HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

26 Mart 2014 Çarşamba

Habervaktim’den Açıklama

Deniz Baykal’ın kendisi gibi evli ve çocuk sahibi olan partisi milletvekili bir kadınla olan gayri meşru ilişkisini gösteren kaset yeniden gündemde.
Habervaktim’den Açıklama
26 Mart 2014 Çarşamba 15:24
Yayınlarda sürekli ülkenin ana muhalefet partisinin liderine; ülkeyi yönetmeye talip bir siyasiye ait rezil içerik görmezden gelinirken, kasetin kim veya kimler tarafından servis edildiğinin derdine düşülmüş durumda.
Malum sözkonusu kaset henüz tespit edilemeyen kişilerce ilk metacafe adlı bir video paylaşım sitesinde yayınlanmış, Habervaktim.com buradan gördüğü kaseti haber değeri görerek, kaynak gösterip alıntılamıştı. Ardından tüm haber sitelerine düşmüş ve olay ülke gündemine oturmuştu.
YENİ SES KAYDI İDDİASI
İllegal dinleme kayıtları manipüle montajlarla servis edilmeye devam ederken, Başbakan Erdoğan’a ait olduğu ileri sürülen yeni bir ses kaydı internete kondu. Kayıt “Baykal kasetinin yayınlanması talimatını veriyor” iddiayla sunuldu.
Bu yayın üzerine taraflardan birbirine ardına açıklamalar geldi.
KILIÇDAROĞLU’NUN AÇIKLAMASI
CHP Lideri Kılıçdaroğlu, Başbakan’ın “Baykal kaseti hakkındaki ses kaydı” iddiasıyla ilgili “Başbakanlık koltuğunda oturan zat’ın süratle bir açıklama yapmasını bekliyorum. Ahlaksızlığın bu boyutu dünyanın hiç bir ülkesinde görülmemiştir. Zaten bu olayın faillerinin bugüne kadar ortaya çıkmamasının asıl nedeni de budur. Asıl fail odur. Ahlaksızlığı bu boyuta getiren bir kişi başbakanlık koltuğunda oturamaz” dedi.
BAYKAL’IN AÇIKLAMASI
CHP eski lideri Deniz Baykal, kendisiyle ilgili görüntülerin Başbakan’ın talimatıyla servis yapıldığı iddiasına yönelik açıklama yaptı. Konunun örtbas edilebilecek, görmezden gelinebilecek ya da sıradan suçlamalarla inkar edilebilecek bir konu olmadığını vurgulayan Baykal, “Ortaya atılan bu iddialar hukukun, vicdanın, mantığın izah etmesi mümkün olmayan bir davranıştır. Bu tablo ile ilgili bu aşamada benim bir şey, yorum yapmam uygun olmayacaktır. Ben bu konuda resmi değerlendirmeleri bekliyorum. Umarım derhal en kısa zamanda bu konuda bir açıklamayı duyma imkanım sağlanır” şeklinde konuştu.
BAŞBAKAN ERDOĞAN’IN AÇIKLAMASI
Konuyla ilgili Başbakan Erdoğan’dan da bir açıklama geldi.
Daha önce pek çok açıklamasında, Baykal kasetinin içeriğine tepki göstererek, “özel hayat” savunmacılarına "Beline hakim olamadı. Hala bu medya, bu siyasiler ‘İnsanın özeline karışıyor’ diyorlar. Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özel oluyor. Bu özel değil, bu genel genel. Bu genel bir ahlaksızlıktır..." diye cevap veren Başbakan Erdoğan, kasetinden haberdar olduğu ve bunu kendisinin servis ettiği iddialarını ise reddetmişti.
BAŞBAKAN: "BUNUN NERESİ ÖZEL, GENEL GENEL" TIKLA İZLE
BAŞBAKAN: "BU İLİŞKİ DE Mİ KOMPLO? EŞLERİNE İHANET EDENLERİ MAĞDUR OLARAK GÖREMEYİZ..." TIKLA İZLE
BAŞBAKAN: "BELİNE HAKİM OLAMADI" TIKLA İZLE
Baykal kasetinin kimler tarafındaninternete konduğu konusunda, özellikle 17 Aralık’tan beri “Cemaat”i gösteren Erdoğan, kendisine ait olduğu ve Baykal kasetinin servis edilmesini istediği ileri sürülen son ses kaydıyla ilgili şunları söyledi:
“Cemaatlere can kurban ya. Cemaat değil örgüt. Bu kasetçiliğin merkezi nerede? Satış yeri Unkapanı, Tahtakale. Zaten ben Sayın Kılıçdaroğlu’na tavsiye ettim. Senden iyi kasetçi olur. Şimdi bu sabah arkadaşlarım bana bir şey söylediler.
BENİM AYARLADIĞIMI SÖYLÜYORLAR
Malum Baykal’la ilgili bir olay vardı ya. Yahu bunu benim ayarladığımı söylüyorlar. Yine bir montaj. Ve Kılıçdaroğlu denilen ahlak yoksunu adam diyor ki “Açıklama yapsın” Yahu neyin açıklamasını yapacağım?
Bunu anayasayı müzakere ederken, bu sosyal medyaya düştüğü zaman onu kaldıran kim ya? Ben kaldırdım ben.
CİBİLİYET NOKTASINDA SIKINTISI VAR
Bugün tweetlerde bu ülkenin başbakanına hakaret edilmesini tavsiye eden sensin. Bizzat bu işi zaten kendin yapıyorsun. Cibilliyet noktasında sıkıntısı var.
BAŞBAKAN'A SAYGISIZLIK YAPAMAZSIN
Böyle montajlarla filan bir yere varamazsınız. Ve yarım sat içerisinde kalkıp onu sosyal medyadan kaldıran bir başbakana bu saygısızlığı da yapamazsın. Biz inancımızın gereği bu tür ahlaksızlıkları yapacak kadar ahlaksız değilim. Ama sende o var. Şu anda beraber yürüdüğünüz Pensilvanya’da da o var. Zaten kasetleri beraber hazırlıyorsunuz, CD’leri beraber hazırlıyorsunuz. Ama bizi bu oyuna getiremeyeceksiniz.
KAOS OLACAKTI NE OLDU?
Dün için ne diyorlardı? Kaos olacak. 25 Mart kaos. Ne oldu? 17 Aralık dediniz olmadı, 25 aralık dediniz olmadı, seçim dediniz olmadı. Doldur boşalt, sizden yoğurt olmaz. Ne diyorlardı bizden öncekiler? Bahçeli ne yapacaktın orayı? Patates deposu. Biz ne yaptık, hayır dedik, bolu dağındaki tüneli halledeceğiz dedik.
SİZ BİZE EVET DEDİNİZ Mİ?
Doğan Grubu'nun gazeteleri... İdraki meali bu küçük akla gerekmez, Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez. 411 el kaosa kalktı dediler. CHP bu. Şimdi utanmadan sıkılmadan ben çözdüm diyor. Bunu neresi çözdü biliyor musunuz? Yüzde 58. Referanduma gittik mi? Siz bize evet dediniz mi? İşte orada iş bitti. Orada ne CHP ne MHP vardı, hepsi bizim karşımızdaydı.”
HABERVAKTİM’İN NOTU
Sözkonusu görüntülerin kimler tarafından kayda alındığı ve metacafe adlı sosyal paylaşım sitesine kimler tarafından yüklendiği/servis edildiği konuları belirsizliğini korurken, Habervaktim.com olarak olayın bu noktası bizi çok da ilgilendirmiyor. Biz olayın haber boyutuyla ilgilendik, bugün de haber boyutuyla ilgileniyoruz. Ülkenin önde gelen yazarları tarafından da kabul edildiği ve Başbakan Erdoğan’ın “bunun neresi özel, genel genel” diyerek, içeriğine tepki gösterdiği skandal kasetle ilgili haberimiz, son yılların en büyük haberciliğidir.
Habervaktim.com

Olimpiyat Stadı; Peygamber Tokadı

 26.03.2014  

Kıyamoglu Sancaktar


(Bu yazı ile ilgilenenlerin evveliyatla 7.2.2014 tarihli yazıyı okumaları meselenin vuzûhuiçin tavsiye olunur.)
Öncelikle ifade edilmesi gereken nokta; Türkiye’nin sadece gündemine değil, artık dönemin tarihine de gireceği kati olan, Ak-Hizmet çekişmesinin siyasal boyutu bu yazının konusu değildir..Devlet birimlerinin poker masasındaki kartlar gibi elden ele dolaşması, bunun üstüne kopan fırtınalar ve siyasilerin bu meyanda mücadeleleri vs. kendi adlarına ve çalışma alanlarına göre makul ve anlaşılabilir bir durum olabilir.. Zaten muhatabımız da direkt olarak bu zümre değil..

Buradaki usul ve üsluba yönelik eleştiriler politika-siyaset gömleği giymemiş ve bunu deklare etmiş bilumum; ilim adamı, münevver, müellif, kanaat önderi vs. kimliği ile toplumda temayüz etmiş İslâmi hareket şuuruna sahip büyüklerimize.. Elbet bu konuda üzerine düşeni fazlası ile yapmış olanlar var olsa da, efkar-ı umumiyede yankı uyandıracak genel ve güçlü bir ses olmadığı için böyle bir tenkide ihtiyaç hissedildi..

Gelelim mevzuya; Hizmet hareketinin manevi önderi olduğu herkesçe malum “hocaefendi” vasfıyla muttasıf Fethullah Gülen ve hareketi; diğer nurcu cemaatler de dahil diğer tüm cemaatler nezdinde, faaliyetleri, konuşmaları ve çizgileri ile ciddi olarak bir muamma idi..Hemen her cemaatte eleştiren ve takdir eden olduğu gibi,bizzat hem eleştiri hem takdir arasında mütereddit olanlar vardı; ki bunun sebebi faaliyetlerinin değişik tezahürler göstermesiydi..

Bunun yanında; İslâm’a karşıtlığı gün gibi aşikar,yerli-yabancı kişi ve kurumlar hakkında pozitif; İslâm’a yakın hareketler hakkında negatif (Erbakan-Ecevit, İsrail-Mavi Marmara vb. gibi) söylevler ve açıklamalar, İslâmi camia içinde her ne kadar tereddütleri arttırsa da, hala hüsnü zannı düstur edinmiş oldukarından, birçok Müslüman için net bir hüküm vermek kolay olmuyordu..

Yine camianın her zamanki malum söylevi ile ‘ahval-şerait, düşmana karşı tanınmama’ gibi bir takım teviller, zorlanarak da olsa yapılıyor, sözkonusu hareketin hiç değilse bir gün tüm bunlardan sıyrılarak, hakiki istikametine döneceği temennisi ve duası ile tüm bu olumsuzluklar sineye çekiliyordu..

Tabi diğer yanda diyalog mevzusu, diplomayı başörtüsüne tercih etme (hatta milletin lügatinde ilmi ıstılahtan başka manaya gelen furuat kelimesini kullanma), yayın organlarında İslâmi hassasiyette gevşeklik(ki bu konuda yalnız değiller) ve her yıl rezalette üstüne koyan Türkçe Olimpiyatları gibi meseleler, öyle teville pek izah edilecek durum olmamasına rağmen, İslâmikesim yine de genel sükutu muhafaza ediyordu..


Hal böyle iken yine müthiş bir debdebe ile 11. Türkçe olimpiyatları yapıldı. Şarkılar, türküler, danslar, gösteriler..Boyunları, kolları açık genç kızlar vs.…Hani kalbinde en ufak imanı olan, bira şişesi elinde bir ümmi Müslümana sorsan; ‘İslâm’a uygun mu?’ diye dik dik bakarak ‘estağfirullah’ diyecek kadar açık,muhkem ayetler, kitap, sünnet, icma ile haramiyyeti sabit bir sürü münkerâtın işlendiği manzara..

Elbette hadise bir öncekilerin yanında sürpriz değildi..Belki bir adım daha ötesi, belki biraz daha debdebelisiydi. Hal böyle iken camia içinde bile bu olimpiyatları içine sindiremeyen hayli insan vardı. Hatta onlardan bir arkadaşım bu yapılanları “hocaefendinin” tasvip etmediğini dahi söylemişti.

Gelgelelim 18.6.2013 tarihinde bizzat kendi siteleri herkul.org’da yayımlanan 335. Nağme adlı ses kaydında Fethullah Gülen akıllara zarar bir açıklama yapıyordu.Önce bunu internette başka sitelerde gördüğümden, uzun süre montaj olma ihtimali ile hakkında değerlendirme yapmadım. Uzun boylu araştırmaya hem kendi yoğunluğum hem de Mısır’daki darbenin gündemi esir alması mani oldu.

Bir gün internette bizzat bu kaydın herkul.org sitesinde yer aldığını belirten bir link görüp işin aslını öğrendiğim sırada meşhur dershane krizi patlak verdi. Mesaj siyasi sanılıp yanlış ve yandaş algılanmasın diye bir süre bu konuyu erteledim fakat mesele gittikçe daha dehşet bir ahvale bürünürken, İslâmi camianın devlet üstünden bir müdafaa dili geliştirdiğini üzülerek seyrettim. Medyanın her iki kanadının da seviye ve üslubu içler acısı idi.

Her iki taraf da iddialar ve dinlemeler ile birbirini suçlar iken, aynı şekilde beraat-ı zimmeti hatırlatmaları cidden trajikomikti. Hükümete hırsız diyenlerin İstanbul dükalığının dümen suyunda gitmesi, dünkü kemalizm düşmanı olanların şimdi CHP’ye sarılması, ne kadar garabetse, hızlı İslâmcıların meşru devletçi olması ve darbeden hüküm giyenlerle hükümetin yakınlaşması da o kadar garabetti..

Mesele ‘Asl’ından kaymış ve vaziyet hariçten sanki bir iktidar çekişmesi, bir kuvvetler savaşı olarak algılanmayayol açacak bir mecraya sürüklenmişti..İşte burada İslâmi kanaat önderleri, vakıf ve cemaatlerin çoğunluğu, biraz da Türkiye’nin dünya siyasetinde aldığı pozisyon ve cepheye bakarak Gülen hareketinin karşısında, Ak partinin yanında yer aldığını deklare ettiler..

Ve sanki İslâmi camiada devletçilik rüzgarları esmeye başladı..Kimi böyle bir söylev geliştirdi kimi buna yakın. Ve de böylelikle laik devletin hukukunu-yargısını kutsayan, hatta Hz. Aişe (R.a.) annemizin masumiyetine şehadet eden ifk ayetleri ile kıyaslayan* karşı tarafın devletçilik eleştirilerine maruz kaldılar..

Aslında meseleye böyle yaklaşılmamalıydı. Kendilerinin kabul ve itiraf ettiği delil olan, Türkçe Olimpiyatları ile ilgiliFethullah Gülen’in açıklamaları, İslâm akâidi ve fıkhı ışığında tahlil edilmeli ve münasip bir dille bu hareketin mensupları ikaz edilmeliydi..Fakat maalesef bu yapılmadı. Hz. Peygamberimiz (S.A.V) üzerinden o stadyumda yapılanlara meşruiyet kılıfı giydirmek gibi büyük bir cinayete yeterince tepki gösterilmedi..İslâmi camia olarak gösteremedik..

“Ne oluyor!.. O stadyumda şarkı-türkü eşliğinde dans eden kızlara vakur bir İslâm Âlimi bile yüzü kızarmadan bakamazken, sen nasıl olur da çocukluğunda dahi çalgılı bir düğünü, Allah’ın uyku verip izlemeden sakındırdığı; iki cihan serveri Hz.Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellemi böyle bir münkerata yama yaparcasına kullanırsın?!..” diye güçlü bir haykırış çıkmadı, çıkamadı..

Fakat Gülen’in bu açıklaması, her ne kadar bir çok müminin “gayret”ine pek dokunmasa da -Allahu alem-“Gayretullah”adokundu..Ve bir sille yedik hepimiz.. Bilemiyorum; Gülen tarafından mana aleminde stadyuma geldiği şayiası takrir edilen Hz.Peygamber(S.A.V)’in sillesimiydi, yoksa Rabbu Teâlâ’nın peygamberine bu muameleyi reva görene, bunu alkışlayan yada en azından sessiz kalan bizlere Habib-i Kibriyası için aşk ettiği“Celal” isminin tokadı mı idi?!..’Hiddet’ mi yoksa ‘Şefkat’ tokadı mı olduğu ise sillenin muhatabı bizlerin, fert yahut fırka olarak; bu cürümde kastımız, iştirakimiz ya da sükutumuza müteveccih olduğunu zaman zaten göstermekde…

Nasıl mı?

Bir sonraki yazıda 335.Nağmenin tahlili ile birlikte meselenin keyfiyyetiniyazarız inşallah…

Not: Bu arada yazının muhatabı F. Gülen’in Zaman gazetesinde 25.3.2014 tarihinde alıntılanan Şark-ulEvsat röportajı -nisbi bir İslami nasibi olan için-akidevi ve siyasi duruşunu kendi ağzından gayet vazıh bir şekilde öğrenmek için kafidir..YaniF.Gülen’i en güzel yine kendi anlatmış..anlayana…
…………….

*( Ali Bulaç;27.2.2014, Zaman)

Kıyamoğlu Sancaktar

kiyamoglu@hotmail.com
http://www.timeturk.com/tr/makale/kiyamoglu-sancaktar/olimpiyat-stadi-peygamber-tokadi.html#.UzNP4lo5nDc

Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümünde şok iddialar!

25 Mart 2014
Muhsin Yazıcıoğlu'yle birlikte helikopter kazasında hayatını kaybeden İsmail Güneş'in eşi Yasemin Güneş kazayla ilgili şok iddialarda bulundu...

Büyük Birlik Partisi (BBP) eski lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nu taşıyan helikopter kazasında yaşamını yitiren gazeteci İsmail Güneş'in eşi Yasemin Güneş, üzerinden 5 yıl geçen kazadan sonra oğulları Tuluhan ve Çağan'la neler yaşadıklarını, nasıl bir mücadele verdiklerini, 'siyah giymiş adamlarla' ilgili neler düşündüğünü Habertürk'e anlattı.

O kazada ölen gazetecinin eşi: Siyah giyen adamlara inanıyorum
Güneş sorulara şu yanıtları verdi:

Kazanın üzerinden çok zaman geçti. Yeni tanıklar, kayıtlar, fotoğraflar çıktı. Bunlar sizin iç dünyanızda nasıl bir etki yaratıyor?
- İlk başlarda 'ya yapmazlar, hayır' felan diye düşünüyordum. Şimdi; bu suikast. En başından, en sonuna kadar suikast. Bazen, başı kaza olabilir ama aramama, kurtarmama operasyonundan dolayı suikast diyordum ama geldiğimiz noktada suikast olarak bakıyorum.

Genelkurmay'ın radar görüntüsü, İsmail'in saklandığı söylenen konuşmalarına ilişkin yeni delil var mı?
- En son çıkan 'siyah giyimli adamlar' mevzusu var. Bunu da İsmail'in bir yerde dillendirdiği, yani 'siyah giyimli adamlar var' diye bir yerde söylediği söyleniyor.

Siyah giyimli adamlar konusu nereden çıktı ve size gelen başka bilgiler var mı?
- O siyah giyimli adamlar mevzusuna ben inanıyorum. Doğru olma olasılığı yüksek. Çünkü kazanın en başından sonuna kadar baktığımızda orada herkes herşeyi yapmış. Yalnız hepsi ellerine yüzlerine bulaştırmışlar. Çünkü hepsini görüntü, kayıt altına almışlar. Cihazları çalarken kaydetmişler. Aralarındaki konuşmaları kayıt edilmiş. Birşeyleri örtmek için epey açık vermişler. Allah hepsini şaşırtmış.

'GÖRÜNTÜYÜ GETİRECEK KİŞİ VE OĞLU ÖLDÜ'
Nasıl olduğunu düşünüyorsunuz?
- Kaza günü aslında onlar bulundu. Çünkü bunun delilleri de var. Kazanın olduğu gün bulunduklarına dair, oraya birilerinin gittiklerine dair. Siyah giyimli adamların orada olma ihtimali çok yüksek. Bu görüntüleri seyreden kişilerden biri Ahmet Akpak. İstanbul'da polis muhabiriydi.

Savcıya görüntüleri getireceği hafta şeker komasından ölüyor. Daha ilginci, oğlu aynı girişimde bulundu. O da silahla vurularak öldürüldü, bir olay sonucunda. Oğlu öleli de 1.5-2 ay oluyor. İki olay üstüste gelmez. Onların ölümü de bu kazayla ilgili şaibeli durumdadır şu an.

Başka yerlerden de geldi mi bu bilgi?
- O görüntüleri seyreden başka insanlar da var. Bu görüntüleri seyreden herkesin anlattığı şeyler hepsi birbiriyle çok örtüşüyor. Hepsi farklı zamanlarda, bilgileri geliyor savcıya. Ama hepsinin seyrettiği aynı görüntü. Bu insanların hiçbiri de birbirini tanımıyor. Ama anlattıkları şeyler, hepsi doğru. O yüzden de ben bu siyah giyimli adamlar mevzusuna yüzde 90 inanıyorum. Kaza günü oraya birileri gitti.

Siz bir yandan davayla uğraşıyorsunuz, diğer yandan çocuklar küçük, bu mücadeleyi nasıl verdiniz?
- İlk iki sene zaten çok kötüydü. Oğlum Tuluhan bir kaza geçirdi. 1 Nisan'da İsmail'i defnettik, 19 Mayıs gibi Tuluhan'ın kolu kırıldı. Ameliyat oldu. Öğrendiğinde şoka girmişti. Hepsi üst üste gelince Tuluhan'ın üzüntüden psikolojisi bozuldu, depresyona girdi. Saçları döküldü. 6-7 ay kadar hem psikolojik tedavi gördü, hem fizik tedavi. Ben Tuluhan'la ilgilenmek zorunda kaldığım için Çağan'ı hep atladım.

Şimdi nasıllar?
- Şimdi gayet iyi, alıştılar da artık. Çağan, kaza zamanında 3 yaşındaydı. Çağan yeni yeni bunun acısını hissediyor. İstanbul'da bir organizasyonda İsmail'in sesini ve slaytını görünce sessizce koltuğa yapıştı, hem slaytı seyretti hem de ağladı. Şu an Tuluhan evin erkeği, babası.

Bir yandan çocukları toparlamanız gerekiyor, diğer yandan kazayla ilgili çok soru işareti. Nasıl yaptınız?
- Bazen insanın ağlayası geliyor ama ağlamaman gerekiyor. Ölüm normal, takdir-i ilahi. Kazanın ilk gününden şu ana kadar hiç isyan etmedim Allah'a ama isyanım insanoğluna. Buna kimler bulaştıysa onlara isyanım.
Bilip susuyorlar, görüp görmüyorlar, duyup da duymuyorlar. Ne kadar bu kaza ihmal felan olsa da İsmail kısmı tamamıyla cinayete giriyor artık. Hepsi ölmüştü ama İsmail yaşıyordu.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/25/yazicioglu-nun-olumunde-sok-iddialar.html#.UzNOwFo5nDc

Fethullah Gülen Arap gazetesine konuştu

25 Mart 2014
Arap dünyasının önde gelen gazetesi Şarkul Avsat, Fethullah Gülen ile gündemdeki konuları değerlendiren özel bir röportaj yayınladı. Londra merkezli gazete, Gülen'le yaptığı mülakatın ilk bölümünü 'İslam ve demokrasi barış içinde yaşayabilir' başlığıyla verdi.

CİHAN'da yer alan röportaj şöyle: Gazetenin birinci sayfasında genişçe yayınlanan röportaj, iç sayfalarda kapsamlı olarak yer aldı. Gazete, "Büyük Türk -İslam âlimi ve davetçisi" şeklinde tanımladığı Gülen'in "Yeteri kadar cami ve mescit var; okullar açmalı" sözlerine de dikkat çekti. Şarkul Avsat, Fethullah Gülen ile özel mülakatı iki bölüm halinde yayınlayacak.

Röportajın girişinde Türkiye'deki gelişmeler hakkında bilgi veren Şarkul Avsat, Türkiye'nin Arap ve İslam dünyası için demokrasi bakımından örnek bir ülke olduğunu vurguladı. Gazete, Gezi olaylarıyla başlayarak Türkiye'nin bu imajının sarsılmaya başladığını dile getirdi.

Türkiye'de birçok kişinin ülkenin siyasi ve ekonomik bakımından istikrara kavuşması, askeri vesayetin sonlandırılması, Güneydoğu'da barış sürecinin başlatılması ve Avrupa Birliği'ne katılım yolunda yapılan reformlardaki başarıları AK Parti'ye atfettiğini belirten gazete şu ifadeyi kullandı: "Türk balayı sona erdi ve bizzat Erdoğan kendini fırtınanın ortasında buldu!"

Şarkul Avsat, Erdoğan'ın muhaliflerce "iktidar kibri ve sarhoşluğuna kapılmakla" suçladığını aktarırken şu değerlendirmeyi yaptı: "Durumu daha da çıkmaza sokan şey ise Erdoğan'ın protestoculara karşı sert tutumu, AK Parti hatta Erdoğan ve ailesini de içine alan son yolsuzluk soruşturmalarındaki tutumu oldu."

Gazete röportaj sunumunda ayrıca, AK Parti yetkilileri ve ülkedeki bazı gözlemcilerin, yolsuzluk soruşturması ve sızdırılan ses kayıtlarının arkasında Gülen cemaatinin olduğunu ve hedefin ise Erdoğan'ı suçlu göstermeye çalıştığını iddia ettiklerine değindi: "AK Parti, Hocaefendi'nin açıkça reddetmesine rağmen Erdoğan, Gülen'i 'paralel bir devlet' kurmak, polis ve yargı mekanizmasını ele geçirmekle itham etti. Bunun üzerine yüzlerce polis memurunun yerlerini değiştirdi, yargı ve interneti kontrol için yeni kanunlar çıkardı, bütün itirazlara rağmen geçen ay özel dershaneleri kapatan kanun tasarısını meclisten geçirdi."

"HİZMET ERLERİ, HİÇBİR MANİPÜLASYONA GELMEYECEK BİR RUH HALİ İÇİNDE"
Röportaj sunumunda devamla, "Gülen'i eleştirenler, Hizmet Hareketi'nin 160 ülkeye yayılmış 2000'den fazla özel eğitim kurumlarıyla Türkiye'yi İslamlaştırma gibi gizli bir gündeminin olduğuna inanmakta. Ancak birçokları Hareket'in bir örgüt ve resmi üyeliğinin olmadığını, Gülen'in siyasal İslam değil, Sünni-Hanefi mezhebinin hoşgörü, insanlık ve müspet bilimlerin temsilcisi olduğuna inanmaktalar." denildi.

Şarkul Avsat, Fethullah Gülen Hocaefendi ile yaptığı röportajın ilk bölümünü okuyucularıyla şu şekilde paylaştı:

-Dünyanın dört bir yanında bulunan milyonlarca taraftarınızı ve açılan yüzlerce okulu tek bir hareket olarak görüyor musunuz?
Şahsen bu kişilere benim ya da bir başka kişinin taraftarı demeyi yanlış buluyorum. Bu yüzden –ci, cu gibi ifadelerle isimlendirme yapmanın beni çok ciddi rencide ettiğini defaatle dile getirmişimdir. Bu insanların herkes için makul ve mantıklı olabilen projeler etrafında gönüllü bir şekilde bir araya gelmiş kişiler olduğunu hassasiyetle belirtmek isterim. Camia, dinden ilham alan bir camia olmakla birlikte, projeleri makul ve evrensel insani değerlerle tamamen uyumlu, fertlerin özgürlüğünü, insan haklarını ve sulh içinde bir arada yaşamasını hedefleyen projelerdir. Bu yüzden her millet ve dinden insanlar ya bu projelere dünyanın 160 ülkesinde kucak açtılar ya da aktif veya pasif doğrudan ya da dolaylı destek verdiler.

Bu yönü ile de bu camianın gönüllülerinin mütecanis (homojen) olduğunu söylemek imkânsızdır. Homojen olmama durumu, sadece değerler kısmında değil, sempatizanlık ve katılım açısından da geçerlidir. Kimisi yurtdışında öğretmenlik yapıyor, kimi bir burs veriyor, kimisi gönüllü vakit ayırıyor vesaire... Belli ortak değerler (özgürlük, insan hakları, inanca saygı, herkesi olduğu gibi kabul etmek ve diyaloga açık olmak, dinin siyasete alet edilmesine karşı olmak, hukuka saygılı olmak, devletin gücünü suiistimal etmemek, demokrasiden geri dönülmemesi gerektiğini savunmak, devlet gücünü kullanarak baskı ve cebir ile bireyleri, toplumları dönüştürmeye, onlara din empoze etmeye itiraz etmek, sivil topluma güven duymak, eğitim yolu ile barış için çalışmak, her söz ve eylemde yaratıcının rıza ve hoşnutluğunu aramak, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek, hangi dinden ve inançtan olursa olsun kişilerin ahlaki değerlerini güçlendirmeye çalışmak vb.) etrafında kendi rızaları ile toplanan her etnik gruptan, inançtan ve siyasi partiden kişilerin oluşturduğu bu topluluk için şimdiye kadar kullanılan Cemaat, Hizmet veya Camia gibi ifadelerin hiçbiri tam istenilen manayı ifade etmemekle birlikte mevcut terimler arasında "Camia" ifadesi en münasibi görünüyor.

Homojen bir yapı olmamakla birlikte yukarıda serdedilen değerler etrafında kenetlenmiş bu insanların yukarıda işaret edilen değerlere muhalif, harici hiçbir manipülasyona gelmeyecek bir birlik ruhu ve bilinci içinde olduklarını söyleyebilirim.

"EĞİTİMİN ÇOK CİDDİ PROBLEMLERİ VARKEN DERSHANELERİ KAPATMAK İYİ NİYETLE TELİF EDİLMEZ"
-Hükümetin dershaneleri kapatma kararını nasıl yorumluyorsunuz?
Öncelikle ifade etmem gerekir ki dershane kurumu, Türk eğitim sistemindeki yetersizliklerin getirdiği zaruretle ortaya çıkmış yapılardır. Tamamen anayasal bir hak olarak özel teşebbüsün, mevcut kanunlar çerçevesinde açtığı meşru müesseselerdir. Bu kurumlar direkt Camianın değil, Camiaya sempati duyan, gönül veren iş adamlarının açtıkları büyüklü küçüklü özel şirketlerdir. Ve açıldıkları günden itibaren yıllardır hem eğitim hem de mali açıdan devlet tarafından denetlenmektedir. Ayrıca bu kurumlar diğer tüm kurumlar gibi devlete vergilerini vermektedirler. Türkiye'deki tüm dershanelerin az bir oranı Camia'nın gönüllüsü işadamları tarafından işletilmektedir.

Eğitimin çok ciddi problemleri varken bu problemleri halletmeden dershaneleri kapatmaya teşebbüs etmek iyi niyetle telif edilemez.

"HİZMET VEREN, İYİ İNSAN YETİŞTİREN MÜESSESELERİ KAPATMAK, HÜR TEŞEBBÜSE VE TOPLUMA VURULAN DARBEDİR"
Matematik ve fen gibi ihtiyaç duyulan alanlarda velilerin talebine binaen hukuka uygun bir şekilde yıllardır hizmet veren bu müesseseleri devlet zoruyla kapatmak hür teşebbüse vurulan bir darbedir.

Diğer taraftan Camia'nın temel düsturları içinde hareket eden öğretmenler ahlaklı, dürüst, çalışkan, herkesi kendi konumunda kabul eden vs. tutumları ile bu öğrencileri de elbette olumlu yönde etkiliyorlar. Devlet okullarının üstesinden gelemediği sigara tiryakiliği, alkolizm ve hatta uyuşturucu müptelalığı gibi problemlerin Allah'ın izni, inayet ve lütfu ile bu kurumlarda olmadığını görüyoruz. Bugüne kadar hukuka, ahlaka, evrensel insani değerlere ve demokrasiye karşı yanlış hiçbir tavrı olmamış bu kurumların, hiçbir ciddi kamuoyu tartışması ve talebi olmadan (tam tersine halk bunların açık kalmasını istiyor) kapatılmak istenmesi, tüm bu kazanımlara engel olunması anlamına da gelecektir.

"SİYASETLE İLGİLİ TEKLİFLERİ, MAKAMLARI REDDETTİK"
- Siyasi bir amacınızın olmadığını söylediniz. Ancak, devlette takipçileriniz var. Bunun Türkiye'de bir avantajınız olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu camia başından itibaren siyasi değil, eğitim, sosyal, kültürel ve yardımlaşma yolu ile insanlığa hizmet düşüncesiyle yola çıkmış ve bütün enerjilerini bu hususta sarf etmiştir. Eğitim yoluyla sosyal problemleri insanda çözme yolunu tercih etmiştir. Fakir, vaazlarımda, yeteri kadar caminin olduğunu ve bunların çoğunun boş olduğunu, onun yerine okul açılması gerektiğini hep teşvik ettim. Şayet siyasi bir hedef olsaydı mesela parti kurmak gibi elbette bugüne kadar, 40-50 yıllık süre içerisinde, bunun çok değişik tezahürleri olurdu. Hem bana hem de arkadaşlarımıza değişik zamanlarda siyasi mansıp ve paye teklifleri yapıldı; ama biz bunları reddettik. İstense idi, mevcut siyasi partilerin çöküşe gittiği 2001 yılında, Camia da bu fırsatı başkaları gibi değerlendirip bir siyasi parti kurabilirdi. Ama buna tevessül edilmedi. Ve yine, eğer istenseydi dün de bugün de iktidara gelen siyasi partilerde hatırı sayılır sayıda sempatizanlarımız olabilirdi. Ama herkesin malumu olan iki arkadaşımız dışında yoktur.

"DİN ADINA SİYASET YAPILMASINA DİNİN SİYASETE ALET EDİLMESİNE HİÇBİR ZAMAN MEYYİLİ OLMADIM"
Din adına siyaset yapılmasına, dinin siyasete alet edilmesine, dini sloganlarla siyaset yapılmasına hiçbir zaman meyilli olmadım. Ancak, elbette siyaset de meşru bir alandır, her ne kadar bizler siyasete girmesek ve parti kurmasak da bunu yapanlara karşı çıkmayız. Çünkü demokrasilerde partiler olmadan siyaset yapmak imkânsızdır. Camiamızın parti kurma anlamında elbette bir siyasi amacı yoktur. Lakin yukarıdaki soruda ifade etmeye çalıştığım ve Camianın temel dinamikleri arasında yer alan konuların, evrensel ortak değerlerin elbette siyasete bakan yönleri de vardır. Bir müteşebbis, sade vatandaş, bir eğitimci ve sosyal aktör olarak elbette herkes gibi bu Camianın da siyasetten talepleri olmuştur ve vardır. Fakat bu meşru talepler her zaman için meşru zeminlerde aranmış, kanunun ve ahlakın karşısında olan hiçbir metoda tevessül edilmemiştir.

"CAMİAMIZIN PARTİ KURMAK GİBİ BİR SİYASİ AMACI YOKTUR"
Hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, özgürlükleri, barışı, düşünce ve teşebbüs hürriyetini, ülkenin istikrar ve düzenini, kaos ve anarşinin ortaya çıkmamasını, herkesin olduğu gibi kabul edilmesini elbette camiamıza gönül veren vatandaşlar, tabii bir şekilde idarecilerinden bekler. Bu yönde eksiklikler olduğunda bunu tamamen sivil demokratik imkânları kullanarak dile getirir. Bunları dile getirmek hem bir vatandaşlık görevi hem de sivil toplumun amaçlarından birisidir. Bunları yapmak için parti kurmaya gerek olmadığı gibi bunları dile getirenlere siyasete girdi denilemez, iktidara ortak olmak istiyorlar denilemez, seçilmemişler seçilmişlere müdahale ediyor denilemez. Dünyada demokrasisi gelişmiş her ülkede de bu böyledir.

Demokrasinin işlemesi için siyasal partiler ve seçimler olmazsa olmazdır, ama sadece bunların olması yetmez. Sivil toplumun işlerliği de önemlidir. Siyasetçiler halka sadece seçimden seçime hesap vermezler. Sivil toplum, medyasıyla, örgütlü yapısıyla, hukuki çerçevedeki faaliyetleriyle, imza kampanyalarıyla, sosyal medya mesajlarıyla siyasal iktidarı sürekli olarak denetler ve vaatlerini yerine getirmesi yönünde uyarır. Camiamıza gönül verenler partizan siyasete katılmamak ve iktidara talip olmamak prensiplerinde buluşmuşlardır. Ancak bu, sivil toplumun siyaseti denetleme yetkisinden ve sorumluluğundan da vazgeçtiğimiz anlamına gelmez.

"HİZMET CAMİASININ SİYASİ BİR PARTİYE ANGAJE OLMASI DA DÜŞÜNÜLEMEZ"
Ayrıca bunun da ötesinde Hizmet Camiası homojen olmadığı, merkezi ve hiyerarşik bir yapısı bulunmadığı için tek tip bir siyasi görüşü de yoktur. Bu yüzden herhangi bir siyasi partiye angaje olması düşünülemez. Camia'ya gönül veren bireylerin kendilerine has şahsi siyasi görüşleri vardır. Ancak Camia'da bu konulara girilmez. Camia'nın takvimi seçim ve siyaset işlerine değil, evrensel ortak insani değerler etrafındaki projelere odaklanır. Ayni şekilde, Camia asla ve kata bir başka ülkenin içişlerine ve siyasetine karışmaz. Bulunduğu her yerde sivil bir eğitim, kültür ve insanlığa hizmet gönüllüsü olarak bulunur. Camia, bu prensibe sadık kaldığı için bugün dünyanın 160 ülkesinde rahatlıkla faaliyet gösterebilmektedir.

Bugün Türk devletinin değişik müesseselerinde bu fikri paylaşan insanlar olduğu muhakkak; ancak bunların kimler olduğu alınlarında yazmadığı gibi bunların fişleme gibi metotlarla tespiti de hukuka aykırıdır ve ahlaki olarak yanlıştır. Kaldı ki bu bahsi geçen kişiler her kimlerse bulundukları kurumların tüzüklerine tabi, amirlerine tabi ve ne yapacakları kanunlarla belirlenmiştir. Bunun herhangi bir kişi için nasıl bir avantaj teşkil edeceğini doğrusu ben bilemiyorum.

"CAMİANIN EĞİTİM MÜESSESELERİNDE EĞİTİM GÖRMÜŞ KİMSELER NEREDE VAZİFE ALIRSA ALSIN HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE DÜRÜSTLÜK İLE HAREKET ETMELERİ BEKLENİR"
Tekrar ediyorum; devlette fakiri ve Camiayı sevenler olabilir, her kanaat önderini seven veya her tür fikri ve ideolojik harekete sempati duyanlar da bulunabilir, bu gayet doğaldır. Kimse kimsenin şahsi kanaat, inanç ve dünya görüşüne karışamaz. Camia'nın eğitim müesseselerinde eğitim görmüş veya bu fikirleri paylaşan kimselerin nerede vazife alırsa alsın hukukun üstünlüğü, dürüstlük, insan haklarına saygı, demokratik prensiplere saygı içinde hareket etmeleri beklenir. Devlet bürokrasisi içerisinde iddia edildiği gibi kanunların ve amirlerin direktifleri yerine ideolojik ya da özel bir grubun direktifleri ile hareket edenler varsa bunlar şahsım dâhil kim adına hareket ettiklerini iddia ederlerse etsinler mutlaka tespit edilip cezalandırılmalıdır. Camia'ya sempati duyduğunu iddia edip, kamuda suç işleyenler varsa, derhal gerekli soruşturmalar yapılıp adalete teslim edilmelidir. Şeffaflık ve hesap verebilirlik konusunda Camia'nın tavrı her zaman nettir, bundan sonra da net olacaktır.

"DEVLETİ, SİYASETİ ŞEFFAFLAŞTIRMADAN, HERKESTEN ŞEFFAFLIK TALEP ETMEK SAMİMİ BİR TAVIR DEĞİLDİR"
Ancak takdir edersiniz ki sivil toplumun şeffaflığını alabildiğince talep etmek sadece şeffaflığı esas alan siyasi sistemlerde mümkündür. Devleti, siyaseti şeffaflaştırmadan önüne gelen herkesten sonuna kadar şeffaflık talep etmek samimi bir tavır değildir. Türkiye'deki son fişleme, dinleme ve bürokratik tasfiye olayları da bu tespitimi doğrulamaktadır. Kısa bir sure içerisinde yerlerinden edilen, binlerce memurun hangi kriterlere göre tespit edildiği tam bir muammadır ve keyfi idare görüntüsü vermektedir.

"DİNE, POLİTİK BİR İDEOLOJİ GİBİ BAKILMASININ HER ZAMAN KARŞISINDA OLDUM"
- Kamusal alan ve politikada İslam'ın daha çok rol oynaması gerektiğini düşünüyor musunuz?
İslam bir din olarak insanı kendi iradesiyle mutlak hayra, iyiliğe ve Allah vergisi potansiyelini maksimum şekilde realize edeceği insan-ı kâmil olmaya sevk eden vahye dayalı bir prensipler ve pratikler manzumesidir. Vatandaşlarına kendi dinlerini serbestçe yasama hakkı veren bir demokraside fertler kendi inanç ve değerlerini hayatlarına yansıtırlar. Demokratik prensipler ve evrensel insan hakları ve hürriyetleri çerçevesinde inançlarına uygun seçimler yapar ve kendilerini temsil edenlere fikirlerini ifade ederler. Bunu seçimlerde oy kullanarak yaptıkları gibi diğer demokratik haklarını kullanarak da hem bireysel olarak, hem de sivil toplum çatısı altında onların icraatıyla ilgili kanaatlerini ifade ederler. Dine politik bir ideoloji gibi bakılmasının hep karşısında oldum.

SİYASİ AHLAKIN OTURMASI ÖNEMLİ
Ben şahsen Müslüman bir ferdin gerek sivil ve toplumsal gerekse kamu alanında ve bürokrasi içinde daima Müslümanca davranması gerektiğini düşünüyorum. Yani İslami ahlak ilkelerine bağlı kalmada kişi nerede bulunursa bulunsun bu ahlaki sınırlar içerisinde olmalıdır. Hırsızlık, rüşvet, talan, yolsuzluk, yalan, dedikodu, gıybet, zina ve ahlaki düşkünlük her yerde günahtır ve gayri meşrudur. Siyaset için ya da başka maksatlar için bu günahlar irtikâp edilemez, edilmesine fetva verilemez. Bu suçlar aynı zamanda evrensel suçlardır. Bireyin ahlakı bu konularda çökmüşse bu bireyin kamuda ya da siyasi bir hizip içerisinde rol alması ne kadar anlamlı olur ki? Elbette herkes gibi ben de vicdanen bu ilkelerin gerek kamuda ve gerekse politikada kamusal ve politik bir ahlak haline dönüşmesini arzu ederim. Zaten, tüm dünyada kamu ve politik yapılarda en fazla şikâyet bu yukarıda zikredilen illetlerden geliyor.

"İNSANLAR DİNLERİNİ YAŞAYABİLİYORLARSA İSLAMİ BİR DEVLET KURMA ÇALIŞMALARINA GEREK YOK… RİYA VE MÜNAFIKLAŞMA RİSKİNE DİKKAT!"
Bakınız, şunu çok net bir şekilde ifade etmek istiyorum; eğer insanlar dinlerini diyanetlerini serbest bir şekilde bir ülkede yaşayabiliyorlar, onun kurumlarını kurabiliyorlar, çocuklarına ve isteyen başkalarına dinlerini öğretebiliyorlar, dinleri ile ilgili kamusal alandaki tartışmalarda konuşabiliyor, dini taleplerini hukuka ve demokrasiye uygun bir şekilde dile getirebiliyorlarsa, bu insanların dini ya da "İslami" bir devlet kurmaya çalışmalarına gerek yoktur. Ülkeyi kaos ve anarşiye sürükleyecek huruç, başkaldırı, ihtilal, şiddet gibi şeylerin hem eldeki demokratik ve insan hakları kazanımlarına zarar vereceğine, hem de millete yeri doldurulamaz kayıplar yaşatacağına tarihimiz şahittir.

Zaten, idareyi zorla ele geçirip, insanları onun zoru ile dindar yaptığınız ülkelerde, insanları münafıklaştırır ve devlete mürailik yapan parazitler haline getirirsiniz. Bu insanlar, ülkelerinde dindar görünürler; ama yurtdışına çıkınca dine ters ve günahlara çok açık bir hayat sürerler. Hukuka olan saygı azalır, riya artar. Farklı ülkelerdeki tecrübelere bu nazarla bakarsanız, soyut görünen ifadelerimin aslında somut gözlemlere dayandığını göreceksiniz.

"İSLAM'I DEMOKRASİYE, DEMOKRASİYİ İSLAM'A ZIT GÖRMEK YANLIŞTIR"
- Türkiye bağlamında, İslam ve demokrasi bir birine uygun mudur? Bu durum Türkiye'nin AB sureci hedeflerini nasıl etkiler?
Türkiye, eksikleri de olsa, bir manada 50'li yıllardan itibaren, kesintileriyle, demokrasiyle idare ediliyor. Demokrasi dünyanın yöneldiği bir sistemdir. Ülkemizde demokrasiye ilk geçiş de aynı zamanda halife de olan Osmanlı sultanları zamanında 1876'da gerçekleşmiştir ve seçilmiş ilk meclisimizin 3'te biri gayrimüslimlerden meydana gelmiştir. İslâm'ı demokrasiye, demokrasiyi İslâm'a zıt görmek yanlıştır. Belki idare edenlerin onları intihap edenlere hesap vermesi itibariyle ve İslam'ın şer olarak gördüğü istibdadın zıddı olarak İslam'ın idareyle alakalı prensiplerine en uygun sistem olduğu söylenebilir.

İslamiyet'in demokratik seçimler, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü, gibi temel prensipleri ile bir problemi yoktur. Ben 1994 yılında demokrasiden geriye dönüş olmayacak dediğim zaman bazı çevreler itiraz etmişlerdi. Ama demokrasinin de çok yorumları ve farklı tipleri var. Kemale erdiği söylenemez. Bir tekemmül sürecinden geçiyor.

"ÖZGÜRLÜKLERİN OLMADIĞI YERLERDE ŞİDDETE ASLA BAŞVURULMADAN DEMOKRATİK YOLLARLA BU ÖZGÜRLÜKLERİ ELDE ETMEK İÇİN UĞRAŞ VERİLMELİ"
Canın, aklın, malın, ailenin ve dini özgürlüklerin korunduğu, kişilerin hak ve özgürlüklerinin savaş halleri gibi çok ciddi istisnalar dışında sınırlanmadığı, azınlıkların eşit vatandaş muamelesi gördüğü ve hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadığı, bireylerin şahsi, sosyal ve siyasi işlerde fikirlerini serbestçe dile getirip bunları uygulayabildiği bir ülke İslam'a uygun bir ülkedir. Bir ülkede, insanlar, hangi sistem olursa olsun, düşünce ve inançlarını özgürce ifade edebiliyor, dinlerini yasayabiliyor, mülk edinme gibi özgürlüklerine sahiplerse, Müslümanların ve diğer din sahiplerinin o ülkenin rejimini değiştirme gibi bir görevleri yoktur. Bu özgürlüklerin olmadığı yerlerde, şiddete asla başvurmadan, demokratik yollarla bu özgürlükleri elde etmek için uğraş verilmelidir.

Yalnızca Türkiye'de değil tüm İslam ülkelerinde daha doğrusu Müslümanların yoğunlukta yaşadığı topraklarda demokrasi ile İslam'ın barışık bir şekilde yaşayabileceğini düşünüyorum. Bu sistemi kötü ilan eden her yerde insan hakları ihlalleri, ahlaki ve hukuki kırılmalar, dini ve etnik kavga ve çatışmalar diz boyudur. Demokrasi bugün itibari ile insanlığın ortak bir örfüne mazhar olmaya doğru ilerliyor. Dindarlar, sivil toplum kuruluşları vasıtası ile dinlerini yaşama, uygulama, temsil etme ve hatta anlatma ve öğretme imkânına AB standartlarındaki rejimlerde sahiptirler. Asıl olan birey ve sivil toplum seviyesinde dini değerlerimizi yaşamak ve temsil etmektir.

"AVRUPA BİRLİĞİ DEMOKRATİK STANDARTLARI YOLUNDA ATILAN ADIMLARDAN GERİYE DÖNÜŞ VAR"
Türkiye'de tam bir demokrasi olduğu söylenmiyor. Türkiye'de de baskı altındaki, üniversitelerde başını örtmesi yasaklanan dindarlar, AB sürecinin sonucunda pek çok haklarını elde ettiler. Sadece bu açıdan bakıldığında bile AB süreci Türkiye'ye çok faydalı olmuştur. Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde Türkiye'de demokrasi adına ciddi reformlar yapıldı. Bu reformlar devam ederse ve Türkiye demokratik sistemi, hukukun üstünlüğü, insan hak ve hürriyetlerine saygı itibariyle AB standartlarını yakalarsa zannederim nüfusunun Müslüman olması tam üyeliğine bir mani teşkil etmeyecektir. Şayet Avrupa'da İslam aleyhtarı taassup sahipleri Türkiye'nin üyeliğine mani olursa, Türkiye'nin demokratik kazanımları kendine kâr kalacaktır. Ancak maalesef son dönemde AB demokratik standartlarını benimseme yolunda Türkiye'de atılan adımlardan geriye dönüş söz konusudur.

"MEZHEP İMAMLARININ ORTAYA KOYDUKLARI YORUMLARI BİR ZENGİNLİK OLARAK GÖRÜLMELİ"
- Size göre Hanefi İslam'ı nedir?
Böyle bir şey söz konusu olamaz. Böyle bir tabir kullanılamaz. Sadece Hanefilerin ve diğerlerinin dinin esasatı değil, yoruma açık yönlerini kendine göre belli bir metot çerçevesinde belirledikleri yorumları olabilir. Bu yorumlar başkalarınınkiyle örtüşebilir veya çelişebilir. Bunlar dinin ruhuna, Kur'an ve Sünnet mantığına temel prensiplerine aykırı olmadıkları müddetçe İslam dairesi içinde yer alır. Mezhep imamlarının yaşadıkları yerlerdeki şartlar, Kur'an ve Sünneti yorumlamalarında etkili olmuştur. Siyasi ve kültürel şartların yorumlarda etkisi vardır. Ama İmam-ı Azam, İmam Şafii, Hz. İmam Malik ve Hanbel (Allah onların hepsinden razı olsun) her biri kedilerini dine adamış samimi ve çilekeş insanlardır. Onların ve talebelerinin çabalarıyla ortaya çıkan bu yorumları bir zenginlik olarak görmek lazımdır.

DEVLETİN KUTSANMASI ÖNCELİKLİ DEĞİLDİR

Fakir de âcizane onların geleneğini takip etmeye çalışıyorum. Bu anlayışta, devletin kutsanması değil canın, aklın, malın, ailenin ve dinin korunmasının öncelikli olması, insanın tercih ve teşebbüs hürriyetine sahip olması, vahyi ve nasları anlamada naklin yanında aklın ve hatta toplumsal tecrübelerin ve maslahatların da devre dışı bırakılmaması, sarih nassın haricinde dinin yoruma, içtihada ve tevile açık alanlarında içtihat müessesesinin işletilmesi, emr-i bil-ma'ruf ve nehy-i ani'lmünker yapabilme hürriyeti, her dinin sadece bireysel seviyede değil kamusal alan ve mekânda da ifade edilebiliyor ve yaşanabiliyor olması, hukuka, asayişe, huzura ve düzene saygılı olunması, terörün, masumları katletmenin bir insanlık suçu olduğunun kabulü, medenilere galebenin icbar ile değil ikna ile olduğu, dinin yüzde 98'inin maneviyat, ruhaniyet, ahlak, ahiret, kulluk, ibadet, kemalat, hoşgörü, temsil, sevdirme, müjdeleme olduğu şeklinde özetlenebilir.

Aslında, sosyolojik bir perspektiften bakıldığında, Türkiye Anadolu'sunda bin küsur yıldır üretilen İslam telakkisi böyle bir telakkidir. Her tür şiddete, aşırılığa ve dinin politize edilmesine karşı sevgi, hoşgörü, karşılıklı kabul, tevazu, mahviyet ve sadrı geniş bir İslam telakkisidir. Toplumsal ve kamusal alanda da hak, adalet, özgürlük ve barışı önceleyen bir telakkidir. Yani her yönüyle açık bir toplum dokusudur.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/25/fethullah-gulen-arap-gazetesine-konustu.html#.UzNOGlo5nDc

İngilizler Fethullah Gülenle Müslüman Kardeşleri vurdu!

Ömür Çelikdönmez

26.03.2014
Mart başında Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri büyükelçilerini Katar'dan çekmeye karar verdi. Bu ülkeler Katar'ı kendi iç işlerine karışmakla suçluyor. Zira popülist İslami nitelikler taşıyan Müslüman Kardeşler'i kendi otoriter egemenliklerine bir tehdit olarak algılıyorlar. Suudi Arabistan bir süre önce Müslüman Kardeşler'i terör örgütü ilan etti. Bu kararı Ortadoğu uzmanı Josef Janning şöyle yorumluyor: “Suudiler Katarlıların politikasında hız kesmesini istiyor.

Katar küçük ve kırılgan bir yapı taşıdığı için. Katar'ı mevcut çizgisine sıkı sıkıya bağlı kalması halinde abluka uygulamakla tehdit bile ettiler. Cepheler nispeten daha da keskinleşti.” Mısır’da Müslüman Kardeşler’in 529 üyesi mahkeme tarafından üst düzeyde bir güvenlik görevlisini öldürme, karakola saldırma ve diğer şiddet eylemleri nedeniyle ölüm cezasına çarptırıldı. Mısır'da, darbe karşıtı 528 kişiye idam cezası verilmesi, Müslüman Kardeşler Teşkilatı tarafından "İhvan'ı yok etmeye yönelik yeni bir operasyon" şeklinde değerlendirildi.

Mısır’da Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Bedii ile yaklaşık 700 üyesi cinayet ve şiddeti kışkırtma dâhil çeşitli suçlardan mahkeme önüne çıktı. Minya kentindeki aynı mahkeme bir kaç gün öncede Müslüman Kardeşler’in 529 üyesini idama mahkûm etmişti. İlk mahkemenin iki günde sonuçlanması uluslararası eleştirilere yol açtı. Mısır'da yürürlükte olan yasal uygulamaya göre, tüm idam kararları ülkenin Baş Müftüsü Ali Guma'nın onayına sunuluyor. Baş müftülük makamının görüşü alındıktan sonra yeniden toplanan mahkeme heyeti nihai kararını veriyor.

BM insan hakları yüksek komiserliğinin sözcüsü Rupert Coville, Cenevre’de yaptığı açıklamada 529 sanık hakkında iki günde karar verilmesinin adil yargılanma sürecinin öngördüğü temel şartları yerine getirmediğini belirtti. Colville davada uluslararası insan hakları hukukunun ihlal edildiğini de söyledi. California Üniversitesi antropoloji profesörü Saba Mahmut, Amerika’nın Sesi’ne yaptığı açıklamada Mısır’da adil yargı düzeni olmadığını vurgularken mahkeme kararını “gülünç” olarak tanımladı.

Tamda bu kararın verildiği gün, Arap dünyasının önde gelen gazetesi Şarkul Avsat, Fethullah Gülen ile gündemdeki konuları değerlendiren özel bir röportaj yayınladı. Londra merkezli gazete, Gülen’le yaptığı mülakatın ilk bölümünü “İslam ve demokrasi barış içinde yaşayabilir” başlığıyla verdi. Gazete, ”Büyük Türk -İslam âlimi ve davetçisi” şeklinde tanımladığı Gülen’in “Yeteri kadar cami ve mescit var; okullar açmalı” sözlerine de dikkat çekti.

Röportaj sunumunda, “Gülen’i eleştirenler, Hizmet Hareketi’nin 160 ülkeye yayılmış 2000’den fazla özel eğitim kurumlarıyla Türkiye’yi İslamlaştırma gibi gizli bir gündeminin olduğuna inanmakta. Ancak birçokları Hareket’in bir örgüt ve resmi üyeliğinin olmadığını, Gülen’in siyasal İslam değil, Sünni-Hanefi mezhebinin hoşgörü, insanlık ve müspet bilimlerin temsilcisi olduğuna inanmaktalar.”denildi. İngiliz gizli servisinin algı yönetmedeki başarısını ve İslam dünyasına yönelik bilinç yıkma/yıkama operasyonuna, Fethullah Gülen’in alet ve malzeme olması gerçekten düşündürücü.

Şarkul Avsat, Fethullah Gülen Hocaefendi ile yaptığı özel röportajın ikinci kısmını yayınladı. Fethullah Gülen’in; “Dini siyasi ideoloji olarak görmek, ona yapılabilecek en büyük ihanettir.” sözleri manşete çekiliyor. Londra merkezli gazete, röportajın son bölümünü “İran, millî (Pers) hedeflerini gerçekleştirmeye çalışıyor” üst başlığı ile verdi. Gazetenin birinci sayfasında yan manşet olarak verilen röportaj, “İslam’ı siyasi bir ideolojiye indirgemek ihanettir” başlığı ile okuyuculara sunuldu.
Röportajın takdim yazısında Gülen’in “Zaman gösterdi ki Suriye ve İslam dünyasının tanınmış âlimlerinden merhum Sait Ramazan El-Buti, Suriye devrimine karşı takındığı tavrında haklıydı” sözlerine de vurgu yapıldı. Böylelikle kamuoyu, Fethullah Gülen ve takipçilerinin Suriye olaylarına, Baas rejimine nasıl baktıklarını birinci ağızdan öğrenmiş oldu. İlginç olan Gülen’in kendisini haklı çıkarmak için, Seyyid Ramazan El Buti’yi örnek göstermesi.

Oryantalist söylemin etkisi altında kaldığını saklamadan açıklamalarını sürdüren Fethullah Gülen; “İslam tarihinde çoğu kez ataerkil, siyasi, milliyetçi ya da devletçi yorumlar dinî yorum kılıfı altında ya da öyle zannedilerek takdim edilmiştir. İslam'ın radikal yorumlarından kastınız şiddet boyutu ise, maalesef Sünni olsun Şii olsun, şiddeti, zorlamayı bir tebliğ ve dava aracı olarak gören Müslümanlar yeni ortaya çıkmadı, hep vardı.” diyerek, Haçlı dünyasının İslam âlemine yönelik komplolarını örtbas ediyor, adeta batı dünyasını aklamaya çalışıyor.

Fethullah Gülen’in sözlerine denk düşen ve adeta onu doğrulayan bir yorumda Ortadoğu Uzmanı Gerald Butt’dan geldi. Ortadoğu Uzmanı Gerald Butt, sömürge sonrası dönemde Fas'tan Körfez ülkelerine birlik hayali kuran Araplar'ın, bugün mezhepten ideolojiye birçok alanda bölünmüş haline nasıl geldiğini belirtti.

ABD ve Avrupa medyası tarafından İslam dünyasındaki emperyalizm karşıtı İslami hareketlere panzehir muamelesi çekilen ve bu misyonu abartılı şekilde takdim edilen Fethullah Gülen bunları söylerken, İslam dünyasında Müslüman Kardeşler üyelerine ve liderlerine verilen cezalara tepkiler sürüyor. Lakin Fethullah Gülen’in adet olduğu üzere, Mısır’daki bu zulme karşı çıkan eleştiren bir beyanatına rastlamak mümkün değil. Hazır Şarkul evsat ayağına kadar gelmişken, Müslüman Kardeşlere destek mesajı verebilirdi, vermediğine göre kendisine biçilen kaftanı giymeye çoktan razı demektir.

Mısır'daki darbe karşıtı Ulusal İttifak, Kuveyt'te düzenlenecek Arap Birliği Zirvesi öncesi liderlere, "tutumunuzu gözden geçirin ve Mısır halkının tarafında olun" çağrısında bulundu. Darbeyi Ret ve Meşruiyete Destek İçin Ulusal İttifak Hareketi tarafından Arap Birliği Zirvesi'ne katılacak liderlere yazılan açık mektupta, "Arap Birliği'nin, Arap uyanışına karşı ümmetin düşmanları tarafından gerçekleştirilen komplolar karşısındaki umursamaz tavrı, bu coğrafyayı volkan yerine çevirecek" denildi. Avusturya Dışişleri ve Uyum Bakanı Sebastian Kurz, Mısır’da 529 İhvan üyesi için verilen idam kararını sert ifadelerle eleştirdi. Kurz, ‘‘Mısır’ı bu kararı tekrar gözden geçirmeye ve kararı adalete uygun bir şekilde düzeltmeye çağırıyoruz.’’ dedi. Adaletin idam cezasıyla sağlanmayacağı söyleyen Kurz, ‘‘İnsan haklarına ağır bir saldırı olan bu girişim, ne adalete ne de emniyete hizmet ediyor.’’ ifadesini kullandı.

Siyasiler, ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları, Mısır'da darbe karşıtı 529 kişiye "şiddete teşvik" suçlamasıyla idam cezası verilmesine tepki gösterdi. BM Genel Sekreter Sözcü Yardımcısı Farhan Haq, Genel Sekreter Ban Ki-Mun’un üye ülkelerden, BM Genel Kurulu'nun 2007'de kabul ettiği ölüm cezalarının infazının ertelenmesi kararına uymalarını istediğini söyledi. Farhan Haq, basın brifinginde AA muhabirinin, Mısır'da 528 kişiye idam cezası verilen davaya ilişkin Genel Sekreter'in tutumunu sorması üzerine yaptığı açıklamada, dava sürecine ilişkin bilgileri incelemekte olduklarını kaydetti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf, günlük basın brifinginde, Mısır’da darbe karşıtı yüzlerce kişiyi idam cezasına çarptırılmasını eleştirdi.

Twitter:@oc320c39

omurcelikdonmez@hotmail.com

http://www.timeturk.com/tr/makale/omur-celikdonmez/ingilizler-fethullah-gulenle-musluman-kardesleri-vurdu.html#.UzNNYFo5nDc

Cemaatin 'son pazar' kahvaltısı

26 Mart 2014
Akşam Gazetesi yazarı Turgay Güler bugünkü yazısında 30 Mart seçimleriyle ilgili ilginç bir iddia ortaya attı...
 
İşte Turgay Güler'in "Cemaatin ‘son pazar‘ kahvaltısı" başlıklı o yazısı:
Tarih 23 Mart 2014.

Yani geçtiğimiz pazar günü.

Bir başka ifadeyle 30 Mart seçimlerinden önceki son pazar.

Anlayacağınız son pazar kahvaltısı.

Birileri o gün Türkiye'nin dört bir yanında, onlarca ayrı adreste gizlice bir araya geldi.

“Gizli” diyorum, zira toplantı öncesinde katılımcıların cep telefonlarına el kondu.

Gelenler niçin geldiklerini az çok tahmin ediyordu.

Ama hiçbiri, birazdan duyacakları karşısında yaşayacakları şoktan haberdar değildi.

Bu toplantıların bir kısmı evlerde, bir kısmı dershanelerde, bir kısmı kolejlerde, bir kısmı da büyük salonlarda yapıldı.

İstanbul'daki toplantılardan biri de FKM diye bilinen Çemberlitaş'taki Fırat Kültür Merkezi'ndeydi.

Her bir toplantıya cemaatin önde gelen isimleri, yahut büyük abi ve ablaları başkanlık etti.

Malum Türkiye'de hiçbir şey gizli kalmıyor.

Tıpkı FKM'deki bu toplantı gibi!

Gündem, hiç şüphesiz 30 Mart yerel seçimleriydi.

Yine Erdoğan'a hakaret edildi. AK Parti'ye kesinlikle oy verilmemesi tembihlendi.

Ama yine de kaçaklar olabilir düşüncesiyle iğrenç bir yalan uyduruldu.

Toplantılara katılan cemaat mensuplarına, “Eğer AK Parti bu seçimden güçlü çıkarsa, hepimizi tutuklayacaklar” denildi.
Silivri bu yüzden boşaltılmışmış!

Muhataplar erkekse, “Gidin hanımlarınıza söyleyin, kocalarının tutuklanmalarını isterler mi?” denildi.

Muhataplar kadınsa, “Gidin kocalarınıza söyleyin, eşlerinin tutuklanmalarını isterler mi?” denildi.

Muhataplar gençlerse, “Gidin ana-babalarınıza söyleyin, evlatlarının tutuklanmalarını isterler mi?” denildi.

Koca koca abiler, ablalar hiç utanmadan, sıkılmadan bu yalanı uydurup, tertemiz kalplere korku saldı!

Ve o toplantılarda söylenen bir diğer yalan!

Neymiş efendim, başlangıçta AK Parti yerine Saadet Partisi, Büyük Birlik Partisi gibi partilere oy vermeyi düşünüyorlarmış.

Ama sonra anlaşılmış ki; CHP'nin dışında kime oy verilirse verilsin Tayyip Erdoğan'a yararmış.

Bak sen!

Hem bu CHP, eski CHP değilmiş.

Zaten Kemal Bey de son Amerika gezisinde Fethullah Gülen'e biat etmiş!

“Emrindeyim hocam!” demiş.

Kaldı ki, bu geçici bir dönemmiş.

Seçimlerden sonra cemaat kendi partisini kuracakmış.

O vakit CHP'ye de ihtiyaç kalmayacakmış.

Az sabır etmeleri gerekiyormuş.

Ey cemaate gönül vermiş Anadolu insanı.

Eminim ki, tüm bunlara sen de inanmadın.

Eminim ki ters giden bir şeylerin olduğunun sen de farkındasın.

Biliyorum ki, bazı şeyleri kondurmak zor.

Ve bil ki, bugüne kadar Allah rızası gözeterek yaptığın hiçbir şey zayi olmayacak.

Ama bugünden sonra yapacakların, o büyük mahkemede karşına çıkacak.

Evet seçimlerin ardından casuslar, vatan hainleri hesap verecekler.

Ama sen vatan haini değilsin, korkma, kimse kılına dokunamaz.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/26/cemaatin-son-pazar-kahvaltisi.html#.UzNMVFo5nDc

Şok ses kaydı: Gülen, Sarıgül, Kılıçdaroğlu

SALİH TUNAYENİŞAFAK26.03.2014  Ses kaydı muhabbetine girmeden önce başka konularda birkaç kelam edelim ki kemerlerinizi bağlamaya fırsatınız olsun, az sonra uçuşa geçeceğiz çünkü.Hasan Cemal adlı şahıs geçen gün CHP ve Sarıgül'e oy vereceğini ilan etti ya, yetmez. Kılıçdaroğlu misali, ondan da bi güzel 'kurt işareti' bekliyoruz.  Nasıl ki BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, 'Kılıçdaroğlu'nu Kürt kökenli sanıyorduk, 'kurt' kökenli çıktı...' dedi; belki birileri de Kandil'den çıkıp, malum şahsın 'kökenini' açıklar.'Nüfuz casusu' mu der, 'İttihatçı kökenli' mi der, yoksa 'adam bildik madam çıktı' mı der, orasını bilemem. Bana sorarsanız bu tip aydınların tek bir kökenleri vardır: 'Köksüzlük!'H.C, Ş. A, Ö.L, M.B, M.A veya C. Ç fark etmez; bunlar, 'yerli Lawrence'lerimizdir. Bağlı oldukları networkle senkronize hareket ederler. Networklarının kamuflajı bugün 'cemaat' olur yarın başka bir şey, ama bunlar hiçbir zaman değişmedi, değişmezler. Hepsini toplasan bir Hıncal Uluç etmezler. Bakınız; Hıncal Uluç ne Kandil dağlarını aşındırdı, ne 'gerilla' güzellemeleri yaptı ne de Öcalan'a Mandela falan diyerek rüşvet-i kelamda bulundu.  Lakin geçenlerde oyunu Sırrı Süreyya Önder'e vereceğini açıkladı. (Sırrı da bir tuhaf adam; batıya gidip doğuya varmak misali; H. Cemal'in yaş gününde boy gösterdi, oyu Hıncal'dan kaptı.)Lafa kaptırdık gidiyoruz, siz de haber vermiyorsunuz ki; 'ses kaydı tapesine' yer kalmayacak. Yine de şuncağızı söylemeden zinhar başlamam: 'Paralel yapının' servise soktuğu hiçbir belgeye inanmam. (Değil kanunsuz dinlemelerin, mahkeme kararıyla yaptıkları dinlemelerin de benim için hiçbir anlamı yok. Zaten Başbakan'ı, Cumhurbaşkanı'nı ve kriptolu telefonları dinlemenin mahkeme kararı da olmaz, casusluktur bu.) Ayrıca, daha evvel de dile getirdiğim, yalan ve iftira atmayı yöntem haline getiren bir yapının getirdiği hiçbir 'habere' inanılmaz. Halk da inanmıyor zaten.  Mesela, Cüppeli Ahmet için bir plato kurmadıkları kalmıştı. Kaç kamerayla çalışmışlarsa artık, galiba bir steadicam eksikti. Öylesine detaylı, öylesine parçalı çalışmışlardı.Ne oldu peki?Cüppeli Ahmet çıktı, 'Bana isnat edilen fuhuş iftiradır' dedi, herkes ona inandı; malum yapının prodüksiyonu elinde patladı.  Gelgelelim bu sefer de fuhuş ticareti yapmaktan yakasına yapıştılar. Paralel yapının iftira ve şantaj konusunda ne kadar acımasız olduğu herkesin malumu. Örnekler zibil gibi hangi birini zikredelim. Okyanus Şirketler Grubu Başkanı Nusret Argun'dan yurt talebinde bulundular, reddedince evine böcek yerleştirdiler. Fabrikasyon deliller ve şantajla 180 yıl hapis cezası kestiler.  Metro Turizm'in sahibi Galip Öztürk'e de neler yaptıklarını dünkü gazetelerden okumuşsunuzdur herhalde. Şantajla tehditle medyayı ve işadamlarını kafeslediler. CHP'yi de dizayn ettiler.  Sanmayın ki CHP'liler bunu bilmiyor. (CHP'li üst düzey birinin kendilerini dizayn edenlere nasıl küfrettiğini dercedecek değilim elbette.) Çaresizlik insana her şey yaptırır. Kolay değil, sittin sene sandıktan yenik çıkmak kolay değil. Son bir umutla sarıldılar işte. Hedeflerinde AK Parti var.Şer cephesi 28 Şubat'tan daha şedit, daha zalim ve daha organize.Lakin böyle zamanlar için her daim dilimizdedir: 'Üzülme, Allah bizimle...' Tamam, kızma sabrı tükenen okur, ses kaydına giriyoruz şimdi. Hasan Cemal insanı gibi tape yayınlayacak kadar küçülecek değiliz tabii. Bizimkisi el emeği, göz nuru, yani kurgu... SARIGÜL: 'Alo...Sayın genel başkanım... Biraz önce Hocaefendi'yle konuştum. Arz-ı hürmet ettim. Size de çok selamı var. Ben de her gün kendime dua ediyorum; amenel kürsü okuyorum dedim. Siz de dua edin bize hocam dedim.'  KILIÇDAROĞLU: 'Ayetel billahi değil miydi o?' SARIGÜL: 'Hangi duayı okuyacak nerden bilebilirim ki sayın genel başkanım. KILIÇDAROĞLU: 'Tamam neyse, yanlış anladın. Onu demedim...' SARIGÜL: 'Peygamberimiz twitleri ikiye katlayın dedi. Başbakan tuttu Twitter'ı kapattı, 'külfe' girmiş olmadı mı hocam diye sordum.' KILIÇDAROĞLU: 'Küfür...' SARIGÜL: 'Efendim, ha evet, kübür.'  KILIÇDAROĞLU: 'Küfür, küfür.'  SARIGÜL: 'Neyse işte. Seçimden sonra genel başkanımla ziyaretine gelir, artık bir makbuleni yeriz dedim. Çok memnun oldu.' KILIÇDAROĞLU: 'Makbule değildi onun adı yahu, başka bir şeydi...' SARIGÜL: 'Etli pilav işte sayın başkanım, ne olacak!' KILIÇDAROĞLU: 'Öyle de, adı makbule değil, maktuleydi galiba. ' SARIGÜL: 'Sayın genel başkanım kelimelere takılıp kalmayalım. Hocaefendi sorun yapmadı. Makbule der demez anladı; arife alim gerekmez derler ya doğruymuş.' KILIÇDAROĞLU: 'Sayın Sarıgül bu da yanlış; 'alime tarife gerekmez' olacak, hâlâ öğrenemedin şunu? Bak işte İstanbul mitinginde Erdoğan diline doladı.'  SARIGÜL: 'Böyle olmuyor ama. Siz de geçen gün 'Namussuz siyaseti getirelim' dediniz. Üstelik de mitingde. Ben sizin yüzünüze vuruyor muyum? Çok ayıp ediyorsunuz.' KILIÇDAROĞLU: 'Dil sürçmesi başka, aynı şey değil. Televizyon programında, hem de Cemaatin televizyonunda, Mimar Sinan İstanbul surlarını inşa ettirdi diyorsun. Doğu Roma dönemindeki surları Mimar Sinan nasıl yapsın?..'
SARIGÜL: 'Doğrusunu istersen Hocaefendi sana selam falan söylemedi, yalan söyledim.'
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SalihTuna/sok-ses-kaydi-gulen-sarigul-kilicdaroglu/50979

Bunlar doğru mu Sayın Dumanlı?

26 Mart 2014
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'ya ait olduğu iddia edilen ses kayıtlarında Dumanlı'nın Zaman gazetesi çalışanlarına kara propaganda yaparak CHP 'ye oy vermeleri için Bediüzzaman'ın CHP'ye mutlak düşman olmadığını söylüyor

TİMETURK / Haber Merkezi

İşte Ekrem Dumanlı'ya ait olduğu iddia edilen o ses kaydında geçen konuşma;

''Kendini böyle Risale-i Nur ihtisası yaptıklarını sananların konuştukları doğru değil arkadaşlar. Bediüzzaman'ın mutlak bir CHP düşmanlığı da yoktu. Açın mektuplarına bakın diyor ki 'Bana zulmeden o eski parti...' şu nezakete bakın ! Adamdaki Allah nurunu şad etsin.Şu beyfendiliğe bakın ! Bana zulmeden eski parti diyor adını söylesene söylemiyor. Siz anlarsınız diyor kibarca ''...Bana zulmeden o eski partinin zalimleri ancak yüzde 5'iydi'' diyor. Yüzde 95'i masumdu ve bir şeyi hatırlatıyor.  Bir gemide 9 tane cani olsa 1 tane masum olsa, o bir masumun hatırına o gemi batıralamaz'' diyor.

Öyle mutlak bir parti düşmanlığıda yoktu, mutlak bir parti taraftarlığıda yoktu.Yıllarca 'yahu kardeşim böyle bir şey yoktur' diyor.

'Bediüzzaman Demokrat Partiyi desteklemiştir ama konjonktürel bir destektir o aklınızı başınıza devşirin' dediğimizde 'Hayır madem Bediüzzaman Demokrat Parti'yi desteklemiştir kıyamete kadar o partiyi desteklemek lazımdır' diyen de var.Bazı arkadaşlarda daha kıyamet vakti gelmeden şimdi de AKP diyor. Neyse biz kendimize bakalım...
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/26/bunlar-dogru-mu-sayin-dumanli.html#.UzNJ21o5nDc

Dünya gazetelerinde Samyeli Erdoğan haberleri böyle yayınlandı

26 Mart 2014
İktidarı ele geçirmek isteyenler her türlü ahlaksızlığı yapıyorlat

Böyle bir siyaseti reddediyoruz.

Türkiye buna layık bir ülke değil.

Ama dünya bunları doğru gibi kabul edecek.

Yazık değil mi Türkiye'ye; şu düşürüldüğü duruma bakın.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı muta nikahı yapan bir siyasetçi olarak gösteriliyor.

Bir anne, bir yalnız kadın muta nikahını yalanlıyor.

Dinleyen kim?

Acımasızlık devam ediyor?

İşte Yunanistan...

İşte Romanya...

İşte İtalya...

Gazeteler, dergiler, internet siteleri manşetlerinde Türkiye ve muta nikahı var.

Erdoğan sanıyor ki; Türkiye'deki medyayı kontrol altına alırsam ya da twitter'ı kapatırsam sorunu kökten çözerim!
Cemaat ne yapıyor, dış basına sızdırıyor bu kez.

Olan Türkiye'ye oluyor.

Gerçek olsa ne olur?

Yalan olsa ne olur?

Utanç verici günlerden geçiyoruz.

Gerçek hiç bu kadar kirletilmemişti!...

İŞTE DIŞ DÜNYAYA YANSIYAN FOTOĞRAFLAR-GÖRÜNTÜLER







ODA TV
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/26/dunya-gazetelerinde-samyeli-erdogan-haberleri-boyle-yayinlandi.html#.UzNJV1o5nDc

Malezya uçağı için inanılmaz iddia

26 Mart 2014
Uçakta yer alan 4 isim öyle bir detayı ortaya çıkardı ki...


Malezya Havayolları'nın kaybolan uçağına ilişkin flaş iddialar. Uçakta yer alan, Peidong Wang, Zhijun Chen, Zhihong Cheng ve Li Ying isimli yolcular, Jacob Rothschild'e ait yarı iletken işi yapan, Freescale Semiconductor firması'nın patent ortakları. Ortaklık anlaşmasına beş ortaktan dördü ölürse tüm patent Rothschild'in firmasına geçiyor

Malezya Havayolları'nın kaybolan uçağına ilişkin flaş iddialar gündeme geldi. Yurdışında dile getirilen iddiaları Araştırmacı Yazar Kemal Özer Türk kamoyuna açıkladı. Malezya Havayolları'na ait Boeing 777, 8 Mart'ta Kuala Lumpur'dan Çin'in başkenti Pekin'e gitmek üzere havalandıktan kısa bir süre sonra radarlardan kaybolmuştu.

Araştırmacı Yazar Kemal Özer'e göre uçağın en kazına hala ulaşılamamasının arkasında farklı sebepler olabilir. Özer yurtdışında artık yüksek sesle konuşulan iddiaları şöyle anlatıyor.

MAHATİR MUHAMMED İSMİNE DİKKAT
Mahatir Muhammed, Malezya'nın eski başbakanı. Yani bir nevi Malezya'nın Erdoğan'ı. Şimdilerde Başbakan olmasa da o halen iktidarda. Ona rağmen ülkede hiçbir şey yapılamaz.

Halen de Malezya'nın en güçlü kişisi olan Mahatir Muhammed, Lahey'de bulunan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nin adaleti sağlayamadığı gerekçesiyle 2007'de 'Kuala Lumpur Savaş Suçları Mahkemesi'ni kurdurmuştu. Mahatir Muhammed; Irak, Filistin, Vietnam ve Japonya gibi birçok yerde savaş suçunun işlenmesine rağmen, bunlara gereken cezanın verilmediğini belirtip, mahkemenin kuruluşunu, "Tarih kitapları, bizim savaş suçlularına hak ettikleri cezaları verdiğimizi yazmalı. İnsanların savaşlarla ilgili şikâyetlerini getirecekleri bir mahkemenin kurulma zamanının geldiğini düşünüyoruz" cümleleriyle ilan etmişti.

BUSH, BLAİR VE DONALD RUMSFELD YARGILANIYOR
2011'den bu yana yargılama faaliyetlerini sürdüren mahkeme, George W. Bush, Tony Blair, Dick Cheney, Donald Rumsfeld ve eski Başsavcı Alberto Gonzales gibi pek çok kişi, Irak Savaşı'nda savaş suçu işledikleri gerekçesiyle gıyablarında yargılanıyor.

FİLİSTİN KONUSUNDA İSRAİL'İ YARGILIYOR
Ayrıca başta Vietnam, Filistin, Ruanda Savaşları gibi pek çok savaşta, savaş suçu işledikleri halde, Lahey tarafından bir türlü yargılanmayan Amerikalı, İngiliz, İsrailli, Fransız pek çok kişiyi yargılamak istiyor hatta yargılıyor. Malezya'nın bu girişimi karşısında hayli rahatsız olan İsrail, ABD, İngiltere ve Fransa yönetimlerinin 2011'den bu yana pusuda olduğu da biliniyor. Söz konusu uçak hadisesinin buna yönelik bir operasyon olma ihtimali de gün geçtikçe büyüyor.

İhtimal sadece bunlarla da sınırlı değil. Radyasyon ve yönlendirilmiş enerji uzmanı Leuren Moret'in, EcologyNews.com'dan Alfred Lambremont Webre'ye verdiği mülakatta, 8 Mart 2014'te Malezya Havayollarına ait MH370 sefer sayılı uçağın, ABD Deniz Kuvvetleri'nin yeni açıkladığı Lazer Silah Sistemi (Navy Laser Weapons System -LaWS) tarafından düşürüldüğünü iddia ediyor.
Vietnam silahlı kuvvetleri amiralinin, uçağın düştüğü yere ait ilk tespit ettiği yerin doğru olduğunu belirten Leuren Moret, Amerikan ve bazı Malezya medyası, Amerikan Deniz Kuvvetleri'nin hedef saptırmaya yönelik dezenformasyon amaçlı bilgilerini yayınlayarak herkesi aldattığını dile getiriyor

Moret, ABD Deniz Kuvvetlerince yapıldığınıı iddia ettiği operayonun, LaWS (Lazer Silah Sistemi) denemesi olduğunu, bunun da Putin'in bir süre önce yaptığı Topol Füze Sistemi'ne yönelik stratejik bir cevap olduğunu söylüyor. Uçak yolcularından 4 kişinin kimliği, hadisenin daha da karmaşıklaşmasına yol açıyor.

BARONLAR'IN OYUNU OLABİLİR
Zira olayın bir ucu yine baronların baronu Rothschildlere uzanıyor. İddiaya göre uçakta yer alan, Peidong Wang, Zhijun Chen, Zhihong Cheng ve Li Ying isimli yolcular, Jacob Rothschild'e ait yarı iletken işi yapan, Freescale Semiconductor firması'nın patent ortakları.

Eldeki sözleşmeye göre söz konusu patentte; 4 araştırmacı ile Freescale firmasının eşit payı var. Ortaklarından herhangi biri ölürse, hakları otomatikman diğer ortaklara geçiyor. Beş ortaktan dördü öldüğüne göre, tüm patent Freescale'e geçecek.

Türkiye'de de faaliyet gösteren Freescale firması, 4 milyar dolar ciro ve 18 bin çalışanı olan gizli bir dev. Bu yapı hakkındaki söz konusu iddia gerçek çıkarsa hiç kimse şaşırmamalı. Zira tarih, benzeri katliam hikâyeleriyle dolu!

Bu nedenle adeta vakumlanarak yok edilen uçak sayesinde, hem Malezya'nın yargılama girişimine, hem Putin Rusya'sına, hem de yarı iletken patentin sahibi kişilere yönelik bir hamle yapıldı.

Bize başka yalanlar söyleyerek olayı aydınlattık deseler bile, bu iddialar başlı başına büyük bir oyunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Hiçbir şey, medyada yansıtıldığı gibi değil. Zira tüm dünyada ana akım medya, söz konusu satanist baronların kontrolünde.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/26/malezya-ucagi-icin-inanilmaz-iddia.html#.UzNIeFo5nDc
Fethullah'ın Gülen'in Gayrımeşru Kızı Denilen Serap Çil İddiaları Cevapladı: Rahatsız Olanlar DNA'lara Baksınlar!
 
Fethullah'ın Gülen'in Gayrımeşru Kızı Denilen Serap Çil İddiaları Cevapladı: Rahatsız Olanlar DNA'lara Baksınlar!
Dün açılan bir Twitter hesabı tarafından Gülen'in biyolojik çocuğu olduğu iddia edilen Serap Çil iddialara cevap verdi.


Gülen Cemaati'nin başta Başbakan Erdoğan olmak üzere birçok kişiye attığı iftiralar dün de Fethullah Gülen'in kendisini vurmuştu. Twitter üzerinden açılan bir hesap tarafından eski Habertürk yazarı Serap Çil'in Gülen'in kızı olduğu iddia edilmişti.


SERAP ÇİL İDDİALARA CEVAP VERDİ


Ortada dolaşan iddialara Cemaat kanadından bir açıklama gelmezken Gülen'in kızı olduğu iddia edilen Serap Çil'den cevap geldi. Çil, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada"Biyolijik babami hic merak etmedim. Bu gune dek duydugum ancak umursamadigim bir aktoru bugunde umursamiyorum.Ben birşeyi ispat etmekle sorumlu değilim. Kendinde rahatsızlık hissedenlere hukuk ve tespit "Dna" yolu açıktır" dedi. (ensonhaber)
 http://www.analizmerkezi.com/fethullahin-gulenin-gayrimesru-kizi-denilen-serap-cil-iddialari-cevapladi-rahatsiz-ol-40014h.htm
17 Aralık'tan Önce Todays Zaman Açık Açık Bakın Ne Yazmıştı!
 
17 Aralık'tan Önce Todays Zaman Açık Açık Bakın Ne Yazmıştı!26.03.2014
Star Gazetesi yazarı Hakan Albayrak kaleme aldı...



Sorularla-cevaplarla 17 Aralık ve 30 Mart


SORU: Gülen Cemaati, 17 Aralık sürecinin yolsuzlukla mücadele süreci olduğunu ileri sürüyor ve hükümeti yolsuzlukların üstünü örtmeye çalışmakla suçluyor. Gerçekten bu mudur bütün mesele?
CEVAP: Tabii ki değildir. Bütün mesele olmak şöyle dursun, meselenin küçük bir parçası bile değildir bu. AK Parti kadrolarına yönelik haklı-haksız yolsuzluk iddiaları her zaman olmuştur ama Pensilvanya Örgütü bunları şimdiye kadar hiç mesele edinmedi. Kaldı ki, parayla ilişkileri fevkalade sorunlu olan bir örgütten bahsediyoruz; himmet adı altında topladığı milyarlarca liraya makbuz kesmeyen ve bu paraların nerelerde kullanıldığını belgelemeyen bir örgütün yolsuzluğa zerre kadar bile tepki duyması mümkün değil. 17 Aralık ve 25 Aralık’ta patlattıkları dosyaların daha ziyade imam-hatip talebelerine hizmetleri veya dünyanın en büyük havaalanının inşasını yahut Kürdistan Bölge Yönetimi ile ticari ilişkileri engellemek gibi alçakça emellere matuf olduğunu da hatırlatalım.
SORU: Öyleyse, mesele dershanelerin kapatılması mıdır?
CEVAP: O da meselenin aslına tahakkuk etmiyor. Meselenin aslını, daha 17 Aralık sürecinden evvel, Today’s Zaman gazetesinin neşrettiği bir manifestoda açıkça ilan ettiler. Dediler ki: ‘Biz şu üç sebepten ötürü hükümetin aleyhine döndük: Hükümet İsrail’le ilişkileri bozup Ortadoğu ile yakınlaştığı, Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifinden uzaklaştığı ve Kürt Meselesi’ne barışçı çözüm konusunda terör örgütünün nüfuzunu arttıracak adımlar attığı için.’ Bu manifestoda ne yolsuzlukla ilgili bir madde var, ne de dershanelerle ilgili. Bütün mesele, Yeni Türkiye’yi hazmedememeleri. Daha doğrusu, Yeni Türkiye’yi hazmedemeyen küresel sistem ağalarının dümen suyunda gitmeleri. Onların dertleriyle dertleniyor ve o manifestolarında mealen şunu söylüyorlar: ‘İsrail’e uşaklık eden, Ortadoğu’ya yani kendi özüne uzak duran, Avrupa Birliği’nin kapısında salya sümük ağlayarak merhamet dilenen, küresel sistemi sarsacak işlere soyunmayan ve Kürt Meselesi’nde silahların susması için gerekeni yapmaktan da geri durarak emperyalistlerin fitnelerine çanak tutan eski Türkiye’yi geri istiyoruz biz.’
SORU: Her şeyi küresel güçlere bağlamak komploculuk olmuyor mu?
CEVAP: Her şeyi küresel güçlere bağlayan biz değiliz, onlar! Merkez Bankası faiz oranlarını yükseltmek zorunda kaldığında Pensilvanya’ya bağlı Bugün gazetesinin genel yayın yönetmeni ‘Merkez Bankası nasıl faiz oranlarını yükseltmek zorunda kaldıysa, hükümet de dış politikada küresel politikalara boyun eğmek zorunda kalacak’ diye sevinmedi mi? Zaman gazetesinin eski İslamcı yazarı ‘Küresel güçlerin çarkına çomak sokarsanız işte böyle dayak yersiniz’ diye peş peşe üç yazı yazmadı mı? 17 Aralık’ın Yeni Türkiye’yi imha etmeye dönük küresel bir komplo olduğunu ve dolayısıyla Pensilvanya Örgütü’nün emperyalizme çalıştığını itiraf ediyorlar.
SORU: Peki, sebebi ne bu ihanetin?
CEVAP: En iyi ihtimalle aşağılık kompleksi. Bugüne kadar hiçbir siyasi otoriteye isyan etmediler. İsrail’den 28 Şubat generallerine kadar en zalim otoritelere bile aşk ve şevk ile selam çaktılar. AK Parti hükümetine savaş ilan edebildiklerine göre, onu otorite saymıyorlar. Otorite saymıyorlar, çünkü bu ülkeyi bu ülkenin çocuklarının yönetebileceğine ihtimal vermiyorlar. Asıl otoritenin ABD ve İsrail olduğuna inanıyorlar. Onların dümen suyunda gitmezlerse ellerindeki her şeyi kaybedeceklerini zannediyorlar.
SORU: 30 Mart’ta ne olur?
CEVAP: Adaylar bir yana, o gün esasen Yeni Türkiye ile Eski Türkiye arasında tercih yapacak seçmen. Yeni Türkiye yükselen Türkiye, eski Türkiye ise alçalan Türkiye’dir. Bir de, ‘cemaatçi’ kardeşlerini daima koruyup kollayan ve ele güne karşı yıllar boyu yiğitçe savunan Erdoğan’ın temsil ettiği delikanlılık ile O’nu ve hepimizi arkadan vuran, en yakın arkadaşlarına bile tuzaklar kuran pornocu abilerin temsil ettiği namertlik oylanacak bu seçimde. AK Parti seçimden ezici bir zaferle çıkarsa, Yeni Türkiye’yi ezmeye çalışan küresel güçler ve onların yerli uşakları ezilmiş olur. Beklediğimiz, Rabbimizden dilediğimiz budur.
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Neden halktan kaçarsınız!

26 Mart 2014







Ve son haftadayız.. Seçimlere 4 gün kaldı. Önümüzdeki pazartesi günü seçim sonuçlarını öğrenmiş olacağız.. Bu arada ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar herhalde. Ne yapacaklarsa onu da göreceğiz..

Yapacak, söyleyecek bir şeyleri kalmadı aslında. Her yolu denediler.. Newruz’da bir şeyler olur mu diye beklediler, o da olmadı..

17 Aralık’ta, o hafta işi bitiriyorlardı, olmadı. 15 Ocak, 15 Şubat, 15 Mart dediler, hiç biri tutmadı. Bir “salı” takıntıları var.. Rüyalar, kehanetlerle tabanlarını oyalamaya çalışıyorlar.. Hep bir şeyler bekliyorlar.. 25 Mart’da da beklenen olmazsa, geriye zaman kalmadı zaten..

Onları anlıyorum. Ağır bir ipnoz etkisi altındalar.. 25 yıldır tekrarlanan bir yalan var.. Vazgeçmeleri çok zor. Dinlerini kaybetmiş olacaklar.. 25 yıllık hayalleri yıkılıyor. Bugün sahip oldukları ne varsa hepsini kaybetmeleri sözkonusu ve gelecekleri de olmayacak.. Geçmişleri, bugünleri ve geleceklerini kaybetmiş olacaklar..

Ama onlar da anlayacaklar bir gün bu gerçekleri.. En tepedeki isimler kopmaya başladıklarına göre, ötekiler de kopacak..

Yine de birtakım kişiler efendilerinin çevresinde kalmaya devam edecekler.. Çünki yapacak başka bir şeyleri, gidecek yerleri yok.. Gırtlaklarına kadar batmışlar. Ya da geride ellerinin altında o kadar servet varsa ondan bir çırpıda vazgeçmek kolay olmayacak..

Yerel seçimlerden sonra Cumhurbaşkanlığı seçiminde de seslerini yükseltmeye devam edecekler.. Sonrası belli değil..

Yerel seçimler, bunların özgül ağırlıklarının ve sosyal tabanlarının ne olduğunu da gösterecek..
ABD de artık bunlar hakkında bir karar verecek..

Seçim sonrası açılacak davalardan sonra bunların Türkiye’de kalıp kalmayacaklarını da göreceğiz.. Bunların önemli görevlerde bulunanların; başka, hayali kişilikler üzerine düzenlenmiş nüfus cüzdanı ve pasaport kullandıkları söyleniyor.. Dava açılınca bürokrasideki adamlarının kimler olduğu da çıkacak ortaya. Yargıcından savcısına, mübaşirinden gardiyanına kim kimdir öğreneceğiz..

Çocuklarını “cemaat”e kaptıran ve aileleri ile ilişkileri kopartılan çocukların anne babaları şimdiden çocuklarını nasıl kurtaracaklarının derdine düşmüş durumda.. Çünki, ailelerini bırakıp, kimliklerini değiştirmiş ve kaybolup gitmişler.. Biz “cemaat” diyoruz da, belki de cemaat denen bu yapı, onları İsrail’e ya da CIA’ya, Vatikan’a kiralamıştır..

Birçok kamu kurumunun data baselerine girildiği ve hukuk dışı işlemler yapıldığı iddia ediliyor ve bu işlerin iki merkezi olduğu söyleniyor. Tahmin etmişsinizdir, biri Pensilvanya, ötekisi Tel Aviv! Bu işler “Hocaefendi”nin başının altından çıkmıyor. Bu işler onun aklının ve zekasının ürünü değil..

Bildik CIA, MOSSAD ve Vatikan işleri bunlar.. Bu sadece bir karakutu, sadece bir taşeron..
Farkındasınız değil mi, artık diyalog filan yok. Hoşgörü filan da bitti..

Hep kaçak güreşiyorlar.. Meydanlarda yoklar.. Halktan kaçıyorlar.. Halkın karşısına çıkacak yüzleri yok, belki de onun için kapalı kapılar arkasında yurt öğrencileri, abiler, ablalarla, medyumik karekterli birtakım kişilerle toplanıp dağılıyorlar, hepsi o kadar! Halkın öfkesinden korkuyor da olabilirler.. Bu kadar büyük bir öfkeyi, ne zaman, nasıl kazandılar onu da araştırmak gerek..

Gazeteleri, televizyonları var bir de sosyal mediadan tektip sloganlarını tekrarlıyorlar.. Çift kişilikli çoğu. Özel hayatlarında sakin bir hayat yaşayan bu insanlar sosyal mediada canavarlaşabiliyorlar..
Sorulara cevap yok. İddialarının isbatı da yok..

İçe dönük insanlar. Katı bir hiyerarşi var. Son gelen bilgilere göre, üst yönetim nikah üzerine talak şartlı biat yemini ile atanıyormuş.. Cemaatten ayrılırlarsa eşlerinden ayrılmaları da gerekecek.. Daha doğrusu her şeylerini kaybedecekler..

Peki bu kadar gizlilik niye, neden bu kadar korkuyorlar. İnsanları ruhen köleleştiren bu baskı düzeni niye!
Dışarı ile diyalogları yok. Diyalog sadece üst seviyede politik bir enstrüman olarak var. İçe dönük, kapalı, sükûtu esas alan bir düzende yaşıyorlar..

Özgüven yok, ama “özgül ağırlık” dedikleri bir gizli caydırıcı baskı gücüne sahipler. İstihbarat ve psikolojik harekat burada önemli. Özellikle medyumik karakterler üzerinden gidiyorlar..

Zaten onun için bunlar “Haşhaşi”lere benzetiliyor.. Bu benzetmeyi ilk yapanlardan biri de İsmail Nacar.. Hakaret kasıtlı değil, organizasyonun iç yapısı açısından yapılıyor bu benzetme.. “Oppus dei” benzetmesi gibi bir şey. Yalancı bir cennetin peşinden koşanların ruh halini yansıtması bakımından önemli.. Burada asıl kasdedilen Hasan Sabbah’ın fedailiğine soyunanların ruh hali.. “Tapınakçı”ların durumu da aynı. İşin içine din girince din baskının aracı yapılıyor.. İdeoloji, siyaset de eklenince, hele buna bir de kehanet boyutunu ekleyince evrensel bir sistemle ilişkilendirince bu işi, örgüt, karizmatik, büyülü bir hal alıyor.. Din de bu işin kandırmacası..

Evet, sıkın dişinizi. Şunun şurasında bir haftadan daha az bir zaman kaldı..
Paralelciler ve onların peşine takılanlar, ne elde etmek istiyorlarsa onu kaybediyorlar..

Ben şu günlerde Konya, Karaman tarafındayım. Hafta sonuna kadar da Balıkesir, İzmir taraflarında dolaşıp duracağız.. Gelişmeler, benim umduğumdan ve tahminlerimden daha iyi. Layık olduğumuzdan daha iyi gelişiyor işler..

Selâm ve dua ile..
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Bu nasıl cemaat... Bunlara elini veren, karısını kurtaramaz!

26 Mart 2014


“Devekuşu”na sormuşlar;
“Deve misin, kuş musun?”
Demiş ki;
“Ben deveyim!”
“Öyleyse” demişler;
“Şu yükü taşı!”
Bakmış pabuç pahalı;
“Ben kuşum” demiş!..
“O halde” demişler;
“Uç da görelim!”
Şimdi, “Gülen Cemaati” de öyle... “Zekât” toplamaya, “Kurban parası” toplamaya, “Himmet” toplamaya gelince, diyorlar ki; “Biz dini bir cemaatiz!”
Peki;
“CHP, MHP ve hatta BDP için oy istemeler ne oluyor?.. Dini bir cemaat, hiç siyaset mühendisliği yapar mı?” dediğinizde de, diyorlar ki;
“Biz dini bir cemaat değil, Hizmet Hareketi’yiz!.. Okullarımızla, dershanelerimizle, yurtlarımız ve evlerimizle hizmet ediyoruz!”
Gördüğünüz gibi;
Ne “deve”liği kabul ediyorlar, ne de “kuş” olmayı!..
Duruma göre “renk” değiştiriyorlar ki, “bukalemun” bile bunlarla boy ölçüşemez!..
“Alnı secdeli” insanlara karşı, hemen “dinî cemaat” oluyorlar... “Takiyye” yapmaya gelince de, anında “sivil toplum kuruluşu” olduklarını iddia ediyorlar!..
İyi de, nesiniz siz?..
“Deve” misiniz, “kuş” mu?..
“Cemaat” misiniz, “STK” mı?..
Açıkça söyleyin de, bilelim...
BENİM PAYIMA DÜŞEN CEZA!
Biliyorum bunları yazdım diye, yine “dâvâ” açacaklar... Hem de; hem İstanbul’da, hem Ankara’da!.. Hem “tazminat dâvâsı” açacaklar, hem de “ceza dâvâsı!”
Hem “hapis” yatmamı isteyecekler, hem de “para” isteyecekler!..
Daha önce yaptıkları gibi!..
Dün, Akit’in iç sayfalarında; “Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Onursal Başkanı darbecileri aratmıyor... Gülen’in Akit’e hoşgörüsü yok” başlıklı haberi okudunuz ve orada “Akit’in sahibi, yazarları, muhabirleri, karikatürleri, okuyucu mektupları ve hatta bulmacaları hakkında açılan dâvâları” gördünüz mü?..
Dile kolay;
Fetullah Gülen “Akit mensupları” hakkında, “tam 197 yıllık hapis talebinde” bulunmuş, iyi mi?..
“197 yıllık hapis talebi”nden, Hasan Karakaya olarak benim payıma düşen miktar, “38 yıl 1 ay hapis”tir ki, galiba “rekor” bende!..
Ve yine;
Açtıkları “tazminat dâvâları”ndan benim payıma düşen miktar da “280 bin Türk Lirası”dır ki, bir de bunun “faiz”leri olacak!.. Herhalde, “dâvâlar” bitene kadar bu miktar, “500 bin Türk Lirası”nı geçer!..
Şu hâle bakın;
“38 yıl 1 ay hapis,
280 bin lira tazminat cezası!..”
Yat yat bitmez,
Öde öde bitmez!..
Peki, niye açılıyor bu “dâvâ”lar?..
Elbette “hakaret” iddiasıyla!..
İyi de, bizim “eleştiri” yazılarımızı “hakaret” olarak telâkki eden Fetullah Gülen, çok mu “masum”dur ki, kendisine yönelik “eleştiri”leri “hakaret” sayıyor?..
Ne yani;
Başbakan için, “Firavun!.. Karun!.. Tımarhanelik deli” ve son olarak da “hain” deyip, “beddualar” yağdırmak bir “hakaret” değil midir?..
Sadece “Başbakan” mı?..
Samanyolu’ndaki “dizi film”lerde “hakaret” ettikleri, “hedef gösterdikleri gazetecileri” ne yapacağız?..
Kendileri her hakareti yapacak ama gazetecilerin “eleştiri”lerine bile tahammül edemeyecekler, öyle mi?..
Nerede bu yoğurdun bolluğu?..
312 GENERALİ DE SOLLADILAR!
Hani; “Cemaat medyası”, zaman zaman “28 Şubat’tan beter bir baskıya maruz kaldıklarını” iddia ediyor ya, sakın inanmayın!.. Asıl “28 Şubat’tan beter” süreci, Akit mensupları olarak şu an biz yaşıyoruz!..
Düşünsenize;
Fetullah Gülen, Akit mensupları hakkında “197 yıl hapis, 1 milyon 10 bin lira tazminat” istiyor... Dâvâ sonuçlanana kadar, bu miktar, herhalde “2 milyon lira”yı bulur!..
“2 milyon” dediğime bakmayın, bu miktar, eski parayla “2 trilyon” demektir!..
Düşünebiliyor musunuz;
“312 general” tarafından açılan dâvâda bile, bizden istenen para “624 milyar”dı...
312 general, toplam olarak “624 milyar” isterken, “bir tek Fetullah Gülen”in istediği miktar “1 trilyon 10 milyar lira” ise, varın gerisini siz düşünün!..
Sonuç itibariyle istedikleri şu:
“Toplam 197 yıl hapis,
1 trilyon 10 milyar tazminat!”
Söyleyin Allah aşkına;
“Bunlar 28 Şubat Cuntacıları’ndan da beter” derken, haksız mıyız?..
Onlar, hiç olmazsa; “yüzüklerine kadar alacağız” diyorlardı, ama Fetullah Gülen, öyle anlaşılıyor ki; sadece “mal”ımızı değil, “can”ımızı da almaya karar vermiş!..
“KOCANDAN BOŞAN!”
Gerçi, “mal, mülk, hapis ve para” ne ki?.. Fetullah Gülen denilen zat, “adamın karısını” istemiş, karısını!..
Yıllar boyu “Fetullah Gülen’in yakınında” bulunan ve hatta “onun halefi” olarak gösterilen Latif Erdoğan, 15 Mart tarihli yazısında; “karısının, kendisinden nasıl koparılmak istendiğini” şöyle anlatmıştı:
“Önceleri yuvanın kutsiyetinden, aile hayatının hayati değerinden bahsederdi. Sonrasında, iki sefil kadını, bir asil kadına gönderdi. Kocası davaya ihanet(!) ettiği için, artık ondan boşanması gerektiğini, eğer denileni yaparsa, hem kendisinin hem de çocuklarının kurtulacağını; kendisinin ölünceye kadar maaşa bağlanacağını, çocuklarına bol miktarda burs verileceğini söylettirdi. 
Böyle yapıp kurtulanlardan örnekler verdirdi. Aksi durumda, yakında kocasının başına gelecek musibetlere ortak olunacağı tehditleriyle asil kadını korkutturmak istedi. Asil kadın bütün bu teklif ve tehditleri, bir saniye dahi duraksamadan yüzlerine çaldı. 
Onlar, düşünmek için kendisine fırsat verdiklerini, kararında acele etmemesi gerektiğini söyleyerek çekip gittiler. 
Bir hafta sonra, yolda asil kadına bir daha göründüler. Asil kadın, yüzlerine bile bakmadan yanlarından geçip gitti. 
Üçüncüde, görünme rolünü bir daha denediler. Lakin asil kadını kararında granit gibi sağlam buldular. İki sefil kadın bir daha da görünmediler. Yuvasını dağıtmak isteyen sefiller, asil kadının çelik iradesi karşında bozguna uğradılar, yenik düştüler. 
Evet, bu vaka aynen olmuştur. Çünkü o asil kadın Nimet Erdoğan’dır, benim saygıdeğer hanımım, benim ebedi eşimdir.
Görüyorsunuz ya;
“Yuvanın kutsiyeti”nden, “aile hayatının hayati değeri”nden bahseden bir Fetullah Gülen; Latif Erdoğan gibi “derviş yapılı bir insan”a bile tuzak kuruyor, onun eşini, “kocasından boşanmaya” zorluyor!..
ETTİRİLEN BİAT YEMİNLERİ!

Sadece Latif Erdoğan mı?..
Daha niceleri var ki, “Cemaat’e ihanet(!) etmesinler” diye, kendilerine “biat yemini” ettirmişler!..
Latif Erdoğan diyor ki;
“Cemaat, aslında çok hızlı dağılacak, çok hızlı bölünecek ama, insanlar ettikleri biat yemini yüzünden Cemaat’ten kopamıyor!.. Bu yemin, onların ellerini-kollarını bağlıyor!..
Meselâ;
Memuriyet sınavına girecekler için kamp yapılıyor. Bu kampta sınavda sorulacak sorular dağıtılıyor. Bunu cemaatten aldığını kimseye söylemeyeceksin diye biat yemini ettiriliyor ve bu yemine muhalefet etmeleri durumunda nikahlı eşin boş olması için yemin alınmış oluyor. Sadece memur adaylarına değil, bürokraside üst seviyeye çıkmak isteyenlere de yemin ettiriliyor!..
Aslında;
Cemaatin yanlış yaptığını düşünen ve ayrılmak isteyen çok insan var. Ettiği yeminden ızdırap duyuyorlar. Ama yemini yok sayarsa eşinden ayrılmış olacak... Biat yemininin esiri olmuş insanlara yardım edilmesi lâzım... Diyanet’in bu konuda fetva vermesi lazım. Bu insanlara yardımcı olmak lazım. Fetvada böyle bir yeminle eşinden boşanamazsın denmesi lazım.”
DİYANET’E DÜŞEN GÖREV!
Gerçekten de; Diyanet, bu konuya el atmalı ve acilen bir “fetva” vermelidir!..
“Zekât paralarıyla gazete ve televizyon kurulamaz” dediği gibi,  “Biat yemini eden bir insan, yeminini bozduğunda nikâhlı eşinden boşanmış sayılmaz” şeklinde “fetva” yayınlamalıdır!..
Sadece “Diyanet” de değil, tam da bugünlerde, Hayrettin Karaman Hoca da; “Böyle bir yeminin nikâh için geçerli olmayacağına dair bir açıklama” yapmalıdır...
Bu açıklamalar yapılmalıdır ki;
İnsanlar rahatlasınlar ve kararlarını “özgürce” verebilsinler!..
Uzun lâfın kısası; bu öyle bir “cemaat” veya öyle bir “örgüt” ki, bunlar, adamdan sadece “parasını” ve “özgürlüğünü” değil, “karısının nikâhını” da isterler!.. 
Bunlara “elini” veren,
“Karısını” zor kurtarır!.. 
****************************************************************** 
Gündem yoğun... Kanat çırpıp, geçelim!
* Cemaat Medyası ile “Aynı Paralel”de yayınlar yapan Sözcü gazetesi “twitter yasağı”na “edepsizce” bir yorum getirip, demiş ki; “Kuş ötmüyorsa, iktidar sorunu var demektir!”
Merak ettim... Sözcü’nün yazarı Emin Çölaşan’ın da bir zamanlar “Minik Kuş”u vardı... O “Minik Kuş” öter, Emin de yazıları döktürürdü!.. İşte o Minik Kuş, yıllardır ötmüyor!.. Acaba, Emin Çölaşan’ın da bir “iktidar sorunu” mu var?!?..
* Başbakan Tayyip Erdoğan, Davos’ta “One Minute” dediğinde, “Eyvah” demişlerdi; “İsrail, bunu bizim yanımıza bırakmaz!.. Çok fena olacağız, çook!” Aradan yıllar geçti ve İsrail, Türkiye’den “özür” dilemek zorunda kaldı... Şimdi, aynı “tetikçi”ler, aynı “devşirme zihniyetli”ler, “Twetter’ın kapatılması” üzerine, “Eyvah” diyorlar; “Batı ne der?.. Dünyaya rezil olduk!”
Şunu anladım ki; bu “devşirme”lerle, bu “aşağılık kompleksi”ne kapılmış “kapıkulları” ile, Türkiye hiçbir yere gidemez!.. Sadece ve sadece, “Twitter” adlı “elin gâvuru”na, her yıl “2 milyon 400 bin dolar” ödeyip, onları zengin ederler, o kadar!..
* Fetullah Gülen’in “beddua”ları tutmayınca; “efsunlanmış müritler” hemen devreye girip; “Bekleyin!.. Hocaefendi’nin bedduasının süresi var!.. Göreceksiniz, 6 ay ya da bir yıl içinde, beddualar tutacak” demeye başlamışlar!.. Bence de; “Çıkmaz ayın 15’inde, kırmızı kar yağdığı zaman” Gülen’in de bedduası tutar!..