HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

1 Mart 2014 Cumartesi

Fethullah Gülen konuştu: Sıkıntılara katlanmaya hazırım

01 Mart 2014
Zaman Gazetesi yazarı Ahmet Kurucan, bugünkü köşe yazısında Fethullah Gülen'in sohbetinden notlar paylaştı.


Kurucan’ın aktardığı Fethullah Gülen’in sözlerinden şu kısım özellikle dikkat çekti.

“Sizin hissiyatınızı benim hissiyatımdan daha dûn görmüyorum ama kendi namıma söyleyeyim; şu sıkıntılı halime rağmen bunların çok daha fazlasına katlanmaya hazırım. Biz maddi sebepler planında yapılması gerekli olan şeyleri hiç ihmal etmeden yapıp vazifemize devam etmeliyiz. Gelecekte kimin haklı, kimin haksız olduğu görülecek. O günler geldiğinde siz de diyeceksiniz ki; iyi ki katlanmışız bu sıkıntılara. Eğer bunlara katlanmasaydık hizmet muzaaf veya mük’ap olarak katlanmayacaktı.”

Kurucan:

"Şimdi size 10-15 dakikalık sohbetin en sonuna götürecek ve tekrar başa döneceğim. Hani bazı filmler vardır, senarist olmadığınız, o filmi daha önce hiç izlemediğiniz halde sonucu tahmin edersiniz ya; ben de sohbetin böyle bir sonla biteceğini tahmin ettim. Gözyaşı ile bitecek dedim içimden. Gidişat onu gösteriyordu. Mantıkî hiçbir boşluğun olmadığı, akla gelmesi muhtemel sorulara cevapların verildiği, sorularla muhtevanın derinleştirilmeye çalışıldığı ve hepsinden önemlisi his ve heyecanın yavaş yavaş zirve yaptığı bu sohbetin gözyaşları ile biteceğini tahmin etmek bu türlü sohbet meclislerine âşina olan insanlar için zor olmasa gerekti.

“Hepinizin hissiyatına tercüman olma manasında diyorum ki…” diye son cümlelerine başladı ve “cennet” dedi. Sonra cennetin bütün güzelliklerini tarif ve tavsif etti. Kur’an ayetleri, Hz. Peygamber’in (sas) beyanları ile temellendirilebilirdi bu tarif ve tavsifler... Ardından; “İşte, böylesi bir cennete girmek mi yoksa şu katlandığınız sıkıntıların, yaşadığınız daralmaların onlarca katına katlanarak insanlığa hak ve hakikati anlatmak mı? Bu uğurda yaptığınız hizmetlere hiçbir şey olmamış gibi devam etmek mi?” Gür sesle birisinin “ikincisi” dediğini duyduk hep birlikte. Sesin geldiği yere kafasını çevirip tasdik makamında başını salladı ve son cümleyi söyledi: “Sizin hissiyatınızı benim hissiyatımdan daha dûn görmüyorum ama kendi namıma söyleyeyim; şu sıkıntılı halime rağmen bunların çok daha fazlasına katlanmaya hazırım.” Kopacaktı zaten salon, bu cümleler kopmanın başlangıcını teşkil etti. Hocaefendi ağlaya ağlaya odasına girerken, salonda gözyaşları Sahibine doğru yola çıkıyordu.

Geriye döneyim şimdi; sohbet Alvarlı Efe Hazretleri’nin “Perişanım bugün cânâ perişan olmayan bilmez. Cevahir kadrini cevher fürûşân olmayan bilmez.” dizeleri ile başladı. “İnsanın böyle ahvâl karşısında perişan olması biraz imanının seviyesi, biraz insanlığının derinliği, biraz su-i akıbet endişesi, biraz hüsn-ü akıbetin neler vaat ettiğini bilmekle olur. Sûfiler gerçek insanî değerleri üns billah’a bağlamışlar. Zirve seviyesinde bunu temsil eden peygamberler de insanlar üns billah’a gelmiyorlar diye ölüp ölüp dirilmişler. Sırasıyla evliya, asfiya, mukarrabîn. Zilliyet planında bu insanlar duymuş aynı sıkıntıları.” Burada durdu, çoklarımızın bildiği nice isimler saydı. İmam Rabbani’den Şeyh Sibgatullah’a, Abdulkadir Geylani’den Muhammed Küfrevi’ye kadar birçok isim. Sonra cümlelerini şöyle sürdürdü: “Büyük insan yetimi bir nesiliz biz. Görmedik böyle insanlar…” Defalarca dediğim gibi denge insanı. Sözün tam burasında, “Mutlak manada bunları tezkiyede bulunmak Allah’a karşı ayrı bir saygısızlıktır ama büyük insanlar bunlar bilebildiğimiz kadarıyla.” dedi.

Benim burada dikkatimi çeken şey iman ve üns billah münasebeti oldu. Şuara ve Kehf surelerinde hemen hemen aynı mealde iki ayetle anlatılan bu hakikati biz hep muhataplarının iman etmesi olarak anlıyorduk. Daha doğrusu ben öyle anlıyordum. Dolayısıyla Efendimiz’in (sas) iman etmeyenler ekseninde böylesi bir sıkıntı içine girdiğini ve Kur’an’ın, “Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendini helak edeceksin.” ayetiyle onu tebcil ve takdir ettiğini düşünüyordum. Doğru, bu anlamada bir problem yok ama üns billah dediğinizde ötesini de görüyorsunuz; o da iman edenlerin imanda seviye kat’ etmemeleri de aynı ölçüde olmasa bile Efendimiz’i (sas) dilgîr etmiş. Bir anahtar hüviyetinde olan bu yaklaşımı merkeze alırsanız, bunu destekleyecek onlarca, yüzlerce hadise bulmak mümkün Efendimiz’in (sas) hayatında. Tafsilatı müstakil bir yazı konusu olan bu hususu şimdilik bir kenara bırakıp sohbete dönelim.

Tahmin edeceğiniz gibi sözün bundan sonraki akışında başta peygamberler olmak üzere günümüze kadar uzayan büyüklerin din-iman uğrunda çektikleri sıkıntıları anlattı. Oldukça uzun süren bu bölümden sonra dedi ki: “Onların çektikleri ile bizimkiler mukayese bile edilmez. Biz maddi sebepler planında yapılması gerekli olan şeyleri hiç ihmal etmeden yapıp vazifemize devam etmeliyiz. Gelecekte kimin haklı, kimin haksız olduğu görülecek. O günler geldiğinde siz de diyeceksiniz ki; iyi ki katlanmışız bu sıkıntılara. Eğer bunlara katlanmasaydık hizmet muzaaf veya mük’ap olarak katlanmayacaktı.”
Önemli bir cümle bu. Kehanet değil, dünden hareketle bugünü, bugünden hareketle yarını görmenin ifadesi. Allah’a, O’nun sonsuz lütuf ve ihsanlarına halis bir iman ve itminanın göstergesi. Artık siyasî literatürümüze de giren cümleyle “abdestinden ve namazından emin oluşun” tezahürü. Nitekim devamında söylediği şu cümleler bu yorumlara haklılık kazandırıyor: “Verdiği şeyler vereceği şeylerin teminatıdır; en inandırıcı referansıdır. Biraz önce söylediğim o büyük kametlere nispetle zahmetsiz, meşakkatsiz yaptığımız hizmetlere azmimizi, cehdimizi katlayıp devam edeceğiz. Üstad’ın aktardığı gibi ‘gemiler sizin arzunuza, isteklerinize göre seyretmez.’”

Birisinin hatırlatması ile şahsen tekrarından benim utandığım “sahte veli, yalancı peygamber, âlim müsveddesi…” gibi sözler devreye girdi. Cümleyi bitirmesine imkân vermedi. “Önemsememek lazım. Herkes kendi karakterinin gereğine göre amel eder. Çevre görmüyor mu? Hepsini bir anda göremeyebilirler. Ama zamanla görecekler. Acele etmeyin…”

“Dua vakti geldi, abdest tazeleyecek olanlar tazelesin.” dedi ama kimse yerinden ayrılmadı. Bir mahzuniyet çökmüştü herkesin üzerine. Hakaret kelimesinin hafif kaldığı son sözlerin hatırlatılması ayrı bir havanın esmesine sebebiyet verdi her nedense. Huzurun insibağına boyanmış simalar, meltem misali esen rüzgârdan istifade eden gönüller bu mahzun ortamda teselli ve tesliye babında bir şeyler demek istiyordu. Fakat mehabetin araya koyduğu mesafeyi, huzurda bulunmanın lazım-ı gayr-ı müfârıkı olan saygının eşiğini aşıp kimse de bir şey diyemedi. Hocaefendi gibi mütecessis bir insanın bunu görmemesi, duymaması, hissetmemesi mümkün değildi. Bana sorarsanız; gördü, duydu ve hissetti ki yazının başlangıcında söylediğim “Hepinizin hissiyatına tercüman olma manasında diyorum ki…” cümleleri ile yeniden söze başladı. Gerisini biliyorsunuz.

Farklıydı bugün burası. Farkı fark etmek için “fark” makamında olmaya gerek yoktu. Hele hele Faruk olmaya hiç ihtiyaç yoktu. Allah’a şükür, tasavvuf erbabının dediği gibi “Cem’den sükût, fark’ta sübût” noktasını yakalamış, “cemâl ile celâl’i bir bilip kemâl’in mazhariyetine ermiş” bir mürşid-i kâmil vardı ve onun gönüllere akan beyanları muvakkaten de olsa muhataplarını oralara çıkarıyordu. Hamd O’na, minnet O’na, şükran O’na "
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/01/fethullah-gulen-konustu-sikintilara-katlanmaya-hazirim.html#.UxJiiFo5nDc

Hıyanet sarmalının şifresi

01 Mart 2014
Paralel yapı TÜBİTAK'ı ele geçirip devletin en mahrem görüşmelerini dinledi. Boğaz'daki yalılardan, İngiltere, ABD ve İsrail'e uzanan hıyanet sarmalının şifresi çözüldü.



Paralel yapı TÜBİTAK'ı ele geçirip devletin en mahrem görüşmelerini dinledi. Boğaz'daki yalılardan, İngiltere, ABD ve İsrail'e uzanan hıyanet sarmalının şifresi çözüldü.

Hıyanet sarmalının şifresi: xy+1aB+23cd
Dört yıl boyunca TÜBİTAK'ta derin bir oluşuma giden paralel yapı, Türkiye'nin en mahrem kurumlarından birinin kılcal damarlarına bile sızmayı başardı. Hem TÜBİTAK hem de kurumdaki en gizli birimlerden olan BİLGEM'i ele geçiren paraleller bu sayede üst düzey devlet yetkililerinin kullandığı kriptolu telefon görüşmelerine ulaştı. Bu görüşmeler Boğaz'daki bir yalı, ABD, İngiltere ve İsrail'e bile servis edildi. Bu hıyanet sarmalının şifrelerine ulaşıldı. Başbakan ve cumhurbaşkanı dahil 82 yetkilide bulunan MİLCEP isimli kriptolu telefondan yapılan konuşmaların şifresi tek kullanımlık. Görüşme sonrası iki tarafta da kullanılan kripto anahtarı siliniyor. Görüşmeyi kilitleyen anahtar, en az 12 rakam ve harften oluşuyor. Şifreler telefonu kullanan kişiler tarafından keyfi olarak değiştirilemiyor.

KOZMİK ŞİFRE KİMLERİN ELİNDE
12 haneli şifreyi bilgisayarına giren bir yetkili o telefondaki tüm konuşmaları dinleyebiliyor. Ancak iddialara göre paralel yapı telefonları tek tek dinlemek yerine TÜBİTAK tarafından tüm kriptolu telefonların bağlı bulunduğu ağa erişti. Kurumda kritik birimlere sızan paralel ekip bu sayede kripto ağının güvenlik şifresine ulaştı. Paralel mühendisler kozmik ağın şifresini gizli kurye ile abilerine ulaştırdı. Abiler ise Türkiye'nin en mahrem görüşmelerini kırmak için xy+1aB+23cd şifresini kullandı ve bilgileri yabancı istihbarat örgütlerine servis etti.

FATİH PROJESİ
TÜBİTAK'a bağlı Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi'nin (BİLGEM), "yüksek gizlilik" dereceli Kripto Yazılım Birimi'nde görev yapan 40 kişilik personelin 32'si adı cemaatle anılan Fatih Üniversitesi mezunu çıktı. Bu isimlerin paralel yapının deşifre edilmesinin ardından TÜBİTAK Başkan Yardımcılığı ve BİLGEM Başkanlığı görevinden alının Hasan Palaz tarafından 2012 yılından itibaren işe alındığı da belgelerle kanıtlandı. Ulusal güvenlikle ilgili özel birimde görev yapan personelin Fatih Üniversitesi mezunları arasından seçilmesi ve bu kişiler arasında elektronik ve bilgisayar bölümü dışındaki alakasız bölümlerden mezun isimlerin de yer alması kurum içindeki paralel şüpheleri artırdı.

(TAKVİM/Mevlüt Yüksel)
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

28 Şubat’ın mağduru biziz rant toplamak isteyen onlar!

01 Mart 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Hani 28 Şubat’ı birebir kendimiz yaşamamış olsak..
Kendi halimizi.. Onların halini bilmiyor olsak..
Bu arkadaşların rüzgarına kapılacağız. 
“Vah vah.. Nedir bu Gülen ekibinin mağduriyeti.. 1997’de ezildiler.. 2014’de yine eziliyorlar” diyerek, onlarla birlikte ağlaşacağım..
Oysa 28 Şubat’ta bu arkadaşlar, başörtü yasağında bizi yalnız bıraktılar..
İmam Hatiplerin katsayı mağduriyetinde, bizi yalnız bıraktılar..
Kendi işlerini, dersanelerle, kolejlerle yürüttüler..
Kızlara başörtü yasağında da, formülü, dünyevi akılları ile buldular: “Eğitim için baş açılabilir..”
Eeee.
Nerde sizin mağduriyetiniz?
İHL’lere katsayı adaletsizliği var diye, çocuklarınızı İHL yerine klasik liseye yollayıp, eğitimlerini yarıda kesmediyseniz.. 
Üniversitelerde başörtü yasağı var diye, başlarını açma tavsiyesinde bulunup, diploma almalarını teşvik ettiyseniz ve aldırdıysanız...
Çalışan hanımlara, “Açın başınızı, bir şeycik olmaz” diyerek, dünyaya tapan fetvalarınızla, haram paraları yedirdiyseniz.. 
Nerde sizin mağduriyetiniz?
Lise diplomasını aldınız. Üniversite diplomasını aldınız. Memuriyetten atılmayıp, maaşları aldınız..
Bu mudur mağduriyet?
Karşınızda, katsayı sebebi ile liseden ileriye gidemeyen mağdurlar var iken..
Başörtü yasağı sebebi ile, tıp fakültesinin 5. sınıfından ayrılmak zorunda kalıp, diploma alamayan kızlar var iken.
Başörtüsü sebebi  ile memuriyetten ihraç edilen öğretmenler var iken..
Utanmıyor musunuz, “Biz 28 Şubat’ın mağduruyuz” demeye..
Mağdur olanlar; “Allah’ın emri olan başörtümü çıkartamam. Üç kuruşluk diploma için, dinimi satamam” diyenler midir; yoksa “Başınızı açabilirsiniz” diyenler mi?..
Mağdur olanlar; “On kuruş maaş verecekler diye, başımı açıp çalışamam.. İhraç etsinler. Atsınlar. Ceza versinler. Ne yaparlarsa yapsınlar.. Açmıyorum başımı” diyenler ve memuriyetten ihraç edilenler midir, başını açıp çalışanlar mı?..
Söyleyin, nedir sizin mağduriyetiniz, 28 Şubat’ta? 
Mağdurun kim olduğunu, şöyle de tesbit edebiliriz...
Zaman, Samanyolu ve Gülen ekibinin tüm medya organlarına, 28 Şubat’ta açılan ceza davalarına bakalım, bir de Akit’e açılan ceza davalarına.. 
Yok yok..
Zaman’la Akit’i kıyaslamayacağım..
Zaman’ı.. Samanyolu TV’yi, Aksiyon’u ve daha başka ne kadar medya organları var ise..
Hepsine açılan ceza davasının toplamını alsınlar..
Ben  ise, sadece Akit’tin sayısını onlara vereceğim..
Hatta daha ötesini söyleyeyim..
Onlar üç yılda kendilerine açılan dava sayısını toplasınlar..
Ben Akit’e bir ayda açılan davanın sayısını vereceğim..
Bakalım, 28 Şubat mağduru kimmiş, görelim..
Anlaşılan cezalar bize, mağduriyet üzerinden rant toplamaya soyunmak da Gülen ekibine..
Hayır, “niye rant topluyorsun” diye itiraz etmem. Böyle bir derdimiz yok bizim..
Biz rant peşinde değiliz.. Rant kavgası ile işimiz yok bizim.. 
Allah rızası için, hakları kısıtlanan insanlara sahip çıktık. Kendimiz direndik. Bunun karşılığını da, Allah’tan başka hiç kimseden beklemeyiz.
Ama birileri, o günlerde hem meydanlardan tornistan olup, hem de bugün “Biz de mağdur olmuştuk” diyerek prim toplamaya kalkarsa..
“Allah’tan kork be adam” demek de, hakkımız olsa gerek!
Sahi, bunlar 28 Şubat mağduru mu, yoksa 28 Şubat işbirlikçisi mi?
 “Beceremedin git artık” sözü, her şeyi ispat etmiyor mu?.
“Arzu ederseniz okulları size devredelim” teklifi, her şeyi ispatlamıyor mu?  
Siz 28 Şubat mağduru değil, işbirlikçisisiniz, arkadaşlar..
“Bu ağır oldu” derseniz.. 
Hatırlatayım..
Kendimizi en yalnız hissettiğim dönemlerde bile..
Bir günde, ağır ceza mahkemesinde, 30 duruşmaya girdiğim, sadece o günkü duruşmalarda 60 yıl hapis cezası istendiği günlerde bile..
Yanımızda Gülen grubundan tek bir kişinin durmadığı günlerde bile..
Hatta birçoğunun selam vermekten bile kaçtığı o günlerde bile..
Gülen grubu için, tek kelime ile sitemde bulunmadım..
Bulunmamıştım..
“Direnin demeye hakkım olmayabilir.. Direnenlere destek verin demeye hakkım olmayabilir.. Herkes, kendi hesabını kendisi verecek. Onların da belki, bir bildikleri vardır” demiştim.. 
Ama, bana bugün arkadan hançer vuruyorsanız. Dava üstüne dava açarak boğmaya çalışıyorsanız.. Kusura bakmayın, siz 28 Şubat mağduru değil, “işbirlikçisi”siniz, arkadaşlar!
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Bir eski “Abi” ve “Abla”dan çok çok ilginç iki mektup!

01 Mart 2014
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Hemen her gün Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinden “telefon”lar, “mail”ler ve “mektup”lar alıyorum... Bu telefon konuşmalarımızı, “sayın dinleyenlerimiz” de herhalde “kaydediyor”dur... 
Dolayısıyla, “yalan yazmadığımızı” en iyi onlar biliyor olmalıdır...
Efendim, daha çok “Abi”ler ve “Abla”lar tarafından verilen “bilgi”ler, aslında ne büyük bir “organizasyon” ile karşı karşıya bulunduğumuzu görmeye yeter de artar bile...
ŞAKİRT... ŞAKİ!
Meselâ, bir Abi; 
“Ben Konya’da avukat olarak çalışan biriyim... Dört yıl öncesine kadar bu Paralel Yapı’da Abi idim...
Mütevelli olarak özellikle stajyer avukat ve ilçelerden sorumluydum... Görevimi yaparken Allah (c.c.)’ın rızasını kazanma arzusu olduğu için büyük bir vecd ve huşu içindeydim...
Gün gelip, akçeli işlerine vakıf olunca, Rıza-i İlâhiye’nin sadece bizlerde kaldığını, asıl meselenin dünyalık olduğunu büyük bir teessürle öğrendim ve Hizmet’ten ayrıldım...
Ayrılınca, aforoz edilip şakirtlikten şakiliğe dercettiler... Hizmet’e tabi meslektaşlarım tarafından manen lince uğradım.”
Diye başlamış mektubuna...
Gördünüz ya;
Hizmet’e “hizmet” etmezsen, anında “aforoz” ediyorlar... Lince tabi tutuyorlar.
Dün “şakirt” iken,
Bugün “şaki” oluyorsun!
Dün “şakirt” olarak baştacı yapılan, bugün ise “şaki” ilân edilen “Abi”nin yazdıkları bunlarla sınırlı değil...
Asıl anlatmak istediği;
Paralel Yapı’nın “avukat”lara nasıl nüfuz ettiğini ve “onların yolunun nasıl açıldığını” anlatmak...
Bunu, “Avukatlık Mesleğinden Hakimlik Mesleğine Geçiş Sınavı” esnasında yapıyorlarmış!..
Ama, nasıl?..
ADAYLAR NASIL TAVLANIYOR?
Söz, eski “Abi”de;
“Öncelikle Paralel Yapı’ya dahil edilecek adaylarda bir takım vasıflar aranıyor. Bunların başında, gruba alınacak avukatın zengin ve/veya nüfuzlu olması gerekiyor. 
Bu kişiler tanışma ve kaynaşma adı altında özellikle cumartesi günleri yapılan “kahvaltılar”da abiler tarafından bir araya getiriliyor.
Aday, önyargısının kurbanı olmasın diye, herkesin kabul gördüğü “temel dini kitaplar”dan ders yapılıyor. Yaklaşık iki veya üç ay sonra Fethullah Gülen’in kitaplarından ders işlenmeye başlanıyor.
Adayın yaklaşımına göre “gazete” ve “dergi”lere abone olması, samimi olduğu avukat arkadaşlarını kahvaltıya getirmesi, Abi’leri haftada en az bir defa ziyaret etmesi, “F.Gülen’in kitaplarını alıp okuması ya da hediye etmesi” isteniyor.
Yaklaşık bir yıl kahvaltılarda ısındırılan aday, mütevelli adı altında “hücre”ye dahil ediliyor... Bu hücreler “7 kişi”den oluşup başlarında kıdemli bir abi bulunur. Artık “Hizmet’in gönüllü bir neferi” olarak F.Gülen’e tam olarak biat ediliyor.
Biz; buna, “beynimizi dışarıda bırakıp, direkt merkeze bağlanma” diyoruz. Bu statüde iken her yıl Ramazan ayı içerisinde Abi’lerin de huzurunda “himmet” belirleniyor. “Fitre, zekat ve sadaka”ların yanında ürün ve deri toplama, halktan burs toplama ve haftada en az 3 kişiyi Zaman’a abone etme külfetleri de yükleniyor.
Bunlarda başarılı olan adayın Abi olma yolu açılıyor...
Mütevelli toplantıları pazartesi akşamı yapılırken, “hücre abileri”nin toplantıları pazartesi sabahı yapılır ve Pensilvanya’dan gelen notlar büyük bir gizlilikle abilere dağıtılır. Genelde bu notlarda F.Gülen’in; Efendimiz (s.a.s.) ve Bediüzzaman Hazretleri ile olan kerametleri anlatılır. RTE’yi kendilerinin koruduğunu, istedikleri zaman hükümeti dahi feshedebileceklerini söylerler.
Son zamanlarda, özellikle 2010 yılından sonra, Hoca’nın, “Devir, hukukçuların devridir. Bu nedenle ayırım yapmaksızın hukuk fakültesinde okuyan herkese karşılıksız burs verilsin” dediği ve bu yönde hareket edilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Hizmet’e bağlı olarak faaliyet gösteren Denge Hukukçular Derneği de zaman geçirmeden, hukuk öğrencilerine burs vermeye başlamıştır.
SINAVLARDAKİ TEZGÂH
Konya’da avukatlardan oluşan bir yapının başında Av. A.L. vardır. Kendisi aynı zamanda bölge sorumlusu bir “Abi”dir... Baro başkanlığı ve yönetim kurulu seçimleri dahil her türlü mesleki faaliyete fazlası ile etki etmesine rağmen, hiçbir konuda kendi ismini ortaya koymaz.
Özellikle Baro’ya bağlı Staj Eğitim Merkezi’nin başında hep abilerden birisi bulunur. Mevcut başkan da maalesef bunların kuşatması altındadır. İl sorumlusu Av. M.S. ve ilçe sorumlusu Av. Ö.C.; “Konya’daki Hizmet’e mensup avukat ve hakimleri koordine etmekle görevlidirler.”
Bunlar, “sistemin nasıl kurulduğu ve nasıl işlediği” ile ilgili bilgiler.
Şimdi “asıl konu”ya geçelim... Yani sınavlardaki “tesadüf”(!) ve “şaibe”lere...
“Eski Abi” anlatıyor:
Avukatlık mesleğinden hakimlik mesleğine geçiş sınavları açılınca Paralel Yapıda hummalı bir çalışma başlar... Özellikle kendilerine göbekten bağlı avukatlara “hakimlik” mesleğine geçmelerini, bunun Hocaefendi’nin emri olduğunu bildirirler...
Sınavlara bir ay kala; bu şakirt avukatlar Ankara Akyurt’ta hizmete ait erkek öğrenci yurdunda kampa alınırlar...
Ne gariptir ki fazlaca mesleki bilgisi bulunmayanlar bile bu eğitimden sonra sınavı büyük başarı göstererek(!) kazanırlar!..
Hizmete mensup olmayan avukatlar da, onlardan yüksek puan almış olsalar bile mülakatta elenirler... Siz gazeteci araştırmacılığı ile, bu konuya eğilirseniz daha fazla bilgi edinebileceğinizden eminim. Özellikle Cemaat’ten olup da kazananlar arasında yer alan (.....) adlı kişiler, “Akyurt’ta kısa bir eğitim alıp, kazanan arkadaşlar”dır... Lütfen o isimleri bir kenara not edin!.. Onlar, yakın bir gelecekte; Muammer Akkaş veya Zekeriya Öz olarak karşımıza çıkabilirler!
KENDİNİ GİZLE VE SIZ!
Sayın Başbakan’ın Paralel Yapı’ya yüklenmesi sonucu, “Pensilvanya’dan gelen son talimat” şöyle: “Kendinizi gizleyin!.. Hatta takiyye yaparak Hizmet’e saldırıyor görünüp, AK Parti’ye sızın ve zamanının gelmesini bekleyin!”
Çok enteresan değil mi?..
Demek oluyor ki;
Paralel Yapılanma’nın “Yargı” ayağı, “avukatlıktan hakimliğe geçiş”le oluşturuluyor!..
“Deşifre” olmamak için de,
“kendilerini gizliyorlar!”
“Takiyye” yapıyorlar,
Bir şekilde “sızıyor”lar!..
“ABLA”NIN MEKTUBU!
Bu “eski Abi”nin yazdıklarını hafızanızın bir kenarına yazın...  Çünkü, şimdi de bir “eski Abla”nın yazdıklarını aktaracağım...
Öncelikle benimle ilgili “dua ve iyi dilekleri” ile “Duygularımıza tercüman olduğunuz için size yazıyorum” şeklindeki güveninden dolayı kendisine teşekkür ediyorum...
Şöyle başlamış satırlarına:
“Son dönemlerde birçoğumuza akıl tutulması yaşatan olaylar malumunuz. Yaklaşık 10 sene Cemaat’in içerisinde birçok faaliyete aktif olarak katılmış bir eğitimciyim. Kendisine Cemaat demeyen Hizmet Camiası; üniversite yıllarında haram ortamlardan uzak durmak amacıyla sığındığımız bir liman olmuştu bize... Dinimize uygun bir ortamda, alnı secdeye değen insanlarla birlikte olma düşüncesiyle gittim babam razı olmasa da...
Ama tuhaf şeyler yaşadım... Dinlediğim ilahilerden dolayı, eve aldığım Vakit gazetesinden dolayı uyarılıyor, diğer cemaatlerin veya tarikatlerin dergilerini gizli okumak zorunda kalıyordum. Timurtaş Hoca’nın sohbetlerini sadece kulaklıkla dinliyorduk,  arkadaşlarla...”
Daha sonra, “çalışma hayatı”na atılmış “Abla”mız... “Eğitimci” olduğu için, üniversite sınavını kazanan öğrencilerden, “sadece Hizmet bünyesindekilerle ilgilenmesi” talimatı verilmiş kendisine... 
“Annesi, ablası çarşaflı, ya da farklı cemaat ve tarikattan olan öğrenciler”le ilgili listenin yanlarına “notlar” düşerek, özellikle “ilgilenmeyin” denilmiş!..
Yaptıkları programlara, çok sevildiği halde, “farklı cemaatten” diye, meselâ Dursun Ali Erzincanlı ve diğer sanatçıların davet edilmesi “yasak”mış!..
CEMAAT İÇİ EVLİLİK!
Diyor ki;
“İşin aslı, fişlemenin âlâsı bizde yapılıyordu... Öğrenci evlerinde her türlü ahlaksızlığı yapanlara yer açıldığı halde farklı cemaatten olan insanlara yer verilmedi.
Çalıştığım dönemde onların fişlediği öğrencilerle bizzat ilgilendim... Özellikle İlim Yayma Cemiyeti’yle, AGD ile irtibata geçip, Bosna’ya gönderdiğim öğrencilerim oldu...
Özellikle dershane ve kolejlerde çalışanlara Hizmet içerisinden evlilikler yaptırılarak, aile tümüyle etki altına alınıyordu. Askeriyeden erkeklerle evlenip başlarını açmak zorunda kalan çok kardeşimiz oldu sırf askeriyeye ya da yargıya duhul edebilmek adına. Genellikle zengin olan, ya da mevki sahibi olan erkeklerle evliliğe Cemaat içerisinde teşvik vardı zaten... Onların uygun gördüğü kişiyle evlenmeyi kabul etmediğim için benimle yollarını bir sonraki yıl ayıran hocalarımız, farklı bir resmi kurumda çalıştığımı duyunca tekrar benimle irtibata geçtiler. İki-üç yıl sohbetlere katıldığım halde Arapça ve Fıkıh derslerini farklı bir cemaatin medresesinde aldığım için yine iğdiş edildim. 
Bunları anlatmamın sebebi kendimi anlatmak değil... Kurumun içerisinde tek tip ve düşünemeyen, sorgulamayan, farklı bir gazete, yayın ya da şahsı takip etmeyen bireyler yetiştirildi yıllardır... Yenibosna’da Fatih Koleji’nde bazen haftada bir gün bazen iki gün yazarlar ve akademisyenler getirip çalışanlara hükümet aleyhine propaganda yapılıyor. Kurumlara, Hükümet aleyhine broşürler bastırılıp gönderiliyor...
Dershanelerde MEB’in zorunlu tuttuğu burslu öğrencileri resmiyette gösterip onlardan kayıt parası alan, burada yurt dışındaki hocalara gönderiyoruz diye para topladıkları halde, yurtdışındaki hocaları maaşsız bırakan, vergi kesintisi yapılmasın diye zarfla maaş veren, kurumlarında çalışan herkesten dergi, gazete, burs adı altında zaruri maaş kesintisi yapanların şimdi yolsuzluk diye bağırması en çok da zamanında içlerinde yer almış olan bizleri utandırıyor!..”
28 Şubat öncesinde ve sonrasında birçok cemaate linç girişimi yapıldı. Ama hiçbir cemaat ne dininden taviz verdi, ne devlete kafa tuttu... Onların işleri Rıza-i İlahî idi ve bodrumda da olsa ahırda da olsa o rıza doğrultusunda çalıştılar... Ama şu anda iktidara kafa tutanların ne bir dinî talebi var, ne de rahatsızlıkları... Haliyle gaye Allah değil, masivadan başka şey değil.
Oy verecekleri partileri sorduğumda; belli olmaz CHP de olabilir, diyecek kadar zihniyet körlüğü yaşayanların bilinçli bir mümin şuuruyla hareket edeceklerini zaten bekleyemeyiz...”
.........
Sizlere bir “Abi”nin ve bir “Abla”nın yazdıklarını aktardım... Tek kelime bile ekleme yapmadım... İstedim ki, “Yapılanma’nın temelini, çalışma yöntemlerini ve hedeflerini” sizler de tanıyın...
Yorumunu size bırakıyorum.
********************************************************************
Ukrayna’da kim kazandı... Halk mı, yoksa?!?
Ukrayna’da olan oldu... “80 kişi”nin öldüğü “Gezi kalkışması” benzeri eylemler sonrasında Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç azledildi ve Rusya’ya sığındı...
Ukrayna Başbakanlığı’na da Arseniy Yatsenyuk adlı biri getirildi... Kırım’da ise, “silahlı bir grubun işgali altında toplanan” Parlamento; Başbakan olarak Sergey Aksenov’u seçti...
Peki, Ukrayna’da “BaşbakanlığaArseniy Yatsenko’nun getirilmesi ne anlama geliyor?.. 
Yani, burada “halkın dediği” mi oldu, yoksa “halk kullanılarak birilerinin plânı mı sahneye konuldu?”
Sadece şu kadarını söyleyeyim: Efendim; Ukrayna Başbakanlığı’na getirilen Arseniy Yatsenyuk, daha önce “Merkez Bankası Başkanlığı” yapmış!.. Yani, “para çarkı”nın başında... Peki, “para” deyince kim gelir aklınıza?.. Elbette “Yahudi”ler!.. Efendim, Arseniy Yatsenyuk adlı kişi de, “Romanya asıllı bir Yahudi” imiş, iyi mi?..
Şu hâle bakın; “Hıristiyan olmayana kız bile vermeyen” Ukrayna halkını bir “Yahudi” yönetecek!..
Şimdi söyleyin hele... Ukrayna’da kazanan kimdir?.. “Halk” mıdır, yoksa “Putin’e rağmen Ukrayna yönetimine gelen Yahudiler” mi?..
Aaa; Türkiye ile ne kadar “Paralel!”
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Kılıçdaroğlu ve Sarıgül bir proje ürünü mü?

01 Mart 2014
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Yeni bir İslam projesi, ancak yeni bir CHP ve laiklik dizaynı ile mümkün olacaktır. Onun için eğer terazinin bu kefesinde bir şeyler değişecekse, öteki kefesi de değişecektir..
 
CHP’liler AK Parti cephesinde yaşananlara bakıp çok da sevinmesinler, burada oynanan oyun kendilerinin de başına gelecek..
Kılıçdaroğlu ve Sarıgül, her ikisi de bir projenin ürünü.. Baykal Cumhurbaşkanı olacaktı, olması gerekiyordu ve olamadı. Rolünü iyi oynayamadığı için Erdoğan control edilemedi. Onun için de cezalandırıldı..
 
Zaman yazarları Baykal’ın Cumhurbaşkanı olması gerektiğini yazarken aslında uluslararası sistemin kararını bir bakıma tebliğ ederek görevlerini yapıyorlar, kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlardı..
Senaryonun baş aktörlerinden biri rolünü iyi oynamadığı için cezalandırıldı! Kim tarafından ve nasıl cezalandırıldığını biliyorsunuz artık. Yerine yedekteki bir oyuncu geçici olarak sahne aldı..
Kılıçdaroğlu’nu nasıl geldiğini anlamak için Baykal’ın nasıl gittiğine bakmak gerek..
 
Paralel yapı 1991’den beri aktif. Bunu bir kenara not edelim. 28 Şubat’ta istifa etmek zorunda kalan Erbakan hükümeti de bu proje kapsamında kurulmuştu.. Uluslararası sistemin bu hükümet içindeki moderatörlüğünü yapan da bir gecede hidayete erip, “sütten çıkmış ak kaşık” ilan edilen Çiller’di..
Erbakan’dan derin yapı içindeki, ılımlı İslamcıların ve yeşil sermayenin sisteme entegre edilmesine karşı çıkan kanadı tasfiye etmesi bekleniyordu. Ülkücü Çatlı da bu görevin yerine getirilmesinde Alevi emniyetçi Kocadağ, Zaza Milletvekili Bucak ve Gonca Us ile birlikte rol alacaktı.
 
Aceba Muhsin Yazıcıoğlu’nun infazı ile ilgili süreci tâ o günlere kadar uzatmak mümkün mü?
Erbakan’a “mirasını çocukların arasında paylaştır, İsviçreye nasıl gittiniz, niye ve nasıl döndünüz, 12 Eylülde ve 28 Şubatta yaşananları yaz” diyince birilerinin nasıl ve niçin  saldırıya geçtiğini şimdi daha iyi anlayabiliyorum.. Mayınlı tarlaya girmişim, birileri de bizim saf arkadaşlarımızı dolduruşa getirip üzerime salmışlar..
 
Oysa bizim o gün yaşananları bilmemiz, bugünümüzü anlamamız, tedbir almamız açısından bir bilinç oluşturması açısından önemliydi. Ama kader bu, ne gelir elden!
 
Baykal şimdi yeniden Cumhurbaşkanı olabilir miyim diye düşünüyordur herhalde, ama geçmiş olsun. Kılıçdaroğlu da düşünüyor olsa gerek.. Ya da CHP’den başka kim aday olabilir.. Birileri meclis dışı, derin yapıdan birini öne sürmeye çalışacak. Derin ve paralel yapı boş durmuyor..
 
Kimi, Sarıgül’ü CHP’nin başına taşımaya çalışırken, kimi de Baykal’ın kaybetmesi kesin de, kaybedeceği iyiden iyiye anlaşıldığında, aileden birilerinin yolsuzluk iddiası, akit’in gündeme taşıdığı, cinayet davası ve birtakım yeni dosyaları gündeme taşıyıp, adaylığının iptal edilerek bir hukuki tartışma başlatılması, en azından İstanbul’da seçimlerin yenilenmesine sebeb olacak birtakım hukuk karmaşası çıkartmak için kafa yorduklarına ilişkin ipe sapa gelmez iddialar dolaşıyor ortalıkta.
 
Bu seçimler Kılıçdaroğlu’nun da Sarıgül’ün de varolmak ya da yokolma davası haline geldi.. Siyasi geleceklerinin devam etmesi, bu süreçte yaşanacak olanlara bağlı.. Başarı için her ikisi birbirine dayanıyor, ama her ikisi de aynı zamanda birbirinin rakibi, biri kazanırsa, diğeri kaybedecek.. İkisi birden giderse, Baykal geri dönebilir mi? Bu da pek mümkün gözükmüyor..
Kimse fark etmiyor ama, CHP bu süreçte derin bir kriz yaşıyor..
 
CHP kendi cehennemine kendi sırtında odun taşıdığının farkında değil öte yandan.. Cemaat eğer başarılı olacak olursa, AK Parti gibi CHP de yeniden dizayn edilecek ve cemaatin nihai hedefleri arasında senaryolarında Kılıçdaroğlu ve Sarıgül’ün olması mümkün değil. İşleri bittiğinde isimleri silinir..
 
Cemaat olmasa da, ki zaten cemaatin siyasi geleceği yok, olamaz! Uluslararası sistem, deşifre olmuş, yaralı bir ata oynamaz.. Sisi gibi, Esad gibi bu yapı da zamanı geldiğinde, işi bittiğinde tarihin çöplüğüne atılacaktır. Kendileri seçilmiş bir iktidara bunu yaparken, iktidarı savunanların bunlara boyun eğmesi asla mümkün olmayacaktır..
 
CHP nereye giderse gitsin çıkış yolu yok. Köşeye sıkışmış durumda.. CHP’liler farkına varmasa da yolun sonuna geldiler. Kim kazanırsa kazansın, ya da kim kaybederse kaybetsin, CHP kaybedenlerin safında yer alacak..
 
Yaşadığınız zamana ve dünyaya şahidlik edin, torunlarınıza anlatacak çok şeyiniz olacak.
Siz tarihin yaşayan tanıklarısınız ve tarih siz yaşarken şekilleniyor..
 
Ye’s yok! Bizi gören, duyan, bilen ve bize merhamet eden bir Allahımız var. O, bizi bizden daha iyi biliyor ve O, hüküm sahibidir.. O, kalplerden geçeni de bilir.. O zaman ne gam!
 
Yine Tefviznâmeyi hatırlayalım: “Görelim Mevlam neyler / Neylerse güzel eyler/
 Hakk şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Ârif ânı seyreyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.” 
Selâm ve dua ile..

KEŞKE BENİ DİNLEYECEĞİNİZE ALLAH'IN SÖZÜNÜ DİNLESEYDİNİZ

İslamoğlu'ndan Cemaate Sert Tepki

Ailesi ile birlikte paralel yargı tarafından telefonları dinlendiği ortaya çıkan yazar Mustafa İslamoğlu, "17 Aralık operasyonu başarılı olsaydı bu dinleme kayıtları üzerinden 27 Aralık'ta beni tutuklayacaklardı" dedi.
İslamoğlu'ndan Cemaate Sert Tepki
01 Mart 2014
Sabah'ın haberine göre "Paralel Din" kavramı üzerinden yaptığı çarpıcı açıklamalar kamuoyunda geniş yankı uyandıran Mustafa İslamoğlu, fahri başkanlığını yaptığı Akabe Vakfı'nın 60 gönüllüsü, oğlu, kızı, ev telefonu ve cep telefonunun paralel yargı tarafından dinlenmesine sert tepki gösterdi.

BENİ DİNLEYENLER, DİNLETENLERİN HAYATI BENİM KADAR ŞEFFAF MI?

Dün vakıf merkezinde son gelişmeleri değerlendiren İslamoğlu 3 yıl boyunca kendisini dinleyenlere "Bütün sözlerimi yayınlayın çekindiğim hiçbir şey yok. Beni dinleyen savcılar hakimler siz de aynısını söyleyebiliyor musunuz? Ey beni dinleyen emniyet istihbarat yetkilileri sizin hayatınız da bu kadar şeffaf mı? Beni dinletenlerin arkasındaki güç siz de 3 yıl boyunca tüm konuşmalarınızı yayınlamaya izin verecek cesaretiniz var mı?" çağrısında bulunarak hodri meydan dedi.
Hayatı boyunca şeffaflıktan yana olduğunun, gizli ajandasının olmadığının, gönül fethine dayalı bir tebliğ metodu izlediğinin altını çizen İslamoğlu, vakıf olarak bugüne kadar devletin sivil toplum kuruluşlarına verdiği meşru yardımlardan bile yararlanmadıklarının altını çizdi.

TOPLUMU BİRBİRİNİN CASUSU, RÖNTGENCİSİ HALİNE GETİRDİNİZ!

Mustafa İslamoğlu konuşmasına şu sözlerle devam etti:
"Eğer inanıyorsanız inandığınız değerler insanların özel hayatını dinlemeyi, insanların hatasını aramayı yasaklıyor. Yargının görevi adaleti tesis etmektir. Yargı zulüm yaparsa ne yapacağız? Siz suç işliyorsunuz, suçluyu nasıl yargılayacaksınız? Sizi kim yargılayacak? Siz bu toplumu ayakta tutan güvenin temeline dinamit koyuyorsunuz. Bu toplumu birbirinin casusu, röntgencisi haline getireceksiniz. Umumi bir bela ile karşı karşıyayız."

BİNLERCE DİNLEME KAYDININ DÖKÜMÜNÜ YEDİEMİN KATINDA SAKLAMIŞLAR

Birbirinden habersiz, birbirini tanımayan insanları aynı soruşturma kapsamında dinlemenin büyük bir hukuksuzluk olduğunu belirten İslamoğlu, bu dinlemelerin binlerce sayfadan oluşan kayıtlarının Çağlayan Adliyesi'nin eksi altıncı katında saklandığını söyledi:
"17 Aralık operasyonunda bizim dinleme kayıtlarını Çağlayan Adliyesi'nin yediemin katında saklamışlar. Suç aletlerinin bulunduğu bölümde, cinayet silahi gibi suç olduğunu bile bile, bulunmasın diye saklamışlar. Sadece bir tutanakla açılacak şekilde hakim nezaretinde mühürlemişler. Çok şükür insaflı bir hakim çıkmış da bulunmuş."

SAVCI ZEKERİYA ÖZ'ÜN KORUMASINI BANA VERMİŞLER

"Bir de koruma operasyonu var. İstanbul Valiliği beni talebim dışında 5 yıldır koruyor. Gelen korumanın kimliğini bilmeyiz. Ben de merak ediyorum bana Zekeriya Öz'ün korumasını görevlendirmişler. Sanırım Emniyet Müdürlüğü bu konuda bir açıklama yapacaktır. "

3 YILLIK KONUŞMALARIMIZDAN KİMBİLİR KAÇ SENARYO ÜRETİLECEKTİ

İslam tarihinden, Kur'an'dan ve sahabelerin hayatından örnekler vererek insanların özel hayatına izinsiz müdahalenin büyük bir günah olduğunu söyleyen İslamoğlu , büyük bir tehlikeye de dikkat çekti:
"Düşünün bir insan üç yıl içinde kaç kelime konuşur. O konuşmalardan kaç senaryo üretilir. Otur o kelimelerden montajla ve bir suç üret. Sonra ayıkla pirincin taşını, masum olduğunu kanıtlamaya çalış."

KEŞKE BENİ DİNLEYECEĞİNİZE ALLAH'IN SÖZÜNÜ DİNLESEYDİNİZ

"Beni dinleyeceklerine Allah'ı dinleselerdi daha iyi olurdu. Niye insanları dinliyorsunuz? Neyinize yarayacak? Buradan ne elde edeceksiniz? Ne yapacaksınız bu kadar gücü? İnanın çok üzülüyorum, içim kanıyor. Osmanlı'nın kardeş katli var ya, kendimi manen katledilmiş bir kardeş gibi hissediyorum.

Yılarca yüzyüze baktığım, konuştuğum, istişare ettiğim bu yapıdan dostlarımla keşke yüzyüze gelsek de sorsam "ne düşünüyorsunuz, ne hissediyorsunuz, nasıl açıklıyorsunuz" bu durumu?"

BU DİNLEMELER ÜZERİNDEN 27 ARALIK'TA BENİ TUTUKLAYACAKLARDI

17 Aralık yargı darbesi başarıya ulaşması durumunda büyük bir operasyon yapılacağının duyumlarını aldıklarını söyleyen İslamoğlu, bu dinlemeler üzerinden kendisini de tutuklamayı planladıklarını söyledi:
"Dün bir haber aldım. 17 Aralık operasyonu başarılı operasyonu olsaydı 25 Aralık operasyonu olacaktı. Daha sonra bu dinlemeler üzerinden 27 Aralık operasyonunda tutuklanacağımı dün yetkili bir makamdan öğrendim. Görmediığimiz, geçirmediğimiz yerler değil. Bir şey olmazdı, Medrese-i Yusuffiye'yi kurardık orda. Ahiret var diyorum sadece. Allah'a hesap verecek gibi yaşamalıyız. Bize bu işi yapanlar kimse bulup ortaya çıkarmak devletin görevidir.

http://www.habervaktim.com/haber/362750/islamoglundan-cemaate-sert-tepki.html
Gülen grubunun bilinmeyen yönlerini anlattı!
27 Şubat 2014
Fethullah Gülen'in ilk talebesi olan ve uzun yıllar Gülen'in halefi olarak kabul edildiği halde otoriteye baş kaldırarak iki yıl önce Cemaat ile yollarını ayıran Latif Erdoğan, Gülen grubunun kamuoyu tarafından
bilinmeyen yönlerini anlattı.

Gülen grubunun bilinmeyen yönlerini anlattı!
 
 

Latif Erdoğan isminin Gülen Cemaati içinde özel bir önemi var. Fethullah Gülen'in İzmir'deki vaizlik döneminde ilk talebesi olan Latif Erdoğan uzun yıllar Cemaat içerisinde Gülen'in halefi olarak bilindi. İslam Enstitüsü mezunu Latif Erdoğan tam 40 yıl Gülen Cemaati'nin her kademesinde önemli görevlerde bulundu. Şemsettin Nuri müstear ismiyle Sızıntı Dergisi ve Zaman Gazetesi'nde yıllarca yazılar yazdı. Fethullah Gülen'in hayatının anlatıldığı, yüzbinlerce insana ulaşan "Küçük Dünyam" kitabı da Latif Erdoğan tarafından kaleme alındı.
Fethullah Gülen'in üslubunu andıran hitabeti ile Gülen Cemaati'nin konferanslarının ve himmet toplantılarının vazgeçilmez ismi oldu. Latif Erdoğan iyi bir hatip olmasının yanısıra önemli kitap çalışmalarına da imzasını attı. Kitap fuarlarındaki imza günleri cemaat gönüllüleri ile doldu taştı. Gülen'in ilk talebesi, halefi ve en yakın dostu olmasına rağmen Gülen'in otoritesine ve yanlış kararlarına ilk itiraz eden isim oldu. İtirazlarını yoğunlaştırınca önce yurtdışına gönderildi. Bir süre yurtdışı hizmetlerde görev alan Erdoğan, dönüşünde Zaman'dan uzaklaştırılarak Bugün Gazetesi'nde yazmaya başladı. Gülen'i açıkça eleştiren bir isim olarak bu yazarlık dönemi de çok uzun sürmedi.

Cemaat politikalarına itirazlarını sürdürünce Gülen hareketinden tamamen dışlandı. Bir süre inzivaya çekilen Erdoğan bu kez Akit Gazetesi'nde köşe yazılarına başladı. Yazılarında Gülen Cemaati'ni hedef almaktan özenle kaçınırken 17 Aralık polis-yargı darbesinden sonra sessizliğini bozdu. Hem köşesinden hem de Twitter üzerinden cemaat tabanına önemli mesajlar verdi.
Latif Erdoğan ile Gülen Cemaati'ndeki ilk kırılmaları, Fethullah Gülen ile hangi konularda fikir ayrılığına düştüklerini, 7 Şubat MİT operasyonu ve 17 Aralık darbesi konularındaki görüşlerini sorduk. Sorulamıza içtenlikle cevap verirken cemaat terbiyesi gereği Fethullah Gülen'den Hocaefendi sıfatıyla bahsetmesinin daha uygun olacağının ısrarla altını çizdi.

HİZMET KUDSİYETİNİ KAYBETTİ, BAŞLANGIÇTAKİ HEDEFLERİN İÇİ BOŞALTILDI

-Latif bey Fethullah Gülen ile nasıl tanıştınız?
Hocaefendiyi, 1967 yazında, Kestanepazarı adıyla bilinen İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği'ne ait bir eğitim kurumuna öğrenci kimliğiyle girdiğimde tanıdım. Kendileri o kurumun müdürü idiler. Ayrıca aynı kurumun bitişiğindeki camide vaizlik görevini ifa ediyorlardı.

-Gülen Cemaati'ni nasıl tanımlıyorsunuz? Geçmişten günümüze düşündüğünüzde konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Hocaefendinin, kendisini, doğru bildiği doğrultuda bir ülküye adadığında hiç kuşku yoktur. Bu ülkü, ilk dönemdeki saffetiyle içinde iman bulunan herkesi kendine cezp edecek güce de sahipti. Hocaefendi de bu ülkünün bütün şartlarıyla donanımlı bir kimlik ve kişiliğe sahip bir öncüsü konumundaydı.

-Sizin itiraz etmenize neden olan değişimler nasıl yaşandı?
Evvela, başlangıçtaki ülkünün içi boşaltıldı. Dolayısıyla hizmet kutsiyetini kaybetti. Hizmet, çeşitli iş sektörlerinin buluşma noktası haline geldi. Bu sektörlerde çalışanlarla hizmetin ilişkisi, işçi- işveren ilişkisine dönüştü. Değer atfedilen öncelikler, dünyevi işlerdeki başarılara dönüştü. Eskiden, iman, ibadet, takva, züht, kardeşlik gibi argümanlar öne çekilirken, daha sonra ekonomik kavramlar yönlendirici noktaya yerleşti. Kısa bir süre sonra da ekonomik endişeler her şeye hakim oldu.

YALAN SÖYLENDİĞİNİ GÖRDÜM VE "BENİ HİMMET TOPLANTILARINA ÇAĞIRMAYIN" DEDİM
-Ekonomik endişeler derken neyi kastediyorsunuz? Buna örnek verebilir misiniz?
Yaşadığım iki örneği anlatayım. İlk dönemlerde, bir esnaf arkadaşımız, önemli bir miktar yardım vadinde bulundu. Fakat işleri iyi gitmedi. Kendisine söz verdiği miktarı ertelemesi, hatta işleri düzelinceye kadar vermemesi teklif edildi. Arkadaşımızın cevabı, hayır ben o kadar insan içinde böyle bir söz verdim, sözümden dönemem, evimi satıp vaadimi yerine getireceğim, şeklinde oldu. Her türlü ısrara rağmen evini sattı ve söz verdiği yardımı gerçekleştirdi.

DAHA FAZLA YARDIM TOPLAMAK İÇİN YALAN SÖYLEDİLER
Vereceğim ikinci örnek ise sonraki döneme ait. O dönemde mali durumundan şikayet eden ve dua isteyen bir arkadaş, himmet toplantısında öyle bir rakam söyledi ki, şaşırıp kaldım. Toplantı bitiminde aynı arkadaş tekrar söz istedi, yapılan yardımların az olduğunu dillendirerek, kendi vadini ikiye katladığını söyledi; ve orada bulunanlardan da aynı doğrultuda davranmalarını istedi. Pek çoğu da denileni yaptı. Toplantı sonlanıp herkes dağıldıktan sonra, ben sorumlu arkadaşa, bahsi geçen arkadaşla aramızdaki konuşmayı aktardım ve bu arkadaş vaat ettiği rakamları nasıl verecek, diye sordum.Sorumlu arkadaşımızın cevabı, "Hocam o sadece teşvik için konuştu" şeklinde oldu. O günden sonra, beni bu tür toplantılara çağırmayın, dedim ve bir daha katılmadım. Öncesi ve sonrasıyla bu iki örneği istediğiniz kadar çoğaltmanız mümkündür..

NETİCEYE ULAŞMAK İÇİN HER YOLU MEŞRU GÖRDÜLER
-Peki Cemaatle yollarınızı ayırmaya ne zaman ve neden karar verdiniz?
- Ben, işin başındaki sabit değerlere sımsıkı bağlı kaldığıma göre, ayrılmayı bana değil başkalaşanlara isnat etmek daha gerçekçi olur kanaatindeyim. Bu başkalaşımı, öncelikle Hocaefendinin içselleştirdiğinde de kuşku yoktur. Bilerek ya da bilmeyerek bağlıları da kendisini takip etmiştir.

- Başkalaşmaktan kastınız nedir?
- Başkalaşmaktan kastımı tek bir kavramla ifade edecek olursam, bu dünyevileşmektir. Ahiret yurdunda devşirmeyi düşündüğümüz meyveleri burada tüketmektir. Elbette bu istenmeyen sonuca varmak birden olmamıştır. Özellikle Hocaefendi'nin şuur altını besleyen talepleri bu süreci hem hızlandırmış hem de şekillendirmiştir. Neticeye ulaşmak için her yolu meşru gören zihni değişim söz konusu taleplerin bir sonucudur. Vesileleri maksat haline getirmek yine aynı taleplerin oluşturduğu kırılma noktasıdır. Özel olmakla, gizli olmak arasındaki büyük farkı sıfırlayarak, tedbiri takiyyeye dönüştürmek de yine böylesi bir sonuçtur.

BEDİÜZZAMAN VE ESERLERİNİ SIRADANLAŞTIRMAYA ÇALIŞTILAR
-Fethullah Gülen bu gidişatı göremedi mi?
Benim görebildiğim kadarıyla Hocaefendi, içindeki meyilleriyle taşıdığı konum arasında preslenmiş bir hayat yaşamıştır. Bediüzzaman modelini şahsında taklit etmesi, onu bazı hususlarda suniliğe hatta ikileme itmiştir. Kendisi başta ret etmiş olsa da en uç noktalarda manevi makam isnatlarına daha sonraları açık hale gelmiştir. Bu kabulleniş refleksiyle de bir gün gelmiş, çıkamadığı yükseklikleri aşağıya çekme gayretine düşmüştür. Bediüzzaman'ı ve onun eserlerini sıradanlaştırma gayretleri bu düşüşün somut örneğidir.

HAKKIMI HELAL ETMİYORUM, HELALLİK DE İSTEMİYORUM!
-Ayrılmanızın temelinde bahsettiğiniz bu dünyevileşme meselesi mi yatıyor?
Mevcut yapı, alternatif düşüncelere kapalı olduğu için de yollarımız ayrılmıştır. Bunları söylerken, sakın meseleyi kişiselleştirdiğimi düşünmeyin, çünkü yollarımızın ayrılışından kendileri ne kadar memnunsa ben de en az o kadar memnunum. İşin ötesini hesap gününe bırakıyorum. Hakkımı helal etmediğim gibi helallik de istemiyorum.

GÜLEN'İN ABD'YE GİDİŞİYLE HERŞEY ÇIĞRINDAN ÇIKTI
-Başkalaşımı bütün boyutlarıyla düşündüğümüzde, sizce Fethullah Gülen'i etkileyen dış etkenler var mıdır, nelerdir ya da kimlerdir?
1995'li yıllarda Hocaefendi'nin değişimi çok hızlı ve dikey olmuştur. Alternatif açılım denilen, ne olduğunu kendisinin de pek anladığını sanmadığım bir vibrasyonla zihni değişimi hızlanmış, meyil giderek ihtiyaca, ihtiyaç iştiyaka, o da incizaba dönüşmüştür. Daha sonra da bu şiddetli çekim gücünden kendini kurtaramamıştır. Meselenin Türkiye ayağında gerçekleşen ilk değişim ve dönüşümler Amerika 'da daha da ivme kazanmış, mesele çığırından çıkmıştır.

KADROLAŞMA FAALİYETLERİ SERSERİ BİR GÜÇ HALİNE GELDİ
- Cemaatin, siyasi kadrolaşmayı siyasete müdahaleye varan operasyonlara dönüştürmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Başkalaşım süreci yaşanmamış olsaydı, Cemaate aidiyet hisseden bireylerin devlet kadrolarında bulunuşunu ülke adına önemli bir kazanım olarak değerlendirebilirdik; ki öyleydi. Lakin söz konusu başkalaşım bizim değer ölçülerimizi de alt üst etti. Bu milletin alın teri göz nuru ile oluşan önemli güç yapılanması, ne yapacağı belirsiz serseri bir güç halini aldı; hatta silahını, korumakla görevli bulunduklarına çevirdi. Mesele, sadece siyasete müdahale ile de sınırlı kalmadı; bir hiç uğruna devlet ve millet ipotek altına alınmaya çalışıldı. Bu affedilemez bir suçtur; suçluları ne millet ne de tarih asla affetmeyecektir. Bütün bunları söylerken, camianın hepsini aynı kefeye koyup töhmet altında tutmak büyük günah, büyük vebal olur. Suçun büyüklüğü ölçüsünde adalet terazisinin hassasiyeti artırılmalıdır. Ceza, ayıklanarak verilmelidir.

CEMAAT 7 ŞUBAT MİT OPERASYONUNDA DIŞ GÜÇLERİN GÖNÜLLÜ TAŞERONLUĞUNU YAPTI
-7 Şubat MİT operasyonu ile başlayan 17 Aralık darbesi ile zirve yapan Cemaat- AK Parti kavgası sizce neden başladı?
- Cemaatin MİT krizindeki hali, ağlamak için bahane arayan çocuk gibidir. MİT'e isnat edilen suçun inandırıcı hiçbir tarafı yok. MİT'in yapması gereken en asli görev, yapanlar hakkında suça dönüştürülmek isteniyorsa, burada çok ciddi bir yanılgı ya da art niyet söz konusudur. Nitekim konu netleştikçe ve daha sonra olanlarla ilişkisi açığa çıktıkça, meselenin yanılgı değil bir art niyet olduğu görüldü. Diğer atraksiyonların ağır bilançosundan da anlıyoruz ki, Cemaat burada dış güçlerin gönüllü taşeronluğunu yaptı; onu da beceremedi. Bu bağlamda, olanları Cemaat- AK Parti kavgasına indirgemek fevkalade yanlıştır. Ayrıca, Ak Parti kavganın tarafı değil, bulunduğu konum gereği saldırının püskürtücüsüdür. Bu yönüyle de hükümetin bu başarısına medyun-u şükran olmamız gerekir.

SANDIĞA GİDİNCE TABANIN TERCİHİ CHP'DEN DEĞİL AK PARTİ'DEN YANA OLACAKTIR
-Sizce cemaat tabanı bu kavgayı nasıl karşılıyor? Bir kırılma yaşanıyor mu?
-Taban kelimesi kullanılmaması gerekirken, maalesef var olduğu için kullanılıyor. Halbuki hizmet, cemaat değil de hareket olsaydı, asla statü ifade eden kavramlar bünyede yer alamazdı. Ben yine de sempatizanlar ifadesinin kullanılması taraftarıyım. Bu kesim sadece kırılma değil, aynı zamanda travma yaşıyor. Aileler bölünmüş durumda. Fakat, mesele siyasete yansıdığında tercihin bu kesim itibariyle AK Parti'den yana olacağında kuşku yok.

CEMAAT ESKİDEN BERİ BEDDUAYI BİR ŞANTAJ ALETİ OLARAK KULLANDI
-Türk halkı beddua videosunu çok yadırgadı. Sizce toplumda infiale neden olan bu görüntüler neden yayınlandı?
- Beddua eskiden beri cemaatin elinde bir şantaj aletidir. Özellikle cemaat içi problemlerde bu durum korkutucu bir öğe olarak kullanılır. Falanın beddua ettiği kişi artık iflah olmaz, düşüncesi cemaatte yaygın bir kanaattir. Böyle bir psikolojinin tetiklemesi söz konusu olabilir.

-Gülen cemaati tarafından Hz. Peygamberin dizilerde, tweettlerde, Türkçe olimpiyatlarında siyasi mesaj olarak kullanılması da çok tepki topladı. Bunları ilk duyduğunuzda siz ne düşündünüz?
- Bir şey demek istemem; çünkü aklı selim adına sözün bittiği yeri konuşuyoruz. Bunlar, Nur-u Muhammedi'den mahrumiyet sinyalleridir. Cenab-ı Hak, bütün inananları böylesi kötü akıbetten muhafaza buyursun.

CEMAAT, AİLEMİ BİLE BANA KARŞI KULLANDI
-Zaman Gazetesi, cemaatin sizinle olan sorununu aileniz üzerinden sürdürme gayreti içinde. Bu durum sizi rahatsız ediyor mu?
-Öncelikle benim cemaatle bir sorunum yok. Çünkü yolumu, on beş sene önce kısmen, iki sene önce de tamamen ayırmış durumdayım. Ben kişiler üzerinden değil, olaylar üzerinden konuşuyorum. Mehmet Erdoğan' nın Zaman Gazetesi'nde yayınlanan sözlerini okuduğunu, okusa da anladığını sanmıyorum. Cemaat de onun bu eksi yanlarından istifade etmiş olabilir. On dört senedir söz konusu gazeteyi açıp okumadım. Onun için de kardeşimin ifadelerini bana başkaları aktardı. İfadelerini ve üslubunu çok sefil buldum, onun adına acıdım. Büyük aileyi iması tamamen yalan ve iftiradır, bahsettiği vicdan ise, maalesef onun literatüründe "cüzdan" dır. Nitekim, yeğeniyle, yani oğlum Metin Erdoğan'la yaptığı telefon konuşmasında böyle bir ifadeye mecbur bırakıldığını itiraf etmiştir.

BENİM EVİMİ BİLE DE DİNLEDİLER
-Son günlerde paralel yapının binlerce kişiyi yasadışı olarak dinlediğini şaşkınlıkla izliyoruz. Yakında bu sayının artacağı söyleniyor. Bu yapı Başbakan Erdoğan ve oğlunu da yasadışı olarak dinlemiş ve ses taklidi ve montaj yaparak bunu sosyal medya üzerinden servis yaptı. Siz bu tür yasadışı dinlemelere şahit oldunuz mu?

-Şimdilerde adı paralel olan yapının dinleme ve izleme sabıkası hem çok kabarıktır; hem de başlama süreci 30 sene öncesine dayanır. Elbette teknoloji geliştikçe hem sayı arttırılmış hem de işin mahiyeti inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Benim kendi evimin dinlenmesiyle ilgili o kadar çok tecrübe yaşadım ki, anlatılması bile bana ağır geliyor.
Halbuki tecessüsün her çeşidini dinimiz haram kılmıştır. Gıybet nasıl haramsa tecessüste öyledir. Fakat şimdiye kadar sonuç alınamadığı gibi İnşallah bundan sonra kötü emellilerin kötü hedefleri boşa çıkacaktır. Nitekim, servis edilen ses kayıtlarının nasıl alçakça birer montaj ürünü olduğu göründü. Bundan sonrada görülecekler de farklı olmayacaktır. Bunlar paralel yapının son çırpınışlarıdır; Her çırpınışları da onları daha da batıracaktır.

CEMAAT GÖNÜLLÜLERİ DİN DÜŞMANLARINA OY VERMEK GİBİ BİR YANILGIYA DÜŞMEMELİ
-Bu harekete 40 yılın vermiş, Fethullah Gülen'in en yakınında olan isimlerden biri olarak cemaatin samimi gönüllülerine bir çağrınız olacak mı?
-Öze dönsünler. Cemaati bu hale getiren hastalıkları teşhis adına, özellikle Bediüzzaman'ın Hutbe-i Şamiye'yi ve Lahika mektuplarını tekrar ve dikkatle okusunlar. Eğer, başlarındakiler hala yanlışlarında diretirlerse, onlardan ve yanlışlardan yüz çevirerek tek başlarına Hakk'a ve hakikate yönelsinler.. Bu cümleden olarak ,önümüzdeki seçimlerde, milli iradenin yanında yer alsınlar; desteklenmesi sadece siyasi bir parti desteklenmesi sınırını çok aşan, aynı zamanda ittihad-ı İslam ve ümmet davasını sahiplenme manasına gelen AK Parti'yi ödünsüz desteklesinler. Hele dinin ve maneviyatın emansız ve amansız düşmanı bir partiye oy vermek gibi bir yanılgı ve gaflete asla düşmesinler. Çok yönlü esaret ile kuşatılmış olduğu her halinden belli bir insanın hele kendi alanı dışındaki bir husustaki fetva ve çağrısının kesinlikle dinlenilme niteliğinden yoksun olacağını ve öyle de olduğunu bilsinler, kendi vicdanlarının, kendi hür iradelerinin çağrısına kulak versinler..

İsa Tatlıcan / Sabah
http://www.haber10.com/haber/480361/#.UxI6XFo5nDd
17 ARALIK F.GÜLEN ALBÜMÜ 7












Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı


Gömülü resim için kalıcı bağlantı













 





























Gömülü resim için kalıcı bağlantı










Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı


Gömülü resim için kalıcı bağlantı














Gömülü resim için kalıcı bağlantı





Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı







Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı


Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı







Gömülü resim için kalıcı bağlantı





Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı


Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı





Gömülü resim için kalıcı bağlantı







Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı







Gömülü resim için kalıcı bağlantı













Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı





Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Gömülü resim için kalıcı bağlantı






Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı


Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı









Gömülü resim için kalıcı bağlantı
01.03.2014

DİĞER ALBÜMLER