HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

27 Şubat 2014 Perşembe

EFENDİMİZE PARALEL DOĞUM GÜNÜNE HAYIR DİYORUZ. Miladi takvime uyarak Kutlu Doğum(kutlama,kutsama)değil,Hicri Takvime uyarak Mevlid Kandil'ini idrak edelim istiyoruz
 
EFENDİMİZE PARALEL DOĞUM GÜNÜNE HAYIR DİYORUZ.
Miladi takvime uyarak Kutlu Doğum(kutlama,kutsama)değil,
Hicri Takvime uyarak Mevlid Kandil'ini idrak edelim istiyoruz
 
EFENDİMİZE PARALEL DOĞUM GÜNÜNE HAYIR DİYORUZ. 
       İMZA KAMPANYASI  LİNKİ

 KAMPANYAYI BAŞLATAN  ‏https://twitter.com/kul_sundus

Kutlu doğum haftası Gülen cemaatinin (Mümtazer Türköne'nin Türkiye Diyanet vakfın' da Yayın Kurulu üyesi olarak görev yapmaya başladığı dönemde) girişimi ile Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1989 yılında başlatılan, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da desteklenerek Hz. Muhammedîn(s.a.v) doğum tarihinin miladi takvime göre 20 Nisan tarihi olduğu kabul edilerek, bu tarihin de Miladi takvime göre sabitlenerek kutlanmaktadır
 
Bu uygulama halkta hangisi gerçek tarih diye bir karışıklığa sebep olmaktadır
 
Mevlid  Kandil'imi  Kutlu Doğum mu?
 
 Ayrıca yeni bir Protestan İslam oluşturma çabası olarak nitelenen Noel kutlamasında ki çam ağacı ile özdeş olarak gülün konduğu ve şatafatlı kutlamalar ile insanları bu hafta içerisinde harcamaya, hediyeler almaya yönlendirmeye çalışan, neoliberal ve kapitalist sisteme hizmet eden, islamın ilkeleriyle ve emirleriyle taban tabana zıt bir kültür şeklinde harcama/alışveriş haftası oluşturma çabası olduğu düşüncesine katılıyoruz. Bizler diğer dini günler gibi Hicri Takvime uyularak 12 Rebıulevvel' de  Mevlid Kandil'i olarak kendi gününde idrak edilip, hatta ayın tamamında anma ve bilgilendirme programları düzenlenmesi taraftarıyız.
 

KUTLU DOĞUM HAFTASI'NIN Ortaya çıkışı ve günümüze kadar ki süreç

Günümüzde Gülen Cemaati gazetesi olarak bilinen Zaman Gazetesi'nde yazarlık yapmakta olan Mümtazer Türköne, Türkiye Diyanet Vakfı'nda Yayın Kurulu üyesi olarak görev yapmaya başladığı dönemde, kurul başkanı Profesör Süleyman Hayri Bolay, Ayvaz Gökdemir ve kendisinin bulunduğu 6 kişilik bir kurulun aldığı karar ile ortaya çıkan bir proje çalışması olarak açıklamıştır.[1]

İlerleyen yıllarda, Mevlid Kandili kış aylarına tesadüf edince, Kutlu Doğum'u sabitlemeye karar verdik. Miladî takvime göre nisan ayında bu hafta, Diyanet'in önayak olmasıyla "Kutlu Doğum Haftası" olarak ilan edildi. Başlarda epeyce itiraz geldi. Bidat olarak görüldü. Ama, sanıyorum toplumdan aldığı canlı karşılıklarla yerleşti ve genel kabul gördü. Ne kadar hayırlı bir bidat olduğu zaman içinde ortaya çıktı.

Bugün, modern hayatın her alanına giren zengin kutlamaları takip ederken o kararın verildiği gün orada bulunmaktan dolayı gurur duyuyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı, çok orijinal kutlama vesileleri buluyor. Kutlu Doğum geleneği artık bütünüyle kültürümüzün bir parçası haline geldi.
— Mümtazer Türköne, 19 Nisan 2012, Zaman Gazetesi [1]
Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti bu projeyi kabul etti. Diyanet işleri başkanlığı tarafından da desteklen bu proje hicri takvime göre kutlanan Mevlid kandili'nin içinde bulunduğu haftanın Kutlu Doğum Haftası olarak ilan edilmesi ile yaşama geçti. İlk yıl sadece Ankara'da ve sadece İlahiyat Fakültesi bulunan illerde kutlanan etkinlik daha sonra diğer illerde düzenlenen panel ve konferanslar ile genişletildi.[9] Bu haftanın farklı etkinlikler ile gelişmesinde Nur Cemaati büyük rol oynadı. Bu konuda Fethullah Gülen'in haftanın nasıl geliştirilmesi gerektiği hakkında ki görüşlerini şu bölüm ile özetlenebilir.

...acaba bu Kutlu Doğum'u O'nun nûrefşan mesajı adına daha derince, daha içten ve daha ciddî olarak değerlendiremez miyiz?

Hz. İsa ile alâkalı günler, halkı hıristiyan olsun-olmasın, hemen her ülkede âdetâ neş'e, sevinç kıyametleriyle kutlanır; haftalarca, hatta aylarca her mahfilde sözler, muhâvereler hep o istikâmette cereyan eder.. her tarafa O'nun adına tebrikler, hediyeler yağar.. hediye ve tebrik teâtisi, o günlerde postanelerin biricik işi hâline gelir. Telefonlar, sürekli O'nun namına zil çalar, âhizeler O'nun nâmına konar-kalkar.. dörtbir yan kandillerle süslenir; çarşı-pazar renklerle-ışıklarla kahkaha atar.. evler bir arı kovanı gibi, O'na ait duygularla uğuldar, mabetler O'na ait neşîdelerle inler.. ve her gece, âdetâ şehrâyinler gibi büyüleyici ve başdöndürücü olarak geçer.

Ne olursa olsun Hz. Mesîh'e ait gün ve geceler o kadar insanlığa mâl olmuştur ki, bilerek-bilmeyerek herkes kendini o acayip törenler içinde bulur; ibadet, eğlence veya maskaralık, hıristiyanlarla aynı duyguları paylaşır, aynı hislerle yatar-kalkar.. hatta çam, çınar devirir, hindi parçalar, şampanya patlatır ve kör-kütük sarhoş olup sokaklara dökülür...

Mübeccel velâdetin böyle eğlenceli, cümbüşlü kutlanmasını ve mübârek İslâm Dini'nin de bir karnavala çevrilmesini ne biz ne de başkası arzu etmez.. zaten bunu yapmaya da kimsenin gücü yetmez.

Ancak, yalancı ve riyakâr bir dünyanın, koskocaman insanlık âlemini nasıl bir iğfal ağına aldığını gördükçe, 'neden acaba İslâm Dünyası, aynı zamanda kendi velâdeti de sayılan Rebî'ul-evveli, Rebî'ul-evvelle gelen 'Nevrûz-ı Sultanîyi' ve o günle gelen insanlığın kurtuluşunu aynı heyecan, aynı cûşiş içinde tes'îd etmez' diye hayıflanıyor ve kendi kendimizi sorguluyoruz.
—Fethullah Gülen, 01 Ekim 1991, SIZINTI Dergisi [10]

1994 yılından itibaren de, Hicri Takvime göre 11/12 Rebiulevvel 1415 (18/19 Ağustos 1994)[11] kutlanması gereken hafta gerekçe gösterilmeden (Hicri Takvim'in 11 gün kısa olması dolayısıyla o yıllarda yaza doğru yaklaşan Mevlid Kandili Türköne'nin yazısında açıkladığı üzere o dönemde kış aylarına gelmesi söz konusu değildir) Mahmut Paşa el-Felekî'nin hesaplaması doğru kabul edilerek miladi takvime göre 20-26 Nisan tarihine sabitlendiği açıklanmıştır.[1] Bu yıldan itibaren hafta içerisinde sempozyum düzenlenmeye başlamıştır. Kutlama Haftası'nın bu tarihe sabitlenmesi ile Muhammed peygamberin doğum günü yılda iki defa kutlanmaya başlamıştır.
1995 yılından itibaren yine Türkiye Diyanet Vakfı aracılığı ile Muhammed'e yazılan naatlarda gül ile özdeşleştirilmesinden esinlenilerek "Bir Dal Gül Ver" kampanyası başlatılmıştır. 1996 yılında "Kutlu Doğum Aşı" adı altında da Diyanet Vakfı, hazırladığı 3500 kişilik etli pilav ve ayranı, Kocatepe Camii avlusunda ilk kez teşrif edenlere ikram etmiştir.

Miladi takvime göre 20-27 Nisan olarak sabitlenen bu etkinlik Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılması ile Türk Milletinin egemenliğini eline aldığı tarih olan 23 Nisan 1920 tarihi esas alınarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak ulusal çapta kutlanan bayram ile çakışması halktan ve sivil toplum kuruluşlarından alternatif bir kutlama olarak halkın arasına sokulmak istenen bir çeşit fitne olduğu tepkisi ile karşılaşmıştır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kutlu_Do%C4%9Fum_Haftas%C4%B1


Kutlu Doğum mu Mevlid mi?

Efendimiz (sas) Fil yılında Rebi’ül evvel ayının on ikinci gecesi (pazartesi) dünyaya teşrif buyurdular. Bu tarih miladi takvime göre 571 yılının Nisan ayının yirmisine tekabül etmektedir. Müslümanlar; öteden beri Efendimizin dünyaya teşrif buyurdukları gün ve geceyi idrak etmeye çalışmışlardır. Mevlid merasimleri her memlekete göre değişiklik arz etmiştir.

 Osmanlı Coğrafyasında ise Süleyman Çelebi Hazretlerinin yazdığı Mevlid-i Şerif okunması mübarek gün ve gecelerde esas alınmış; Mevlid kıraati ile beraber aşr-ı şerifler, ilahiler ve ikramlar geceyi süslemiştir. Süleyman Çelebi Hazretlerinin mevlidi muhtelif lisanlara çevrilmiş; Osmanlı Coğrafyasında Kürtçe’den Rumca’ya kadar çeşitli lisanlarda mevlid okunmuştur.

  Mevlid Kandilini ilk kutlayanların Şii Fatimiler olduğu, Osmanlı’ya da Fatimilerden geçtiği iddiası ümmetin gündemini uzunca bir süre meşgul etmiştir (maalesef hala da gündemimizde yer almaktadır). Bu hususta pek çok makale/kitap telif edilmiş; en son Ehl-i Sünnetin yıldız alimlerinden Seyyid Muhammed bin Alevi el-Maliki Hazretleri “Havle’l-İhtifal bi-Zikra’l-Mevlidi’n-Nebeviyyi’ş-Şerif” isimli eseri ile Mevlid-i Nebi’yi ilk kutlayan kişinin Efendimiz (sav) olduğunu ispat etmiştir. Buna rağmen tartışmalar nihayete ermemiştir.

Kutlu Doğum Haftası 1989 yılından beri ülkemizde Nisan ayının yirminci gününü de içine alan hafta Kutlu Doğum Haftası olarak idrak edilmeye çalışılmaktadır. Başlangıçta Mevlid Kandilinin yaz aylarına denk gelmesi nedeniyle; öğrencilerin katılımını sağlamak amacıyla ihdas edilen Kutlu Doğum Haftası maalesef Ehl-i Sünnet çizgisi ile bağdaşmayan bir hale getirilmeye çalışılmaktadır. İslam’da Kandil gecesi olarak bir tek “Kadir Gecesinin” olduğunu, diğer Mevlid Kandili başta olmak üzere Berat, Regaib ve Mirac Gecelerinin bir önemi olmadığını, iddia eden çevrelerin Kutlu Doğum Haftası konusunda sessiz kalmalarını şimdilik bir kenara bırakalım ve bizlerin gördüğü aksaklıklara değinelim.

 Medeniyet İddiası ve Takvim İnsanoğlu zamanı bilmek, önemli olayların zamanını unutmamak adına takvimi kullanmıştır. Her milletin daha doğrusu her medeniyetin kendisine has bir takvimi mevcuttur. Yahudiler kendilerine has İbrani takvimini, Eski Türkler on iki hayvanlı takvimi kullanırken antik Maya uygarlığının bile kendisine has ölçüsü vardır. Hıristiyanlar Hazreti İsa as’ın doğumunu esas aldıklarını iddia ettikleri ve Papa XIII. Gregoir tarafından tekrar düzenlenen Gregorien Takvimi/Miladi Takvimi kullanmaktadır.

İslam Medeniyeti de Hazreti Ömer zamanında Hicreti başlangıç kabul eden kameri takvimi kullanmaya başlamıştır. Osmanlı Coğrafyasında da kullanılan Hicri Takvim 1925 yılında terk edilmiş ve Miladi takvime geçilmiştir. Ancak dini günler ve geceler Hicri Takvime göre hesap edilmeye devam etmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 1989 yılında Kutlu Doğum Haftası Miladi Takvime göre kutlanmaya başlamıştır ve gelinen noktada Mevlid Kandilinin yerini almış/alacak gibi gözükmektedir.

Kimi mütedeyyin çevrelerde Mevlid Kandilinde görmediğimiz heyecan ve organizasyonlar maalesef Kutlu Doğum programlarında görülmektedir. İşin en hazini ise Müslümanlara ait bir dini günün/haftanın tayininde bize ait olmayan bir takvimle yapılan hesabın dikkate alınmasıdır ki yarın bu farklı yaklaşımları beraberinde getirecektir. Medeniyet iddiasında olan her millet ve kültür arz etmeye çalıştığımız gibi kendisine has takvimle zamanı işaretlemiştir.

Hıristiyanlar Paskalya’yı, Yahudiler Yom Kippur’u Hicri takvime göre belirlemezken bizim Efendimizin (Sav) doğum gününü artık Miladi Takvime göre daha bir heyecanlı olarak kutlamamız nasıl izah edilebilir? Bu bizim müstakil, kendine has ve tevhidi (şirkten ve şirkin tesirlerinden arındırılmış) bir medeniyet olma iddiamızdan yavaş yavaş vazgeçmemiz anlamına gelmez mi?

Burada sorulması gereken en önemli soru şudur: Kutlu Doğum Haftası dışındaki diğer mübarek gün, gece ve aylar Miladi Takvime göre belirlenmeye kalkılırsa ne olacaktır?

Daha açık soralım; birisi çıkıp Ramazan-ı Şerif kameri ayların dokuzuncusu; o zaman biz oruç ayı olarak Miladi Takvimdeki dokuzuncu ayı yani Eylül ayını esas alalım derse tavrımız ne olacak?

Size uzak bir ihtimal gibi gelebilir, faraza demeyin çünkü bugün Amerika’da namaz vakitlerini sabitleyen hatta farz olan Ramazan orucunu Aralık Ayına sabitleyen gruplar var ve bunların müntesip sayısı hiçte azımsanmayacak kadar fazla. Ramazan orucunu yılın herhangi bir ayında sabitlemek isteyen birisi “ Siz Kutlu Doğumu Miladi Takvime göre kutluyorsunuz bende Ramazan Ayını Miladi Takvime göre tespit ediyorum” derse diyebilecek çok şeyimiz yoktur.

 Amerika’da bir üniversitenin salonunda birkaç yıl önce kadın/erkek karışık kılınan Cuma Namazının bir benzerinin mezkûr olayın hemen akabinde İstanbul’da üstelikte bir cami-i şerifte tekrar edildiğini hatırlatmamız zannederim korkumuzun yersiz olmadığına en büyük delildir. Havai Fişek ve Efendimiz Bu seneki Kutlu Doğum programlarında şahit olduğumuz en acı hadiselerden birisi de Kutlu Doğum Programları esnasında atılan havai fişekler oldu.

Tevazuun ve mahviyetin zirvesinde bir Nebiden bahsederken alabildiğine şaşaanın ötesine geçip havai fişek atmak Batı Taklitçiliği değil midir? Kimlerin doğum günü törenlerinde havai fişek kullandığını biz bu satırlarda zikretmeyelim.

Ancak kendisine her türlü zulmü reva gören Mekke’nin Fethi sırasında başını tevazuundan, mahviyetinden devesinin hörgücüne değecek kadar eğen bir Nebi’nin ümmeti bu duruma düşmeli miydi demeden geçemiyoruz. Stadyumlarda idrak edilmeye çalışılan, adeta resmi bayramlara nazire yaparcasına kutlanan bir takım merasimler, Efendimizi yâd etmek ve hatırasını yaşatmaktan çok; merasimi düzenleyen cemaatin gövde gösterisine dönüşüyor.

Çağdaş Mevlid (!) Bu sene apayrı bir mevlidimiz(!) daha oldu. Kantant Mevlid. Bizim ilahiyatçılarımızın Süleyman Çelebinin yazdığı Mevlid-i Şerif konusunu yukarıda arz etmeye çalıştım. Ancak ne var ki bu çağdaş mevlidimiz konusunda Yeni Asya gazetesi dışında gür bir ses çıkmaması bendenizi düşündürdü.

Süleyman Çelebinin neşrettiği Mevlid-i Şerif; Cumhurbaşkanlığının desteği ve Diyanet İşleri, Kültür Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesinin organizesi ile Besteci Selim Ada’ya yeniden bestelettirildi ve Devlet Opera ve Balesi Sanatçıları tarafından (452 kişilik bir koro) seslendirildi. İşin başında mütedeyyin insanlar olunca bizim camiamızda pek ses soluk çıkmıyor lakin işin en vahimi de bu.

Yani bizden olanların yaptıkları hatalara/yanlışlara itiraz etmememiz veya görmezden gelmemiz, emri bil maruf ve nehyi anil münker vazifesini terk etmemiz işi kalıcı hale getiriyor. Bir süre sonra yapılan itirazların ise hükmü olmuyor. Bakınız; burada bir meselenin/asırlarca ibadet niyeti ve kastıyla yapılan bir işin dejeneresinden çok daha farklı bir durum vardır. Koro kadın/erkek karışıktır, kadın sanatçılar tesettürlü değildir. Abdestli olup olmadıkları şüphelidir. Kadın sesinin Ehl-i Sünnete göre hükmü bellidir. Etti mi size üç haram… Daha başlangıcında bu kadar haram olan bir işin akıbetinden nasıl bir hayır beklenir ki?

 Operada kullanılan çalgıların haramlığını geçtim ama bir de işin kilise müziğine benzemesi var. Teşebbühün/ gayri Müslimlere benzemenin hükmü herkesçe malumdur ve izahata gerek yoktur. Dün camilerdeki saatlerin gonklarını camiye kilise havası veriyor diye iptal eden Müslümanların bugün kilise müziğinin dini ibadet formuna girmesine ses çıkarmamalarına ne demeli?

 Hislerimiz mi iptal ediliyor yoksa algılarımız mı değişti? Bakınız; burada kendi musikimizin de tahribi meselesi ayrı bir yazı konusudur. Mevlid-i şerif bizde solo yani bir kişi tarafından okunur. Opera türünde ise koro şeklinde Mevlidin okunması mevcuttur ki; koro ile ilahi okunması kilisenin âdetidir. Şimdi bu durumu bizim klasik; Osmanlı’dan miras kalan tasavvuf musikisi ile izah edebilmek mümkün değildir. Musiki alanında söylenecek en önemli söz ise; Itri’nin Salat-ı Ümmiyesinin makamını beğenmediniz de yeniden bestelettirdiniz?

 Üç asırdan beri insan ruhuna etkisinden bir nota bile yitirmeyen o güzelim besteden vazgeçmek bu kadar kolay mı olmalıydı?

 Gül Dağıtma Bizim medeniyetimizde gülün ayrı bir yeri vardır. Gül ile bülbülün aşkı edebiyatımızın ana temalarından birisi olmuş; Gül çinide ve Edebiyatta Efendimizi simgeleye gelmiştir. Hatta Mesnevi-i Şerif Şerhinde; Hazreti Şarih Tahirül Mevlevi Hazretleri; sabahları gülün üzerinde oluşan çiğ damlalarını figan gözyaşları olarak nitelendirmiştir. Gelin görün ki; Kutlu Doğum Haftasında bir de gül dağıtma âdeti başlattık. Sokaklarda meselenin latif nüktesini anlamayanlara verilen bu güller; kimi eller tarafından iki dakika geçmeden yere atılıyor, çöp kovasına fırlatılıyor. Hâlbuki bizim kültürümüzde gül dağıtma yoktur.

Birilerinin “zeytin dalı uzatma” safsatasından el çabukluğu ile kotarılan bu gül dağıtma meselesinin bu yüzünü geçsek bile; Efendimizi simgelediği kastıyla dağıtılan güllerin çöpe atılmasının mesuliyetini ve ağırlığını kaldırabilecek bir babayiğitte yoktur.

Yine Efendimizi yâd etme adına dağıtılan gül lokumları ve gül suları da bu kategoride değerlendirilmelidir. Ne Yapmalı? Biz kadim bir medeniyetin müntesipleriyiz. Medeniyetimizin her alanı kendisine mahsus bir özelliğe haiz ve başka bir kültürden kopya çekmeyen, reaksiyoner olmayan bir mirasa sahibiz.

Biz Efendimizi günde beş vakit kıldığımız namazlarda okuduğumuz salavat-ı şerifler ile zaten yâd ediyoruz. Efendimizi yâd edeceksek; geniş kitlelere duyuracaksak bunun yolu başkalarından kopya çekme yöntemi ile aşırılan bir takım organizasyonlar, programlardan geçmez. Efendimizi biz geçmişte âlimlerimizin yaptığı gibi bir usul izlemeliyiz.

Seminerler ve konferanslar tertip edilmesine kimse itiraz etmez. Ancak din işinde ehil olmayan kişilere Efendimizi anlattırmak cinayet gibi bir olaydan farklı değildir. Dinle, diyanetle dün ilişki kurmuş, dini temelleri sağlam olmayan kişilerin sırf şöhretli oldukları için bu tür programlarda konuşturulmaları vahim bir yanlıştır.

 Burhan Dergisi - Ahmet Haliloğlu -

http://reddulmuhtar.com/index.php/iktibaslar/425-kutlu-dogum-mu-mevlid-mi.html
Faruk Köse / Yeni Akit

Müslüman kimi idareci seçmez, velayetini kime vermez?

27 Şubat 2014 Perşembe 08:34
Faruk Köse / Yeni Akit

Velayet, müslüman için çok önemli, ancak önemi gerektiği oranda anlaşılamayan kavramlardan biri. “Toplumsal bakış”ta bu kavramın önemi anlaşılamıyor, çünkü müslümanın “inanç” ve “amel”ini, “kimlik” ve “kişilik”ini, “görüş” ve “duruş”unu ifade eden kelimeler ve kavramlar iyice fulûlaştı(rıldı) ve değişti(rildi); böylece uzun ve sistemli bir çalışmayla “algı”lar, “anlam”lar ve “anlamlandırma”lar bozuldu.
 
İslam’ı bozamayacaklarını bilenler, kafalardaki ve gönüllerdeki “İslam algısı”nı bozdular. Kur’an’ı tahrif edemeyeceklerini öğrenenler, insanları bir yandan Kur’an’dan, bir yandan da Kur’an’ın tatbiki olan Sünnet’ten uzaklaştırdılar. “İslami kavramlar”ı unutturmayı ve reddettirmeyi başaramayacaklarını anlayanlar, kavramların mana ve mefhumuna dair “anlam kaymaları”na yol açacak çalışmalarla ciddi mesafeler katettiler.
 
İşte, “velâyet” kavramı da bunlardan biri. Müslüman; kime, nasıl ve hangi şartlarda itaat etmek zorunda? Müslüman velâyetini kime/kimlere verir, kime/kimlere vermez? “Velâyete bağlı yükümlülükler”imiz nelerdir ve müslümanın hayatında nasıl bir önem taşır? Velayeti yanlış yerlere verirsek sonuç ne olur, ne hale geliriz? İşte, toplumsal/kitlesel olarak, bütün bunlara dair genel “bilgi ve bilinç düzeyi”nden yoksun hale geldik.
 
Velâyet; “iki şey arasında kendilerinden olmayanın bulunmaması” demek. “Sahip”,  “âmir/lider”, “sevgi”, “dostluk” ve “yardımlaşma” demek. “Başkası üzerine ister-istemez sözünü geçirme” demek. Ümmet içinde “İmamet” sebebiyle zikredilen Velâyet, “başkasının üzerine sözünü geçirme”yi ve “itaat edenle emri veren arasındaki ilişkiler”i, yani “yöneten-yönetilen ilişkileri”ni konu alır. Bu kapsamda, “seçim”le veya “tayin”le gelip gelmediğine bakılmaksızın, insanlar üzerinde âmir olan, yönetim makamında bulunan her şahıs ile onun yönettikleri arasındaki ilişki, “velâyet ilişkisi”dir. Nitekim, müslümanların bey’et ederek yönetime getirdikleri “İmam”a, “Devlet Başkanı”na, “Halife”ye “Veliyyü’l-Emr” denilmesi bu yüzdendir.
 
Şimdi, içinden geçtiğimiz hassas zemin ve şartlar dahilinde, bir müslümanın gereğince tutum takınması için önceleyeceği kavramlardan birinin “velâyet” olduğu anlaşılmış olmalı.
 
Öneminden ötürü kavrama dair birkaç kelam etmek istiyorum. Ancak burada, “velâyet” kavramına dair “fıkhi tanım ve gerekler”i sıralayacak değilim. O “ilim adamları”nın işi. Zira, madem ki “İslam alimi” sıfatıyla müslümanların önüne geçip fetva veriyorlar, hangi halde isek, o “hale dair İslami gereklilikler”i izah etmekle de mükellefler. Bu yüzden, ben konunun “stratejik boyut”unu ele almak istiyorum. Bu kapsamda üzerinde duracağım husus, “müslüman, kimlerin velâyetini reddetmeli?” suali. Yani başlıkta sorduğum gibi, “müslüman, velayetini kime vermez?”
 
Müslüman, velayetini “mü’min olmayan”a vermez. Mü’min olsa bile, gayri İslami hizmetlerde bulunana da vermez. Kelime-i Şehadeti ikrar ve tasdik etmeyene, veya mü’minleri hor ve hakir görüp kâfirleri tasdik ve taltif edene velâyetini vermez.
 
Müslüman, velayetini tağuta, yani Allah’ın yasaları varken, o yasalara mukabil ve onun yerine geçmek üzere yasa yapan her kim ise, ona vermez. İsterse bizim gibi namaz kılsın, oruç tutsun, dilinden Allah’ı eksik etmesin...
 
Müslüman, velayetini insanları münkerde tutana, ma’rufa yönlendirmeyene, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışmayana, bütün bunları Allah ve Rasûlü’ne itaat ile yapmayana, Allah ve Rasulü’ne itaat etmeyene vermez. “İyiliklerin hâkim kılınması, kötülüklerin ortadan kaldırılması” demek olan, “insanları dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve menfaatleri için çalışma”yı esas alan “İslami siyaset”in hilafına bir siyasetin takipçilerine ve/veya tatbikçilerine velayetini vermez.
 
Müslüman, velayetini “siyaset-i âdile”yi takip etmeyene, yani “insanların haklarını zâlimden kurtarıp zulüm ve fenalıkları defetmeyen”e, “fitne ve fesat ehlini yaptıklarından men etmeyen”e vermez.
 
Müslüman, velayetini kendisinden olmayana, kendisi gibi inanıp düşünmeyene, “İslam dışı mihraklar”la müslümanlar aleyhine “işbirliği” ya da “iş ortaklığı” yapana vermez.
Müslüman, velayetini “insanlar arasındaki ilişkileri hak ve adalet ölçüleri içerisinde düzenlemeyi ilke ve icraat edinmeyen”e vermez. “Emanet”e ihanet edene, “adil olmayan”a, “yetkin ve yeterli olmayan”a da vermez.
 
Müslüman, kesinlikle “tağut”a, “dinsiz”e, “imansız”a, “yahudi”ye, “hıristiyan”a, “müşrik”e, “kâfir”e, “Laik”e, “Kemalist”e veya başka bir “İslam dışı ideoloji veya yol-yordam sahibi”ne; ya da “bunlara hizmet eden”e, “bunların sistemlerini/rejimlerini yürütüp/işletip ayakta tutan”a vermez. Çünkü hiçbir kâfirin, “İslam Şeriatı”nı kabul ve yol-yordam edinmeyen hiç kimsenin müslümanlar üzerinde velâyet hak ve yetkisi yoktur.
 
Alimler bilir, “mü’minlerin, kâfirleri veli edinmelerinin haram olduğu kat’i nasslarla sabittir.” Ancak alimler, yeri ve zamanı geldiğinde bu bildiklerini hangi mülahazayla ve neden izhar etmezler, bunu anlıyor değilim.

Bu halka, o iftiraları yutturamazsınız!

 
27 Şubat 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit
 
Tayyip Erdoğan’ı bitireceklerini sananlara nacizane tavsiyemdir..
Bu yönde boşuna hiç uğraşmasınlar..
Yolsuzluk iftiraları ile, bu çizginin siyasetçilerini bitiremezler..
 
Niye?
Halk inanmaz bu iftiralara..
Bavul da gösterseniz inanmaz.. Kaset de dinletseniz inanmaz..
Daha önce bunları defalarca denediniz..
Erbakan Hoca’ya, “Uyuşturucu parasını, Almanya’dan eski bir milletvekili, bu bavulla getirdi” dediniz..
Manşetten verdiniz bu yalanı..
Savcılarınıza, hemen anında soruşturma açtırdınız..
Çok ciddi idi iddialar..
“Bu sefer, kendisini kurtaramaz” dediniz, Erbakan Hoca için..
Ne oldu?
Halk inandı mı, sizin iftiranıza..
İnanmadı..
Ölüm yıldönümünde, sadece ona oy verenler değil, gönüllü veya gönülsüz, milyonlar koşuyor, ona..
Halk, bu tür iftiralara inanmaz..
Çünkü halk şuna bakar..
Bana gösterilen, var olduğu ileri sürülen yolsuzluk....
Tek kare resimle ispat etmiş olunmaz..
Halk buna bakıyor..
Ve diyor ki, “Ben, hayatın tüm kareleri ile o yolsuzluğu görmeliyim.” 
Nasıl yani?
“Suçlananların günlük yaşantısında o yolsuzluğun izlerini görmeliyim” diyor, vatandaş.
Ki, “Yolsuzluk yapılmış. Yapıldığı, gömleğinden, ayakkabısından, tatilinden, gece kulübünden, pavyonundan, içkisinden, lüks yatından belli” desin..
Var mı, adice iftiralarla devirmek istedikleri Tayyip Erdoğan’ın hayatında, isnat edilen yolsuzluğa paralel bir lüks hayatın emareleri?
Makamının gerektirdiği zorunluluklar dışında, abartılı bir harcama..
Ailesinin hayatında bir lüks..
Oğlunun, kızının hayatında bir lüks..
Ne bileyim, oğlunun gittiği bir gece kulübü..
Bir kumarhanede sabahlama..
Bir gece onun kızı ile, bir gece bunun kızı ile, orada burada tatile çıkmalar..
Var mı, sevgilisinin ayakkabısından içki içme şovları..
Bu söylediklerim, hayali olaylar değil..
Bunların hepsi, önceki başbakanların, bakanların aile hayatlarından küçük birer kesit..
Aynıyla yaşanmış olaylar..
Hem de, 2010’ların Türkiyesi’nin zenginliğinde değil..
Kimisi 1960’ların, kimisi 1970’lerin, kimisi 1980’lerin fakir Türkiyesi’nin örnekleri..
Öncekileri bile boşverin..
Bugünkü rakip siyasetçilerden örnek vereyim..
Erbakan Hoca’ya, hayatta iken yaptıklarını unutup, dün mütedeyyin halkın yoğun olarak yaşadığı Bağcılar’da, üç tane oy devşirebilir miyim düşüncesi ile, “Allah Erbakan Hoca’ya gani gani rahmet eylesin” diyen Mustafa Sarıgül’e bakalım..
“Sarıgül’ün ne malvarlığı var lan” diye bağırıyordu ama..
Yayınlanan 36 adet gayrimenkulün bir tanesini bile yalanlayamadı..
TMSF’nin malvarlığına el koyması ile ilgili belgelerden haberinin olmadığını ileri sürdü ama..
TMSF’nin yaptığı işlemdeki yanlışlığı ortaya koyabilecek küçücük bir delil sunamadı..
Tek kelime bile etmiyor, TMSF’nin, malvarlığına el koyması ile ilgili..
Konu sadece gayrimenkul değil. 
Batık bankadan götürülen milyon dolarlar değil..
Kendisinin ve oğlunun lüks hayatı..
Yatlar, oteller..
Her şeyi izah ediyor zaten..
Halk işte buna bakıyor..
Tayyip Erdoğan’a, istedikleri kadar iftira atsınlar..
“O iftiranın binde biri doğru olsa, cumartesi pazar demez.. Yaz kış demez.. Böylesine çalışır mı, o yolsuzluğun binde birini yapmaya meyilli bir kişi” diyor halk..
Ve kararını buna göre veriyor..
Bırakın başbakanlığı.. Bırakın kendisinin yıllar önce yaptığı İstanbul’un belediye başkanlığını..
Daha o belediye başkanlığına sedece aday olan Sarıgül’ün oğluna bakıyorlar..
Oğlunun yatına bakıyorlar..
Notu veriyorlar..
Rakibi bile demek doğru olmayan birisindeki yat, Başbakan’da yoksa..
Halk, “Başbakan hakkındaki iddiaların tamamı iftiradır” diyor, ve oyunu ona göre veriyor..
Erbakan’da böyle olmuştu..
Dört koldan yaptıkları iftiralara rağmen, oyunu sürekli artırmıştı, Erbakan Hoca..
Şimdi Tayyip Erdoğan’da da aynısı oluyor.. 
Onlar aynı çamuru Erdoğan’a sıçratmaya çalışıyorlar..
Ama halk, yine tercihini, artırarak Erdoğan’dan yana kullanıyor.. 
Kullanmaya da devam edecek.

Erbakan sağ olsaydı... Sizi gidi montajcılar sizi!

 
27 Şubat 2014

Bugün 27 Şubat 2014...
27 Şubat 2011’de Rahmet-i Rahman’a kavuşan “Necmettin Erbakan Hocamız”ın üçüncü vefat yıldönümü... 
 
Onu, bir defa daha “rahmet”le anıyor ve “mekânının cennet olmasını” Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyoruz...
 
Nur içinde yat Hocam...
Eğer “yaşıyor” olsaydı;
Herhalde, “Sizi gibi montajcılar sizi!.. Sizi gidi taklitçiler sizi!.. Sizi gidi rantiyeciler sizi!.. Sizi gidi faizciler sizi... Sizi gidi masonik kafalar sizi!” derdi...
Hayatı boyunca “rantiyeci”lerle, “faizci”lerle, “taklitçi”lerle ve “montajcı”larla mücadele etti ve sürekli olarak dedi ki;
* “Türkiye 50 yıldır montajla oyalanıyordu... Şimdi montaj devri kapanıyor, şahsiyetli Milli Görüş devri başlıyor.”
* “Bugüne kadar taklitçilikte çok şey kaybettik, şimdi taklitçilik devri kapanıyor, şahsiyetli Milli Görüş devri başlıyor.”
* “Taklitçi bir millet, ileri bir teknoloji ve sanayiye sahip olamaz, montajla, gazoz fabrikasıyla ve müstemleke tipi yatırımlarla vaktini geçirir, böylece geri kalır.”
Gerçekten öyle değil mi;
“Montajcılık”tan vazgeçip, “yerli  bir marka” üretebildik mi?.. “Faizcilik”ten, “rantiyecilik”ten vazgeçip, “üretim”den para kazanabildik mi?..
 
“YENİDEN BÜYÜK TÜRKİYE” İDEALİ
Merhum Erbakan Hoca, Türkiye’yi “hantallık”tan kurtarıp, “Yeni Türkiye”nin, daha doğrusu “Yeniden Büyük Türkiye”nin kurulması için çok çaba sarf etti...
Ne var ki;
Türkiye’yi, “İsrail’in, Amerika’nın, IMF’nin, kısacası Batı’nın ve Batıcılar’ın kucağından kurtarma” çabası, sonunda “İsrail’in emir ve talimatları” ile boşa çıkarıldı ve Erbakan’ın “başbakan”lığındaki Refahyol Hükümeti iktidardan düşürüldü!..
 
HEP İSRAİL... HEP İSRAİL!
“Kim” düşürdü, “neden” düşürdü?..
Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in, İsrailli Stratejist Martin Sherman’la birlikte yazdığı makale 2002’de “Middle East Quarterly” adlı dergide yayımlandı. “İstikrar için formül: Türkiye artı İsrail” başlıklı yazıda, Erbakan’ın Başbakanlığı ile İsrail menfaatlerinin tehlikeye girdiği, post modern darbe ile de bunun bertaraf edildiği şöyle anlatılıyordu:
* “Erbakan için, İsrail bir ‘ebedi düşman ve Arap ve İslam dünyasının kalbinde bir kanser idi... Erbakan, İsrail ile Ankara’nın ilişkilerini dondurmaya ve iki ülke arasındaki ikili anlaşmaları iptal sözü verdi.” 
* “İsrail-Türk ticaret hacmi 1990’lar boyunca sürekli arttı. Bu bağlar, 1996 yılında Refah Partisi’nin iktidara gelişiyle yıprandı. Necmettin Erbakan, İsrail’le anlaşmaları dondurma sözü verdi... Laik Cumhuriyet’in mirasını korumakla yükümlü olan Ordu; Erbakan’a açıkça şu mesajı verdi: Koltuklarımızda öylece oturup, ülkenin yüzünü İslam’a dönmesini, İsrail-Türk askerî ilişkilerinin tehlikeye atılmasını izlemeyeceğiz.”
Bu “operasyon”da; Çevik Bir, elbette yalnız değildi... Bülent Ecevit için “şefaatçi” olacağını söyleyen ama “Erbakan ile bir defa bile görüşmeyen”, hatta “görüşme talepleri”ni reddeden Fethullah Gülen, aynen “Çevik Bir gibi düşünüyor” ve 18 Nisan 1997 tarihli Hürriyet’in manşetinde yayınlanan beyanatıyla, Erbakan’a şöyle sesleniyordu:
“Beceremediniz, artık bırakın!”
“Emaneti iade edip, çekilin!”
 
KASA FIRLATMA... UYDU FIRLATMA!
Aradan yıllar geçti...
Merhum Erbakan Hoca, belki de bir daha “28 Şubat’la karşılaşmaması” için, Cenab-ı Allah, 27 Şubat 2011’de teslim aldı ruhunu!..
Türkiye ise, merhum Erbakan’ın da işaret ettiği gibi, “Yeniden Büyük Türkiye” yolunda hızla ilerliyor.
Ne var ki;
Türkiye’nin “montaj sanayii”ne mahkûm kalmasını isteyenler, hâlâ “Eski Türkiye”nin devamı için mücadele ediyorlar... Hayır, mücadele etmiyorlar, resmen ve alenen savaşıyorlar!..
Gözleri öyle dönmüş ki;
“Tayyip Erdoğan gitsin de, Türkiye batarsa batsın!” deme noktasına geldiler!..
Bu “hedef”e ulaşmak için yapmadıkları “çirkeflik”, denemedikleri “iğrençlik” kalmadı... Piyasaya, “montajlı kaset” sürme “alçaklığına” bile yeltendiler!..
Artık ortaya çıktı ki;
Bunlar “eski Türkiye’de” kalmışlar!..
Hâlâ “kaset”le iş bitirmeye, “montaj”la hükümet düşürmeye çalışıyorlar.
İşte, Başbakan Tayyip Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen telefon görüşmesi...
Sadece Aydınlık yazarı Mehmet Faraç’ın bir cümlesini aktarmak istiyorum... 
Mehmet Faraç; “Ben, AKP’nin tazminata mahkûm ettiği bir yazarım” diyor ve ekliyor;
“Kimse kusura bakmasın, Başbakan’ın bu ses kaydı komik diyalogları nedeniyle kuşkuludur. AKP’ye karşı olmak tamam da, Erdoğan ile oğluna ait olduğu iddia edilen ses kaydının inandırıcılığı yok. Tiyatro düpedüz...”
Niye kuşkulu?..
Niye tiyatro?..
Çünkü efendim;
Bilal’i arayıp, “Evdekileri (paraları) sıfırlayın” diyen bir Başbakan, kalkıp da, hiç, “oğlum dinleniyorsun” der mi?..
Başbakan, hem “dinlendiğini” bilecek, hem de böyle konuşacak, öyle mi?..
Bu, başta Erdoğan olmak üzere, herkesin “zekâ”sı ile alay etmektir!..
Demek oluyor ki;
“Eski Türkiye”nin adamlarında “eblehlik” ve “gerzeklik” devam ediyor.
Kabul etmek gerekir ki;
“Eski Türkiye”de olsa, bunca “kalkışma”dan, bunca “operasyon”dan ve bunca “kaset”ten sonra, ortada “Hükümet” filân kalmaz, yıkılırdı...
Malûm; 
4 Nisan 2001 tarihinde, yani Bülent Ecevit’in Başbakanlığı döneminde, Ahmet Çakmak adlı bir esnaf; Başbakanlık binası önünde “yazar kasa” fırlatmıştı!..
Bu “protesto”lar yurt geneline yayılmış ve “Bülent Ecevit’in çöküşü” başlamıştı!..
“Eski Türkiye”de böyleydi...
Ama “Yeni Türkiye”de;
Artık, yerlere “yazar kasalar fırlatılmıyor”, uzaya “uydular fırlatılıyor!”
Çok yol katettik, çoook... 
“Yazar kasa fırlatma”dan, 
“Uzaya uydu fırlatma”ya geldik...
 
CEMAAT’E NE OLUYOR Kİ!
Peki, “IMF’ye borçlu” olduğu için onun “emir ve talimatları” doğrultusunda, Kemal Derwish’in eliyle “15 günde 15 yasa” çıkaran bir Türkiye’nin, bugün “IMF’ye borçlarını ödemiş” ve dahası “IMF’ye borç verecek bir ülke” seviyesine gelmesi, “dünyanın parmak ısırdığı projeleri” hayata geçirmesi, “kendi otomobilini, kendi uçağını, kendi tankını, kendi uydusunu ve kendi savaş gemisini” yapmaya kalkması, “birilerini” rahatsız etmez mi?..
Öyle ya;
“Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” demiyorlar mı?..
Bırakmak istemiyorlar işte!..
“Neocon”lardan “Yahudi lobisi”ne, “Almanya”sından “İngiltere”sine kadar bütün ülkeler “Türkiye’nin istikbali ve istiklâli” ile oynamıyorlar mı?..
Haa, onlar elbette  yapacaklar... 
Çünkü; Türkiye, “ellerinden  gidiyor!”
İyi de;
Fethullah Gülen Cemaati’ne ne oluyor?.. Paralel Yapı’ya ne oluyor?..
Hem, “bizim bu işlerle alâkamız yok” diyorlar, hem de “Paralel Yapı”nın vukuatlarını sonuna kadar savunuyorlar, “17-25 Aralık Darbecileri”ne sahip çıkıyorlar!..
İşte gördünüz;
“Yasıdışı soruşturma yapmak”la ve “7 bin kişiyi dinletmek”le suçlanan “savcı”lara sahip çıkıp; “Böyle bir dinleme kesinlikle yok” diyorlar...
İyi de, sorarlar adama;
“Size ne be adamlar?.. Ne yani, siz; Telefon Dinlemelerinden Sorumlu Devlet Bakanı mısınız?.. Nihayetinde savcılar suçlanıyor, size ne?.. Onları savunmak size mi düştü?.. Yoksa, bu işleri ortaklaşa mı yürütüyorsunuz?.. Bu kirli plânın dışında mısınız, yoksa tam göbeğinde misiniz?.. Değilse, kaç kişinin dinlendiğinden, kimin dinlettiğinden size ne?..”
 
HERKESİ DİNLEMİŞLER!
Bu kadarla kalsa, yine iyi!..
Önceki akşam Kırıkkale’den, Sakarya’dan, Ankara’dan ve Antalya’dan arayan okurlarım, “sanki sözleşmişler gibi” hep aynı şeyi söylediler:
“Buralarda dinlenmeyen kişi kalmamış!.. Vali’sinden Belediye Başkanı’na kadar herkesi dinlemişler!.. 
Sadece dinlemekle kalmamışlar, kasetlerini de çekmişler!..
Erdoğan ve oğlu arasındaki görüşmenin kasetlerini de yayınlayacaklarmış!.. Bunları görünce, Erdoğan istifa etmek zorunda kalacakmış!.. 
Cemaat mensupları, şimdi de bu şayiayı yayıyorlar!..”
Allah Allah; 
“Konuştukları” iddia edilen saatte Erdoğan Konya’da, Bilal ise İstanbul’da!.. 
Peki, “Konya’daki Başbakan” ile “İstanbul’daki oğlunu” nasıl yan yana getirecekler?..
Pardon;
Bunların, hâlâ “montaj döneminde” kaldığını unuttum... Yaparlar mı, yaparlar... 
Montajla, kasetle, sür piyasaya!..
Dedim ya, merhum Erbakan Hoca yaşıyor olsaydı, herhalde şöyle derdi;
“Sizi gidi montajcılar sizi!”
 
HEP RİYA... HEP RÜYA!
Sizi bilmem ama, bana göre “tam bir panik” halindeler... 
Yaptıkları işler “güç”lerinin değil, “şaşkınlık”larının ifadesi!..
“Denize düşenin yılana sarılması” gibi, bir yandan “yolsuzluk ve rüşvet” iddialarına sarılıyorlar, bir yandan “montaj kaset”lere sarılıyorlar, bir yandan da “rüya”lara sarılıyorlar!..
“Kullanabilecekleri” her şeyi, “kullanabilecekleri” herkesi kullanmaya çalışıyorlar!..
Kullanmaya çalıştıkları son kişi de, “Çarşamba Cemaati’nin lideri Mahmut Hocaefendi ve onun gördüğü rüya”(!) imiş, iyi mi?..
“Çarşamba Cemaati”nden bir okurum anlattı... Antalya’da, “Gülen Cemaati”nin toplantılarında, “Mahmut Hocaefendi’nin gördüğü bir rüya”(!) anlatılıyormuş!..
Güya, Mahmut Hocaefendi, rüyasında “Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed”i görmüş... Peygamber Efendimiz’in bir yanında Mahmut Hocaefendi, bir yanında da Fethullah Gülen oturup, sohbet ediyorlarmış... “Rüya”(!) bu ya; Mahmut Hocaefendi, “Erdoğan’dan şikâyet” edince, Peygamber Efendimiz, Başbakan Erdoğan’ı huzuruna çağırmış ve iki yanındakileri göstererek; “Sana bu cemaatleri ezdirmem!” diye azarlamış!..
Bu “rüya”Antalya ve civarında yayıyorlarmış, iyi mi?..
Bu kadar sapıtmışlar!..
Şu saçmalığa bakın!..
Fethullah Gülen kiim,
Mahmut Hocaefendi kim?..
Söyleyin Allah aşkına;
Hayatında “herhangi bir İslâm âlimi” ile bir defacık bile yan yana gelmemiş bir Fethullah Gülen, rüyada(!) bile olsa, Mahmut Hocaefendi ile hiç yan yana gelir mi?..
Bu tür “saçmalık”ları bu tür “yalanlanmış rüya”ları yaymaya çalışıyorlar ki; “yalnız değiliz” diyebilsinler!..
Dedim ya;
“Panik”teler!..
Gittikçe “yalnızlaşıyor”lar!..
“Erdoğan’ın hedefi sadece biz değiliz, bütün cemaatler!” diyebilmek için, durmadan “rüya” uyduruyorlar ve “herkesi kullanmak” istiyorlar!..
Sürekli saçmalıyorlar!..
“Fabrika”ları çok... Kiminde “yolsuzluk ve rüşvet” üretiyorlar, kiminde “kaset” üretiyorlar... Tabiî, kiminde de “rüya” üretiyorlar!.. Hâşâ “Peygamberimizi kullanma”(!) alçaklığında bile bulunuyorlar!..
“Kendileri rüya üretmese” de,
Mahmut Hocaefendi’ye ürettiriyorlar!..
Nasıl olsa;
“Yalanda sınır yok!”
Adeta “ishal” olmuş gibi;
Habire “yalan”, habire “rüya”, habire “riya” ve “montaj kaset” fışkırtıyorlar!..
“Sizi gibi montajılar sizi!”
 ********************************************
 
CNN ve BBC, Red Kit’in “akbaba”ları gibi!
Sizi bilmem ama, ben çocukluğumda Red Kit gibi, Tommiks gibi Texas gibi “çizgi roman”ları çok okudum... Özellikle Red Kit’lerde, “kurumuş bir ağaç dalı”na konmuş “akbaba”lar hiç eksik olmazdı... Beklerlerdi ki; susuz kalmış veya yaralanmış adam “ölsün” de, başına üşüşüp parçalayalım!..
Tıpkı, bugünkü CNN ve BBC gibi... 
“Üretilmiş kaset” olayı gündeme geldiğinden bu yana; gerek CNN, gerek BBC, tıpkı “Gezi kalkışması”na verdiği gibi, bu tezgâhı da iki gündür “birinci haber” olarak veriyor, iyi mi?..
Neymiş; “Erdoğan Hükümeti çok zorda”ymış, “düştü-düşecek halde”ymiş, “Protesto gösterileri bütün Türkiye’ye yayılmış!”
Malûm, aynı dili “Gezi kalkışmaları”nda da kullanmışlardı... 
“Gezi’den 15 gün önce kiraladıkları canlı yayın araçları” ile “tam 9 saat canlı yayın” yapmışlar, “Hükümet gitti, gidiyor” havası vermişlerdi...
Şimdi de aynısını yapıyorlar... “Ölüm” bekleyen “akbabalar” gibiler... Ama yine avuçlarını yaladılar... Zira, “Hükümet’e protesto” dedikleri eylemler, “30-40 kişilik gruplar”la sınırlı kaldı... “CHP’nin ve Sarıgül’ün Taksim çağrısı” da “fiyasko” ile sonuçlandı, millet bu tuzağa düşmedi!..
“Akbaba”lar, hâlâ beklemede!..
Bu gidişle, kendileri düşecekler...
Kerime Yıldız / Habervaktim

Fehmi Koru Ve Paralel Dizi

27 Şubat 2014
Gezi Parkı'ndan beri dizilerin hali içler acısı. Gündeme göndermeler yapmak uğruna  kimyaları bozuldu.Bununla ilgili ileride bir yazı yazacağım. Şimdilik dikkatimi çeken  bir konudan bahsedeyim.
"Eğer Kabataş’ta yaşanmış yakışıksız bir ‘sözlü’  müdahaleyi toplumu meşgul edecek çapta bir saldırı biçimine sokma söz konusuysa gerçekten, bunun sebebini, anlatanın birkaç ay önce doğum yapmasıyla açıklamak mümkün... Psikolojide bunun bir adı da var; ‘post-partum depresyon’ deniyor... Bayağı yaygın örnekleri bulunan ve etkisi altına aldığı genç kadınlarda beklenmeyen ârazlara yol açan bir rahatsızlık bu. Bir tür travma."
Bu ifadeler, Star yazarı Fehmi Koru'ya ait."Çabalama Kaptan" yazısından.
İlk dikkatimi çeken, yazıda, Zehra Develioğlu'nun isminin geçmemesi. İlk paragrafda "genç kadın" diye bahis var. Yukarıda da "anlatan". Açıkçası bunu anlayamadım. Bu hadiseyi yaşayan kadın belli. Bir adı var. Bir brey. Bazı yerlerde Z.D., Zehra D., başörtülü gelin diye tanımlanması yeterince ayıpken Fehmi Koru'nun isminden bile bahsetmemesi garib değil mi? Zehra Hanım gizli tanık değil ki…
Üstelik anneyi "post-partum depresyon" a yakalanmış, rahatsız bir kadın gibi göstermek neyin çabalaması? Artı, altı aylık çocuğu olan bir anne birkaç ay önce doğum yapmış olarak göstermek neyin nesi? Doğum zamanı yakın olursa depresyon ihtimali daha kuvvetli mi oluyor .
Bu tip depresyonda anne, bebeğine zarar verebiliyor. Dolayısı ile küçük bebeğe annesinin zarar vermiş olma ihtimali de mevcut olmuş oluyor. Ya annedeki morluklar? Muhtemelen eşi dövmüştür. Sen benim kızımı döversin de ben seni dövmez miyim diye.
Zehra Develioğlu ile ilgili bir yığın menfur yorum yapıldı. Beni en çok Fehmi Koru'nun yorumu  üzdü? Nedenini açıklayayım.
Daha evvel hakkında fikrimi yazdığım bir dizi var. “Merhamet”. Köpeğe “Babür” isminin verildiği dizi. Esasında Babür dizinin kötü adamı. Nam-ı diğer Sermet. Katil, psikopat bir ülkücü. Tabi bunlar Gezi Parkı’ndan önceydi.
Bu sezonda Babür değişmeye başladı. Birden iyi adam oluverdi. Sosyetik kızımız Deniz’e de aşık. Ne de olsa yazın parkda kanka oldular. Artık Babür’e bir kıyak çekmek lazım. Desteğinden dolayı öteki mahalleye transfer edilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Aynı Mansur Yavaş gibi.
Bu dizinin bir de kötü kadını var. Irmak. Fehmi Koru’nun depresyon teşhisini koyduğu hafta yayınlanan bölümde, kamera kayıtlarına bakılarak Irmak’ın işlediği bir suç tespit edildi ve yalan söylediği belli oldu.
Bu haftaki bölüm daha ilginç. Irmak hastaneye yatırıldı ve sosyopati teşhisi kondu. Hastalığın belirtileri sıralandı. Yalan söylemek, şahsi menfaati için diğer insanları kandırmak, kendisinin veya başkalarının emniyetine yönelik umursamazlık, başkalarına zarar verme isteği, kötü davranma konularında kesin bir merhametsizlik.
Bu hastaların genelde, kanunla başlarını ciddi belaya sokarak büyük hapis cezaları aldıkları da eklendi.
Ayrıca, bu hastalığa, aşırı baskıcı ve cezalandırıcı aile ortamı, anne mahrumiyeti, tutarsız ebeveyn davranışları sebeb oluyormuş.
Kanal D, Fehmi Koru’nun teşhisini havada kaparak senaryoya uyarladı.
Az kalsın unutuyordum, Irmak kısa bir süre önce karnındaki bebeğini düşürdü.
Ne dersiniz çok mu şüpheciyim? 

Seni Seviyoruz Savunan Adam

Ahmet Taşgetiren günümüzün Savunan Adamı Tayyip Erdoğan'dır dedi.
Seni Seviyoruz Savunan Adam
27 Şubat 2014
Star Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren 17 yıl önce Rahmetli Erbakan Hoca için yazdığı "Savunan Adam" yazısına göndermede bulunarak bugünün Savunan Adamı Tayyip Erdoğan'dır dedi. İşte o yazı;
BUGÜNÜN SAVUNAN ADAMI: ERDOĞAN
Yarın 28 Şubat. Ama hayır, bu yazı Erbakan Hoca için değil. Savunan adam bugün Tayyip Erdoğan.
Her türlü kumpasa karşı milletinin iradesini savunan adam. 17 yıl önceki "Savunan adam" yazısı da sadece Erbakan için değildi. Bakın o yazıya, şu ifadeleri okuyacaksınız bir yerinde: "Orada, sanık sandalyesindeki siluetini çizmeye çalıştı içinde. Orada tek bir kişi yoktu. Sürekli değişen, milyonlarca değişen insan siluetleri vardı. Sanki savunmanın her kelimesini bir başka kişi seslendiriyordu. Sanki hiç bitmemiş bir duruşmadan kesitlerdi gözlediği.
Sanki bu görüntü hiç değişmemişti. Sanki gözü kendisine aitti savunan adamın, yüreği dedesine, elleri babasına, tebessümü çocuğuna... "Bu, benim, dedi, hiç şüphesiz bu benim." Evet, Tayyip Erdoğan bugün sizsiniz. Bir büyük proje var. Büyük senaryo. Hiç şüpheniz olmasın, Menderes'i yakan proje bu, Özal'a tuzak kuran, Erbakan'ı sanık sandalyesine oturtan proje. Hatta Demirel'in, "Türkiye pistte hızlanan uçak misali, tam kalkış -take off- anında başına vurulup düşürülüyor" dediği proje.
Türkiye'yi vurma projesi. Mısır'da Sisi bu, Suriye'de Esed'in varil bombası, Orta Afrika'da Müslüman kıyımı, Filistin'de Gazze ablukası, Arap baharına tuzak bu, Bangladeş'te idam cezası, Myanmar'da Müslümanın gözyaşı. Tayyip Erdoğan bunların tamamındaki ümit boyutu. Türkiye bugün Tayyip Erdoğan'ın şahsında bir kere daha vuruluyor. Dün Erbakan'ın şahsında vurulmuştu 28 Şubat'la.

YENİ AKİT

Seçimlerde Manipülasyon Ve Kaos Planı

30 Mart'ta sandık sonuçlarını haber ajansı kanalıyla çarpıtarak yansıtmayı planlayan örgüt, oluşacak kaosta yapılan itirazları, YSK'da görevli bazı 'kripto hakimler'i kullanarak AK Parti aleyhine sonuçlandıracak.
Seçimlerde Manipülasyon Ve Kaos Planı
27 Şubat 2014
30Mart yerel seçimlerine sayılı günler kala paralel yapının Yüksek Seçim Kurulu'ndaki (YSK) uzantıları aracığıyla sandıkları sabote etme girişiminde bulunacağı belirlendi. Sandık sonuçlarına yapılacak itirazlar sonucu devreye girecek olan YSK'daki kripto hakimler, oy sayımlarını AK Parti aleyhine çevirecek. Bugüne kadar umut bağladıkları noktalardan elleri boş dönen paralel yapı, YSK vasıtasıyla Türk siyasetini dizayn etmeye çalışacak. YSK üyelerini ikna eden örgüt, bunun ilk meyvesini Sarıyer'de topladı. İlçe Seçim Kurulu'nun kararını YSK'ya bozduran şebeke, bunu seçim günü ve sonrasında yurt çapında uygulamaya koyacak. Sandıklara yapılan itirazlarda AK Parti aleyhine sonuçlar çıkartarak oy oranını düşürmeye çalışacağı öğrenilen örgütün, bunu yaparken 'kripto' hakimlerden faydalanacağı belirtiliyor.
İSTEYENE ELEMAN VAR
Kaos planları tek tek ortaya çıkartılan örgüt, paralel hakimler vasıtasıyla AK Parti'nin oylarını sandıklarda ve sayımlarda buharlaştıracak. Örgüt üyesi devlet memurlarından seçimlerde görev almalarını isteyen şebeke, oy potansiyeli az olan ve sandık müşahidi bulmakta zorlanan partilere de 'eleman' temin edecek. Sandığa yönelik çok boyutlu planlarıyla milli iradeyi rehin almayı hedefleyen örgüt, oy sayımında AK Parti'ye verilmiş oyları adeta 'didik didik' edecek. Mührün, basılacağı bölgenin dışına kayması durumunda geçersiz sayılacak oylar için sandık başında itiraz edecek kimsenin bulunmaması da örgütün hedefleri arasında. Mühür kumpasıyla onbinlerce oyu geçersiz kılmayı hedefleyen örgüt, AK Parti'nin oylarını düşürmeye çalışacak.
HAKİMLER DE GÖREVDE
AK Parti'ye karşı illegal çalışmalarına hız veren şebeke, seçim günü stratejisini de belirledi. 100 bin dolayında örgüt üyesiyle sandık başında yerini alacak yapının, kendilerine bağlı haber ajansı kanalıyla bilgileri de çarpıtarak sunacağı ileri sürülüyor.
Servis edilecek haberlerde, İstanbul başta olmak üzere pek çok ilde AK Parti seçim yarışında geride gösterilecek. AK Parti'nin oylarını düşük göstererek 'algı yönetimi'nde başarılı olmayı planlayan çevreler, gerçeği yansıtmayan haberlerle 'AK Parti kaybetti' imajı oluşturup müşahitleri de sandık başından ayırmayı hedefliyor.
Müşahitlerin sandıklardan ayrılmasıyla birlikte ise oylar üzerindeki manipülasyon daha rahat gerçekleşecek. Örgüt, il ve ilçelerdeki sandıklara ilişkin AK Parti'nin itirazlarını akamete uğratmak için de bazı yargı üyelerini kullanacak.
İşaret fişeği Sarıyer
AK Parti'li il ve ilçe yönetimlerinin, YSK İl ve İlçe Seçim Kurulu Başkanlıklarına yapacakları itirazlar, bu kurullarda yer alacak paralel hakimler vasıtasıyla geçersiz hale getirilecek. Bunun son örneği İstanbul'un Sarıyer ilçesinde yaşandı. Geçmişte aday bildirimindeki ufak gecikmelerden ötürü MHP ve Saadet Partisi seçimlere girme hakkını kaybederken, Sarıyer İlçe Seçim Kurulu'na listeleri saat 17:00'den sonra teslim eden CHP için aynı yaptırım uygulanmadı. İstanbul İl Seçim Kurulu, itirazlara rağmen Sarıyer'de CHP'nin önünü açtı. Kozmik hakimlerin, 30 Mart'ta AK Parti'nin itirazlarına muhalif tavır takınacağı belirtiliyor.
Her hata ortalığı karıştırır
Paralel örgüte bağlı haber ajansı, 2009 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara'daki seçim sonuçlarıyla tartışmalara neden olmuştu. Ajans, Beşiktaş'ın seçim verilerini, Beyoğlu'nun verileri gibi yansıtınca AK Parti ve CHP teşkilatları arasında tartışma çıktı. Yapılan açıklamada bunun sehven olduğunu iddia edilirken, ilk sonuçlara göre Beyoğlu'nda seçimi CHP'nin kazandığı zannedilmişti. Bunun üzerine AK Parti'li sandık müşahitleri seçim yerlerini terk ederek, Beyoğlu teşkilatına dönmüşlerdi. Ajansın kasıtsız olduğunu iddia ettiği yanlış veri girişi yüzünden AK Parti, Beyoğlu'nda seçimleri kaybetme tehlikesi yaşamıştı.
YENİ ŞAFAK

Zaman, 28 Şubat Zaman'ı

Zaman gazetesi dün, 28 Şubat postmodern darbe sürecinde, yalan beyanlar, montaj görüntü ve ses kayıtlarıyla Refah-Yol hükümetini hedef alan bir kesim medyayı aratmayan bir sayfa ile çıktı.
Zaman, 28 Şubat Zaman'ı
27 Şubat 2014
Hükümeti hedef alan İstanbul merkezli 17Aralık operasyonundan sonra seçilmiş iktidarı açıkça hedef alan Zaman gazetesi, 28 Şubat'ın yıl dönümünde postmodern darbe sürecinin gazeteleri gibi yayın yapmaya başladı.
SÖZDE TAPELER
Yedi bin kişinin dinlenmesini yalanlayıp, Türkiye'yi derinden sarsan skandalın altında imzası olan savcıları aklamak için türlü yollara başvuran gazete, dün de adeta '28 Şubat bülteni' gibi çıktı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan'ın montajlanmış ses kayıtlarını, manşetinden 'Türkiye bu ses kayıtlarını konuşuyor' başlığıyla duyuran Zaman gazetesi ekleme yapılan sözde tapeleri ise metin olarak birinci sayfasından yayınladı. Zaman gazetesi, Başbakan Erdoğan'ın montaj kayıtları dünkü grup toplantısında kesin bir dille yalanlamasını ise tam bir 28 Şubat medyası ağzıyla okurlarına duyurmayı tercih etti. Gazete, Başbakan Erdoğan için 'montaj ve dublaj diye savundu' dedi.
Zaman, 28 Şubat Zaman'ı
SELAHATTİN DEMİRTAŞ BİRİNCİ SAYFADA
Zaman'ın her fırsatta hedef alıp, bölücülükle suçladığı BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ı ise sırf Başbakan Erdoğan'ı eleştirdi diye birinci sayfasına taşıması da dikkatlerden kaçmadı.
Yeni Akit

İstanbul’un ilk yerli tramvayını raylara indirdi

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul'un ilk yerli tramvayının test sürüşünü gerçekleştirdi.
İstanbul’un ilk yerli tramvayını raylara indirdi
27 Şubat 2014
Topbaş, deneme seferi öncesi yaptığı konuşmada, “1995 yılında ulaşımda kullandığımız bir tutamaç 250 dolara getiriliyordu. Şimdi bir tutamaç 1 doların altında imal ediliyor” dedi.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve AK Parti Adayı Kadir Topbaş, İstanbul’un yeni yerli tramvayının tanıtımını yaparak, ilk test sürüşünü gerçekleştirdi. Topkapı Tramvay İstasyonu’nda gerçekleştirilen tanıtımda konuşan Kadir Topbaş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hem yurt dışına bağımlılığı azaltmak, hem de maliyetleri düşürmek amacıyla yerli tramvay üretimini hizmete sunduklarını söyledi.
Ulaşım alanında sorunları çözmek için birçok çalışma yaptıklarını kaydeden Başkan Topbaş, İstanbul’da ulaşım ile ilgili çeşitlendirme çalışmalarını başarıyla yürüttüklerini belirtti. Yerli tramvay üretiminin kolay bir iş olmadığını ifade eden Topbaş,
“Göreve geldiğimizden bu yana ulaşım sorununu çözmek için birçok proje başlattık. 60 milyar TL’lik yatırımımızın 32 Milyar TL’si ulaşım ile ilgili. Ciddi mesafeler kaydettik. Hummalı bir çalışma sonucunda gerçekten kayda değer bir başarıyı ortaya koydu Ulaşım AŞ firmamız. Farklı bir ölçekte başarıdır bu. Ulaşımda sorunları çözmek, konforu artırmak ve gelişim sağlamak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.
1995 yılında ulaşımda kullanılan el tutacının 250 dolara getirildiğini belirten Topbaş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde bir talimat verdiğini ve üretimin İstanbul’da yapılmasını sağladığını kaydetti.
Topbaş konuşmasını şöyle sürdürdü:
“1995 yılında bir tutamaç 250 dolara getiriliyordu. Hangi bütçe dayanır buna. O günkü fiyatlarla yaklaşık 250 dolara alınan tutamacı 1 doların altında üretildi. Akla ziyan gerçekten. Bugün de hesap soruyorlar. Bu hizmetleri doğru kullanıyoruz hata mı ediyoruz. Her şey böyle. Şimdi vagon yapıyoruz. 3.5 milyon Euro’nun altında alınamıyor. Biz 1.57 milyon Euro’ya mal ediyoruz. Yüzde 50 az maliyetle üretiyoruz. Bu kadar yatırımları nasıl yapıyoruz. İşte bunlardan tasarruf edilerek yapılıyor. Daha çok çalışacağız. Bizim hedefimiz bu ülkeyi hak ettiği yere getirmek milletimize hizmet etmek.”
“İstanbul teknolojik gelişmeleri ortaya koyarken Türkiye’ye model oluyor” diyen Başkan Topbaş, “Sorumluluğumuz sadece İstanbul’un sorunlarını çözmek değil. Türkiye’ye de bir ağabeylik yapmak, sorunlarını çözmek ve gelişimini sağlamak hedefindeyiz” diye konuştu.
“2 TANESİ RAYLARA İNDİRİLDİ,18 TANE DAHA GELECEK”
“Bu çalışma bir mühendislik harikası” diyen Topbaş, “Daha önce yedek parça üretimi ile başlayan çalışma bugün dizayn, yazılım, her yönüyle yerli hale geldi. Türkiye’de üretilen en önde gelen hafif metrolar bunlar. 2 tanesi raylara indirildi. 18 tane gelecek. Siz hesaplayın ne kadar kar ettiğimizi. Ayrıca bir teknolojik deneyim kazanıyoruz” şeklinde konuştu.
Kadir Topbaş, konuşmasını gerçekleştirdikten sonra tramvayın vatman koltuğuna oturdu. Topkapı ile Edirnekapı durakları arasında tramvayı kullanan Topbaş yaklaşık 6 dakika sonra test sürüşünü tamamladı. Topbaş, vatman koltuğunda kendisini görüntüleyen basın mensuplarına da el sallayarak poz verdi.

YENİ AKİT

Sarıgül İçin Oyun Bitti!

Habervaktim, Sarıgül’ün kayınpederinin cinayet dosyasını irdelemeye devam ediyor.
Sarıgül İçin Oyun Bitti!
27 Şubat 2014
1-067.jpg2-079.jpg

Kurban seçilen Osman Tüfekçi hakkında verilen karara muhalefet şerhi koyan Hakim Albay Duran Dinçer, cinayet tezgahını ifşa ediyor..
Habervaktim, CHP’nin İstanbul adayı Mustafa Sarıgül’ün kayınpederi Abdurrahman Köksaloğlu’nun yeniden yargılamaya konu olan 33 yıllık cinayet dosyasını irdelemeye devam ediyor.
Katil zanlısı olduğu iddiasıyla 10 yıl cezaevinde kalan Osman Tüfekçi’nin ağabeyi Mustafa Tüfekçi ile ‘radikal CHP’li’ kimliğiyle bilinen gazeteci İmambakır Üküş, 15 Temmuz 1980 tarihinde işlenen cinayette, işadamı Köksaloğlu’nun damadı Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve yardımcısı Bayram Özata’nın parmağı olduğunu iddia etmişti.
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askeri Mahkemesi’nin sanık Osman Tüfekçi hakkında verdiği mahkumiyet kararına Üye Hakim Albay Duran Dinçer’in şerh koyduğu görülüyor. 2 sayfalık muhalefet gerekçesi yazan Dinçer, görgü tanıklarının tarif ettiği şüphelinin Tüfekçi’ye benzemediğini kaydediyor. Değerlendirilen delillerin de Tüfekçi’nin cinayetle ilgisinin bulunmadığını gösterdiğinin altını çiziyor. Polis ve savcılıktaki ifadelerinde faili sanık Osman Tüfekçi’ye benzeten tanıkların, mahkemede gerçekleri itiraf ettiklerini ve bunun üzerine “yalancı şahitlikten” ceza aldığına dikkat çeken Dinçer, “Bu tanıklar emniyetteki ifadelerini duruşma sarısında reddetmişler. Bu ret üzerine hapisle tazyik edilmişler. Haklarında yalancı tanıklıktan kamu davası açılmış olmasına rağmen duruşmadaki ifadelerinin doğru olduğunda ısrar ederlerken, polis ve savcılıktaki ifadelerinin nedenlerini de inanılır ve makul şekilde açıklamış bulunmaktadırlar” diyor.
3-046.jpg4-032.jpg
ÖZATA ‘OLAYI GÖRDÜM’ DİYEN TANIĞI POLİSTEN GİZLEMİŞ!
İfadesiyle sanık Osman Tüfekçi hakkında verilen kararda etkili olan tanık Erdoğan Kılıç’ın, Abdurrahman Köksaloğlu’nun öldürülmesinden sonra Mustafa Sarıgül’ün ‘kara kutusu’ haline gelen Bayram Özata tarafından kontrol altına alınmasına ve Kılıç’ın olayın ilk günlerinde polisten gizlenmesine vurgu yapan Askeri Hakim Dinçer, şöyle devam ediyor: “İfadesine en çok itibar edilen ve hükme esas alınan tanık Erdoğan Kılıç’ın, ifadesini duruşmada sonradan tereddütle karşılaması, kesinlikten uzaklaştırması sebebi ile hükme esas alabilme özelliğini yitirdiği bir yana, bu tanığın sanık Osman Tüfekçi yakalanmadan çok önce maktulün yeğeni Bayram Özata’ya babası ile birlikte gittiğini ve olayı gördüğünü söylemiş olmasına rağmen, gerek tanığın kendisi veya maktulün yeğeni Bayram Özata tarafından emniyete haber verilmeyişi ve orada hemen bir eşkal tarifi edilmeyişi, sanığın nezarete alınmasına kadar emniyetin bu tanıktan haberdar edilmeyişi, bu tanığın maktulün yakınları tarafından nedeni bilinmemekle beraber yönlendirildiğine ilişkin olan sanığın savunmalarını güçlendirmektedir. Keza, bu tanığın önceki ifadelerindeki kesinliği geri alarak tereddüt izhar eder şekilde daha sonra duruşmada ifade vermesini, sanığın ve yakınlarının telkini altında kaldığına bağlamaya gerek yoktur. Zira, tanığı etki altında bırakmak gücü itibarı ile maktül İstanbul eski CHP Milletvekili’nin (Abdurrahman Köksaloğlu) ve çevresi (yeğeni, damadı, kardeşleri, vs.) sanık ve çevresinden daha geri kalmazlar. Bu itibarla bu olayımızda, hiçbir maddi delil bulunmadığı nazara alınarak, tanıkların mahkemede verdikleri ifadelere itibarın gerektiği kanısındayım.”
“SANIK TÜFEKÇİ İFADELERİNDE HİÇBİR ZİKZAK ÇİZMEDİ”

Köksaloğlu’nu öldürdüğü iddia edilen sanık Osman Tüfekçi’nin hiçbir şekilde suçunu kabul etmemesine ve savunmalarındaki tutarlılığa da dikkat çeken Duran Dinçer, “Tanık ifadelerinin çok önceden alınmış ve tamamlanmış olmasına rağmen sanık Osman Tüfekçi’nin dava dosyasında herhangi bir ikrarı olmadığı gibi soruşturma ve duruşma süresince vermiş olduğu tüm ifadelerinin aynı istikamet ve doğrultuda olması, bu ifadelerinde hiçbir zikzak çizmemesi de sanığın leh ve aleyhindeki delillerin değerlendirilmesi sırasında nazara alınması gereken çok ciddi bir konudur” değerlendirmesini yapıyor.

SARIGÜL’LERCE YÖNLENDİRİLEN TANIĞIN PİŞMANLIK DİLEKÇESİ
Diğer taraftan Sarıgül’ün ‘sırdaşı’ Bayram Özata’nın etkisinde kalan ve ifadesiyle sanık Tüfekçi hakkında idam kararı verilmesine sebep olan görgü tanığı Erdoğan Kılıç’ın duyduğu pişmanlık dikkatlerden kaçmıyor.
İdam kararı üzerine 20 Kasım 1985 tarihinde Askeri Yargıtay Başkanlığı ve Başsavcılığı’na bir dilekçe yazan tanık Kılıç, Tüfekçi’yi teşhis edemediğini itiraf ediyor. “Bütün ifadelerimde hiçbir zaman kesin yüzde yüz budur demedim. Asıl gerçek tanık Mustafa Fidan’dır” diyen ve kararın gözden geçirilmesini isteyen Kılıç, dilekçesinde şunları yazıyor: “Osman Tüfekçi’nin idamını komşu olan bir arkadaşımdan öğrendim. Ve bunun üzerine olayın etkisinde kaldım. Eski muhitim olan Gültepe’de bir hemşerimi görmeye gittim. Moralim bozuktu. Arkadaşım bana ‘niye sanın sıkılıyor?’ diye sordu. Ben de Osman Tüfekçi’nin konusunu açtım. Konuşmamıza tanık olan Mustafa Taygar ismini sonradan öğrendiğim kişi, ‘kardeşim o olayı ben biliyorum. Bu olay benim oğlumun üzerinde de üç ay kadar kaldı. Ben vuranı biliyorum. Senin teşhis ettiğin kişi gerçek katil değildir. Gerçek katil Osman Dönmez’dir’ dedi. Kendisinden Osman Dönmez’in fotoğrafını istedim. Bu gelişmeler neticesinde yüksek mahkemenize ve yargı organlarına yukarıda yazdıklarımı bildirmeyi vicdanen uygun gördüm.”
O TANIK, SARIGÜL’ÜN TANIDIĞI KİŞİYİ İŞARET ETTİ
Pişmanlık duyan tanık Erdoğan Kılıç’ın “asıl tanık odur” dediği ve kendisi de bir cinayete kurban giden Mustafa Fidan verdiği ifadede, Osman Tüfekçi’nin olayla ilgisinin bulunmadığını belirtirken, Sarıgül ile Bayram Özata’nın tanıdığı bir isim olan ve yurtdışına kaçan Osman Dönmez’i işaret ederek, “Olayın failinin Osman Dönmez olduğunu biliyorum. Osman Dönmez’i olaydan sonra olayda kullandığı silahı ne yaptığını bilmiyorum” diyor.
Erol Metin / Habervaktim.com

Cemaat neye güveniyor?

 
27 Şubat 2014

Cemaate ilişkin içeriden ilginç haberler gelmeye devam ediyor..
10’luk 25’lik, 40-50-70 kişilik eylem Grupları oluşturuluyor..
Çoğu öğrenci ve gönüllülerden oluşan bu grupların hedefinde, gazete satışını artırmak var.
Hep birden toplu taşıma araçlarına binip, Zaman gazetesini açıp okuma ve manşetleri afişe dönüştürme girişimleri ve yanlarındaki yolculara konu hakkında kendi görüşlerini açıklama eylemi yapıyorlar..

Esnafı dolaşıp abone yapmak istiyorlar..
Abone olmayan esnaf hakkında seçim öncesi paralel yapıya bağlı maliyecilerin “teftiş” adı altında baskı uygulayacağı iddiası var..

Duruma göre, sosyal media grupları var.
Abilerin - ablaların gönderdiği mesajlar çoğaltılarak belli adreslere postalanıyor.. Seçim öncesi, seçim sırası ve seçim sonrası, digital kayıtlarla ilgili, oy kullanacaklarla ilgili, seçmen sandık kurullarında görev alacak personelle ilgili bir sürü iddia var..

Olayı mahkemelik hale getirirlerse, kendi hakimlerine güveniyorlar.
Yüksek Seçim Kurullarındaki il ve ilçelerdeki hakimler konusunda cemaatin şimdiden çalışmalar yaptığı ileri sürülüyor. Cemaat, bu konuların sonuçta yargının önüne geleceğini düşünüyor. O noktada kendilerinin sürece müdahil olacaklarını ve bu planları boşa çıkaracaklarını söylüyorlar..

Emniyette ciddi bir mevzi kaybına uğrasalar da savcılık ve mahkeme aşamasında, Yargıtay aşamasında paralel yapının sürece müdahale edeceği konusunda çok emin gözüküyorlar..
Tabii yargı yolunu kullanarak kendi aleyhlerinde olan kişilerin ve kurumların üzerine gitme planları da söz konusu..

Seçim taktikleri belli olmuş durumda.. AK Parti’nin karşısındaki en güçlü partiye oy verecekler.. Bu durumda CHP’ye oy vermek istemeyenler ise, MHP ya da BBP’ye gidecek gibi gözüküyor.. CHP bütün seçim kampanyasını iktidar-cemaat hesaplaşmasına göre biçimlendirmiş gibi sanki.. Yolsuzluk dosyaları ve kasetler üzerinden iktidara vurmaya hazırlanıyorlar.. Mart ayı içinde birçoğu kurmaca, montaj bir sürü dosya ve kaset servis edilecek..

Ama bu plan, daha önceki dosya ve yolsuzluk iddiaları gibi boşa çıkabilir. Çünkü bu iddiaların zamanlaması, inanılırlık ve ciddiyetini gölgeleyecek nitelikte.. İktidar onların elindekini biliyor, ama onlar iktidarın sahip oldukları hakkında yeteri kadar bilgi sahibi değiller sanırım.. Onların her adımında iktidar daha büyük bir dosya ile cevap verecek gibi duruyor.. Kaldı ki, paralel yapı, bütün bunları dışarıdaki dostlarına güvenerek yapıyordu.. Artık dışarıdan da yeteri kadar destek bulamayacak. Kimse yenilecek ata oynamak istemez..
Deşifre oldukları için artık bu planın uygulanması pek mümkün değil.
Öyle olunca da, vefa duygusunun olmadığı bu arenada kimse ağlayanın gözyaşına bakmaz..

Şimdiye kadar kripto kadrolar ve profesyoneller direnç gösteriyorlardı, ama bu aşamadan sonra, özellikle de kasım ayından sonra merkezde ciddi bir çözülme beklemek pek de sürpriz sayılmamalı..

Yargıda durum belirsizliğini koruyor. Tabanda ve kripto kadrolarda çözülme başlarsa yargı da direnemez.. Bu da paralel yapının uluslararası desteğinin devam edip etmeyeceği ile ilgili bir konu..

Bana göre Amerika Gülen’i sınır dışı etmese bile, desteğini kesecektir. En azından eskisi kadar sıcak bir destek ve anlayış görmeyeceklerdir..

Vatikan sessizliğe gömülecektir.

İsrail ve diğer ülkelerdeki Yahudi lobisi ise daha da agresifleşerek, krizi derinleştirme adına elinden geleni arkasına koymayacaktır..

Gelişmeler ne yönde olursa olsun, nasıl olursa olsun, bu yapının tasfiyesi hemen bugünden yarına olmayacaktır.. Şimdi önce seçim sonuçlarını görmek gerekiyor.. Sonrası ona göre şekillenecek..

AK Parti’de dayanışma ve hareketlilik en üst düzeyde.. Taban %50’nin üzerine çıkmak istiyor.. Aslında %40 bile geçen seçime göre bir ilerleme anlamı taşıyacak.. Şimdi sırada tele kulak tartışmaları var.. Dinleme emrini kim verdi. Kim, niçin dinlendi ve yapılan dinleme kayıtları ne için kullanıldı, ya da kullanılmak isteniyordu.. Bu arada hayali “Selam Örgütü” ile ilgili yeni bilgiler ortaya çıkacaktır herhalde.. Bu işin arkası gelecektir..

Bu dinleme olayı bir Wikileaks belgeleri gibi yarın parça parça sızdırılırsa şaşmamak gerek.. Yani bu dinlemelerin ayrı bir değerlendirmeye tabi tutularak hedef isimlerle ilgili senaryolar hazırlanmış olabilir.. Bu işin bundan sonraki seyri için sanırım kasımı beklemek gerek.. Bundan sonra her gün yeni bir sürprizle uyanmaya hazır olun. Türkiye sisli ve çalkantılı bir denizde doğru yönde ve ileri doğru yol almaya devam ediyor.

Selâm ve dua ile..

TÜBİTAK‘a Sızmışlar

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Devletin kriptolu telefonlarını bile oradan dinlemişler" diye işaret ettiği TÜBİTAK'la ilgili skandallara bir yenisi daha eklendi.
TÜBİTAK‘a Sızmışlar
27 Şubat 2014
TÜBİTAK'a bağlı Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi'nin (BİLGEM), "yüksek gizlilik" dereceli Kripto Yazılım Birimi'nde görev yapan 40 kişilik personelin büyük bölümü, adı cemaatle anılan Fatih Üniversitesi mezunu çıktı.
Akşam gazetesinin haberine göre Paralel yapının deşifre edilmesinin ardından TÜBİTAK Başkan Yardımcılığı ve BİLGEM Başkanlığı görevinden alının Hasan Palaz'a bağlı özel birimde görev yapan Fatih Üniversitesi mezunu 30'un üzerinde personelin, Palaz tarafından 2012 yılından itibaren işe alındığı da belgelerle kanıtlandı. Fatih Üniversitesi mezunu personelin bir bölümünün kadrolu, bir bölümünün ise proje bazında görevlendirildiği belirtildi.

UZMANLIKLARI BELLİ DEĞİL

Ulusal güvenlikle ilgili özel birimde görev yapan personelin ağırlıklı olarak Fatih Üniversitesi mezunları arasından seçilmesi ve bu kişiler arasında elektronik ve bilgisayar bölümü dışındaki alakasız bölümlerden mezun isimlerin de yer alması şüpheleri artırdı.
BAĞLANTILARI İNCELENİYOR

TÜBİTAK'ta yürütülen idari soruşturma kapsamında görevden uzaklaştırılarak izne çıkarılan 5 kişinin de Kripto Yazılım Birimi'nde görev yaptığı öğrenildi. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık'ın, başlattığı idari soruşturmada bu birimde görev yapan personelin kimlik ve bağlantıları da mercek altına alınacak.
KRİPTOLU TELEFONU KİMLER KULLANIYOR

Devlet sırrı niteliğindeki gizlilik dereceli görüşmeler için projelendirilen kriptolu telefonları devletin zirvesinin yanında kritik personeller de kullanıyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ile stratejik kamu kurum ve kuruluşlarının başkanlarında da kriptolu telefonlardan bulunuyor. Yazılımı TÜBİTAK tarafından geliştirilen kriptolu telefonların, uluslararası sularda görev yapan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na bağlı gemilerde de bulunduğu öğrenildi.
5 PERSONELİN KURUMLA İRTİBATI KESİLDİ

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, "TÜBİTAK, maalesef, paralel yapının sızma girişiminde bulunduğu kurumlardan birisi. Bu konuda hassasiyetle çalışıyoruz" dedi. Işık, TÜBİTAK'ta aralarında Marmara Araştırma Merkezi Başkanı Doç. Dr. Bahadır Tunaboylu'nun da bulunduğu bazı personelin görevden alındığını söyledi. Işık, “Bu sabah Bilgem’deki kriptolu telefonlara bakan 5 kişi izne ayrıldı ve çalıştıkları mekanla irtibatları kesildi. Başbakanımızın dünkü açıklamalarının ardından bir idari soruşturma, iki teknik araştırma yapılması talimatı verdim” diye konuştu.  

MONTAJ OLDUĞU AÇIK

Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen ses kaydını dinlediğinde açık bir şekilde montaj olduğunu anladığını belirten Işık, “Başbakanlık TÜBİTAK’tan teknik inceleme isterse yaparız ama teknik incelemeye gerek duymayacak kadar açık bir montaj” dedi.
AÇIK PORTAL ARANACAK

Bakan Işık'ın talimatı ile başlatılan teknik inceleme kapsamında kriptolu telefonlarda, dinlemeye imkan tanıyacak açık portal bulunup bulunmadığı tespit edilecek. Sabit ve mobil telefonların şifreleme kodlarının ve şifre algoritmaların geliştirildiği Kripto Yazılım Birimi, bankacılık sektöründe kullanılan ve bilgi kaçaklarına karşı özel olarak üretilen gizlilik dereceli bilgisayar yazılımlarını da hazırlıyor.
AKİT
Hüseyin Gülerce'ye bile tahammül edemediler

Gülen Cemaati’nin önemli isimlerinden Hüseyin Gülerce, Cemaate yakın Mehtap TV'deki tartışma programından çıkarıldı. Gülerce hükümete destek twitleri atmıştı.
Hüseyin Gülerce'ye bile tahammül edemediler
27 Şubat 2014

















Gülerce'nin, Cemaat'e yakın Mehtap TV'de, Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan ile birlikte yaptığı "Düşünce Günlüğü" programı yayından kaldırıldı.

Karar, Mehtap TV genel yayın yönetmeni tarafından Gülerce'ye iletildi.

Al Jazeera'ya konuşan Hüseyin Gülerce 'Böyle bir karar beklemiyordum' dedi.

'Üzüldünüz mü?' sorusuna ise 'Yorum yok' cevabını verdi.

Gülerce, sosyal medyada son dönemde hükümete destek niteliğinde bazı mesajlar paylaşmıştı. 'Bunların etkisi var mı?' diye sorulduğunda Gülerce'nin cevabı, 'Takdir sizin' cevabını verdi.

Gülerce, Zaman Gazetesi'ndeki yazılarıyla ilgili 'şimdilik sorun olmadığını' söyledi.

Gülerce'nin verdiği bilgiye göre, Ali Bulaç ve Ahmet Turan Alkan, Mehtap TV'de başka bir isimle benzer bir program yapmaya devam edecekler.

Gülerce ne demişti?

Hüseyin Gülerce, yaşanan yargı tartışmasında savcıyı militan olmakla suçlamıştı.

Fethullah Gülen'e olan yakınlığıyla bilinen Gülerce, Twitter'a ilk olarak "Sulhda hayır vardır. Hayır için hiçbir zaman geç kalınmaz. Makul siyaset, normal gazetecilik ve hasmane değil insaflı eleştiri hayra gider" yazmıştı.

Aradan iki saat geçtikten sonra, "Yargıdaki direncin hukuk ve adalet adına yapıldığına inanmıyorum. Savcılar ellerinde kağıtla inip bildiri okuyorsa bu davranış militanlıktır" demişti.
















HÜSEYİN GÜLERCE'NİN DİĞER TİWETTER'LARI



Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Gömülü resim için kalıcı bağlantı

 
Başbakan Erdoğan, Ey hoca
 
27 Şubat 2014
Başbakan Erdoğan, "Ey hoca, Siyaset yapacaksan çık meydanlarda siyaset yap ama bu ülkeyi karıştırma, huzurunu bozma." dedi.
Erdoğan'dan Gülen'e flaş çağrı: 'Ey hoca...'






 
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Burdur Cumhuriyet Meydanı'nda düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada Fethullah Gülen'e çağrıda bulundu.

"Ey hoca, eğer bir yanlışın yoksa Pensilvanya'da durma." diyen Erdoğan, "Senin vatanın Türkiye ise buyur Türkiye'ye, vatanına gel. Siyaset de yapacaksan çık meydanlarda siyaset yap ama bu ülkeyi karıştırma, huzurunu bozma. Ulusal güvenliğimizi tehdide yönelik birçok provakatif eylemelerin içinde bulunma" diye konuştu.

"HOCASI ONA BU GÖREVİ VERDİ"

"CHP'nin Hocası, bu Genel Müdür'ün eline bir montaj ses kaydı verdi." diyen Erdoğan şunları söyledi:

"Okyanus ötesinden CHP'nin Hocası, bu Genel Müdür'ün eline bir montaj ses kaydı verdi. Önceki rezaletlerden ders almayan Genel Müdür, şimdi de eline tutuşturulan bu montajla işi idare etmeye çalışıyor. Çünkü bu senaryoda Hocası ona bu görevi verdi."
HABERİN VİDEOSU