HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

16 Şubat 2014 Pazar


F.GÜLEN'İN ŞEHİDLİK YORUMU 

Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
CÜNEYT ÖZDEMİR 
BİR ZAMAN EKREM DUMANLI
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 DEĞDİMİ HOCA
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Ne Gülen’miş ama... Ne hırsmış böyle... Erdoğan’ı bitirmek uğruna imanlarından olacaklar neredeyse

Elif ÇAKIR     ecakir@stargazete.com

Özür dileyecekmişim.

 Pardon ama kimden ve hangi sebepten dolayı özür dileyeceğim.

Gördünüz mü? Doğan Grubu’nun çok reytingli televizyonu ‘müthiş’ haberciliği sayesinde, 9 aydır yok denilen “Kabataş’taki o anın görüntülerine” ulaşarak ‘biz’ yani  ‘70 milyonu!’ bilgilendirdi!
Nasıl derler; Vaavvvv büyük gazetecilik başarısı...

Meğerse o gencecik anne ve bebeği, tacize uğramamış, şiddet görmemiş, insanlık dışı olaylara maruz kalmamış. Elinde bebek arabasıyla hanım hanımcık vapurundan inmiş, gitmiş otobüs durağının oraya ve kocasını beklemiş.

Sonra kocası gelmiş ve mutlu mesut bir şekilde oradan ayrılmışlar...
Ha pardon orada bir kalabalık varmış Zehra Develioğlu’nun yancağızından geçmişler orada hafiften bir ağız dalaşı olmuş olabilirmiş ‘E canım olacak bu kadarcık kusur da kadı kızında’ değil mi yani... Dışarıya çıkmış biraz ağız dalaşı olmuş...

Ama zinhar ‘dakika dakika’ Kanal D’nin okları gösteriyor ki orada öyle taciz maciz yok!

Eeeee...

Yalancı Elif özür dileyecekmiş... Dahası yargılanacakmış... Dahası gazetecilik etiklerini al üst etmiş! (CHP’li vekil Oğuz Oyan örnek bir davranış göstererek savcılıkta soluğu almış bile!)
Yok ya...

Bu ne olduğu belli olmayan görüntülerle ‘o gencecik anneyi bir kez daha linç edenler’ özür dilemeyecek de ben dileyeceğim öyle mi?
Gidin işinize.

Ve şunu söyleyeyim; kimseden gazetecilik dersi alacak değilim! Hele hele geçmişi kirli ittifaklarla dolu, darbecilerle kol kola girmiş medyasından ve mensuplarından hiç...

Gidin ve neye hizmet ettiğinizi çok iyi bildiğimiz haberlerinizle bir kez daha ‘o genç’ anneyi linç ettiğiniz için ve o anneye ‘Benim yaşadığım acının büyüklüğü ve altında ezildiğim yük yetmezmiş gibi bir de insanlara kendimi inandırmak zorunda bırakıldım. Çok ağır bir yük çok büyük bir acı bu. O görüntülerle yaşadıklarımı yaşanmamış, bir kadın darp edilmemiş, bir çocuk bundan zarar görmemiş saymaya çalışılıyorlar’ dedirttiğiniz için ASIL SİZLER ÖZÜR DİLEYİN. Hala bir vicdan taşıyorsanız...
Ayıptır.

Benim nezdimde velev ki bundan sonrası için dahi hiçbir görüntü çıkmasa da ben o genç anneye inancımı sürdürüyorum.

Ben gördüğü şiddeti, yaşadıklarını dahi anlatmaktan utanç duyan, mahçup olan bir kadını dinledim ve ayakları kolları yara içerisinde olan bir bebek gördüm.

O genç annenin ifadesi emniyet kayıtlarında, savcılık dosyasında durduğu ve soruşturma devam ettiği sürece... Ve Zehra Develioğlu ‘ben bunları yaşadım’ dediği müddetçe... Kimse inanmasa da ben inanmaya devam edeceğim.

Gelelim gazetecilik açısından Zehra Develioğlu mevzusuna...
***
Ben bir başarı gösterdim. O günlerde sosyal medyada efsane olarak anlatılan ‘iddia sahibi’ne ulaştım ve konuştum.

Anlattıklarına hiçbir sansür uygulamadım, “abartıyor”, “ya şunları makul hale getireyim daha inandırıcı olur” demedim, O’na saygı duydum ve ne anlattıysa yazdım. Aldığım notları kendisine bir bir okudum. Ayrıca o günlerde hepiniz sıradaydınız hatta ‘gazetemizde sen yaz, geniş geniş sayfa ayıralım’ teklifleri yapıyordunuz... N’oldu?

Ne dün ne de bugün ‘beyan esastır’ evrensel hukuk kuralını Zehra için yok sayanlarla zaten aynı yerde değildim bundan sonra da olamam.

Çünkü sizin hastalıklı zihin yapınız dün de Zehra’ların başındaki örtüyü de iradelerini de yok sayıyordu. Bugün de gördüğü şiddeti yok sayıyorsunuz. Şaşırmıyorum.

Sadece ayıplarla dolu valizinize bir ayıp daha koydunuz ve sırtınızdaki kambur biraz daha eğildi bu kadar...

Doğan Grubu böyle de Gülen Medyası matah mı?

Bu görüntülerin 9 ay sonra yayınlanması kim ne derse desin zamanlama olarak manidardır.
Türkiye bir darbe sürecinden geçmektedir. Ve bu darbenin arkasında Gülen Örgütü ve paralelleri var.
Duaları kabul olsaydı Gülen Örgütü’nün ve ‘Uzun Adam’ ölseydi böylesi darbe sürecine girmezdik her şey fıstık gibi olurdu, değil mi?

Ama olmuyor ne beddualarınız kabul görüyor ne de dualarınız makbul...
Neyse...

9 ay sonrasında ortaya servis edilen bu görüntülerle ilgili sorulacak çok soru var elbette ancak maksadın ne olduğunu biliyoruz.

Çok açıktır ki Zehra Develioğlu’nun servis edilen kesilmiş görüntüleriyle:

1. Başbakan Erdoğan itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır.

2. Bu sürecin darbe olduğunu söyleyen ve Gülen’i eleştiren gazeteciler itibarsızlaştırılmaya
çalışılmaktadır.

3. Bu sürecin darbe olduğunu söyleyen medya itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Nokta.

Bırakın ahlaki sınırı, bütün inanç ve ilkelerini bir kenara bırakarak ‘genç bir anne’ üzerinden kirli bir hesaplaşma yürütüldüğü çok açıktır.

Kullardan utanmadıklarını gördükçe en azından Allah korkuları var sanıyordum ama o da yokmuş maalesef.

Ne Gülen’miş ama... Ne hırsmış böyle... Erdoğan’ı bitirmek uğruna imanlarından olacaklar neredeyse

Allah muhafaza...
  Şubat 16 2014Yıldıray Oğur’dan tarihi bir gazetecilik daha!

MEDYAGUNDEM.COM- Kabataş’ta ne mi oldu? Yıldıray Oğur’u bugün okumadan Cemaat-Doğan-Ergenekon-solcu medyanın ahlaksızca, vicdansızca yalanlarına inanabilirsiniz.
Oğur bugün paralel medyanın yalanlarını, paralel terör örgütü tarafından sızdırılan son Kabataş görüntüleri ardından yürüttüğü kara propagandayı yerle bir etti.
Her bir satırı bomba detaylarla dolu yazı şöyle:

PROPAGANDA İÇİN ANNENİN BEBEĞİNE YAPMAYACAĞI ŞEY Mİ BU?
“Kısa bir süre sonra yüksek bir sesle “Heyecan var İnönü Stadı’nda, araba yakıyoruz diye” bağırma sesi duydum, bu sesten hemen sonra benim etrafımdaki şahıslar dağıldılar ve İnönü Stadyumu istikametine yürümeye başladılar. Ben de ani bir şekilde yerden kalktım ve 3-4 metre ileride bebek arabasının yanına gittim, 6 aylık kızım ağlıyordu, sol ayak diz altında küçük bir sıyrık vardı, kanamıştı. Yine sol kolunda morluk vardı….”
Bakın işte çelişkiye. Kadın “Sol ayak diz altında” diyor. Adli Tıp raporuna göre ise sıyrık sağda, kruris iç alt kısımda. Sol kolunda morluk diyor. Ama Adli Tıp raporunda o da yok.
Demek ki annesi 6 aylık kızı Zeynep’i, dört gün sonra ifade vermeye ikna olduktan sonra Adli Tıp’a giderken biraz hırpalamış. Uyluk kemiğinin üstüne 3 adet 0.2 cmlik sıyrıklar falan. Biberonun kenarıyla yapmıştır, ya da emziğin ucuyla.
Propaganda için, Başbakan için bir annenin bebeğine yapmayacağı şey mi bu?
Ama Z.D’nin yalanında esas profesyonellik orada değil. “Kısa bir süre sonra yüksek bir sesle “Heyecan var İnönü Stadı’nda, araba yakıyoruz diye” bağırma sesi duydum”
İşte tam burada.

DOĞAN HABER AJANSI’NIN HABERİ ANNEYİ DOĞRULUYOR
Kaynağımız sağlam. Hapishanelerdeki devlet katliamını “Sahte Oruç, Kanlı İftar” başlığıyla vermiş ülkemizin en güvenilir medya grubunun haber ajansı Doğan Haber Ajansı.
“Dolmabahçe’de İnönü Stadı yanında bir polis aracı yanıyor. Yan yatmış haldeki aracı göstericilerin yaktığı öne sürüldü. Araç alev alev yanarken itfaiye müdahale etmek istedi. Ancak göstericiler itfaiyenin, yanan araca yaklaşmasına izin vermedi. Bu arada Taksim’den inen kalabalık bir grup, Beşiktaş’a doğru yürüyor.”

Tarih: 1 Haziran. Haberin siteye giriş saati: 20.36. Yani Kabataş’ta Z.D.nin yaşadığını iddia ettiği olaydan en fazla yarım saat sonrası. En fazla da birkaç yüz metre ilerisi.

İşte profesyonellik tam burada. Yalanın bu kadarı. İfadeni vermeden önce gir o günkü haberlere, o sırada İnönü Stadı’nın yanında Dolmabahçe’ye inen yokuşta, bir polis arabası yakılmış, onu öğren ifadene onu da ekle.

DHA’nın asla delilsiz, kayıtsız kimseyi töhmet altında bırakmayan profesyonel “Yan yatmış haldeki aracı göstericilerin yaktığı öne sürüldü” hassasiyetine dikkat lütfen. Geziciler, o öfkeli kalabalıklar bunu yapmış olamaz.

POLİS ARABASINI “YAPMAYIN” ÇIĞLIKLARI ARASINDA YAKANLAR
Neyse ki polisin aracıyla birlikte o şefkatli, merhametli, katılımcı demokrat kitlenin arasında kaldığı anların videoları var. http://www.youtube.com/watch?v=FWhIpyGcBQg.
Yapmayın diye bağıranlar, işte onlar gerçek Gezici. Ağlamaklı yalvaran polis olabilir mi? Yapmayın denen şeyin ne olduğunun ne önemi var.

Şu kadarcık bir şey işte. Yapmasalar daha iyiymiş tabii. http://www.youtube.com/watch?v=kR3Lb_4LpQM
“Ancak göstericiler itfaiyenin, yanan araca yaklaşmasına izin vermedi” diyor ayrıca Penguenci medyanın haberi. Demek rica etmişler, el ele tutuşup itfaiyeyi çiçekler atarak durdurmuşlar. Az sonra duyacağınız taş ve şişe sesleri ise sonradan montaj. (Muhtemelen Melih Gökçek’in işleri). https://www.youtube.com/watch?v=dJRpkMu7ZT0.

Halbuki Kabataş videosunu yayınlayan kardeş Kanal D ne demişti o dingin, huzur dolu 1 Haziran akşam üstü için: “Genç kadın, 19:48 – 19:58 arası kaldırımda sabit olarak bekliyor. Çevrede de her şey olağan seyrinde. Araçlar hızla önünden geçiyor”

1 Haziran günü? Ne olmuştu ki. Yüz metre ilerideki o öfkeli kalabalıklar ne için toplanmıştı.
O gün polis Taksim’i eylemcilere terk edip çekilmişti. Kalabalıklar Dolmabahçe’ye inmeye başlamıştı. CHP Kadıköy Mitingi’ni iptal etmişti. Binlerce insan vapurlara doluşup Kadıköy’den Beşiktaş’a ama en çok daha yakın Kabataş’a gelmişti.

İnternette onlarca videoda görülen sloganlarla, küfürlerle Kabataş’tan, Beşiktaş’tan yürüyen büyük, öfkeli kalabalıkların sesi duyulmuyor o videoda.

PARALEL YAPININ KANAL D’YE SIZDIRDIĞI GÖRÜNTÜLER
Peki neyin sesi duyuluyor?
17 Aralık’tan sonra tasfiye edilmeye çalışılan Emniyetçilere ve onlara paralel muhabirinin eliyle 9 ay sonra kaydın sızdırıldığı Kanal D’ye kulak verelim:
“19:48:15′de 10-15 kişilik bir başka grup geliyor. Develioğlu’nun yanında 30 saniye kadar duraklıyorlar. Polise göre burada söz dalaşından dolayı bir hareketlilik oluyor. Grup 19.50′de görüntüden uzaklaşıyor. Çevrede yine bir olağanüstülük gözlenmiyor. Kabataş iskelesinin güvenlik görevlileri de normal işlerine devam ediyor.”

Alıcılarınızla oynamayın. O sataşma sesini sadece polisler ve Kanal D’ciler duymuşlar. 30 saniyecik kalabalık yanında kalmış Z.D. ve kızının. Sadece 30 saniye.
Saatlerinizi ayarlayın ve 30 saniyede başınıza gelebilecekleri hesap edin.
Süreniz bitti? Hayatta olanlarla devam edebiliriz.

Üç tane tırnak kadar sıyrık, üç beş tane bilye kadar morluk. Aramızda lafı mı olur. Gezicilerin elinin kiri o. İki tane de küfür etmişlerse 25 yaşındaki bir kadına, zamanın ruhuna vermek lazım.
Eldivenli, üstü çıplak adamlar yok ona şükredin. Gaz kapsülü atmak için yanmaz eldivenin o günlerde acil ihtiyaç listelerine üst sıralardan girdiğini şimdi hatırlatmanın ne manası var. Yazın sıcağında eldivenli üstü çıplak adam ancak fantezi olabilir. Freud’u çağırın bana!

Ayrıca, ifadedeki 70-100 tane şahısla, eli eldivenli, üstü çıplak adamları birleştirip, 100 tane üstü çıplak eldivenli adama ulaşıp, bir de nerede o adamlar bu videoda, bu bayağı softcore diye iki tane de espriyi peşine ekleyince… Demek ki seksist ifade, erkek egemen dil demelere doyamamışlar içinde tacize uğradım diyen kadından bir gizli fantezi çıkarıp, onu ikinci kez taciz etmek mümkün demek. Ahlak başörtülü düşman kadınlara karşı 30 saniye rafa kaldırılabilir.

YETER Kİ GEZİCİLERİN KUTSAL RUHU ZARAR GÖRMESİN
Yeter ki Gezicilerin kutsal ruhu zarar görmesin. Küfür ata ata yürüyen taraftarından, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diye yürüyen ulusalcısına kadar bütün Geziciler bir bütündür parçalanamaz. Her gezici diğer geziciye kefildir. Zaten asla kitleler gaza gelip böyle şeyler yapmazlar. Hele Türkiye’de. Merve Kavakçı’nın Meclis’ten dışarı dışarı diye kovulduğu ülkede. ODTÜ’de başörtülü cemaatten kızların dışarı atılmasından birkaç ay sonra (Neyse ki videoları var ellerine kapı gibi) Başörtülülere kamuya yeşil ışığın bir yıl önce yandığı bir ülkede… Dinciler yapsa tamam, ama bu azizler, bu demokrat adamlar bunu yapmış olamaz.

Bundan sonra tecavüze uğrayan, tacize uğrayan, mobbing diyen kadınlar videolarıyla geliyor mahkemeye. Aksi bastırılmış fantazidir kesin..

ALLAH ELİNİZE DÜŞÜRMESİN
30 saniyelik üç tane itiş kakış, küfür için, 6 aylık bebeğin sağ kruris iç altı kısımda 3 adet 0.2 santimetre sıyrık için yaptığınıza bakın.
Yalancılar sizi, bak cemaat bile 9 ay sonra gerçeği gördü. Allah sizi de onlar gibi ıslah etsin.
Allah elinize düşürmesin…
OĞUR’UN YAZISI İÇİN TIKLAYIN
Cemaat okulları ihale ofisi gibi
Şubat 16 2014
Türkiye’de dini hayatın efsaneler üzerinden yürüdüğünü anlatan Atasoy Müftüoğlu, Fethullah Gülen cemaatinin de pek çok menkıbe ürettiğini söylüyor. Bugüne kadar cemaate ‘Okullar açıyorlar’ diyerek ses çıkarılmadığını ifade eden Atasoy Müftüoğlu, bu okulların seküler eğitim verip, ihale ofisi gibi çalıştığını düşünüyor.

Geçtiğimiz hafta içinde bir dizide Peygamber efendimizin temsil edilmesi sıcak tartışmalara neden oldu. Daha önce de Peygamberimizin tweet sayısının arttırılmasını söylediği ve Türkçe olimpiyatlarına geldiği iddiaları da tartışmalara sebep olmuştu. Atasoy Müftüoğlu’na neden güncel gelişmelerde Peygamber Efendimizin adının geçirilme ihtiyacı duyulduğunu, Türkiye’de dini hayatın ne şekilde yaşandığını sorduk. Müftüoğlu hem dini algılayış ve yaşayış biçimimizi, hem de gündeme binaen cemaati nasıl yorumladığını anlattı.

Türkiye’de dinin algılanış ve yaşanış biçimini nasıl buluyorsunuz?
İslam’ın kendisi değil, bizim şu anda tükettiğimiz din, naslardan bağımsız, batıni tevillere, keyfi yorumlara dayalı, tek akla, tek boyuta, tek yoruma, tek bağlama indirgenmiş, masallarla, hurafelerle milliyetçiliklerle zenginleştirilmiş, sonunda bir folklora dönüştürülmüş bir gerçekliğin adıdır. Türkiye’de dini hayat büyük ölçüde evrensel ufkunu, bilincini, tarzını, birikimini yitirmiş, ulus devlet sınırları içine çekilmiştir.

Bu biçim tüm cemaat ve gruplarda aynı şekilde mi görünüyor?
Bu genel bir değerlendirme. Kuşkusuz istisnaları vardır. Ancak ‘cemaat’ tanımının behemahal eleştirel bir duyarlılıkla yeniden çözümlenmeye tabi tutulması gerekir. Çünkü cemaat; düşünen, üreten, tahkik eden, sorgulayan, bir tavır ortaya koyan, sorumlu bireylerden oluşur. Biz siyer metinlerinde Hz. Ömer’e ilişkin çok çarpıcı bir yaşanmış öykü okuruz. Hz. Ömer ‘Ben yanıldığımda ne yaparsınız’ diye sorduğunda sahabilere, ‘Seni kılıcımızla düzeltiriz’ derler.

KOLEKTİF PATOLOJİ
Bu bize neyi işaret ediyor?
Bütün zamanlarda örnek alınabilecek bir bilinç biçimi. Bizde hiç kimse cemaat diye tanımladığımız kesimlerin liderlerini kılıcıyla düzeltebilecek bir noktaya gelemez. Cemaat liderleri eleştiriden muaf tutulmuşlardır. Şimdiye kadar herhangi bir cemaat liderinin cemaat mensupları tarafından sorgulandığı, eleştirildiği ya da görevinden alındığı görülmemiştir. Bizde cemaatin yerinde sürüler vardır. Bu kolektif bir patolojidir. O istisna saydığımız cemaat ya da akımlar da, bu patolojiyi şu ana kadar sorgulamaya cesaret edememişlerdir.

Sürü kavramıyla insanların bir süre sonra kitle psikolojisi ile hareket ettiğini mi söylemek istiyorsunuz?
Hangi cemaat olursa olsun, kurumsallaştıktan sonra kendi gündemiyle, tarzıyla, diliyle, söylemiyle ve lideriyle büyüleniyor. Büyülendikten sonra dünyayı kendinden ibaret saymaya başlıyor, kendisiyle kaim olduğunu düşünüyor. Bu son günlerde tartışma konusu olan cemaatte de durum aynı ve eksiksiz böyledir. Onlar kendi tarzları ve gündemleriyle, liderleriyle, uğraşlarıyla, yöntemleriyle büyülenmişlerdir. İslam dünyasının hiçbir sorununa ilgi duymamışlardır. Dünyanın kendilerine mecbur ve mahkum olduğunu düşünmüşlerdir ve burada asıl korkunç olan bir tekel oluşturmuşlardır.

DOKUNULMAZ LİDER
Nasıl bir tekel?
Yorum tekeli oluşturmuşlardır. Tamamen menkıbeler, efsaneler ve yalanlar esas alınarak böyle bir yola tevessül edilmiştir. Sürüden kastım şu; Cemaatin hiçbir ilişkisi tartışma konusu, eleştiri konusu olmamıştır. Cemaatin Amerika ile işbirliği yapıyor olması, CIA ile birlikte iş tutuyor olması, Evangelistlerle, Neoconlarla iş tutuyor olması hiçbir zaman rahatsızlığa neden olmamıştır. Çünkü bizde dini tercihlerde bulunmak daha çok duygusal tercihlerde bulunmak anlamına geliyor. Daha çok rüyalar ve efsanelerle, kurgularla dini hayatın sürdürülmesi anlamına geliyor. Maalesef İslam’ın gerçeğinde asla ve kata olmadığı halde, on binlerce manevi aracı vardır. Bu manevi aracıların her birisine dokunulmazlık atfedilmiştir. Şu an karşımızda efsanevileştirilmiş beşer üstü varlıklar vardır.

Gerçek üstü olayların ortaya çıkmasına bu mu neden oluyor?
Bu manevi aracılar hem dokunulmaz kılınıyor, hem kutsallaştırılıyor, hem her yaptıklarında bir keramet olduğu varsayılıyor. Burada garip olan şu; bu uygulamalar düşünsel, felsefi, entelektüel dini hayatta hiçbir şekilde köşeli bir eleştiriye tabi tutulmuyor.

Peygamber Efendimizin kullanıldığı söylenceleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cemaat lideri olan zat, bir gazete röportajında dile getirilmeyecek kadar istiskal edici cümleler kullanmıştır. Bu zat başından beri Peygamber Aleyhisselam’ın bu cemaatin emrinde ve hizmetinde, cemaati yüceltmek için çalıştığını, dikkatinizi çekerim mana aleminde değil, fizik aleminde bunlarla birlikte bütün bir dünyayı dolaştığını serdedebilecek kadar fütursuz bir dil sergilemiştir. Yine bunlar olurken düşünce hayatımız kültür hayatımız bütün bunlarda bir hikmet olduğunu düşünerek sessiz kalmışlardır.

Bunlar daha çok cemaat içinde gerçekleşmiyor muydu? Kamuoyuna yansıyınca cemaate karşı olan algıyı değişti diye düşünüyorum.
Ben öyle düşünmüyorum. Darbe girişimine kadar her şey bağışlanabiliyordu. Bir takım üstatlar, ‘bunlar iyi şeyler de yapıyor’ diyorlardı. İyi şey nedir? Okul açıyorlar. Bu okullarda İslami bilimler mi öğretiliyor yoksa seküler bilimler mi? Yani bu okulların yalnızca eğitim amaçlı olduklarını düşünmek bir yanılsamaydı. Çünkü bunların her biri aynı zamanda bir ihale ofisi gibi çalışıyor. Uluslararası servislerin memurlarıyla hareket ediliyor. Bendeniz binlerce, bu bir metafor değil, binlerce yalanların nasıl menkıbe atölyelerinde ya da fabrikalarında kurgulandığını biliyorum. Bunları bizim dini hayatımız tartışmaya cesaret edememiştir. Çünkü bu cemaatte daha büyük yalanlar serdedilirken bir başka cemaatte daha küçük yalanlar imal eden küçük atölyeler var şimdilik. Yarın onların da bu duruma gelip gelmeyeceği konusunda bir güvencemiz yok.

TÜKETİCİ TALEPLERİNE UYGUN DİL GELİŞTİRİLDİ
Cemaatin gündemi hiçbir zaman Müslümanların gündemiyle kesişmedi dediniz. İslami bir cemaat için bu biraz tuhaf değil mi?
Eğer bir cemaat ya da hareket kendisini koşullara göre konumlandırıyorsa, ki öyle, pasif hale geliyorsunuz ve hakim irade ne yönde talimat verirse o yönde hareketi seçiyorsunuz. Koşulları dönüştürmek üzere yola çıkmıyorsunuz. Koşullarla birlikte olmak demek, statükoyla, konformizmle, gelenekle, görenekle alışkanlıklarla birlikte olmak, bir örnek olmak, basma kalıp olmak demek. Değişim, dönüşüm ihtiyacını zındıklıkla suçlamak demek. Ama burada farklı bir durumla karşı karşıyayız

Ne gibi?
Burada bir din hizmeti olmaktan çok çıkarlara dayalı bir mücadele var. Asıl vahim olan şu ki, bu cemaatin çıkarları için her yol mubah addedilmiştir. Yalan söylemek, propaganda yalanları üretmek, pazarlamak mübahtır. Çok daha vahimi tüketici taleplerine uygun bir dil icad etmek de mubahtır. Bu akım aracılığıyla Türkiye’de İslam maalesef ve maalesef sınırsız bir şekilde vulgarize edilmiştir.

Nasıl vulgarize edilebilir İslam?
Her türlü ilkeden ve şer-i temellerden bağımsızlaştırılarak kitlelerin hoşuna gidecek bir kalıba sokulur. Gün gelir bu amaca yönelik olarak bu dil çok bayağı şekilde popülarize edilir, gün gelir yine çok bayağı bir şekilde milliyetçi, vatancı, devletçi bir dil kazanır. Bu gelenek nezdinde devlet dinden daha kutsaldır. Benim anlamayamadığım bir şey var. Düşünce dünyasında medya dünyasında kültür dünyasında çok yakın günlere kadar bütün arkadaşlarımız bu cemaatle ilgili olarak son derece saygılı bir dil kullanmışlardır. Şimdi bugün bir darbe girişiminde bulunulduğu için, ülke bir belirsizlik yaşıyor. Çünkü bunlar aynı zamanda emperyal bir proje adına kullanılıyorlar.

Siz de emperyal bir oyun olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Şüphe yok. Eğer resmin bütününü takip ediyor olsaydık komplo demeyecektik. Türkiye’nin bir şekilde kontrol altında tutulması için bir araca ihtiyaçları vardı. Bu cemaatin de bu konular etrafındaki rahatsızlıkları bilindiği için bunları kullandılar. Türkiye bunu öngörmüyordu. Öngörebilmeliydi. Hepimiz bu darbe girişimiyle harekete geçtik. Ben bütün entelektüel kesimlerin, aydınların, düşünce adamlarının, din adamlarının, bilim adamların sorumlu olduğunu düşünüyorum. Ben yıllar önce bunun bir Amerikan projesi olduğunu, bu hareketin Siyonizmden daha tehlikeli olduğunu yazdım.

Neden böyle düşünüyorsunuz?
Siyonistlerin ne yapacağını öngörebilirsiniz fakat bunların ne yapacağını öngöremezsiniz çünkü burada çıkar mülahazaları hakimdir. Ve asıl vurgun büyük yağma bu hareket aracılığıyla yani din aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Daha bu hareketin başlangıcından itibaren bir kişinin karizmasının sınırsız şekilde yüceltilmesine yönelik kurmaca efsaneler üretilmiştir.

TARİHTE MANEVİ TİRANLARA HİÇ KARŞI ÇIKILMADI
Cemaatin bugüne kadar entelektüel bir kesim yetiştiremediği eleştirisi var. Bu mitlerden mi kaynaklanıyor?
Bu cemaatlerin temel amacı sayıları çoğaltmak ve çıkarları çoğaltmak. Nicelikleri, paraları çoğaltmak. Bunun dışında entelektüel bir yoğunluk, entelektüel derinlik gibi bir amaç güdülmemektedir. Gündeminde entelektüel kadro yetiştirme gibi bir projesi yoktur. Bunlar amaçları doğrultusunda dini duyarlılığı sınırsız biçimde sömürmüşlerdir. Biz dışarıdan sömürünün mahiyetini anlayabiliriz. Ama içeriden sömürülmeyi anlamakta güçlük çekiyoruz.

İçeriden sömürülmekten kastınız ne?
Kitleleri çıkar amaçlı yöntemlere daha kolay seferber etmektir. Kitleleri duygusal olarak yönlendirip manipüle edersiniz. Eşya ve nesne haline getirirsiniz. Ama bilinçli insanları böylesine yönetemezsiniz. Dolayısıyla bu tür şeylerde bilinç merkezli bir çalışmayı kimse istemez. Mesela bizde cemaat reisi kendisini izleyenlere bizi aşın, sorgulayın, eleştirin demez. Sadece bize itaat edin der ve onlar bunu gerektiği gibi yerine getirirler. Amaç başlangıçta niteliksel boyutlar temelinde bir entelektüel, bilimsel, düşünsel ve kültürel birikim olmuş olsaydı bugün geldiğimiz noktaya gelmiş olmayacaktık. İslam’da eleştiri var ama bizim geleneğimizde eleştiri yok. Eleştiri olmadığı için buralarda bir manevi diktatörlük hakimdir. Tiranlık hakimdir. En tehlikeli diktatörlük manevi diktatörlüktür. Manevi aracılar aracılığı ile gerçekleştirilen tiranlıktır. Çünkü onlar kutsallaştırıldıktan sonra onların her yaptığında, yanlış da olsa bir hikmet vehmedilir. Siyasal diktatörlere karşı çıkar kitleler. Bu mümkündür. Fakat tarihin hiçbir döneminde manevi tiranlara, bugün de yaşadığımız gibi, özellikle mensuplarının karşı çıktığı görülmemiştir.  (YENİ ŞAFAK)
Bir Gülen örgütü dershanesi öğretmeninden şok itiraflar! Şubat 16 2014    
MEDYAGUNDEM.COM- Sabah gazetesi genel yayın yönetmeni Erdal Şafak bugün köşesinde kendisine Gülen örgütünün FEM dersanesinde görevli bir öğretmen tarafından ulaştırılan mektubu yayınladı.
“Meğer ne çok kilitli ağız ve mühürlü kalp varmış… Meğer ne çok akıl tutulmuş, vicdan buzluğa konmuş…” diyen Şafak’ın yayınladığı mektupta deyim yerindeyse yok yok.
Resmen örgüt çözülmüş durumda ve “itiraflar” yağmur gibi yağıyor. 
Şafak da bu duruma, “MİT’e 7 Şubat tuzağıyla başlayan, 17-25 Aralık komplosundan sonra sağanağa dönüşen ‘İtiraf e-mail’leri’ni okudukça dehşete kapılıyorum. Pek çoğu ‘Size bilgi olarak gönderilmiştir’ ya da ‘Lütfen sizde kalsın’ türü rica notları içerdiği için dosyalarımda sakladım. Ancak son gelen mail’lerden biri ‘Lütfen bunu kamuoyuna duyurun. Duyurun ki, halimizi herkes görsün’ uyarısıyla noktalandığı için aynen sütunlarıma alıyorum.” diyerek dikkat çekmiş.
İşte ”Hüseyin K.” adlı mail sahibinin gönderdiği o mektup:
POLİS KOLEJİ SINAVI YOLSUZLUĞU
Merhaba… Ben FEM dershanelerinin İstanbul şubelerinden birinde çalışan bir öğretmenim. 2005′ten bu yana Fethullah Gülen cemaatinde bulunmaktayım. Son üç senedir kendi rızam dışında hatırını kıramadığım bir büyüğümün ricası ile oradayım. Önümüzdeki yazdan itibaren irtibatımı koparacağım.
Sözü uzatmadan bilmenizi ve belki köşenize taşımanızı istediğim bir kaç mesele var.
1. Ben üniversite ikinci sınıftayken Sakarya’da bir lise yurdunda belletmendim. Yazları yurdumuzda polis koleji sınavına hazırlanan arkadaşlar vardı. Biri sınava iki gün kala bana ‘Abi biz sınav sorularını vereceksiniz diye bekliyoruz. Ne zaman vereceksiniz?’ dedi. Ben de ‘Öyle şey olur mu?
Madem Allah rızası için memlekete hizmet etmek istiyorsun, çalış, hakkını ver, kazan’ dedim. Daha sonra o arkadaşlarla ilgilenen abiyi gördüm ve o çocuğun bana söylediklerini ona ilettim. O da bana ‘Vallahi geçen sene ellerimle verdim ama inan bu sene sorular gelmedi’ dedi.
2. Yine üniversite yıllarında cemaatte çok yakın arkadaşlarımdan bir kaç tanesi, askeri okullar sınavına hazırlanıp kazanan çocukları mezun olana kadar İzmir, Ankara, Balıkesir, Çanakkale gibi şehirlere ayda en az iki kere görmeye giderdi.
İrtibatı sıcak tutmaya çalışırlardı.
KURBAN DIŞI KULLANILAN PARALAR
3. Mezun olduktan sonra birbuçuk sene bölgecilik (cemaatin burs veren esnaftan sorumlu sohbet abisi) vazifesini yaptım. Kurban Bayramı öncesinde 600 liraya hisse toplanır, Afganistan, Pakistan gibi kurban hayvanlarının ucuz olduğu yerlerde 100-200 dolara kurbanlar kesilir, arta kalan para kurban dışı kullanılırdı.
4. Yine bölgeciyken her ay 40 bin liraya yakın burs polis ve asker okullarına hazırlanan çocuklara harcanırdı. Ameliyatları bile hizmet karşılardı.
DERSANELERDE ÖĞRETMENLERİN MAAŞLARI DÜŞÜK GÖSTERİLİYOR
5. Dershane olaylarından sonra Hocaefendi’nin görevlendirdiği Mahmut Bal adında bir şahıs bizimle yaptığı bir sohbette ‘Bu seçimde CHP’ye oy vermezsem namerdim’ demişti. Bir kaç gün sonra Hocaefendi, Cumhurbaşkanı’na gönderdiği mektupta ‘Geçen siyasi seçimde neredeysek yine aynı yerdeyiz’ diyordu.
6. Hocaefendi’nin beddua kasetinden sonra dershane müdürü bütün öğretmenleri toplayıp ‘Mali baskın olabilir. Gelip maaşınızı sorarlarsa bankaya yatan miktarı söyleyin’ dedi. Zira bütün öğretmenlerin maaşları az vergi vermek için düşük gösteriliyordu. Hatta bunun peşinden polis koleji sınavlarına hazırlanan çocukların resmi kayıtlı olamayanları herhangi bir baskında ortaya çıkmasın diye düzeltme talimatını yanımızda verdi.
AK PARTİ DIŞINDAKİ BİR PARTİYE OY VERME TALİMATI 
7. Bank Asya olaylarında yine müdür bey ‘Kirada olanlar kiralarını birkaç ay yatırmasın. Varsa yastık altındaki altın, para benzeri şeyleri Bank Asya’ya yatırsın’ demişti ve yatırmayanları takibe almıştı. Hatta bütün öğretmenlere maaş bordrosu ve imza sirküleri hazırlatıp Şekerbank’tan faizle ihtiyaç kredisi çektirip Bank Asya’ya yatırmalarını istediler. Sadık abi adında Marmara ya da İstanbul abisi vermişti bu talimatı. Üstelik belki krediye başvuran olmaz diye müdür bey Şekerbank’tan bir personeli çağırıp işlemleri dershanede yaptırdı.
8. Yine müdür bey bütün öğretmenlere çevrelerindeki yüz kişiyi AK Parti dışındaki bir partiye oy vermeye ikna için talimat verdi. Herkes ikna çalışmalarına başlayacak ve kimin ne kadar ikna ettiği takip edilecek.
9. Bütün FEM şubelerinde polis koleji sınavlarına hazırlanan öğrenciler hâlâ mevcut.
10. 7-8′inci sınıflarda harp okulu ve polis koleji sınavlarına, 11-12′nci sınıflarda da askeri okul ve polis okulu sınavlarına öğrenci hazırlıkları devam ediyor. Hizmetin abi evlerine gelip giden çocuklar bu şekilde eğitiliyor.
Benim gibi rahatsız olan çok insan var ama özellikle cemaatten maaş alanlar, işlerini ve ailelerini riske atmak istemiyorlar.
ŞAFAK’IN YAZISI İÇİN TIKLAYIN

http://www.medyagundem.com/bir-gulen-orgutu-dershanesi-ogretmeninden-sok-itiraflar/
#ResminTamamı -1 100 yıl önce:
Osmanlı, Abdülhamid, ümmet
 Bugün ülkemizde ve Ortadoğu'da başımızı döndüren tüm olayları anlamakta zorlanıyoruz. Çünkü resmin tamamını göremiyoruz ve o resmin nasıl yapıldığını da bilmiyoruz.Bugünden itibaren dört yazıda, aslında resmin ne olduğunu ve resmin nasıl yapıldığını bu kısıtlı köşede, özetle anlatmaya çalışacağım. Böylece meselenin Gezi, Cemaat, El Kaide, Suriye olmadığını anlayacağımızı ümit ediyorum. Şimdi önünüze 18. Yüzyıl'daki sınırlarıyla bir Osmanlı haritası koyun. Şimdi bugünkü dünya haritasını açın ve yanına koyun. Bugünkü dünya haritasında savaş, terör, çatışma, kaos yaşanan ülkeleri işaretleyin. İşaretlediğiniz ülkelerin sınırlarını birleştirin. Ne görüyorsunuz? Ortaya, Osmanlı haritasının Ortadoğu bölümü çıktı değil mi? Çatışma yaşanan bölgeleri son 50 yılı baz alarak işaretlersiniz haritaya Kafkaslar ve Balkanlar bölgesi de girecektir. Böyle olması normal, çünkü Osmanlı toprakları son iki yüzyıldır planlı ve düzenli olarak parçalandıkça ve ana gövdeden koparıldıkça savaş, terör ve kaos o topraktan eksik olmuyor ve asla huzur bulamıyor. Çok değil, sadece yüz yıl geriye gidelim. Büyük Sultan Abdülhamid, otuz yıllık iktidarı boyunca imparatorlukta yaşayan milletleri ve 5 milyon kilometrekare toprağı bir arada tutmayı başarmıştı. Düşmanları kendileriyle uzlaşmayan (özellikle Filistin konusunda) Abdülhamid için iki ayrı plan yaptı.  İçeride, 'Kızıl Sultan' ve 'istibdat yönetimi' (diktatörlük) denerek yoğun bir kampanya başlatıldı. Abdülhamid'in bir 'despot ve diktatör' olarak tüm özgürlükleri kısıtladığı gerekçesiyle her yerde aleyhinde konuşuluyordu. Öte yandan 'Ümmet' kavramını ve Osmanlı'nın imparatorluğu bir arada tutan tutkalını yok edecek bir tartışma başlatıldı: 'Biz kimiz? Osmanlı demek ne demek? Müslüman kimliği bizi temsil ediyor mu?' Sonunda 'Asıl millet Türk'tür' denilerek Osmanlı'nın 600 yılda oluşturduğu kuşatıcı ve birleştirici 'millet' kavramını çatlatan ilk hançeri sapladılar. Tartışmayı sürükleyen ana kadro Jön Türklerdi ve İngiltere ile Fransa'da yaşıyorlardı daha çok.  Osmanlı içinde kimlik ve millet kavramları tartışılırken ve Abdülhamid 'diktatör' denilerek iktidardan indirilmeye çalışılırken; Ortadoğu'da İngiliz Lawrence gibi kişiler aracılığı ile Arap milliyetçiliği körüklenerek Osmanlı'ya karşı Ortadoğu halkları kışkırtılıyordu.  En önemli argümanları 'Osmanlı'nın Arapları sömürdüğü, geri bıraktığı ve Türklüğü önemsediği, Arapları aşağıladığı' yönündeydi. Bunları anlattıkları her Arap aşiretine bir de bağımsız bir devlet vaadinde bulunuyorlardı.  'Ümmet ve millet' kavramı burada da tartışmaya açıldı. Arap ırkının Osmanlı olmadığı, Osmanlı 'millet' kavramının içinde Arapların yer almaması gerektiği ısrarla vurgulandı. Tüm bunlarla aslında İngiltere, Hindistan'dan Fas'a kadar tüm İslam coğrafyasında hedefini seçmişti: 'Ümmetin birliği ve hilafetin dirliği'. Halife Abdülhamid irtica, terör, kaos, ekonomik bozukluklar bahane edilerek askeri bir darbeyle tahttan indirildi. Jön Türklerin devamı İttihat Terakki iktidara geçti. Abdülhamid iktidardan indirildikten hemen sonra 1912 de Balkan Savaşlarıyla Osmanlı'nın sağ kolu kopartıldı. Balkan cephesi düştü. Osmanlı Anadolu'ya doğru çekildi. İki yıl sonra bu kez Birinci Dünya Savaşı başladı. Osmanlı'nın tüm toprakları saldırıya uğradı. Tüm coğrafyada ölümüne direnen bir imparatorluk vardı ama müttefiki Almanya yenildi diye Osmanlı da yenildi sayıldı. Arap coğrafyasında ekilen fitne tohumları yeşerdi ve Osmanlı'dan kopartıldı. Osmanlı doğduğu ana rahmine Anadolu topraklarına çekildi, iki kolu ve bacakları kopartılmış olarak. İngiltere savaşın galibi olarak işte o zaman elinde cetvelle bir resim çizmeye başladı. Ortadoğu'da sürekli savaş, terör ve acının yer alacağı mutsuzluğun resmiydi bu. Osmanlı'nın parçalanmış bedeni üzerine çizilmiş kanlı bir haritanın resmi. Twitter.com/alinurkutlu

hummet/49996ttp://yenisafak.com.tr/yazarlar/AliNurKutlu/resmintamami--1-100-yil-once-osmanli-abdulhamid-
Abdülhamid'i anlamak
ALİ NUR KUTLU 12.02.2014
 10 Şubat 1918 değil de daha geç tarihlerde vefat etseydi belki üzüntüsü iki katına çıkacaktı. İttihat Terakki'nin, gözlerinin önünde Osmanlı İmparatorluğu'nu eriten ve sonunda yok eden politikalarına şahit olmadığına şahsen memnunum. Sürgüne gönderildiği Selanik'in Balkan savaşında düşme ihtimaline karşın önce Abdülhamid Han ve ailesi şehirden çıkartıldı. Şehri terk ederken 'Selanik düşerse imparatorluk düşer' demişti Ulu Hakan. Selanik, ardından Balkanlar düştü. Parça parça kopardılar imparatorluktan. Sonunda dediği gibi İmparatorluk da düştü.  Abdülhamid sürgününü ve ömrünün son günlerini geçirmesi için Beylerbeyi Sarayı'na kapatıldı. Orada derin ıstırabını elleriyle yaptığı masa, sehpa, dolap gibi mobilyalara akıttı. İçe dönük kişiliği daha da derinleşti, dünyadan koptu. Birinci Dünya Savaşı başladığında gözü gibi koruduğu 5 milyon metrekare toprağın parça parça kopartılıp çiğnendiğinden belki de haberdar değildi. Elinde rende, bir ağacı yontarken, Osmanlı çınarının dalları da tek tek kopartılıyordu.  1918 yılının 10 Şubatı'na gelindiğinde dünya sürgünü sona erdi ve ebediyete göçtü. O utanç verici yıkımı görmedi çok şükür. Hicaz'ın düşüşünü görseydi, Medine'deki Fahrettin Paşa'nın 'Efendimizi bırakamam' feryadını duysaydı ne hissederdi? Kudüs'ün, o Yahudilerin önüne dünyanın servetini bir halı büyüklüğünde toprağına feda ettikleri canım Kudüs'ün düşmesine nasıl şahitlik edebilirdi ki?Çanakkale'de kendi kurduğu Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye öğrencilerinin canlarını feda ettiğini ve İmparatorluğun tüm yetişmiş kadrosunun orada yok olduğunu öğrendiğinde nasıl dayanabilirdi?Hiçbirine dayanamazdı. Hele ceddinin 400 yıl boyunca payitaht bildiği İstanbul'un, o güzelim Boğaz'ın İngiliz gemileriyle işgal edilmesine hiç dayanamazdı.  1918, Osmanlı'nın büyük hikayesinin son bulduğu yılda, Sultan Abdülhamid de acı yıkılışı görmeden göçtü 600 yıllık ailesinin yanına. Sessiz ve derin bakışları yedi iklim, dört mevsim, Devleti Ali Osmanlı toprakları üzerinde bir daha gezinmedi. Abdülhamid'in derdi vardı. Bu yüzden yapıyordu bir çok şeyi ama kimse anlamak istemiyordu. Koca İmparatorluğu parçalamak için aç kurt gibi bekleyen yedi düvel düşman yanı başında dururken, devlet etme yönetimini eleştirenler dünyayı anlamıyordu muhtemelen. Bir kurabiye kadar toprak vermediği Filistin toprakları için neden yıllarca direndiğini şimdi çok iyi anlıyoruz değil mi? Öte yandan teknik olarak bakıldığında geride muhteşem bir saltanat devri bıraktı. 32 yıl boyunca İmparatorluğu modernleştirdiği gibi İslam dünyasında birliği, beraberliği de sağladı. Sanattan mimariye, askeriyeden eğitime kadar onlarca alanda yenilikler ve reformlar yaptı. Ulaşımda devrim gerçekleştirdi. Hicaz Demiryolu ile imparatorluğu bir ucundan öbürüne bağladı. Anadolu'da kara yolu projesini başlattı ve bir çok şehir yola kavuştu. İletişim ve haberleşmede Posta Telgraf Teşkilatı'nı kurdu, telefonu yaygınlaştırdı. Askeri alanda orduda çok büyük yenilikler yaptı. Dünyanın ilk deniz altı imalatını başarıyla gerçekleştirdi. Osmanlı tarihinin en büyük eğitim hamlesi O'nun zamanında yapıldı ve 50 yıl boyunca bu kadar başarılı bir eğitim hamlesi yapılamadı. Şam'da, Trablusgarp'ta tramvaylar, telgrafhaneler, hastahaneler kuruldu. Haydarpaşa'yı, Sirkeci garını yapan, Darülacezeyi kuran, Şişli Etfal'de fakirleri tedavi ettiren O'ydu. Ömrü yetseydi, belki de projesini hazırlattığı Boğaziçi köprüsünü de gerçekleştirecekti. Sultan Abdülhamid'in saltanatı zamanında yapılanların listesi bu köşeye sığmayacak kadar uzundur. Ama tarihin bir başka yanına bakarsanız 'Kızıl Sultan' diye yaftalandığını, dönemine 'istibdat' (diktatörlük) dendiğini okursunuz. O dönem çıkan gazetelerdeki karikatür ve hiciv yazılarındaki hakaretler hiç kimseye yapılmamıştır. Abdülhamid'e 'eli kanlı' demek için 'Kızıl Sultan' yaftasını yapıştıran Albert Vandal adlı bir Fransız yazardı ama içerideki yazarlar daha hararetle o tanımlamayı kullandılar.  Beylerbeyi Sarayı'nda Abdülhamid'in kapatıldığı odayı gezerken ve elleriyle yaptığı muhteşem mobilyalara bakarken O'nu anlamaya çalıştım. Bir İmparatorlukta inanılmaz işler başaracaksınız, muhteşem eserler meydana getireceksiniz sonra 'Kızıl Sultan' diye hakarete uğrayacaksınız. 32 yıl boyunca İmparatorlukta toprak kaybetmeyeceksiniz, sonra 10 yılda tüm topraklarınız sizi askeri darbeyle devirenler tarafından kaybedilecek. Bu da yetmezmiş gibi hainlerin kaleminden çıkan yalan tarih yazılarıyla bir de iftiralara uğrayacaksınız.  Ulu Hakan Abdülhamid'in yaşadığı dramı ve ruh halini sanırım şu sıralar en iyi Başbakan Erdoğan anlıyordur.
Twitter.com/alinurkutlu
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AliNurKutlu/abdulhamidi-anlamak/50268

Cemaat'in fişleme belgesi ortaya çıktı

Uzun süredir hükümeti, Gülen Cemaati’ne yönelik fişleme yapmakla suçlayan Cemaat’in de Zaman gazetesi aboneliği ile ilgili fişleme yaptığı ortaya çıktı.  
 16 Şubat 2014
Cemaat'in fişleme belgesi ortaya çıktı
Gülen Cemaati'nin sınırsız desteği ile ikna etme yöntemi kullanılarak abone kazanan Zaman gazetesinin, abone olmayanları da fişlediği ortaya çıktı.

CEMAAT'İN FİŞLEME BELGESİ

Cemaat'in gazetesi olan Zaman için abone bulma çalışmalarının raporlara yansıdığı görüldü. Elimize ulaşan belgede, aboneliği kabul etmeyen kişilerin isimleri, cep telefonu numaraları ile adreslerinin yanı sıra "aboneliği kabul etmeme" gerekçeleri de açık bir şekilde yazılmış görülüyor.

"HABERSİZ ABONE, HATIR ISRAR İLE ABONE"

Kimi kişilerin isimlerinin yanında "Yayın-habere tepki" gibi bir not düşülürken, kimisi için de "Hatır- ısrar ile abone yapıldı" yazıldığı görülüyor. Aboneliği kabul eden bir kimse için de "Habersiz abone" yazıldığı görülüyor.

İşte Cemaat'in yaptığı fişlemenin belgesi: