HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

28 Mart 2014 Cuma

MUTLAKA OKUYUN SÜPER YAZMIŞ
beyinsiz_adam_header 

AKP Mitinginde Bir Monşer

Bir balkon konuşmasına ne dersiniz?
İftara doğru
Yıldıray Oğur
TÜRKİYE GAZETESİ
 
Tasfiye ediliyoruz diye ağlarken gittiniz devletin en fazla bir hafta önceki mahrem zirvelerini dinleyip, yayınladınız. Başbakan’ın bütün ailesini torunlarının bebek telsizleri dışında dinlediniz yayınladınız. Katil dediniz, hırsız dediniz, diktatör dediniz. Cinayet emri verdi dediniz. Muta nikâhı yaptı, İran büyüsü yapıldı, karısını aldattı dediniz.
 
Tabipler Birliği’niz çıktı, bütün hekimlik etiğini çöpe atıp, “duygusal durumu dengesiz” teşhisi bile koydu. Mezarına tükürecekler diye yazdınız. 
 
Hırsınızı alamadınız bu kez ona oy verenlere geçtiniz. "G.t kılı" dediniz. Az yedikleri için kısa boylular dediniz. Başbakanı izlerken cinsel haz alıyorlar diye hakaret ettiniz. Bu sefer erkenci davranıp daha seçimler bile yapılmadan, belki sandıktan biz çıkarız demeden cahiller kaseti koydunuz.
 
İki milyonluk mitinge gelen herkese para dağıtıldığı fantezileriyle kendinizi avuttunuz.
Sonra seçimlere giriştiniz. 50 milyon seçmene, 170 milyon pusula basıldı diye, en az herkesin 3 oy kullandığı seçime, daha yapılmadan hile karıştırmaya çalıştınız. 60 yıldır sorunsuz yapılan seçimlerin mühürlerini şimdiden çaldınız, pusulalarını kaçırttınız, müşahitlerini şaibe altına soktunuz.
 
Zaten her partinin temsilcisi olan sandıklara gönüllü kampanyası başlattınız. Daha neler yapacaksınız kim bilir.
 
Demokrasiye takla attırdınız. Yüzde 50 alsa da yönetemez diye hüküm kestiniz. Demokrasi için demokrasi dışında çıkmakla tehdit ettiniz. Suriye Türk uçağını vurunca "niye gitti oraya", Türkiye Suriye uçağını vurunca “niye vurduk”a kadar geldiniz. ABD’nin, AB’nin hiçbiri olmadı Atlantik’teki bir ada devletinin bile Başbakanın kulağını çekmesi hayalleriyle yanıp tutuştunuz.
 
Bu hükümetle barış yapıyor diye PKK’yı bile barış masasından kaldırmaya çalıştınız. 30 yıl sonra ilk kez ölümsüz geçen yıldan sonra üst üste tape’ler çıkarıp ölümü, savaşı çağırdınız. Başbakanı savaşı bitirdiği için vatana ihanetle suçlayıp, vatana ihanetin tariflerini yaptınız.
 
Başbakan’a İrancı deyip TIR durdurup, Suriye toplantısı ifşa edip İran’ın gözlerini yaşarttınız.
 
Tahammülsüzlüğün, ötekileştirmenin, şeytanlaştırmanın, nefret suçunun kitabını yazdınız.
 
Kutuplaştırmanın dibini gördünüz. Bir de zinadan, hırsızlığa, cinayetten vatana ihanete elinize geçen her şeyi fırlattığınız Başbakan’a da çok bağırıyor, ötekileştiriyor, kutuplaştırıyor diye kızdınız.
 
Şimdi de onu seçimden sonra bir balkon konuşmasına daha çağırıyorsunuz.
 
Esas o balkona çıkması gereken sizsiniz. Nefret ettiğiniz, aşağıladığınız halka, ırzına geçtiğiniz demokrasiye, derin devleti temizliyoruz diye paralel devleti kurarken kandırdığınız, kumpas kurduğunuz, duygularıyla oynadığınız insanlara bir özür borcunuz var.
 
Bundan sonra birlikte yaşayabilmemiz için önce sizin o balkona çıkıp bize bir şeyler söylemeniz gerekiyor. Tahammül kalmadı. Birlikte yaşama iradesi bitti, bitiyor. Pensilvanya’daki villanın mı, Hürriyet binasının mı? Yoksa CHP genel merkezinin mi? Balkonu seçmek size kalmış.
 
Hazır Başbakan’ın sesi kısıldı. İstediğiniz oldu. Buyurun mikrofon sizin.
 
Seçimlerden sonra esas sizden bir balkon konuşması bekliyoruz...

28.3.2014
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yildiray-ogur/578855.aspx
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Cüneyt Özdemir Ve Bir Çapulcu... Katranı Kaynatsan Da Olmaz Şeker!

28 Mart 2014


Deseler ki;
“Mine Kırıkkanat, Bekir Coşkun ve Yılmaz Özdil’i birleştirip, tek insan haline getirseler, ortaya ne çıkar?”
Düşünmeden derdim ki;
“Cüneyt Özdemir çıkar!”
Evet, evet;
Bu üçünü, “Voltran” çizgi filminde olduğu gibi birleştirsen, “bir adet Cüneyt Özdemir” çıkar ortaya...
Hepsi “aynı gen”den, hepsi aynı “fabrika”dan çıktığı için, aralarında bir “uyumsuzluk” da olmaz!..
“Halka hakaret” ve “milleti aşağılama” bayrağını bir zamanlar Bekir Coşkun tutuyordu elinde...
O da;
“Halk plajları doldurdu, vatandaş denize giremiyor... Memleketin idaresini Haso’lara, Memo’lara mı bırakacağız?” diyen “CHP’li ataları”ndan devralmıştı...
Ve yine;
Aynı Bekir Coşkun, 3 Mayıs 1944’te tutuklatıp, huzuruna getirttiği merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ye; “Ulan öküz Anadolulu!.. Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var?.. Milliyetçilik lazımsa, bunu biz yaparız... Komünizm gerekirse, onu da biz getiririz... Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek... İkincisi de, askere çağırdığımızda askere gelmek!!!”
Diyen “CHP’nin Ankara İl Başkanı, CHP’nin Ankara Valisi ve CHP’nin Ankara Belediye Başkanı Nevzat Tandoğan’ın manevi torunu”dur!.. Malûm; Nevzat Tandoğan denilen adam, aynı zamanda “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyen “despot ve diktatör” bir adamdır!..
“Diktatör” arayanlara duyurulur!..
Bu milletin dindarlarına; “Göbeğini kaşıyan adamlar” diyerek hakaret eden Bekir Coşkun’un “lider”leri, “önder”leri ve “idol”leri, işte bu adamlar, işte bu “zihniyet”tir!..
“Halka tepeden bakan,
Halkı aşağılayan,
İnsanları yok sayan ve sürekli horlayan” bu zihniyet!..
MİNE NİNE!
“Bu zihniyetin temsilcisi” olan Bekir Coşkun, “halkı aşağılama” görevini eksiksiz yerine getirip; “CHP’li olmayan” insanlara “Göbeğini kaşıyan adamlar” diye hakaret ettikten sonra, bayrağı Mine G. Kırıkkanat’a devretti...
“Mine Nine” de, “Bekir’i aratmayan” yazılar yazmaya ve “hakaret çıtası”nı yükseltmeye başladı!..
Meselâ, dedi ki;
“Don paça soyunmuş adamlar geviş getirerek yatarken, siyah çarşaflı ya da türbanlı, istisnasız hepsi tesettürlü kadınlar mangal yellemekte, çay demlemekte ve ayaklarında ve salıncakta bebe sallamaktadırlar. Her 10 metrekarede, bu manzara tekrarlanmakta; kara halkımız, kıçını döndüğü deniz kenarında mutlaka et pişirip yemektedir.
Aralarında, mangalında balık pişiren tek bir aileye rastlayamazsınız. Belki balık sevseler, pişirmeyi bilseler, kirli beyaz atletleri ve paçalı donlarıyla yatmazlar, hart hart kaşınmazlar, geviş getirip geğirmezler, zaten bu kadar kalın, bu kadar kısa bacaklı, bu kadar uzun kollu ve kıllarla kaplı da olmazlardı.”
Son derece “çirkin”, son derece “yakışıksız” ve son derce “küstahça” olan bu “hakaret”ler, Hürriyet’in Yılmaz Özdil’i ile, bir adım daha ileri taşındı... Yılmaz Özdil de; “dindar” olup da, “AK Parti’ye oy veren” seçmenlere “Bidon kafa” diye hakaret etti, o insanları; “bir makarna paketine oyunu satmakla” suçladı!..
CİNSİNE ÇEKMİŞLER!
Tam “Türkiye normalleşiyor... Başı açıklar ile başı örtülüler kaynaşıyor... Eli kalem tutanlar katı laiklikten vazgeçiyor” diye düşünmeye başlamıştık ki, “cinsini sevdiklerim, cuneyt.jpgyine cinslerine çekmeye” başladılar!..
Demek oluyor ki;
Atalarımız, “Katranı kaynatsan da olmaz şeker, cinsini sevdiğim, cinsine çeker” derken, boşuna dememiş!..
İşte gördük;
Nevzat Tandoğan’dan, Bekir Coşkun’dan, Mine G.Kırıkkanat ve Yılmaz Özdil’den sonra, şimdi de Cüneyt Özdemir çıktı ortaya...
O da; güya, “AK Parti’nin Yenikapı Mitingi”ni izleyen bir “çapulcu”nun gözlemlerine yer vermiş... O “çapulcu”, güya “adam başı 300 TL” alıp da “mitinge gelenler” hakkında, “kim bunlar” deyip, gözlemini(!) aktarmış;
“Onlar...
Çocuğumuzun bakıcısı Nermin abla, sitemizin güvenlik görevlisi Kadir, tekstil atölyesinde günde 12 saat sigortasız çalışan Hatice, İSKİ’den emekli Necati amca, zabıta, itfaiyeci, otobüs şoförü, taşeron inşaat işçisi...
Onlar işte...
Onlar CV’si olmayan işlerin insanları. Onlar uzaktan gelenler, onlar İstanbul’da denizi yılda bir kez görenler. Onlar birbiriyle konuşmayanlar.
Onlar yanlarında bir adet gazete bile getirmeyenler. Evet, hiçbirinin kolunun altında bir gazete bile yok. Okumamış insanlar.
Onlar telefona, internete bakmayanlar. Twitter mwitter falan bilmeyenler. Selfie çektirmeyenler. Onlar nasırlı eller, yorgun bacaklar. Onlar talimatla bayrak kaldıranlar. İtaat edenler.
Onlar, beslenemedikleri için boyu benden kısa olanlar.
Otobüs ile geliyorlar, arabaları yok çoğunun.
Olsa da benzine paraları yok. Neredeyse tamamı geldikleri ilçe teşkilatı tarafından sağlanan anlık ve devamlı yardımlara muhtaç.
Bizim ‘makarnaya, bulgura oyunu satıyorlar’ diye kızdığımız, aşağıladığımız insanlar... Ama o makarna o kadar değerli ki onlar için, çocuğu o makarna sayesinde doyuyor.”
Evet, “aşağılık mahlûk” bunları yazmış, Cüneyt Özdemir de, bu “kusmuk”ları köşesine taşımış!..
ADI LÂZIM DEĞİL!
Diyeceksiniz ki;
“Kim bu adamlar?”
Bana, adlarını sormayın!..
Şair Can Yücel’in dediği gibi;reso.jpg
“Adları lâzım değil,
Çünkü kendileri lâzımlık!”
Aşağının da aşağısında bir “çukur”da bulunan “lâzımlık”lara, kalkıp da, “adları” sorulmaz ki!..
Evet, “adları lâzım değil,
Çünkü kendileri lâzımlık!”
Esra Elönü’nün deyimiyle; bir “klavye saksısı”na, bir “prematüre blog yazarı”na, “ayakkabısının topuğu kırılınca, beyni de aksayan sosyete hatunları gibi hayıflanan”lara, “içine sinek düşse, aç kalacağı bir beyne sahip” olanlara, hiç adları  sorulur mu?..
“Adları lâzım değil,
Çünkü kendileri lâzımlık!”
Cüneyt Özdemir, bu “lâzımlık”ın gözlemlerine yer vermekle, aynı “aşağılık”lığa, aynı “çukur”luğa ortak olmuştur ki, onu artık bir “özür” bile kurtarmaz!..
ONLAR VAR YA!
Gördünüz ya, bu aşağılık çapulcu;
“Aç bu insanlar aç!” diyor... “Vasıfsız insanlar” diyor, “dilenci” diyor, “hizmetçi” diyor, “cahil” diyor, “beslenemedikleri için boyları kısa” diyor!..
Hep hakaret, hep aşağılama.
Omuzlarının üstünde taşıdıkları “saksı”da ot bile bitmeyecek bu adamlara söylenecek tek söz var: Evet, mitinge giden o adamlar var ya; belki “CV’leri” yoktur ama, bir “secdeli alınları” vardır ki, siz bir yerlerinizi yırtsanız, böyle “temiz bir CV’ye” sahip olamazsınız!..
“Boylarının kısalığı” iddiasına gelince... “Akılları ve ferasetleri sizden çok çok uzun” ya, siz ona bakın!..
Ve ayrıca, ayaklarınızın altındaki “takoz”lar alındığında, ne kadar “alçak” olduğunuzda çıkar ortaya!..
O kadar “geri zekâlı”sınız, o kadar “aptal”sınız ki; “2 milyonu aşkın kişiye, adam başına 300 lira verilse” ne kadar tutacağını bile bilmiyorsunuz!..
ONLAR YERLİ, YA SİZ?
Uzun lâfın kısası;
Cüneyt Özdemir’in bu yazısı; “bu ülkenin yerlileri” ile “bu ülkenin yabancıları” arasındaki “kavga”nın dışa vurumudur ki; taaa “Milli Şeflik Dönemi”nden bu yana devam eder!..
Hiç kuşkunuz olmasın;
Yine “yerli”ler kazanacak!
“Türkiye’ye Fransızlar” değil!
Daha, söyleyeceklerim vardı ama;
Maalesef yerim dar!..
 ****************************************************************
Bir yanda “kaçak”lar, bir yanda “alçak”lar!
İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, geçtiğimiz günlerde Sabah ve atv ile ilgili “yalan” haberlerinden dolayı, Zaman gazetesine “tekzip” yollayıp, “yalan haberlerini düzelt” demiş, haberiniz var mı?..
l Ekrem Dumanlı, Emre Uslu, Kerim Balcı ve Önder Aytaç’ın, 30 Mart akşamı, seçim sonuçlarını “Amerika’da” takip edecekleri konuşuluyormuş, duydunuz mu?.. Kimi Tel Aviv üzerinden, kimi Brüksel üzerinden, kimi de doğrudan uçacakmış New York’a... Artık New York’ta buluşup, oradan Pensilvanya’ya mı giderler, yoksa “Amerikan ekranlarından Türkiye’deki seçimi mi takip ederler” orasını bilmiyorum... Merak ettim; Türkiye’deki seçimi, niye Türkiye’den takip etmiyorlar ki!.. Yoksa!?!..
l“Yolsuzluk ve rüşvet kılıflı kasetleri servis etmek” yetmedi, şimdi de “Suriye ile ilgili gizli bir toplantı”nın kasetlerini sızdırmışlar, duydunuz mu?..
“Devlet sırrı”nı ifşa eden “O’nun çocukları”na, bu “hain” ve “alçak”lara sormak lâzım; “Siz Esad’ın ajanları mı, yoksa MOSSAD’ın maşaları” mısınız?.. 
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Yavaş Gardaşım Yavaş!

28 Mart 2014








28 Şubat’ta ve sonrasında bize ne yaptıklarını biliyorsunuz. 312 General birlik olup bize dava açmışlardı.. Hurşit Tolon, Çetin Doğan aralarına MGK Genel Sekreteri Kılıç paşayı da alıp, askeri mahkemede aleyhimize davalar açmışlardı.. Bir ara hakkımda açılan davalar beş yüz yılı geçmişti.. Günde 5 kez, haftada beş gün mahkemeye çıkıyordum. DGM, Askeri Mahkeme, Ağır Ceza, Asliye Ceza, tazminat davaları bitmek bilmiyordu.. Genelkurmay Basın Bürosu iyi çalışıyordu. Hani şu Hasan Tahsin Basın Merkezi.. Her gün onlarca gazeteci hakkında suç duyurusunda bulunuyorlar ve savcıya, mahkemeye baskı yapıyorlardı..

Çevik Bir’in bu görevini paralel yapı aldı sanki bugün.. Sanırım akit yazarları hakkında istenen ceza 300 yılı aştı. İstenen tazminat miktarı da 1 Milyon TL’yi aşmış durumda. Arkası da geliyor.. O zaman brifinglenmiş yargıçlar vardı, şimdi onların yerini şerbetlenmiş efsunlanmış yargıçlar aldı sanki.. Kuşkusuz hepsi öyle değil ama, polis, savcılık, yargıda olup bitenleri herkes görüyor, duyuyor, biliyor artık. Bunların mübaşirinden gardiyanına kadar her yere sızdıkları biliniyor..

 akit’in son reklam filminde, “Gelene Hocam, gidene Paşam demedik” mesajı dünden bugüne yaşananlara bir gönderme aslında..

Bu arada Erkaya davasında sona gelindi. AİHM’den lehimize bir karar çıktı..

O gün bize zulmedenler, daha sonra sanık durumuna düştü. Ne demişler; ‘alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste’. Zulm ile abad olunmaz..

Ben hiçbir zaman böyle bir seçim yaşamadım.. At izi, it izine karışmış durumda.. Yolsuzluk bahanesi ile cemaat, Sarıgül’e destek istiyor, ama Sarıgül, daha önce Kılıçdaroğlu’nun kendine rakip gördüğü için yolsuzluk dosyaları önünde poz veren adam değil mi?

CHP’nin Adana adayı MHP’li, Hatay adayı AK Partili.. Daha düne kadar AK Parti’den aday olan, Erdoğan’ın çocukluk arkadaşı İ. N. Şahin nasıl bir anda CHP’li aday lehine sahaya indi dersiniz..
Cemaatin mantığı belli: Düşmanımın düşmanı, benim dostumdur..

Düne kadar siyasal İslam’a karşı çıkanların, Müslümanları siyaset dışı tutmaya çalışanların bugün din adına siyaseti yeniden dizayn etme iddiasına ne demeli.. İlhamını gökten mi alıyor, yoksa MOSSAD’dan mı, CIA’dan mı, Vatikan’dan mı birileri, belli değil.. Hem Komünizmle Mücadele Derneği’ne üye olup, hem Halkevi’ne üye olup, hem hocaefendileri “Atatürk aleyhine konuşma yapıyor” diye ihbar edecek, sonra da “hocaefendi” olacaksın!

Erbakan’ın yeğenini CHP’ye üye yaptılar ya.. 1970’lerden bu yana Müslümanların kendi kimlikleri ile siyaset yapma mücadelesine destek veren İhvan hareketine karşı, bu mücadelenin devamı iddiasındakilerin İhvan’a karşı Esad ve Esad destekçisi, İran ve İran karşıtı Gülen ve bugüne kadar İslam’a irtica diyen ulusalcılarla aynı siyasi söylemi sahiplenecek bir vadiye savrulmak nasıl bir şeydir bilmiyorum..

Yıllardır Amerikano İslam’dan söz ediyordum. Amerikano bir mehdinin zuhuruna ilişkin uyarılarda bulunuyordum, TSE damgalı bir dinden söz ediyordum, atalarımızın dininden, folk İslam’dan, siyasal İslam’dan söz ediyordum. Geleneksel bir dinden, dine karşı dinden, söz ediyordum, Şimdi buna bir de paralel din eklendi. Ama insanların çoğu bu acı gerçeği görmek istemedi.. Kalkancılar çıktı. Yıllarca Müslümanlara masonluk dersi veren adam mason olduğunu açıkladı sonunda.. Zekeriya Beyaz’lar, Yaşar Nuri’ler geldi geçti..

Şimdi “Türkiye’nin Birleştirici Gücü” CHP Üsküdar’da sokaklara afiş asıyor; “Çözerse Müftü Çözer” diye.. Resminin altına “Eski Üsküdar Müftüsü” diye yazmış. Herhalde “Üsküdar eski Müftüsü” demek istiyor.. Hem zaten “Hemfikir herkes, İhsan Özkes”.. Birkaç gün sonra göreceğiz bu sözün ne kadar doğru olduğunu..

Türkiye’nin en büyük birleştirici gücü AK Parti aslında. Baksanıza cemaat ile CHP’yi bile birleştirdi.. AK Parti karşısında herkes birleşti.. Hani “Bir topluluğa olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin” diye bir ayet vardı “hocaefendi”!?.

Siyasi sloganları reklam ajanslarına sipariş ederseniz olacağı bu.. O zaman millet size “Yavaş gardaşım yavaş” der.. Ne bu hız, ne bu döneklik.. İnsanın başı dönüyor.. Kılıçdaroğlu Devlet Bahçeli ile kanka oldu, Bozkurt işareti yapıyor!

Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz! Bugünleri de gördük. Kim kimdir şimdi daha iyi anlıyoruz.. Taşlar yerinden oynadı bir kez ve bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık..

Yolsuzluktan söz edip Sarıgül’ü destekleyenler, mut’adan söz ederek, İran’a gönderme yapanlar, İran’ın desteklediği Suriye rejimine arka çıkan CHP’yi, Nuseyri hareketinin avukatlığını üstlenen Kılıçdaroğlu’nu hangi mantıkla savunuyor olabilirler aceba?!.

Hem merak ediyorum, o haltı yemeye karar verenler, normal nikah yapmak varken, niye mut’a yapıyorlar olsunlar ki! Ya da o haltı yiyecekler de ve günah bir şey yapıyorlar ise, neden günahlarına başkasını şahid edip, Allah’ın adını kullansınlar ki! Bu iş besmele ile rakı açmak, CHP’li bir belediye başkanının yaptığı gibi, kurban keserek kerhane-meyhane açmaya benzer..

Demek ki, bazılarının öfkesi aklından büyük olunca, bu tür saçmalıkların farkına bile varmıyorlar.. Bir de kendi yalanlarına Peygamberi alet etmiyorlar mı? Mut’ayı diline dolayıp, takiyye yapmak nasıl bir mantık ürünü aceba! Zırva te’vil götürmüyor netekim.. Bu rezillikleri olduğu gibi kabul edip, bu yalanlara alet olan birtakım akıllılara ne demeli. Kafayı kiraya verip, gözlerine de at gözlüğü takınca insan, demek ki, gözü oluyor görmüyor, kulağı oluyor ama duymuyor, kalbi oluyor amma hissetmiyor.

“Şeytan sizi/bizi Kur’an’la aldatmasın”, “Allahım bize, hakkı hak, batılı batıl göster ve hakta toplanmayı nasib et.”

Selâm ve dua ile..
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Ajandalarında Daha Büyük Hainlikler De Varmış!

28 Mart 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit






MİT TIR’ları ile ilgili ilk olayda, aynı gün tepkimi şöyle vermiştim: “Bu vatan hainliği değil ise, vatan hainliği daha başka nasıl olur?”
Bilememişiz.
Bu hainlerin ajandalarında, çok daha büyük vatan hainlikleri varmış!
Biz tahmin edememişiz..
Dün sergilediler, “MİT’e ait TIR’ı arama hainliği”ni ikiye katlayan “vatan hainliği”ni!
Ülkenin istihbarat örgütünün en tepesindeki isim.. Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay 2. Başkanı, çok gizli, vatan topraklarının meşru müdafaası ile ilgili stratejik bir konuyu konuşuyorlar..
İşte bu konuşmayı dinliyor; “vatan haini” ifadesinin az kalacağı Türkiye düşmanları..
Sadece dinlemiyorlar..
Bir de internete koyuyorlar.
Eleştirilerim için, “Kimi suçluyorsun, belli değil” dediğinizi duyar gibiyim..
Haklısınız.
Bu saatten sonra, karanlığa konuşacak değiliz!
Somut olarak bir adres vermemiz gerekir.
Bu adres; maalesef Pensilvanya üzerinden, dünya üzerindeki en büyük çıban konumundaki İsrail’dir.
Pensilvanya, istediği kadar, “Bizimle ilgisi yok. Binde birini tanımayız” desin.
Bu dakikadan sonra.
Bu vatan hainliğinin üzerinde kalmasını istemiyorsa, oynanan oyunların tümünü açıklığa kavuşturmalıdır, Pensilvanya’daki tepe nokta!
Hukukta “Müddei, iddiasını ispat eder” diye bir kaide vardır..
Ancak..
Herkesin kabul ettiği, gözlemlediği, gözünün önünde yaşanan gerçeklerde, bu ispat tersine döner..
Bir cinayeti işleyen kişinin görüntülerini gözümüzle gördüysek, artık neyi ispatlayacağız?
Müddeinin bu noktadan sonra, bir şey ispat etmesine gerek yoktur..
Gözümüzün önünde cereyan etmiştir, her şey..
Suçlamadan kurtulmak için, suçlanan taraf izahatta bulunmalıdır artık: “Sizin gözünüzle gördüğünüz o gerçeğin arkasında, şöyle bir ayrıntı var.. Biz orda idik, o suçun faili gibi görünüyoruz ama.. Orda bulunmamızın sebebi, şu şu haklı gerekçelerdi.. Biz fail değiliz.. Çünkü sizin göremediğiniz, olayın şu farklı boyutu da vardı..”
Evet, artık Pensilvanya ispat edecek, gözümüzle gördüğümüz bu hıyanetle bir ilişkileri olmadığını..
Şunu kabul ederim..
Oyuna gelmiş olabilirler..
Tuzağa düşmüş olabilirler..
İstemeden böyle bir kumpasın içine girip, ordan oraya savrulmuş olabilirler..
Ama bunların hiçbirisi, şu anki gerçeği değiştirmez..
Bu ülkenin en önemli makamlarındaki kişilerin, en gizli kalması gereken devlet sırrı niteliğindeki en aktüel konuşmalarını ele geçirip, bir de bunu tüm dünya ülkelerinin bilgisine sunuyorlarsa..
Bunu, Cemaat ile AK Parti arasındaki gittikçe şiddetlenen kavga ortamında yapıyorlarsa..
Sorumlusu Pensilvanya’dır..
Eğer bu işte yok iseler..
Öyle “Binde birini bile tanımam” mavallarını bir kenara bırakıp, sahnedeki rollerini anlatsınlar..
Baş aktör olmadıkları kesin..
Onları baş aktör olarak kimse oynatmaz..
Ama “Biz figüran bile değiliz” derlerse..
Kimseyi inandıramazlar..

Dikkatinizi çekti mi..
Kaset furyasında, oldukça çekingen tavır izleyen Hürriyet..
Hükümetle ilişkileri derinden yaralamamak için, biraz geri planda duran amiral gemisi..
Dışişleri Bakanlığı’ndaki görüşmenin dinlenmesi ve internete sızdırılması hainliğinde..
Kendilerince büyük bir pırıltı görmüş olmalılar ki..
Haber adı altında, gizli konuşmaların içeriğini de vererek, kendi internet sitelerinde hainliğe çanak tuttular..
Evet, İsrail’le bağlantılarını anlatıyorduk..
Birinci sayfalarında, Türk bayrağını koysalar da, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli menfaatleri ile çakışan haberlerini eleştiriyorduk..
Ama bu kadar adi ve rezil bir ihanetin destekleyicisi olacaklarını hiç tahmin edememiştim..

Bu günler de geçer..
Bu ülkeye hıyanet edenler..
Bu milletin çocuklarının menfaatleri yerine.. İsrail’in menfaatlerini öne çıkaranlar..
Yarın halkın içine çıkamazlar..
Sadece çocuklarımız değil, torunlarımız değil..
Kıyamete kadar tüm sonraki neslin nefretini üzerlerine aldılar..
Kıyamete kadar tekrarlanacak “hainlere beddua”nın muhatabı oldular..
Şevki Yılmaz / Yeni Akit

Oylarımızla İhanete Asla!

28 Mart 2014

Bismillahirrahmanirrahıım

Allah (c.c)’dan, pazar günü yapılacak mahalli seçimlerin tüm ülkemizde kavgasız, entrikasız, barış, sevgi ve kardeşlik içinde geçmesini diliyoruz. Vereceğimiz oylarımızla il, ilçe, belde ve mahallelerimizi beş yıllığına emanet edeceğiz. Bu sebeple; emanetlere sadık, ehil ve emin olması gerekli idarecilerimizi yani ‘çobanlarımızı’ çok dikkatli seçeceğiz inşallah.

Oy vermeye gitmeden önce; “Allah ve Elçisi olan Peygamberi bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve inanmış bir kadının kendileriyle ilgili konularda verilen ilahi kararı tartışma özgürlüğü yoktur; (bu, hakkı kendinde görerek) Allah’a ve Elçisi’ne isyan eden kimse, apaçık bir sapkınlığa düşmüş olur. (Ahzab S.36.)” Ayet-i Kerime’sini okumalıyız ki; hayatımızın her safhasında ve her işimizde uymaya mecbur ve mahkûm olduğumuz sadece ve sadece Allah ve Resulü Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a) Efendimiz olduğunu unutmamalıyız.

Ayrıca; “Ey İman edenler! Emanetlerinize bile bile ihanet etmek suretiyle Allah ve Resulüne hainlik etmeyiniz!(Enfal S.27)” ve “Allah size, emanetleri, (kamu görevlerini, devlet işlerini, sorumluluk gerektiren görevleri) mutlaka ehline (secde ehli, kabiliyetli, liyakatli, bilgili, dürüst ve güvenilir kimselere) vermenizi emrediyor! (Nisa S.58.)” İlahi mesajlarını defalarca okumalıyız! Bu ayetlerde Allah, hiçbir Müslüman ferde ve topluma emanetlere ihanet edenleri ve edecekleri oylarımızla seçmemize izin vermemektedir!

Ve fert olarak hepimiz oylarımızı verirken; “Kim hayırlı, güzel ve yararlı bir işe aracılık ederse, o işte kazanılacak mükafatta kendisine de bir pay vardır. Kim de kötü ve zararlı bir işe aracılık ederse ondan doğacak zararlarda da kendisine de bir sorumluluk payı vardır. Allah her şeyi denetler ve karşılığını verir. (Nisa S.85.)” Ayet-i Kerime’sinin gereği seçtiklerimizin icraatlarının sevap veya günah ortağı olduğumuzu unutmamalıyız.

Şimdi bu ilahi ültimatomlar apaçık ortadayken Müslüman bir fert; İstanbul’da İlahiyatçı ve Mimar Kadir Topbaş, Ankara’da Melih Gökçek, İzmir’de Binali Yıldırım, Hatay’da Sadullah Ergin gibi emin, ehil, liyakatli ve hizmetlerinde başarılı kardeşlerimiz varken, geçmiş icraatlarıyla nefislerimizi ve nesillerimizi CehennemeHazırlayanPartinin ehliyetsiz liyakatsiz şovmen adaylarına nasıl oy verilebilir!?

Ve başta Başbakan kardeşimizin ve bizim ana ve baba ocağımız RİZE olmak üzere diğer il ve ilçelerimizde de emin ehil, dürüst, secde ehli aday kardeşlerimiz varken C.H.P ittifakı içindeki partilerin adaylarına nasıl oy verilebilir?

Unutmayalım ki;
Osmanlı Cihan Devletini yıkan sabataist ve masonik İttihat Terakki çetelerinin kurduğu C.H.P ile maalesef M.H.P il il, ilçe ilçe ittifak ederek seçime girmektedirler. Saadet ve BBP gibi milli çizgideki partileri de bir bölen olarak şer planlarına alet etmektedirler!

C.H.P, M.H.P ve B.D.P gibi partilerin ikinci durumda olduğu il ve ilçelerde bu Şeytani şer oyunu; Saadet ve B.B.P ve tüm diğer partilerin tabanındaki aklıselim sahibi vatansever kardeşlerimiz AK Partili belediye başkanlarını destekleyerek mutlaka bozmalıdırlar.

Saadet ve B.B.P üyeleri ve sempatizanı kardeşlerim belediye meclis üyelerini kendi partilerinden seçerek, kendi partilerinin oy oranlarını muhafaza ederken, belediye başkanlığında AK Parti’ye oy vermelidirler! Böylece C.H.P ve yandaşı partilerin belediye başkanlıklarını kazanmalarını mutlaka önlenmelidirler. Çünkü; birliğimize, kardeşliğimize karşı olan bölücü, ırkçı faşist İslam Medeniyetimizin düşmanları; C.H.P, M.H.P ve BDP adaylarına oy vermek veya kazanmalarına alet olmak büyük bir vebaldir!

Ülkemizde sağlanan ekonomik istikrarı yok etmek isteyen dış güçlerin içimizdeki piyonları olan bu tefeci ve IMF’ci partilere oy vermek de veya kazanmalarına alet olmak da büyük bir vebaldir!
Hayatı C.H.P zulmü altında cezaevlerinde, mağaralarda ve gizli yerlerde İslam’ı tebliğle geçmiş gönül doktorlarımızdan Said Nursi (k.s)’nin “CHP’nin amblemindeki 6 ok bilerek seçilmiştir. (Nemrud’un oku gibi) imanın 6 şartına saplanmak için konmuştur” dediği bu okların acılarını yüz yıldır büyük bir zulümle yaşadık.

Bu pazar günü oy için sandığa giderken Allah’ın ilke ve inkılabı İslam Düzenine ve Peygamberimizin Önderliğini yok etmeye yönelik atılan okların yüz yıldır nefislerimizi, nesillerimizi ve ülkemizi viraneye ve harabeye çevirdiğini asla unutmayacağız.

Ve AK oylarımızla yeniden hazırlanan küfür, şirk ve zulüm oklarını önleyeceğiz İnşallah.
İktidarımızın maddi ve manevi sahada başlattığı devasa hizmetleri durdurma yok, AK oylarımızla yola devam inşallah.

Allah (c.c)’dan pazar akşamı tüm yeryüzü mazlumlarının sevineceği, emperyalist işgalci zalimlerin ve işbirlikçilerinin matem yapacağı neticeyi takdir etmesini diliyorum.

Her şer planları, planıyla bozan Allah daim yar ve yardımcımız olsun!
Yavuz Bahadıroğlu / Yeni Akit

Neden AK Parti’ye Oy Vereceğim?

28 Mart 2014




Çünkü, yıllardan beri Türkiye’yi boğan askerî vesayetten AK Parti kurtardı… 2007 muhtırasına karşı AK Parti dik durdu… Sonucu ne olursa olsun, darbecilerden ve darbe cuntacılarından cesaretle hesap sordu… Ergenekon yapılanmasını adalete teslim etti…

Tarihimizde ilk kez sivil mahkemelerde askerlerin de yargılanmasını sağladı… “Dinsizlik” takıntılı laiklik anlayışına son verdi… Jakoben-Kemalist rektörlerin elinden üniversiteleri kurtardı… HSYK’nın yapısını referandumla değiştirdi (sonradan başka biçimde sorunların çıkmış olması ayrı bir konudur)…

Dindarların ezilmesini, horlanmasını, aşağılanmasını, kendini saklama gereği duymasını, halkın “bidon kafalı” denilerek küçümsenmesini halkla el ele aştı… Başörtülülere önce üniversitelerin, sonra memuriyetin, nihayet milletvekilliğinin, bakanlığın, başbakanlığın, hatta cumhurbaşkanlığının yolunu açtı… Sadece başörtülü olduğu için dışlanan, “Karafatma” benzetmesi yapılan, hatta ekranlardan küfredilen kardeşlerimizi rahatlattı...

İsrail’e “hadi be!” dedi… Mavi Marmara olayında dimdik durdu… ABD, AB ve İsrail’e rağmen İslâm dünyası ile ilişkilerini sıcak tuttu… Dünyanın tersine bir tavır sergileyip Mısır’daki darbeye “darbe”, Suriye’deki olaya, “Esad katliamı” dedi… Suriye’deki katliamdan kaçan dindaşlarımıza kapılarını açtı, besleyip baktı…

“Yapamaz” diye bas bas bağıranlara rağmen TL’den altı sıfırı bir kalemde attı… 40 yıl sonra enflasyonu tek haneli rakamlara düşürdü…

TOKİ kanalıyla ülkenin konut sıkıntısını önemli ölçüde çözdü… Hayal dahi edilemeyen “Sağlık reformu”nu gerçekleştirdi… Ülkeyi bir baştan bir başa duble yollarla ördü; hızlı tren sistemini kurdu...

Yıllardır bitiremeyen Karadeniz Sahil Yolu’nu bitirdi… Bankacılık sistemini güçlendirip global krizlerden etkilenmeyecek sağlıklı bir yapıya kavuşturdu… Kapatılma tehdidi altında bile icraatlarını sürdürdü...

Ekonomiyi olabildiğince iyi yönetti… “Kıyamete kadar” ödenemeyeceği zannedilen IMF borçlarını sıfırladı mı? “IMF’den borç alınmazsa ülke batar” nutku atan TÜSİAD’a haddini bildirdi… Başbakanları (Mesut Yılmaz) pijama ile karşılayacak kadar şımarık medya patronlarının işletmelerine ceza kesti...

AB ve BM’nin ikiyüzlü tavırlarına, çifte standartlarına cesaretle karşı koydu… “Kürt sorunu” konusunda çözüme yönelik adımlar atıp, en sonunda “Barış süreci”ni başlattı, kan dökülmesini önledi...

Şimdiye kadar görmezden gelinen yeni pazarlara (örneğin Afrika pazarı) ekonomik açılım gerçekleştirdi… Yardıma muhtaç gariban ülkelerin uğradığı felaketlere duyarsız kalmadan yardım götürdü...

Engellilerin hayatını kolaylaştırıcı tedbirler aldı… Öğrencilere bedava ders kitabı, tablet bilgisayar ve süt dağıttı… “Sağlık reformu”yla özel hastanelerin ve eczanelerin kapılarını SGK’lılara açtı...
Türk Hava Yolları’nı hem kâra geçirip hem de fakir fukaranın kullanabildiği bir yapıya kavuşturdu… Kapalı alanda sigara içmeyi yasaklayıp bunda başarılı oldu… Su sorununu çözdü, şehirlere kimlik kazandırdı… Kentsel dönüşümü başlattı… Gecekonduları tarihe gömdü… Kültür Merkezleriyle birlikte kültürel hizmetlerini de arttırdı...

Türk ordusunu “Yerli Malı” silahlara kavuşturacak adımlar attı…
Asrın projesi Marmaray’ı hizmete açtı...

Azeri doğalgazını Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi’nin (TANAP) hayata geçmesi için elinden geleni yaptı… Dünyanın üçte birine vizesiz seyahat kolaylığı getirdi… 17 gün prim ödeyen herkesi sigorta kapsamına aldı...
Ovit Tüneli hayalini gerçekleştirdi, yolsuz, susuz ve elektriksiz köy, hatta mezra bırakmadı...
Ve daha pek çok eser, pek çok olumlu hizmet… Artık sıra Kanal İstanbul’da, İstanbul’a üçüncü havalimanında, ikinci tüp geçitte, üçüncü köprüde, yeni metroların inşasında ve İstanbul’u tepeden örecek teleferik hatlarında…

Peki, AK Parti’ye alternatif olarak gösterilen partilerin (özellikle de CHP’nin) iktidar dönemlerinden kalmış bir dikili ağaçları var mı?..

Geleceğe yönelik ayakları yerde, uygulanabilir bir projelerini gösterebilir misiniz?

Bazı “dörtköşe” yazarları varsın CHP’ye oy vereceklerini iftiharla açıklasınlar; “Cemaat” varsın tüm yayın organlarında CHP ve MHP’yi öne çıkarsın: Benim bu yaştan sonra maceraya atılacak halim yok. Bu yüzden oyum AK Parti’ye!..
 
Hüseyin Öztürk / Yeni Akit

İslam Dünyasının Umudu Tayyip Erdoğan

28 Mart 2014








“Müslüman düşmanlarının ortak emeli “One minute”in öcünü almaktır.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sadece Türkiye’nin değil, dünya Müslümanlarının, İslam âleminin, Türkiye ve İslam düşmanı olmayan herkesin umudu.
Aslında bugün Sarıgül adlı şahsın “din sahtekârlığı” üzerine yazacaktım fakat baktım kişi, Müslüman halkımızın ekseriyeti içerisinde sıfırın altında ben de vazgeçtim.
¥
Afrika’nın içlerinde lastikli tekerlekli araç görmemiş, demir parçasına dokunmamış, haritalarda köylerinin ismi yazmayan, bütün dünyayı kendileri gibi zanneden nice masum Müslümanların duasını alan R. Tayyip Erdoğan’ın “umut” olduğundan söz edelim.
Evet, Recep Tayyip Erdoğan, sadece Türkiye’nin değil, nerede nefes alıp veren samimi bir Müslüman varsa, onların hepsinin umudu ve güvendiği bir insan.
Kim ne derse desin, sözlerimin arkasına nasıl bir kuyruk bularak olumsuz ifadeler takarsa taksın, Hacca ve Umreye gidenlerden tutun da dünyanın herhangi bir kara parçasına ayak basan “namuslu her insan” söylediklerime katılacaktır.
Ülkemiz Müslümanlarını bilmem ama Tayyip Erdoğan’a dünyanın dört bucağından edilen dualar yeter de artar.
Dua sadece bu dünya için edilmez. Esas olan, ebedi âlemdir ve hakiki Müslümanlar oraya iman eder. Tayyip Erdoğan’a da lazım olan ebedi âlemdir.
Bu gerçeğe samimi şekilde “iman eden Müslümanlar;” İslam âlemi için, Müslümanların zaferi için, kardeşliği için dualarına dualar eklemektedirler.
¥
 Bugün, tam veya yarı İslam ülkesi olan dünya memleketleri arasında, Türkiye’nin çok büyük itibarı vardır. Bu itibarın başında ise elbette Başbakan R. Tayyip Erdoğan gelmektedir.
Özellikle yüzyıllardır sömürülen, ezilen, bizde olduğu gibi azıcık kendilerine geldiklerinde, içlerine hemen fitne ve fesat tohumları ekilen öyle mazlum milletler var ki, her birinin umudu yine Türkiye ve Erdoğan’dır.
Ya Balkanlar! Ki Balkanlar, diğer Afrika ülkeleri gibi değil, her biri Avrupa’nın dibindeki ülkeler olmasına rağmen, Müslüman halkların umudu Türkiye ve Erdoğan’dır.
Hangi birini saysam. Elinizi dünya haritasının üzerine koyup, halkı Müslüman bir ülke seçin, kesinlikle görülecektir ki, Türkiye’nin ve Erdoğan’ın güçlü olması için gözyaşları dökülmektedir.
¥
Son aylarda yaşadığımız kaos, fitne, fesat ve kargaşadan yalnızca masum halkımız etkilenmedi, esas sınırlarımız dışındaki Müslüman halklar çok etkilendi.
Rabbim korusun! Müslüman milletlerin endişesi şu:
-“Türkiye azıcık tökezlese, batılı ülkeler, Afrika başta olmak üzere tüm İslam ümmetinin üzerine amansızca saldıracaklardır.”
Türkiye’nin güçlülüğü, toplumumuzun dinamikliği, dünya Müslümanları için bir güven kaynağı ve umut pınarı gibi akmaktadır.
Allah, ülkemizi ve dünyadaki bütün Müslüman milletleri, bu umudu zedeleyecek şer güçlerden korusun ve kollasın.
Sözü Arif Nihat Asya’ya bırakalım;
-“Ebu Cehil ölmedi, Ebu Leheb kıtalar dolaşıyor.”
http://www.habervaktim.com/yazar/64333/islam-dunyasinin-umudu-tayyip-erdogan.html
Kenan Alpay / Yeni Akit

Müflislerin Feryadına Hazırlıklı Olun

27 Mart 2014
Kenan Alpay / Yeni Akit

İyiden iyiye tırmandırılan gerilim kaçınılmaz olarak 30 Mart’ı kiminin rüyası kiminin de kâbusu olarak tecelli ettirecek. Her şey orada bitmeyecek veya başlamayacak elbette. Ama yakın siyasi tarihte yaşadığımız ciddi kırılma noktalarından biri olarak kayıtlara geçecek, bu kesin.

En temel vasfı ‘Erdoğan karşıtı olmak’ olan cephenin hedefi 30 Mart’a varmadan, seçime fırsat tanımadan Erdoğan Hükümeti’ni düşürmekti. Balyoz’la, Sarıkız ve Ayışığı’yla, 27 Nisan e-Muhtırası’yla, Cumhuriyet Mitingleriyle, 367 Kriziyle, Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasıyla, Danıştay ve Dink cinayetleriyle, Oslo görüşmelerinin sızdırılmasıyla, 7 Şubat kriziyle, Gezi Ruhu’yla hedeflenen fakat yarım kalan operasyonları 17 Aralık’ta kesinlikle kemale erdireceklerini düşündüler.

Meydan Alerjisi ve Sandık Korkusu
Hesaplar tutsaydı seçimle gelen fakat bir türlü seçimler yoluyla gönderilemeyen Başbakan Erdoğan ve AK Parti Hükümeti 30 Mart’ı göremeyecekti bile. Sandığı göstermeden, seçime eriştirmeden işini bitirmeye her zamankinden daha çok niyetliydiler. Üstelik bu sefer cephe çok genişti.

Kemalizme angaje olmuş ulusolcu ve liberal cenahlar bu kez de Fethullah Gülen’e bağlı bürokratik kadrolar marifetiyle toplumsal tercihlere ve siyasal iktidara haddini bildirmeye soyunmuşlardı. Tapeler, ses kayıtları, gizli çekimler eşliğinde yazılan senaryoları psikolojik harekât taktikleri eşliğinde inşa edilmek istenen atmosfer şuydu: “Hükümetin derhal istifası Başbakan Erdoğan’ın ya hapse ya da helikopterle yurt dışına kaçması.” Başka bir seçeneğin gündeme dahi alınmasına tahammül edecek gibi değillerdi.

Madem eski-yeni bütün darbeciler safları sıklaştırmış, madem Mustafa Kemal’in Askerleri’yle Fethullah Gülen’in Fedaileri kucaklarına oturttukları liberallerle birlikte seçimsiz, sandıksız, halksız bir siyasal iktidar kurmak üzere bildik ihtilal taktikleriyle kavgaya soyunuyorlar o zaman “öncelikli tehdit konsepti” dâhilinde yok etmek istedikleri Başbakan Erdoğan ve Hükümeti’ne nasıl bir karşılık vermek düşer?

“Savaşın tarafları mücadelelerini en güçlü oldukları sahada gerçekleştirmek ister” ilkesi mucibince bürokratik oligarşi cephesindekiler Başbakan Erdoğan’ı sicili boğazına kadar kanlı-kirli “yüce Türk Adaletine” boyun eğmeye davet ettiler. Doğal olarak Başbakan Erdoğan da topluma ve toplumsal iradenin tecelli ettiği meydanlara ve seçim sandığına yöneldi. Çünkü Başbakan Erdoğan hem meydanlara çıkan ‘cahil halk’ın hem de sandığa giden ‘koyun sürüsü’nün yine oyunbozanlık yapacağını gayet iyi biliyordu!

Tükenmeyen Klişe: İflasa Az Kaldı
Esasen Türkiye’deki ‘Makbul Vatandaş’ oranı çok düşük olduğu için Mustafa Kemal’in Askerleri de Fethullah Gülen’in Fedaileri de bu ikisi arasında bir sarkaç gibi gezinen liberaller de meydanlardan alerji duyuyor, sandıklardan korkuyordu. Meydanlarda toplanan coşkulu kitlelere ilişkin sosyolojik tahlil adı altında yapılan aşağılayıcı, itibarsızlaştırıcı değerlendirmelerin temelinde de bu elitist alerji ve seküler korku yatmaktadır.

Şahin Alpay, Murat Belge, Hasan Cemal gibi ak saçlı liberaller arasında ölçüyü en çok kaçıranlardan biri olarak Cengiz Çandar, Gezi’den bu yana kendini inkar edercesine öfke ve düşmanlıkla çıktı karşımıza. Bütün çelmelere rağmen ülke seçim için son düzlüğe girdiğinde o tespit maskesi giydirdiği şu temennisiyle çıkıyordu okurunun karşısına: “Türkiye’nin ipleri, Tayyip Erdoğan’ın elinden ne kadar kısa süre içinde alınabilirse Türkiye’de demokrasinin ‘yeniden kurulması’, Ortadoğu’da ‘itibarını geri alması’ süresi de o ölçüde kısalabilir.” (26 Mart, Radikal)

Geçen hafta Radikal İki’de Baskın Oran “Erdoğan nasıl hala kalabiliyor” üzerine kafa yormuş ve “Kemalizm 80 yıl boyunca bu seçmene cüzzamlı muamelesi yaptı. Recep Tayyip Erdoğan’ı hiç kimse değil bu muamele iktidara getirdi. Erdoğan şimdi bu 80 yılın nemasını yiyor” sonucunu çıkarmış. Bunun üzerine yine Radikal’den Ezgi Başaran espri yeteneğini konuşturmuş ve demiş ki; “Daha kaç yıllık iktidar, kaç milyon Euro, kaç devlet kadrosu, kaç kupon arazi, kaç dönüm rant lazım ki Kemalizmin ezdiği mağdur sınıf söylemi bitsin” (26 Mart, Radikal)

İşte daha dün Zaman “Yasaklara Doğru Adım Adım” manşetiyle çıktı. Fethullah Gülen Camiası’nın resmi yayın organına bakarsak bu seçimlerde yüksek oy alacak bir AK Parti “Türkiye’yi Baas rejimine dönüştürecek” ve “başta devlet kurumları olmak üzere ülke çapında cadı avı başlatacak”mış. Yani seçim yapmak, sandığa gitmek, siyasi rekabete fırsat tanımak halkın da hukukunda aleyhine işler.

Başbakan Erdoğan nezdinde Siyasal İslam’ın İflası için şehvetle yanıp tutuşanların, “demokratik (ve liberal) değerler” çerçevesinde halkı terbiye etmeye çok hevesli beylerin seçim sonuçlarını görünce basacakları feryada şimdiden hazır olun.
http://www.habervaktim.com/yazar/64317/muflislerin-feryadina-hazirlikli-olun.html

Aksu'nun da Mı Kaseti Var?

AK Partili Abdulkadir Aksu, Cemaat ve okulları ile öyle açıklamalarda bulundu ki, "onun da mı kaseti var" sorusunu akıllara getirdi.
Aksu'nun da Mı Kaseti Var?
28 Mart 2014
AK Parti İstanbul Milletvekili ve eski İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, yurt dışındaki Türk okullarının bulundukları bölgelerde sulh adacıkları olarak görev yaptığını söyledi.
Zaman'a konuşan eski İçişleri Bakanı AK Partili Abdülkadir Aksu, bu yıl 12.si düzenlenecek Türkçe Olimpiyatları’nı ‘insanlığın kendisine gelişi, sarmaş dolaş oluşu’ olarak tanımladı.
Bu yıl yapılacak şöleni heyecanla beklediğini belirten Aksu, “Emeği geçen isimsiz kahramanların ve fikir mimarlarının insanlık için büyük bir iş yaptığını bugüne kadar gördük. Ama gelecek bunu çok daha büyük iddialı bir şekilde ispatlayacak.” dedi.
Uluslararası Türkçe Olimpiyatları ile ilgili görüşlerini açıklayan AK Parti İstanbul Milletvekili Abdülkadir Aksu, Türkçe Olimpiyatları’nı Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi olarak yorumladı. Aksu, “Ülkenin dışına adım attığımızda gencecik kız ve erkeklerin bizi karşıladıklarını görürüz. Farklı dil, din ve ırklardan olmasına rağmen hepsinin ortak bir yanı vardır. Sizi tanıyor gibidirler. Türkçe konuşuyorlardır. Adeta kendinizi evinizde gibi hissettirirler.” diye konuştu. Bakanlığı döneminde ve sonrasında yurtdışı temaslarında resmi devlet misyonlarını ziyaret etmenin yanında büyük bir heyecanla bu gençlerin yetiştiği okullara gittiklerini kaydetti. Aksu’nun açıklamaları şöyle:
SULH ADACIKLARI OLUYORLAR
“Çoğu defa dünyanın 72 milletinin insanlarından oluşan koroların bizim şarkılarımızı söylediğinde sadece heyecanlanmadık, ister istemez gözyaşı da döktük. Bu istisnasız her birimizin yaşadığı, tecrübe ettiği bir sevinç ve gururdur. Sizi dünyada karşılayan, sizden bir parça olan bu okulların çocuklarının oluşturduğu atmosfer buram buram Anadolu kokar. Sanırım bugünlerde 160 ülkeden bahsediliyor. 160 tane Anadolu ikliminden bahsetmek mümkün o zaman. Yurtdışındaki bu okullarımız bazen savaş alanları, bazen büyük yoksulluk ve fakirliklerin olduğu yerlerde olabiliyor. Orada da bu okullar Mevlânâ gibi barış oluyorlar, sulh adacığı oluyorlar, kardeşlik oluyorlar ve ellerindeki ekmeklerini paylaşan Yunuslar oluyorlar.”
YERYÜZÜ ÇİÇEK TARLSINA DÖNÜŞÜYOR
“Her yaz artık ülkemizde neredeyse hepimizin büyük bir heyecanla beklediği bir şölen var. Dünyadaki 160 ülkeden farklı din ve milletlerden fakat bizi tanıyanların yeni bir dünya kuracağı şarkılarıyla bir araya geldiği Türkçe Olimpiyatları. Anadolu’yu şehir şehir dolaşıp hocalarının onlara anlattığı ve öğrettiklerinin aslını bizzat görüp dünyadaki Anadolu ruhunun gerçeğini burada yaşıyorlar. Bu şölen dünyanın en duru, en barışçıl, en kardeşçe, en içten, en sevgi dolu yeri olan Anadolu topraklarında buluşma sahnesi ve fırsatıdır. Bu buluşma festivali bütün farklı renkleri muazzam bir yeryüzü bahçesinin çiçek tarlasına dönüştürür. Türkçe Olimpiyatları insanlığın kendisine gelişi, sarmaş dolaş oluşu, kendi iç dünyasındaki ruh ikizlerini barışta yakalamasıdır.”
EMEĞİ GEÇENLERDEN ALLAH RAZI OLSUN
“Bu yaz gerçekleştirilecek olan 12. Türkçe Olimpiyatı şölenini yani dünyanın Anadolu’yla buluşmasını her zamanki sabırsız heyecanla bekliyorum. Bu beni sadece mutlu edip gururlandırmıyor, aynı zamanda insanımızın tüm dünyada barışın temsilcisi olabileceği düşüncesine de götürüyor. Her olimpiyatta her sene, her defa yenilenen ve güçlenen bir şekilde ‘Yeni Bir Dünya’ şarkısının daha bir inanarak söylenebileceğini görüyorum. Emeği geçen isimsiz kahramanların ve fikir mimarlarının insanlık için büyük bir iş yaptığını bugüne kadar gördük ama gelecek bunu çok daha büyük iddialı bir şekilde ispatlayacak. Hepsinden Allah razı olsun.”
http://www.habervaktim.com/haber/365990/aksunun-da-mi-kaseti-var.html
Zekeriya Öz Suriye Tapesi ile İlgili Tweet Attı!
 
Zekeriya Öz Suriye Tapesi ile İlgili Tweet Attı!28.03.2014
Savcı Zekeriya Öz, Suriye ile ilgili ses kayıtlarına sessiz kalmadı, twitter'dan tuzak değerlendirmesi yaptı.


Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararı ile Bolu'ya savcı olarak atanan Zekeriya Öz, gizli Suriye toplantısına ait olduğu iddia edilen konuşmaların sızdırılmasıyla ilgili sosyal paylaşım sitesi Twitter'deki hesabından tweet attı.

"TUZAK"

Savcı Öz, takipçileriyle paylaştığı mesajında, "Hain bir el füze atacak bu vatanın evlatları kendi füzemizle şehid olacak arada gariban vatandaşlarımız da ölecek. Allah tuzak kuranları bilir" ifadelerini kullandı.

İşte o tweet;


http://www.analizmerkezi.com/zekeriya-oz-suriye-tapesi-ile-ilgili-tweet-atti-40212h.htm
Bu Savaşı Kabul Ediyoruz! Artık Savaş Kuralları Geçerlidir!
 
Bu Savaşı Kabul Ediyoruz! Artık Savaş Kuralları Geçerlidir!27.03.2014
Star Gazetesi yazarı Ardan ZENTÜRK kaleme aldı...



Artık savaş kuralları geçerlidir

Liseyi, yeni bitirmiştim, gazeteciliğe başlamam aynı yıla denk gelir, 1974… Yani, bu ülkenin son 40 yılına bir gazeteci olarak tanıklık ettim. Soğuk Savaş yıllarının bu topraklara tezgahladığı iç çatışmaları, memleketin bütünlüğüne yönelmiş terör saldırısını, birden üretilen ASALA denilen örgütün onlarca masum Türk diplomatını hedef almasını, 1990’lı yılların adı konulmamış örtülü darbe yıllarını… Herşeyi yaşadım…
Açık söylüyorum: Ben böyle bir ihanetle bir gün karşılaşabileceğimi hiç düşünmedim.
Dışişleri Bakanı’nın makamında, memleketin en hassas güvenlik sorununun ele alındığı gizli toplantıyı kaydeden, kaydetmekle kalmayıp, bunu bir de Youtube üzerinden yalnız Türk kamuoyuna değil, bütün dünyaya ulaştıran bir örgütle karşı karşıyayız…
Yapılan iş; VATANA İHANET’tir…
Bu tapeden yola çıkarak günlük siyasetin tartışmalarına benzin taşıyanlar da bu ihanetin ortakları olarak değerlendirilecektir.
Bütün iç siyaset kavgalarını, 30 Mart seçimini, her şeyi bir kenara bırakın. Kabul etmemiz gereken tek gerçek; bir SAVAŞ’la karşı karşıya olduğumuzdur.
Düşman sinsidir…
Düşman içimize sinmiştir…
Düşman, kendisi için belirlediği hedeflere ulaşabilmek için gerektiğinde ekmeğini yediği, suyunu içtiği ülkesine ihanet etmekten kaçınmamaktadır…
Düşman satılıktır…
Kendi ülkesine değil, bu topraklar üzerinde hesapları olanlara çalışmaktadır…
Hedeflerinin, bugüne kadar ileri sürdüklerinden çok daha ileri noktalar olduğunu bugün net olarak gördük: Onlar, bu ülkeyi yıkmak, kendilerini kucağa oturtmuş efendilerinin sadık köpekleri olduklarını bir kez daha ispatlamaya çalışmaktadırlar…
Ne, Süleyman Şah Türbesi’nde 1921’den bu yana aralıksız nöbet tutan Mehmetçik onlar için önemlidir, ne, tarihin en kanlı diktatörlerinden birinin soykırım için saldırdığı Suriye’nin Arap, Türkmen ve Kürt halkı…
Ne, Türkiye Cumhuriyeti’nin dost için umut, düşman için korku olan varlığı önemlidir, ne, bu memleketin Türk-Kürt evlatlarının artık dağlarda karşı karşıya gelmesini önleyecek barış süreçleri…
Onlar, bizim dizlerimizin üzerine çökmemizi, kan denizi içinde boğulmamızı, geleceğimizin ve evlatlarımızın elimizden kayıp gitmesine çalışıyorlar…
Bir ülke, nasıl, bünyesinden bu kadar haini çıkartmış, beslemiş ve güçlendirmiş olabilir?
Bir ülke, nasıl, devletinin sancak odalarına kadar bu hainlerin ahlaksız kulaklarının, aç gözlerinin girmesine nasıl izin verir?
Lafı uzatmadan söyleyeyim:
Biri bize savaş açtı…
Savaş, hükümete değil, millete ve Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı açılmıştır…
Bu savaşı kabul ediyoruz…
Artık, savaş kuralları geçerlidir…
 
 
Kefilinin CIA Olduğunu Belgelediğimiz Gülen'den Casusluk Suçlamasına Klasik Cevap!
 
Kefilinin CIA Olduğunu Belgelediğimiz Gülen'den Casusluk Suçlamasına Klasik Cevap!
Suriye politikasının konuşulduğu çok gizli toplantının sızıdırlaması sonrası ABD'de yaşayan Fethullah Gülen'den açıklama geldi.


Fethullah Gülen'in vekili avukat Nurullah Albayrak, dün sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan ‘üst düzey bazı devlet görevlileri tarafından yapılan gizli bir görüşme' hakkında “Ülke güvenliğini ilgilendiren konuşma içeriklerini yayınlamak nasıl alçaklıksa, müvekkilimle bu olayı irtibatlandırmak da aynı derecede alçaklıktır.” dedi.
Avukat Nurullah Albayrak'ın yaptığı yazılı açıklama şöyle: "Üst düzey bazı devlet görevlileri tarafından yapılan gizli bir görüşme, 27 Mart 2014 tarihinde sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanmıştır. Ülke güvenliğini ilgilendiren konuşma içeriklerini yayınlamak nasıl alçaklıksa, müvekkilimle bu olayı irtibatlandırmak da aynı derecede alçaklıktır. Müvekkilime atfedilebilecek en ufak bir emare olmamasına rağmen, iktidar partisinin bazı temsilcileri ile bir kısım medya tarafından haksız ve mesnetsiz olarak müvekkilim, peşinen sorumlu ilan edilmiştir. Sağlıklı bir soruşturmanın yapılmasını engelleyecek tarzda müvekkilimin ya da O'nun düşüncelerine saygı duyan insanların topyekün suçlu ilan edilmesi, faillerin meçhul kalmasına neden olmaktadır. Öyle ki, her olayda aynı şekilde davranılması faillerin meçhul kalmasının istendiği izlenimini de uyarmaktadır.
Daha önce aynı çevrelerce müvekkilimin peşinen suçlu ilan edildiği benzer olaylar hakkında çıkan yeni bilgiler, faillerin müfteriler içinde aranması gerektiğini göstermiştir. Yasadışı dinleme iddiaları gündeme geldiği andan itibaren sorumlularının tespit edilip yasal sürecin başlatılması gerektiği müvekkilim tarafından her platformda ifade edilmiştir. İktidarın görevi, böylesine önemli bir konuda nefret söylemi ile suçlamalar yöneltmek değil, sorumluları ortaya çıkartmaktır. Bugüne kadar olduğu gibi hukuk, vicdan ve ahlak ilkeleri hiçe sayılarak dile getirilen tüm iftira ve hakaret söylemlerinin failleri hakkında yasal başvuruların yapılacağı ve sonuna kadar bu sürecin takipçisi olunacağı bilinmelidir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur."

 
Fethullah Gülen'in Avukatından Çirkin Sözler!
 
Fethullah Gülen'in Avukatından Çirkin Sözler!28.03.2014
Fethullah Gülen’in vekaletinin bulunduğu Ada Hukuk Bürosu avukatlarından basına ve siyasetçilere çirkin ve yakışıksız sözler…


Birçok basın kuruluşuna dava açan Fethullah Gülen’in vekâletinin bulunduğu Ada hukuk Bürosu avukatlarından Hayrettin Açıkgöz, Twitter hesabından basınla ve Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’la ilgili çirkin ifadelerde bulundu.
Bunlar iftira ve hakaret değil mi?
Medyada Gülen’le ilgili yer alan her ifade için iftira, hakaret ve aşağılama iddiasıyla suç duyurusunda bulunan Ada Hukuk Bürosu avukatlarından Hayrettin Açıkgöz Twitter hesabından şunları yazdı:
“Memlekette asıl sorun sahte vekiller, içi boş siyasetçiler, kibrinin esiri olmuş idareciler, menfaate teslim olmuş şakşakçılardır”
“Memlekette asılsorun; oy devşirme uğruna tehditi, hakareti, iftirayı mübah gören siyasetçi müsveddeleridir”
Memlektte asıl sorun; ikbal beklentisiyle boğazına kadar pisliğe batmışları, aklamaya çalışan kalem namussuzlarıdır, köşe işgalcileridir”
Açıkgöz ayrıca hesabından Başbakan Erdoğan’la ilgili çirkin görseller içeren tweetleri RT ederek destek verdi.

İşte o tweetler:

Gülen'in Kıymetli Aydını Emin Çölaşan, Cemaatin Nereye Oy Vereceğini de Ağabeylerden Öğrenmiş!
 
Gülen'in Kıymetli Aydını Emin Çölaşan, Cemaatin Nereye Oy Vereceğini de Ağabeylerden Öğrenmiş!28.03.2014
Abilerle konuşan Sözcü yazarı Emin Çölaşan, Cemaat'in kime nasıl oy vereceğini yazdı.


Seçimler yaklaştığından beri hemen her gün "oyları bölmeyin" çağrısı yapan Emin Çölaşan, bu defa Cemaat'le irtibata geçerek kime oy vereceklerini sordu.

"BİZDEN AKP'YE EN FAZLA YÜZDE 1 OY ÇIKAR"

O halde ne yapacaklar? Oyları kime gidecek? Bu soruyu, bu işlerin içinde olan ve iyi bildiğini tahmin ettiğim iki ayrı kişiye farklı ortamlarda sordum. Yanıtları birbirini tutuyordu:

“AKP’ye oy vermemiz asla söz konusu olamaz. Başbakan aylardan beri bize hakaretler yağdırdı, aşağıladı. Bunları herkes gibi bizim kitlemiz de biliyor. Dolayısıyla bu seçimde bizden AKP’ye oy gitmez. Bizi sevenlerin belki yüzde bir’i verirse onu bilemeyiz.”

"MUHALEFETTEN HANGİ PARTİ GÜÇLÜYSE ONA"

Peki oylar neye göre verilecek? 

“Her ilde, ilçede ve beldede en güçlü görülen muhalefet partisi adayı kimse, oylar ona gider.” Bu güçlü muhalefet adayının CHP’li, MHP’li, ya da başka partiden olması konusunda ne düşünülür?

Onlara da oy verilir mi? 

“Hepsine verilmesi mümkündür. Artık bize uzak veya yakın duran parti diye ayırım yapmak mümkün değil. Bizim arkadaşlarımız geçmişte çok büyük yoğunlukla AKP’ye oy verirdi. Şimdi bu olmayacağına göre, bölgesindeki en güçlü muhalefet partisi adayına oy vermesi gerekir.”

"İSTANBUL, İZMİR, ANKARA'DA CHP'YE"

Tablo artık üç aşağı beş yukarı biliniyor. Örneğin İstanbul, İzmir ve Ankara Büyükşehir’de en güçlü adaylar CHP’li. Sizin kesim bunlara oy verir mi?

“Seve seve verir çünkü Mustafa Sarıgül, Aziz Kocaoğlu ve Mansur Yavaş düzgün insanlar. Bu üç büyük kentimizi AKP zihniyetinden kurtarmak için onlara oy verilmesini makul karşılarız ve hatta destek veririz. Başka alternatif olmadığına göre İzmir’in CHP’de kalmasını isteriz. Ama açıktan hiç kimseye müdahale etmeyiz, karışmayız. Fakat diyelim ki bazı illerimizde, mesela Erzurum ve Konya’da AKP’ye karşı en güçlü muhalefet adayları MHP’den. Oralarda MHP’ye destek verilir. Bunu her yer için bu mantıkla genellemek mümkündür. Seçmen kendi bölgesinde en güçlü olan muhalefet partisi adayını zaten üç aşağı beş yukarı tahmin eder. Yanılgı payı veya yanlış tahmin elbette olabilir, o zaman arkadaşımız kendi kararını özgürce verip oyunu ona göre kullanır.”

"SEÇİM SONUÇLARINI ETKİLEYECEĞİZ"

Cemaatin seçim sonuçlarına ciddi etki yapacak oy gücü var mı?

“Biz var olduğunu düşünüyoruz. Ancak oy sayısını hiç kimse bilemez.” 
Düzgün bir tercihte bulunmuşlar. 

Bu makaleyi, Radikal yazarı Cüneyt Özdemir Türk okuruyla buluşturdu. Yani, köşesine taşıdı...
Fikir Ahmet Hakan Coşkun’a aitmiş; “Bak, böyle şahane bir makale var” diye Özdemir’i uyaran kişi oymuş.
 
 

Bacaksız oryantalistler...
 
28 Mart 2014

Kaç gündür şahane bir makale dönüp duruyor internet ortamında: Bir çapulcunun Yenikapı mitingi izlenimleri...
Öyle örnek bir makale ki, “Nefret suçu nedir?” diye sorulsa, ittifakla “budur” cevabını alır... “Halk nasıl aşağılanır?” diye sorulsa, “işte böyle” cevabını alır... “Düşman kimdir?” diye sorulsa, “işte budur, ismi Recep Tayyip Erdoğan’dır” cevabını alır... “Memleketteki hırsızlığa erkete yazılanlar kimlerdir?” diye sorulsa, “işte bu meydanı dolduranlardır” cevabını alır.
Bütün gerçekleri bir çırpıda anlatan şahane bir makale...
Bir çapulcu arkadaş (tanımlama kendisine ait), Gregor Samsa gibi bir gün uyanıyor ve “düşman” bellediklerini yerinde görmek için, AK Parti mitingine gitmeye karar veriyor.
Gidiyor da...
Gitmeden önce de “tedbir amaçlı” olarak küpesini çıkarıyor.
Mitingdekiler davar, öyle ya, hiç küpeli insan görmediler ve bir farklılıkla karşılaştıklarında anında saldırıya geçiyorlar; ya da uzaydan geldiler, bir kent gerçekliği olan “küpeli erkek” görüntüsü karşısında zıvanadan çıkıyorlar.
Çapulcu, önce, “AKP mitinginde ne işim var?” diye soruyor...
Bu kısa “ontolojik” sorgulamadan sonra taksiye binip Yenikapı’ya gidiyor.
Halinden, tavrından, kullandığı sözcüklerden çıkardığımız sonuç şu: “Sömürge şapkalı bir Londralı Orta Afrika seyahatine çıkmış, oradan hayretle bildiriyor...” Öyle ya, Yenikapı dünyanın bir ucu ve Nişantaşı civarından gelenler için birtakım tehlikeli sürprizler barındırabilir. Sorgulamak lazım.
Hayır, yazıda öyle beliğ ve sert hakaret sözcükleri yok.
Makale, nasıl derler, “anlayışla” (!) yazılmış... Yazar, rakip bellediği insanları “anlamaya” ve kimliklerini öğrenmeye çalışıyor. Sonunda, onların “içimizden birileri” olduğuna karar veriyor:  
Çocuğumuzun bakıcısı Nermin Abla...
Sitemizin güvenlik görevlisi Kadir... Tekstil atölyesinde günde 12 saat sigortasız çalışan Hatice... Annesi Meliha... Kardeşi Sanlı...
İSKİ’den emekli Necati Amca...
Zabıta... İtfaiyeci... Otobüs şöförü... Taşeron inşaat işçisi...
Bizi ayakta tutan, “kendiliğinden” olduğunu sandığımız birçok işi gerçekte sessiz sedasız, afra tafrasız yapan insanlarımız.
Onlar “CV”si olmayan işlerin insanları...
Onlar “uzaktan” gelenler... Onlar İstanbul’da denizi yılda bir kez görenler... Onlar birbiri ile konuşmayanlar... Onlar yanlarında bir adet gazete bile getirmeyenler... (Evet, hiçbirinin kolunun altında bir gazete yok... Bir adet bile... Eğlenmek de lazım...)
Onlar telefona, internete bakmayanlar... Twitter mivitter filan bilmeyenler... “Selfie” çekmeyenler...
Onlar nasırlı eller... Yorgun bacaklar...
Onlar talimatla bayrak kaldıranlar... İtaat edenler...
Onlar beslenemedikleri için boyu kısa olanlar...
Bizim “Makarnaya, bulgura oyunu satıyorlar!” diye kızdığımız, aşağıladığımız insanlar... Ama o “Makarna” o kadar değerli ki onlar için...
........
Çapulcu yazar, işbu değerli ve “sosyolojik” (!) saptamaları yaptıktan sonra sadede geliyor. Daha doğrusu, açıyor ağzını, yumuyor gözünü; “Anlayışla baktığım sen, nasıl bir diktatöre destek verirsin?” demeye getiriyor.  
Demek ki, CV’si bile olmayan, eğitim düzeyi düşük, hayatında deniz bile görmemiş insanlar, başıboş bırakıldıklarında ya davulcuya varıyor, ya zurnacıya... İşin “sınıfsal” bir boyutu da var sizin anlayacağınız... Ve demek ki “eğitim şart...”
Çapulcu yazar bu kadar nezahetli değil tabii... O insanların, çoğunlukla “aç kalmamak için” itaat ettiklerini söylüyor. Nihayetinde, makarnaya, kömüre ya da 300 lira cep harçlığına oyunu satan insanlar bunlar... Ve kadınlar: “Kadınlar gerçekten seviyor Erdoğan’ı... Duruşunu seviyor... Sesini seviyor. Kabul etmek lazım... Ben cinsel olarak uyarılmış gözler gördüm orada...”
Bu acayip Freudyen açıklamadan sonra ek yapma gereği duyuyor çapulcumuz: “Bu hakaret değildir. Milyon yıllık insanlık tarihinin evrimsel sonucudur... Gücü sevmek.”
Demek ki, diktatör, cinsel uyarıcı olarak da “oy deposu” işlevi görüyor...
Makale bu şekilde, zaman zaman ahlak ve vicdan sınırlarını zorlayan ifadelerle devam edip gidiyor.
Şimdi sıkı durun:
Bu makaleyi, Radikal yazarı Cüneyt Özdemir Türk okuruyla buluşturdu. Yani, köşesine taşıdı...
Fikir Ahmet Hakan Coşkun’a aitmiş; “Bak, böyle şahane bir makale var” diye Özdemir’i uyaran kişi oymuş.
Şimdi yine sıkı durun:
Bu iki arkadaş da (Özdemir ve Coşkun), CV’si bile bulunmayan ve az beslendiği için boyu kısa kalan insanların yekûn tuttuğu “sınıf”tan geliyor... Yani “Çocuğumuzun bakıcısı Nermin Abla, sitemizin güvenlik görevlisi Kadir”in çocukları ya da yakınları...
İlki, yıllarca başörtülü annesini gizledi...
İkincisi de boyundan, soyundan ve içinden çıkıp geldiği insanlardan utandı.
http://haber.stargazete.com/yazar/bacaksiz-oryantalistler/yazi-861528
2002'den 2011'e seçim sonrası gazete manşetleri

Yenisafak.com.tr olarak Türkiye'nin son 5 seçiminin sonuçlarını gazete manşetleri üzerinden ele aldık. 3 Kasım 2002'den başlayarak sırasıyla tüm yerel ve genel seçimlerden sonraki günkü gazetelerin manşetlerini derledik. İlk manşetimiz Yeni Şafak'ın 4 Kasım 2002 tarihli sayısı... Yeni Şafak, AK Parti'nin yüzde 34'lük başarısını "Milletin Zaferi" olarak duyururken, baraj altında kalan liderler için ise "Tarihi Tasfiye" başlığıyla manşetine taşımıştı.
http://yenisafak.com.tr/foto-galeri/2002den-2011e-secim-sonrasi-gazete-mansetleri/8238?dateID=28.03.2014





















28.03.2014

Twitter ne kadar kazanıyor?

 
 
 
Ünsal Ban ÜNSAL BAN
28.03.2014
Twitter adlı sosyal paylaşım sitesi geçici olarak kapatılınca kızılca kıyamet koptu.Meseleyi 'özgürlükler' bağlamında ele alanlar, Twitter'ın devletimizin kanunlarını 'takmama' haline pek takılmamakta.Bir sosyal paylaşım sitesi kanunları hiçe sayabilir mi?..Yargı'ya 'nanik' yapabilir mi?..Vergi, güvenlik vs. alanlarda devletimizle 'işbirliği'ne yanaşmamak gibi bir hakkı var mıdır?..Kendi müesseselerimizin tabi olduğu mükellefiyetlerden, alanımızda top koşturan Twitter niye muaf olsun?..*Mevzu açık:Bir yandan 'özgürlükleri' savunalım...Diğer yandan da hiçbir özgürlüğün hiçbir müesseseye bireyi, devleti çiğneme hakkı vermeyeceğini kabul edelim.Twitter'ın diğer 'medya organları' gibi hukuka riayetle yoluna devam etmesini dileyelim.Vatandaş ilgi gösteriyorsa, ilgilenilmeye değer yanı var demektir Twitter'ın.Dile kolay Türkiye'de yaklaşık 12 milyon Twitter üyesi var.ABD, Japonya, İngiltere ve İspanya gibi ülkelerin başı çektiği listede, Türkiye sekizinci sırada yer alıyor.Twitter kullanım oranında ise birinciliğe oturmuş durumdayız.Toplam internet kullanıcı sayısının, Twitter kullanıcı sayısına bölünmesi ile elde edilen Twitter kullanım oranı %31, müthiş rakam.Bunları belirttikten sonra gelelim meselenin esas boyutuna.Twitter'ın bize olan ilgisi 'tamamen duygusal' sebeplere dayanıyor elbette.Sonuçta ticari müessese, Türkiye de Twitter'ın ticareti açısından hayli önemli bir ülke.Piyasa değeri 27,5 milyar dolar olan Twitter'ın toplam üye sayısı 240 milyon civarında. Bir üyeliğin Twitter'a sağladığı piyasa değeri katkısı 115 dolar seviyesinde. Türkiye'deki üye sayısının 12 milyon civarında olduğunu yukarıda belirtmiştik.Bu işlere meraklı memleket evlatları olarak, kişi başı 115 dolardan Twitter'ın piyasa değerine 1.38 milyar dolar katkıda bulunmuş oluyoruz.İşin bir de reklam gelirleri boyutu var... 2013 yılı cirosu 665 milyon dolara ulaşan Twitter'ın gelirlerinin büyük kısmını reklamlar oluşturuyor. Tweet başına 2,5 ile 3 kuruş arasında kazanç elde ettiği düşünülen Twitter, Türk kullanıcıların attığı tweetlerden günlük 250 bin ile 300 bin lira arasında değişen boyutlarda gelir elde ediyor. Yılda 91,25 milyon ile 109,5 milyon lira aralığındaki bir gelir bu.Büyük gelir, üstelik kemiksiz!..Bizde kurumlar vergisi oranının %20 olduğu düşünüldüğünde, (giderler dikkate alınmadan) Twitter'ın anlaşmaya yanaşmamasından kaynaklanan vergi kaybımızın 18,25 milyon ile 21,9 milyon lira aralığında seyrettiği ortaya çıkar.Niye böylesine büyük kayıplara uğrayalım?..Vergi konusu açıldığında, 'çifte vergilendirme' mevzuu öne çıkartılıyor ama Twıtter'ın başka ülkelerde, mesela İngiltere'de vergi ödediği biliniyor. Oraya veren Türkiye'ye vermiyor.Oraların kanunlarını takan Türkiye'ninkileri takmıyor.Twitter'ın tasası bize, sefası başkalarına...Twitter ABD'ye 2010 yılından bu yana, 15,75 milyon, 49 milyon, 111 milyon ve 232,75 milyon dolar vergi ödedi ama bize gelince vergi mekanizması işlemiyor.Bizler nasıl elde ettiğimiz kazancın vergisini veriyorsak, Twitter ve benzeri sosyal ağ kuruluşları da Türkiye'den elde ettikleri kazancın vergisini vermek durumundadırlar!..Buna karşı çıkan var mı?.. Zannımca yok!..'Twitter Türkiye'nin kanunlarını hiçe saysın, mahkemelerini takmasın!' diyen de yoktur herhalde.Derdi bağcı dövmek olan da yok.Twitter devletimizin ve vatandaşımızın hukukuna saygı göstererek erişime kavuşabilir.Kimse endişe buyurmasın efendim, Twitter Türkiye'den vazgeçemez!..'Kapitalizmin dini de imanı da paradır' zira!..
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/unsalban/twitter-ne-kadar-kazaniyor/51015