Takiyye Nedir? Takiyye kimlere karşı yapılır?
Kur’ân-i Kerim’de: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak onlardan sakınmanız müstesnadır…” buyurulmuştur.
Takiyye;
İhtiyat, korku ve gizlenmek mânâsına olup, mecburiyet veya zarar
tehdidi karşısında dinin icaplarından muafiyet için kullanılan
tâbirdir.1
Kafirler
ile anlaşıp onların projelerine ortak olan bir takım kişilerin “biz
takiyye yapıyoruz” iddiası doğru değildir. Kafirlere yardım ve yataklık
yapmak, onların projelerinde hizmetçi olmak, dalkavukluk yapmak,
güçlenmelerine zemin hazırlamak ve bu yönde çalışmak için takiyye
yapılmaz. Bu gün birilerinin kafirlere karşı değil de Müslümanlara karşı
takiyye yaptığını ne yazık ki anlamış durumdayız.
İmam-ı Serahsî: “Bir mü’minin ölüm ve işkenceden kurulmak için, olduğundan başka türlü görünmesi ve davranmasına takiyye denir”2 hükmünü zikrediyor.
Kur’ân-i Kerim’de: “Mü’minler,
mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah
katında bir değeri yoktur, ancak onlardan sakınmanız müstesnadır…”3 buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimede geçen “ancak onlardan sakınmanız müstesnadır” hükmünü izah edilirken “hayatınızın
veya bazı uzuvlarınızın imha edilmesinden korkmanız halinde inanmıyarak
(kalben mükreh olarak) onlara dost görünmeniz müstesnadır.”4 denmiştir.
İslâm’ın
Mekke döneminde güçsüz Müslümanlar, ileri gelen Mekke müşriklerinin
işkencesi altında ezilirken, imanla küfür, Allah ile putlar, Hazreti
Peygamber ile müşrikler arasında tercih yapmaya zorlanmışlar, “Allah
birdir” dedikçe işkencelerin dozu arttırılmıştı. Bu Müslümanlardan
Habbab İbn Eret vücudunda bulunan yağlar eriyip ateşi söndürünceye kadar
kor üzerinde sırt üstü yatmaya zorlanmış fakat, o imanından asla taviz
vermemişti. Bilal-i Habeşî, demirden bir zırh içinde kavurucu sıcağın
altında bırakılmış, kızgın kumlar üzerinde çıplak vücudu sürüklenmiş, o
yine de onların isteklerini reddederek imanı tercih etmiş ve “Allah bir” sözünü
bayılıncaya kadar ağzından düşülmemiştir. Yalancı peygamber
Müseylemetü’l-Kezzab’ın adamları tarafından organları birer birer
kesilen Habib İbn Zeyd İbn Asım son nefesini verinceye kadar onların
isteklerini reddetmiş, Müseyleme’nin peygamber olmadığını haykırmış ve
bu sağlam imanını koruyarak şehit olmuştur. İslâm tarihinde ilk şehit
olan Hz. Sümeyye de Ebu Cehil’in işkencesi altında can vermiş ama yine
de onun Allah’ı bırakıp putlara tapma isteğini geri çevirmişti. Canları
tehlikede olduğu halde küfrü reddedip şehadeti tercih etmek, kâfirlerin
azmini kıracağı, onları psikolojik olarak yenilgiye uğratacağı; diğer
yönden Allah korkusu dışında bütün korkulardan Müslümanları kurtaracağı
için zor olanı, yani kâfirlere karşı boyun eğmemeyi tercih edip bu
uğurda canını veren Müslümanlar yapılması gerekeni yaptıklarından
kınanmazlar, aksine övülürler. Fakat Allah, insanlara güçlerinin
yetmeyeceği şeyi de yüklemez. Psikolojik ve bedensel işkenceler
karşısında, imanını kalbinde gizlediği halde sırf o anki işkencenin
şiddetinden kurtulmak için işkencecilerin kendisinden istediği şekilde
konuşmasına izin verir.
Babası
Yasir ile annesi Sümeyye işkenceyle şehit edilip kendisi de aynı
işkenceler altında ölümle karşı karşıya gelen Ammar İbn Yasir işkenceye
dayanamaz, müşriklerin istediği sözleri tekrarlar ve ölümden kurtulur.
Ağlayarak Resulullah’a koşar ve “Ey Allah’ın Resulu, ben senin hakkında
kötü konuşmadan ve ilâhlarını övmeden beni bırakmadılar” diyerek özür
beyan eder. Hz. Peygamber ona “Peki o an gönlünde neyi hissettin?” diye
sorduğunda kalbinin imanla dop dolu olduğunu bildirince Resulullah, aynı
durumla karşılaşması halinde yine böyle davranmasına izin verir.
Ardından Yüce Allah şu ayetle Hz. Peygamber’in bu iznini onaylar:“Kalbi
imanla yatışmış olduğu halde inkâra zorlanan kişi (kurtulmuştur), fakat
kim inandıktan sonra Allah ‘ı tanımaz ve küfre kalbini açarsa, Allah’ın
gazabı onların basındadır, onlar için büyük azab vardır. Bu onların,
dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ötürüdür ve Allah inkâr eden
bir topluluğu doğru yola iletmez” (en-Nahl, 16/106, 107). Bunun
yanında bir diğer ayet-i kerime, kâfirlerin şerrinden uzak kalmak için
zayıf durumda bulunan Müslümanların Kalben onları dost bilmemek şartıyla
onlarla iyi ilişkiler içinde bulunmasına izin veriyor:“Müminler
müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa
Allah’tan ilişiği kesilmiş olur. Ancak onlardan sakınmak amacıyla
yapılanlar bunun dışındadır. Allah size kendisinden korkmanızı
emrediyor. Nihayet dönüş Allah’adır” (Al İmrân, 3/28). Ancak
yolunda değer verdiği şeylerden fedakârlık yapamayacak dirençsiz
Müslümanlara verilen bu izinlere rağmen, Allah onlardan zor olanı tercih
etmelerini ve asıl kendinden korkmalarını emrediyor:“Ey
iman edenler, ne sizden önce kitap verilenlerden dininizi oyuncak ve
eğlence yapanları, ne de diğer kâfirleri (zararlarından kurtulmak için)
dost edinmeyin. Eğer gerçek müminlersiniz (onlardan değil) Allah’tan
korkun” (el-Mâide, 5/57) (Ş.İ.A)
Hanefi
fûkahası, bunun ikrah-ı mülci ânında bir ruhsat olduğunda müttefiktir.
Tefsir-i Kurtubî’de: İmam Hasan el-Basrî (rha)’nin: “Müslümanlar
için takiyye ruhsatını kullanmak kıyamete kadar câizdir. Ancak bu
ruhsatın kâfirlere müdahane (dalkavukluk) ve şirin görünmek için
kullanılması haram olur.”5 buyurduğu kayıtlıdır.İmam-ı
Serahsî; takiyye’nin sadece kâfire karşı değil, ikrah-ı mülci ânında
zâlim yönetimlere de uygulanabileceğini beyan ediyor.6
Takiyye ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebinde, bir ruhsat olarak önemli yer tutar. Ancak şia da “takiyye” usûl-ü dindendir. Cafer-i İsna Aşari mezhebinde, “takiyyeyi terketmek tıpkı namazı terketmek gibidir.” Tarih boyunca şianın; “takiye” hususunda titizliği, sözlerin ihtiyatla karşılanmasına sebep olmuştur.
Takiyye ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebinde, bir ruhsat olarak önemli yer tutar. Ancak şia da “takiyye” usûl-ü dindendir. Cafer-i İsna Aşari mezhebinde, “takiyyeyi terketmek tıpkı namazı terketmek gibidir.” Tarih boyunca şianın; “takiye” hususunda titizliği, sözlerin ihtiyatla karşılanmasına sebep olmuştur.
(1)
İslâm Ansiklopedisi, İst. 1979, (2. bsm.) c. XI, sh. 679, (“Takiye”
mad.)(2) İmam-ı Serahsî, el-Mebsut, Beyrut, Dâru’l-İhya Yayını, c.
XXXIV, sh. 45.(3) Â1-i İmrân sûresi: 28. Ayrıca, Nahl sûresi: 106 ve
Mü’min sûresi: 28. (5) İmam-ı Kurtubî, el-Camü li Ahkâmu’I-Kur’ân,
Kahire,1967, (3. bsm.) c. IV, sh. 57.(6) İmam-ı Serahsî, a.g.e., sh.
47-49
(www.ihvanlar.net)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder