HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

18 Şubat 2014 Salı

İLK KEZ SORULAN ANKET SORUSU








Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Bu yazı Mısır'ı da, Türkiye'yi de sallar!


18 Şubat 2014
 
Akşam Gazetesi yazarı Turgay Güler bu yazısı ile Türkiye'de maskeleri düşürdü.
Akşam Gazetesi yazarı Turgay Güler, Mısır Akrepler Cezaevi'nden yola çıkarak dikdatörlükle suçlanan Recep Tayyip Erdoğan'a doğru bir yolculuk yaptı. Mısır'da cezaevlerinde yaşanan insanlık dışı uygulama ile saray gibi ofislerinde Erdoğan'ı diktatör ilan edenlerin maskesini indiren Güler, Hakan Şükür'e de destek verdi (!)

İŞTE GÜLER'İN O YAZISI 
Yer Mısır Akrepler Cezaevi.
Müslüman Kardeşler'in lider kadrosundan Hayrat Şatır ve Sultan Salih dahil 21 kişi bu cezaevinde.
Saat yasak, takvim yasak.
24 saat karanlık bir hücre.
Ne gecesi belli, ne gündüzü.
Battaniye yok, yastık yok, yatak yok.
Yatağı da, seccadesi de buz gibi beton.
Günde üç kaşık pilav ve bir dilim patates.
Bir de bir şişe su.
İster yıkan, ister abdest al, yahut iç.
Doktor yok, ilaç yok.
İşkence de cabası.
Mısır'ın tüm cezaevlerinde manzara böyle.
Darbeci diktatör Sisi'ye yan bakmak, içeri tıkılmak için yeterli sebep.
Zihni dumanlı arkadaş dünkü yazısında Başbakan Erdoğan'ı Sisi'ye benzetmiş.
Ve bir kez daha Yezid'e!
Utanmadan, sıkılmadan!
Peki bu insafsız, vicdansız benzetmeleri yaptığı yazısını nerede kaleme almış dersiniz?
Ben söyleyeyim.
Sırça köşkünde!
Yani; cam giydirme devasa bir plazadaki, üç ayrı kontrol noktasından geçilerek ulaşılan, beyaz lüks mobilyalarla bezenmiş büyük suitinde.
O plazada kendisi ve arkadaşları sabah akşam Başbakan Erdoğan'a hakaret ediyor, küfrediyor.
Erdoğan diktatör olsaydı, sen acaba bu yazdıklarının yahut yazdırdıklarının yüzde birini bırak söylemeyi ima bile edebilir miydin?
Seni kantara koysak 90 kilo çekersin, göbeğin de cabası.
Diktatörün ülkesinde sen, kantarın ibresini dahi oynatamazdın.
Gel gör ki, topuzunu kaçırdın!
"Diktatörün ülkesinde" görülmemiş bir masuniyete sahipsin ve onun arkasından asıp kesiyorsun!
Dünyada, böylesi bir diktatörlükte yaşamak için can atacak kaç milyar insan var dersin?
Yorulma ben söyleyeyim.
En az yedi milyar.
Ama sen beğenmiyorsun.
Müntesibi olduğun yapının maşallah polisi de var askeri de. Savcısı da var hâkimi de. Bankası da var holdingi de. Medyası da var sermayesi de.
İhale de dağıtıyor, işadamı da kurtarıyor.
Daha ne istiyorsun?
"Uzun adamın" ölmesini mi?
Ne olacak öldüğünde?
Bi de hele!
Şüphesiz bir gün o da ölecek.
Ama sen istedin diye değil.
Analar yine "uzun adamlar" doğuracak.
Sen bu dumanlı kafayla hep kısa kalacaksın.
Ve hiçbir zaman da uzamayacaksın.
Bilesin! 
Siyasete pek bir merak saldı 
Hakan'ım Şükür'üm maşallah AK Parti'den istifa edip, yorumculuktan da kovulunca siyasete pek bir merak saldı. 
Ekran ekran dolaşıp boy gösteriyor.
Siyasi demeçler veriyor.
Son açıklamasında "Ben de Gezi'ye gitmek istedim" demiş.
Şaşırdım mı?
Hayır!
Bedenen değilse bile ruhen oradaydı, biz biliyoruz.
Hayıflanmasın.
Bu arada bir de düzeltme yapmış.
"25 yıllık futbolcuyum benim dört buçuk milyon dolarım yok" demişti.
"Nakit olarak yok" demek istemiş.
Tüccar adam.
Parasını yastık altında tutacak değil.
Yatırım yapıp çoğaltacak elbet.
Devam Hakan'ım Şükür'üm devam! 

Cemaate İlginç Çıkış: Erdoğan'ı Hiç Tanımamışsınız!

Star Gazetesi yazarı Fehmi Koru bugünkü yazısında cemaat-hükümet kavgasında Başbakan Erdoğan'ın duruşunu ve ona karşı odaklamaları ele aldı...
Cemaate İlginç Çıkış: Erdoğan'ı Hiç Tanımamışsınız!
18 Şubat 2014
İşte Fehmi Koru'nun "Rejimin adını tartışıyoruz" başlıklı o yazısı:
Biri "Türkiye'de hukuk devleti fiilen askıya alındı" diye yazmış... Rejimin adı için ‘diktatörlük' ve ‘otoriter' sıfatlarını kullananlar varmış... ‘Putin-modeli' üzerinden ‘parti-devleti' yakıştırması yapan da... Vaktiyle ‘sivil dikta' diyen çıkmış; şimdi o yakıştırma hatırlatılıyor...
Kimin ne dediğini sütununda okuduğumuz kalem "Buna ‘Erdoğan rejimi' diyebilir miyiz?" diye soruyor...

Diyebilir miyiz?

Henüz diyemeyiz, ama bu tartışmayı açıp yürütenler akıllarını başlarına toplamazlarsa, bir süre sonra, en fazla neden korkuyorlarsa başlarına onun geldiğini görebiliriz.

Açılan tartışma ‘post-19 Aralık' özellikler taşıyor çünkü... "Hukuk devleti rafa kalktı" diyenin dayandığı her konu, 19 Aralık'ta başlayan sürecin ‘istiklâl mücadelesi' gerektirecek bir kalkışma, siyasete dışarıdan müdahale olduğu tespitine dayanan bir dizi girişimle ilgili...

Tayyip Erdoğan, demokratik usulle seçilmiş yönetimini sona erdirmeyi hedefleyen bir ‘kumpas' ile karşı karşıya olduğu kanaatinde. Hükümetini, Meclis grubunu buna inandırdığı ve tabanını da bu yolda hareketlendirmeyi başardığı için, kendisine karşı yürütülen kampanyayı karşı-hamlelerle boşa çıkartma amacında. Bir yandan daha önce ağzından çıktığını işitmediğimiz sözlerle kamuoyunu arkasında diri tutmaya çabalarken, bir yandan da ‘asimetrik-savaş' saydığı müdahaleyi başarısız kılmaya çalışıyor.

Yargı kullanılarak siyasete müdahale edilmese HSYK, kimlerin piyasaya sürdüğü anlaşılmayan kasetlerle kamuoyunu biçimlendirmek istenmese internet yasaları çıkartılır mıydı? "İktidar üyeleri ve aile mensupları koruma altına alınıyor" diyenler, bu korunma ihtiyacının durduk yere çıktığını mı düşünüyorlar?

Vaktiyle demokrasinin tehlikeye düştüğü gerekçesiyle askerin siyasete müdahalesini alkışlamış kalemler, dışarıdan siyasi müdahalelerle demokrasinin tehlikeye düşürüldüğüne inanan bir hükümeti, aldığı tedbirler yüzünden, ‘demokrasi-dışı davranmak' ile itham edebiliyor...
Eğer Türkiye iddia ettikleri gibi otoriter bir hüviyete bürünüyorsa, iddia sahipleri bunun sebebini önce kendilerinde aramalılar...

Her hamleleri, demokrasilerde denge unsuru sayılan kurumların zayıflamasına yol açıyor: Yargının... Medyanın... Cumhurbaşkanlığının hatta...

Korunma içgüdüsüyle de olsa alınan tedbirlerin bütününü onayladığım sanılmasın; benim yaptığım, kendisini tehlikede hisseden iktidarın neden böyle davrandığını anlamaya çalışmaktan ibaret...
Üzerlerine geliniyor diye başbakanın her şeyi bırakıp kaçacağını mı sanıyordu siyasete dışarıdan müdahaleyi başlatanlar?
Öyle sanıyor idiyseler, Tayyip Erdoğan'ı hiç tanımamışlar demektir...

Demokrasilerde, siyasi mücadele, siyaset alanında yer alan partiler tarafından ve demokratik kurallar içerisinde verilir; STK'lar, medya, kanaat önderleri siyasetin ikincil aktörleridir... Siyasetin sivil alanı yok etme niyetine nasıl karşı çıkılıyorsa, siyaset-dışı odaklardan gelen kuralsız müdahalelere de demokrasilerde göz yumulmaz.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı, demokrasilerde ayıp karşılanır. Doğru davranış tarzı, siyasete dışarıdan yapılan müdahalelere bütün siyasi aktörlerin ortak cephe oluşturarak karşı çıkmasıdır.
Peki, siyaset dışından müdahaleyle siyasi gidiş etkilenmeye çalışılır, siyasi aktörler de kendilerinden beklenenin tersini yaparlarsa ne olur?

Cevap veriyorum: Amaçladıklarının tam tersiyle karşılaşılır; şikâyet ettikleri, karşı çıktıkları yanlışlıklara kendileri kapı aralamış olurlar...
"Rejimin adı ne?" sorusunu gündeme sokanlar esas şu soru üzerinde düşünsünler: Müdahaleye kalkışanların amaçları yerine gelse, o rejimin adı ne olur?
STAR

Taşgetiren'den Sert Cevap!

Star Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren bugünkü yazısında kendisi hakkında ortada dönüp dolaşan iddalara sert cevap verdi...
Taşgetiren'den Sert Cevap!
18 Şubat 2014
İşte Ahmet Taşgetiren'in "Kaça satarsınız memleketi?" başlıklı o yazısı:

Ahmet Taşgetiren’in satılmayacağını annenizden babanızdan emin olduğunuz kadar bilirsiniz.
Ahmet Taşgetiren’in, “Doğrucu Davut” denecek kadar, doğruluğun peşinde olduğunu bilirsiniz.
Ahmet Taşgetiren, Mücadele Birliği’nden ayrılırken yukarıdakilere “Sizi kılıçlarımızla düzeltiriz” ölçüsü nereye gitti?” diye sorarak ayrıldı. Nerede ne yapacağına dair hiçbir hesabı yoktu. Aylarca işsiz kaldı.

Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak’tan ayrılırken, atılırken değil ayrılırken, sadece Başbakan’la girdiği düşünce farklılığından hareket etti. Nereye gidebilirim diye hiçbir hesap yapmadı. Bir süre işsiz kaldı, sonra Aksiyon’un ve Bugün’ün sayfaları açıldı.

Ahmet Taşgetiren, Bugün’den ayrılırken, sadece Bugün’ün ve Camia’nın çizgisinden ciddi bir farklılaşma yaşadığı gerçeğinden hareket etti. Aksiyon’la, Burç FM’le bir problem yaşamadı. Ama Camia öyle bir sürecin içine girmişti ki, bundan Aksiyon ve Burç FM’in etkilenmeme ihtimali yoktu ve oralarda da sıkıntı olması kaçınılmazdı. Ayrıldı, ayrılırken, başka hiçbir yayın organı ile bağlantısı söz konusu değildi.

Ahmet Taşgetiren tabii ki yazmaya devam edecekti. Çünkü Türkiye’nin ve İslam dünyasının, çok hayati bir süreçten geçtiğini, Türkiye’nin Türkiye olma, İslam dünyasının gerçekten İslam dünyası olma mücadelesi verdiğini ve böyle bir mücadelenin önünün kesilmesi için çabalar sarfedildiğini görmekteydi.

Ve maalesef Camia adına ortaya konan tavır, onu üretenler farkında olsun olmasın, gidip, bu yol kesici operasyonlarla içiçe girmekteydi. Bugün yazmayacaktı da ne zaman yazacaktı?
Farklı gazetelerden teklif geldi.

Ahmet Taşgetiren, hepsine teşekkür etti, hepsinin bu süreçte hayati roller ifa ettiğine inandığını söyledi ama Star’ın teklifini kabul etti.

Star ile tabii ki bir ücret sözleşmesi yaptı. Tıpkı Bugün’le, Aksiyon’la, Burç FM’le yaptığı gibi.
Bu ücret sözleşmesinin “fikirlerini satma” anlamına geldiğini Camia bünyesinde pazarlayanlar, eğer kendilerinin de belli ücret karşılığında kişiliklerini satmaya hazır olduklarını düşünmüyorlarsa, o söylemden vazgeçsinler.

Bize, Akil İnsanlar Heyeti çalışmalarımız sırasında da “Kaça satıldınız, 40 bin mi 50 bin mi?” soruları yöneltilmişti. O zaman da bazen canım sıkılıyor ve bunu sorana, “Sen Türkiye’yi kaça satarsın?” sorusunu yöneltiyordum. Ik mık ediyor “Ne demek bu?” diye cevaplıyordu. Yani “Satma işi”ni kendisi için düşünülemez buluyordu. “Peki, diyordum, kendin ülkeyi satmazsın da benim satacağımı, Başbakan’ın satacağını nasıl düşünürsün?” Tabii ki ses yok.

Şimdi Bugün’e, Aksiyon’a, Burç FM’e sormuyorlar, “Ahmet Taşgetiren sizden ne kadar ücret alırdı?” diye. Ancak benim Star’dan oralardan aldığımın birkaç katı maaş aldığım ve düşüncelerimi ona göre ürettiğim yalanını pazarlıyorlar.

Bu süreçte artık, birilerini “İslam’ın ölçüleri” ile uyarmanın fayda vermediğini öğrendim. Çünkü müthiş bir makyavelizm hükümferma. Yalanın, iftiranın bini bir para. Adamlar bakanlarla ilgili bile mut’a nikahı söylentileri oluşturabiliyorlar. Hiç mi ahiret kaygısı bulunmuyor bunu yapanların?
“Tayyip Erdoğan Türkiye’yi İran’a peşkeş çekiyor” türü söylemleri seslendirenlerin, Ahmet Taşgetiren’le ilgili maaş yalanları üretmeleri çocuk oyuncağı sayılır.

Ahmet Taşgetiren, bugün seslendirdiği düşüncelerini, Bugün’de, Aksiyon’da yazarken, Burç FM’de konuşurken de, özellikle Samanyolu bünyesinde bulunan arkadaşlara özel ortamlarda ifade etti. İnsaf sahibi olanlar, bu süreçte de Ahmet Taşgetiren’in, Camia’nın kendisini tüketecek bir ateşin içine sürüklenmemesi için çırpındığını bilirler. Çünkü Ahmet Taşgetiren, sadece bünyesinde hizmet ettiği Camia’yı değil, bütün hizmet yapılarını, İslam’ın ortak bütçesi, bir tür beytülmal gibi gördü. Kim yazı istedi ise, kim konferans istedi ise, kim mülakat istedi ise, mümkün olduğu ölçüde onları geri çevirmemeye çalıştı. Bu süreçte Hizmet camiasının yara almasından da kaygı duydu. Ama Hizmet adına hareket edenler, götürdüler koca yapıyı bir savaş ikliminin içine soktular.

Ahmet Taşgetiren’in sağduyu çizgisinin o savaş lobisini rahatsız ediyor olmasını yadırgamam. Bir gün herkes, bu savaş ikliminin sonrasında Hizmet adına karşılaşılan kayıpları görecek. Belki Tayyip Erdoğan da yaralanacak ama, daha şimdiden Hizmet’in kaç yıllık bir aşınma yaşadığını görmek mümkün.

Pensilvanya’ya Türkiye nasıl yansıyor bilmiyorum, ama Türkiye’nin gönül ikliminde, Camia’nın 3 ay öncesine göre çok büyük bir itibar aşınması içine girdiğini belirtmek isterim.

Satma- satılma bahsine ilgi duyanlara son bir soru. TIR operasyonları nasıl bir bedel içeriyor ve ita amiri kim?

http://www.habervaktim.com/haber/361542/tasgetirenden-sert-cevap.html

Cemaat “Yeminli Oy” Topluyor İddiası

Hükümeti zayıflatmak için her yolu mubah gören Cemaatin, 30 Mart yerel seçimleri öncesi Başbakan Erdoğan’ı oy kaybına uğratmak için tabanını harekete geçirerek vatandaşlardan “yeminli oy” topladığı ileri sürülüyor.
Cemaat “Yeminli Oy” Topluyor İddiası
18 Şubat 2014 Salı 09:12
Gülen cemaati üyelerinin, 30 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’nin oy oranını düşürebilmek için sohbetlerinde mensupları ve halktan yeminli oy topladığı iddia ediliyor.Esnafın “ticaretlerinin bitirilmesiyle” tehdit edildiği, Cemaat’in eğitim kurumlarında öğrencilere dönük ise “Ak Parti’ye niçin oy verilmez?” derslerinin işlendiği ileri sürülüyor.
YEMİNLİ OY SOHBETLERİ
Akit’i arayan çok sayıda vatandaş Cemaatin kapı kapı dolaşarak nasıl ve kimler için oy topladığını anlattı. Gelen telefonlarda vatandaşlar ilginç olaylar anlatırken, kimi illerde vatandaşların “Ak Parti’ye oy vermeyeceğim” diye yemin ettirildiği iddia ediliyor.
Seçimlerde hangi partiye oy kullanacağıyla ilgili kararsız olan kişileri hedef alan Cemaat’in, kararsızların son anda vazgeçmesine karşılık sohbetlerde “Ak Parti’ye oy vermeyeceğime yemin ederim” şeklinde söz aldıkları belirtiliyor. Birçok seçmenin ise bu duruma sert tepki gösterdikleri söyleniyor. Özellikle kadın seçmenlerin “AK Parti iktidarında başörtümüzle giremediğimiz yerlere artık biz ve çocuklarımız giriyor. Bize ve ailemize dini inancımızı başımız dik yerine getirmeyi bu iktidar sağladı. Başörtülü kadınlar kamu binalarına, okula, hastanelere girebiliyor. Mesleğini yapabiliyor. Kızlarımız artık başörtüleriyle okula gitmeye utanmıyor. Hangi gerekçe ile oy vermeyelim. Geriye mi dönelim?” dedikleri belirtiliyor.
ESNAFA TİCARETİ KESERİZ TEHDİDİ
Cemaatin, Ak Parti’ye oy verecek esnafı da ticaret hayatını bitirmekle tehdit ettiği, sadık esnaflardan da oy verecek kişilerle irtibatın ve ticaretin kesilmesinin istendiği gelen haberler arasında.
ÖĞRENCİLERE “AK PARTİYE NİÇİN OY VERİLMEZ?” DERSİ
İddialara göre, Cemaat dershaneleri ve okullarında da eğitim alan öğrenciler oy baskısı altına alınıyor. Basına da yansıyan bilgilere göre birçok veli, öğretmenlerin çocuklarına “Ailenizi ikna edin, AK Parti'ye oy vermesinler” yönünde telkinde bulunduğunu dile getirdi.
Kolej ve dershanelerde çocuklara teneffüslerde ya da ders içerisinde “Ak Parti’ye niçin oy verilmemeli” konusunun anlatıldığını söyleyen veliler, öğrencilerin 'taraf' seçmeye mecbur tutulduğuna dikkat çektiler. Öğrencilere “Aileniz hangi partiye oy veriyor” gibi sorular soran öğretmenlerin, ailesi Ak Parti destekçisi olan öğrencilere “Anne-babanızı başka partilere oy vermeye ikna edin” dedikleri öğrenildi.
http://www.habervaktim.com/haber/361548/cemaat-yeminli-oy-topluyor-iddiasi.html
Başbakan'ın Rekor Kıran 'Uzun Adam' Klibi
 
 

Kabataş’ta öyle Ayvalıtaş’ta böyle!

 
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit-18 Şubat 2014
 
 
Son iki güne damgasını vuran iki görüntü..
 
 
İki farklı kamera kaydı ve iki farklı tavır..
Biri Kabataş’ta çekilen görüntü..
Diğeri de Mehmet Ayvalıtaş isimli gencin ölümünü gösteren kamera kaydı..
Görüntülerin ilkinde, metrelerce uzaktan çekilmiş bir kamera kaydı ile Kabataş olayını izliyoruz..
Genç bir kadın, ön planda onlarca insanın olduğu bir görüntüde, en arka planda yol üzerinde bekliyor.. Etrafından hızlı adımlarla geçen grupları görüyoruz. 
Bir-iki değil.. 
5-6 ayrı grubun geçişi söz konusu..
 
Geçişler sırasında, başörtülü kadının olduğu noktada duraklayanlar var.. 
O sırada neler  oluyor, kamera kaydında net olarak göremiyoruz.
Ama bu görüntüler üzerine, birileri tahminini, bayanın adli tıp raporu ve karakol ifadesinin aksi yönde geliştiriyor..
“Hani?.. Hani?.. Ortada hiçbir şey yok. Başörtülü kadın her şeyi uydurmuş! Uzak noktada göremediğimiz sadece 50 saniye.. 50 saniyede o kadar taciz olur mu?” diyorlar..
 
Geçiyoruz ikinci kamera kaydına..
Bu görüntülerde ise, Gezi isyanının daha ilk günlerinde.. 
“Polisin panzeri altında kalan genç kız öldü.. İşte görüntüler”.. 
“Taksim’de tesadüfen Gezi Parkı yakınından geçen bir hamile kadın, polis şiddeti sonrasında çocuğunu düşürdü..”
“Taksim’de binlerce yaralı var.. Yüzlerce ağır yaralı.. Hastanelerin acil servisleri hasta kabul etmiyor..”
 
Ve daha yüzlerce yalanın atıldığı saatlerde..
“AP, hükümete 24 saat süre verdi. Az kaldı. Ha gayret. Biraz daha direnirsek, hükümet istifasını vermek zorunda kalacak. İstifa etmezse de düşmüş sayılacak..” türünden akla ziyan iddiaların ortalıkta gezindiği dakikalarda...
 
Gençler tahrik edilmiş..
 
Ülkeye bir panik ve dolduruşa getirme hakim olmuş..
Bu kirli operasyon sonrasında.. 
Saatte 60-70 kilometre hızla giden araçların vızır vızır geçtiği E-5’e çıkan gençler.. 
TV’lerin, radyoların yaptığı tahriklere kapılıp. Twitter’da, Facebook’ta yapılan kışkırtmalara kanıp..
Otobanda bir yönü tümü ile trafiğe kapatmışlar.. 
Yetinmemişler..
Kamera kayıtlarından izlediğimiz kadarı ile, tam bir fecaate imza atmışlar...
Kendisini Süpermen sanan gençler. 
Bariyerlerden atlayıp..
Gelen araçlara bir saniyeliğine bile bakmadan, diğer yönden saatte 60-70 kilometre hızla gelen arabaların da önüne durmuşlar..
 
Otoyolun tam ortasında, el işareti ile karşılarından gelen araçları durdurmak istemişler.. 
Akşamın karanlığında, bir el işareti ile saatte 70 kilometre hızla gelen aracı durduracaklarını sanıyorlar..
 
Gençlere kusur bulmuyorum..
 
O gün ulusal kanaldaki spikerin, “Keşke bir iki ölüm olsa” diye hayıflandığını duyduktan sonra..
Milletvekillerinin, parti genel başkanlarının yaptığı kışkırtmaları dinledikten sonra..
O gençler de, “büyükler”in tahriklerine aldanmışlar işte..
Sonuç?..
Mehmet Ayvalıtaş isimli genç, hızla gelen bir aracın çarpması ile yaralanıyor.. O araç geçip gidiyor.. Ardından başka araç gelip, duramıyor, takla atıyor, genç çocuğu bir daha yaralıyor..
Ve maalesef o genç kurtarılamıyor..
 
Olaya karışan araç sayısı, kamera kayıtlarında açıkça görüldüğü üzere, 6-7 tane..
Ve bu kamera görüntülerini sitelerine koyan büyük büyük gazeteciler.. Ekranlardan gösteren tecrübeli televizyoncular, şöyle başlık atıyorlar: “Mehmet Ayvalıtaş öldürüldü..”
 
Kabataş’ta başörtülü bayana yapılan saldırıyı görmezden gelenler..
Otoyola çıkıp, araçları durdurmak isteyen ve adeta intihar eden Mehmet Ayvalıtaş’ın kasten öldürüldüğünü iddia ediyorlar..
 
Bu kadar fanatik söylem içindeler.
Olayları böylesine ideolojik bir pencereden yorumluyorlar..
 
Gezici mağdur mu?.
Ne kadar kusurlu olursa olsun, o bizim adamımız. O kusursuz.. Onun karşısındaki kişi tam kusurlu. Hatta kasıtlı..
Geziciler suçlanıyor mu?..
Onlar hiçbir kusuru olmayan insanlar.. Polis araçları kendiliğinden ateş aldı.. Dükkan camları kendiliğinden yere indi.. Yaralanan polisleri kendi arkadaşları vurdu..
İşte böyle bir mantıkla, Türkiye’yi karıştırıyorlar..
Daha acıklısı, bu kafaya, Fetullah Gülen’in sempatizanları da destek veriyor.
Başörtülü kadını suçluyorlar..
Ayvalıtaş’a sahip çıkıyorlar..
“Camide bir şey olmadı” diyorlar..
Ne diyeyim..
Hz. Peygamber’in mihrabına, ayakkabısı ile bağdaş kurup oturan Geziciler masum, başörtülü kadın suçlu ise..
Minbere ayakkabısı ile çıkıp çıkıp inen Geziciler kusursuz, 6 aylık bebek suçlu ise.. 
Ben size ne diyebilirim ki!

Ananaslı muhabbetlerde, niye hiç “selâm” yok?

 
 
18 Şubat 2014
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bir süredir aklıma takılan ama yine de “empati” yapıp, “Cemaat lehine” yorumlamaya çalıştığım bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.
 
Konu, “selâm”la ilgili...
Mevzuya girmeden önce, “selâm”la ilgili “ayet” ve “hadis”lere bir bakalım...
  •  En-Nur Sûresi 27. ayet:
“Ey iman edenler, kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara, sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden ve selâm da vermeden girmeyin.”
  • En-Nisa Sûresi 86. ayet:
“Bir selâm ile selâmlandığınız vakit, siz ondan daha güzeliyle selâmı alın veya onu aynıyla karşılayın.”

Gelelim “hadis-i şerif”lere...
 
  • Bir adam, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed (SAV)’e sordu:
“Ya Resulullah, İslâmın hangi ameli daha hayırlıdır?”
Efendimiz buyurdu ki;
“Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selâm vermendir.”
 
  • Yine “Efendimiz” buyuruyor:
“Allah Teâlâ Adem (Peygamber)’i yaratınca oturmakta olan bir grup meleği göstererek; ‘Git, şunlara selâm ver ve sana nasıl bir selâmla karşılık vereceklerini dinle... Çünkü onların karşılığı senin ve neslinin selâmı olacaktır.’
Bunun üzerine Adem;
‘Esselâmü aleyküm’ dedi.
Melekler de;
‘Esselâmü aleyke ve rahmetullahi’ şeklinde karşılık vererek, ‘Ve rahmetüllâh’ kelimesini ziyade ettiler.”
 
  • Bir hadis-i şerif daha:
“İman etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz... Birbirlerinizce sevişmedikçe de iman etmiş olamazsınız... Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size söyleyeyim mi?.. Aranızda selâmı yayınız.”
 
Buyrun, “selâm”la ilgili birkaç hadis-i şerif daha aktaralım:
 
  • “Selam kelamdan (konuşmadan) öncedir.”
  • “Biriniz, bir meclise vardığı zaman selam versin, meclisten ayrılırken de selam versin. Birinci selam sonuncudan daha önemli değildir.”
  • “Biriniz (din) kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selam versin. Eğer aralarına bir ağaç, duvar veya (büyükçe) bir taş girer sonra da onunla karşılaşırsa ona yine selam versin.”
  • “‘Selâm, Allah-u Teâlâ’nın isimlerinden bir isimdir... Onu Allah (selamlaşmak için) yeryüzüne koymuştur. O halde aranızda selâmı yayın.”
  • “Selam verdiğinde duyur... Çünkü o, Allah katından bir sağlık dileğidir, mübarektir ve hoştur.”

NİYE SELÂMLAŞMAZLAR?
Bu kadar misal, herhalde yeter...
“ayet-i kerime”lerden ve “hadis-i şerif”lerden anlaşılan o ki, selâm; “Allah’ın isimlerinden biri”dir, bir “sağlık ve esenlik dileği”dir, “mübarek”tir, “hoş”tur...
Ve yine; selâm, bir “Müslümanlık göstergesi”dir, bir anlamda “parola”dır...
Gerek Allahü Teâlâ, gerek O’nun Resulü Peygamber Efendimiz (SAV); “Selâmı yayınız” diye buyurduğuna göre, fazla söze hacet yok...
Gayet iyi biliyorsunuz ki; bu köşe, bir “ilâhiyat köşesi” değil... Ben de; bir “ilâhiyatçı” değil, “sıradan bir Müslüman”ım...
Peki, “selâm”la ilgili bu kadar “ayet” ve “hadis”i niye aktardım?..
En başta dedim ya; kafama takılan bir hususu sizlerle paylaşmak için...
Malûm;
Geçtiğimiz haftalarda, gerek “Fethullah Gülen’in, Cemaat’ten birileriyle”, gerek “Cemaat mensuplarının birbirleriyle” yaptığı telefon konuşmaları yansıdı gazete ve televizyonlara...
Bilmem, hiç dikkat ettiniz mi; bu konuşmalarda, hiç “selâm” verilmiyor!..
Bu nasıl “Hocaefendi”dir, bunlar nasıl “dini bir cemaat”tirler, nasıl “Müslüman”dırlar ki; “selâmın faziletleri” ortada iken, birbirlerine hiç “selâm” vermezler?..
Buyrun; “ananas”ların, “tesbih”lerin ve hatta “petrol ihaleleri”nin bile gündeme geldiği ama “selâm”ın hiç hatırlanmadığı o konuşmalardan birkaç bölüm aktaralım:
 
  • Tarih 14 Ekim 2013.
“- Aloo
- Fethullah Gülen: Efendim.
- Efendim hürmet ederim... Bir iki husus vardı efendim, müsaade ederseniz arzetmek istiyordum.
Fethullah Gülen: Buyrun.”
 
  • Tarih 1 Kasım 2013...
“- Alo
- Aloo
- Tamam bir görüşeyim dedi ama uzun olmasın tamam mı
- Tamam
- Fethullah Gülen: Efendim.
- Hürmet ederim efendim inşallah daha iyi afiyettesinizdir.”
  • Tarih 27 Kasım 2013...
Gülen: Efendim
- Efendim hürmet ederim. Dün sabah Mustafa Koç Bey’e gittim, tesbihi zat-ı aliniz adına verdik, çok teşekkür etti çok beğendi. Hürmetlerini arz etmemizi istedi.
Fethullah Gülen: Teşekkür ederim.”
 
  • Tarih 21 Aralık 2013...
“- Aloooo
- Buyur
- Ya Abdullah Bey.
- Buyur Abdullah
- Bir saniye burada bir Şivan sana bir şey söyleyecek.
- Söylesin
- Aloo. Abi.
- Efendim
- Ben Osman.
- Buyur.”
 
  • Tarih 25 Aralık 2013...
“- Aloo
- Fethullah Gülen: Efendim
- Efendim hürmet ederim. Bu Ali Bey’in iş yeriyle alakalı bu büyük müşterilerden bir kaç tanesi almış, yani almış şeylerini...”
KELÂM VAR, SELÂM YOK!
Görüyorsunuz ya;
Ne Fethullah Gülen, “Selâmün aleyküm” diye başlıyor sözlerine, ne de “Cemaat mensupları!”
Birisi “Selâmün aleyküm” dese, diğeri, mutlaka “Aleyküm selâm” der de; hiçbirinin ağzında “selâm” yok!..
“Ayet-i kerime”ler ortada,
“Hadis-i şerif”ler de ortada...
Cenab-ı Allah (cc) ve O’nun Resulü Hz. Muhammed (SAV) buyuruyor ki; “Selâmı yayınız.”
Kime söyleniyor bu?..
Elbette “Müslüman”lara...
Peki, Fethullah Gülen nasıl bir “Hocaefendi”dir, Gülen Cemaati de nasıl bir “Müslüman topluluğu”dur ki, konuşmalarının hiçbiri “selâm”la başlamıyor!..
Oysa, ne buyuruyor Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed;
“Selâm, kelâmdan önce gelir.”
Yani, bir Müslüman, “konuşmaya” başlamadan önce, diğer Müslümana “selâm vermelidir!”
Ama bunlarda;
“Kelâm”ın her türlüsü var...
“Ananas” var,
“Tesbih” var,
“Petrol ihalesi” var,
“Tweetleri ikiye katlama” var!..
Ne hikmettir bilinmez;
“Selâm”ın S’si bile yok!..
“Alo” demeyi biliyorlar,
“Selâmün aleyküm” demiyorlar!..
Yoksa, bu da mı;
Bir “Takiye” metodu?..
İyi ama, takiye “başkalarına” yapılır... Müslüman kardeşine de takiye yapılmaz ki!..
Hadi, amacına ulaşmak için, “takiye” yapıp, başkalarından “Müslüman” olduğunu gizleyeceksin... Peki, “Müslüman olduğunu, Müslümandan da mı gizleyeceksin?”
DİNİ CEMAAT DEĞİLSENİZ!
Biz “selâm”dan, “İslâm”dan, “Müslüman”dan söz ediyoruz ama, galiba boşa kürek sallıyoruz...
Öyle ya; Cemaat’in önde gelen isimlerinden Hüseyin Gülerce, 7 Ağustos 2013 tarihli Zaman gazetesinde açık açık yazmıştı:
“Bizim ‘Hizmet’ dediğimiz, aynı duygu ve düşüncede birleşen fedakâr insanların birlikteliğinin, ‘dini cemaat’ olarak vasıflandırılması tam anlamıyla bir haksızlık olur. Hocaefendi kaç defa söyledi; ‘dini cemaat değiliz.’ ”
Tamam, “dini bir cemaat” değiller ve o yüzden de birbirlerine “selâm” vermiyorlar diyelim; peki Fethullah Gülen’in yetiştirdiği “Şakirtler”in görevi neydi?.. “İslâmın tebliğcileri”(!) olmak değil mi?..
Milletten, bu “şakirtler” için “himmet” adı altında, hem de “makbuzsuz” para toplamıyorlar mı?..
Abi’ler ve Abla’lar “cemaat mensupları”nı arayıp; “Sana 5 kurban yazıyorum” demiyor mu?.. 
“Bu ne kurbanı?” diye soranlara “Peygamber kurbanı” denilmiyor mu?.. 
Cemaat’in zavallı bireyleri, “5-10 kurban parası” toplayabilmek için, dostlarına telefon açıp, yalvar-yakar para istemiyor mu?..
Şu hâle bakın;
İnsanlardan, “Peygamber Kurbanı” diyerek para topluyorlar ama, Hz. Peygamber’in “Aranızda selâmı yayın” buyruğunu ciddiye alan yok!..
Tamam, anladık;
“Dini bir cemaat değiller!”
O halde; para toplamaya gelince, niye “dini söylem” kullanıyorlar?..
“Dini bir cemaat” iseler,
Niye “selâm” vermiyorlar?..
Bu, benim kafama takıldı.
Sizinle paylaşayım dedim...

*************************************************************************************

20 Şubat’ta ne olacak?.. Bir “tezgâh” hazırlığı mı var?
Bugün 18 Şubat... 
Birkaç gün önce de aktardığım gibi; Aydınlık’tan Mehmet Faraç’ın iddiasına göre, Başbakan Tayyip Erdoğan; bugün CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’la ilgili “Zina kasedi”nin arkasında “kimler” olduğunu açıklayacak...
Açıklar mı, açıklamaz mı, ya da Erdoğan’ın elinde, bu yönde bir “bilgi ve belge” var mı, bekleyip, göreceğiz...
Ama, benim asıl merak ettiğim, “20 Şubat’ta” ne olacağı konusu... “Cemaat mensupları”nın kendi aralarında yaptığı “kapalı kapılar arkasındaki toplantılar”da yaymaya çalıştıkları bir “şayia” var... “Cemaat mensubu” olup da, bana telefon açarak; “Abi ne olacak 20 Şubat’ta?.. Hükümet’e ve Tayyip Erdoğan’a karşı bir operasyon mu yapacaklar?.. Bir kaset mi yayınlayacaklar yoksa AK Parti’ye yönelik hukukî bir darbe mi yapacaklar?” diye soranlar var...
Ben, “Gönlünüzü ferah tutun” diye cevap versem de, içime bir kurt düştü... 
Sahi, 20 Şubat Perşembe günü için, ne tezgâhlıyorlar?.. 
Yoksa; ortada bir tezgâh filan yok da, ortalığı “terörize” edip, “Cemaat’teki dağılmayı” önlemeye mi çalışıyorlar?..
Bekleyelim ve görelim... 
 
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Ne varlığa sevinelim, Ne yokluğa yerinelim

18 Şubat 2014

Bu işlerin bir sahibi var.. Biz “kadir-i mutlak” ve “bir” olan bir Allah’a inanıyoruz.. O görüyor, duyuyor, biliyor ve O hüküm sahibi olandır. “Kadir-i mutlak, yani, mutlak iktidar sahibidir O!
Bu işlerin sahibi var.. Bizden daha iyi bilen ve bize merhamet eden bir Allah (cc) o!

Telaşlanmaya gerek yok.. Ne varlığa sevinelim, ne yokluğa yerinelim.. Aciz olan biziz! O “ol” der ve o iş olur.. Dirilten ve öldüren O’dur!
Havf ile reca arasında, korku ile umut arasında bir yerde duralım..
Hem şunu bilelim. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir..

Kimse Allah’ı bir şeye mecbur edemez ve O’nu engelleyemez. Yani Allah’ı kıyamete zorladığını ya da iktidara zorladığını sananlar kendi yalanları içinde debeleniyorlar..
Allah bir şeye hükmederse, esbabını da yaratır..
Şu şöyle olursa, bu böyle mi olur! Ya da şu şöyle olmasaydı, bu böyle olmazdı! Şu günlerde bu sözleri ne sık duyuyoruz.. Şu olmazsa mahvolduk, ya da kazandık diyenler, kendi kurguları gerçek olmazsa yeryüzünün fesada uğrayacağını söyleyenler.. Her kafadan bir ses çıkıyor.

Sahi, babam kız olsaydı ben kim olurdum! Bunlar geçmişe dönük ve geleceğe dönük kurgular, sadece tefekkür ve kendi sorumlulukları açısından fikri bir hazırlık için, sünnetullahı ve esbab dediğimiz şeyler üzerinde düşünmek ve akletmek için bir anlamı varsa bir değer ifade eder, yoksa müfsit bir labirentin için bu tartışmalarla kaybolur gideriz..

Zaferi bir kişiye, bir şahsa indirgeyenlere Hz. Ömer’in Halid b. Velid’i azletme gerekçesini hatırlatmalıyız: Zaferi neredeyse Allah’tan değil de, Halit’den bekliyorlar olacaklardı. Onun için Halid b. Velid’i azlettim..
Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi, minellahi teala!
Hayır da Şer de Allah’ın iradesi içindedir.. Biz O’nun rızasına talibiz..

Sonuçta biz yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla imtihan oluyoruz. Sonuç olarak söz ve eylemlerimiz sonucu ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyor, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşımış oluyoruz..

Suriye ve Mısır’ı da bu gözle değerlendirelim. Ergenekon’u, Paralel devleti, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin geleceğini, de.

Sık sık yazıyorum. Yine yazacağım. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir.. Allah bizi mallarımız canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.. Allah, servet ve iktidarı, halklar ve ülkeler arasında evirip çevirecektir..

Yaşadığımız zaman içindeki, süreçlerde, Allah sonucu tayin konusunda bizim aklımıza, fikrimize ve gücümüze muhtaç değildir.. Suriye’de son şehid toprağa düştüğünde işler düzelecek.. İlahi planda bir gecikme yoktur ya da acele de olmaz.. Onda bir nakısa da bulamazsınız. Önemli olan biz bu süreçte bizden bekleneni yapabiliyor muyuz! Aklımızı kullanıyor muyuz, sorumluluklarımızı kuşanabiliyor muyuz?

Yaşadığımız zamana ve mekana şahidlik edebiliyor muyuz? Mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle Allah’ın rızası yönünde saf tutmuş olarak eylem üzere olabiliyor muyuz? Hadiseler karşısında “bizi sabredenlerden, şükredenlerden, direnenlerden bulacaksın” diyebiliyor muyuz.. Veresetül embiya olabiliyor muyuz? Yaşayan bir Kur’an’a dönüşebiliyor mu amellerimiz, Resulullah’ın ahlakı ile ahlaklanabiliyor muyuz?

Sanıyorum daha çok hannasın vesvesesi, tembelliklerimize bahane bulmakla  ömür tüketiyoruz.. Üstümüze vazife olmayan konularda vesvese üretiyoruz.. Fasit fikirlerle stres üretiyoruz..

Media ne kadar korku üretiyor.. Politikacılar da öyle.. Yalan umutlar ve kurtarıcı önderliklere ne kadar bel bağlamışız.. Sanki olmazsa Allah’ın haşa işi zormuş gibi! Ya da Onların Allah’ın muradına yardım ederse Allah’ın işi daha kolaylaşırmış gibi.. Yok böyle bir şey.. Allah bir topluluğunun işini sarp dağlara sardırmak istiyorsa, içlerindeki akıl ve hikmet sahiplerini de katına alabilir.. O zaman zulmün gerekçesi o yokluk olabilir, ama işin asıl sahibi, ilk günün ve son günün sahibi olan Allah-u azimuşşandır!

Öyle bir kaygınız varsa, önce “içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım” diye  düşünün.. Eğer zor günde size sığınmak için bir kapı açılmasını istiyorsanız, var gününüzde, Allah’ın rızası yönünde var olan şeylerden ikram edin.. Herkesin kaybettiği bir günde kazananlardan, herkesin kazandığı bir günde kaybedenlerden olmak mümkün. Allah’ın ipine tutunanlar, her zaman kazananlardan olacaktır. Bunu unutmayalım. Sadece kazanılan savaşların kahramanları yok, kaybedilen savaşların da kahramanları vardır. Tıpkı kazanılan savaşların hainleri olduğu gibi..

Allah’ım, bize hakkı hak, batılı batıl göster, hakta toplanmayı nasib et! Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil.

Selam ve dua ile..
 

Dumanlı Gülen'i O İmamlara Benzetti!

Zaman gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı geleneği bozdu ve yalnızca pazartesi günleri yazarken bugün bir yazı dizisine başladı.
Dumanlı Gülen'i O İmamlara Benzetti!
18 Şubat 2014
Dumanlı İslam tarihinin dört büyük imamlarını kaleme aldı ve onlara yapılan zulümle bugünleri kıyasladı. Dumanlı'ya göre bu yazı dizisindeki örneklerle bugün Fethullah Gülen'e yapılanlar daha iyi anlaşılacak!
Kaderin cilvesine bakın ki dört büyük mezhep imamının tamamı, devlet zulmüne maruz kaldı. Onlara o zulmü reva görenler, yaban ellerden gelip İslam ülkelerini istila eden ‘küffar’ değildi.
Pek çoğu ‘İslam devleti’nin amiri, hatta bazen halifesiydi. Hilafet mührünü elinde bulunduran o zevatın derdi neydi ki Ahmed bin Hanbel’e, İmam-ı Âzam Ebu Hanife’ye, İmam-ı Malikî’ye ve İmam-ı Şafii’ye baskı yapmış, haklarında dava açmış, hapis ve işkence ile ceza vermeye cüret etmişti?
Dört imamla başlayacağımız örnekleri okudukça mesele ayan beyan ortaya çıkacak. O yüzden en iyisi tarihin sararmış yapraklarına dönmek.
Dumanlı yazısında İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam-ı Hanbeli,İmam-ı Maliki ve İmam-ı Şafii'den örnekler verdi ve dönemin halifeler ve devlet adamlarından nasıl zulümler gördüğünü aktardı.

http://www.habervaktim.com/haber/361538/dumanli-guleni-o-imamlara-benzetti.html

Bilecik'te Şok Toplantı

Bilecik’te yedi il müdürünü Cemaat’in ‘eğitim’ kurumlarında toplantıya davet eden Paralelciler, Bakan ve Milletvekillerinin İran'da Muta nikahı yaptıklarını ve yaşananların görüntü kayıtlarının İran istihbaratı ve Mossad'ın elinde olduğunu öne sürdüler.
Bilecik'te Şok Toplantı
18 Şubat 2014
17 Aralık komplosuyla hükümeti devirmeyi hedefleyen Paralel Yapılanmanın illerde de gizli toplantılarına çağırdıkları bürokratlara hükümete karşı kendi saflarında yer almaları çağrısında bulundukları ortaya çıktı
BÜROKRATLARIN SAVAMA VE MOSSAD’LA İMTİHANI
Bu kapsamda Bilecik’te yedi il müdürünün Cemaat’in ‘eğitim’ kurumlarından Sevgi Çiçeği Okulu’na davet edilerek hükümet karşıtı propagandaya maruz tutuldukları öğrenildi. Yerel Sakarya Gazetesi’nin, “Maaş devletten emir kimden?” başlığı ile verdiği habere göre Fetullah Gülen ekibi Kredi Yurtlar Kurumu Müdürü Selahattin Bulmuş, Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Mustafa Yılmaz, Gençlik ve Spor İl Müdürü Lütfi Doyuk, Bilim Sanayi ve Teknoloji İl Müdürü Bayram Kaya, Milli Eğitim Müdürü Süleyman Şişman, Bilecik İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Halis Nalbant ve Bilecik Polis Okulu Müdürü Hasan Uğural’dan oluşan yedi bürokratları çağırdığı toplantıda bürokratlara, Hükümet ve Bakanların İran etkisi altında oldukları, Bakan ve Milletvekillerinin İran'da Muta nikahı yaptıklarını ve yaşananların görüntü kayıtlarının İran istihbaratı ve Mossad'ın elinde olduğu propagandası yaptıkları iddia edildi.
“AK PARTİ’YE HADDİNİ BİLDİRECEĞİZ”
Gülencilerin dershanelerle birlikte okul ve yurtların da kapatılacağı iddiasını gündeme getirdikleri belirtilen toplantıda ayrıca, “AK Parti’ye haddini bildireceğiz. Oy vermeyeceğiz ve kimseye oy verdirmeyeceğiz” yönünde uyarılarda da bulundukları belirtiliyor.
CEMAAT OKULU’NDA HÜKÜMET DEVİRME TOPLANTISI!
Toplantıda İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Halis Nalbant'ın Sevgi Çiçeğinin bir eğitim kurumu olduğunu ve burada siyaset yapmanın doğru olmadığını, kendilerinin devlet memuru olduklarını böyle konuşmaları doğru bulmadığını söylediğinin belirtildiği haberde İl Milli Eğitim Müdürü Süleyman Şişman'ın da toplantıyı düzenleyenlere cemaat görevlilerinin ev ev dolaşıp AK Parti’ye oy vermeme yönünde çalıştıklarının doğru olup olmadığını sorduğu, toplantıyı tertip edenlerin de “Evet biz siyaseten bunları yok etmeye kararlıyız” yanıtını verdiği kaydediliyor. Bu konuşmaların üzerine bürokratların toplantıyı terk ettikleri belirtildi.
MİLLETVEKİLİ FAHRETTİN POYRAZ: “MAALESEF DOĞRU”
Gelişmelerle ilgili bilgi sahibi olup olmadığını sorduğumuz Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz, toplantı ve içeriğiyle ilgili iddiaları doğruladı. İl müdürlerinden üç tanesiyle görüştüğünü bildiren Poyraz, “Maalesef tüm bilgiler doğrudur. Kimse saklayabilecek durumda değil. Bu toplantıları rutin hale getirmişler. Ayrıca toplantı girişinde cep telefonlarını toplamışlar” şeklinde konuştu.
VALİ AKPINAR GÖREVDEN ALINDI
Bu arada Bilecik Valisi Halil İbrahim Akpınar’ın geçtiğimiz pazartesi günü görevden alınmasında şehirde artan Cemaat faaliyetlerinin etkili olduğu sanılıyor. Vali Akpınar’ın son toplantıdan haberinin olup olmadığı bilinmiyor. Öte yandan paralel yapılanmanın söz konusu ‘markaj’ girişiminin sadece 7 bürokratla sınırlı olmadığı, oda başkanları ve ticaret çevreleriyle de paralelcilerin temaslarının olmuş olabileceği belirtiliyor.
“SİYASET YAPACAKSANIZ PARTİ KURUP MEYDANA ÇIKIN”
AK Parti Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz ayrıca, twitter hesabından konuyla ilgili açıklamalarda bulunarak, bürokratlara kanca atan Paralelcilere şöyle seslendi: “Eğitim kurumları eğitim faaliyetlerinin yapıldığı yerler olmalıdır. Buralarda, il müdürleri davet edilerek ve cep telefonları dışarıda bıraktırılarak başbakanımız ve hükümetimiz aleyhine hakaretlere varan sözlerin sarf edilmesi son derece yanlıştır. Hele hele ‘Önümüzdeki seçimlerde AK Parti'ye haddini bildireceğiz’ sözleri ile meydan okuma yerleri hiç değildir. Siyaset yapacaksanız parti kurup meydana çıkın.”
Akit / Habervaktim.com
Mehmed Şevket EygiMehmed Şevket Eygi

Hizmet Paraları...

1. Kur’ana, Sünnete, Şeriata, zaruriyat-ı islamiyeye, ya tamamen aykırı yahut kısmen aykırı hiçbir hizmet ve faaliyet gerçek islamî hizmet değildir.
 
2. Müslüman öğrencilerinin günlük farz namazları hep birlikte okul camiinde, okul imamının ardında cemaatle kılmadıkları hiçbir mektep gerçek İslam mektebi değildir.
 
3. Resulullahı (Salat ve selam olsun ona), Kur’anı, İslamı, Tevhidi inkar eden Ehl-i Kitabın da ehl-i necat ve ehl-i Cennet olduğu yanlış inancıyla birlikte yapılan hizmetler, zahirde hizmet gibi görünseler de aslında islamî hizmet değildir.
 
4. Zekat paraları ve malları, Kur’anda Sünnette, Şeriat ve fıkıhta açıkça beyan buyurulan sekiz gerçek şahıs dışında kimseye, hiçbir kuruma, hiçbir hizmete verilemez.
 
5. Hizmet için Müslümanlardan toplanan paralarla hiçbir kimsenin reklamı yapılamaz.
 
6. İslamda meddahlık yasaktır. Hizmet ve hayır paralarıyla kimsenin övgüsü yapılamaz, övgü kitapları bastırılamaz.
 
7. Hiçbir Müslüman şahıs ve kurum, İslama hizmet niyet ve maksadıyla olsa da, faizli banka kuramaz, çalıştıramaz.
 
8. İhlasa aykırı olan, Allah rızası için yapılmayan hizmetler merduttur.
 
9. Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha, İslam ahlakına ve İslam bilgeliğine aykırı hizmetler onları yapanlara, onları destekleyenlere, onlar için para verenlere vebaldir.
 
10.  Zaruret olmadıkça islamî hizmetlerde başı açık, tesettürsüz kadın ve kızlar istihdam edilemez ve onlar İslamın hicab, tesettür ve yabancı erkeklerle ihtilaf etmemek hükümlerinden muaf tutulamaz..
 
11.  Halktan toplanan hizmet paralarının bir kuruşu bile; insanların sevgi, övgü, alkış ve taraftarlıklarını celb etmek için harcanamaz.
 
12.  Allah rızası için değil de, halk yapanı, yaptıranı beğensin, alkışlasın, ne hayırsever kimseler bunlar desin diye yapılan hizmetlerin Allah katında makbul olmayacağına dair sahih hadîsler bulunmaktadır.
 
NETİCE:
Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha, İslam ahlakına ve hikmetine uygun olarak ihlaslı hizmet edenler çok muhterem, muazzez, mübarek, hayırlı kimselerdir. Onların eli öpülür. İnşaallah müstecab olan duaları istenir.
Onlar halktan ücret istemezler. Onlar sadece Haliq’tan ücret beklerler. Bu ücreti de dünyada değil, âhirette isterler.
Ne mutlu onlara!..
(İkinci yazı)

İslâmî Halk Eğitimi Faaliyetleri
Bir Müslümana, sahih bir itikattan sonra en fazla ne lazımdır? İhlas değil mi? Farz edelim, hayırlı bir din alimi bir yerde ihlas dersleri vermeye başladı. Bu derslere kaç kişi gider, can kulağıyla dinleyip ihlasın inceliklerini öğrenir?
Bir başka hoca her Müslümanın öğrenmesi farz olan zarurî ilmihal bilgileri öğretme kursu açsa, kurs bitince, devam edenler imtihan edilse ve kendilerine sertifika verilse, bu kursa kaç kişi gider, dinler?
Maalesef Müslüman toplum faydasına ve zararına olan şeyleri bilmiyor. Bilenler pek az, nâdirattan…
Cahil insanlar, dedikodulardan, entrikalardan, fitneli fesatlı havadisten çok zevk alıyor. Adeta dedikoduya mübtela=bağımlı olmuşuz.
 
Lise bitirmiş her Müslümanın, kendisini kurtaracak miktarda usul-i fıkıh, usul-i tefsir ve usul-i hadis bilmesi gerekir. Koca koca kitaplar değil, beş on sayfalık özetler…
Üniversite bitirmiş bir Müslümanın Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin kavaid-i külliye maddelerini okumamış olması, bilmemesi ne korkunç bir cehalet ve noksanlıktır.
Farz namazları cemaatle kılmanın fıkhî hükümleri, meşru mazeretler nelerdir? Bunları bilen yüzde kaçtır?
 
Dedikoduları, entrikaları bırakıp da, içindeki bilgileri ihlasla uyguladığımızda ebedî saadetimizi (inşallah) kazanabileceğimiz ilmihalimizi ne zaman öğrenmeye başlayacağız?
Müslümanların tek bir Ümmet olmaları, bu Ümmetin başındaki râşid imama biat ve itaat etmeleri konusunda on milyonlarca Müslümana kimler ders verecek?
Lüks, müzeyyen, ihtiyacın çok üstünde olan evlerin, dekorasyonun, otomobillerin, giyim kuşamın, hayat tarzının israf olduğunu Müslümanlara hangi alimler, fakihler anlatacak?
 
Dinini iyi bilmeyen on milyonlarca Müslümanı kimler irşad edecek?
Bu memlekette her yıl on milyonlarca dolarlık hizmet parası toplanıyor da, bunların bir kısmı ile niçin genel, yoğun, etkili bir islamî halk eğitimi faaliyeti yapılmıyor?
Bazı cemaat başkanlarını övmek için milyonlarca tirajı olan reklam ve medih kitapları yayınlanıyor da, niçin her yıl milyonlarca adet müfid ve özlü sahih ilmihaller, İslam ahlakı kitaplar yayınlanmıyor?
Bu suallere kimler cevap verecek?
18.02.2014
İZMİR KEMALPAŞA LOJİSTİK MERKEZİ








Gömülü resim için kalıcı bağlantı