HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

20 Mart 2014 Perşembe

Türkiye’ye operasyonun şok kanıtı video!

Mart 21, 2014

MEDYAGUNDEM.COM- Gezi darbesiyle birlikte içeride taşeron olarak Gülen örgütünün kullanıldığı Başbakan Erdoğan’a karşı uluslararası komplonun bizzat İsrail tarafından yürütüldüğünün şok kanıtı ortaya çıktı.

İsrail Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tzipi Livni’nin 17 Kasım 2012 tarihinde İsrail Ulusal Güvenlik Eğitim Kurumu’nda yaptığı konuşma, Gezi kalkışması ve Mısır’daki darbenin arkasında apaçık biçimde İsrail’in olduğunu gözler önüne seriyor.

Türkiye’de yaşanan olayların da ve paralel tehditin arkasında da İsrail olduğunun belgesi, Livni’nin şu sözlerinde yer alıyor:

“Herhangi bir devlet idarecisi başka bir yol tutmaya karar verirse bedelini ödemek zorunda!”
Livni “Türkiye’yi kaybetmek üzereyiz” de diyerek özellikle Başbakan Erdoğan’a bir bedel ödetme tehdidinde bulunuyor.

İşte Türkiye’de son dönemde yaşananların tüm özetini ortaya koyan video:




http://www.medyagundem.com/turkiyeye-operasyonun-sok-kaniti-video/
Ahmet Şık'tan Fethullah Gülen'e 25 soru



    
  • Tarih    
Gazeteci Ahmet Şık, Twitter üzerinden Fethullah Gülen'e sorular yöneltti
T24
Gazeteci Ahmet Şık, "Fetullah Gülen Birgün’de yapılan röportajda söylediklerime kısaca 'yalan' diye açıklama yapmış. O halde kendisi bunları da yanıtlasın" diyerek, Gülen'e 25 soru yöneltti.
Şık, Birgün'e verdiği söyleşide, "Cemaatin Emniyet’ten sorumlu imamı olduğu iddia edilen birinin cemaatin arşivlerini taşırken ABD’de FBI tarafından gözaltına alındığı, ele geçirilen arşivlerin Başbakanlığa ulaştırıldığı ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın bu arşivlerden yola çıkarak cemaatle ilgili bir rapor hazırladığı" iddialarına dayanarak, "AKP'nin elinde Gülen cemaatini bitirecek bir arşiv mi var?" diye sormuştu.
Ahmet Şık'ın Twitter üzerinden Fethullah Gülen'e yönelttiği 25 soru şöyle:
1- AKP-Cemaat kavgası devlete sahip olma savaşı değilse nedir? (Dershane demeyin, artık o konu tartışılmıyor.)
2- AKP iktidarında devlet rantından yararlanmadıysanız, “Ne istedilerse verdik” diyen RTE neyi kastetti ve AKP döneminde neler elde ettiniz?
3- AKP ile koalisyon ortağı değildiyseniz 2007-2012 arasında, doğal “düşmanları” tuzaklarla ortadan kaldırma birlikteliği nedir?
4- Polis ve yargıyı örümcek ağı gibi kuşatan Cemaatçiler, AKP’nin de onayıyla kontrgerilla yöntemlerine başvurmadı mı?
 
5- Bir sohbetinizde “Sahte CD’ler, çipler hazırlamak müminlik değildir” derken neyi kastettiniz? Bu konuda kimleri suçluyorsunuz?
6- Sahte CD ve çiplerle kimler kimlerin başını yaktı? Hapsetti? Cemaatinizin polisi ve yargı mensupları bu çetenin içinde değil mi?
7- Cemaatinizle ilgisi yoksa size yakın medya organları neden hep bu sahtecilikleri yapanları savunan yayınlar yaptı, yapıyor?
8- MİT krizi darbe girişimi değilse RTE neden “hedef bendim” dedi? Darbe girişimi değilse RTE’yi hedeflemekle amaç neydi?
9- Adına yanıt verdiğiniz O.H.Ö. kimdir? Cemaatinizdeki yeri, konumu ve görevi nedir? Emniyetin imamı mıdır? Diğer imamlar kimlerdir?
10- Neden devlet kurumları içinde imam dediğiniz sorumlularınız bulunuyor?
11- Sivil toplum kuruluşu (STK) olduğunu öne sürdüğünüz cemaatiniz polis, asker, yargı ve MİT içinde örgütlenmeyi neden bu kadar önemsiyor?
12- Militarist kurumlar başta olmak üzere devlet içinde örgütlenmenize rağmen nasıl sivil kalabildiğinizi iddia ediyorsunuz?
13- Cemaat mensuplarınız, kendi arkadaşları ya da gönüllüleri de dahil olmak üzere neden fişlemeler yapıyor?
14- Şantaj içeren, pis kokular yükselen her olayın ardından, haklılık payı yoksa neden ilk şüpheli cemaatiniz oluyor?
15- Cemaat gazetecilerinin Ergenekon konusunda yazıp söyledikleri, “objektif, tarafsız, özenli, sorumlu gazeteci” kriterlerine uygun mu?
16- Gülen Cemaati neden şeffaf değil? Gizliliğe bu kadar önem vermeniz, cemaatçi savcılar gibi sorarsak “hayatın olağan akışına uygun mu?”
 
17- Cemaatin finans kaynakları nelerdir? Cemaatinizin sahip olduğu finansal hacim ne kadardır?
18- Himmet adı altında toplanan paraları kim, nerede kullanıyor? Bugüne dek ne kadar para topladınız? Himmet oranları neye göre belirleniyor?
19- Kaynağı belirsiz para girişleri için cemaatin sahip olduğu finans kuruluşları mı kullanılıyor? (TMSF bu soruyu sen de ciddiye al)
20- ABD’de oturum iznini almanız için CİA mensupları neden ve hangi ilişkiler nedeniyle size referans oldu?
21- CİA patentli ve kurucularından olduğunuz Komünizmle Mücadele Derneği, Cemaatinizin örgütlenme modelinde örnek alındı mı?
 
22- Sizin Dünya İmamı olarak adlandırıldığınız Cemaatinizde ev, sokak, mahalle, ilçe, il, bölge, ülke ve kıta imamları ne işler yapar?
23- Hiyerarşinin bu kadar katı ve keskin olduğu bir yapı sivil midir? Demokratik midir? Kimin ne kadar söz hakkı vardır?
24- Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargah, Şike, Cübbeli Ahmet davalarındaki komplo ve tuzakları kimler kurdu?
25- Sorular daha çok şimdilik şununla son vereyim: Cemaatin nihai hedefi nedir?

Fethullah Hoca Ilımlı mı?

 

Son gelişmelerin zorunlu kıldığı, ama sorulmayan soru: Fethullah Hoca Ilımlı mı?

23.02.1995 Milliyet
RUŞEN ÇAKIR

Fethullah Hoca (Gülen)’in son dönemdeki çıkışları üzerine başlayan tartışmalar dönüp dolaşıp aynı noktada birleşiyor. Hoca’nın İslam yorumu, RP’ninkine kıyasla çok “ılımlı” bulunuyor. Bu nedenle Başbakan Tansu Çiller başta olmak üzere merkez sağ politikacılar ve büyük medya kuruluşları RP’nin yükselişini kesmek için Gülen’e destek veriyor. Radikal İslam yorumlarından tedirgin olan genel kamuoyunda da, artık “Hocaefendi” olarak anılan Gülen’e karşı ürkek bir sempati doğduğu gözleniyor.
Hoca’nın “ılımlı” imajı bazı kesimlerden de sert tepkiler alıyor. Ağırlıkla gençlerden oluşan radikal İslamcılar onu ABD’nin "ılımlı İslam" stratejisinin Türkiye’deki baş temsilcisi olarak görüp eleştiriyor. Onlara göre, ABD ve "yerli işbirlikçileri”, Hoca’yı yedeklerine alarak "yükselen İslami hareketin önünü kesmek ve çökmekte olan rejimlerini ayakta tutmak" istemektedir.
Çoğunlukla orta yaşın üzerindeki kişilerden oluşan “şeriat karşıtlarının" ise, birçok konuda olduğu gibi, Hoca’nın “Amerikancılığı”nda da amansız düşmanlarıyla hemfikir oldukları görülüyor. Onlara göre, ABD ve onun “yerli işbirlikçileri”, Hoca’yla birlikte “Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin ilkelerini yerle bir edip yerine II. Cumhuriyet kurmak” istemektedir.

İMAJ-GERÇEK FARKI
Günümüzde "komplo teorisi” kadar yaygın olan bir başka değerlendirme şekli de "imaj teorisi". Nasıl, olup bitenleri "dış güçlerin kumpası" ile açıklamaya çalışmak çok kolay, o ölçüde de mahzurluysa, gerçekler yerine onların imajlarından hareketle yaşananları yorumlamak da o kadar kolay ve mahzurlu.
Dolayısıyla imajları sorgulamak ve işe Fethullah Hoca’nın ılımlılığından başlamak gerekiyor. Sorulması gereken ilk soru, 20 yılı aşkın bir süredir cemaatinin başında İslami faaliyet yürüten bir şahısın "ılımlı ve makul" olduğunun neden Başbakanlık Konutu’na çıkmasıyla keşfedildiğidir.
Buna bağlı olarak, uzun bir süre kamuoyu karşısına çıkmayan Hoca’nın ne gibi değişikliklerin ardından alabildiğine medyatik olmaya karar verdiği de sorulmalıdır.

GÜLEN-ERBAKAN FARKI
Fethullah Gülen ile Necmettin Erbakan birbirine yakın zamanlarda liderlik konumuna yükseldi. Zamanla biri "toplumsal İslam”ın, diğeri "siyasal İslam”ın Türkiye’deki en önemli odağı haline geldi.
Ayrı alanlarda etkinlik göstermeleri bir Hoca’nın diğerinden daha fazla İslamcı, daha radikal veya daha ılımlı olduğunu göstermez. Farklılıklar esas olarak bu farklı alanların doğasından kaynaklanmaktadır. Ancak bu durumun beraberinde “imaj farklılıkları” getirmesi de kaçınılmazdır.
Alan farklılıklarına bağlı olarak çalışma tarzı tercihleri de farklı imajların doğmasına yol açabiliyor. Örneğin RP’yi bir kitle partisine dönüştürmek isteyen "yenilikçi” kanadın, MSP dönemi stratejilerinde ayak direyen "gelenekçi” kanada göre daha “ılımlı ve makul" olduğu imajı oluşmuştu ve "yenilikçilerin” bugüne kadarki tavizsiz İslamcı uygulamalarına rağmen halen geçerliliğini koruyor.
Başarısı, cemaatine bağlı okullardan mezun olan öğrencilerin ÖSYS puanlarıyla ölçülen Fethullah Hoca’nın, başarısı sandığa bağlı olan Erbakan’a göre daha "ılımlı" bir imaja sahip olması olağan, ancak esas sorular hâlâ sorulmayı beklemektedir:
Erbakan sandıktan çıkarsa Türkiye’de ne olacak? Fethullah Hoca’nın yetiştirdiği öğrencilerin denetimindeki bir toplumsal yaşam neye benzeyecek?
Hiç kuşkusuz Fethullah Hoca’nın yaptığı konuşmalarda, verdiği röportajlarda "uzlaşma, diyalog, konsensus" demesi çok önemli. Onun barışçı, farklılıkları kabul eden yaklaşımına karşılık olarak Erbakan’ın tüm toplumu Refahçı yapma inadı, şaka yollu da olsa birilerinin "gebereceğinden” söz etmesi değerlendirmeler için ciddi ipuçları veriyor.
Milli Görüş hareketi hep kendi gücüyle, “oyunu kurallarıyla oynayarak” faaliyet gösterdi; hükümetlerde ve hapishanelerde bulundu, daima medyanın projektörleri altında yaşadı. Diğeri ise uzun bir süre oyununun kurallarını kendisi belirledi: siyasetinin dışında görünüp büyük güçlerle hep iyi geçinmeye çalıştı. Dolayısıyla çeyrek asırlık iki önemli odağı, yalnızca son birkaç aydaki söz ve eylemleriyle tahlil etmeye çalışmak eksik ve haksız bir tutum olacaktır. Bir diğer deyişle Fethullah Hoca’nın gerçekten ılımlı olup olmadığını anlayabilmek için biraz daha bekleyip gözlemlemek gerekecek.



http://www.rusencakir.com/Son-gelismelerin-zorunlu-kildigi-ama-sorulmayan-soru-Fethullah-Hoca-Ilimli-mi/2300
Gülen'e sorulması gereken sorular


MEHMET METİNER
16 Ocak 2014

Fethullah Gülen'in internete düşen ses kaydını doğru oturup doğru konuşalım…
Camianın tepkisi ne oldu bu ses kaydına?
İçeriği yalanlamadılar.
En azından bu satırların yazıldığı vakte kadar tekzip yoluna gitmediler.
Peki ne yaptılar?
Bu dinlemeyi kimin yaptığının açığa çıkartılmasını talep ettiler…
Haklı bir talep bu…
Bu tür dinlemeleri kim yaparsa yapsın gayr-ı yasal ve gayr-ı ahlaki davranıyor…
O yüzden bu dinlemeleri ve sızdırmaları yapanları bulmak gerekir…
Burada ilkesellik önem taşıyor…
Geliniz bu tür dinlemelere karşı hepimiz ilkesel bir duyarlılık içinde olalım…
Peki camianın kanaat önderleri ve yazarları böyle mi davranıyorlar?
Üzülerek belirteyim ki, hayır!
Ergenekon davalarında ortalığa dökülen pek çok ses kaydı onların medyasında yer aldı…
Kendini camiaya aitmiş gibi gösteren paralel devlet unsurlarının adı bu türden gayr-ı yasal ve gayr-ı ahlaki iddialarla özdeşleşti…
Bu dinlemelerin hangi yöntemlerle yapıldığını biliyoruz…
Buradaki anlamlı soru şu:
Camiaya mensup olanlar başkalarına yapıldığında memnun oluyorlarsa, hatta buradan güç devşirmeye çalışıyorlarsa o zaman kendilerine yönelik dinlemeler olduğunda da sonucuna katlanmalıdırlar…
Camianın kanaat önderleri ve medyadaki savunucuları dinlemelere dayalı iddialar konusunda bundan sonra en azından duyarlı olmayı denemelidirler diyorum…
Aksi takdirde bu tür dinlemeler döner kendilerini vurur…
Bunu hiç kimse için asla temenni etmem, ama ilkesel duyarlılık içinde olmayanların söyleyecekleri sözlerin de hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz demek istiyorum…
Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyin başkasına yapılmaması gerektiğine hem inanacaksınız, hem de başkasına yapıldığında sanki size yapılmış gibi tepki göstereceksiniz…
İkincisini yapmazsanız başınıza o musibet geldiğinde itiraz etme hakkınız da ortadan kalkar…
İtiraz etseniz bile inandırıcı olamazsınız…
Hatta birileri çıkar, "etme bulma dünyası" der sevinir…
Biz sevinenlerden olmamalıyız asla…
Çünkü ilkesi olmayanın ahlakı da vicdanı da olmaz…
"Bir musibet bin nasihattan evladır" denilmiş…
Umarım gerekli dersi herkes alır…
Şimdi geliyorum içerik meselesine…
Camia adına konuşma yetkisine sahip Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na sesleniyorum…
Bu telefon konuşmaları doğru mudur değil midir?
Daha anlaşılır bir ifadeyle sorayım:
Fethullah Gülen ile bu içerikte telefon görüşmeleri yapılmış mıdır yapılmamış mıdır?
Bu bir fabrikasyon, yani düzmece ise çıkıp açıklayın…
Yok, bu telefon görüşmeleri doğruysa o zaman ilişkilerinizi şeffaf bir biçimde topluma açıklayınız ki sizi savunacak olanlar da eleştirecek olanlar da doğru bilgi temelinde bunu yapsınlar diyorum…
Hiç kimsenin bir diğerine haksızlık etmeye hakkı yok çünkü…
Birilerini savunacaksak da eleştireceksek de doğru bilgi temelinde bunu yapmak zorundayız.
İlkesi ve fikir namusu olan herkesin bunu önemsemesi gerekir.
O yüzden bu açıklamayı netlikle bekliyoruz sizden…
Şayet bu konuşmalar doğruysa o zaman şu soruların da cevabını vermek boynunuzun borcudur…
Koç ailesine bu muhabbetiniz nerden geliyor?
Koç'un Hükümeti alaşağı etme girişimi olarak bilinen Gezi olaylarının tam arkasında olduğunu bildiğiniz halde bu parasal ilişkileri de içine alacak kadar genişleyen muhabbetinizin gerekçesi nedir?
Koç ailesine Uganda'dan ihale veriyorsunuz. Daha önceden ne verdiğinizi bilmeyiz, ama Koç ailesinin de bunun karşılığında size sponsorluk yapacağına dair sözü var. Başkaca teşekkürleri de cabası…
Tüpraş'a incelemeye/denetlemeye müfettişlerin gideceği haberini önceden Koç'a bildirmeniz nasıl bir ittifak anlayışının ürünüdür acaba?
Koç'un camianıza duyduğu bu derin muhabbetin esbab-ı mucibesi ne olabilir acaba?
Kasetin içeriği doğruysa şayet camia olarak ihaleleri pazarladığınız ve bir bankanın parasal akibeti ve geleceği konusunda derin endişeler içinde olduğunuz görülüyor…
Diyeceksiniz ki banka bizim bankamız, dolayısıyla batmasını veya zarar görmesini istemeyiz elbette…
Peki, bu bankayı ayakta tutmak için denediğiniz yol ve yöntemleri birileri çıkıp eleştirirse ne dersiniz?
Bankaları denetlemekle görevli BDDK içindeki adamlarınız aracılığıyla yapmayı düşündüğünüz atraksiyonların ahlakiliği ve yasallığı konusunu birileri gündeme getirirse ne dersiniz?
Al gülüm ver gülüm düzeni bu diyen çıkarsa ne dersiniz?
İhalelerin dağıtılmasıyla elde edilen o kazançları birileri yolsuzluk diye değerlendirirse ne dersiniz?
Camianın yürüttüğü hizmetler için gerekli olan parayı temin için bütün bunları yapmak zorunda mıyız diyeceksiniz?
O zaman sormazlar mı: Sizin için hak olan bir şey, başkaları için niye yolsuzluk oluyor?
Bu ve benzeri sorulardan kaçamazsınız…
Camianın karalanması veya itibarsızlaştırılması hepimizi üzer.
O yüzden diyorum ki, çıkın açıklayın açık yüreklilikle…
Koç ailesiyle temasınızı "büyük patron" bilmesin istiyorsunuz ama bu ses kaydıyla herkes öğrenmiş oldu…
Gizliliğe ne gerek var…
Buyurun açıklayın da herkes bilsin…
Hepimiz bilelim ki sözümüzü ona göre söyleyelim…
http://www.aktuel.com.tr/Yazar/mehmet-metiner/2014/01/16/gulene-sorulmasi-gereken-sorular
 
Fethullah Gülen’e ben ne sorardım?
16/03/2014 - 20:21

Levent GÜLTEKİN
 
Fethullah Gülen’e ben ne sorardım?
Zaman gazetesi yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı Fethullah Gülen’le bir röportaj yapmış. Neler konuşuldu henüz bilmiyoruz. Fakat, Ekrem Dumanlı’nın Gülen’e olan yakınlığı ortada. Bu yakınlığın bazı önemli soruların sorulmasını engelleyeceğini düşünüyorum.
İnşallah yanılırım.
Röportajın duyurularını görünce, “acaba neler sorulmuştur” diye düşündüm.
Fethullah Gülen’le röportajı ben yapsaydım şu soruları sorardım.
Önce, kendimle ilgili özel bir soru:
• Fethullah bey, Türkiye’de sizin yetiştirdiğiniz insanlar, binlerce kişinin telefonlarını dinlemekteler. En azından, bu konuda yaygın iddialar var. Telefonu dinlenenlerden biri de benim. Beni niçin dinlediniz? Neyi merak ediyordunuz? Önünüze gelen dinleme kayıtlarında işinize yarar bir ifade mevcut mu?
Şimdi hepimizi ilgilendiren konularla alakalı sorularım:
 
• Fethullah Bey, yayınladığınız taziye mesajlarında Burak Can ve Ahmet Küçükdağ’ın Sünniliğine değinmezken, Berkin Elvan’ın Alevi kimliğine vurgu yaptınız. Neden?
 
• Taziye mesajınızda Burak Can ve Ahmet Küçükdağ’a rahmet dilediniz. Ama Aleviliğine vurgu yaptığınız Berkin Elvan’a rahmet dilemeyip sadece üzüntülerinizi belirttiniz. Niçin?
 
• Yolsuzluklara karşı çok hassas olduğunuzu gözlemliyoruz.  Aynı hassasiyeti Deniz Feneri davası için neden göstermediniz? Savcıların görevden alınmasına niçin ses çıkarmadınız?
 
• Cemaatinizin yayın organları son üç yıldır sistematik bir şekilde İran ve Şia aleyhtarlığı yapıyor. Mezhep savaşının bütün Ortadoğu’yu yakıp yıktığı bir dönemde Cemaat’in Şia karşıtlığının amacı ne?
Hıristiyanlara, Musevilere hoşgörü gösterip, diyalog kurdunuz. Olumlu bir hava yayıldı. Benzer hoşgörüyü Şia’ya neden göstermiyorsunuz?
 
• Emek verip büyüttüğünüz cemaatiniz, son zamanlarda ses ve seks kasetleriyle anılır oldu. Toplumun önemli bir kısmı, bu işleri cemaatinizin yaptığına inanıyor. Ahir ömrünüzde böyle algılanmak sizi düşündürmüyor mu?
 
Fethullah Bey, Türkiye’de insanlar sınav sorularını cemaatinizin çaldığına inanıyor. Gerçek olmasa bile, sizin öyle bir şey yapabileceğinize inanılmasını nasıl izah edeceksiniz? Bu algıyı değiştirmek için niye en küçük bir çaba göstermiyorsunuz?
 
• Devletin önemli kadrolarında yer alan mensuplarınız, bağış adı altında zorla kurban yardımı ve burs topluyor. Bunun dindeki yeri nedir? Zorla alınan bağış haram sayılmaz mı?
 
• Dine hizmet amacıyla yola koyuldunuz. Cemaatinizin zirveye çıktığı bir dönemde dinin imajı yerle bir oldu. Dine, dindarlara olan güven kayboldu. Buradaki zıtlığı neyle açıklıyorsunuz?
 
• Siz kazanıp büyürken, din ve dindarlık değer kaybetti. Sizce neden?
 
• Muta sempozyumu düzenliyorsunuz. Size yakın insanlar, sosyal medyada her gün birilerinin özel hayatıyla alakalı iddialar yayınlıyor. İnsanları kasetle tehdit ediyorlar. Özel hayata olan bu yoğun ilgi nereden kaynaklanıyor? İnsanların mahrem ilişkilerine müdahil olmak, bunu kavga malzemesi yapmak sizce de ayıp ve utanılacak bir davranış değil mi?
 
• Sık sık demokrasi, özgürlükler, çoğulcu toplum vurgusu yapıyorsunuz. Fakat sahibi olduğunuz NT mağazalarında yüzlerce yazarın kitaplarının satışı yasak. Bunu nasıl izah ediyorsunuz?
 
• Anladık ki Şefkat Tepe’nin senaryosunu siz yazıyorsunuz. Sizin gibi dünya görmüş, entelektüel, gönül ehli birine o senaryo ve düzey yakışır mı Allah aşkına?
 
• Peygamber efendimiz ile sık sık görüştüğünüz söyleniyor. Sakıncası yoksa bu görüşmeleri nerede gerçekleştirdiğinizi açıklar mısınız? Pensilvanya’da mı yoksa Medine’de mi?
 
• Ergenekon, Balyoz gibi davalarda ve son 17 Aralık operasyonu sürecinde benimsediğiniz tarz ve tutum gösterdi ki devlet işlerinde başarılı olamadınız.
 
• Siyasetten bütünüyle uzaklaşıp, yüzünüzü eskisi gibi topluma dönmeyi ve ülkeyi ferahlatmayı düşünüyor musunuz?

Cemaat ile alakalı daha birçok iddia var. Bunların hepsi doğru olmasa bile algı böyle.

Korkunç olansa, toplum, Cemaat’in bu kötülükleri yapabileceğine ihtimal veriyor.

Belki bu sorulara cevap gelmeyecek. Fakat, Gülen Cemaati bir özeleştiri yapmalı. Bu iddiaları açıklığa kavuşturmalı. Kendine yeni ve sağlıklı bir rota çizmeli. İnsanlara güven telkin edecek netliğe ve sadeliğe kavuşmalı.

Biliyorum sorular ağır. Ama kabul edin ki bu soruları ağır yapan ben değilim, Cemaat’in icraatları.

Twitter.com/acikcenk
 http://www.internethaber.com/fethullah-gulene-ben-ne-sorardim-15754y.htm
 
 
 

 
Gülen'e sorulmayan 10 soru

M. Fatih Gediman
KİMDİR?
MKÜ İnternet Gazeteciliği mezunu. 2004'te mesleğe başladı. Hür Haber Haber Müdürü

27.01.2014


Yeni haftaya Fethullah Gülen’in 16 yıl sonra ilk kez bir TV’ye verdiği röportajla başladık. Son adım ve çıkışlarıyla tebaasında büyük soru işaretleri oluşan ve ciddi bir kan kaybına uğrama riskini gören Gülen, bunun önüne geçmek için böyle bir karar aldı. Çünkü, Yunan mitolojisinden bir tanrı ismi seçtiği Herkül sitesi Samanyolu yayınlarıyla istediği gibi bir ‘Burdayım’ mesajı veremiyordu.

Hepimiz BBC’de bize dayatılmış bir röportaj izledik. Peki bu gerçekten bir gazetecinin röportaj koparabilme başarısı mı? Yoksa planlı hatta biraz daha paranoyaklaşacak olursak paralı bir röportaj mıydı?

Bence öyle olma ihtimali yüksek. Beni böyle düşünmeye iten şey ise bu röportajın, yukarıda da belirttiğim gibi dayatılmış olması yönüyle gündemi, iddiaları açıklayan değil, Gülen’in kendisini kabul ettirme anafikri üzerine bina edilmiş olması.

Muhabir arkadaşımızın belki de meslek hayatının en önemli fırsatlarından birini nasıl teptiğine değinmeden onu vicdanıyla başbaşa bırakalım ve “biz Gülen’le GERÇEK bir röportaj yapsaydık hangi soruları yöneltirdik?” buna bakalım.

İşte Gülen’e BBC’nin sormadığı ama toplumun öğrenme hakkı olan sorular:
1- Sayın Gülen “Referandumda hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve HSYK’nın değişmesi için ‘herkes EVET demeli’ dedim” diyorsunuz. Hiç yapmadığınız bu işi 2010'da HSYK’yı ele geçirmek için mi yaptınız?

2- Yıllar önce bir sohbette çekilmiş video kaydında “Avukat da kiralayacaksınız, Hakim de kiralayacaksınız. Önemli olan mahkum etmek. 1 verip 10 alacaksınız” diyorsunuz. Bugüne kadar hiç hakim kiraladınız mı? Kiraladıysanız kaç paradır bir hakim kirası? Bu yolla 10 aldığınız kişiler kimler?

3- Kürt sorunu konusunda samimi olduğunuzu söylüyorsunuz. Onca yetişmiş elemanınız var. Hareketiniz bunun üzerine kurulu zaten. EĞİTİM! Hareketinizin hazırladığı bir anayasa taslağı var mıdır? Var ise ilk 3 madde dahil bu sorunun çözümüne ilişkin düşünceleriniz neler?

4- Sizi arayıp “şu Ak Partili fuhuş yapacak” diyen kişi kim? Ve neden bu konularda siz aranıyorsunuz?

5- Size “Artistlere taş çıkartacak profesyonellikle ağlar. Rasulullah adına saçma sapan rüyalar uydurur” diyen Ali Bulaç ile sizi buluşturan gerçekler nedir?

6- Deniz Baykal’a kurulan kaset komplosunu herkesten önce kınayarak geçmiş olsun dilemenize binaen soruyorum. Numan Kurtulmuş’a atılan iftirayı kınadınız ya da kendisini arayıp üzüntülerinizi aktardınız mı?

7- Siz bir cemaat lideri iken kimseyle ilginiz, hiçbir olayla alakanız yok da neden her kahrolası işin içinden Akabe’nin hocası Mustafa İslamoğlu değil de, Neden Nureddin Yıldız değil de, neden Ahmet Denizolgun değil de sizin adınız çıkıyor?

8- Cemaatinize mensup arkadaşlar neden bir anda ve hep birlikte bizleri arayıp garip ve dolambaçlı dualar ederek “hadi amin diyelim” gibi işlerin içerisine girdi? Bunun bir emirle olma ihtimali var mı?

9- Kötü ama sizinle de ilişkilendirilen bir yöntemle çıkan ses kayıtlarında geçen ananas nedir?

10- Rafineriyi kime verelim?

http://www.hurhaber.com/m-fatih-gediman/gulen-e-sorulmayan-10-soru/yazi-16063

GÜLEN'İN YENİ OYUNU

 
YILLARDIR HATIRLAMADIKLARI KIYMETLİ İLİM VE DİN ADAMLARINI BİRDEN BİRE YILDÖNÜMLERİ FALANDA OLMADIĞI HALDE HATIRLAMAYA BAŞLAYIP,SANKİ YILDÖNÜMÜ GİBİ BİRDE  HABER YAPIYORLAR.
 

ŞEFİK CAN VEFAT TARİHİ 24 Ocak 2005
 
9 YIL SONRA HATIRLAYIP HABER YAPTIKLARI GÜN  19 Mart 2014
 
BUNA NE DENİR BİLEMİYORUM ''MERHUM KULLANICILARI'' DİYEYLİM

Sefik can.jpg

Doğum22 Haziran 1909(1909-06-22)
Erzurum
Ölüm24 Ocak 2005 (95 yaşında)
İstanbul
MilliyetTürk
MeslekEmekli albay, Edebiyat öğretmeni

 

Fatih Üniversitesi Kütüphane Daire Başkanı Levent Karaduman, Şefik Can’a (üstte) 90 yaşından itibaren yedi sene yardımcılık yapan Hayat Nur Artıran’a (sağda) program sonunda pla- ket verdi.
                             

















 

 
19 Mart 2014
 
Son Mesnevîhan Şefik Can,vefatının dokuzuncu yılında Fatih Üniversitesi'nde dün düzenlenen törenle anıldı.


HABER KAYNAĞI ZAMAN LİNKİ

http://www.zaman.com.tr/kultur_sefik-can-fatih-universitesinde-anildi_2205728.html















Bir dinin iki mabedi olmaz!..


MEHMET ÖZMEN / İSTANBUL -
18 Mart 2014
Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü ve Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, bir insanın “La ilahe illallah” demesinin cennete gitmesi için asla yeterli olmadığını belirterek, “Cennete girmenin anahtarı kimsenin elinde değil. Cennete girmenin şartını Allah belirlemiştir. Bu da imanın altı şartını yerine getirmekle mümkündür. Bir insan La ilahe illallah diyebilir ama Muhammedün Resullullah demedikçe cennete giremez” dedi.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Akgündüz, Cemaat’in Cumhuriyet Halk Partisi’ni desteklemelerini hayretle seyrettiğini hatırlatarak, “Bugün bir tüccarla karşılaştım. Şunları söyledi; ‘Biliyorum ki Mustafa Sarıgül İstanbul’a hiç layık olmayan bir adam. Ama talimat geldi, ona oy vereceğim’ Bunun İslami bir endişe olduğuna hiç katılmıyorum” diye konuştu. Alevi İslam Diyanet İşleri Başkanlığı tartışmaları ile ilgili olarak ise Akgündüz, “Bir dinin iki mabedi olmaz” cevabını verdi.

Prof. Dr. Akgündüz’le sohbetimiz şöyle:

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi hususunda Fener Rum Patriği Bartholomeos’un; “Hıristiyan dünyası mezhep farkı tanımaksızın yekvücut olup tepkisini ortaya koyacaktır” şeklindeki açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bu Fener Rum Patriği tarihi bilmiyor. İslam’ı hiç bilmiyor. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u 1453’te kılıç gücüyle fethetmiştir. Ama, daha sonradan barışla fethetmiş gibi muamele etmiştir gayrimüslimlere. İslam hukukuna göre bir memleket kılıç gücüyle fethedildiyse o memleketteki bütün kiliseler, havralar devlet başkanı tarafından camiye çevrilebilir veya yıkılabilir. Osmanlı bunu pek kullanmamıştır. Sadece 17 kilise ve havra camiye çevrilmiştir. İşte bunlardan biri de Ayasofya’dır. Ayasofya’nın bir diğer adı da bundan dolayı “Fethiyye Mescidi”dir.
Bir hadiseden bahsetmek isterim.

- Tabi ki buyurun…

- Şöyle ki; Bediüzzaman Hazretleri Ayasofya’nın camiye çevrilme hadisesini Mustafa Kemal ile 1923 yılında tartışmıştır. Yani Mustafa Kemal’in, Ayasofya’yı kiliseye veya müzeye çevirme düşüncesi 1923 yılından beri vardır. Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “Ayasofya’yı puthaneye çevirme düşüncesi.”

Ayasofya ile bir diğer önemli husus şudur ki;  Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya vakfiyesinin en az iki sayfasında Ayasofya’yı amacının dışında kullananlara lanet etmiştir. Dolayısıyla müzeye çevrildikten sonra lanete vesile olan bir iş yapılmıştır ve bu lanetten kurtulunmalıdır.
- Bediüzaman Hazretlerinin bazı eserlerinde CHP ve MHP ile ilgili bir takım düşünceleri mevcut. Bunu biraz açar mısınız?

- Üstad hazretleri Emirdağ Lahikası ikinci ciltte açık bir ifade kullanmıştır. Öncelikle İslam Demokrat Partisi’ni değerlendirmiştir. Demiştir ki; bu memlekette yüzde 60, yüzde 70 dindar olmadıkça dindar bir parti kurulmamalıdır. Kurulursa dini siyasete alet etmek gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalınır. Bu önemli bir ikazdır. Çünkü siyaseti dine alet etmek gerekir. Bir diğer tespiti ise Halk Partisi ile alakalıdır. Bu milletin Halk Partisi’ni kendi iradesiyle asla iktidara getirmeyeceğini söylemiştir. Eğer Halk Partisi iktidara gelirse zındıka cereyanı hâkim olacaktır, demiştir. MHP yerine o dönem Millet Partisi vardır. Onlar hakkındaki tespiti ise şöyledir; eğer ırkçı manasındaki ekip gelirse bunu şiddetle reddediyoruz. Ama, dindar milliyetçilerden oluşan bir Millet Partisi gelirse o zaman şöyle bir tehlike var: Bu vatanın tam manasıyla üçte biri Türküm diyebilir. Geriye kalanını farklı kesimler oluşturur. Böyle bir iktidar hâkim olursa bu büyük kitleyi rahatsız edecek bir hava oluşur. Böyle bir ekibin gelip de olumsuz bir hava yaratmasındansa Demokrat Parti’ye katılmalarını tavsiye etmiştir.

HALK PARTİSİ’Nİ DESTEKLEMELERİNİ HAYRETLE VE AĞLAYARAK SEYREDİYORUM

- Bediüzaman Hazretleri’nin CHP ve MHP ile kanaatleri ortadır. Ama bugün onun yolundan gittiğini söyleyenler bu düşünce tarzlarına sempati duyduklarını hatta oy vereceklerini söylemektedirler. Bunu bir çelişki olarak değerlendirebilir miyiz?

- Tam manasıyla bir çelişki. Bunda hiç şüphe yok. Halk Partisi’ni desteklemelerini hayretle ve ağlayarak seyrediyorum. Bugün bir tüccarla karşılaştım. Şunları söyledi; ‘Biliyorum ki Mustafa Sarıgül İstanbul’a hiç layık olmayan bir adam. Ama talimat geldi, ona oy vereceğim’ Bunun İslami bir endişe olduğuna hiç katılmıyorum.

- Fethullah Gülen yabancı bir gazeteye verdiği röportajda hiçbir siyasi partiyi desteklemediğini bundan sonra da desteklemeyeceğini söyledi. Ama cemaat tabanına baktığımızda farklı partilere kanalize olma durumu söz konusu...

- Bu konuda öncelikle şunu söylemeliyim ki; Bediüzzaman ile Fethullah Gülen asla kıyaslanmamalıdır. Bu bir kıyas-ı maal-fârıkdır. Bediüzzaman asrın müceddidi olan bir allemedir. Gülen ise, Said Nursi’den istifade ettiğini söyleyen bir âlim. Hocaefendi’nin görüşleri kendi cemaatini ilgilendirir. Asla Nur cemaatini ilgilendirmez. Gördüğüm kadarıyla Nur Cemaati’nin yüzde 90’ı Başbakan’ın yaptığı icraatlarını takdir ediyor. Fakat cemaat hiçbir partiyi destekleyen bir bağlayıcı bir karar almaz. Genel bir kamuoyu yoklaması yapar. Ehl-i imanın meyli neredeyse ona oyunu verir.

Bu şu anda AK Parti’dir. Ama daha sonra elbette değişebilir. Gülen’in dershane mevzusundan sonraki konuşmalarını hatalı ve hissi olarak değerlendiriyorum.

- Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda devletin dine bakışıyla bugünkü devletin dine bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Meclisin kurulduğu günden beri Selamet-i Vataniye adı altında bir zındıka cereyanı ortaya çıkmıştır ve bütün manevi tahribatları bunlar yapmıştır. Maalesef cumhuriyeti bir laâdînî bir cumhuriyet olarak görmüşlerdir.  Bu düşüncenin başında Ziya Gökalp, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak gibi isimler vardır. Ve bu tahribat, 1952’ye kadar devam etmiştir. Sonra da sürmüştür. Bana göre Özal hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti dini ile barışmıştır. Öncesinde kısmen Menderes ile de barışmıştır. Ama Özal’ın mirasını tam gerçekleştiren şahsiyet Tayyip Erdoğan olmuştur. Bugün hizmete en çok desteği veren kişinin Tayyip Erdoğan olduğunu en iyi bilenlerden biriyim.

CEMEVİ ANCAK DERGAH OLUR

- Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanında bir de Alevi-İslam Diyanet İşleri Başkanlığı kurulması bazı kesimler tarafından öneriler sunuluyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bir dinin iki mabedi ve Diyanet İşleri Başkanlığı olmaz. Eğer bir Sünni veya Alevi; Allah’ı, Peygamberi ve Kur’an’ı kabul ediyorsa o Müslümandır. Eğer aksi bir durum varsa ister Sünni, ister Alevi olsun Müslüman kabul edilemez. Dolayısıyla Aleviler de Müslümandır ve böyle bir şeyin Türkiye’de ihtilafı körükleyeceği kanaatindeyim. Bu yüzden Cemevi’nin asla mabed olamayacağını ancak bir dergâh olarak kabul edilebileceğini düşünüyorum.
Yeni Akit
 

‘Gülen ile hedefimiz aynı’

Her dönemde Türkiye’nin içten içe altını oyan faaliyetleriyle gündeme gelen İshak Alaton, Fetullah Gülen ve Yahudi ortaklığını anlatmak için “Hedefler aynı” diyor.
 
‘Gülen ile hedefimiz aynı’20 Mart 2014
İSKENDER ÖZEL/İSTANBUL - Yahudi kimliğiyle tanınan ve her dönemde Türkiye’nin içten içe altını oyan faaliyetleriyle gündeme gelen İshak Alaton, 2012 yılındaki bir röportajında Yahudiler ve Fetullah Gülen hareketi için “Hedefler aynı” diyor.

Fetullah Gülen’e ait fgulen.com sitesinde yer alan röportajda İshak Alaton, “Peki Yahudilerin, cemaatin eğitim faaliyetlerine bakışı nasıl?” şeklindeki soruya “Wall Street Journal’da Hizmet aleyhine bir aptal yazı çıktı. Amerika’daki Yahudi lobisinin en önde gelen isimlerinden birini buldum Alon Ben Meir. Türkiye’ye çok gider gelir, ona rica ettim. Yazıyı yazanı yazısının yanlışlığı konusunda ikna etti. O da bir yazı daha yazdı bir hafta sonra. ‘Ben hata etmişim’ dedi. Yani Amerika’daki o problemi de Yahudi lobisi halletti. Neden? Çünkü hedefler aynı” cevabını veriyor.

RUSYA’DAKİ OKULU ALATON PARASIZ VERMİŞ

Fetullah Gülen’in okullarının kendisini heyecanlandırdığını söyleyen İshak Alaton, Moskova’daki Gülen okullarının arazisini ise kendilerinin temin ettiğini söylüyor:

“Hizmet Hareketi’nin beni en çok heyecanlandıran yönü yurtdışındaki okullardır. Yalnız Amerika’da 200’e yakın okul var, Güney Afrika’daki okulları gördüm. Moskova’daki okulun arsasını biz temin ettik, belediyeden parasız aldık, verdik. Okul inşa edildi ve çalışıyor. Dünyanın 4 tarafında okullarda bugün yüz binlerce öğrenci var. Diplomat çocukları… O okullar, bulundukları ülkelerin en iyi okulları.”

ALATON’UN SEVGİSİ KARŞILIKSIZ DEĞİL

İshak Alaton’un kalbindeki Fetullah Gülen sevgisi karşılıksız değil! Çünkü Gülen, pek çok sohbet ve röportajında İsrail’i temize çıkaran demeçler verdi. Mavi Marmara olayında, Siyonist İsrail oluşumu tarafından 9 Türk’ün katledilmesini görmezden gelen Gülen, “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” demişti.

Kudüs’ten Gazze’ye kadar bütün bir Filistin topraklarında Müslümanlara karşı zulmünü yoğunlaştıran İsrail’e karşı adeta sus-pus olan Gülen, Filistinlilerin saldırısında ölen Siyonistlerin çocukları için ise, “Bombardımanda öldürülen İsrailli çocuklar için de ağladım” demişti.
Öte yandan cemaatin İsrail ile sayısız işbirliği arasından son olarak cemaate ait Raindrop Türk Evi, İsrail’deki orman yangını için 25.000 dolarlık bağış toplamış, Cemaat yetkilileri de topladıkları bağışı İsrail Başkonsolosu Meir Shlomo’ya teslim etmişti.
Yeni Akit

Paralelcilerin çöplüğe çevirdiği Twitter'da temizlik zamanı

Dersane sürecinden bu yana Gülen örgütü mensuplarının 'paralel hesap' çöplüğüne çevirdiği Twitter yönetimi, artan şikâyetler üzerine robot hesap temizliği başlattı.
 
Paralelcilerin çöplüğe çevirdiği Twitter'da temizlik zamanı20 Mart 2014
Yerel seçimler öncesinde sosyal medyada siyasi amaçlı binlerce 'robot hesap' (gerçekçi görünen sahte hesap) oluşturulduğu iddiası üzerine Twitter harekete geçti.

Paralel örgütün manipülasyon aracı olarak kullandığı sahte hesaplar, 'ihbar' şartı olmaksızın Twitter tarafından silinmeye başlandı.

Twitter'ın 'kullanıcı hizmetleri' ekibi, artan şikayetler üzerine konuyu geçen hafta incelemeye almıştı.

Paralel emniyetçi Ramazan Akyürek'i ilk CHP deşifre etmiş

CHP'nin Fethullah Gülen'in devlet kurumları içindeki yapılanmasıyla ilgili iddiaları Meclis kayıtlarına geçiren ilk parti olduğu ortaya çıktı. 2007 yılında, Emniyet İstihbarat eski Daire Başkanı Ramazan Akyürek'le ilgili verilen önergede yer alan iddialar yeniden gündeme geldi
 
Paralel emniyetçi Ramazan Akyürek'i ilk CHP deşifre etmiş20 Mart 2014
İsmi geçmişte Hrant Dink cinayetindeki ihmalleriyle sık sık gündeme gelen ve geçtiğimiz günlerde açığa alınan Akyürek'in devlet içinde paralel bir yapılanma içinde olduğu vurgusunu CHP, 2007 yılında Meclis'te verdiği soruşturma önergesinde kayda geçirdi.

Yeni Şafak'ın haberine göre Şubat 2007 tarihli önergede CHP'nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal ile 60 milletvekilinin imzaları bulunuyor.

Hrant Dink, Rahip Santoro cinayeti, Cumhuriyet Gazetesi'ne yapılan saldırılar ve İsmailağa Camii'nde yaşanan cinayet gibi olaylarla ilgili ihmal iddialarının dile getirildiği CHP önergesi bu anlamda bir ilk olarak biliniyor.

DENİZ BAYKAL'IN DA İMZASI VAR

İşte altında dönemin CHP lideri Deniz Baykal dahil 60 vekilin imzası bulunan önergedeki iddialar:

- Hrant Dink cinayeti öncesinde Trabzon Emniyet Müdürü olarak, cinayet tarihinde ise Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı olarak görev yapan Ramazan Akyürek, 2003 yılına ait kıdem listesinde 281. sırada olduğu halde 81 kişilik 1. sınıf emniyet müdürleri listesine terfi ettirildi.

- Hrant Dink cinayetinde, Trabzon Emniyeti'nin, muhbirden aldığı bilgileri İstanbul'a 17 kez ulaştırdığı sabittir. Bu bilgiler, olay öncesinde Trabzon Emniyet Müdürü olan, olay tarihinde ise İstihbarat Daire Başkanı olan Ramazan Akyürek'in de bilgisindedir. Öyle ki, bu bilgilere göre; hem saldırıyı yapacaklar bellidir ve hem de hedef alınan kişi bellidir. Ramazan Akyürek'in F Tipi yapılanma içinde olduğu ve özel bir himayeye mazhar olduğu; hem sicil dosyasıyla ve hem de Hrant Dink cinayetinin işleyişi süreciyle anlaşılmaktadır. Akyürek'in bu özel konumu sebebiyle ödüllendirilip Emniyet İstihbarat Dairesi'nin başkanı olmasından 1 ay kadar sonra Danıştay saldırısı gerçekleşmiştir.

- Emniyet'te kişisel ilişkiler ve cemaat dayanışması içinde kadrolaşmak amacıyla yapılan sistemli bir çalışma sözkonusudur.

- Emniyet içinde kadrocu cemaat yapılanmasına bir kod adı verildi. Emniyet örgütü içinde bu kod adı ile anılan gizli bir kadrolaşma süreci yaygın bir hal aldı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün merkez teşkilatı, İstanbul, Ankara, İzmir ile tüm Polis Okulları, Polis Koleji ve Akademisinin bu kadroların elinde bulunduğu yolunda ciddi bulgular sözkonusu.

- Bu kadrolaşmanın doğal sonucu olarak da, her türlü araştırma ve soruşturma girişiminde bu kadrolar, tedbir almakta veya aldırmaktadırlar. Adeta resmi üniforma giymiş yasa dışı ve kısmi bir örgütlenme söz konusu. Delil toplama ve soruşturma süreçlerine müdahalede bulunulmakta ve yönlendirme yapılmakta.

- Sözü edilen yapılanma sonucunda doğmuş olan tahribat çok ağır. Kurumun arşivi ve istihbaratı yok edilmekte.
http://www.yeniakit.com.tr/haber/paralel-emniyetci-ramazan-akyureki-ilk-chp-desifre-etmis-13565.html
TRT'den paralel savcıya büyük kıyak!
TRT'den paralel savcıya büyük kıyak!
19 Mart 2014
 
 
 
Sözde Selam Terör Örgütü iddialarıyla binlerce kişiyi dinleyen Savcı Adnan Çimen'in akrabaları, TRT'deki paralelciler tarafından sınavsız olarak işe alındı.

Sözde Selam Terör Örgütü dosyası üzerinden yaklaşık 7 bin kişiyi hukuksuz olarak dinlettiği ortaya çıkan Savcı Adnan Çimen'le ilgili ortaya atılan bir iddia gündemi değiştirecek.

Paralel yapının TRT'deki önemli temsilcilerinden olan personelden sorumlu genel müdür yardımcısının talimatıyla, Çimen'in dört akrabasının TRT Genel Müdürlüğü bünyesindeki tesislerin güvenliğinden sorumlu özel güvenlik firmasına işe sokulduğu ortaya çıktı.

Özel güvenlik sıfatıyla çalışmaya başlayan Çimen'in akrabaları Z.K, M.Ç, S.Ç ve S.Ö'nün sınavsız olarak işe alındığı iddiaları, skandalın boyutunu arttırdı.

Sözde Selam Terör Örgütü dosyası üzerinden binlerce kişiyi dinleten Savcı Adnan Çimen'in akrabalarının TRT de işe alınmaları talimatını veren genel müdür yardımcısının, TRT'deki paralel yapının kadrolaşmasında büyük rol oynadığı ve bu tutumuyla da TRT Genel Müdür İbrahim Şahin'i Başbakanlık nezdinde zor durumda bıraktığı iddia edildi.

Haber 10
Bank Asya CHP için oy alıyor iddiası!

Bank Asya CHP için oy alıyor iddiası!
20 Mart 2014
 
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Bank Asya'nın seçimler için CHP'ye çalıştığını ileri sürdü.


Paralel yapıyla ilişkisi olduğu öne sürülen ve sosyal medyaya yüklenen bazı tapelerde Fethullah Gülen’e yakın isimlerin vadesiz para topladığı Bank Asya ile ilgili ilginç bir iddia daha ortaya atıldı.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu şunları kaydetti: “Türkiye’nin egemenliğine kast edilmiştir. Bugün siz Bank Asya’da, genel müdürlerinize, müdürlerinize talimat vereceksiniz, her müdür 100 oy CHP’ye alacak. Her çalışan 10 oy CHP’ye alacak. Bankalar ne zamandan beri siyasi partilerin merkezi haline geldi? Dershaneler ne zamandan beri siyasi partilerin merkezi haline geldi? Bu işleri kabul etmemiz mümkün mü? Bütün her tarafımız buna karşı çıkar. Türkiye’de demokrasi zengini bir irade varsa, hukukun üstünlüğü varsa devletten parsel isteyeceksiniz, yargıdan, devletten parsel isteyeceksiniz Anayasa Mahkemesi’nden, devletten parsel isteyeceksiniz eğitimden, maliyeden. Sonra ne olacak. Sonra hükümetin üzerine atmaya çalışacaksınız.”
http://haber10.com/haber/484619/#.UyuHelo5nDc
Zaman'ın iddiasına tokat gibi cevap!
Zaman'ın iddiasına tokat gibi cevap!
20 Mart 2014

97 STK’nın ortak imzasıyla yayınlanan ‘Milli İrade’ bildirisine zorla imzalatılmış iddiasında bulunan Zaman’a Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu bunu iddia edenler açık bir iftiranın odağıdır dedi.

Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Kanal A’da Mehmet Toprak’ın sunduğu “Sınır İhlali” programına konuk oldu. Programda Başkan Gündoğdu, Çözüm Süreci, Milli İrade Bildirisi, Ergenekon tahliyeleri, illegal dinlemeler, Gezi olayları ve 17 Aralık Küresel operasyonunu değerlendirdi.
97 sivil toplum kuruluşunun imzasıyla yayınlanan ‘Milli İrade’ bildirisine zorla imzalatılmış diyen Paralel örgütün gazetesi Zaman’a Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu “Memur-Sen’e yönelik bir baskıdan ya da söz konusu bildiriyi baskı sonucu imzaladığımızdan bahsedenler açık bir iftiranın odağıdır”dedi.
MİLLİ İRADE BİLDİRİSİ YÜZDE 100 MEMUR-SEN'E AİTTİR
İçeriğinde konfederasyonumuzun isminin geçtiği, ana temasının 5 Aralık 2013 tarihinde ulusal düzeyde yayın yapan gazetelerde yer alan “Bin yıl sürecek denmişti…” başlıklı “Milli İrade” bildirisinin hazırlanış ve yayınlanış sürecinin oluşturduğu ses kayıtlarıyla ilgili olarak ise Başkan Gündoğdu, “Milli irade bildirisi yüzde 100 Memur-Sen'e aittir. Her türlü baskı ve vesayete karşıyız. Bu anlamda Memur-Sen’e yönelik bir baskıdan ya da söz konusu bildiriyi baskı sonucu imzaladığımızdan bahsedenler açık bir iftiranın odağıdır. “Milli İrade” bildirisi Konfederasyonumuz tarafından yönetim kurulunca değerlendirilmiş, sonrasında Başkanlar Kuruluna sunularak görüşler alınmıştır. Bu çerçevede hedefiyle ilgili eleştiri yapmaksızın bildiri taslağında tercih edilen, anlatım ve üsluba ilişkin öneriler bildirinin hazırlanış ve yayınlanmasında koordinasyonu yürüten STK’ların yöneticileriyle paylaşılmıştır. Memur-Sen bütün çalışmalarında olduğu gibi söz konusu bildirinin imzalanmasında da kurumsal ortak akılla hareket etmiştir” diye konuştu.

Çözüm Süreci Silah Baronlarını Rahatsız Etti
Canlı yayında konuşan Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Çözüm süreci kapsamında 37 ile ziyarete gittim. Milletin demokratikleşme özlemini yerinde gördüm. Millet Çanakkale ruhuna helal getirmeden bu soruna çözüm getirilmesini istiyordu. Milletin yüzde 95’i de taleplerde bulunuyor ve eleştiri getirenler olsa da süreci destekliyorlardı. Devletin ötekileri ile toplumun ötekileri artık beriki olmak istiyordu. Devletin ötekileri kimlerdi başörtülüler, Aleviler, Romanlar, Kürtler… Artık ötekiler beriki olmak istiyorlar. Gittiğimiz hemen hemen her yerde Kürtler, “Cumhurbaşkanı bile olduk ama Kürt olamadık” dediler. Aleviler, Alevi olduğumuzu gizlemek durumunda kaldıkları gibi yaşayamadıklarını söylediler. Başörtülüler, “Cumhurbaşkanı eşi olduk ama birey olamadık” dediler. Ama demokratikleşme paketiyle durum değişti. Taleplerin büyük kısmı karşılandı. İşte bu birilerini rahatsız etti. 17 aydır şehit haberi gelmiyor. Çözüm süreci siyonistleri, ırkçıları, silah baronlarını rahatsız etti. Kendi sorunlarını çözen bir Türkiye istemiyorlar. İşte gezi olayları ve 17 Aralık küresel operasyonu bunun göstergesidir. Küresel operasyonun hedefi Türkiye. Oyunun farkındayız. Oyun bozan sendikayız. Israrla söylüyoruz; yolsuzluk iddialarının üstüne gidilsin, paralel devlet de deşifre edilsin” dedi.
HEDEF TÜRKİYE
Tutukluluk süresini 5 yıla indiren düzenleme sonrası gelen tahliyeleri ve 13. Ağır Ceza Mahkemesinin tutumunu da değerlendiren Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “Unutulmamalıdır ki 13. Ağır Ceza Mahkemesi 7 ayı aşkın bir süredir gerekçeli kararı yazmamıştır. 7 aydır gerekçeli kararı yazamayan mahkeme, Meclis’in yasama yetkisiyle özel yetkili mahkemeleri sona erdirmesi ve Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla bitmiştir, mülgadır. 7 ayda gerekçeli kararı yazamıyor Anayasa Mahkemesi’ne müracaattan bahsediyor. Bu olay dahil son süreçte yaşadığımız tüm olayların ortak bir senaryonun parçaları olduğunu düşünüyorum. Küresel oyun dediğim tam da budur. Türkiye içeriden ve dışarıdan eş zamanlı hedef alınıyor. Gezi, 17 Aralık ve yargı… Büyük Türkiye ideali rahatsız ediyor. Dolayısıyla, burada bir hesap var. Hesapları Türkiye ile… Bunun özelde ise hedefi Başbakan Erdoğan’dır. Başbakanın hedef alınması da İsrail’i kızdırmasıdır, Amerika’yı kızdırmasıdır, “one minute” demesidir. Mavi Marmara Şehitlerimiz ile terör devleti İsrail’in ilk kez karizması çizilmiş, özür dilemek zorunda kalmıştır. Türkiye ayrıca tüm mazlumların yanında yer alan bir dış politika benimsemiştir. Rahatsızlık bunlardan dolayıdır” dedi.
KEŞKE İYİ DİNLESELERDİ
Canlı yayında hukuksuz dinlemelere sert tepki gösteren Başkan Gündoğdu, “Selam Örgütü” bahanesi ile dinlenen binlerce kişi içerisinde kendisinin de olduğunu hatırlatarak, “Yedi bin kişiyi dinlemek nasıl izah edilir. Şimdi beni arayıp bana diyorlar ki, “Başkanım, 7 bin kişinin içerisindeniz, sizi dinlemişler.” Olamaz diyorum. Beni dinlemiş olsalardı İsrail Devletine terörist devlet dediğimi duyarlardı, Şehit Esma’nın bizim şehidimiz olduğunu duyarlardı. Şehit Furkan bizim üyemizin oğlu, benim şehidim, buna sahip çıktığımı bilirlerdi. Hayır, bizi dinlemek yerine Allah’ı dinleselerdi bu medeniyetin anne ve babasının odasına izinsiz girmeyi yasakladığını görürlerdi” şeklinde konuştu.
ACILAR ÜZERİNDEN GERİLİM ÜRETİLMESİN
Berkin Elvan'ın cenazesi sonrası yaşanan olaylar hakkında ise Başkan Gündoğdu şunları söyledi: “Vatandaşların, kurallar içerisinde, yakmadan, yıkmadan ve suistimal etmeden demokratik taleplerini meşru yollardan dile getirmeleri en tabii haklarıdır. Ancak huzura ve istikrara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu şu günlerde gösterilerin, marjinal gruplar tarafından farklı mecralara çekilmek istendiği aşikardır. Berkin de Burak da bizim canlarımız. Acılarımız yeni acıların gerekçesi yapılmamalıdır. İllegal gruplar tarafından atılan molotof ile otobüste diri diri yanarak hayatını kaybeden 17 yaşındaki Serap Eser'in cenazesinde aynı duyarlılığı sergilemeyen hatta acılar üzerinden gerilim üretmek isteyenlerin sahneye koyduğu oyunların farkında olduğumuzun da herkes tarafından bilinmesini istiyoruz.”
http://haber10.com/haber/484603/#.UyuG6Vo5nDc
Gül'ün uçağındaki darbesever ve paraleller!
20 Mart 2014


Gül'ün uçağındaki darbesever ve paraleller!
 

Cumhurbaşkanı Gül’ün Danimarka ziyaretine aldığı isimler dikkat çekti.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Danimarka temaslarında Habertürk’ten Yavuz Semerci, Taraf gazetesinden Semih İdiz, Milliyet gazetesi yayın yönetmeni Fikret Bila, Hürriyet’ten Enis Berberoğlu, Türkiye gazetesi yayın yönetmeni İsmail Kapan, Star’dan Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak yazarı Süleyman Gündüz, Bugün yazarı Gülay Göktürk ve İnternethaber’den Levent Gültekin yer aldı. Zaman ve Sabah gazetelerinden ise ziyarete katılım olmaması dikkat çekti.

Erdoğan’a saldıran manipülasyoncu!
Adı borsa manipülasyonu iddialarıyla gündeme gelen ve 17 Aralık darbesi sonrası ilgili paralel yapı ile birlikte hareket ederek “Erdoğan yok hükmünde” şeklinde manşet atan Habertürk yazarı Yavuz Semerci’nin Cumhurbaşkanının gezisinde olması dikkat çekti. Semerci’nin borsa manipülasyonları dosyası paralel yapı tarafından şantaj yapılan Semerci aynı zamanda dış politika değil ekonomi yazarı.

Mısır’daki darbe ve katliamı öven gazeteci!
Gül’ün uçağına binen gazetecilerden birisi de askere yakın olarak bilinen Ankara gazetecilerinden Milliyet Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Fikret Bila. Mısır’da darbecilerin katliamlarını şartlar gereği olduğunu ve Mübarek’in Mursi’den demokrat olduğunu iddia eden Taraf’ın dış politika yazarı Semih İdiz’in ziyarete davet edilmesi dikkat çekti.

Zaman muhabiri: Hizmet dini bir grup
Ziyarete davet edilmeyen gazetelerden Zaman’ın muhabiri Hasan Cücük’ün, Cumhurbaşkanı Gül’ün Danimarka Başbakanı ile görüşmesinde sorduğu soru ise itiraf niteliğindeydi. Cücük, Gül’e sorduğu soruda Gülen grubunu dini bir grup olduğunu söyledi. Gülen grubu kendisini bugüne kadar gönüllüler hareketi ve sivil toplum olarak niteliyordu. Başbakan Erdoğan’ın bu hareketin artık kriminalize olmuş bir örgüt olduğunu vurgulamasının ardından Gülen grubu kendisini ilk defa dini bir hizip olarak tanımladı.
Haber 10Haber 10
Bu haber 4,128 kez okundu
Gezi'de TAV-paralel işbirliği!
20 Mart 2014


Gezi olaylarında TAV Havalimanları Holding AŞ'nin kendi personelini eylemlere katılmak için teşvik ettiği ve havaalanından sorumlu emniyet müdür yardımcısı bu olaya göz yumduğu ortaya çıktı.

Gülen grubuna yakınlığıyla bilinen ve Gezi döneminde Atatürk Havalimanı Emniyet Şube Müdürü olarak görev yapan R.T'nin bu durumla ilgisi bilgisi olmasına rağmen göz yumduğu iddia edildi.

GEZİYE GİDENE ÜCRETLİ İZİN
Türkiye'nin dev projelerini hedef alan Gezi olayları esnasında havalimanı işletmecisi TAV ve iştiraki olan havalimanlarındaki ATU Duty Free-shop personelini ücretli izne çıkarıp, olaylara destek için servislerle Taksim'e taşındıkları ortaya çıktı.

SURİYELİLERE: SİZLER TAYYİP'İN ESERİSİNİZ!
Havalimanında yaşanan bu skandalın ardından ortaya atılan bir başka iddia ise, paralelcilerin Hükümet'i zor durumda bırakmak için kurdukları oyunu gözler önüne seriyor. Evsiz Suriyeli sığınmacıları ve göçmenleri dışarı attırarak, "Sizler Tayyip'in eserisiniz." diye hakaret edildiği tespit edildi.

3. HAVALİMANI'NIN İNTİKAMI MI?
Ayrıca 3. havalimanı ihalesinde 78'inci turda ihaleden çekilen TAV Havalimanları Holding AŞ'nin, bu projeyi kaybettikleri için böyle bir tavır sergilemiş olabileceği iddia edildi.
'Paralel din'den 'dine karşı din'e: paralel yapı
 
Ejder Okumuş
Ejder Okumuş
 

Sosyolojik anlamda paralel din, kitabî dine karşı folk dinini (halk dini) veya ana dinî bünye içinde ortaya çıkıp ana dinî bünyeye paralel olarak konumlanan dinî yapılanmayı; dine karşı din ise doğru dine karşı çıkarılan tahrif edilmiş dini, doğru dini istismar ederek insanları ezen, zayıflatan, uyuşturan ve halka zulmedenlerin istismar ve zulümlerini meşrulaştıran dini ifade etmektedir. Bu yazıda dine karşı dinden maksat, sosyolojik düzlemde dinin bazı mensuplarının başka bazı mensuplarına karşı konumlanması, bir anlamda dindarlara karşı dindarlardır. Tarihte ve günümüzde buna birçok örnek getirilebilir. Tarihte birçok din, tarikat, hareket, paralel din ve dine karşı din konumundadır. Günümüzde ise küresel aktör ve kurumların projelendirdiği ılımlı İslam, Avrupa İslam'ı, Amerikan İslam'ı, Türk İslam'ı gibi paralel İslamların, daha doğru bir ifadeyle paralel İslam'ın ötesine geçip İslam'a karşı İslam haline gelen dinî doktrin, pratik veya hareketlerin ve bu İslam'a karşı İslam'a uygun olarak faaliyet gösteren bir takım dinî akım ve hareketlerin varlığı bilinmektedir. 17 Aralık 2013 tarihiyle başlayan küresel mesiyanik darbe girişimleri sürecine bir de paralel din ve dine karşı din açısından bakmak faydalı olabilir.

PARALEL DİN: DİNE KARŞI DİNİN ZEMİNİ
Anlaşıldığı kadarıyla darbe teşebbüsünde, din temelli bir paralel yapı veya paralel din ve dolayısıyla bir tür dine karşı din önemli bir görev üstlenmektedir. Öteden beri kendini merkeze alan; İslam'ı en iyi kendisinin temsil ettiğine inanan ve bunu özellikle insanlarla yerel ve küresel düzlemde geliştirdikleri ilişki biçimiyle de gösteren; kendini fırka-i nâciye, yani kurtuluş fırkası olarak gören, halk dini ve dindarlığının bazı karakteristik özelliklerine sahip olan bir dinî grup, cemaat, hareket veya tarikat, sosyolojik anlamda hem ana bünye Müslümanlarının, hem de herhangi bir dinî grubun yanında bir tür paralel din veya paralel dinî yapı konumundadır. Paralel din olarak faaliyet gösteren dinî hareket, gerek dinin namaz, oruç, başörtüsü, kardeşlik gibi çok temel denilebilecek farizalarına dair farklı yorum ve uygulamalar getirmek, gerekse küresel ölçekte diğer İslamî gruplara karşı oldukça mesafeli bir duruş sergileyip tersine Müslüman olmayanlarla, kilise ve havra gibi İslamî olmayan dinî kuruluş veya merkezlerle yakın diyalog ilişkileri sergilemek suretiyle bir çeşit dine karşı din veya bir tür dindarlığa karşı dindarlık ortaya koymaktadır. Bu yönüyle paralel din, dine karşı din haline gelmektedir. Bu durumda denilebilir ki, darbe teşebbüsünde rol alan devletteki paralel yapının arkaplanında dine karşı dinin zemininde paralel din bulunmaktadır.

DİNE KARŞI DİN: PARALEL YAPININ ZEMİNİ
Mezkur darbe girişimleri, asıl aktörleri, gerçek plan ve proje sahipleri kimler olursa olsun, sahada görünenler itibariyle, bir dinî hareketin mensupları ve medya organlarının, birçok unsurunu sahiplendiği veya savunduğu bir dizi olaylar zincirini içine almaktadır. 17 Aralık'la başlayan müdahale süreci, ABD'den yönetilen dinî hareketin başta lideri olmak üzere önde gelenlerinin ve medya organlarının, başından sonuna kadar Ak Parti hükümetine yolsuzlukla mücadele adı altında yapılan yargı eksenli darbe girişimine çok ciddi destekler verdikleri görülmektedir. Demek ki, bir harekete mensup bazı dindar insanların desteklediği darbe girişimi hükümete yöneliktir. Hükümet ise, dindarların kurup yönettiği Ak Parti hükümetidir. Yani hükümetin kimliğini tesis eden en önemli hususlardan biri, muhafazakârlık veya dindarlıktır. Aydınların ve halkın gözünde de durum budur. Buna göre darbe girişiminde bulunmanın ve bulunanların yanında yer alanlar da, darbeye maruz kalan hükümet grubu da de dinî kimlik sahibidir. O halde sosyolojik anlamda bir tür dine karşı din, dindarlığa karşı dindarlık ve dolayısıyla dindarlara karşı dindarlar gibi bir durumla karşı karşıya bulunmaktayız. Hülasa karşı karşıya kalınan paralel yapının zeminini, dine karşı din siyaseti ve sosyolojisi teşkil etmektedir.
DİNDARLARA KARŞI DİNDARLAR
Sözün özü 17 Aralık ile birlikte başlayan süreçte yaşananlar, sosyolojik anlamda dindarlara karşı dindarlar denilebilecek bir olaylar bütününe işaret etmektedir. Paralel din, sonuçta dindarlara karşı dindarları çıkarır pozisyona gelmekte ve bu pozisyonda dindarlar eliyle dindarlar başarısız kılınmaya, kötü gösterilmeye ve iktidardan alaşağı edilmeye çalışılmaktadır. Görünüşe bakılırsa bu süreçte darbe girişimlerine destek olan dinî hareketin kimi mensupları veya sorumluları, kendilerine verilen rollerle, kendi dinî anlayış ve amaçları doğrultusunda kendilerinde olmayan imkânlara sahip olan kimi dindarlara karşı mücadele vermekte ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı düşürmeye gayret etmektedirler. (Yeni Şafak/Yorum)
Başbuğ: Filozof görünümlü militarist bir ruh!
 
 
Hikmet Gök
Hikmet Gök

Bu bir İlker Başbuğ portre denemesidir.
Kumpasa geldi, hukuksuz yargılandı, serbest bırakılacak mı? şeklindeki tartışmalardan öteye biraz şahsi yaklaşımla kendisinin nasıl bir profil çizdiğini yazmaya çalışacağım.
İlker Başbuğ’un suçsuz, hatasız olduğuna asla inanmadım.
Kara Kuvvetleri Komutanı olduğundan beri, hatta Genelkurmay 2. Başkanlığı’ndan itibaren dikkatle izlemeye çalışan biri olarak bunu söylüyorum.
Kendisine kişisel bir garezim de söz konusu değil, olamaz
Bence önemli suçlar/hatalar işledi, stratejik yanlışlıklar yaptı.
Stratejik, uzun vadeli planlar yapıp programlar icra edebilecek fırsatların tamamını bozuk para gibi harcadı.
Hataları, Türkiye’nin maraton koşusunda, hızla giden bir araç tam da düzlük öncesi son viraja girmişken, asfalt yolu kazıyıp mıcır döken karayolları işçisi misali bir işlev gördü.
Kasıtlı mı yaptı, bilmiyorum.
Ama değerlendirme yapacak kadar bolca malzeme verdi.
Suçlarının cezai karşılığı yıllarca tutukluluk hali ve müebbet hapis mi olmalıydı?
Buna da hayır diyor, gözlemlerim?
Benim bahsettiğim suçlar ve hatalar, teknik olarak hukuk kapsamında nasıl bir cezai işlem görür, ayrı konu.
İşin yargısal tarafı hukukçuların işi.
Ama Başbuğ hatasız değil.
Söz konusu etmeye çalıştığım hususlar, “devlet ricali” konumuna gelmiş bir şahsiyetin yaptığı uygulamalar ve takındığı tavırların ülkenin tarihsel, sosyolojik, siyasal akışındaki kritik sonuçlarıyla ilgilidir.
Bunların Başbuğ’un kişiliği, düşünce sistematiğini oluşturan bilgilenme biçimi, beslendiği kaynaklar ve filozofik çıkarsamaları ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
Sinsi ve içten pazarlıklı bir karakter çizdi Başbuğ.
Gençlik yıllarından itibaren felsefe ile ilgilendiği biliniyor.
Kara Kuvvetleri Komutanı olduğunda yaptığı konuşmada bunun yansımaları çok net görüldü, sonraki konuşma ve yaklaşımları da felsefik izler taşıdı.
Böylesine birikimi olan birinin askeriyenin tepesine gelmesi bir şanstı.
O, bu şansı tersine kullandı.
Heder etti.
Hem kendisine, hem ülkeye zarar verdi.
Çünkü pozitivizmin girdabından, konvansiyonel zemindeki ordu anlayışından, klasik ulusalcı/Kemalist/otoriter/totaliter/seçkinci zihin prangasından kurtulamamıştı.
Tavırları ve bu tavırların sonuçları, sivil alana, siyaset zeminine zarar verdi.
Siyaset zemini ve sivil iradenin belirleyiciliği alanının genişlemesine karşı bir tür tampon işlevi ifa etti.
Askeri vesayetin geriletilmesine hizmet edeceği yerde pekişmesine çalıştı.
Nasıl mı?
Gelir gelmez, haftada bir Genelkurmay’da basın toplantısı, ayda bir kendisinin basın toplantısını tertipledi.
Bir siyasi lider gibi davrandı.
Ya da PR şirketinin CEO’su gibi.
Albay Dursun Çiçek’in de içinde olduğu ismi başka olsa da psikoloji harp dairesini tarihte eşi görülmemiş bizimde aktif hale getirdi.
Bilgi ve toplumu yönlendirme iştahını böylece tatmin etmeye çalıştı.
Firkateyne binerek siyaseti, medyayı tehdit etti.
Balıkesir’de parmak salladı.
Yüzünde kin ve nefret akıttı, akıttı kameralara.
Eski vesayetçi düzeni korumaya çalıştı kısaca.
Şimdilerde bunu “paralel yapı”yı gördüğü ve karşı atak yaptığı şeklinde izah edebilir, bazı kişiler de böyle bakıyor olabilir.
Hiç önemi yok!
İkna edici değil.
Paralel yapıya karşı mücadele etmek isteseydi, gider hükümet ve diğer anayasal kurumlarla bu konuyu müzakere eder, gerekli adımları atardı.
Ergenekon’u, lav silahıyla (boru!) savundu.
Başbakan’la karşılaştığında hep yüzünü ekşitti.
Sivilleri aşağılayıcı bakış ve eda sergiledi hep.
Başbakan’ı mevziiye götürüp çömelmiş fotoğraf servis ettirdi.
Arkasından CHP Genel Başkanı’nı götürüp ayakta poz verdirdi.
Kendisine ait olduğu iddia edilen ses kaydında Arınç’a takip ve suikast olayından haberdar olduğu şüphesi ortaya çıktı. “Kozmik odaya izin vermeseydim, nah girerlerdi…” dediği, iddia edildi.
Hep yüzüne baktım, Başbuğ’un.
Mimiklerine.
Söylediklerini dikkatle not alırken, günün atmosferindeki ruh halini çözmeye çalıştım.
Hiç gizleyemiyor çünkü. Yüzüne vuruyor.
Kendisi bu satırları okursa kızabilir, ama yazmalıyım. Kendisi kamuya mal olmuş biri, bu değerlendirmeleri olgunlukla karşılayabileceğini düşünüyorum.
“Vesayet sistemi” sadece asker tarafından oluşturulmaz.
Dünyada en yaygın ve en eski çağlardan beri karşılaşılan vesayetler askeri güçle oluşturulduğu için en yaygın bilinen şeklidir.
Oysaki vesayet sitemlerinin temel unsurları medya, yargı ve sermayedir. Yargı, medya, sermaye ayağı olmadan asker tek başına bir uygulama yapamaz. Merkezde durarak onlar aracılığı ile siyaset ve toplumu dizayn ederdi.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan bunun ülkemizdeki çarpıcı örnekleridir.
Mısır ve Ukrayna’daki son darbelerde de aynı parametreler işletildi.
Asker, Türkiye’de 27 Mayıs’ta “paralel başbakanlık” olarak kurgulanmıştı.
Kâğıt üzerinde direkt yazmayan ama kurumların işleyişinin bunu sağladığı bir sistemdi.
2007’de bu düzen değişmeye başladı.
Yaşar Büyükanıt bu süreci baltaladı. Tamamen engelleyemedi.
Başbuğ gelince ne yaptı? Eski düzene sıkı sıkı sarıldı, agresif tepkiler verdi. Oysa o bir felsefeciydi. Militer ruhla çatışıyordu. Birlikte taşımaya çalıştı, olmadı.
Ve hangi türü olursa olsun, vesayetlerin tek bir ortak noktası vardır: Sivil alan ve siyaset zeminini daraltmak.
Başbuğ, Büyükanıt’ın kaba ve eski (yargı+medya+sermaye) dinamikleri harekete geçirme atraksiyonu sonuç vermedi. Halk, ters tepki verdi.
Başbuğ, bu manzarayı okuyamadı, hücresel (Genelkurmay Bilgi Destek Dairesi) örgütlenmelerle sivil ve siyasi alana kurumsal olarak sarkmaya çalıştı.
Başbuğ, 2007’yi doğru okuyabilseydi, askeri vesayetin bitişinin yanında oligarşik sermaye ve medyada hâkim vesayet üçgenini de bozabilirdi.
Ancak, o hep ulusalcı, militer, sermaye tetikçisi gazetecileri öne çıkarmayı tercih etti.
Giderayak Uğur Dündar, Fikret Bila, Sebahattin Önkibar, Ruhat Mengi röportajları bunun en çarpıcı örnekleridir.
Şimdi, artık askeri vesayet mantığı ile hareket eden bir ordu yönetimi yok.
Son kişi Başbuğ’du.
Yerine gelen Koşaner’i saymıyorum. Çünkü o klasik bir asker olma ötesinde bir anlam taşımıyor.
Başka bir vesayet teşebbüsünün yol açtığı darbe sürecini yaşadığımız günlerden geçiyoruz.
Yargı+emniyet+oligarşik sermaye… Kısaca paralel örgüt.
Bu son yapının deşifre olmasının Başbuğ’un tahliyesine sebep olmasına sevinirim.
İnsan olarak.
Ama Başbuğ bana göre suçsuz değil.
Yapması gerekeni yapmayıp, oligarşik sermaye ve militarist medya ile iş tutmayı sürdürdüğü için hatalı.
Siyaset alanını daraltma teşebbüslerinden dolayı hatalı.
Hükümeti destabilize edecek adımları attığı için hatalı.
Askerliği bırakıp siyaset mühendisliğine kalkıştığı için suçlu.
Vesayet dönemi militarist medya ve oligarşik sermaye bugün hala aktif ve paralelcilerle iş tutuyorsa, bunda Başbuğ’un payı büyük.
Şimdi, “ben paralel vesayetle mücadele ettiğim için cezaevindeyim” söylemi hiç inandırıcı gelmiyor.
Yaptıkları “askeri vesayet”i sürdürme çabası dışında başka bir anlam ifade etmiyordu.
En son Mehmet Barlas’a verdiği mülakatta, “Orduya peygamber ocağı diyen benim. Subaylarımız üniformayla cenaze namazına katılıyor.” demesi başka bir zihin çarpıklığının ve toplumu asla anlayamayacağının tezahürü gibi duruyor. Ne yani asker namaz kılmasın mı? İbadet, talimatla engellenebilir mi? gibi dünyanın yüzyıl önce aştığı problemleri hala sivil alana olan saygısı olarak ifade edebiliyor.
Konvansiyonel askeri mantığı bırakmaya çalışan ama bunu beceremeyen filozof görünümlü militarist bir ruh olduğunu söyleyebiliriz. Devlet algısını Kemalist korkulardan kurtarıp vizyoner ve ileriye dönük yeni bir iradeye taşıyamayan, iki arada bir derede bocalayan, faşizmin dürtüleriyle hareket eden bir asker..
Tek cümle ile söylersek 'belinde silah, meyhaneye dalıp 'hepimiz eşitiz' diye nara bir kovboy gibi duruyor.
Son olarak bir hissimi yazayım.
Bence, Başbuğ seçimde CHP’ye değil daha ulusalcı ve marjinal bir partiye oy vermiş bir kişi gibi duruyor.
Bir gün karşılaşırsak latife niyetine sorarım.

hikmetgok@gmail.com
Vesayetin altın vuruşu
19 Mart 2014

Markar Esayan, AK Parti’nin reformlarıyla ülkeyi dönüştürmeye çalışan vesayet odaklarının bütün bildik hünerlerini deneyerek altın vuruş yaptığını belirtti.

Markar Esayan, Yeni Şafak’taki bugünkü yazısında 12 yıllık reform sürecinin kalıcı hale gelmesini engellemek isteyen vesayet odaklarının var güçleriyle direnip saldırıya geçtiğini ifade etti.

İşte Markar Esayan’ın çarpıcı analizi:
Kemalist-totaliter eski rejim kendi ağırlığı ile yerine çökerken, kendini oluşturan tüm müesseseleri de beraberinde dibe çekiyor. Eski rejimin 12 yıllık reform sürecinde restorasyona gitmek üzere bütün kof hünerlerini sergilediği bir 'altın vuruş' şeklinde tecelli ediyor bu nihai kapışma.
'Altın vuruş' ise bir müptelanın kendisini zerk ettiği o son ölümcül doza deniyor.
Bu halleriyle, siyasetin, partilerin, medyanın, iş dünyasının, akademinin ve tabii ki seçkin 'aydın' sınıfının son serencamına tanık oluyoruz. AK Parti'nin ikinci 10 yılın vizesini alması durumunda değişimin kurumsallaşacak olması, eski rejim aparatlarının son bir hamle yapmasına yol açtı. Erdoğan'a ya şimdi engel olunacaktı, ya da çok geç olacaktı.

YENİ TÜRKİYE’NİN ÖNCÜLERİ
Çözüm Süreci yolu yarılamış ve ülke bu temel sorunda ilk defa bu kadar uzağa gidebilmiş durumda. Söz konusu başarı, hem topluma, hem de siyasete –AK Parti ve BDP'ye- önemli ölçüde moral üstünlük ve özgüven sağlıyor. Bu olurken, yıllardır söylediğimiz şey de ete kemiğe bürünüyor. Yeni Türkiye'nin öncüleri dindarlar ve Kürtler olacaklar. Böylelikle, 90 yıl önce yapılmış büyük bir hatanın düzeltilmesine tanık oluyoruz. Ülke kurulurken dışlanmış iki büyük gövde, inisiyatifi alarak ikinci kuruluşu gerçekleştirmeye çalışıyor.
Erdoğan iyi bir siyasetçi olduğu için, bu keskin yol ayrımını onca tozun dumanın arasında gördü ve adını halkın içselleştirebileceği şekilde 'İstiklal Savaşı' koydu. Böyle yapmakla, toplumsal hafızada yer etmiş birçok anlamlı simgeyi güncelleştirmiş oldu. Öyle ki, yolsuzluk iddiaları ve Berkin Elvan'ın ölümüne gösterilen duyarsızlık bile geri planda kalabiliyor.
Ne ilginçtir ki, KCK son açıklamasında da İstiklal Savaşı dönemi şartlarına geri dönüldüğüne vurgu yapıyor.

CHP’DE CİDDİ SARSINTILAR KAÇINILMAZ
Gerçekten de tarihi seçimler yaşayacağız. Bu seçimlerden sonra siyaset, medya, işdünyası, akademi, STK'lar ve tabii ki aydın müesseseleri aynı şekilde kalamayacak. CHP, vesayetin yedeğinde yenik çıktığı her mücadeleden sonra demokrasiye biraz daha teslim oluyor. TBMM'de başörtüsüne yüreğine taş basarak karşı çıkamayan, Çözüm Süreci'ni desteklediğini söylemek zorunda kalan bir CHP'ye, arka arkaya alınan bu mağlubiyetlerle ulaşıldı. 30 Mart'ta amaç hasıl olmazsa, CHP'de ciddi sarsıntılar kaçınılmaz.
CHP gibi, Türkiye'nin –hepsi tırnak içinde- beyaz medyası, aydınları, akademisi, STK'ları ve iş çevreleri de çoğunluk 'sivil' değiller. Bunlar kendi alanlarında vesayet üreten hücreler gibi işlev görüyorlar. Konu otoriterlik, ataerkillik ise, çoğu köşe yazarı, akademisyen, STK'ları kendi dar dünyalarının arpalığına çeviren aktivistler, Erdoğan'ı ceplerinden birkaç kez çıkarırlar.
Halk ise otoriter-seçkin vesayet aparatları yerine, ataerkil ama reformcu bir lideri tercih ediyor.
Artık türevi ne olursa olsun, toplum mühendisliği ile halkı halka rağmen kurtarma dönemi sona eriyor. Kibirlerinden sıyrılıp Erdoğan'a biraz saygı gösterselerdi, 'Bana baba demeyin, biz sizin babanız, efendiniz olmaya değil, hizmetkârınız olmaya geldik' sözüne burun kıvırmayıp, bunun içinde bir devlet modeli barındırdığını anlar, önlemlerini alırlardı.

PEKİ NEDEN ANLAMADILAR?
İki ana nedeni var bunun. İlki, ontolojik hale gelen seçkinciliğin, halkla hiçbir ilişki kuramayacak denli damar sertliği yaratmış olması. İlişki çok önceleri kopmuş ve bu kopuşun hatıraları bile kalmamış. Üstelik, bu kopuşun getirisi, memleketin efendiliği olmuş. Dolayısıyla, halktan uzak olmak, bir ayrıcalık olarak algılanarak refleks haline gelmiş.
İkincisi, ilkine bağlı olarak, bir değişimle yüzleşebilmenin ana şartının oluşmamış olması. Yani nihai yenilgi... Gülen hareketinin katılımıyla yaşanan doping bir yana, hala manipüle edilen yüzde 25'lik bir halk kesimi, ama bundan daha önemlisi, bir tür post postmodern darbe yapmanın gücüne hala sahipler, gördük. Medyaları, ekonomik güçleri ve buna münasip dış dünyanın belli bir bölümünden aldıkları destek var.
O zaman, eğer imtiyazlarını kaybetmemek ihtimali varsa ve bu ihtimali gerçekleştirecek güce de sahip olunduğu varsayılıyorsa, neden mücadeleden vaz geçilsin, neden değişme ihtiyacı hissedilsin ki!
O güç sürekli olarak alışılan şekilde kullanılacaktır.
Böylelikle, Türkiye'de neden yeni, özgürlükçü ve etkili bir muhalefet partisinin ortaya çıkmadığının nedenlerine ulaşmış oluyoruz. Aslında Gezi'de veya Berkin Elvan'ın cenazesine gelen insanlarda böyle özgürlükçü muhalefete –henüz gaz bulutu halinde olsa da- bir eğilim var. Ancak siyasi alan işgal edilmiş olduğu için o enerji harcanacak yer bulamıyor. Tavan ve taban çift taraflı kilitlenme halinde. Etkili biçimde temsil edilmediklerinden varolan depresyon daha da şiddetleniyor, bu depresyon, başarısızlığın altını çizen Erdoğan'a yönelerek totaliter-laik fay hattına dönüşüyor.
Bu kesimlerin, onların sırtına yapışmış parazitlerden kurtulması gerek. Bu ise bir süreç meselesi... Bunu ne Erdoğan, ne de bir başkası onların yerine yapabilir. Yapabilseydi bile bu yine bir toplum mühendisliği olurdu ve aynı hatalar tekrarlanırdı. Erdoğan'ın bu noktadaki işlevi, süreci devam ettirmesi ve diğer mahallenin siyasete teslim olmasını sağlaması.
Peki 30 Mart'ta darbenin başarısız olduğu tescillenirse veya AK Parti ciddi bir yara alırsa bizi nasıl bir Türkiye bekliyor?
Onu da yarın konuşalım.
http://www.haber10.com/haber/484425/#.Uyt_R1o5nDd