HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

19 Mart 2014 Çarşamba

Gülen Cemaati'ndeki insanlar kendilerine bu soruyu sormalılar!

19 Mart 2014
24 TV'de bugün Gülen Hareketi'ne 25 yıl hizmet eden Prof. Dr. Ahmet Keleş paralel yapıyı anlattı...

Kendi deyimiyle piramitin 5. kat seviyesine kadar yükselen, Gülen Cemaati’ne 25 yıl hizmet veren ilahiyatçı Profesör Ahmet Keleş, 24 TV'de Murat Çiçek'in sunduğu '24 Özel' programına konuğu oldu. Keleş, Gülen Hareketiyle ilgili şok açıklamalarda bulundu.

Bu piramit bir gözlemlemenin, bir yorumlamanın sonucu olarak çizilmiş bir piramit değil. Zaten hiç kimse ne kadar bilgi sahibi, akademisyen olursa olsun dışarıdan bir gözlemleme ile hareketi bu veya şu şekilde el yordamıyla böyle bir piramiti imkansızdır.


HOCAEFENDİ EN ALTTAKİLERDEN BİLE BİLGİ ALACAK BİR YAPI OLUŞTURDU

Ahmet Keleş, Fethullah Gülen’in hedefinin oluşturulan piramit sistemiyle egemenlik kurmak olduğunu ve bu egemenlik sınırlarının da sadece Türkiye olmadığını söyledi.

Hocaefendi, piramitin en alttaki tuğlalardan kendi katındaki yapılanmaya kadar öyle harika bir mühendislik, öyle harika bir yapılanmayı sağlamıştır ki en alttaki bir tuğlanın hareketinden haberdar olabilecek bir mekanizma oluşturmuştur.

HAREKETİN KOLLARI SADECE TÜRKİYE DEĞİL
Hocaefendi bu piramitin yapılanmasına 1973 yıllarında başlamadı. Halkımızın bunu iyi bilmesi lazım. Daha Erzurum’da bir çocukken türbe türbe dolanırken, her bir türbede 41 Yasin okuyarak “Allah’ım beni gelmiş geçmiş insanlığın en büyük velisi yap.” “Bana öyle bir makam ver ki benden öncekilere adeta o makamı vermemiş” diyecek kadar kendisini şuur altında böyle büyük bir insan olma algısına adapte olmuş, hakikaten inanmış ve buna hiç kuşkum yok. Kendisini insanlık en büyük insanı olmak gibi bir hususa kendisini inandırdığından hiç şüphem yok. O yıllarda, o büyük olmanın o piramitin en yükseğine çıkmanın ve o piramitten öyle bir kontrol sistemiyle bir egemenlik kuracak ve bu egemenliğin sınırları da Türkiye değil. Bu hareketin kolları sadece Türkiye ile sınırlı değil. Ve dolayısıyla bu piramitin açılan kollarının proje itibari ile Fethullah Hoca’nın zihninde ve dünyasında başka bir şeye tekabül ettiğini söylüyorum.

BAŞBAKAN’IN ÖRGÜT DEMESİ AZ BİLE
5. ve 6.kattaki yapıdan bahseden Keleş, 6.kattaki kimsenin ne görevde olduğunu kimsenin bilmediğini söyledi. Başbakan’ın harekete ‘örgüt’ kelimesini kullanmasını fazlasıyla hak ettiklerini söyledi.

O piramitin üst katlarında, özellikle 5.kat, 6.kat. Orası bir meclistir ve her konu orada konuşulur ve orada aşağıya doğru uygulama orada başlar. 6.katta görev yapan insanlar bir birlerini tanırlar ama hangi görev yaptıklarını bilmezler. 6.kattaki insanların hemen hemen hepsini tanıyorum ama bana sorarsanız ‘şu kişi ne görev yapıyor’ bunu ben bilemem. Bildiğim gün zaten benim orada işim çok zordur. Bilmeyi bile merak etmem, etmemeliyim de. Ve o katta yer alan insanların aşağıya doğru indiğinde ve bu örgüt dediğimiz ve bu örgüt sözcüğünün bile bu yapıyı anlatmakta son derece yetersiz bir sözcük olduğunu altını çizmeliyim. Onun için Başbakan’ın onlara örgüt, çete demesinin hak etmedikleri bir şey değil. Aslında daha fazla hak ettiği şeyi daha az kelimeyle ifade ettiğinin altını çizmek istiyorum. O katta görev dağılımı yapılır ve görev alınır. Bunlar adliyenin içinde, polisiyenin içinde, askeri ile ilgili ülkenin bütün hayati kurumlarını oradan teşkilatlandırılır.

OYUNU PİRAMİTİN EN ALTINDAKİ ÜÇ KATMAN BOZACAK
Keleş, örgütün en alt seviyesindekilerin yani cemaat tabanındaki kişilerin ‘Yeter’ diyerek bu örgütü bozacaklarını söyledi.

Özellikle 3.,2. ve 1. katmanlarda yer alan sevgili kardeşlerimin, cemaatin tabanının bugün, tam da bugün nasıl devletinin, hükümetinin yanında yer almaları gerektiğinin altını çiziyorum. Çünkü bu yapının o üç kat bozacak. O üç kat diyecek ki “Yeter!”

NE KADAR ÖNEMLİ BİR TEHLİKEYLE KARŞI KARŞIYA OLDUĞUMUZU İTİRAF EDİYORUZ
Bir yerde taş oynuyorsa bunun Hocaefendi’nin izni olmadan mümkün olmadığını söyleyen Keleş, önemli bir tehlikeyle karşı karşıya olunduğuna vurgu yaptı.

Hocaefendi bu sistemi bu şekilde tesis ederken bir öğrencinin durumundan, onun ağabeysisinden, onun bi üstünden kendisine kadar ki bütün sistemi kurmuştur ki bunlar sistemli bir şekilde bilgileri yapılan faaliyetleri doğrudan sanki kontrol olmaksızın kılcal damarlarına kadar Hocaefendi bütünüyle sistemi kontrol eder ve bu kontrolde Hocaefendi’nin onayı olmadan hiçbir en alt birimde dahi bir faaliyetin yürütülmesi imkansızdır. Burada bu ülkede bir taş yerinde oynuyorsa bilsinler ki bunun olurunu bizzat Hocaefendi’nin kendisi vermiştir. Bunun tartışılmaz bir tarafı bile yok. Biz bunu itiraf ediyoruz. Ne kadar önemli bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu itiraf ediyoruz.

“ALLAH’IN HOCAEFENDİ’Yİ YANILTACAĞINA İNANMIYORUM”
İlahiyatçı bir Prof. arkadaş yanıma geldi ve Hocaefendi’nin Mavi Marmara ile ilgili beyanatını nasıl bulduğumu sordu. Dedim ki; ‘çok talihsiz bir beyandı, duymamak isterdim’ dedim. Biraz oturdu, düşündü, başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı ve şöyle dedi: “Ben Allah’ın Hocaefendi’yi yanıltacağına ve yanlış bir söz söyleyeceğine inanmıyorum” dedi.

Böyle bir bakış açısıyla baktığınıza o zat da böyle algılandığını gördüğünde, o meşruiyeti kendisinden menkul, kendisine bağlı öyle bir alan açar ki artık orada onu sınırlamak, onu tutmak imkansız hale gelir.

MEŞRULAŞTIRMANIN ADI “HİZMET” OLUNCA SINIR TANIMIYOR
Hizmet adıyla her şeyin meşrulaştırdığını söyleyen Keleş, bu sayede sınır tanınmadığını aktardı.

Fethullah Gülen’in şahsındaki bu meşrulaştırıcı durum aşağıya doğru “hizmet” olarak iner. Ve aşağıdaki meşrulaştırma aracı “hizmet”tir. Hizmet dediğiniz zaman akan su durur. Hizmet de yap. Hizmet de “başını aç.” Hizmet de “takiyye yap.” Meşrulaştırmanın adı hizmet olduğu zaman sınır tanımadı.

GÜLEN’İN KUR’AN-I FIRLATMASI MEŞRUİYET KAYNAKLI
Fethullah Gülen’in kürsüden Kur’an-ı Kerim’i göstererek “bu kitabı bizden başka okuyan, anlatan, bilen yok” deyip o kürsünün üzerine fırlatması bu meşruiyetten kaynaklanıyor. Ve bu meşruiyet yapılanların hem kendi nezdinde, hem cemaat tabanında kabullenmesi gereken bir hakikat gibi algılanıyor.

GÜLEN, MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİNE HEP MESAFELİ DURMUŞTUR
Bu nedenle bize hep şu söylendi: Bizim yaşadığımız, yaşamaya çalıştığımız, bir gün tüm insanlığa yaşamak için model yapmaya çalıştığımız diye kabullendiğimiz hayatı bir Asr-ı Saadet modeli olarak görürdük. Zaten dikkat ederseniz cemaatine de “İkinci Kudsiler” diye bahseder. İkinci Kudsiler; ahir zamanda sahabelere karşı gelen topluluğun adıdır. Böyle bir algıyla bakınca Milli Görüş siyasi duruşu ve hareketi her zaman şöyle bir anlam taşımıştır:

Bunlar dünya ikbali taşıyan, Başbakanlık sevdası, Cumhurbaşkanlığı sevdası ve bu sevdaları elde etmek pahasına İslam’ı, Müslümanlığı da kendileri için bir araç gibi algılayan bir yapı olarak görmüştür. O nedenle de; orada bir İslami algının olmasından ziyade İslam’ın istismarı olarak algıladığı için hep karşı durmuştur. Dolayısıyla böyle bir duruş aslında ne kadar masumane ve samimi bir duruş gibi gelse de sonuçları itibariyle görüyoruz ki; rahmetli Erbakan’ın duruşunun, onun hareketini ve öğrencilerinin nereye taşıdığını ve onların nasıl bir duyarlılıkla sadece Türkiye Müslümanlığının ve Müslümanlarının değil tüm dünya Müslümanlarının ve İslam dünyasının derdiyle “dertli Müslümanlar” olduğunu tarih bize gösterdi. Ve kendisinin de “ben bir Kuran Kursu öğrencisine Kur’an-ı Kerim öğretmeyi Cumhurbaşkanlığına da, Başbakanlığa da bin defa tercih ederim” diye bu cümleyi kullandığı onlarca vaazı var.

GÜLEN CEMAATİNDEKİ İNSANLAR KENDİLERİNE BU SORUYU SORMALILAR
Hizmet arkadaşlarıma, sevgili kardeşlerime diyorum ki; dün bunu göremeyebilirdiniz, sebepleri çok açık değildi. Bazı insanların bunu söylemesini art niyetli zannedebilirdiniz. Haklıydınız. O gün haklı olabilirsiniz ama bugün artık bunların bu kadar görünür olduğu, bu kadar netleştiği bir noktada şimdi şöyle düşünmeleri gerekiyor: “Bugün bir sınavdan geçiyoruz. Bugün bu sınavı başarıyla geçmenin yolu; kendimize şunu sormaktır” deyip sormaları gerekiyor. “Biz gerçekten Allah’ı mı seviyoruz?”, “Gerçekten biz Muhammed (SAV.) sevdalıları mıyız?” Yoksa, Hocaefendi’yi memnun etmek, onu korumak, onu yukarılarda tutmak, onu etkin tutmak, onun otoritesini korumak mı olduğunu bugün kendilerine sormalılar.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN BU SÖZÜNÜ HATIRLAMALILAR
Allah’ın Resulü (S.A.V.) buyuruyor ki; “sizin hiçbiriniz anasından, babasından, bütün insanlardan, evlatlarından daha fazla sevmedikçe iman etmiş olamazsınız” buyuran sevgili Peygamberimizin bu sorusunu hatırlamalılar. Hayatlarını sorgulayarak demeliler ki; “biz neyin peşindeyiz?”

“UZUN ADAM” GÜLEN’İN OYUNUNU BOZDU
Ahmet Keleş, Fethullah Gülen’in henüz ilk zamanlardan beri düğmeye bastığında kimsenin hareket dahi edemeyeceğini söylediğini aktardı. Fakat, Erdoğan Gülen’in bu oyunun bozduğunu söyledi.

Gerçekten bu yapı ta başından itibaren Fethullah Hoca’nın başarı umarak, hatta kendisinden bizzat işittiğim bir ifadeyle söyleyeyim: Bu yapıyı kurduğunda düğmeye bastığı gün, operasyona start verdiği gün kimsenin kımıldayamayacağını, hareket edemeyeceğini, başarısızlık şansının olmadığını söylerdi. Muhtemelen 17 Aralık da bu noktaya geldiğini ve bu noktada olduğunu düşünerek bu düğmeye bastı ve startı verdi. Fakat bir şeyi unuttu. O da şu; Allah bu ülkenin başına 10 yıldan daha fazladır bir ‘uzun adam’ lütfetmişti ve ‘uzun adam’ sadece kametiyle uzun değil, maneviyatıyla da gönlüyle de o kadar bir uzun adamdı ki bu uzun adam bu oyunu bozdu.

“UZUN ADAM”IN BOYU LABİRENTİN ÜSTÜNDE KALDI
Operasyon düğmesine basıldığı zaman, Başbakan ve ekibinin hiçbir şekilde o labirentten çıkması beklenilmediğini açıkladı. Fakat, “Uzun Adam”ın boyunun labirentin üstünde kalacağını görmediklerini ifade etti.

Nasıl bozdu? Fethullah Gülen düğmeye basarken, aslında kurguladığı şey tam da içine girildiğinde asla bir daha çıkılması labirent oluşturmuştu. Bu labirent 17 Aralık operasyonuyla başladığında ve hükümet Sayın Başbakan ile beraber içeriye çekildiğinde öyle inanılıyordu ki, oradan Sayın Başbakan da, tarafları da, ekibi de bir daha o labirentten asla çıkamayacaktı. Çünkü öyle mükemmel mühendislikle inşa edilmişti ve gerçekten o labirentten çıkmak imkansızdı. 40 yılda yapılan labirentti bu. Bu labirente çekilmek istenen Başbakan’ın “Uzun adam” olduğu göz ardı edilmiş. 40 yıl görmedikleri şey buydu. Çünkü o labirentin içine uzun adam öyle bir girdi ki boyu labirentin üstünde kaldı. İşte hayaller o gün yıkıldı. O gün dedim ki; tıpkı 28 Şubat sürecindeki o aktörlerin; “28 Şubat bin yıl sürer” deyip de on yıl ancak sürebildiği gibi sonsuza dek “bu hükümeti de, taraftarını da tarihe gömeceğiz” diye başlayan sürecin ‘Uzun Adam’ın kametiyle, Allah’ın lütfuyla, büyük bir devlet adamı duruşuyla o labirenti yerle bir etti.

BU HALKIN ZEKASI YOK MU?
Fethullah Gülen’in verdiği demeçte “hiç 2 ceketim olmadı” sözleri üzerine münzevi ve mütavazi hayat yaşadığı tartışmaları gündeme geldi. Ahmet Keleş, ‘bu ülkenin en zengin insanlarının yaşayamayacağı bir hayatı yaşadığını aktardı. Keleş malum medyaya ‘bu ülke insanının Gülen’in fotoğraflarını göremeyecek kadar zekası yok mu?’ sorusunu yönlendirdi.

Acaba bu gazetede bu röportajı yayınlayanlar ve televizyon ekranlarından bu ülke insanının gözünün içine baka baka Hocaefendinin mütevazi bir insan olduğunu, münzevi bir insan olduğunu söylerken, bu insanların o fotoğrafları, o görüntüleri, o röportajların yapıldığı yerleri, o yaşanan yerlerin basına yansıyan resimlerini görmediklerini mi zannediyorlar. Bu insanların zekası yok mu, aklı yok mu? Nasıl bir mütevazi, münzevi görüntüdür ki bu ülkenin en zengin insanlarının, belki Amerika’nın en zengin insanlarının dahi yaşayamayacağı bir hayatı yaşıyorsunuz. Acaba o giysilerinden, kullandığı malzemelerinden, kullandığı teknolojiden ve canının sıkıldığında gökyüzünü seyretmek için kullandığı teleskoptan bizler biliyoruz. Nasıl bir mütevazi ya da nasıl bir münzevi olduğunu.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/19/gulen-cemaati-ndeki-insanlar-kendilerine-bu-soruyu-sormalilar.html#.UynaI1o5nDc

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder