HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

19 Mart 2014 Çarşamba

Başbakan Erdoğan'dan önemli açıklamalar

Başbakan Erdoğan, TRT ile birlikte TRTHaber ortak yayınında gazetecilerin sorularına cevap verdi.

Başbakan Erdoğan'dan önemli açıklamalar19 Mart 2014,
Başbakan Erdoğan, TRT'de gazetecilerin sorularına cevap veriyor. Ahmet Taşgetiren, Hakan Albayrak, Nihal Bengisu Karaca'nın katıldığı programda Başbakan Erdoğan, öncelikli olarak dinleme konusuyla ilgili iddialara cevap verdi.

- Başbakan Erdoğan paralel yapıya ilişkin bir soruya cevap olarak, bir örgütün, bir çetenin Türkiye Cumhuriyeti devletini ele geçirmek istediğini ve hukuk içerisinde ne gerekiyor o mücadelenin yapılacağını söyledi. Memurların çalışmasını düzenleyen 657 sayılı yasa olduğunu hatırlatan Erdoğan, memurun çalışma şartlarının belli olduğunu ifade etti.

- Başbakan Erdoğan, seçim döneminde böyle bir konuya girmek istemediğini belirtirken kendisinin 2 yıl önce Türkçe Olimpiyatları'nda dön çağrısı yaptığını söyledi. Erdoğan, inzivaya çekildiği söylenen kişinin Türkiye'de kendilerine ait televizyon kanalındaki dizilererin sahnelerine ve senaryolarına kadar onun oluru görülüyor dedi.

- Bir din alimininin bir alufte ile ilgilenmesinin kabul edilemeyeceğini anlatan Erdoğan, partilerden istifa edenlerin istifa nedenlerini araştırıldığında altından bu tür olaylar çıkacaktır. Bunların üzerine gidilecek. 30 Mart kırılma noktasıdır." dedi.

- Bunlar 30 yıl boyunca kendi adamlarını bile dinlemişler.

- Bir başbakanın, bir genelkurmay başkanının, bakanların dinlenmesinin yasalara aykırı olduğunu belirten Erdoğan, bunun bir casusluk suçu olduğunu, hiç bir demokraside böyle bir uygulamanın olmadığını söyledi.

DİN ALİMİNİN ALUFTE SÖZÜ KABUL EDİLEMEZ

-Başbakan Erdoğan, seçim döneminde böyle bir konuya girmek istemediğini belirtirken kendisinin 2 yıl önce Türkçe Olimpiyatları'nda dön çağrısı yaptığını söyledi. Erdoğan, inzivaya çekildiği söylenen kişinin Türkiye'de kendilerine ait televizyon kanalındaki dizilererin sahnelerine ve senaryolarına kadar onun oluru görülüyor dedi.

- Bir din alimininin bir alufte ile ilgilenmesinin kabul edilemeyeceğini anlatan Erdoğan, partilerden istifa edenlerin istifa nedenlerini araştırıldığında altından bu tür olaylar çıkacaktır. Bunların üzerine gidilecek. 30 Mart kırılma noktasıdır." dedi.

BUNU AÇMAK BENİM EDEBİME TERS DÜŞER

- İktidarımız süresi içinde iyi niyetimizi koruyarak buraya geldik. Bunların az sızdıkları veya çok sızdıkları alanlar var. Ben buradan bu camiaya gönül vermiş kardeşlerimize seslenmek istiyorum. Hocaefendi dediyse bunda bir keramet vardır. sözü çok yanlış bir ifadedir. Bunlar için kendi amaçları için herşey meşrudur. Ben bunları ben bildiğim için söylüyorum. Ancak bunu açmak benim edemibe ters düşer.

- Ben bu kardeşlerime seslenmek istiyorum. Aldığınız görevde son 3 yıla kadar bizle ilgili hiçbir sorun yoktur. Bana gönderdiği hediyelerde bize methiyeler düzüyor. Son iki yılda ne oldu ki, benim şahsım ailem akla gelebilecek her türlü yalanı iftirayı atma durumuna girdiler. Bu iftiralar içinde, beni, eşimi, kızımı, çocuklarımı dinlemişler, bunların içinde bakanlarla yaptığım güvenlik hat konuşmalarımı dinlemişler. Bunu yasal olarak yapmaları mümkün değil. Bir müslüman bir müslümanı dinleyebilir mi gözetleyebilir mi, Bunlar bunu yaptı. Yapmaya da devam ediyorlar. Şantajı da kullanıyorlar. Bunun ulusal boyutu yok, uluslararası boyutu da var. Benim Enerji Bakanı ile yaptığım görüşme uluslararası boyutu var. Sen bunu dinler ordaki bilgiyi bir yerlere servis ederse bedeli Türkiye ödeyecek. Bu dört dörtlük vatana ihanet suçuna gider. Biz ülkenin çalınan bir imkanını geri kazanmak istiyoruz. Oysa o birileri ile iltihak halinde.

- Bunların içinde çok çok sıkıntılı olaylar var. Adana olayı yenilir yutulur olay değildir. Ben onun görüntülerini izlediğim zaman vurulmuşa döndüm. Savcı giden yardımı durdur, kapağı açtır, yerlere saçtır, MİT mensupları kimliklerini gösterdikleri halde sanki PKK'lı imiş gibi onlara orda yerde işkence ediyor. Bunu yapan da bir savcı. Bu nasıl bir milliyeti sevmektir. Bunun sınırı da yok. Bunlar en yakın arkadaşlarını da dinlediler. Latif Erdoğan, hayatı onlarla geçmiş ama 15 yıl onu dinlemişler. Neden diye sorduğunda 'Ne yapıyorsun nereye gidiyorsun' diye merak ettiklerini söylemişler.

- 8 Şubat olayı dinleme konusunda zirve yaptı. Aslında daha öncesi Oslo görüşmeleri ilk tezahürleri oldu. Biz terör örgütü olayı lehine adım atmışız, bir kısım yargı bizim müsteşarımızı ifadeye çağırdılar. benim iznim şart. onlar dümdüz gitmek istediler. Oslo'ya onu gönderen benim, Emre beyi, Afet hanımı gönderen de benim, gücünüz yetiyorsa beni alacaksınız dedim. Onların derdi Türkiye'nin istihbarat gücünü artırmak değil, türkiyenin gücünü kırmak ve kendileri devreye girmek istiyordu. Biz çomağı sokunca rahatsız oldular.

SON ÜÇ YILDA NE DEĞİŞTİ
Ben bu kardeşlerime seslenmek istiyorum. Aldığınız görevde son 3 yıla kadar bizle ilgili hiçbir sorun yoktur. Bana gönderdiği hediyelerde bize methiyeler düzüyor. Son iki yılda ne oldu ki, benim şahsım ailem akla gelebilecek her türlü yalanı iftirayı atma durumuna girdiler. Bu iftiralar içinde, beni, eşimi, kızımı, çocuklarımı dinlemişler, bunların içinde bakanlarla yaptığım güvenlik hat konuşmalarımı dinlemişler. Bunu yasal olarak yapmaları mümkün değil. Bir müslüman bir müslümanı dinleyebilir mi gözetleyebilir mi, Bunlar bunu yaptı. Yapmaya da devam ediyorlar. Şantajı da kullanıyorlar. Bunun ulusal boyutu yok, uluslararası boyutu da var. Benim Enerji Bakanı ile yaptığım görüşme uluslararası boyutu var. Sen bunu dinler ordaki bilgiyi bir yerlere servis ederse bedeli Türkiye ödeyecek. Bu dört dörtlük vatana ihanet suçuna gider. Biz ülkenin çalınan bir imkanını geri kazanmak istiyoruz. Oysa o birileri ile iltihak halinde.

Bunların içinde çok çok sıkıntılı olaylar var. Adana olayı yenilir yutulur olay değildir. Ben onun görüntülerini izlediğim zaman vurulmuşa döndüm. Savcı giden yardımı durdur, kapağı açtır, yerlere saçtır, MİT mensupları kimliklerini gösterdikleri halde sanki PKK'lı imiş gibi onlara orda yerde işkence ediyor. Bunu yapan da bir savcı. Bu nasıl bir milliyeti sevmektir. Bunun sınırı da yok. Bunlar en yakın arkadaşlarını da dinlediler. Latif Erdoğan, hayatı onlarla geçmiş ama 15 yıl onu dinlemişler. Neden diye sorduğunda 'Ne yapıyorsun nereye gidiyorsun' diye merak ettiklerini söylemişler.

PARELEL YAPI İLE İLGİLİ İLK KUŞKU NE ZAMAN BAŞLADI

8 Şubat olayı dinleme konusunda zirve yaptı. Aslında daha öncesi Oslo görüşmeleri ilk tezahürleri oldu. Biz terör örgütü olayı lehine adım atmışız, bir kısım yargı bizim müsteşarımızı ifadeye çağırdılar. benim iznim şart. onlar dümdüz gitmek istediler. Oslo'ya onu gönderen benim, Emre beyi, Afet hanımı gönderen de benim, gücünüz yetiyorsa beni alacaksınız dedim. Onların derdi Türkiye'nin istihbarat gücünü artırmak değil, türkiyenin gücünü kırmak ve kendileri devreye girmek istiyordu. Biz çomağı sokunca rahatsız oldular.

Bunları rahatsız eden ilk konu dersane konusu. Ben bu konuda ilk talimatı Hüseyin beye verdim. Ben Türkiye'yi dolaşırken bu konuda çok şikayet aldım. İnsanlar malını mülkünü satıp çocuğunu dersaneye vermiş ama çocuk üniversiteye girememiş. Ancak onda da başka işler olmuş. KPSS veya başka alanlarda birçok durumlar yaşanmış. Karı Koca sınava girmiş ve tam puan almışlar.

PEDEGOJİK FORMASYONU OLMAYAN ÖĞRETMENLER

Ben dersane konusunda kendileriyle çok görüştüm. Biz hizmet alımı yapalım. Sizlere garanti verelim. Bu konuda adımlar attık Danıştay engelledi. Gazeteler bizi cemaatin okullarına zemin hazırlıyor diye bizi eleştirdiler. Biz onlara sektörde yüzde 20 payınız var. sınıfınızda 20 öğrenci varsa biz 10 öğrenci gönderelim onun maliyetini karşılayalım dedik. Biz dersane olayını sonuna kadar savunamayız, ama okullaşmaya giderseniz hem sizin samimiyetiniz ortaya çıkar hem de okullar arasında rekabet çıkar. Ancak onlar dersaneye ağırlık verdiler ve seçerek öğrenci alıyorlar. Dersane olayında 2000 liradan başlıyor 20 bin liraya kadar ücretler alıyorlar. Bunların hepsi dökülüyor. 2015 yılı Eylül ayına kadar sabredeceğiz. Ama dersanelerde bizim aleyhimize açık açık propaganda yapılıyor. Dersanelerde 15 bin 20 bin öğretmenin pedegojik formasyonu yok. Kaçak öğretmen konumundalar.

ÖĞRENCİLERİ TEHDİT EDİYORLAR

Ciddi manada korku var. Yurtlarda korku var. Kız öğrenciler geldi. Onların dediğini yapmazsak annemi babamı arayacaklar, benim erkek arkadaşlarımla görüşmelerimi bahane ederek anne babamızı arayacaklarını söyleyerek tehdit ediyorlar. Biz sabır telkin ediyoruz. Tüm öğrencilere yurt konusunda destek vereceğimizi söyledik

CHP'NİN VE MHP'NİN BAŞINA GELENLERİN SORUMLUSU BUNLAR

Ben bu konuda CHP ve MHP'ye şaşıyorum. Baykal bana elindeki belgeleri açıklasın diyor, ben elimden gelen insani görevimi yaptım. Sana bu işi yapanlar da bunlar. Biz o gün yeni anayasayı tartışıyorduk. MHP'nin başına gelenler yine bunlar. Hamzaçebi'nin başına gelenler bunlar. Bunlar bu işi meslek edinmişler. Bugün yine kendi gazeteleri veya yandaş gazetelerinde emekliliğini isteyen komutanlarla ilgili başbakan talimatını verdi diye yazıyorlar. Bunlar yalanı iftirayı leblebi çekirdek gibi yiyorlar. Bunların ne yaptıklarını bilen birisiyim. Bunların bedelini de ödeyecekler. Bazı malum operasyonları yapıpda şu anda İstanbul dışına gönderilen savcılar işi beraber götürüyorlardı. Kendileri için somut delil yok derken Erdoğan için somut delili nereden buluyorlar.

Bunların medyası şu anda muhalefet yanımızda diye güveniyorlar. Fezleke ile tartışma istediler. Bunu seçimden sonra yapılması da mümkündü. Ama bunu yapıp da bekledikleri neticeyi alırlarsa değerlendirebilirmiyiz düşüncesindeydiler. Ama hakettiklerini aldılar. Dürüst olsunlar. AK Parti'ye kavga gürültü sökmez. 4 Bakan arkadaşım gerekeni gerektiği zaman yaparlar. Gerekeni de yaptılar. Şimdi muhalefet soruşturma önergesi vermiyor. Çünkü bekledikleri neticeyi alamayacaklarını biliyorlar.

SİLİVRİ'DE 3 SAATTE 20 BİN KİŞİ TOPLANDI

Yerel seçimler değil Genel Seçimlerde bile görmediğimiz bir ilgi yaşıyoruz. Vatandaşımız durumu kavramış. Vatandaştan ağırlıklı bir yaklaşım hissediyorum. Bugün Silivri'de mitingimiz yoktu. Tekirdağ'dan buraya gelecektik. Sağlık Bakanım gelirken Silivri'ye uğrayamazmısınız dedi. 2-3 saat içinde 20-30 bin kişi toplandı. 6.30 gibi oraya gittim, çok büyük bir coşku vardı. Ben Silivri'yi böyle görünce, orası CHP'nin elinde olmasına rağmen burayı AK Parti alacak diye düşünüyorum. Çünkü oraya hizmeti Büyükşehir Belediyesi götürmüş. 5 yıl orada Fetret Devri oldu. Vatandaş olanı görüyor.

YA PENSİLVANYA DEĞİŞTİ YA KILIÇDAROĞLU

Kızımın başörtüsüne furuattandır diyen kişi, bugün başörtüsü karşıtları ile beraber. İmam Hatipleri bu zihniyet kapattı. İşin tarihine bakınca yine bu zihniyeti görüyoruz. Devlet dairelerinde başörtüsüne karşıydılar. Bugün kalkmış başörtüsü sorununu ben çözdüm diyorlar. Bunlarda yalan iftira var, Kılıçdaroğlu'ndaki anlayış Pensilvanya ile birebir örtüşüyor. MHP okyanus ötesine verip veriştiriyordu. Kılıçdaroğlu, bu zatla ilgili soruşturma istemişti. Şimdi gayet güzel yakınlaştılar. İkna odalarında en önemli rolü oynayan kişi bunların partilerinde değilmi, şimdi CHP'mi değişti yoksa Pensilvanya mı değişti. Pensilvanya AK parti'yi yıkma noktasında kimi görüyorsa desteği oraya veriyor. Ankara'da başka partiye, başka ilde başka partiye destek veriyorlar. MHP'ye gönül veren kardeşlerime nereye gittiklerini sormak istiyorum.
http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2014/03/19/basbakan-erdogandan-onemli-aciklamalar

Cemaat'ten papaz okuluna bağış!

Amerika'daki lobi faaliyetleri için bazı derneklere hayırsever vatandaşların verdikleri yardım parasını bağışlayan Fethullah Gülen Cemaati'nin yıllar önce de Hartford Seminary adı altında bir papaz okuluna milyonlarca dolarlık bağış yaptığı ortaya çıktı.

19 Mart 2014Cemaat'ten papaz okuluna bağış!
Fethullah Gülen Cemaati Amerika'daki lobi çalışmaları için kendi cemaat üyelerinden ve hayırsever vatandaşlardan topladıkları yardım paralarını ABD Demokrat Senatörler Kampanyasına, Güçlü devlet kampanyalarına, Obama'ya ve Clinton ailesine, Kiliselere, Yahudi lobisine bağışladığı iddia edildi.

YARDIM PARALARI LOBİ ÇALIŞMALARI İÇİN HARCANIYOR!
Gülen Hareketine bağışta bulunan bazı yardımseverlerin dile getirdiği iddialara göre, Cemaat'in önde gelen isimleri Kurban, Bağış, Abonelik, ve tabi ki öğretmenlere gider göstermek için verip sonra geri aldığı paralar Amerika'daki lobi çalışmaları kapsamında oradaki politik çevrelere ve kişilere aktarıyor .

BUNUN ADI BAĞIŞ DEĞİL RÜŞVET
Amerika'daki işlerini daha rahat bir şekilde yürütebilmek için bağış adı altında rüşvet veren cemaat üyelerinin bu icazeti nereden aldığı büyük bir merak konusu.

İşte Cemaat'in lobi çalışmaları için verdiği rüşvetlerin listesi.. Bakın yardım için verilen paralar nerelere gitmiş!









CEMAAT DAHA ÖNCE DE PAPAZ OKULUNA BAĞIŞTA BULUNMUŞ!
Cemaat yıllar önce Hartford Seminary diye Papaz-Misyoner Okulu'na müslüman bir cemaatten Modern İslam üzerine araştırma yapılması için 2 milyon dolarlık bir para bağışı yapmış.

Yıllar önce yapılan bağış için Papaz Okulu Hartford Seminary Halkla İlişkiler Müdürü David S. Barrett şu açıklamalarda bulunmuştu: "Hartford Seminary tarihinde ilk defa müslüman bir cemaatten bu kadar büyük bir bağış aldık."

Papaz Okulu (Seminary) tarafından basına yapılan açıklamada bu bağış; Fethullah Gülen Cemaati adına bir yetkili tarafından yapılmış, Cemaat'in önde gelen ismi bu para İslamın yanlış anlaşılmasını önlemek amacı ile Modern İslam Kürsüsü kurulması için verildiğini kendi ağzıyla itiraf etmişti.

Cemaat'in önde gelen ismi basına yaptığı açıklamada sözlerine şöyle devam etmişti: "2 milyon dolarlık bağış; İslami kurallara göre toplanan paralardan elde edildiğini yani kumar, alkollü içki ve sigara satışından elde edilmediğine dikkat çekildi."

GÜLEN CEMAATİ PAPAZ OKULUNA KENDİ ADAMLARINI GÖNDERİYOR
Bahsi geçen Seminary Papaz Okulu ile Cemaat arasındaki bağlar hala faal durumda olduğu iddia edilirken uzun yıllardan beri Seminary ile işbirliği içerisinde olduğu konuşulan Gülen Cemaati'nin çok sayıda öğrencisi ve din adamını buradaki Papaz Okuluna gelip araştırma yapması için gönderdiği de iddialar arasında...
http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2014/03/19/cemaatten-papaz-okuluna-bagis
 
Papaz okuluna 2 milyon dolar
 
F.GÜLEN:VATİKAN ÇIYAN YUVASI
 

F ile G'nin şifresi!

Gülen, kendisine ABD kapısını açan CIA görevlisi Graham Fuller’e anahtarlık armağan etti. Tüm şifre üzerinde ‘GF’ yazan bu hediyede...
F ile G'nin şifresi!

19 Mart 2014
Takvim Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergün Diler'in "F ile G'nin şifresi!" başlıklı yazısı:

Türkiye 17 Aralık'tan sonra daha önce hiç yaşamadığı türbülansa yakalandı.
Bütün hesaplar Erdoğan'ın önce çevresinin daha sonra da kendisinin çökertilmesi üzerineydi!
Bunun için medya kanalıyla ALGI oluşturuldu!
Ayakkabı kutuları, saatler, çikolata paketleri, para sayma makinaları, kapıda çekilen fotoğraflar, aracılar, motosikletli kuryeler, para çantasıyla dolaşanlar falan filan...
Burada aslında hem paralel yapıya hem de Erdoğan'a KAST edildi!
Camia denilen, cemaat denilen yapı her ne kadar Fethullah Gülen'in ağzından bunları kabul etmese de hükümetle, devletle karşı karşıya gelindi!
Operasyonu KURGULAYAN akıl bunu büyük bir iştahla istiyordu!
Erdoğan gidecek, ardından da kullanılan YAPI tasfiye edilecekti! YAHUDİ BARONLARIN tezgahı buydu! Hiç kullanılmayan enstrüman olarak kenarda bekleyen cemaat vardı! AK Parti iktidarı boyunca da büyümüş iyice serpilmişti!
Oyunu kuranlar cemaati ŞİŞİRİP Erdoğan'ın üzerine gönderdi! Fizik kanunu gereği ikisinden biri kırılacak diğeri de hiç olmazsa büyük hasar alacaktı!
Bunu gören hiç olmadı! Özellikle cemaatte "Biz kullanılıyor muyuz?" diye soran çıkmadı! "Düğmeye basın artık!"emri Pensilvanya'dan geldiği için belki herkes gereğini yaptı! AKIL devredışı kaldı!
Yapılması istenen operasyonda kazanan olmayacaktı! Ayrıca ülke çakılacaktı!
Başbakan Erdoğan'ın daha önce olduğu gibi saldırının geldiği yere doğru yürümesi operasyonu tamamen bitirdi! Sonuçsuz bıraktı! Karşı tarafın en az ihtimal verdiği ŞIK buydu! Bu nedenle bir dağılma yaşadılar!
Geri çekilme hali ortaya çıktı! Kapıya dayanmak isteyenler, İngiliz gazeteleri üzerinden mesaj verme yoluna saptı!
PEKİ NE OLDU DA BU NOKTAYA GELİNDİ?Bu soruya herkesin verecek cevabı farklı!
Bunu biliyorum. Ama ben size gerçeği anlatayım! Ve bu gerçek aslında Erdoğan'ın neden hedefe konulduğunu cemaatin de nasıl kullanıldığını anlatıyor!
Erdoğan'la hizmet arasında ipler, 28 Aralık 2011'de KOPTU!Başbakan Erdoğan yurt içinde ve dışında yaptığı özel görüşmeler, ziyaretler, toplantılar hakkında ilginç geri dönüşler aldı! Gideceği ve gittiği yerde yaptığı KONUŞMALAR Ankara'da önüne geldi! Kimselerin bilmesi mümkün olmayan kritik konuşmalar, masasına kondu! Devletin KOZMİK toplantıları adeta birileri tarafından kaydedildi! Erdoğan özellikle cemaate yakın polislere güvendiği için konuyu onların amirlerine iletti! Gerekenin yapılması istedi!
Karşı taraf "Hiç problem yok! Gereken neyse yapılacak!" sözü verdi! Zaten Erdoğan'ın güveninden doğan ilişki böyle yürüyordu! Başbakan kapıları açıyor ancak karşı taraf Ankara'ya değil de başka bir merkeze çalışıyordu!
Bu arada Hakan Fidan MİT Müsteşar olarak göreve gelmiş ve cemaat medyası övgü dolu yazılar kaleme alıyordu!
Açın bakın görürsünüz!
28 Aralık 2011'e kadar her şey çok güzel gidiyordu!
Özel toplantılar başka kanallardan ortaya saçılmaya devam edince, MİT devreye girdi! Erdoğan'ın evi ve ofisi arandı! Hakan Fidan'ın devreye girmesi çok kişiyi rahatsız etti! Haklılardı!
Çünkü MİT elemanları, POLİSİN "TEMİZ!" diye rapor verdiği ofiste yani BAŞBAKAN'ın çalışma odasında BÖCEKbuldu! Sorumlular şaşırıp kaldı!
Çünkü Erdoğan ilk kez güvense de ayrı bir koldan CHECK ettiriyordu! Ve böylece büyük yalan ortaya çıkıyordu!
MİT'in manevrasından sonra EMNİYET, çocuklara anlatılacak gerekçelerle olayı savuşturmayı denedi! Ama artık karşılarında AKILLI bir teşkilat vardı! Polisler skandalın geçtiğini düşünürken MİT ertesi gün yine bir EKİPgönderip aynı yerleri arattırdı ve yine BÖCEK buldu!
Bu polislerin, yani dışarıdan emir alanların SONU demekti!
BÖCEK yüzünden Hakan Fidan ile cemaatin arası açıldı!
Belli ki cemaati kullanan güç, bundan çok rahatsızdı! Öyle ya bir gönül hareketi olan cemaatin dinlemeyle, kayıtla, özel hayatı fotoğraflama ile ne ilgisi olabilirdi! Bir Müslüman, bir Müslüman'ın ayıbını örtecekken nasıl oluyordu da birileri CEMAAT adına herkesi dinliyordu! Cemaat artık bu ülke için DERİN KULAK'tı!
Zaten bu nedenle Fethullah Gülen için yapılan tanıtımlarda kullanılan "Herkes konuştu o sustu!" sloganı sosyal medyada "Herkes konuştu o dinledi!" şekline dönüştürülüyordu!
40 yılını öğrenci yetiştirmeye, Türk Bayrağını dalgalandırmaya, dini öğretmeye adayan biri, bir anda TELEKULAKoluyordu!
Bu milattı!Bu saatten sonra ülkede film koptu!
Böceğin bulunduğu gün Uludere saldırısının yaşanması, İlker Paşa'nın tutuklanması, 7 Şubat MİT krizinin olması gibi yara açan pek çok gelişme birbirini takip etti! Gezi, 17 Aralık, 25 Aralık da işin sosuydu!
ASLINDA ipleri koparan BÖCEK'Tİ!Yani birileri kulağı kaybedince gerildi, sinirlendi ve saldırdı! Dershaneler, okullar, kurslar işin görünen tarafı! Zaten Gülen bunu bildiği için "Bizden dershaneleri kapatmamızı isteselerdi hiç düşünmeden kapatırdık!" dedi!
BAKIN!Karşımızdaki güç cemaat, hizmet, paralel yapı falan değil!
Bu isimlerin arkasına sığınmış, gizlenmiş ve bunları kendine siper etmiş KÜRESEL GÜÇ!Tamam içinde Amerika'da eğitim alan polisleri var! Tamam içinde Yahudiler'e yakın çok insan vardı! HOCA olarak kendine önemli Yahudi ailelerini seçenler var! Ama yine de karşımızdaki yapı TÜRK DEĞİL!Sakın her şeyi cemaate fatura etmeyin!
İnanın birçok şeyden haberleri olduğunu sanmıyorum! Ama "Çok güçlüler!" sözüne esir oldukları bir gerçek! Kritik yerlerde adamlarının olması onların her şeye güçlerinin yeteceği anlamına gelmez! Bu insanları kullanarak ilerlediler! İstanbul'daki "3 ABİ" bu işin arkasındaydı!
İlerledikçe önceden yetiştirdikleri çocuklar da HAZIR OLDA bekledi! Bu çocukların yani etkili çocukların büyük bölümü EMNİYET MÜDÜRÜYDÜ! Şu anda da 18'i KAMİKAZE modunda! Emir geldiği an gerekeni yapacaklarından hiç şüphe yok!
Bu müdürler gibi kullanılacak herkes HOCA'ya hizmet ettiklerini sanırken, aslında perde gerisindeki yabancılara çalışıyordu!
Çünkü gönül hareketi olarak başlayan hizmetin, DNA'sıyla, fabrika ayarlarıyla oynayan YAHUDİ aklıydı!
Belki ABİ'ler, ABLA'lar bilmiyor ama Gülen'in bazı yabancılarla arasından su sızmıyordu!
Mesela Pensilvanya kapısını açan, küresel hareket haline gelmelerinde çok önemli katkısı olan Graham Edmund Fuller, çok önemli bir isimdi!
EDMUND ismini Amerikan devleti bile bilmezdi neredeyse!
Hep Graham Fuller'dı! İşte Gülen, YAHUDİLER'e çalışan bu CIA görevlisiyle çok iyi görüşürdü!
Aralarında çok sıkı dostluk vardı!
Belki Sayın Gülen röportajlarında bunu söylemez ama kendisi bu zata ALTIN BİR ANAHTARLIK VERMİŞTİ!Hediyeyi alan kişi çok sevinmiş ve "İkimizin de isimleri ve soyadları F ve G ile başlıyor! EN büyük ortak noktamız bu!" demişti!
Kanada'da YAHUDİ üniversitesinde ders veren Fuller, okulun otoparkına bıraktığı aracını hala üzerinde "GF!"harflerinin bulunduğu anahtarla kilitliyor!
Daha ne anlatmam gerektiğini inanın bilmiyorum!
Bence Hocaefendi F ile G'yi alarak vatanına dönsün!
G ile F orada kalsın!
Yoksa acı giderek büyüyecek!
Benden söylemesi!


Cansuyu Haliç'e "can" oldu, 47 tür balığa rastlandı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile İSKİ tarafından geliştirilen ve 21 Ekim 2012'de hizmete alınan "Boğaz'dan Haliç'e Can Suyu Projesi", meyvelerini vermeye devam ediyor


Cansuyu Haliç'e can oldu, 47 tür balığa rastlandı19 Mart 2014
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile İSKİ tarafından geliştirilen ve 21 Ekim 2012'de hizmete alınan "Boğaz'dan Haliç'e Can Suyu Projesi", meyvelerini vermeye devam ediyor. Tünel sayesinde 1,5 yılda Sarıyer'den 60,5 milyon metreküp deniz suyunun ulaştırıldığı Haliç'te aralarında yalancı dil, has kefal, gümüş, benekli horozbina, Rus kefali, barbun, pisi, lüfer, taraklı çırçır, sardalya, levrek, eşkina, uskumru, iskorpit ve kömürcü kayasının da yer aldığı 47 tür balığın yaşadığı tespit edildi.

İSKİ'den alınan bilgiye göre, 1990'lı yıllarda hiçbir canlı türünün yaşamadığı, bilim insanlarının dolgu yapılarak yeşil alan haline getirilmesini teklif ettiği ve adeta bir "ölüdeniz" haline getirilen Haliç için 1997'den itibaren "Çevre Koruma Projesi" hayata geçirilmeye başlandı. Bu proje ilk olumlu sonuçlarını 1999'da verdi ve Haliç, o tarihten itibaren tekrar canlanmaya başladı.

Haliç için 758 milyon dolarlık yatırımla "Çevre Koruma Projesi" hayata geçirilirken, 21 Ekim 2012'de bizzat Başbakan Recep Tayyip Edoğan'ın katılımıyla hizmete alınan "Boğaz'dan Haliç'e Can Suyu Projesi" için 44 milyon lira yatırım yapıldı.

Proje kapsamında 2,2 metre çapında ve 4 bin 990 metre uzunluğunda inşa edilen tünel sayesinde Sarıyer'den Haliç'e bugüne kadar 60,5 milyon metreküp deniz suyu ulaştırıldı.

SU KALİTESİ ARTTI
Boğaz suyu sayesinde Haliç'teki deniz yaşamı da hareketlenmeye başlarken, projenin sağladığı değişim, İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsünün yaptığı "Deniz suyu kalitesi ve biyolojik tür araştırması" ile bilimsel olarak ortaya konuldu.

Araştırma sonuçlarına göre, Haliç'te "Çözünmüş oksijen miktarının her noktada arttığı, kolibasili oranının bir çok noktada 100'ün altına düştüğü ve 47 farklı balık türüne ait yumurta ve lavra bulunduğu" tespit edildi.

Her geçen gün daha temiz ve daha canlı günlerine kavuşmaya devam eden Haliç'te yaşadığı belirlenen 47 balığın cinsi şöyle:

"Yalancı dil, has kefal, gümüş, mavi kefal, benekli horozbina, Rus kefali, horozbina, barbun, küçük dil, pisi, üzgün (callionymus lyra), lüfer, üzgün (callionymus maculatus), palamut (sarda sarda), taraklı çırçır, sardalya (sardina pilchardus), levrek (dicentrarchus labrax), eşkina, ispari, uskumru (scomber japonicus), karagöz (diplodus sp), uskumru (scomber scombrus), karagöz (diplodus vulgaris), iskorpit (scorpaena porcus), hamsi (engraulis encrasicolus), benekli hani (serranus hepatus), gelincik (gaidropsarus mediterraneus), dil (solea solea), kömürcü kayası (gobius niger), ıskarmoz (sphyraena sphyraena), kaya (gobius pagenellus), izmarit (spicara maena), kaya (gobius sp), çaça (sprattus sprattus), kum (gynammodytes cicerelus), çırçır (symphodus tinca), denizatı (hippocampus ramulasus), istavrit (trachurus meditterraneus), sıçrayan kefal (liza saliens), trakonya (trachinus draco), mezgit (merlangius merlangus), kırlangıç (trigla sp), berlam (merluccius merluccius), kurbağa balığı (uranuscopus scaber), lekeli dil (microchirus variegatus), deniz iğnesi (syngnathus acus), altınbaş kefal (mugil liza auratus."

Camileri meyhane yapmaya başladılar!

Aralık 2012'de Seleka'nın iktidara gelmesiyle suların bulanmaya başladığı Orta Afrika'da Ocak 2013'de de Hristiyan Milisler bölgedeki Müslümanları katletmeye başladı. Şimdi de Müslümanların ibadet etmelerini engellemek için camileri meyhaneye dönüştürüyorlar.

Camileri meyhane yapmaya başladılar!19 Mart 2014
Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Hristiyan Milisler tarafından Müslümanlara uygulanan zulüm devam ediyor. Ocak 2013'den bu yana Müslümanları katleden Hristiyan Milisler, şimdi de Müslümanların ibadet mekanı camileri meyhaneyi andıran, içki içip dans ettikleri yerlere çeviriyorlar.

MÜSLÜMAN EVLERİNİ YAĞMALIYORLAR

Başkent Bangui'deki Müslümanların evlerini yağmalayıp oraları da kendi amaçları doğrultusunda kullanan Anti-Balaka Milisleri, BM'nin ve Uluslararası örgütlerin 'etnik soykırımı bırakma' uyarılarına kulak asmıyor.

Evleri yağmalanan Müslümanlar, canlarını kurtarmak için komşu ülke Kamerun'a sığınıyor. Burada da kötü şartlarda yaşam mücadelesi veren Müslümanlar, çaresiz durumda.

BAŞKENT BANGUİ'DE SADECE 900 MÜSLÜMAN KALDI

Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki 2012 Aralık ayında başlayan olaylar gün geçtikçe büyüyen şiddet ülkeyi kaosa ve iç savaşa sürükledi. İki yıl boyunca ülkede iki darbe gerçekleşirken hükümet üç kez el değiştirdi. Selekalar iktidara geldiğinden bu yana ise Hristiyan Anti-Balaka Milisleri, Müslümanlara karşı 'etnik soykırım' yapıyor. Daha önce, düşman olarak Seleka militanlarını gösteren Hristiyan Milisler iktidarın el değiştirmesinden sonra Müslümanlara karşı cadı avı başlattılar.Geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili açıklama yapan BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Valerie Amos olaylar başlamadan önce 100 bin Müslümanın bulunduğu Orta Afrika Cumhuriyeti'nin başkenti Bangui'de sadece 900 Müslümanın kaldığını açıkladı.

Kaynak: KÜBRA TÜRK / YENİSAFAK

Hasan Karakaya / Yeni Akit

İhanet, iftira, gammazlama... Hepsi bu Zaman’da, hepsi Gülen’de!

 
 
 
 
 
Hasan Karakaya / Yeni Akit
 
19 Mart 2014
“Reklâm”ın iyisi-kötüsü olmaz... Reklam, reklamdır... “Reklâm”dan asıl amaç; “ürün ve kişi adının kitlelere duyurulması” olduğuna göre, kabul edelim ki; Fetullah Gülen, kendi reklâmını çok iyi yapmıştır, adının gündeme gelmesini sağlamış, “tartışılıyor” olsa da kendisinden bahsettirmeyi başarmıştır.
Benim yazdığım şu yazı bile, “Fetullah Gülen’in kendini reklâm etme amacına hizmet”tir... Ama, “Reklâmını yapmayalım” diyerek, susmak da, “Fetullah Gülen’in amacına hizmet” olacağından, mecburuz “yalan”larına cevap vermeye!..
Son söyleyeceğimizi en baştan söyleyelim: Zaten hiç susmadı, keşke şimdi konuşmasaydı!.. Zira, konuştukça batıyor, konuştukça alçalıyor, konuştukça saygınlığını kaybediyor.
NE ZAMAN SUSTU Kİ?
Neymiş;
Şimdiye kadar “herkes konuşmuş, o susmuş” ama artık “o konuşacak”mış!.. Zaman gazetesi öyle diyor, Ekrem Dumanlı öyle diyor!..
İyi, hoş da;
BBC’ye, Wall Street Journal ve Financial Times gibi “Siyonist medya organları”na verdiği demeçler “konuşma” sayılmıyor mu ki, “şimdi konuşuyor” olsun!..
Sahi, Fetullah Gülen, niye konuştu Zaman gazetesine?.. Bu, bir “rütbe tenzili” midir, yoksa “kayan Cemaat tabanını tutma” çabası mı?..
Yoksa, “Zaman’ın eriyen tirajını durdurma çabası” mıdır?..
Öyle ya;
Türkiye’nin dört bir yanından “mail”ler alıyorum... Okurlarım diyor ki; “Gazete bayilerine ve marketlere gelen Zaman gazetelerinin sayısı 17 kat arttı!”
Meselâ, “market sahibi” bir okurum, şöyle bir “mail” göndermiş:
“Bana her gün 4 adet Zaman geliyor, onun da üçü iade ediliyordu.
Dün sabah bir baktım;
67 tane Zaman geldi.
Yarım saat sonra birisi telefon etti... Gazeteleri o alacakmış!..
Geldi ve 67 gazeteyi alıp, sordu; ‘Daha var mı?..’
Ben de ona sordum; ‘Bu kadar gazeteyi ne yapacaksınız?’
Dedi ki;
‘Üçyol’da dağıtacağız!’
Anladım ki; bu üçkağıtçılar, kendi gazetelerini kendileri alıp, ‘Fetullah Gülen’in konuşmasını okumak için, herkes Zaman aldı’ deyip, tirajlarını ‘yüksek’ gösterecekler!..”
Olabilir mi?..
Niye olmasın?..
“Yalan” onlarda,
“Entrika” onlarda!..
2 CEKET PALAVRASI!
Alın, milletin dikkatini çeken bir “yalan” daha... Bir okurum, Zaman gazetesindeki mülâkatında, Fetullah Gülen’in; “Hayatımda hiçbir zaman iki ceketim olmadı” sözüne takmış kafayı...
Demiş ki;
“Ben, sadece basına yansıyan fotoğraflarına baktım, birbirinden farklı onlarca takım elbise giydiğini gördüm!..
Hatta, bir tanesi de;
Bana da hediye edilmiş olan F.G. markalı gömleklerdi.
Hem de yüzlerce ve belki de binlerce kişiye dağıtıldı bu gömlekler!”
Ben, hiç kimsenin kılığında-kıyafetinde değilim... Hatta, herkesin konumları gereği giyinmeleri gerektiğini düşünürüm...
Ama, bir insan ki;
“Marka marka elbiseler” giydiği ve “malikanede oturduğu” halde; “Benim dünyalığım yok” diyerek “masum ve mazlum” rollerine bürünüp de, “insanların duygularını sömürmeye” başlarsa, işte orada susamam!..
Bir de şu var:
BBC’deki mülâkatında, hem de “yargılama” devam ederken demişti ki;
“Bir yolsuzluk olduğu muhakkak!”
Peki, Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan da kalkıp; “Ortada bir örgüt olduğu muhakkak, Fetullah Gülen de bu örgütün başıdır” dese, ne hissederdi acaba?..
Zaman’daki mülâkatında demiş ki;
“Bugün yaşananlar 28 Şubat’tan 10 kat fazla!”
O zaman biz de sorarız;
“Cemaat medyasının ve Hizmet hareketinin tavırları ve CHP ile ittifak kurup, Müslümanları ötekileştirmeleri, 28 Şubat Cuntası’nın açtığı yaralardan bin kat daha beter değil midir?”
BÖYLE SİNSİLİK GÖRÜLMEDİ!
Evet, bunlar “Akit okurları”nın şahit oldukları olaylar ve düşünceleri... Bunlardan da anlıyoruz ki, ortada “büyük bir oyun” var ve bazıları acayip dolaplar çeviriyor!..
Ne yalan söyleyeyim;
Ben, bu “yalan”ların, bu “entrika”ların, bu “tuzak”ların, bu “iftira”ların, bu “fişleme”lerin, “son dönemlerde” yapıldığını düşünüyordum... “Dershane tartışmaları” ve “Hükümet’i devirme” amaçlı “Kirli 17 Aralık Operasyonu”ndan sonra anladım ki; “Paralel Devlet” kurma çalışmaları “40-42 yıl önceden” başlamış!..
Hem de “sinsi” bir şekilde ve “sistem”li olarak!..
40-42 yıldır kadrolaşmışlar!..
Devlet kademelerine sızmışlar!..
Sızmak ve kadrolaşmakla kalmamışlar, “ileride kendilerine rakip olabilecek” insanları da “gammazlamışlar” ve onları “safdışı” etmişler!..
Hâsılı kelâm;
“5 vakit namaz kılan, her gün Kıble’ye yönelen, oruç tutan ve belki hac ve umreye giden ama Cemaat’e mesafeli duran insanları bile atmışlar devlet dairelerinden!.. Sadece kendi adamları kalmış ve onları da her işlerinde birer robot gibi kullanmışlar!..
“Hakim” ise, hakim!..
“Savcı” ise, savcı!..
“Polis” ise, polis!..
“Asker” ise, asker!..
“Maliyeci” ise, maliyeci!..
“Bürokrat” ise, bürokrat!..
Herkesi yerleşirmişler,
Herkesi kullanmışlar!..
GÜLEN’İN İHANETİ!
Dediğim gibi;
Ben; Elif Çakır’ın yazısını okuyuncaya kadar, bu “kadrolaşma”nın ve dolayısıyla “devleti ele geçirme operasyonu”nu 40-42 yıldır yürütüldüğünü düşünüyordum...
Star’dan Elif Çakır’ın önceki günkü yazısını okuyunca, anladım ki; Fetullah Gülen’in “ispiyonculuk” ve “gammazcılık”ları, daha doğrusu “iftira”ları, “genç yaşlarında” başlamış... Çevresindeki insanlara “iftira”lar atmış ki, onlar “safdışı” olsun da, “kendi önü açılsın!”
Neyse, gelelim Elif Çakır’ın önceki gün yazdıklarına...
Efendim, Fetullah Gülen’in “Küçük Dünyam” adlı kitabının ilk baskısında, “Alvarlı İmam” başlığı altında genişçe bir bahis varmış!..
“Varmış” diyorum, çünkü bende o kitabın “ilk baskıları” yok!..
Fetullah Gülen, işte o kitapta, “Alvarlı Efe Hazretleri”nden övgüyle bahsediyormuş...
Hikâye uzun.. Kestirmeden gidelim...
Elif Çakır, şunları yazmış:
“Alvarlı Efe vefat edince yerine oğlu Seyfettin Mazlumoğlu geçiyor. Seyfettin beyin büyük oğlu Sadi Efendi de Kurşunlu Medresesi’nde hocalık yapmaya başlıyor. Gülen de onun öğrencisi.
Bir gün medresenin önüne jandarmalar geliyor ve Sadi Efendi’nin kollarına kelepçe takarak, ilçedeki Gürcü Kapı Karakolu’na götürüyorlar.
Gözaltına alıyorlar yani.
Sadi Efendi’nin başına gelenler bölgede anında duyuluyor ve halk karakolun önüne yığılıyor. Deyim yerindeyse; o gün kıyamet kopuyor Erzurum’da.
O tarihe kadar böylesi bir hadise yaşanmamış. Hadise kısa bir süre sonra anlaşılıyor. Meğer, Sadi Efendi’den şikayetçi olan, öğrencisi Fetullah Gülen’den başkası değildir!..
Meğerse bizim Gülen, ‘zaten benden 5-6 yaş büyüktü’ dediği hocasına kızmış ve gitmiş ‘Atatürk aleyhine konuşuyor, bu adam Atatürk düşmanlığı yapıyor medresede’ diyerek karakola şikayette bulunmuş.
1955-56 olmalı diyor Nakip Efendi.
‘Neden böylesi bir iftira attı, yıllarca anlayamadık ve bölge halkı da bu olayı unutmaya çalıştı.
Bugün yaşananlara bakınca; medresede o gün yaşadıklarımızı hatırlıyorum. Hocasının ellerine kelepçe taktıran, Atatürk düşmanlığı yapıyor diyerek şikayette bulunan Fethullah Gülen geliyor aklıma. Ve o gün yaşadıklarımız.’”
Şöyle devam etmiş Elif Çakır:
“Geçen hafta duyduğum bu acı hikayenin tüm taraflarıyla konuştum... Latif Erdoğan’la konuştum, Alvarlı Vakfı kurucusu ve Efe ailesinin damadı Hattat Hüseyin Kutlu ile konuştum... Ve, o günün canlı şahidi Nakip Efendi ile konuştum... Bugün yaşadıklarımızı ve Fethullah Gülen’in ruh halini anlayabilmek için oldukça ibret verici bir hadise.
O zaman çocukmuş demeyin, kızarım... Zira 2-3 yıl sonra askere gitmiş. O olayı küçüklüğünde bırakmamış Gülen... Almış kitabına ve ‘tecrübesizdi, saftı, anlaşamadık’ diyerek yazmış!
O zaman sorarlar değil mi;
Anlaşmazlık neydi, bir anlat bakalım!..”
BU, NE KISKANÇLIK?!?
Fetullah Gülen’in, “rakiplerini safdışı etme” hadisesi, sadece Sadi Efendi ile sınırlı değil... Bir de, Latif Erdoğan’ın yazdıkları var ki, inanılır gibi değil...
Latif Erdoğan, 15 Mart tarihli Akit’te yazdığı yazıda, “Fetullah Gülen’in ruh hali”ni şöyle anlatıyor;
“K.E. onun en samimi dostuydu. Varlıklı bir insandı. Entelektüel donanımı oldukça iyiydi. Bir yönüyle onun çok yönlü önünü açan kişiydi.
Gece gündüz demez, oradan oraya koşturur, onunla ilgili düğüm düğüm problemleri bir bir çözmeye çalışırdı.
K.E. hepimizin sevdiği, hepimizin hürmet gösterdiği bir büyüğümüzdü.
Onu, sadakatiyle, gayretiyle davamızın Ebu Bekir’i bilir, öyle değerlendirirdik.
Rahatsızlandı, kısa bir süre sonra da vefat etti. Kalabalık bir cemaatle cenaze namazını kıldık, defnettik. Hepimiz hüzünlüyüz, hepimiz gözyaşı döküyoruz.
Sonra kaldığımız yere döndük.
Arkadaşlarımız taziye için küçük gruplar halinde (Gülen’in) yanına girip çıkıyorlar. Ben de girdim. Ağlıyordu. Bir ara ağlamayı kesti.
Gayet donuk ve öfkeli bir sesle;
O, dedi, benim ölmemi ve benim yerime geçmeyi bekliyordu; fakat benden önce öldü.
Ayağa kalktı, hızla odadan çıktı ve kendi odasına geçti. Bizlere de alık alık birbirimizin yüzüne bakmak düştü.”
HASTALIK MI, GÖREV Mİ?
Elif Çakır’ın anlattığı Sadi Efendi’ye yaptıklarına ve Latif Erdoğan’ın anlattığı “Hacı Kemal Amca’ya duyduğu kıskançlık” olayına bakınca, Fetullah Gülen’in nasıl bir “ruh hali” yaşadığı, kendiliğinden ortaya çıkıyor!..
Yalnız, benim anlayamadığım şu:
Fetullah Gülen’in bu tavrı bir “ruh hastalığı”ndan mı kaynaklanıyor, bir “patolojik vak’a” ile mi karşı karşıyayız, yoksa; “gençliğinden beri görevli” oluşundan mı kaynaklanıyor?..
İşte, bütün mesele burada!
“Ruhsal bir rahatsızlığı” varsa, yatırılır hastaneye, tedavi ettirilir!..
Ama “görevli” ise;
Derhal “deşifre” edilmelidir!..
Haa, “artık o konuşuyor”muş!..
Bırakın konuşsun!..
Nasıl olsa;
Konuştukça saçmalıyor,
Konuştukça batıyor!..
Konuşsun ki;
“Yalan”larını yüzüne vurabilelim.
 ***********************************************************************
Özürlülerin talepleri... Devlet, millete hizmet için vardır!
Biliyorsunuz; köşemde, mümkün olduğu kadar “halkın talepleri”ne de yer vermeye, “onların sesini yetkililere duyurmaya” çalışıyorum... İstanbul’dan “mail” atan “özürlü” bir vatandaş, Belediye’nin bazı hizmetlerinde, meselâ “Marmaray”da, “özürlü”lere yönelik bir  “eksiklik” olduğunu yazmış... Giderileceğine inanıyorum...
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinden telefon eden Cuma Arık adlı okuyucum da; çocuğunun “fiziksel engelli” olduğunu, “konuşma zorluğu” çektiğini, onu bir “özel okul”a gönderdiğini söyleyip, ekledi: “Çocuğumu özel okula gönderiyorum çünkü devlet okulu var ama, İlçe Milli Eğitim Müdürü pek oralı olmadığından öğretmen ataması yapılmıyor.” Sordum “hangi okul” diye, dedi ki; “Fatih İlköğretim Okulu!”
Öyle umuyorum ki, İlçe Milli Eğitim Müdürü bir an önce halleder bu meseleyi... Yoksa, devreye; “Milli Eğitim Bakanı” veya “Başbakan” girer ki, hiç iyi olmaz!..
Unutmayalım ki, devletin tüm elemanları “millete hizmet” için vardır!..
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Oy vermek

 
 
 
 
 
 
 
19 Mart 2014

Eskiden “oy” değil, “rey” derlerdi. “Rey” aynı zamanda bir şehrin adı biliyorsunuz, İran’da.. Fıkıhta “Rey ehli/Ehli rey” diye bir kol var. İmam-ı Azam bu koldan gelir..
İki hafta gibi bir zaman sonra sandığa gidecek, oy kullanacağız.. Siyasi anlamda vekalet vereceğiz bir bakıma..
Bizim geleneğimizde ilim ehli velayet makamındadır. “Velayeti fakih” buradan gelir. Siyaset ise “Vekalet müessesesi”dir.
Şöyle de düşünebilirsiniz. Almanya ya da Yunanistan’la, Bulgaristan’la, Rusya ile ticaret yapıyor olabilirsiniz ya da o ülkeye bir vesile ile gitmiş olabilirsiniz. Orada bir haksızlığa uğradınız, bir şeyiniz çalındı ya da bir kaza yaptınız. Hakkınızı savunmak için bir avukata vekaletname verirsiniz.. O avukat da o ülkedeki yasalar çerçevesinde sizin hakkınızı, hukukunuzu korur..
Siyaset de böyle bir şey. Sizin vekalet verdiğiniz siyasi kişi, sizin adınıza ve sizin haklarınızı korumak ve geliştirmek için orada durur..
Bunu yaparken, aslında varsayalım doğru bir kişi seçtiniz. Bu kişi sonradan sapıtabilir de.. Onun yanlışını onaylamaz iseniz bu sizi bağlamaz ve siz de bir daha o adamı seçmezsiniz..
Millet VEKİLİ diyoruz. Milletin vekalet verdiği kişi..
Rus parlamentosunda Müslümanların haklarını savunmak üzere de bir vekil seçmeniz mümkün..
Vekil seçerken, önce “def-i mazarrat” tercihi ile, asla oy vermemeniz gerekenleri ayıklamanız gerekir. Şunlar asla olmamalı. Sonra da kalanlar arasında “celbi menafi” yöntemi ile mevcutların en iyisini seçmemiz gerekiyor.. Sonuçta tencere yuvarlanacak ve kapağını bulacak. Herkes layık olduğu gibi idare olunacak..
Bir tercihte bulunmayanlar, bu sistemde aslında en kötü tercihe şans tanımış olurlar..
1946’dan beri bir el, Müslümanları siyaset dışı tutmak için her seçim döneminde ortaya çıkıp, bir takım iddialarla mütedeyyin insanların akıllarını karıştırmaya çalıştı.. “Siyasal İslam” diye sıfatladıkları şey batılılar için her zaman can sıkıcı oldu! Şimdi de en azından İslami değerlere bağlı politikacıların başarılarını engellemek için aynı yöntemlerle halkın sandıktan uzaklaştırmaya çalışıyorlar..
Bugünkü meclisler, genel anlamda temsilciler meclisidir. Halkın temsilcileri partiler eliyle bu meclislere gelmektedirler.. Bir bakıma tearüf etmek/bilişmek, danışmak ve ittifak edilen konularda birlikte karar almak için bir vesiledir..
Eğer biz kendimiz için steril bir meclis hayal edecek olursak ve başkaları da aynı şeyi kendileri için düşünecek olurlarsa, mesela, 1.2 milyar insanın yaşadığı Hindistan’daki 330 milyon Müslümanın durumu ne olacaktır. Ya da Çin’deki Müslümanların durumu ne olacaktır.. Çoğunluğu kaybedenlerin hicret etmesi ya da savaşması mı gerekecek..
Ya da Müslümanların kendi içlerinde oluşturacakları bir mecliste herhalde bu durumda çoğulcu bir yapıda olmayacaktır. Bu da sonuçta Monarşi’ye dönüşecektir. Tek adam rejiminin parlamenter bir düzenden daha adil olduğunu söylemek çok da akıl karı bir iş değildir.
Zaten daha ilk günden Şiiler Ehlibeyt/Seyyid kökenli bir imamdan söz edecek, Hilafet yanlıları başka bir şey söyleyecekler, Selefiler, bir şekilde emirliği ele geçirene itaat etmekten söz edecekler ve yine kendi aralarında bir yolunu bulup kavgaya tutuşacaklardır..
Düşünüyorum da, Emevi ve Abbasi tecrübesinin ardından, Selçuklu, Osmanlı, Babür, Endülüs, Timbuki ya da Kanun tecrübelerinden sonra böylesi bir fikri sefalete sürüklenmek insanın içini acıtıyor..
Sahi birileri demokrasi deyince niye bu kadar işkilleniyor da, Respublicas konusunda daha sessiz kalıyorlar.. Kaldı ki, Demokrasinin önüne, sonuna bir takım eklemeler yaparak, ya da içeriğini yeniden tanımlayarak farklı yorumlar geliştirebilirsiniz.. Sanırım savunanlar da redçiler de işin muhtevasından çok sloganı ile ilgileniyorlar ve birbirlerine çok benziyorlar..
Hiç bir siyasetname okumadan, emanname, fütüvvetname, pendname okumadan, Farabi’nin medinetül fazılasından habersiz insanların siyaset üzerinde bir kaç slogandan ibaret derinlikleri ile ahkâm kesmeye kalkmaları son derece düşündürücü.. Bu konularda konuşanların çoğunun bunlardan haberdar olmaları, bunları görmüş olmaları şöyle dursun, adlarını bile duymuş olma ihtimali azdır..
Cihad ve şehadet anlayışının bugün hayatımızdaki karşılıkları, en azından bazı grubların pratikleri açısından hiç de kabul edilemeyecek şeylerdir.
Kulağa hoş gelen sloganları ile, aslında İslam karşıtlarının Müslümanları uzaklaştırmak istedikleri alandan kendi iradeleri ile uzaklaşan insanlar bu davranışları ile kime hizmet ettiklerini biliyorlar mı aceba..
Öte yandan; bugünkü siyasetin pratikleri açısından da durum hiç de içaçıcı değil. Said-i Nursi’nin “Neuzu billahi minessiyase” demesine sebeb olan hile ve şartlara da kuşkusuz dikkat etmek gerekecektir..
Nasıl siyaset istismar ediliyorsa, bu gün, din de, mezhep de, tarikat da istismar edilebilmektedir. Bir şeyin istismar ediliyor olması, onun aslından vazgeçmeyi gerektirmez..
Seçimlere iki haftadan az bir zaman kala bu konuya değinmek istedim..
Selam ve dua ile..
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Sansür olsa, zekat ile sübvanse edilen TV’de konuşabilir miydin?

 
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit
19 Mart 2014
Bir iktisat profesörü var.
Unvanı kasap dükkanından almış olmalı ki, yıllardır “Türkiye ekonomisi kötüye gidiyor” diye yazıp, söylüyor.
O “Kötüye gidiyoruz” dedikçe, açıklanan her ekonomik veri, Türkiye’nin ileriye gittiğini gösteriyor..
“Enflasyon patladı, patlayacak” diyor.
Enflasyonu bir türlü patlatamıyor.
“Bu ekonomik gidişat sürdürülebilir değil” diyor.
12 yıldır, “sürdürülemez” denilen gidişat, tıkır tıkır sürdürülüyor..
Ama iktisattan habersiz bu iktisat profesörü, bu kadar öngörüsüz, bu kadar yanlış yorumlarına rağmen, bir de istiyor ki, hükümetin icraatlarına olumlu gözle bakan gazetecilerin çıkarttığı yayın organında yazarlık yapayım..
Yazdığı tarihlerde hep yanlış yorumlar, yanlış izahatlarla, okuyucuyu bıktırıyor..
Sonunda “Artık senin yalanlarını, palavralarını taşıyamıyoruz” denilince de..
Kıyameti kopartıyor..
“Sansür var!”
Star gazetesinden atıldığında da yazmıştık.
Bir ülkede, sansürün olduğunu söyleyebilmek için, kişinin hiçbir yerde yazamıyor olması gerekir.
Hiçbir gazetede, hiçbir televizyonda, hiçbir internet sitesinde..
Var mı böyle bir şey?
Yok.
İnternette istediğin kadar yaz.
Kafa dengi televizyonlarda, zaten 500 bilmem kaçıncı programına çıkıp, dindar kardeşlerimizin ekranından ateistlik propagandası yapıyorsun..
Zekat olarak toplanan paralarla sübvanse edilen TV’den aldığın maaşı hiç sorgulamıyorsun..
Takmışsın kafana Deniz Feneri’ni..
Aldığın maaşın nerden geldiğini hiç sormuyorsun!
Televizyonda bugün dahi, kesintisiz olarak programlara devam ettiğin halde, nasıl “Sansür var” diyebiliyorsun?
Gazete dersen..
Kovulduğunu iddia ettiğin tarihte bile, kendi özbeöz ağabeyinin gazetesi vardı..
Orda senin gibi yazan, onlarca gazeteci vardı..
Orda pekala yazabilirdin..
Niye o gazetede yazmıyordun?
Ağabeyin de mi sana, sansür uygulayacaktı?
Ama bunların derdi ne?
Doğruya doğru diyenlerin yanında görünüp, “Onların doğruluklarının yanında, ben yalanları yazacağım. Böylece o doğruların yanında, benim yalanlarım da doğru gibi zannedilecek..” uyanıklığı.
Dert bu.. Amaç bu..
Buna izin verilmeyince de, başlıyor saydırmaya: “Ben Başbakan’ın sevdiklerini yazmak zorunda mıyım?”
Bunu ne zaman söylüyor?
Çok uzak değil, hemen önceki gün.
Meğerse, Başbakan Tayyip Erdoğan, bu Altan efendi için, Star gazetesi yönetimine, son yayınlanan kasette (nereleri montaj, o da ayrı bir konu) “Ne yazıyor öyle” diyormuş.
Ne olmuş, Başbakan böyle demiş ise?
Türkiye’de sadece Star gazetesi mi var kardeşim?
Git Sözcü’de yaz.
Git Cumhuriyet’te yaz..
Git Aydınlık’ta yaz.
Zaten o gazetelerde, senin gibi yazanlar, her gün istediği hakareti yapmıyor mu?
Emin Çölaşan, Hürriyet’ten atıldı..
Kendisine daha layık olan Sözcü’de yazıyor..
Altan da gitsin Sözcü’ye, orda yazsın, Başbakan’a yönelik yalanlarını..
Niye ısrar ediliyor, bu cenahın gazetelerinde yazma konusunda?
Başbakan’ın sevdiklerini yazmak zorunda değilsin tabii ki, Altan efendi..
Ama Başbakan’ın sevdiklerinin gazetesinde, Başbakan’a hakaret etmeye de hakkın yok..
Aynı Altan efendi, bir de utanmadan,
“Çevik Bir’in Sabah gazetesinde patronla görüşüp, ‘Ordu rahatsız bunu atın’ dediğini biliyorum. Peki bizim Başbakan’ın, Çevik Bir’den farkı ne?” diyor..
İktisattan anlamadığını söylerken, hakaret falan etmiyordum.
Bir gerçeği tespit ediyorum.
“Başbakan’ın Çevik Bir’den farkı ne” derken de, olayları anlayabilme kabiliyetinin de olmadığını ispatlıyor, Altan efendi..
Çevik Bir’in “Bu adamı atın” dediği tarihte, sen ne Sabah’ta, ne Cumhuriyet’te, ne de Gözcü’de yazamazdın, Altan efendi..
Şimdi sırtını dayadığın Gülen efendinin televizyonunda program yapsaydın, Çevik Bir daha “Atın” demeden, “Çok saygıdeğer komutanım, tahmin ettik de, bu Altan efendi sizi üzüyor olabilir diye düşündük. Onun için hemen kapının önüne koyduk. Keratanın maaşını da vermedik.. ‘Git istediğin yere şikayet et’ dedik.. İyi yapmış mıyız çok çok saygıdeğer, çok çok muhterem komutanımız!” derlerdi..
Sen şimdi, bu düşüncedeki adamların televizyonunda her hafta program yapıyorsun, istediğin gibi Başbakan’a hakaret ediyorsun.
Bir de utanmadan, “Çevik Bir’den ne farkı var” diyorsun.
Farktan önce sen şuna cevap ver Altan efendi!
Çevik Bir, olumsuz birisi.. Doğru..
Peki, ona arz-ı hürmet edenlerin televizyonunda, senin her hafta ne işin var?

Erdoğan'dan Gülen'e Sert Tepki!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “İskele Sancak Özel” programında gündemi değerlendirdi. Erdoğan, paralel yapı ve Gülen'e sert tepki gösterdi.
Erdoğan'dan Gülen'e Sert Tepki!
17 Mart 2014
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Gülen'e yaptığı dön çağrısının perde arkasını hatırlattı.
Başbakan Erdoğan, ''Bu proje yaklaşık 35 yıllık bir proje, bu Pelsinvanya'daki zat aslında emekli olmuş değil. Bu zat ilkokul mezunu ve kendisine bi yeşil pasaport uydurulmuş ve ABD'ye gitmiş. Bu adamların ne olduğunu bilmiyorduk biz bu adamlara refere olduk bunların olimpiyatlarına katıldık, sürekli Türkiye'ye gelmek istiyor ama gelemiyormuş gibi bir durum varmış diye duydum çıktım çağrı yaptım ülkene dön dedim. Ama ne bilelim böyle olduğunu. 15 Yıl oldu gelmedi. Kolay kolay da gelmez. ifadeleri kullandı.
HESABINI SORACAĞIZ, BÖYLE İMAM MI OLUR!
Allah'ın da hesabı var diyen Erdoğan, ''Bunlar bir kısım yargıyı ellerine almışlar daha önce lehime verilen kararlar Yargıtay tarafından onanıyordu bu süreçten sonra adam annemle ilgili çocuklarımla ilgili hakeretler savuruyor davaları üst mahkeme bozuyor. HSYK'daki adamlar yargı mensubu insanlar "Biz Başbakan'a bunun hesabını soracağız" diyorlar. Tabi bilmiyorlar Allah'ın hesabı var. Bak şimdi meydanlar dolup taşıyor. Ben ilk günden söyledim bu dava için vatanım için kefenimi giyip yola çıktım. Bak Latif Bey yıllardır onun yanında anlattıkları şoke ediyor adamı 15 yıl takip etmiş. Buna cemaat felan denmez, tertemiz cemaatlar var, bu ne imamı böyle imam mı olur? açıklamasını yaptı.
28 ŞUBAT'TA DA ÇARK ETTİ
Açıklamalarına devam eden Erdoğan'' Düşünebiliyor musunuz bu Pelsinvanya'daki zatın 28 Şubat sürecinde başörtüsüyle ilgili verdiği fetvalar var. Nerden nereye. Bakın bu zat 5 ay önce bu beddualarla ilgi ne diyordu ama kayış atınca bakın nasıl beddua ediyor.
Bunların bizi seçim dışında bizi iktidardan alma planları vardı, bu haberleri aldım ama Allah'ın verdiği canı Allah'tan başka kimsenin almaya gücü yetmez. Allah'a çok şükür girdiğim ameliyattan daha sağlıklı çıktım ve meydanlardayım.'' diyerek konuşmasını bitirdi.

İçeriğini Açıklayamadılar

Akit’in dün yayınladığı ve CHP-‘Cemaat’ ittifakını ortaya koyan fotoğraf büyük yankı uyandırdı. Sosyal medya ve internet sitelerinde günün konusu olan fotoğraftaki görüşmenin içeriği açıklanmıyor.
İçeriğini Açıklayamadılar
18 Mart 2014
Akit’in dün yayınladığı CHP-‘Cemaat’ ittifakını belgeleyen fotoğraf, Mustafa Kemal Atatürk’ün totaliter partisinin Demirel’in burjuvalarınca ele geçirilmek üzere olduğunu ortaya koyuyor. ‘Cemaat’in kilit isimlerinden Hüseyin Gülerce ile toplantı yapan CHP’li Osman Çilsan, Durmuş Çelen ve Bahattin Sabahçı’nın eski Demirelciler olması dikkat çekiyor.
CHP-DEMİRELCİLER-‘CEMAAT’…
CHP Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Çilsan DYP’den milletvekilliği yapmış, bir önceki yerel seçimde de DP’den Kayseri belediye başkan adayı olmuş bir isim. CHP’li Durmuş Çelen ise Kılıçtaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasının ardından CHP’ye katılmış eski bir DP ilçe (Kadıköy) Başkanı. Bahattin Sabahçı da yine diğer iki isim gibi DYP kökenli bir isim. Sabahçı, DP’nin Yalova İl Başkanı iken geçtiğimiz günlerde görevden alındı.
“TÜRK’ BURJUVA HAREKETİ!”
Görüşmede bulunan isimlerden Kılıçtaroğlu’nun danışmanlarından olduğu söylenen CHP’li Durmuş Çelen’in 17 Aralık sonrası servis edilen kasetleri önceden haber vermesi dikkat çekmişti. 29 Aralık 2013 günü, henüz kasetler ortaya çıkmadığı bir dönemde Facebook hesabında bir yazı kaleme alan Çelen, “Almanya’da olduğu bilinen kasetler yakın zamanda servis edilecek” bilgisini paylaşmış, ayrıca, “Şu an Türk Burjuva hareketi başlamıştır. Önüne dağ dayanmaz” uyarısında bulunmuş…
ELİTİST GÜLENCİLER VE BURJUVALAR…
Çelen’in ‘burjuva’ tanımlaması ile Fethulah Gülen’e yönelik Cemaat gazetelerinde çıkan ‘Elitist İslamın temsilcisi’ yakıştırmaları bir araya gelince CHP’nin bir elitist burjuva kuşatması altında olduğu yorumları yapılıyor. Fethulah Gülen’in kendi internet sitesi ve Zaman Gazetesi’nde Gülen ve çevresi, “Medrese anlayışını kolej formu içine oturtarak başarı sağlamış, elitist İslam’ın…” ve “Şehirli, kitabi; yani elitist İslam'ın temsilcisi” olmakla niteleniyordu.
GÜLERCE: “GÖRÜŞME TALEBİ ÇİLSAN’DAN GELDİ, TANIŞMAK İSTEMİŞ…”
Bu arada görüşmenin içeriğine ilişkin görüşlerine başvurduğumuz Hüseyin Gülerce görüşme talebinin Çilsan’dan geldiğini belirtti. Gülerce şunları söyledi: “Yalova’daki bu DP eski il başkanı Bahattın Sabahçı bey benim Yalova’dan tanıdığım arkadaşım. Sayın Osman Çilsan’ın benimle görüşmek istediğini iletti. Bende Yalova’da oturduğumu söyledim. Görüşme kesinlikle gizli değildi. TİGEM deki kafe Bahattin Sabahçı’nın işlettiği bir kafedir. Yani Bahattin beyin yerinde görüştük. Fotoğrafı çeken de Bahattin beyin oğludur. Gizli bir görüşme olsaydı fotoğraf çekilmesine ben izin vermezdim. İkinci bir hususta; ben sayın Osman Çilsan’ın sayın Durmuş Çelen ile birlikte ziyaretime geleceklerini bilmiyordum. Bilsem bile bir gazeteci olarak benimle görüşmek isteyen insanlara ‘hayır’ demem nezaketsizlik olurdu. Haber verilirken ‘takıyye’ kelimesinin kullanılmasını da ‘kişi kişiyi kendi gibi bilir’ ifadesine bağlıyorum. Ben hayatımda takıyye yapmadım. Ama kiminle görüşüp görüşmeyeceğime de kendim karar veririm.” Görüşmenin içeriğine dair bir açıklama yapmayacağını belirten Gülerce, “Sayın Osman Çilsan tanışmak istemiş. Görüşme son siyasi gelişmeler veya seçimlerle ilgili değil, tamamen bir tanışma toplantısıydı” dedi.
ÇİLSAN: “DEVŞİRİLMEYE GELMEDİM”
CHP Kayseri Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Osman Çilsan’da yaptığı açıklamada, “Ziyaretine gittik, sohbet ettik… Toplantı diye de adlandırılabilir… Olan bitenden konuştuk, Hüseyin Gülerce her şeyin dışına çekildiğini söyledi. CHP’yi temsilen filan gidilmiş edilmiş değil. ‘Siyasetimizi ibadet eyle’ diyen adamız. Kaset dosya bizim işimiz değil. Ülkemiz iyiye giderse yüzümüz güler. Hıyanet içersinde olan herkesi de Allah kahretsin. Kayseri’de yerel televizyonlara bile çıkamıyoruz, çıkarmıyorlar, bu kul hakkı değil mi? Çıkarsalar İstanbul’da, Yalova’da ne işim olur. Ben önceki seçimlerde de DP’den adaydım. İnsanlar, ‘Güçlü bir partiden kalk gel’ dediler. Artık sağ sol dönemi bitmiştir, normalleşmemiz lazım. Bizim bir tek vatanımız var. Bize vatanımızı çok görmesinler. Allah bizi birbirimize çok görmesin. Adaylık teklifi CHP’den geldi. İşim zor Kayseri gibi yerde… Hatay ve Ankara adaylarımızla birlikte sağdan gelenlerden biriyim. Ben CHP’ye, ‘Olduğum gibi görünmeye, göründüğüm gibi olmaya geldim, devşirilmeye gelmedim’ dedim” dedi.
Akit / Habervaktim.com