstanbul yüksek hızlı tren projesi 9 Mart'ta açıklanacak. Otobüsle yaklaşık 24 saatte gidilen 1900 km'lik İstanbul-Erbil yolu çok daha kısa bir süreye inecek. Güneydoğu'daki iller de yüksek hızlı tren ile tanışarak şehirler arasında kaybedilen süre minimum seviyeye inecek. İstanbul'dan Güneydoğu'ya hızlı tren, otobüsle yapılan yolculuğa kıyasla hem konfor hem de süre bakımından önemli değişiklikler sağlayacak.

DİYARBAKIR CAZİBE MERKEZİ HALİNE GELECEK

AK Parti Milletvekili ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Galip Ensarioğlu, İstanbul-Diyarbakır-Erbil yüksek hızlı tren hattının müjdesini halka verecek.



Ensarioğlu, "Diyarbakır'dan Mersin'e ve Diyarbakır'dan Erbil'e hızlı tren projesi ile ilgili merkezi hükümet ile görüşmelerimiz sürüyor. Ankara-Mersin-Adana-Gaziantep-Şanlıurfa-Diyarbakır hızlı tren ile sınırlardan limanlara ulaşım sağlanacak, Diyarbakır cazibesi olan finans merkezi olacak. " ifadelerini kullandı. Ensarioğlu, Irak Kürdistanı ve Türkiye arasındaki ticari ve sosyal ilşkilerin daha da artacağının altını çizdi.

GAZİANTEP 2016'DA HIZLI TRENE KAVUŞUYOR

Hızlı tren projejesinin bir diğer ayağım olan Gaziantep'te hat ile ilgili olarak haber7.com'a açıklamalarda bulunan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Fatma Şahin, "Hızlı tren şu anda Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı aracılığı ile Ankara, Karaman, Mersin, Adana, Gaziantep'e gelecek. İstanbul'a buradan kesintisiz gitme olanağı doğacak. Devlet Demir Yolları 2014'te bu çalışmanın ödeneğini çıkarttı. Hızlı tren projesinin 2016'da Gaziantep'e ulaşması öngörülüyor." diyerek marka şehir haline gelen Gaziantep'in Anadolu ve metropol şehirlerle artacağına dikkat çekti.

BİR MÜJDE DE ŞANLIURFA'YA

AK Parti Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkan adayı Celalettin Güvenç ise, hızlı tren porojesinin Urfa'dan da geçeceğini belirterek, "Şanlıurfa'nın hızlı tren projesinin ihalesi yapıldı şu anda çalışmalar yapılıyor. Gaziantep'ten Şanlıurfa ve buradan da Diyarbakır'a gidecek. 160 km'nin üzerinden bir hızla ulaşım sağlayacak. Yüklenici firma çalışıyor." açıklamalarında bulundu.
Güvenç, "Hatta biz Sayın Bakanımız Binali Bey'e dedik ki, bu projeyi etap etap yapalım Organize Sanayi Bölgesi-Mürşitpınar (Gaziantep) arasını bitirip diğer bölümleri ihale ettirelim çünkü sanayicinin bir an önce ulaşım ve taşıma sorunlarının ortadan kalkması lazım." ifadelerini kullandı.

HABER 7