HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

19 Mart 2014 Çarşamba

Bediüzzaman'ın Siyasete Bakış Açısı

Risale Ajans

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin siyaset konusunda en çok nakledilen sözlerinden biri euzu billahi mine'ş-şeytani ve's-siyase sözüdür. Said Nursi bu sözüyle kulluğunun gereği olarak şeytandan Allah'a sığınırken belki de aynı sebeplerle siyasetten de istiaze etmektedir.
 
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin bu sözü içinde derin anlamlar taşımaktadır. Sözün arka planına vakıf olabilmek için sözün bağlamı araştırılmalıdır. Bu arka plan Bediüzzaman tarafından bizzat açıklanmaktadır. Eserlerinde, bu konuda tereddüde mahal bırakmayacak kadar çok izaha ulaşmak mümkündür.
 
Bu sözü bizzat Bediüzzaman Said Nursi Hazretler'nin söylediği şüphesizdir. Muhatapları ise; özellikle ve öncelikle, siyaseti "tarafgirlik" olarak anlayan mutaassıplar, kurtuluşu siyasette gören dindar siyasetçiler, kendisini dini siyasete alet etmekle suçlayan bir kısım idareciler ve siyaset konusunda da Bediüzzaman Said Nursi'den ders alan Nur Talebeleridir.
 
Üstad bu istiazeyi ilk olarak Birinci Dünya Savaşı'nın mağlubiyetiyle iyice herc ü merc olan Osmanlı siyasetinin son ve yıkıcı çalkantıları içinde yapmıştır. İspanyol hastalığı gibi fikri hezeyanlaştıran İstanbul siyaseti herkesi etkilemiş, zihinleri teshir ve tenvim ile uyuşturmuş, hak ile batıl, sıdk ile kizb birbirine karışmıştır.

SİYASETTEN ALLAH'A NE ZAMAN SIĞINDI?
 
Hakperestlik yerine tarafgirlik, insaf yerine inat, merhamet yerine intikam ikame olunmaktadır. İş öyle bir noktaya gelmiştir ki, "Bir salih alim, kendi siyasi fikrine uyan bir münafığı hararetle sena ve siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve tefsik edebilmiştir." Hadiseye şahit olan Üstad, bu dehşetli hatayı işleyen alimi, "Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lanet edeceksin" sözleriyle ikaz etmiş ve işte bundan sonradır ki euzu billahi mine'ş-şeytani ve's-siyase diyerek, şeytanileşen siyaset anlayışı ve ortamından Allah'a sığınmıştır. (Bkz. Hutbe-i Şamiye, s. 52, Haşiye)
 
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, hayatının sonraki devrelerinde sık sık bu olaya atıfta bulunmuştur. Bu sözün söylendiği makamları şöyle özetleyelim:
 
1. Bu sözü ilk olarak, yukarda bahsi geçen dehşetli hata karşısında söylemiştir.
 
2. Bediüzzaman, Eski Said'den Yeni Said'e geçiş devresinde (1918-23) kendisini siyasete ve riyasete davet eden ehl-i siyasete karşı bu istiazesini hatırlatmıştır. (Bkz. Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe).
 
3. Yeni Said'in mebde i sayılan, Ankara'dan ayrılışında Üstad'ın bu istiazesindeki haklılığı açıkça anlaşılmaktadır. Siyaset, artık dine muhalif bir kesimin eline geçmiş ve "siyaset yoluyla mukabele edilemeyeceği haber verilen fitnenin zamanına" girilmiştir.
 
4. "Münafık gizli zındıkların, Garplılaşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe alet yapmalarına karşı, bir kısım dindar ehli siyaset de dini siyaset-i İslamiyeye alet etmeye çalışmışlardır." Bunların çabalarına ve davetlerine karşı Üstad; "İslamiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tabii olamaz ve alet yapmak islamiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.(...) Din dahilde menfi tarzda istimal edilmez. (...) Din umumun mal-i mukaddesidir, inhisar kabul etmez" gibi beyanlarla taraftar olmamıştır. Üstad, dini siyasete alet ettiği suçlamasını, yukarıdaki gerekçelerle red etmekte ve mezkur istiazesini hatırlatmaktadır.
 
5. Üstad, talebelerine de bu dersi sık sık tekrar ederek, siyaset konusunda şaşmaz düsturlarla Kur'ani bir istikamet göstermiştir. Bu derslerinde Bediüzzaman, bereketli hayatından süzülen tecrübelerinden hareketle, siyasete talip olmak ile siyasetten talebi olmak arasındaki ince, sırlı ve derin farkı talebelerine öğretmiştir. Nur Talebeleri artık bilmektedirler ki, "Salt siyaset yapmak ve siyasete talip olmak başka şey, siyasi bir tercih yaparak bir cereyanı desteklemek ve bu yolla siyaseti ve siyasetçiyi ikaz ederek dine hizmet etmek ve ettirmek başka şeydir."
 
Meşhur sözün hangi makamlarda ve ne maksatla söylendiğini böylece özetledikten sonra Bediüzzaman'ın hayat safhaları ile ilgili bir değerlendirme yapabiliriz.
 
Eski Said Devri
 
Üstad, Eski Said döneminde meşrutiyet-i meşrua ve hürriyet-i şer'iye için Osmanlı hürriyetçileri ile ittifak etmiş ve bu yolda büyük gayretler göstermiştir. Fakat bu dönemdeki, siyasetle de içtimaiyat-ı İslamiye ile ziyade alakadarlığını açıklarken "Sakın zannetmeyiniz ki o (Eski Said), dini siyasete alet ve vesile yapmak mesleğinde gitmiş! Haşa, belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine alet ediyormuş. Ve derdi ki, dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ederim. Evet o zamanda, kırk elli sene evvel hissetmiş ki, bazı münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe alet etme teşebbüs ve niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslamiyet'in hakaikine bir hizmetkar, bir alet yapmaya çalışmıştır." demektedir. (Bkz. Hutbe-i Şamiye, s.52) Başka bir deyişle, bu dönemde, nispeten sahih bir siyasal katılmanın araçları bulunabilmektedir. Üstad bu araçları kullanarak, asıl maksadı olan yani dine hizmete çalışmıştır.
 
Geçiş Devri (1918-1923)
 
İstiaze sözü, ilk defa bu dönemde söylenmiştir, kısaca özetlersek:
 
— Siyasetçilik ve tarafgirlik, maksat haline gelmiş, bu durum salih bir alimi bile etkilemiştir.
 
— Osmanlı siyaseti savaş sonrasında Avrupa'nın açık etkisi altına girmiş ve bağımsız bir siyaset geliştirmek imkansızlaşmıştır. Osmanlı siyasetçisi, artık müteharrik-i bizzat değil bi'l-vasıta müteharriktir ve çabaları Avrupa hesabına geçmektedir. Siyasal katılmanın araçları (basın, partiler, cemiyetler vs.) filcümle kullanılamaz hale gelmiştir. Artık Bediüzzaman'a, "Avrupa üflüyor biz burada oynuyoruz" dedirten bir ortam vardır.
 
— Siyaset böyle bir ortamda şeytanın tuzağına dönüşerek menfaat, garaz, intikam, kizb, tahrip, kuvvet, müzaheme üzerinde dönen bir oyun olmuştur. Bu halde ihlas, hak, hakikat ve adalet Bediüzzaman'ı şeytandan kaçtığı gibi siyasetten kaçınma ilkesine götürmüştür.
 
Yeni Said Devri
 
Bu devirde zaten siyasal katılmanın asgari şartları bile ortadan kalkmıştır. Mutlak istibdad öyle bir hal almıştır ki, İkinci Dünya Savaşını hiç sormayacak kadar siyasetten uzaklaşan Bediüzzaman yine de dini siyasete alet etmekle suçlanmıştır. Artık ahir zamandır ve bu zamanın fitnesine karşı siyasetle değil ilimle mukabele edilmelidir ve Üstad da öyle yapmıştır.
 
Üçüncü Said Devri (1948 sonrası)
 
Memlekette yeni bir hürriyetçi siyasi açılımın meydana gelmesi üzerine ehvenü'ş- şerri ihtiyar ile Halk Partisine karşı Demokratları destekleyen Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, "Hürriyet-i şer'iyeye vesile olmaları için" ikaz ve yönlendirmede bulunmuştur. "Bu vatanda şimdilik dört parti var" başlıklı lahikada ve benzerlerinde; ırkçı ve "İslamcı" siyasi oluşumları, gerekçelerini de göstererek tasvip etmemiş, onları Demokratlara iltihaka davet etmiş, Halk Partisini de eski kusurlarından kurtularak "millet ile barışmaya" çağırmıştır. Üstad'a göre Demokratların vazifesi şeairin ihyası, ittihad-ı İslamın temini gibi esaslarla hürriyet-i şer'iyenin tesisine çalışmaktır.
 
Sonuç olarak; Üstad'ın siyasetten istiazesi güncelliğini korumakla birlikte, siyaseti dönüştürmeye mani olmayıp belki tam tersi, gerektirmektedir. Mü'min, fenalıktan Allah'a sığınırken onu düzeltmek için üzerine düşen bir vazife varsa yapmalı, yani fiili duayı terk etmemelidir. Mümkün olan yollarla, siyaseti ve siyasetçiyi dine dost ve barışık yapmak, siyasetin şeytanileşmesinden muzdarip olan mü'minlerin vazifesidir.
 
Nur Talebeleri, Üstadları gibi "Şeytan gibi siyasetten Allah'a sığınırken" yine Üstadları gibi, siyaseti dine dost ve hizmetkar yapacak Demokratları desteklemektedirler. Bu desteğin, siyasi liderlere olan sevgiden değil, sağlam ilkelere dayalı bir teoriden kaynaklandığını bilmektedirler. Liderler ve siyasetçiler, sempatileri oranında değil demokratlıkları oranında Nur talebelerinin desteğine mazhar olmaktadırlar. Euzu billahi mine'ş-şeytani ve's-siyase diyerek siyasetten Allah'a sığınmanın Nur talebeleri için bir anlamı, siyaseti şeytanın elinden kurtaracak biçimde siyasal tercihte bulunmaktır.
Tarih : 11.02.2014 Kaynak : Risale-i Nur Enstitüsü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder