HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

5 Şubat 2014 Çarşamba

Şamil Tayyar: Şimdi de bunu yapacaklar

04 Şubat 2014
AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar, 17 ve 25 Aralık operasyonlarında istediği sonucu alamayan paralel yapının, amacına ulaşmak için suikastler de dahil bir çok yöntem deneyeceğini ileri sürdü.

İşte Sabah'a konuşan Şamil Tayyar'ın o açıklamaları:

17 Aralık operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyada yeni bir küresel denge oluşuyor. Bir tarafta Amerika diğer tarafta bu gücü dengelemeye çalışan Rusya, Fransa, Almanya'nın olduğu karşıt grup var. Bununla birlikte de birçok hassas bölgede de dünya haritası yeniden çizilecek. Bu yeni dünya düzeni oluşturulurken yıllardır söz sahibi olanlar kendini oyun kurucu olarak görenler büyüyen, bölgesinde ve etrafında etkili olan ve yeni dönemde artık öz sahibi olmak isteyen Türkiye'ye karşı bir pozisyon almış vaziyetteler. Türkiye'nin üstlenmeye çalıştığı yeni rolden rahatsızlar.

Güçlü Türkiye profilinin mimarı olarak gördükleri Başbakan Erdoğan'ı tasfiye etme gayreti içindeler. Erdoğan'sız bir Türkiye projesi peşindeler.

Bunun içinde Gezi Olayları ile başlayan ve 17 Aralık ile devam eden bir büyük siyasi operasyon söz konusu. Çünkü önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Başbakan'ın aday olma ihtimali son derece yüksek. Olur ve kazanırsa fiilen icranın başı olur. Türkiye fiilen Başkanlık sistemine geçmiş olur. Bu da 10 yıl daha Erdoğan'ın başında olduğu bir yönetim modeli demek. Onun için Başbakan'ı Cumhurbaşkanlığı fikrinden vazgeçinceye kadar bu operasyonların devam edeceğini düşünüyorum.

Başbakan'ı siyasetin dışına itmek için mi yapılıyor bu operasyonlar?


Evet siyasetin dışına itmek için yapılıyor. Malum üç dönem sınırlaması var. Cumhurbaşkanı olmaması durumunda önümüzdeki dönem aday da olamayacağı hesaplanıyor. Başbakan bundan vazgeçerse bu sefer "3 dönem sınırlaması var, sahip çık önümüzdeki dönem aday olma" diyecekler. Erdoğan'ı siyasette minder dışına atacak her türlü olayı tezgâhlayacaklar. Erdoğan'sız bir Türkiye hayal ediyorlar.

HEDEF OCAK AYINDA YENİ HÜKÜMET KURMAKTI

Bu operasyonu kimler yapıyor?

Burada bir Neo-Con çetesi var. Taşeron olarak kullanılıyor. Gezi olaylarında başka aktörler vardı ancak oradan bir sonuç alınamadı. Toplum Başbakan'a çok büyük destek verdi. Ancak Gezi olayları ile murad edilen operasyon akamete uğrayınca başka bir aktörle Neo-Con çetesini ortaya koydular. Onun üzerine bir operasyon. Onun da amacı 28 Aralık'ta hükümeti istifaya zorlamak ve Ocak ayında da yeni bir hükümet kurmaktı. Bu da gerçekleşmeyince Şubat ayında Başbakan'ı istifaya zorlayacak bir mekanizma yeniden sahnelemek istiyorlar. 30 Mart sonrası Ak Parti sandıktan yeterli oy almazsa kamuoyu baskısı oluşturmak için Gezi olayları gibi sokakları, meydanları hareketlendirerek, sözde bir halk hareketi ile hükümeti devirmek niyetindeler. Dolayısı ile Şubat ve Nisan ayında iki kademeli bir başka oyunla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.

SUİKASTLER OLABİLİR


Seçimlere kadar başka operasyonlar olacak mı?

Seçim sonucunu AK Parti aleyhine oluşturabilmek için her türlü oyunu sahnelemek isteyeceklerdir. Ama oyun derken sadece sokak hareketi gelmesin aklınıza, yargıçlar üzerinden yürütülecek bir operasyon gelmesin... Farklı şekillerde tezahür edebilir. Kitlesel ölümlerin olabileceği bir takım eylemler söz konusu olabilir. Canlı bombalar olabilir. Ya da önemli kişilere suikast olabilir. Ya da geçtiğimiz günlerde sınırımızda TIR hadisesi gibi... Türkiye'yi kaosa sürükleyecek, uluslararası ilişkileri zora sokabilecek, bir takım provakatif eylemlere başvurabilirler.

MİLLETVEKİLLERİNE İSTİFA BASKISI YAPILIYOR


Ses kayıtlarında 78 milletvekilinin istifasından, Genç Parti'den bahsediliyor. Milletvekillerine baskı var mı?
Milletvekilleri üzerinde baskılar var. Kimilerine istifa etmeleri yönünde telkinlerde bulunuyorlar, kimilerine Başbakan'ın yanında yer almaması söyleniyor. HSYK kanunu gibi kritik düzenlemelerde oy vermemeye davet ediyorlar. Bir taraftan da Başbakan'ı AK Parti içinde yalnızlaştırmaya çalışıyorlar. Birçok milletvekili arkadaşımın başına geldiğini biliyoruz. Ama 78 milletvekili bulabilmiş olsalardı bu olayı şimdiye kadar yaparlardı.

CUMHURBAŞKANINI MECLİS SEÇSİN KAMPANYASI


Dikkatli olmamız gereken bir başka nokta da Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olması. Bunun toplumda yarattığı bir gerginlik varsa bunu azaltmak için eski sisteme yeniden dönsek iyi olur mu acaba?

Bir takım arayışlar var. Bazı mahfillerde Meclis Cumhurbaşkanını seçsin önerisi hazırlanıyor. Bunun bir tuzak olduğunu düşünüyorum. Böyle bir yola başvurursak zannediyorum ki Cumhurbaşkanını seçebilecek 3. turda yeterli çoğunluğa 276'nın altına AK Partiyi düşürmek için ellerinden geleni yapacaklar. 28 Şubat sürecinde olduğu gibi değişik yerlerde milletvekili borsası kuracaklardır. Bu kadar milletvekili istifa ettirmeleri asla mümkün gözükmüyor. Eğer başarabilselerdi şimdiye kadar yaparlardı.

17 Aralık operasyonu 27 Nisan'a mı 28 Şubat'a mı benziyor?

Ben bu operasyonları 27 Nisan'dan ziyade 28 Şubat'a benzetiyorum. 28 Şubat'ta doğrudan Genelkurmay karargâhı ve Batı Çalışma Grubu vardı. Burada GK Karargahı veya BÇG olmasa da onların yerini alan başka mekanizmalar var. Ama uyguladıkları yöntem birbirine çok benziyor. Milletvekillerini istifa ettirmeye çalışıyorlar. AK Parti'yi zayıflatmaya çalışıyorlar. Başbakan kötü, çevresi iyi diyerek Başbakan'ı yalnızlaştırmaya ve itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Aynı şekilde siyasi istikrarı bozarak ekonomik istikrarsızlıklara sebebiyet vermek istiyorlar. Piyasaları olumsuz etkilemek istiyorlar. Yolsuzluk olduğu iddiası üzerinde toplumun hassas noktalarına dokunmaya çalışıyor. Bir benzetme söz konusu ise arkasındaki iradenin biraz farklılaştığı düşüncesinden 28 Şubat sürecinde uygulanan yönteme biraz daha benziyor gibi geliyor bana.

Türkiye siyaseti bir tehdit altında mıdır?

Türkiye siyaseti kesinlikle bir tehdit altında. Her türlü enstrüman kullanılıyor. Türkiye'nin 2014 yılı içerisinde ülke olarak ödemesi gereken borç miktarı 200 milyar dolar. Buna özel sektör ve devlet borçları hepsi dahil. 50-60 milyar dolar da cari açık var. Bu şu demek: Türkiye'nin bir yıl içerisinde 250 milyar dolar civarında bir kaynak bulması lazım! Türkiye'nin kredibilitesini düşürerek, zayıflatarak bir ekonomik açmaza sürüklemek istiyorlar. Öyle bir ekonomik istikrarsızlık olursa piyasalardaki dalgalanmanın üretimi azaltıp, işsizliğe sebebiyet verebileceği ve zamlara yol açabileceği varsayılıyor. Böyle bir tablonun da seçmen eğilimlerini olumsuz etkileyeceği düşünülüyor. Yani tezgâh büyük.

CEMAATTEN DOLAYI OY VERMEYENLER AK PARTİ'YE OY VERECEKTİR

Cemaat CHP'yi ne kadar destekleyecek?


Cemaat adına söz sahibi olan bazı kadroların AK Parti'ye oy verilmemesi yönünde tabana bazı telkinleri olduğunu duyuyoruz. Benim kanaatim AK Parti karşısında hangi parti güçlü ise zannediyorum o adaya oy verin telkininde bulunacaklar. Bu telkinlerin cemaat tabanında reaksiyonla karşılandığını görüyoruz. Cemaat tabanından ciddi bir şekilde oy alırız diye düşünüyorum. Hizmet tabanından uzun süre AK Parti'den uzak duran grupların bunu fırsat bilerek AK Parti'ye yönelmesi ile telafi edileceğini düşünüyorum. Bu manada dengeleyici bir durum oluşuyor. Hizmet nedeniyle AK Parti'den uzak duran birçok STK, dini gruplar AK Parti'ye yönelmeye başladı. Bu konuda AK Parti'nin ciddi bir kaybının olacağını düşünmüyorum.

Cemaatin tabanı üst yönetimine nasıl bakıyor?


Cemaatin tabanından üst yönetime önemli bir tepki var. Onların da kafası karıştı. Önemli, bir kısmı Fethullah Gülen'e dini lider olarak saygı duysa da siyasi lider olarak da Recep Tayyip Erdoğan'ı gördüklerini AK Parti'ye oy vereceklerini söyliyorlar. Böyle bir ayrıma giden cemaat tabanı da var.
 http://www.timeturk.com/tr/2014/02/04/samil-tayyar-simdi-de-bunu-yapacaklar.html#.UvJ9S85i0tA

Takiyye Nedir? Takiyye kimlere karşı yapılır?


Kur’ân-i Kerim’de: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak onlardan sakınmanız müstesnadır…” buyurulmuştur.

Takiyye; İhtiyat, korku ve gizlenmek mânâsına olup, mecburiyet veya zarar tehdidi karşısında dinin icaplarından muafiyet için kullanılan tâbirdir.1
Kafirler ile anlaşıp onların projelerine ortak olan bir takım kişilerin “biz takiyye yapıyoruz” iddiası doğru değildir. Kafirlere yardım ve yataklık yapmak, onların projelerinde hizmetçi olmak, dalkavukluk yapmak, güçlenmelerine zemin hazırlamak ve bu yönde çalışmak için takiyye yapılmaz. Bu gün birilerinin kafirlere karşı değil de Müslümanlara karşı takiyye yaptığını ne yazık ki anlamış durumdayız.
İmam-ı Serahsî: “Bir mü’minin ölüm ve işkenceden kurulmak için, olduğundan başka türlü görünmesi ve davranmasına takiyye denir”2 hükmünü zikrediyor.
Kur’ân-i Kerim’de: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak onlardan sakınmanız müstesnadır…”3 buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimede geçen “ancak onlardan sakınmanız müstesnadır” hükmünü izah edilirken “hayatınızın veya bazı uzuvlarınızın imha edilmesinden korkmanız halinde inanmıyarak (kalben mükreh olarak) onlara dost görünmeniz müstesnadır.”4 denmiştir.
İslâm’ın Mekke döneminde güçsüz Müslümanlar, ileri gelen Mekke müşriklerinin işkencesi altında ezilirken, imanla küfür, Allah ile putlar, Hazreti Peygamber ile müşrikler arasında tercih yapmaya zorlanmışlar, “Allah birdir” dedikçe işkencelerin dozu arttırılmıştı. Bu Müslümanlardan Habbab İbn Eret vücudunda bulunan yağlar eriyip ateşi söndürünceye kadar kor üzerinde sırt üstü yatmaya zorlanmış fakat, o imanından asla taviz vermemişti. Bilal-i Habeşî, demirden bir zırh içinde kavurucu sıcağın altında bırakılmış, kızgın kumlar üzerinde çıplak vücudu sürüklenmiş, o yine de onların isteklerini reddederek imanı tercih etmiş ve “Allah bir” sözünü bayılıncaya kadar ağzından düşülmemiştir. Yalancı peygamber Müseylemetü’l-Kezzab’ın adamları tarafından organları birer birer kesilen Habib İbn Zeyd İbn Asım son nefesini verinceye kadar onların isteklerini reddetmiş, Müseyleme’nin peygamber olmadığını haykırmış ve bu sağlam imanını koruyarak şehit olmuştur. İslâm tarihinde ilk şehit olan Hz. Sümeyye de Ebu Cehil’in işkencesi altında can vermiş ama yine de onun Allah’ı bırakıp putlara tapma isteğini geri çevirmişti. Canları tehlikede olduğu halde küfrü reddedip şehadeti tercih etmek, kâfirlerin azmini kıracağı, onları psikolojik olarak yenilgiye uğratacağı; diğer yönden Allah korkusu dışında bütün korkulardan Müslümanları kurtaracağı için zor olanı, yani kâfirlere karşı boyun eğmemeyi tercih edip bu uğurda canını veren Müslümanlar yapılması gerekeni yaptıklarından kınanmazlar, aksine övülürler. Fakat Allah, insanlara güçlerinin yetmeyeceği şeyi de yüklemez. Psikolojik ve bedensel işkenceler karşısında, imanını kalbinde gizlediği halde sırf o anki işkencenin şiddetinden kurtulmak için işkencecilerin kendisinden istediği şekilde konuşmasına izin verir.
Babası Yasir ile annesi Sümeyye işkenceyle şehit edilip kendisi de aynı işkenceler altında ölümle karşı karşıya gelen Ammar İbn Yasir işkenceye dayanamaz, müşriklerin istediği sözleri tekrarlar ve ölümden kurtulur. Ağlayarak Resulullah’a koşar ve “Ey Allah’ın Resulu, ben senin hakkında kötü konuşmadan ve ilâhlarını övmeden beni bırakmadılar” diyerek özür beyan eder. Hz. Peygamber ona “Peki o an gönlünde neyi hissettin?” diye sorduğunda kalbinin imanla dop dolu olduğunu bildirince Resulullah, aynı durumla karşılaşması halinde yine böyle davranmasına izin verir. Ardından Yüce Allah şu ayetle Hz. Peygamber’in bu iznini onaylar:“Kalbi imanla yatışmış olduğu halde inkâra zorlanan kişi (kurtulmuştur), fakat kim inandıktan sonra Allah ‘ı tanımaz ve küfre kalbini açarsa, Allah’ın gazabı onların basındadır, onlar için büyük azab vardır. Bu onların, dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ötürüdür ve Allah inkâr eden bir topluluğu doğru yola iletmez” (en-Nahl, 16/106, 107). Bunun yanında bir diğer ayet-i kerime, kâfirlerin şerrinden uzak kalmak için zayıf durumda bulunan Müslümanların Kalben onları dost bilmemek şartıyla onlarla iyi ilişkiler içinde bulunmasına izin veriyor:“Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan sakınmak amacıyla yapılanlar bunun dışındadır. Allah size kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet dönüş Allah’adır” (Al İmrân, 3/28). Ancak yolunda değer verdiği şeylerden fedakârlık yapamayacak dirençsiz Müslümanlara verilen bu izinlere rağmen, Allah onlardan zor olanı tercih etmelerini ve asıl kendinden korkmalarını emrediyor:“Ey iman edenler, ne sizden önce kitap verilenlerden dininizi oyuncak ve eğlence yapanları, ne de diğer kâfirleri (zararlarından kurtulmak için) dost edinmeyin. Eğer gerçek müminlersiniz (onlardan değil) Allah’tan korkun” (el-Mâide, 5/57) (Ş.İ.A)
Hanefi fûkahası, bunun ikrah-ı mülci ânında bir ruhsat olduğunda müttefiktir. Tefsir-i Kurtubî’de: İmam Hasan el-Basrî (rha)’nin: “Müslümanlar için takiyye ruhsatını kullanmak kıyamete kadar câizdir. Ancak bu ruhsatın kâfirlere müdahane (dalkavukluk) ve şirin görünmek için kullanılması haram olur.”5 buyurduğu kayıtlıdır.İmam-ı Serahsî; takiyye’nin sadece kâfire karşı değil, ikrah-ı mülci ânında zâlim yönetimlere de uygulanabileceğini beyan ediyor.6

Takiyye ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebinde, bir ruhsat olarak önemli yer tutar. Ancak şia da “takiyye” usûl-ü dindendir. Cafer-i İsna Aşari mezhebinde, “takiyyeyi terketmek tıpkı namazı terketmek gibidir.” Tarih boyunca şianın; “takiye” hususunda titizliği, sözlerin ihtiyatla karşılanmasına sebep olmuştur.
(1) İslâm Ansiklopedisi, İst. 1979, (2. bsm.) c. XI, sh. 679, (“Takiye” mad.)(2) İmam-ı Serahsî, el-Mebsut, Beyrut, Dâru’l-İhya Yayını, c. XXXIV, sh. 45.(3) Â1-i İmrân sûresi: 28. Ayrıca, Nahl sûresi: 106 ve Mü’min sûresi: 28. (5) İmam-ı Kurtubî, el-Camü li Ahkâmu’I-Kur’ân, Kahire,1967, (3. bsm.) c. IV, sh. 57.(6) İmam-ı Serahsî, a.g.e., sh. 47-49
(www.ihvanlar.net)

Cemaatin eski imamından cemaat için şok iddialar!

04 Şubat 2014
Esnaf hizmetleri imamlığından Makedonya temsilciliğine, yurtlardan gazete yazarlığına kadar cemaatin her kademesinde görev alan Selim Çoraklı konuştu. Cemaatin paralel yapıya dönüştüğünü anlatan Çoraklı 'Her birimin kendi içinde bir imamı bulunuyor' dedi

Zaman Gazetesi yazarlığından Makedonya temsilciğine, Cemaat imamlığından öğrenci yurtlarına kadar Cemaatin her kademesinde görev alan Selim Çoraklı 1999 yılında Gülen Cemaati ile yollarını ayırdı. İtirazlarını bir mektupla Fethullah Gülen'e bildirerek 15 yıllık sessizliğe bürünen Selim Çoraklı suskunluğunu  bozdu. Selim Çoraklı, Gülen Cemaati'ni, paralel devlet yapısını ve 17 Aralık darbesini Sabah Gazetesi'den İsa Tatlıcan'la konuştur.

12 Eylül mağdurlarından biri olan Selim Çoraklı 1980'li yılların sonlarında Fethullah Gülen Cemaati ile tanıştı. Sızıntı ve Yeni Ümit Dergisi ve Zaman Gazetesi yazarlığından Üniversite sorumluluğuna, Esnaf hizmetleri imamlığından Makedonya Zaman gazetesi temsilciliğine kadar Gülen Cemaati'nin bir çok kademesinde üst düzey görev yaptı.

28 Şubat 1997 yılında yaşanan postmodern darbe sürecinde Gülen Cemaati'nin yaşadığı hızlı değişimden rahatsız olarak 40 maddeden oluşan itirazlarını Fethullah Gülen'e ulaştırmış. Bütün girişimlerine rağmen Gülen Cemaati'ndeki hızlı değişimin önüne geçemeyeceğini anlayınca yollarını ayırmaya karar vermiş.

Cemaatin eğitim gönüllülerinin ve samimi dava arkadaşlarının zarar görmemesi ve bir "itirafçı" gibi anılmamak için 15 yıl boyunca susmuş. 17 Aralık darbesinden sonra eski dava arkadaşlarına son bir çağrıda bulunmak için konuşmaya karar vermiş.

Yaşadığı bütün duygusal kopuşlara, gördüğü hatalara, uğradığı haksızlıklara rağmen yine de Fethullah Gülen ve cemaati hakkında kelimelerini dikkatli seçiyor. Bütün yanlışlarına rağmen hizmetin samimi gönüllülerinin zarar görmeden yoluna devam etmesi gerektiğini düşünüyor.

İlk kez kamuoyunun karşısına çıkan Selim Çoraklı ile hizmet hareketinde yaşanan kırılmaları, paralel devlet örgütlenmesini, Cemaat medyasını ve bu siyasi türbülanstan çıkış yollarını konuştuk.

SIZINTI, YENİ ÜMİT VE ZAMAN'DA YAZILAR YAZDIM
-Selim bey, Gülen Cemaati ile nasıl tanıştınız?
- Fethullah Gülen ismini 1980 öncesinde de biliyor olmama rağmen cemaatle fiili olarak 1983 yılında tanıdım. 1986 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı Risale-i Nur propagandası yaptığım gerekçesiyle 163. Maddeye muhalefetten İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırılmıştım. 7,5 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edildim. Yargıtay cezamı onadıktan sonra kaçak duruma düştüm. O dönemde Fethullah Gülen'e gidip ne yapalım diye sorulduğunda; "Teslim olma yakalanırsan kaderdir der yatarsın" demişti.
O dönemde kaçak gezdiğim için Cemal Doğan ismini kullandım. Bu dönemde Cemaat bünyesinde İzmir'de Sızıntı Dergisi ve Yeni Ümit Dergisi'nde görev yaptım. Zaman'a yazılar gönderdim. Ayrıca üniversite hizmetinde, bölge hizmetlerinde ve öğrenci yetiştiren kurumlarda görev yaptım. Hizmetin her kademesinde görev aldım diyebilirim.

-Zaman Gazetesi'ne geçişiniz nasıl oldu?
Cemaat 1988 yılında Zaman Gazetesi'ni devralınca ben de Zaman'da yazmaya başladım. Rahmetli Özal döneminde 163.madde kaldırılınca benim cezam da kalkmış oldu. Artık Cemal Doğan değil Selim Çoraklı ismini kullanmaya başladım. 1992 yılında Zaman gazetesinin merkezine tayinim çıktı ve araştırma sayfası sorumluluğu, yazarlık vb. görevler yaptım.

-Makedonya maceranız nasıl başladı?
1992 yılında Cemaatin yurtdışı açılımları başlamıştı. 1993 yılında bana "Makedonya'da Zaman Gazetesi'ni çıkarmayı düşünüyoruz, gider misin?" dediler. O dönemdeki Cemaat terbiyesi gereği gitmemek gibi bir söz konusu değildi. Elbette giderim dedim ve evlendiğim gün hanımımı aldım ve Zaman gazetesi Temsilcisi olarak Makedonya'ya gittim. Makedonya'da Makedonca ve Türkçe Zaman Gazetesi'ni çıkardım. O yıllarda da Türkiye'deki Zaman'da "Diyar-ı Üsküp'ten" isimli köşe yazıları yazdım.

28 ŞUBAT SÜRECİNDEN SONRA CEMAATTEN AYRILMAYA KARAR VERDİM
-Bu kadar kendinizi hizmete adamışken Cemaat'ten ayrılmaya nasıl karar verdiniz? Bu kararı almanız zor oldu mu?
- 1997 yılında 28 Şubat süreci ile Gülen Cemaati'nde hızlı bir değişim yaşanmaya başlandı. İslami bazı konularda tavizler veriliyordu. Özellikle kızlarımızın başörtüsü konusunda duyarsız davranılıyordu. Bunun için Gülen'in ve Cemaatin yanlış tavırları ile ilgili eleştirilerimi açık olarak ortaya koymaya çalıştım. 1997 yılında "Sansürsüz Yazılar" isimli kitabım yayınlandı. O kitapta Zaman Gazetesi'nde sansürlenen yazılarım vardı. Ayrıntısına girmem çok uzun vaktimizi alır. O dönemde bazı şeyleri görmüş olmam nedeniyle Cemaatten ayrılmaya karar verdim diyebilirim özetle... 1999 yılının 21 Şubat'ında çalıştığım Zaman Gazetesi'nden fiili olarak ayrıldım. Yıllarımı verdiğim bir hareketten ayrılmak elbette benim için kolay olmadı ama bu ilkelerim açısından bu kararı almak zorundaydım. Pişman da değilim.

CEMAATİN %95'İ TEMİZ İNSANLAR, DİĞER %5'İ İSE ANADOLU İNSANINI BAŞKA YERLERE PAZARLIYOR!
- Cemaatteki eski arkadaşlarınız, dostlarınız, talebeleriniz hakkında bugün ne düşünüyorsunuz?
- Şunu açıkça söyleyebilirim. Cemaatin % 95'i gerçekten güzel insanlar. Yani sokaktaki insanlarla karşılaştırıldığında eli ayağı öpülecek insanlar. İslam için bir şeyler yapmak gayretinde olan insanlar. Fakat ne yazık ki % 95'i yöneten % 5'lik kesimde aynı ihlâsı ve samimiyeti görmek mümkün değil. Hizmetle ilgisi olmayan, bu işin çilesini çekmemiş insanlar, hizmet adına karar veriyor, kalem oynatıyor, fitne yayıyor, siyasete yön vermeye, polis-yargı darbeleri yapmaya çalışıyor. Gerçekten Anadolu insanının samimiyetini başka yerlere pazarlayacak derecede oyunlar oynanıyor.

POLİS VE ASKER HİZMETLERİNDE HÜCRE TİPİ YAPILANMA VAR
-Son üç aydır "Paralel Devlet" ya da "Paralel Yapı" gibi yeni bir kavram ile tanıştık. Nedir bu paralel yapı? Siz böyle bir yapının varlığına inanıyor musunuz?
- Hukuk sistemi dışındaki her türlü yapıyı "Paralel yapı" olarak kabul edebiliriz. Siyasetin riskini almadan, siyasete, devlet yönetimine yön vermeye çalışmak, yargıya, polise, bürokrasiye hakim olmaya çalışmak bu paralel yapının alametidir.
Cemaatin yapısına gelince, inkâr etseler de paralel bir yapılanma var. En tepede Fethullah Gülen, onun altında ülke imamları, şehir imamları, ilçe imamları ve benimde 33 yaşıma kadar yaşadığım dersane (Işık evler) imamları vardır.
Cemaatin bu tür yapılanması olunca ister istemez her birim kendi arasında teşkilatlanmaya başladı. Üniversiteler kendi aralarında, liseler kendi aralarında, askeri hizmetler, polis hizmetleri, adliye hizmetleri bunların her biri hizmet kendi içerisinde birimleşmeye başladı.

-Polis ve yargıda da durum aynı mı?
- O dönemlerde yapılanma şöyleydi; Her birim kendi içerisinde bir imamı var. Mesela diyelim ki polis kolejleri var, polis okulları var. Özellikle polis ve askeri hizmetlerde biraz hücre tipi yapılanma vardı. Zaten 1986 yılında bir gazete Gülen Cemaati ile ilgili manşetler atmıştı. O dönemde cemaat ciddi bir darbe yemişti. Ondan sonra daha ciddi bir hücre tipi yapılanmaya yönelim oldu. Yani bir hücre yakalanırsa öbür hücrenin haberi olmasın anlamında. Cemaate mensup bir eleman bir askerle ya da bir polisle ilgileniyordu. Bilemedin 2 polisle 3 polisle ilgileniyor ve aynı evi kullanmıyorlar, özellikle esnaf evleri kullanılıyor

PARALEL YAPININ KONTROLDEN ÇIKACAĞINI GÜLEN'E SÖYLEDİM
-Bu yapının ilerleyen yıllarda kontrolden çıktığını düşünüyor musunuz?
Bana göre Gülen Amerika'da kalmakla cemaatin yönetimini bir kısmını kaybetti. Kontrolü kaybettiği için Cemaat içindeki "Derin Damar" farklı gruplar oluşturdu. Bu farklı birimler zaman içerisinde büyüdü. Mesela ben 1996 yılında 40 maddeden oluşan "Cemaatin kırılma noktaları" diye bir rapor hazırlayıp Fethullah Gülen ve Cemaatin ileri gelenlerine göndermiştim. Bu raporda, cemaat içindeki gruplaşmaların birbirini dinlemediklerinden veya o yapıların başındakilerin enaniyetlerinin kuvvetlenmesinden dolayı ileride büyük problemler yaşayacağını söylüyordum. Nitekim de öyle oldu. O dönemlerdeki gruplaşmalar derin yapılara dönüştü.

RÖPORTAJIN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!

http://www.timeturk.com/tr/2014/02/04/cemaatin-eski-imamindan-cemaat-icin-sok-iddialar.html#.UvJ8V85i0tA 

Erbakan yıllar önce uyarmıştı: 300'ler meclisi

05 Şubat 2014
300′ler meclisi kararları alır ve 33′ler meclisi onaylar. 13′ler meclisi tasdik eder nihai kararı başkanlık divanı verir. Dünyada 75 trilyon dolarlık alış veriş yapılıyor .Bunun üçte biri faiz yoluyla siyonizme akar.

TIMETURK / Haber Merkezi

Erbakan’ın TRT Anadolu’ya verdiği röportajda açığa çıkardığı ve bir anda herkesin merak ettiği 300’ler meclisi;
Dünyanın en zengin 300 ailesi.
·         Japonya’da Mitsubishi,
·         Amerika’da Rotshild Ailesi ve Rockefeller,
·         Türkiye’de başta Kaşıkçı ailesi,
·         İngiltere’de Goldsmith…
·         Fransa’da yine bir Rotshild, ancak bunlar Amerika’daki Rotshild’in dayısı.
“Dayı” olmasına rağmen aynı soyadı taşımaları garip değil. Çünkü sözde tanrıları lusiferden gelen asil kan bozulmasın diye çoğu kız kardeşleri ile evleniyor.

Erbakan’dan önce ortadaki tek bilgi, 300’ler meclisinin kimler olduğunu kimsenin bilemeyeceği yönünde idi. Ve bunları asla hiç kimse göremeyeceği şeklinde idi.
Bilinenin aksine Yahudi değiller. Hristiyan da değiller, Müslüman da…
300’ler meclisinin dini yok. Tam tersine her türlü dine, her türlü peygambere, İsa’ya, Musa’ya, Muhammed’e ya da kısaca Allah’a karşılar.

Her ülkede üst düzey cellatları var. Herhangi bir nedenle ihanet edenleri mason ritüellerine göre öldürmek için hazır bir düzeneğe sahipler.

Ultra hızlı özel İnternet hatları üzerinden birbirlerine sürekli bağlı ve telekonferanslar ile sürekli temas halindeler.
Siyonist yapılanma piramidinin bir basamağı olan 300 zengin birlikte hareket ederek dünyayı şeytani emelleri doğrultusunda sömürüyor. Bunu da kapitalizm ya da Marksizm adı altında yapıyor. İnsanlar kapitalist ya da komünist olarak birbirini öldürürken, bu şeytani zümre parasına para katıyor. Ve 300’ler meclisi hem kapitalistleri hem de komünistleri örgütleyip pazarlıyor.

Amaçlarından biri dünya nüfusunu bir milyara indirmek. Yani altı milyarlık dünya nüfusunun beş milyarını hastalık, savaş, açlık ve yoksulluk ile yok etmek.
Kalan bir milyarı ise “nitelikli köle”, “kalifiye köle” olarak kullanmak.
Köle olmayı hakedenlere verecekleri ödül ise ilginç; “yaşamlarına devam etme hakkı.”! Yani siz eğer nitelikli ve iyi bir köle olursanız sizin “yaşamanıza devam edebilme hakkını” size verecekler.

Tam bir tanrılık iddiası!
Dünyayı sömürme teknikleri normal insanın aklının alamayacağı düzeyde. Örneğin son 10 yılda altın fiyatlarının inanılmaz derecede artmasının sebebini yıllarca “talep artışı” olarak göstermeyi başardılar. Ancak “altın üreticileri konseyi” geçen hafta açıkladıkları rakamlara göre talep artışı yok. Tam tersine dünyada altına olan talep  % 17 azalmış durumda! Talep düşmesine rağmen altının yükselmesinin nedenini 300’ler meclisinin başındaki Rockefeller ailesinin Newyork’taki Manhattan adasının altına gömdükleri binlerce ton altında aramak lazım ki; bu başlı başına ayrı bir yazıda ele alınması gereken bir konudur.

Diğer bir örnek; Afrika halklarının özgürlük ikonu Nelson Mandela, özgürlük savaşçısı olarak Afrika halkları tarafından çok sevilir. Oysa Nelson Mandela’nın sözde hapishaneden çıkıp Güney Afrika’ya Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Afrika bölgesindeki Amerikan ve İngiliz altın ve petrol şirketlerinin kazançlarını % 500 oranında artırdığını kimse bilmez. Arkasından Londra’nın göbeğine Nelson Mandela’nın heykelinin “özgürlük” konusunda yaptığı çalışmalardan değil, İngiliz petrol şirketlerinin kazançlarını arttırdığı için dikildiğini de pek kimse bilmez.

İngiliz ve Amerikan şirketleri diye bilinen şirketler aslında 300’ler meclisine ait dev tröstlerdir.( çok uluslu şirket)
Mandela örneğine benzer bir diğer örnek Tunus’a Cumhurbaşkanı yapılan Burgibadır. Fransa’daki 300’ler meclisi üyeleri Burgiba'yı Tunus halkına kabul ettirebilmek amacıyla 1934 - 36 ve 1938 - 42 yılları arasında kasten hapse de attılar. Hapiste Fransız karşıtıymış gibi halk nezdinde prim yaptırıldıktan sonra ülkeye cumhurbaşkanı yapılıp, Fransız menfaatlerine hizmet ettirildi.

Bir sır olarak binlerce yıldır Siyonist piramit yapılanması içinde dünyada varlığını sürdüren bu kural tanımaz gücün aziz Erbakan hocamız tarafından açığa çıkarılıp deşifre edilmesi önemlidir. Şimdiye kadar binlerce yıldır açığa çıkarılamayan, haklarında tek kelime edilmeyen, sırlarını açığa çıkaranların bir şekilde yok edildiği bu muazzam gücün yok edilmesi ancak onlardan daha üstün bir güç ile mümkündür ki bu güç Erbakan ile doruğa ulaşmıştır.

Erbakan hocamıza göre kurtuluş reçetesi şöyledir;(bir röportajda sorulan bir soruya verdiği cevap;)
“Birincisi bilginiz olacak. Milletin inancını, tarihini bileceksiniz. Bu millet boynundan zincirle AB’ye bağlanacak bir millet değildir. İkincisi ülke idare etmek tecrübe ister. Hiçbirinin tecrübesi yok. Kürt meselesi diyor, Türkiye’nin bölünmesine neden oluyor, fakında değil. Demokratikleşme deyip orta yere ne koydu? Kıbrıs diyor, Kıbrıs ne hale geldi? Çözemez çünkü bu tecrübe, hidayet ister ki bu Allah vergisidir. Feraset ister, dirayet ister. Bir de şuurlu insan olacaksınız. Vizyonunuz olacak ve Türkiye’yi nereye götüreceğinizi bileceksiniz. Bu nedenle böyle gitmez. Biz çocuğun asıl anasıyız.”
Son olarak Adnan Oktarın, Erbakan’dan sonra 300’ler meclisi hakkında yaptığı açıklama da kısa ve ilginçtir; “bunlar insan kılığında 300 iblistir”

Aslında Kuranı iyi okuyan 300’ler meclisi hakkında en doğru cevaba ulaşabilir;
Şeytanlar kendi evliyasına, sizinle mücadele etmeleri için elbette ki vahiy gönderirler. Şayet onlara itaat ederseniz; kesinlikle müşriklerden olursunuz (En'am, 121)

Burada sorulması gereken soru şudur? Hiç kimsenin bilemeyeceği bu bilgiler nasıl ortaya çıktı. Öncelikle 300’ler meclisinden önce mason locaları aynı oranda gizli idi. Ancak mason törenlerinden birine ait görüntüler ortaya çıkınca Siyonizm mason localarının artık güvende olamayacaklarına hükmederek tamamını lağvetti. Ve tüm sırlarını deşifre edilmesine engel olmadı. Şimdi sırada 300’ler meclisi var. Tüm gündemleri hatta ultra hızlı internet konferanslarına kadar giriliyor ve tüm sırları biliniyor. Demek ki 300’ler meclisi de lağv edilecek. Çünkü Siyonizm için aslolan gizliliktir. Gizlilik yok olunca sistemi olduğu gibi çökertiyorlar.

Rahat uyuyabiliriz artık Müslümanların da bir adası var


'Susuzluktan kırılan Afrika'ya açtırdığınız bir kuyuya verirseniz bu ismi anlamlı olur. Suriye'den canını namusunu korumak için bize sığınmış muhacirlere bir kamp yapar da oraya verirseniz çok daha anlamlı olur. Suriyeliler için yapılmış bir ekmek fırınına, bir yardım tırına. Hepsinde hepsinde anlamlı durur, şık durur,ilkeli durur ama bilmem kaç yıldız alacak "lüks" otele verilirse bu ümmeti de incitir kabrinde Eyyub El Ensariyi de incitir.'
             


TIMETURK / DEMET TEZCAN

Gazeteci-Yazar Demet Tezcan,  Caprice Gold Maldivlerdeki adada konaklama tesislerine "Ebu Eyyub el Ensari " isminin verilmesine tepki gösterdi. Tezcan'ın Timetürk için kaleme aldığı yazı:

"Geçtiğimiz günlerde billboardlardabir reklam dikkatleri çekiyordu.  “Artık Müslümanların da bir adası oldu”    diyordu. Harika bir haberdi Müslümanların tek derdi zaten bir adasının olmayışı idi bu hayırlı habere ümmetçe sevinebilir ve artık rahat uyuyabilirdik.  Derken müjdenin devamı başka reklam kanallarından ve Caprice Gold sayfasından Yüce Allah’a şükürlerle geldi.   “Yüce Allah’a şükürler olsun ki;” diye başlayantanıtımda şöyledeniliyordu “Nasıl ki hz. Eyyub El Ensari Peygamber efendimiz  SAV i hicret günü Medine’deki evinde misafir ettiyse önümüzdeki hicret gününden itibaren de yani 1 muharrem 1436 25 Ekim 2014 gününden itibaren tüm dünya müslümanlarını Caprice Gold Maldivlerdeki Ebu Eyyub el Ensari’nin evinde misafir olmaya davet ediyoruz.”

İnsanın ayakları yerden kesilmez mi, uçmaz mı bu müjde karşısında? Peygamber Efendimizi evinde ağırlamış sahabe Ebu Eyyub El Ensari evinde dünya Müslümanları ağırlanacak. Tıpkı sahabe gibi nefsinizden feragat edip kiminiz Arakan -Bangladeş arasında bataklıklarda hayat arayan Müslüman kardeşini tercih edebilir, kiminiz bebekleri açlıktan yahut donarak ölen Suriyeli kardeşini. Burada zikretmediğimiz nice İslam coğrafyasının mazlum milletlerini. Dullar, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar… Hem de hicret gününde! Müslümanlar olarak bir adamız olduğuna göre bu adada dünyanın ezilen, sömürülen, dul bırakılan, yetim bırakılan Müslüman evlatları ırz, namus, can emniyeti endişesi taşımadan yaşayabilecekler demek ki?  Nede olsa dünyada nerde sömürge, işgal yoksulluk, savaş varsa orda Müslümanlar var ve bu durum milyonlarca mülteci, dul ve yetim sorunu çıkarıyor bu soruna bu ada çözüm olacak “Yüce Allah’a şükürler olsun ki” öyle mi?
 Ne alakası var şimdi değil mi? Bu söylediklerimin ne alakası yok ise Suriye yanı başımızda açlıktan ve işkenceden ölürken, Arakan’da Müslümanlar evleriyle birlikte ateşe verilirken, Orta Afrika’daki Müslümanlar “bizi rengimizden dolayı mı görmüyorsunuz” diye sitem ederken; sözle, kelamla, kalemle, sloganla bile olsa ortalık ümmetin derdi üzerinden ayağa kalkarken “Artık Müslümanların da bir adası oldu” müjdesi kime? Ha bir ayağı o tatil beldesinden bu tatil beldesine burjuva Müslümanlara mı o zaman bu müjdenin Müslümanlıkla ilişkisi ne? Müslüman kimliğine katkısı, sadra şifa bir yeni buluş mu var? Kim parasını nerde kazanır ve harcar, zekatını da ne kadar fazlasıyla veya eksiği ile verir bunların hiç biri bu yazının konusu değildir. Herkes hesabını Allah’a verecek kimse üzerinde hüküm koyucu değiliz. Derdimiz ümmete verilen müjdede. Derdimiz ümmetin derdinin tatil adasının olmayışıymış gibi gösterilmesinde. Derdimiz, bir avuç zenginin kaygısının, ada hayalinin bu ümmetin kaygısı, hayali, beklentisi gibi gösterilmesinde bunu yaparken dini kavramlar kullanılmasında.
Derdimiz, Eyyub El Ensari isminin kullanılmasında. Hani Medine’ye hicret eden, muhacir olan  Allah Rasulüne Ensar olan aylarca evinde ağırlayan ahir ömründe İlayı Kelimetullah için yollara düşen hurafelerin odağı olmasına müsaade ederek  ona hakkıyla ensar olamasak da İstanbul’un bağrında medfun olmasından şeref duyduğumuz Eyyub El Ensari’nin isminin bir ticaret hanede kullanılmasıdır. Halbuki ne çok anlamı barındır bu isim, ne çok çağrışım yapar. Yolda kalmışa, zulme uğramışa, vatanından, yurdundan edilmişe ev olmaktır Eyyub el Ensari. İlerlemiş yaşına rağmen dünyaya metelik vermeyip Allah’ın ismini yeryüzüne yayabilmek için vahiyden aldığı mesajı daha uzaklara götürebilmek için ardına bakmadan yola revan olmanın adıdır Eyyubel Ensari. Yol da, yolculuk da kutsal amaçlıdır. Adanmışlıktır. İmkanı varken evini, ekmeğini, malını, mülkünü adamışlık. Sonra bedenini, nefesini, ömrünü,zamanını adamışlık.  Evet tüm bunlar ve daha fazlası  olabilir Eyyub El Ensari ismin çağrışımı ama lüks otel olamaz, israf olamaz,keyif sürmek,keyif için alıp başını adalara vurmak hiç olamaz. Ticaretinize, kazancınıza sevap da aracı da olamaz.  Olmamalı.
Susuzluktan kırılan Afrika’ya açtırdığınız bir kuyuya verirseniz bu ismi anlamlı olur. Suriye’den canını namusunu korumak için bize sığınmış muhacirlere bir kamp yapar da oraya verirseniz çok daha anlamlı olur. Suriyeliler için yapılmış bir ekmek fırınına, bir yardım tırına. Hepsinde hepsinde anlamlı durur, şık durur,ilkeli durur ama bilmem kaç yıldız alacak “lüks” otele verilirse bu ümmeti de incitir kabrinde Eyyub El Ensariyi de incitir. Gelecek nesillerin algısındaki vebali yüklenmeyi yol yakınken vazgeçin.   Eyyub El Ensari dendiğinde gençliğin aklına Maldivler ve lüks yaşamın erişilmezliği, tüketim çılgınlığı, varlık ve imkân yarışı gelmesin.
İslami kavram soslu ticaret haneler toplum üzerindeki yozlaşmanın vebalini taşıyamazlar. Bu kavramlarla yaldızlanmış tabelalarıyla ancak kendilerini kandırlar belki ama artık doksanların toplumu değiliz. Ticaret hanelerinize vereceğiniz İslami kavramlar orasını sizin özel ticaret haneniz olmaktan çıkarmıyor.  Vaktiyle ismine çokça itiraz ettiğimiz bir giyim mağazası ile bu ümmetin kadınları moda, manken, defile üçgeninin içine çekildi. Bugün toplumdaki tesettür yozlaşmasındaki payları ticari hacimlerinden haylice fazladır.  Allah’tan korkun desek kimi Müslüman kardeşlerimize bir şey ifade eder mi? Allah’tan korkun kardeşim!
Biliyoruz nice Müslüman koşa- koşa gidecek ve biliyoruz twitler atılıp, ınstagramdan ümmete fotolar pay edilecek açık büfeler, denizde çekilmiş çıplak ayak fotoğrafları, belki kumsalda gün batımına bir Rabia işareti de bırakacak kimi gençler. Ne var ki reklamın kötüsü var kardeşim emin olun var. Çok kötü bir reklam yaptınız. Size bu fikri veren kim ise bir gözden geçirin ümmetin inanç değerleriyle oynamasının hesabını sorun. Kendi nefsini hesaba çekmeyi de unutmayın. "

 

İslami Pazarlamanın son halkası: Eyüp El Ensari


'Adı Ebu Eyyubel Ensari olunca orada luks tatil satıp konfor pazarlayıp 'İslamidir' deme zevzekligi örtülmüs mü oluyor?'

TIMETURK / Haber Merkezi

Fadıl Akgündüz'ün son yatırımı muhafazakar kesimler için Maldivler'den ada satın alıp, billboardlara astırdığı reklamlarla "Maldivlerde Müslümanların özel adası oldu. Hayırlı olsun" diyerek lüks tatil pazarlamaya başlaması oldu. Akgündüz, "Müslümanların iktidarında", "Müslümanlar" rahat bir tatil yapsın ve İslam coğrafyasının dört bir yanında acı çeken Müslüman kardeşleri için huzurlu bir ortamda huşu içinde dua etsinler diye ada satın aldı ve "Artık Müslümanların özel adası oldu" diyerek pazarlamaya başladı.

Ancak Akgüzndüz verdiği ilanlarda Peygamber Efendimiz'i (SAV), Medine'ye hicret ettiğinde evinde misafir eden ve fetheden orduda olmak için İstanbul'a kadar gelip şehit olan Hz. Ebu Eyyub El Ensari'nın adını kullanarak "Müslümanların özel adası oldu" reklamı verdi. Habertürk Gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca, Jet Fadıl'ın Maldivler'de tatil için ada satın alıp adına da "Ebu Eyyub El Ensari House" adını vermesine twitterdan sert tepki gösterdi.


Habertürk Gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca da twitter hesabından Fadıl Akgündüz'e aynen bu tepkiyi gösterdi. "Adı Ebu Eyyubel Ensari olunca orada luks tatil satıp konfor pazarlayıp 'İslamidir' deme zevzekligi örtülmüs mü oluyor?" diyen Karaca, "Din sömürüsü denilen tam da bu. Necla Arat'vari kişiler yanlış yerde topa girip kavrami çürüttüler. Mısır direnişi sirasındaki 'Rabia konutlari' ile zirveye vardı"sözleriyle, İslam'ın ticari menfaatlere alet edilmesine en net cevabı verdi.

Timetürk olarak bu ismin buraya verilmesinin yanlış olduğunu ifade ediyor ve bu yanlıştan dönülmesini talep ediyoruz...


İşte o twitler:
3-033.jpg

Kehanet değil!

Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit






 Abdurrahman Dilipak
 04 Şubat 2014



Bunlar aslında kasım aralık gibi bu işi bitirmeye karar vermişler.. O zamanki planları Genç Parti üzerinden AK Parti’ye bir alternatif oluşturmak.. 50 kadar yandaş, 40 kadar dosya ve kaset şantajı ile 75 milletvekilini AK Parti’den kopartıp kendi partilerini kurup seçimleri erteleyeceklermiş..
Kendi oylarının %8 gibi olduğunu düşünüyorlar. %20-25 de ANAP’a oy veren liberal, sağ ve ılımlı sol, yani 4 eğilim’in oylarını alıp, %30-35 ile iktidar olmayı hesaplıyorlar..

Bu plan tutsaydı, Erdoğan, Davutoğlu, Hakan Fidan, Bülent Yıldırım içeride olacaktı bugün!
İddialarından vazgeçmiş değiller.. Ama deşifre oldular.. Abdullah Gül şimdi bunlara karşı daha mesafeli. Bülent Arınç da, kendine sunulan belgeleri gördükten sonra  yorumları değişti. Zaten yakında bu belgeler mahkemeye sunulduğunda, Ergenekon davasından daha büyük bir dava ile karşı karşıya kalacağız gibi. Herhalde bu kez paralel yapının bir numarası olarak, bu kez Çetin Doğan’ın koltuğunda “Hocaefendi”yi oturtacaklar. O zaman malum Ananasçı işadamları hakkında, 28 Şubat’tan dava açılmadı ama, paralel devlet yapılanmasında yardım ve yataklık suçlaması ile bu beyefendiler hakkında dava açılır mı bilmiyorum..

ABD, İngiltere de gelişmelerden kaygılı. Evdeki hesap çarşıya uymadı çünki..
Şimdi sıkı durun, ayın ortalarına doğru, istifalar, operasyonlar, kasetler, dosyalar havada uçuşacak.. Ve tabii terör.. Bombalar patlayacak, AK Parti’den, Cemaatten, Alevi ve Kürt kesimden birtakım kişilere saldırılar olabilir..

Tabii bütün bunlar birilerinin hesabı. Son dakika ne olur bilmem. Ama ekonomiyi ve siyaseti krize sokacak, toplumu umutsuzluğa sevk edecek her yolu deneyecekler..
Maksat seçimleri zamanında yaptırmamak!

Bu planda iki ülke her şeyi ile ortada. İsrail ve Suriye!

Bu süreçte, özellikle 15 Şubat’tan itibaren Adana - Hatay hattına dikkat!
Askeriye ve MİT’teki birtakım talimatlar, paralel yapı tarafından izleniyor ve düzmece ihbar mektupları ile savcılık üzerinden paralel yapıya bağlı polisler tarafından MİT’e operasyon yapıyorlar mesela..

Bu polis şeflerine, daha güçlü bir şekilde geleceğiz, hak kaybına uğramayacaksınız, terfi ettirileceksiniz.. Bu yolun dönüşü yok gibi yüksek perdeden mesajlar veriliyor..

Her şey Peygamberin kontrolü altında zaten. Mesajlar yukarıdan geliyor..
Devlet, Kanada’dan ABD’deki karargahla yapılan konuşmaları bile dinleyebiliyor, ama tek dinleyemedikleri Hz. Peygamberle Gülen arasında ne konuştukları, hangi bilgilerin verildiği, hangi talimatların alındığı!

Herhalde Peygamberimiz sadece Gülen’den bilgi almıyordur, başka şeyhler de var. Kendisi doğrudan da bilgi alıyordur herhalde. Bu tür şeyler fıkıh kitaplarında yazmadığı için bilmiyoruz. Ama dolaylı bilgi sahibi olunan bir konu, Peygamberimizin cemaat mensuplarının iki katı twitter atmaları talimatı, ki bu da hocaefendi tarafından destekleniyor.. Meleklerin de devreye girip twitter atıp atmadıklarını da bilmiyoruz..

Bunlar darbeyi kafaya koymuşlar. Gözlerini karartmışlar. Bu yolda ellerinden gelen ne varsa yapmaya hazırlar ama, deşifre olduktan sonra arkalarındaki güçler paniklediler. Kendi tabanlarında da ciddi bir çözülme yaşanıyor..

Dün operasyon yapan polisler, bu işler yoluna girdikten sonra terfi etmeyi bekliyorlardı. Savcılar Adalet Bakanlığı’nda üst görevlere gelme hayali kuruyorlardı.. Zaten görevden alınsalar bile yargı yoluyla geri döneceklerdi. Mübaşirden, gardiyana hepsi örgütlenmiş ve eğitilmişti.. Manevi bir destek de vardı. Uluslararası bir destek de sözkonusu idi.. “Başarısızlık” diye bir şey, ihtimal olarak bile yoktu..

Ama sonuç ortada.. Bu işler buraya kadar! Şimdi bu okullardan mezun olan çocuklarına kariyer ve gelecek endişesine düşmeye başladılar.. Şimdi işin bir başka trajik yanı çıktı ortaya. Başarılı çocuklara şartlı kredi verdikleri onları kendilerine itaate mecbur bıraktıkları, kariyer planlamasında sınavlarda, soruların cevap anahtarlarının kendilerine iletildiği ve personel alımlarında kayrıldıkları, bazı öğrencilerin devam etmedikleri derslerden bile en yüksek puanlarla ödüllendirildikleri anlaşılıyor..

28 Şubat suçüstü edilememişti. 17 Aralık darbe girişiminde paralel yapı suçüstü oldu!
Şimdi ileri gidecek mecalleri kalmadı. Geri de gidemiyorlar.. Bir post modern darbe girişimi daha oldu ve bu kez başlarken bitti.

Taban ciddi anlamda bir teolojik travma yaşıyor.. Esatirin keşfi içi boş bir kehanete dönüştü.. Uydurulan din algısının ise ustalıkla hazırlanmış bir tuzaktan başka bir şey olmadığı görüldü.. Kariyer ve servet uğruna camiaya yaklaşanlar ise şimdi yakalarını nasıl kurtaracaklarının derdindeler..

Geçmiş günlerin yaşanmış, kutsanmış hatıraları bir anda aldatılmışlık duygusu ile yer değiştirmeye başladı. Gelecek hayalleri yıkıldı.. Bu insanların inançları ile oynanmıştı çünki.. Bugün ise iktidar hesapları yaparken, kahramanlık hikayeleri anlatılırken, ihanetle suçlanmaya başladılar ve gelecek endişesine, sahip oldukları maddi ve manevi imkanların bir anda kaybedilmesi korkusuna kapıldılar..

Rüya bitti, Cenneti hayal ederken bir kâbusa uyandılar.. Mehdi, Mesih, Deccaliyet derken, şimdi o örümcek ağına benzeyen kozmik planlar ve iç içe geçmiş uluslararası örgütsel yapı ne oldu! Sahi Sünni dünyanın yeni rol modeli şimdi kim olacak. Temas kurdukları başka “cemaat” yapıları var da, kim bundan sonra bu işe cür’et edebilir ki!

Haydi, şimdi Amerika, Vatikan, İsrail kurtarsın bakalım kendilerini..
Ha! Sahi, Hacı Boydak’tan özür bekliyorum ya da dün söylediklerini bugün de tekrarlayabilir mi? Yoksa onunda mı ses kaydı var! Ya da korktuğu başka bir şey mi?

Selâm ve dua ile..
http://www.habervaktim.com/yazar/63509/kehanet-degil.html 

Dumanlı’dan “Fethullah Gülen'i Anlama Gayreti”

M. Emin Parlaktürk04 Şubat 2014 

Herkes, Fethullah Gülen’i anlamaya çalışırken, onu iyi anlayan ve anlatanların neler söylediklerini dinlemek önemli bir ölçü olsa gerektir.

Gülen’i iyi tanıyanlardan Zaman Yazarı Ekrem Dumanlı’nın aynı gazetede, 14 Şubat 2008 tarihinde neşredilen yazısını aynen naklediyorum:
***

“Hocaefendi'nin anlaşılmasında çekilen güçlüğün bir nedeni cemaat kavramı. Maalesef bu kelimeye yüklenen anlam, bir yandan dışa kapalı ve dünyadan izole olmuş topluluğu çağrıştırıyor, diğer yandan da sanki illegal bir örgütlenmeden bahsediliyor gibi kullanılıyor. İkisi de yanlı.

Ali Bulaç'ın da kitabında şerh ettiği gibi, bazı sosyologların fütüristik kehaneti tutmadı. Modern toplumlarda cemaatleşmenin son bulacağı, toplumdaki birlik ve dayanışma kesitlerinin yeni değerler ve kümeler oluşturacağı varsayılıyordu. Oysa kalabalıklaştıkça yalnızlaştı insanoğlu.

Eski çağlarda olduğu gibi kan ve aşiret bağı yoktu ortada; ancak bir kısım değerler ve kimlikler için ortak bir hedefe kilitlenmek mümkündü. İşte tam bu noktada modernitenin belli bir oranda kutsadığı birey, bireysellik, bireysel özgürlük kavramları çıkıyor ve bunların "cemaat" içinde yok olup gideceği farz ediliyordu.

Aslında toplum yapımızın geleneksel akışını bilenler için durum hiç de öyle değildi. Müntesiplerini "üç kişiyseniz biriniz imam olacak" diye örgütleyen ve cemaat olmaya büyük anlam yükleyen kültürel altyapımız, Batı toplumlarındaki cemaat anlamından çok farklı bir gerçeği işaretliyor.

İslam kültüründe ruhbanlık sınıfı olmadığı gibi, bireyi ezip geçen bir cemaat yapısı da olamazdı. Her bir ferdin bizzat Allah ile irtibat kurduğu ve tek başına O'na yönelebildiği, aracısız-vasıtasız Allah irtibatından bahsedildiği bir dinde, o dinin mensubu kendi muhasebe ve murakabesini tamamıyla bir başkasına nasıl devredebilirdi ki!..”
***
Şimdi şu yazılanlara bakıp, bugün gelinen nokta ve ortaya çıkan tablo itibariyle cemaat mensubu olan iyi niyetli kardeşlerimizin reddettiği veya savunduğu gerekçelere ne demek lazım geldiğini, sizi bilmem ama ben hala kestirebilmiş değilim.
Özellikle, son paragraftaki cümleler, günümüzde cemaatleşen yapıların hiç de hoşlanmayacakları gerçekleri dile getiriyor!
Acaba Ekrem Dumanlı, bundan altı yıl önce söylediklerinin hala arkasında duruyor mu?..

http://www.habervaktim.com/yazar/63507/dumanlidan-fethullah-guleni-anlama-gayreti.html

Akdoğan'a Göre Cemaat Kendini Böyle Pazarlıyor

Başbakan Erdoğan'ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan Yeni Şafak gazetesindeki Yasin Doğan müstear ismiyle yazdığı yazıda cemaatle ilgili çok farklı iddialar gündeme getirdi.
Akdoğan'a Göre Cemaat Kendini Böyle Pazarlıyor
05 Şubat 2014
Cemaatin AK Parti'yi terör yanlısı siyasal İslamcı, kendisini ise onlarla mücadale eden ılımlı İslamcı gibi göstererek  pazarlamaya çalıştığını söyleyen Akdoğan, Risale-i Nurlardan yola çıkan gerçek Nurcuların onlardan farklı olduğunun altını çizdi.
İşte Akdoğan'ın "Ilımlı İslam öyle mi?" başlığıyla kaleme aldığı yazısı:
Paralel yapının propagandacılarının uluslararası topluma pompaladığı iki iddia (yalan) var. Birincisi AK Parti'nin el-Kaide gibi terörist örgütlere yardım ettiği, ikincisi siyasal İslam'ı temsil eden AK Parti'ye karşı ılımlı İslam kanadının bir mücadele içinde olduğu...
Malum, batılılar siyasal İslam deyince radikalizmi, köktenciliği, fundamentalizmi anlıyorlar. Yani demokrasiyi kabul etmeyen radikal hareketler ve silahlı örgütler... AK Parti'nin bu kategoriye girmediği 11 yıllık politikalarıyla ayan beyan ortada. Demokratik siyaseti yöntem olarak seçen hiçbir hareket köktencilikle ve radikalizmle birlikte anılamaz.
Türkiye'de sosyal İslam diye adlandırılan yapılar da bellidir. Bunlar dini cemaatler, tarikatler ve manevi temelli fikir hareketleridir. Risale-i Nur grupları, sosyal alanda manevi çalışmalar yürüten hareketlerdir.
DEVLET CEMAATİ OLUŞTURUYORLAR
Türkiye'deki mücadele kendisini ılımlı İslam diye pazarlayanlarla siyasal İslam olarak lanse edilen AK Parti arasında geçmemektedir. AK Parti ne devlet İslam'ını temsil etmektedir, ne de siyasi İslamcılık projesinin uygulayıcısıdır. Sorun, sosyo-kültürel alanda varlık göstermesi gereken kimi hareketlerin siyasi alana tasallut ederek siyaset mühendisliğine soyunmasıdır. Devlet aygıtının imkanlarını kullanarak bir nevi 'devlet cemaati' veya 'cemaat devleti' izlenimi uyandıran bir eğilim gözlenmektedir ve asıl sorun budur.
RADİKAL İSLAMLA MÜCADELE EDİYORUZ DİYEREK...
Nasıl (PKK'nın Suriye kolu) PYD radikal örgütlerle savaşıyoruz diyerek kendisine uluslararası meşruiyet sağlamaya çalışıyorsa bu yapı da radikal/siyasal İslamcılıkla mücadele ediyoruz diye kendisini pazarlamaya çalışmaktadır.
Klasik Nurculuk hareketinin böyle bir hedefi, amacı veya yöntemi sözkonusu değildir.
.....
AK Parti'yi resmi/devlet/siyasal İslamcılık gibi bir konuma oturtmak isteyenlerin önce içine düştükleri 'devletçilik', 'siyasallaşma', 'klikleşme' hastalığına bakmaları gerekir.

http://www.habervaktim.com/haber/360290/akdogana-gore-cemaat-kendini-boyle-pazarliyor.html 

Arkadaşlar Yalnızlaşıyorsunuz

“Amerika bir şeylere göz yumuyorsa özel projesi olmalı” Kanaati Oturuyor Bilesiniz!
Arkadaşlar Yalnızlaşıyorsunuz
05 Şubat 2014 Çarşamba 09:07
Sevgili arkadaşlar, Yalnızlaşıyorsunuz. İnanın size Mümtazer Türköne, İhsan Dağı, Şahin Alpay yetmez. “Benim en büyük şerefim Hocaefendi’nin beni dostluğuna kabul etmesi” diyen Hüseyin Gülerce’yi “Turfa müneccim” yaftası ile yemeye çalışan Ahmet Turan Alkan da yetmez. Gülerce’ye, bir dönem genel yayın yönetmenliği yaptığı gazetede “Turfa müneccim” yaftası yapıştırılmasına göz yuman “zamane” yayın kadrosu da yetmez.

İnanın “The Cemaat” yazarının transferi de yetmez.
Yalnızlaşıyorsunuz.
Bir moderatör almış karşısına

Ferhat Kentel’i, ya da Yasemin İnceoğlu’nu... Tayyip Erdoğan aleyhine konuşturmak için, bin dereden su getirircesine soru üretiyor. Olmuyor kardeşim, olmuyor. Bu moderatörlük değil, bunu ikinci defa yapamazsınız. Gelmez insanlar. Ben de yaşardım benzeri durumları geçmişte. Öyle durumlarda önce soruyu düzeltme gereği duyuyor kendisine saygısı olan bir kanaat önderi.
O gün TV’nin genel yayın yönetmeni yana yakıla anlatıyordu: Ekrana çıkartacak adam bulamıyoruz, diye. Kendinize bakmanız lazım böyle durumlarda, ne yaptınız da böylesine marjinal hale geldiniz?
Onlar, insanlar korktuğu için birlikte görünmüyor, diye düşünüyorlardır muhtemelen. Böyle düşünmek, marjinallikle tatmin olma duygusu ile alakalı aslında. Ya çok çarpık bir yerde duruyorsanız ve insanlar sizinle bu çarpıklığı paylaşmaktan kaçınıyorlarsa...

Bakın şöyle haber bültenlerinize ya da gazetelerinizin birinci sayfalarına, haber başlıklarına... Onlar haber dili mi Allah aşkına? O haber dilinin, Ergenekon davaları sırasında da problem oluşturduğunu, o davaların sanki “Hizmet camiasının özel ilgisi ile oluşmuş olduğu intibaı verdiğini” özel ortamlarda dile getirmişimdir.
Alın şimdiki haberlerinizi. Şimdi de “yolsuzluk soruşturmaları” sizin özel ilgi alanınıza giriyor. O operasyonları yapan herkesle bir biçimde ilgili olduğunuz algısını, bizzat kendi haber dilinizle oluşturduğunuzun farkında mısınız?
 Kim monte olmak ister bu haber diline?

Sevgili arkadaşlar,
Bakın şimdi, çok önceden söyledim, bu “paralel yapı” meselesi oturursa, dünyanın her yerinde tepki ile karşılaşılır. Hiçbir ülke, hiçbir iktidar, “paralel yapı”ya müsaade etmez. İşte Avrupa ülkelerinde birer ikişer 
teyakkuz durumu başladı bile. Evler, okullar, yurtlar gözaltı durumu yaşarlar. Hatta bu yapılara göz yumanların da özel çıkar hesaplarıyla göz yumduğu sonucu çıkarılır. “Amerika bir şeylere göz yumuyorsa özel projesi olmalı” kanaatinin, birçok ortamda tedavül ettiğini bilmiyor olamazsınız. Bu noktada benim, “Canım, uluslararası ortamda bir takım çalışmalar yapan insanlar, o ülkelerin hassasiyetlerini dikkate alır” şeklindeki değerlendirmemin, birçok ortamda çok safiyane bulunduğunu belirtmem bilmem sizler için bir şey ifade eder mi?

Sevgili arkadaşlar,
İnanın, sizin için, Amerika’dan, Avrupa’dan kimi kuruluşların Tayyip Erdoğan karşıtlığından yola çıkan ve “Ilımlı İslam” güzellemesi yapan bildirileri de yetmez. Bu ülkeler, belki şu an “Siyasal İslam”a karşı sizin İslam çizginizi tercih ediyor görünürler, ama yarın “Taliban İslamı”nı da çok rahatça size karşı kullanabilirler.
TÜSİAD’ın muhalefeti de yetmez arkadaşlar sizin için. Bir 28 Şubat iklimi gelir, onların tamamı 28 Şubat iklimine göre kimya değiştirirler. Koç da yetmez, çünkü Koç’un kimyası da farklıdır sizden.
CHP ile olmaz arkadaşlar, Ergenekon farklılığı var, MHP ile olmaz ulusalcılık farkı söz konusu.

Sevgili arkadaşlar,
Ne yapıyorsunuz, biliyor musunuz, aynı evde bulunan insanları farklılaştırıyorsunuz ve hatta beynin kıvrımlarını farklılaştırıyorsunuz. Tayyip Erdoğan’ı yıkmak ne demek, bir sorun kendinize. Hadi Bülent Keneş’in, Mümtazer Türköne’nin dediği gibi bir 28 Şubatçı mantığı üstlenip, “Siyasal İslam” sayalım Ak Parti hareketini. İddianamesine ne yazardınız Başsavcı Abdurrahman Çetinkaya olsanız? “Yukardan aşağı devlet eliyle ülkeyi İslamlaştırma” siyasal İslam’sa siz hangisine karşı çıkardınız? Seçmeli Kur’an dersine mi, Siyer’e mi? 444 ile gelen İHL’lerin orta kısmına mı? Kamuda başörtüsü serbestliğine mi?
 Böyle, yerli veya uluslararası odaklara siyasal İslam’ı ihbar ediyor bir rolde gözükmek İslam’a hizmet için yola çıkan bir cemaate yakışır mı? O Cemaat’in sade bağlılarının onayını alır mı?
İnanın babanıza, annenize bile anlatamazsınız bu misyonu. Anne-babanıza bile yabancılaşırsınız.
STAR - Ahmet Taşgetiren

Youtube’dan “Paralel” Hizmet!

AK Parti iktidarının geçtiğimiz yıllarda “kapatma” kararı aldığı youtube, öc alırcasına paralel yapıya hizmet ediyor.
Youtube’dan “Paralel” Hizmet!
05 Şubat 2014 Çarşamba 14:27
Türkiye’yi bir ay gibi kısa bir süre içerisinde milyarlarca dolar zarara sokan ‘Paralel Yapı’nın doğurduğu ateşe youtube gibi sosyal medya organlarının körükle gitmesi dikkat çekiyor.
Devlet içerisine çöreklenmiş ‘Yargı Emniyet Cuntası’nın kayıt altına aldığı ve sızdırdığı anlaşılan ses kayıtlarına sayfalarını açan video paylaşım sitesi Youtube, açılış sayfasına da Başbakan Erdoğan’ın bir telefon görüşme kaydını yerleştirdi.
Daha önce de kanunlara aykırı yayıncılık yaptığı gerekçesiyle erişimi engellenen Youtube’un dinlenmesi, kayıt altına alınması ve yayılmasının suç olduğu gayet açık olan görüşmeleri pervasızca açılış sayfasından yayına vermesinin yeni yaptırımlara yol açması bekleniyor.
Habervaktim.com
Kadir Mısıroğlu 19 Yıl Önce Gülen'i Böyle Anlatmıştı..


Cemaat 279.889 kişinin hakkına girmiş

Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, ciddi gazetecilik titizliğiyle paralel yapı ve Gülen örgütü ile anılan ne kadar dosya varsa ilmek ilmek örüp, çelişkileri, tutarsızlıkları ve soruşturma konusu olacak yönlerini ortaya döküyor.

Cemaat 279.889 kişinin hakkına girmiş
İşte 120 soruda 100 net ve üstü yapmayı başaran 3277 aday içerisindeki tam tamına 324 evli çift olduğu Temmuz 2010 KPSS Eğitim Bilimleri sınavı ve ardındaki soru işaretlerini yazdı Oğur bugün.

"279.889 kişinin hakkına girmek…" başlıklı yazısında Cemaat'in yüzbinlerce insanın hakkını nasıl gasp ettiğini işaret etti.

İşte yazısı:

BİR SINAV DÜŞÜNÜN Kİ…

279.889 kişinin girdiği bir sınav düşünün. 120 soruda 100 net ve üstü yapmayı başarıp yüzde 1'e giren 3277 aday içerisinde tam tamına 324 evli çift var. Ne dersiniz; Ailenin zihin açıcı etkisi? Evliliğin bereketi?

Bir sınav düşünün; o zaman kadar yapılmış bütün sınavlarda sadece birkaç kişi bütün soruları doğru cevaplamayı başarmış.. Bir yıl önceki şampiyon ve bir yıl sonraki sınav birincisinin bile başaramadığını ise o yıl sınava giren 350 kişi aynı anda başarmış olsun. 120 soruda 120 net. Ve bu 120 kişiden en az 20'si yine evli çiftler.

Ankara'dan N.S ve A.S, Malatya'dan R.Y ve Z.Y, İzmir'den H.B ve N.B, Sakarya'dan L.Ç ve S.Ç, Malatya'dan R.N ve B.K adlı çiftler 120'de 120 net mucizesini gerçekleştiren evli çiftlerden sadece birkaçı.

Ankara'dan H.A ve S.A çifti ise daha büyük bir mucizeyi gerçekleştirmiş:İkisi birden tek bir soruyu yanlış cevaplayıp 119 nette kalmışlar. Malatyalı Ö. ailesinde E.Ö 117, eşi A.Ö. 111, İzmirli S. Ailesinde damat Bey 113, gelin hanım 116 net yapmış.

MUCİZEDEN MUCİZE BEĞEN
Bütün bu mucizeler Temmuz 2010 KPSS Eğitim Bilimleri sınavında gerçekleşmişti. Öğretmen olmak isteyen 279.889 gencin atanmak için ter döktüğü sınav, ÖSYM tarafından "bazı usulsüzlüklerin meydana geldiği kanaatine varıldığından" iptal edilip Ekim ayında tekrarlanmıştı.

Peki o sınavda ne oldu? Bir mucize daha. Sınavdan iki yıl sonra CHP'li milletvekilinin soru önergesi üzerine Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in verdiği cevaplara bakalım.

İptal edilen sınavda 100 net ve üzeri yapmış 3.227 çok başarılı öğrenciden 1.175'i nedense bu yeni sınava girmemiş. Girenlerin ise sadece 76'sı dört ay önceki başarısını tekrarlayıp 100 net üzeri çıkarmış. Peki, iptal edilen sınavda 120'de 120 yapan şampiyonlar ne yapmış dört ay sonra. İptal edilen sınavda 120 net yapan 350 şampiyondan 148'i yenilenen sınava hiç girmedi. Girenlerden ise sadece 2'si 100 netin üzerine çıkabildi. Zaten tekrarlanan sınavın birincisi bile dört ay önce 350 kişinin birlikte başardığı 120'de 120 neti tutturamayıp 111 nette kaldı.

Peki ne yapıldı iptal edilen bu mucizevi sınavla ilgili?

120 NET YAPANIN TERTEMİZ, TEK ÇİZİKSİZ SORU SAYFALARI
Türk Eğitim Sen'in kendilerine adaylardan gelen puan hesaplama itirazlarını dillendirilmesi başlayan tartışmalara büyüdü, önce ciddiye almayıp "Mutsuz insanların feryadı" diyen ÖSYM, sınav sonuçlarını gösteren çan eğrisinde 3 bin kişinin yarattığı sıradışı ikinci bir çan eğrisini görünce bir sorun olduğuna hükmetti ve sınavı iptal etti.

Sınavla ilgili hemen idari soruşturma açıldı. Önce YÖK soruşturmasında 120 net yapan adayların matematik testlerinin olduğu soru sayfalarının bile kalpleri kadar tertemiz, tek çiziksiz olduğu saptandı.

Sonra Ankara Savcılığı sınavla ilgili adli soruşturma başlattı. Aynı anda Cumhurbaşkanı Gül, Devlet Denetleme Kurulu'na bu konuyu araştırması için talimat verdiğini açıkladı.

ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan skandal üzerine istifa etti. Soruşturmayı üstlenen savcı Şadan Sakınan, ÖSYM'nin tüm kozmik bilgilerini Ankara Adliyesi'ne getirdi. Yapması gereken MERNİS kayıtları ve telefon tapelerini kullanarak bu şüpheli 3227 kişi arasındaki ilişkiyi saptamaktı. Ama o tuhaf bir şekilde işe 30 polisle sabaha karşı ÖSYM soru kitapçıklarının basıldığı METEKSAN fabrikasını basarak başladı.

BİR ANDA SKANDALIN ARKASINDA KCK BULUNUVERDİ!
Tam o sıralarda birden bire Emniyet 10 ilde düzenlediği operasyonla KCK bağlantılı Joker çetesini çökerttiğini açıkladı. İddiaya gire çete KPSS de dahil sınavlarda sahte kimliklerle adayların yerine jokerlerini sokuyordu. Bir anda skandalın arkasında KCK bulunuverdi.

Daha da zamanlaması manidarı bu operasyon haberinden sadece birkaç gün önce gazetelere şöyle bir haber düşmüştü: "Başbakan, KPSS skandalını araştırması için MİT'e talimat verdi."

ÖRGÜTLÜ HIRSIZLIK OLAYI
Ama sonra birden her şey yavaşladı. Zamanın YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ı bile Kasım 2010'da isyan ettiren bir rehavetti bu: "Bugünlerde son derece moralim bozuk. Nasıl oluyor da geçen seneki polislik sınavında soruları kimin çaldığını bulamıyorlar. KPSS ile ilgili aradan üç ay geçti. Savcı bey çalışıyor, iyi niyetle de çalışıyor ama hala netice yok. Nedir yani bu, nasıl bulamıyoruz? Ben bunu anlamıyorum ve çok üzülüyorum."

Üzeri kapatılmak üzere olan skandalla ilgili sessizliği 11 ay sonra istifa eden ÖSYM Başkanı bozdu. "Bilişim" adlı dergiye yazdığı makalede açık konuştu: Kanımca bu örgütlü bir hırsızlık olayıdır. Sınavdan önce soruları gören ve sayılarının 2-3 bin dolayında olduğu tahmin edilen adayların da ağzı çok sıkı kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Bunu yaparken, belki de ÖSYM içindeki bir-iki kişiden yardım almıştır."

MUSTAFA ASİL KİMDİR?
Eski ÖSYM Başkanı'nın ima ettiğini grup toplantısında CHP lideri Kılıçdaroğlu adını koydu. Kılıçdaroğlu ÖSYM'nin Test Araştırma Birimi'nde uzman olarak çalışan ve sınav sorularını okuyarak Türkçesini düzelten Mustafa Asil adlı çalışanın adını vererek sorular sordu: "Bu soruların tamamı gören tek kişi var: Mustafa Asil. Soruşturma açılırken Kanada'ya gönderildi. Bir yıl süreyle doktora yapsın diye. Bir yılda doktora nasıl olacaksa? Bir yılı tamamlamadan geri geldi. Halen soruşturma kapsamı dışında, niçin? YÖK'ten sorumlu olan bakandan yanıt bekliyoruz. Bu kişi kimdir, neden soruşturmanın kapsamı dışında tutuldu?"

ÖSYM, çalışanını savunan bir açıklama yaptı. Kanada'ya TÜBİTAK bursuyla post doktora için gönderildiğini, dört ay sonra bursu bitmeden uzmanlığına ihtiyaç duyularak geri çağrıldığını, Asil'in idari ve adli makamalara ifade verdiğini açıkladı.

Tuhaf olanı ÖSYM'nin çalışanı Mustafa Asil'i Kanada'nın ardından bu kez burslu olarak Yeni Zelanda'ya göndermiş olması. (Yazıyı yazmadan önce soru sormak için mail attığım Asil, Auckland Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde sınavlar ve ölçme yöntemleri üzerine araştırma asistanı olarak post-doktora çalışmalarını sürdürüyor. İddialarla ilgili bir cevap verirse burada kendisine yervereceğim )

Soruşturmayla ilgili çıkan son haberlerden biri Mayıs 2013 tarihli. 2004-2010 arasında ÖSYM sınavlarını bir bilirkişiye inceleten savcı, 157 milyon liralık yolsuzluk tespit etmiş ve aralarında eski başkan Yarımağan'ın da olduğu 70 ÖSYM çalışmasının ifadesinin alınmasın talimatını vermişti.

Zaman gazetesinin haberinde "Bilirkişi heyetinin raporunun ardından savcı, aralarında dönemin ÖSYM Başkanı Yarımağan'ın da bulunduğu yönetim kurulu üyelerinin tapu kayıtlarının incelenmesini istedi" gibi cümleler dikkat çekiciydi.

SORUŞTURMALAR NE OLDU?
Peki, 2010 KPSS'indeki skandal? 2010 KPSS soruşturması 2013 Eylül ayında 2012'deki KPSS ile ilgili yürütülen başka bir dosyayla birleştirildi. 3 yıl boyunca dosyayı süründüren Savcı Şadan Sakınan dosyayı devredip, Ankara Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı oldu.

Ya Cumhurbaşkanı'nın talimatıyla Devlet Denetleme Kurulu'nun raporu.? Rapor, 2010 Şubat'ında savcılığa ve YÖK'e verildi ama açıklanmadı. Açıklanan kısmında matbaa, yolsuzluk gibi suçlamalar vardı ama KPSS 2010 Eğitim Bilimleri Sınavı'nda ne olduğuyla ilgili hiçbir şey yoktı

Başbakan'ın MİT'e verdiği talimatın sonucunu ise hiç bilmiyoruz.

Peki, tespit edilmesi o kadar da zor olmayan eski ÖSYM Başkanı'nın tabiriyle "örgütülü hırsızlık olayı" ile ilgili soruşturma şu an nerede, üç buçuk yılda neden bir sonuç alınamadı?

OĞUR'DAN ÇARPICI SORULAR
Birkaç soruyla cevap vermeye çalışalım:

Şüpheli 3227 aday arasında 250'den fazla kişinin adres olarak cemaate bağlı okullar ve dershaneleri göstermesi nasıl açıklanıyor? Bunlar arasında 25 de çiftin olmasının bir izahı var mı?

120'de 120 yapan çiftlerden gazetelere yansıdığı kadarıyla en az dördünün cemaate bağlı okul ve dershanelerde çalışıyor olması tesadüf mü?

100'ün üzerinde net yapan 3227 şüpheli adaydan, 250'sinin adres olarak askeri lojmanları göstermiş, (Harp Akademileri, Karar Harp Okulu, İzmit, Gölcük ve Diyarbakır ağırlıklı) öğretmen adayı subay eşleri olması da tesadüf müdür?

Ve; 3.5 yılda, 3.5 günde bir sonuca varılabilecek soruşturmayı bir adım ilerletmemeyi başaran güçle, 279.889 kişinin hakkına girmeye çalışan çete arasında bir ilişki var mıdır?

Son soru: O, 279.889 kişiye bu sorular sorulsa, herkesin full çekme ihtimali sizi korkutmuyor mu?

 03.02.2014
http://www.aktuel.com.tr/gundem/2014/02/03/cemaat-279889-kisinin-hakkina-girmis 

  Türkiye’nin “kullanışlı aptal” tarihi
Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, her bir satırı, her bir cümlesi birbirinden kıymetli bir yazıyla bugün paralel yapı ve Gülen örgütünün vesayetine bir kez daha “hayır” dedi.
Türkiye’nin “kullanışlı aptal” tarihi
 
Oğur Türkiye'deki "kullanışlı aptallık tarihi"ni de anlattığı yazısında, mezarlardan ölüleri, Kamboçya'dan öğretmenleri kaldırıp oy vermeye çağıran bir cemaatin bütün bunları yapabileceğini, düğmeye bastığında harekete geçen bir paralel devlete sahip olduğunu, Koç'a bir ananas, Haberal'a cuma namazında bir omuz mesafesine kadar geldiğini görememeleri için de "utancı bizim olsun" diye yazdı.
İşte Yıldıray Oğur'un mutlaka okunması gereken yazısı:

Kullanışlı bile olmayan bir aptallık üzerine…

1833 yılında Takvim-i Vekayi'de (şimdi Bulgaristan topraklarında olan) Tırnova Kadısı'nın bir mektubu yayınlandı. Mektup kasaba halkına dadanan yaratıklar hakkındaydı. İnsanlara saldırıyor, evlere girip erzakları talan ediyordu bu görünmez yaratıklar. Sonra halka çok zulmetmiş iki yeniçerinin mezarlarından "hortlayıp" bu işleri yaptığı ortaya çıktı. İki Yeniçeri'nin mezarı açıldı. Bir de ne görülsün! Cesetler büyümüş, tırnakları saçları uzamış iki vampir…

Kasaba halkı ancak cesetleri yakarak vampir Yeniçerilerden kurtulabilmişti.

Kadı'nın bu mektubunun 1833 yılında II. Mahmud'un resmî gazetesi Takvim-i Vekayi'de çıkması herhalde tesadüf değildi. Bundan 7 yıl önce Yeniçerileri kılıçtan geçirmiş padişahın gazetesinin yaptığı ilk millî kara propaganda haberi olarak geçmişti kayıtlara…

Daha sonra iktidarlar, bu kara propaganda işinde profesyonelleşti. Abdullah Cevdet'in veciz ifadesiyle "Bize ilim değil, faydalı ilim lazımdır" diyen entelektüellerin ülkesinde, hakikatlerin üzerine perde çekmek hep kolay oldu.

Enver Paşa, Sarıkamış'tan İstanbul'a döndüğünde havai fişeklerle karşılandı. Kimse sesini çıkarmadı. İttihatçılar kaçıp, 1921'de Sibirya'daki sürgünden İstanbul'a gelince orduya kabul edilmeyen öfkeli bir yarbay hatıralarını yazana kadar kimse Sarıkamış'ta ne olduğunu bilmedi.

Eğer, Halil Berktay 1970'te Paris'te yerleştiği pansiyonun Ermeni sahibesinden ilk kez o hikâyeleri duymasa, Türkiye 1915'i 80 yıl sonra bile konuşmaya başlayamayacaktı.

İstiklal Mahkemeleri'nin, Dersim Katliamı'nın resmî arşivleri daha birkaç yıl önce açılabildi. Ama hâlâ katliam için "Atatürk hastaydı, bilmiyordu" hikâyelerine inanan Dersimlilerden biri CHP Genel Başkanı.

Batı'daki beyaz Türkler ancak 2013'te polis şiddetiyle tanıştıklarında Kürtleri anlayabildiler.

1994'te daha sonra AİHM'de rekor tazminata çarptırılan Kürt köyü jetlerle bombalanırken, köyler yakılırken, binlerce faili meçhul cinayet işlenirken kullanışlı aptalları oynayan o günkü gazetelerin Genel Yayın Yönetmenleri, köşe yazarları ancak bugün gerilla anılarını yayınlayıp, Kandil'e gitme planları yapıyorlar.

27 Mayısçı entelektüellerin bir kısmı ancak idamlarla uyanabildi. 12 Mart darbesini devrimciler yaptı sanıp destekleyen solcular ise ancak Balyoz Operasyonuyla uyanmışlardı. 9 Mart'ta darbeye teşebbüsten yargılananlar yıllarca darbe mağduru diye dolaştılar bu ülkede. Nazi mağduru Başkonsolos, üç teknisyeni İngiliz diye öldürenlerden, barış ve demokrasi kahramanı çıkaran karanlığı kimse sorgulamadı. Yıllar, yıllar sonra Mehmet Ali Birand yazmasa ordunun Kıbrıs Çıkarmasında kendi gemisini batırdığını bilmiyorduk. 1977 1 Mayıs'ında aslında ne olduğunu ise kimse soğulamaya cesaret edemedi. 12 Eylül'ün kullanışlı aptalları üzerine ise bizzat Kenan Evren tarafından yazılmış "12 Eylül'den Önce ve Sonra Ne Demişlerdi?" diye kitap bile var.

Barışı yapmaya çalışan Özal'a karşı Emin Çölaşan'ı tutan kullanışlı aptalların hikâyeleri yazılmayı bekliyor. 28 Şubat'ın kullanışlı gazetecilerinin farkı aptal olmamalarıydı. Şeriat korkusuyla nasıl kullanıldıklarının farkına varanlardan nedamet getirenlerin sayısı hâlâ bir elin parmaklarını geçmez.

2000'lerin başındaki darbe planlarının, sonra Cumhuriyet Mitinglerinin, 27 Nisan'ın kullanışlı aptallarının, karargahlara gidip darbe dilenen profesörlerin, paşalarla darbe toplantısı yapan medya patronlarının, gazetecilerin zavallı hikâyeleri iddianamelerden, günlüklerden okunabilir.

Ama Türkiye'nin "Kullanışlı Aptal" tarihi burada bitmiyor. Bundan sonrası da tarihçiler tarafından yazılacak. Onlara torpil geçilmeyecek. Ve şu ana kadarki kısmını konforlu koltuklarından izleyenlere uzatılacak bu kez parmaklar.

Demokratikleşme, sivilleşme için, askerî vesayete karşı iyi niyetli duyguları, öfkeleri sömürülen liberal-sol-demokrat aydınların, gazetecilerin kullanışlılık hikâyeleri de eklenecek bu tarihe.

Bundan kimse kaçamaz. Burası öz eleştiri sevmeyen bir ülke. Öyle olmasa Sarıkamış'ı 90, 1915'i 85, Dersim'i 70 yıl sonra konuşur muydu? İlk öz eleştiri veren bütün suçları üstlenmiş olur.

Bugüne kadar haklı olarak herkesi geçmişiyle yüzleşmeye çağıranlar, herkesi parmaklarını uzatıp öz eleştiriye davet edenler bu kez yüzleşmeye ve öz eleştiriye çağrılıyor ve çağrılacak.

Gelmek istemeyecekler, "ama ben" diye tarihi tersten yazmaya çalışacaklar, tıpkı diğerlerinin yaptığı gibi.

Tıpkı birkaç gün önce Taraf'ın sürmanşetten yaptığı gibi.

Hatırlatırım, çalıştığım yıllarda Taraf'ın yayınladığı Kafes Planı haberinin sonradan düzmece olduğunun ortaya çıktığını yazdığım yazıda kendi öz eleştirimi verirken "Kullanışlı Aptal" sözünü bizzat kendim için kullandım. Aynı sözü bana karşı hakaret olarak kullanmak gibi "buluş"lara tevessül edenlerin "kullanışsız kurnazlıkları" insanda cevap verme isteği bile uyandırmıyor o yüzden.

Tam da Kafes'in de içine atıldığı Poyrazköy Davası'nda kalan beş tutuklu sanığın da tahliye edilmesinden sonra, somut iddiaların olduğu bir yazıya verilecek cevap "Hayır yanılıyorsun yine, o dava şöyle şöyle haklıydı ve o haber doğruydu" olmalıydı.

Yoksa içim sızlayarak baktığım eski ve bir zamanlar çok sevdiğim gazetem Taraf'ın sürmanşetindeki yazı gibi "salak sensin taaam mı" gibi ergen liseli atarları değil.

Haklılar onlar kullanışlı aptal değil. O yazıda kullanışlı bile olamayacak saf bir aptallık var sadece. Ama bu çeşit bir aptallığı bile kullanışlı bulanlar var demek ki. Haki renkli üniformalıların vesayetine kafayı takıp, kendini lacivert renkli üniformalarının vesayetinin şefkatli kollarına terk etmiş bir kullanışlılık bu. Yani bir tane iddianamenin tek bir sayfasını okumamışların gerçek karşısında sarımsaklar çıkarmasının sebebi bağnazlık olmasa gerek. Bu gayet gözü açık, kullanışlı bir ahlaksızlık.

"Kartaca yıkılmalı, Erdoğan gitmeli" diyenlerin her şeyi mubah buldukları bir kullanışlı ahlaksızlık bu. Polis radyosuna dönmüş gazetede sosyalist ütopya pazarlamacılığının, barış karşıtı paralel devletle paralel hattan hükümeti barıştan vurmaların başka bir açıklaması zor bulunur.

Balyoz'da Taraf'ın haberinden sonra çıkmış Gölcük cd'lerinden birini şüpheli hale getiren bilirkişi raporunu bile "Polislerimiz, savcılarımız en iyisini bilir" diye karşılamanın gönüllü kullanışlılık dışına bir açıklaması zor bulunur.

Zor olacak. Öz eleştiriye cesaret edenleri entelektüel bir cadı avı bekliyor. Başlarında dönek, satılık diyen zamane Emin Çölaşanlarını bulacaklar. Kaça satıldığın sorulacak, geçmiş kafana vurulacak. "Niye şimdi" diye sigaya çekileceksin.

Hanefi Avcı'nın bile 2009'a kadar şüphelenmedim dediğini, hükümetin çok safmışız dediğini o kadar erken görmemiş olmanın utancı bizim olsun. Mezarlardan ölüleri, Kamboçya'dan öğretmenleri kaldırıp oy vermeye çağıran bir cemaatin bütün bunları yapabileceğini, düğmeye bastığında harekete geçen bir paralel devlete sahip olduğunu, Koç'a bir ananas, Haberal'a cuma namazında bir omuz mesafesine kadar geldiğini görmemek de.

Taraf'ta Sri Lanka'daki kolejdeki bir öğretmen maaşından az alırken göremediğimizi, Türkiye'de ABD'deki charter okulundaki öğretmenin maaşından az alırken görmek de.

Ama hiçbiri sizi kendi hesabınızı vermekten kurtaramayacak. Bilmem farkında mısınız; Berlin Duvarı'nın çöküşünü kabul etmeyen komünistlere benziyorsunuz.

Türkiye 60 yıllık askeri vesayeti tasfiye etti. Her tasfiye süreci kirlidir. Biz de temizlenirken kirlendik. Şimdi bir inşa sürecindeyiz. Ve her inşa süreci işe önce tasfiye kirliliğini temizleyerek başlar. Bugün yeniyi inşa etmeden önce ilk yüzleşmemiz gereken gerçek şudur: Derin devleti tasfiye ederken bir paralel devletimiz oldu. Dün demokratlık o derin devlete karşı çıkmaktı, bugün ise onun mirasçısı paralel devlete. İsyan ahlakıyla hesap sorduktan sonra şimdi sorumluluk ahlakıyla hesap vermenin zamanı geldi. Yeni ve temiz bir Türkiye; belki herkes biraz kirlendikten sonra kurulacak ancak…

Kullanışlı aptallık köprüden önceki belki son çıkışınız olabilir. Bundan sonraki tek yol kullanışlı ahlaksızlığa gidiyor çünkü...
05.02.2014