HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

6 Mart 2014 Perşembe

MALATYA(44)  MİTİNGİNDEN KARELER
 124 BİN KİŞİ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
TEŞEKKÜRLER MALATYA
06.03.2014
Nazlı Ilıcak ve Cüneyt Özdemir'in 2011'de yazdıkları yazı ve bugünkü çelişkili tavırları
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
24 TV'de yayınlanan Günün Manşeti programında Nazlı Ilıcak ve Cüneyt Özdemir'in 2011'de yazdıkları yazı ve bugünkü çelişkili tavırları gündeme geldi.
 
06 Mart 2014
 
İşte Nazlı Ilıcak'ın o yazısından bir bölüm:

“Zeynep’in, Cambridge’de, teknolojiyi birlikte geliştirdiği bir grubu vardı. Ses sentezleme sistemlerini bir çok alanda uyguladılar. Ne yapabileceklerine bir örnek vermek gerekirse: Sözgelimi, Tayyip Erdoğan’ın ses kayıtlarını alıp, iyice temizleyebilirler. Toplanan bu verilerden hareketle, onun gırtlak ve ağız modelini makinede yaratıp, yazılan herhangi bir metni, makinenin Tayyip Erdoğan’ın sesiyle okumasını sağlayabilirler. Kelimeleri bir araya getirip, yeni söylemler oluşturmuyorlar; modeli istedikleri gibi konuşturabiliyorlar. Ayrıca, sözleri, öfkeli ya da duygusal bir havada aktarabiliyorlar.”

iktidarla ve Başbakanla alakalı ses kayıtları çıkınca "Zinhar bunlar olamaz" diyor. Nazlı hanım siz çok övmüşsünüz, mesela '15 dakika sizi konuşturalım 15 dakika başkasını' diyorlar.

Sonra Cüneyt Özdemir'in eski bir yazısı var. Ama bugün Cüneyt Özdemir de bu gördüğü ve dinlediği, mahkemelerde delil olabilecek şeyleri çürütecek teknolojiyi bugün unutmuş..

İşte Cüneyt Özdemir'in 2 Eylül 2011 tarihli o yazısı:

"Barselona (bizim İstanbul ya da İzmir’in tersine) tam ortasında kilometrelerce uzunlukta denize girebilecek plajları olan bir şehir. İşte dün o plajların birinin kıyısındaki yoldan yürürken iki ağaç arasına ip germiş cambazların ip üstündeki marifetlerini izlemeye başladık. İtiraf edeyim, hepimiz cambazın ne zaman düşeceğini merakla bekliyorduk... Ah bu Şarklılığın gözü kör olsun! Malum, Batılılar cambazın nasıl ipten geçeceğini, Doğulular ise ne zaman düşeceğini merakla beklermiş ya, iftira işte!..

Otele gelip bilgisayarı açtığımda Mehmet Metiner’in internete düşen (ve hayli canını sıkan) ses kaydı için “Ses bana ait ancak düşünceler bana ait değil, montaj” dediğini gördüm. Bir gün hepimizin ses kaydının internete düşeceğini varsayarsak Mehmet Metiner’in bu savunması çok da haksız değil. Birkaç gündür Barselona’da tam da Mehmet Metiner’in söylediği konu ile ilgili olan bilim dalı gündemimde. Bugüne kadar kimin sesi internete düşse (Işık Koşaner hariç) hepsinden aynı feryat duyuluyordu. Tıpkı Metiner taktiğinde olduğu gibi “Bu ses bana ait ama montaj yapmışlar” deniliyordu. Açık söyleyeyim, düne kadar ciddi ciddi bu feryatları dinleyip kesinlikle ciddiye almıyordum. Gelin görün ki bu konuda çalışan bilim insanlarının çalışmaları artık bunun teori ve pratikte mümkün olduğunu gösteriyor. Yani siz, hedefe aldığınız bir insanın sesini yeterince uzun bir süre kaydedip, daha sonra bu sesi matematiksel olarak kodlayıp, oldukça karışık bir şifreleme sistemi kullanarak bir makineye öğretebiliyorsunuz. Daha doğrusu, gerekli kodları yazdığınız zaman makine kendisi öğrenmeye başlayabiliyor. Yani ‘Yapay Zekâ’ dediğimiz şey artık fütüristik filmlerde değil hayatımızın ortasında gelişebiliyor. Sonuç ise mükemmel olmasa da gerçeğine çok yakın! Havaalanı anonslarında duyduğunuz soğuk metalik sesten bahsetmiyorum. Gülen, heyecanlanan, korkan, yani tamamen insani duygularla bezenmiş, bildiğiniz insan konuşmasından bahsediyorum. Gördüğüm ve dinlediğim öyle bir sistem ki bundan sonra pek çok mahkemede kanıt olarak sunulabilecek ses kayıtlarını da çürütmeye yetecek bir teknolojinin hayatta var olduğu anlamına geliyor.

Gelin görün ki bilim insanları bu teknolojiyi sahte delil üretmek ya da mahkemeye delil sunmak için değil insanlığın yararı için üretiyor ve kullanıyor. Mesela gençlerin sevdiği konsol oyunlarında karakterler bu şekilde konuşturulabiliyor. Ya da konuşma yetisini kaybetmiş insanlar tekrar bir sese kavuşabiliyor. Hatta ameliyat öncesi sesleri kayda alınırsa gırtlak kanseri sonrasında seslerini kaybedebilecek insanlar hayata yine kendi sesleri ile devam edebiliyorlar (bilimin önünde saygıyla bir kez daha eğilelim).

Gelin görün ki bizim aklımıza ilk olarak internete düşen ses kayıtları geliyor.

Tıpkı cambazın ipten düşmesini beklediğimiz o anlar gibi... "

Cemaat-CHP soygun ittifakı

Cemaatin Sarıyer'de vakıf arazisi üzerine yap-işlet-devret modeliyle inşa ettiği okulun masrafını CHP'li belediye eliyle vatandaşın sırtına yüklediği ortaya çıktı. İstinye'deki Özel Ufuk Okulları için ödemesi gereken 1 milyonluk harç parasının yaklaşık 700 bin lirasını kanunda açık hükme rağmen ödemeyen yapının hukuk canbazlıkları herkesi şaşkına çevirdi
06 MART 2014Cemaate bağlı Özel Ufuk Okulları'nın İstinye'de Vakıflar'dan kiraladığı arazi üzerine yaptığı okul inşaatında belediye hizmetlerini karşılıksız çekle ödediği, CHP'li belediyenin de paranın peşine düşmek yerine meclis kararıyla borcu sildiği öğrenildi. CHP'nin Sarıyer'de seçime YSK kararıyla katılması da 'Cemaat CHP'ye vefa borcunu ödedi' yorumlarına neden oldu. Cemaate bağlı Hale Eğitim Hizmetleri A.Ş., Özel Ufuk Koleji yapmak için Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden 2006 yılında yap-işlet-devret modeliyle İstinye'deki arazinin kullanım hakkını aldı. Ardından belediyeden avan proje tasdiki, teknik eleman, toprak döküm, plaka, yol katılım, Boğaz payı, fenni kontrol, muayene gibi hizmet talebinde bulundu. Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün ihale şartnamesinde standart olan 'tüm belediye hizmetlerinin masrafı yüklenici tarafından ödenir' maddesi gereği Koleji, bu hizmetler karşılığında AK Parti'li başkanın döneminde belediyeye Aralık 2006 ile Kasım 2009 arasında parçalar halinde toplam 915 bin liralık çekler verdi.  HAPİS YERİNE 'YASAKLA'Vadeleri 2009 Mart seçimleri sonrası dolan bu çekler karşılıksız çıktığı halde okul yönetimi, seçimler sonrası AK Parti'nin yerine göreve gelen CHP'li belediyeye Aralık 2009'da 915 bin 812 TL'lik yeni bir çek daha sundu. Karşılıksız çek suçuna ilişkin hapis cezasının kaldırılmasından 9 gün sonra kesilen 915 bin TL'lik çeki Sarıyer Belediyesi savcılığa taşıdı. Bunun ardından şirkete 'çek hesabı açma ve çek düzenleme yasağı' getirildi. Bugün 'Fatih Koleji' olarak faaliyet gösteren Özel Ufuk Okulları, bunun üzerine Beşiktaş 19. Noterliği aracılığıyla ihtarname gönderip 'Çek kaynaklı borcumuz yok' diyerek tespit davası açtı. Bu dava takip edilmediği için açılmamış sayılarak kapandı. Ancak şirket bu sefer de 'Borçların muhatabı biz değiliz, Vakıflar Genel Müdürlüğü' diyerek tahakkuk edilen borçların iptali için dava açtı.  CEMAAT BORÇLARI SİLİNDİYaklaşık 1 milyon TL'lik borcu 2006'dan 2009'un son günlerine kadar karşılıksız çeklerle ödeyen ancak daha sonra da 'Bizim borcumuz değil' diyerek belediyeyi mahkemeye veren Hale Eğitim Hizmetleri A.Ş., mahkemenin 'Borç VGM'nindir' kararı üzerine ilginç bir şekilde belediyeye uzlaşma teklif etti. Okul, daha önce ödemiş olduğu 331 bin TL üzerine 110 bin TL daha ödemeyi, bu ödeme sonucunda da karşılıklı olarak davadan feragat etmeyi teklif etti. Nisan 2013'te toplanan Belediye Meclisi, okulun ödemeyi teklif ettiği 110 bin TL'lik borcu da CHP'li başkan Şükrü Genç'in inisiyatifiyle sildi.  İstinye'de 33 dönüm aylık kira 10 bin TLResmiyette Özel Ufuk Okulları'nın sahibi olarak görünen Hale Eğitim Kurumları'nın Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce yap-işlet-devret modeliyle 28 yıllığına kiraladığı arazi için toplam 3 milyon TL kira ödeyeceği belirtildi. İstanbul'un en gözde muhitlerinden olan İstinye'de 33 dönümlük arazinin aylık yaklaşık 10 bin TL gibi bir bedelle kiralanması ise dikkat çekti. Okulun belediye ile anlaşma yoluna gitmesinin sebebinin ise ihale şartnamesindeki açık hükümler nedeniyle vakıfların konuya müdahil olmasını önlemek ve yaklaşık 700 bin borcu ödemekten kurtulmak olduğu iddia edildi. CHP'li Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç'in belediyenin kasasına girmesi gereken 700 bin TL'yi adeta cemaatin okuluna bağışladığı yorumları yapılıyor. Kirada yeni düzenleme yapılıp yapıl-mayacağı ise merak konusu.

http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/cemaat-chp-soygun-ittifaki-6.3.2014%200-623762

Tersinden okuma bir yazı: ’Temize Çıkmak’

 
03.03.2014
 

Kıyamoglu Sancaktar



Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç’ın 27.2.2014 tarihli, ‘Temize Çıkmak’ yazısının deve misali hangi eğri tarafını ele alacağıma şaşırdım.. Bu meşhur zâtın Kur’an konusundaki cehalet hududunun doğrusu bu boyutlarda olduğunu tahmin edememişim..Sübhanallah! İnsan bu kadar mı konuyu tersten okur?.. Yazının başlığında ‘Temize Çıkmak’ yazıyor ve altına tezkiye ile ilgili ayeti koyarak Allah’ın Aişe annemizi temize çıkardığını, tezkiye ettiğini söylüyor.. Ki haşa Aişe annemiz hakkında bu ifadeyi kullanmaktan Mevla uzak etsin..

Laik kanunları kutsayacak ve onları Nass-ı Kur’an ile kıyas edecek kadar gözlerini yargıya ve beşeri hukuka dikmiş bu şahıs, açıp eline bir Kur’an-ı Kerim alsa ve Nur sûresini açıp sadece mealini okusa, orada 11 ayetin(11.-21.) tamamının iftira atanları azarlamakta olduğunu görecektir..

Hiç bir ayette bu iftiraya karşı suskun kalmak hatta tevekkuf etmenin doğruluğuna dair en ufak bir işaret ve ima yok iken, aksine bizzat Nass-ı Kur’an; en muhkem, en açık ifade ile söz konusu ayetlerde defalarca bu iftiraya suskun kalmayı bile azarlayarak ‘bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerektiğini vurgulamış ve daha nice tehdit dolu ifadeler kullanmıştır.

Ve 21. Ayette Allah Azze ve Celle, tezkiye ifadesini evet aynı kelimeyi ifk hadisesine dilini bulaştırıp tevbe eden ve iftira günahının dünyevi cezasını çekmek ve tevbe etmekle Mevla’nın temizlediği kimseler (sahabeden Hamne binti Cahş, Mıstah bin Üssase, Hassan bin Sabit R.A.) hakkında indirmiştir.

Hz. Aişe annemiz zaten temiz ve bu iftiradan yer ile gök arası kadar beridir..Allah Azze ve Celle asla tezkiye kelimesini veya o kökten bir kelimeyi annemiz hakkında kullanmamış ve bu hadise siyer-hadis kitaplarına da bera (uzak olmak) kökünden ‘tebrie’ kelimesi ile geçmiştir. O yüzden bu inen ayetler sadece Aişe annemizin beri olduğuna Mevla Teâlâ’nın şehadetini izhar etmesidir. Ve aslında bu hadise bütün müminler için bir derstir ve ‘Allah size öğüt veriyor ki şayet mümin kimseler iseniz bunun bir benzerine ebedî olarak dönmeyesiniz.’ (Nur:17) buyurarak ayetin iniş hikmetini izhar etmiştir.

Hal böyle iken; Yazar Ali Bulaç’ın ayetlerin mefhumunu ve ifk hadisesini nasıl tersten okuduğunu taaccüb etsem de yine kendisine bırakıyorum da, içinde olduğu darmaduman kavgada, ayetleri kendi kavgasına mesned yaparak tersten okutturmasını ve sırf mücadelesinde argüman yapmak için Hz. Aişe annemizin -ki bütün müminlerin annesi olarak ona dokunacak en ufak laf, kanımı donduruyor- hakkında sanki bir şaibe varmış gibi ‘temize çıkmak, tezkiye etmek’ tabirlerini kullanmasını hazmedemiyor, cehaletini bilmiyorsa dahi haddini bilmesini tenbih ediyorum.

Mezkûr şahıs, hükümet ile kavgasında kendisine münasip gelen hangi üslubu, ifadeyi, taktiği vs. kullanıyorsa kullansın; umurumda değil! Yalnız şu kadarını iyi bilmelidir ki Hz. Peygamber, Kur’an-ı Kerim, Sahabe vb. gibi bu ümmetin ortak değerleri, birilerinin tetiğinde fişek yapılmaya kalkıldığında bu ümmetin içinde, kalemi, kelamı, haykırışıyla kıyam edenler elbet bulunacaktır..
Rabbim, tüm İslâm hakkında konuşan-yazanlara insaf, iz’an, ilim ve edep nasip eylesin..

Amin..

Yazımın hitamına ifk ile ilgili 11 ayetin Ö.Nasuhi Bilmen tarafından yapılmış mealini alıyorum. Meselede müereddit olanlar bir sözkonusu şahsın yazısını bir de bu ayetlerin sade mealini iman nuru ile okuyunca nasıl ters bir okutturma ile karşı karşıya olduklarını anlayacaklar. Biraz zahmet edip birkaç tefsir karıştıranlar meselenşn ne kadar çarpıtıldığını daha dehşet bir şekilde müşahede edeceklerdir..Yazı müellifinin cehaletine şahid olarak kafidir vesselam..


11. Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer saymayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü üstlenmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.

12. Onu işittikleri zaman mümin erkekler ile mümin kadınlar kendi vicdanlarında hayırlı bir zanda bulunarak bu bir apaçık iftiradır demeli değil mi idiler?.

13. Onun üzerine dört şahit getirmeli değil mi idiler?. Madem ki, şahitleri getiremediler, artık onlardır. Allah katında yalancılar onlardır.

14. Ve eğer Allah'ın fazlu rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.

15. 0 vakit ki, onu -iftirayı- dillerinizle karşılayıp kabul ediyordunuz. Kendisine sizin bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve onu kolay sanıyordunuz. Halbuki, o, Allah katında pek büyüktür.

16. Onu işittiğiniz zaman, bunu söylemek bize lâyık olmaz, hâşâ, bu, pek büyük bir iftiradır, demeli değil mi idiniz?.

17. Allah size öğüt veriyor ki, bunun bir benzerine ebedî olarak dönmeyesiniz, eğer siz mümin kimseler iseniz.

18. Ve Allah sizin için âyetleri apaçık beyan ediyor, ve Allah bilendir, hikmet sahibidir.

19. Muhakkak o kimseler ki, îmân etmiş olanlar arasında çirkin, yaramaz şeylerin yayılmasını arzu ederler, o kimseler için dünyada ve ahirette pek acıklı bir azap vardır ve Allah bilir, sizler ise bilmezsiniz.

20. Ve eğer Allah'ın fadlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi -elbette ki, sizi azaplandırırdı- ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

21. Ey îmân etmiş olanlar!. Şeytanın adımlarına uymayın ve her kim şeytanın adımlarına uyarsa elbette ki o, çirkin ve inkâr edilmiş şeyler ile emreder. Ve eğer üstünüzde Allah'ın lütufu ve merhameti olmasa idi sizden hiç bir kimse ebediyen temize çıkamazdı velâkin Allah dilediğini temize çıkarır ve Allah hakkiyle işiticidir, bilicidir.

Kıyamoğlu Sancaktarkiyamoglu@hotmail.com
twetter: @kiyamoglu

Kürt Milliyetçisi Cihangir Solcusu Elit, Beyaz Türk 'Direnişi'

 06.03.2014  

Enver Gülşen


Bir Kemalist ile komünistin diyaloguna kulak misafiri oluyorum. Kemalist, komüniste “Abi, Koç, sonunda Tayyip’in ağzının payını vermiş!” diyor. Beriki “hangi konuda?” diye soruyor. Kemalist cevap veriyor: “Koç’un Hocafendi’yi ziyareti hakkında. ‘Ananas çok güzeldi’ demiş Koç.” Komünist olan cevap veriyor: “Tayyip’e mi bırakacaklar ülkeyi. Hem Koç, hem de Hocaefendi vatansever. Hem istese Koç, Tayyip’i hemen devirir. Fazla kızdırmasın Koç’u…”

Aynı sohbette komünist olan, Tayyip’in ülkeyi PKK’ya sattığından dem vurup, devletin nasıl olur da PKK ile görüşebildiğini büyük bir kızgınlıkla ifade ederek “hain bunlar hain” diye devam ediyor sözlerine…

Yukarıda aktardığım diyalog, aslında son aylarda birçok “büyük” gazetede ve televizyonlarda denk geldiğimiz konuşma ve olayların kısa bir özeti gibi… Ömürlerini Gülen Cemaatine sövmekle geçirmiş Kemalistlerin, F. Gülen’e hitap biçimlerinde geçirdikleri radikal değişimin anlamı ne? “Fettoş” diye dalga geçtikleri şahsın, Kemalistlerin dilinde birden “Hocaefendi’ye”, komünistlerin dilinde “Vatansever Hocaefendi’ye” terfi edivermesi bizlere ne söylemeli? Yıllarca ana eğilimi Gülen Cemaati ile kavga etmek, onların yaptığı her şeye küfür etmek olan Cumhuriyet, Hürriyet, Radikal, Sözcü vs. gibi gazetelerin, birden Gülen Cemaatinin büyük bir fanatiği hâline gelmelerini hangi sosyoloji, psikoloji açıklayabilir bize?


Peki, yıllarca sözünü ettiğimiz gazetelerle ve oralarda yazan gazetecilerle kavga etmiş cemaat medyasına ne demeli? Zaman, Bugün, Today’s Zaman, Taraf gibi gazetelerin İsrail / ABD sevgisini hep biliyorduk da, Doğan Grubu medyası ve Cumhuriyet gibi gazetelerle bu kadar sıkı fıkı oluvermesine nasıl anlam vermeliydik?

Bir fotoğraf karesi bütün bu olan biteni anlamlandırmak için bize çok yardımcı olacaktır. Gezi olayları sırasında başka yerlerde de yazıldığını gördüğümüz; ama ilk defa bu kadar net şekilde, “Gezi Direnişi ne demek?” sorusuna cevap bulabileceğimiz bir “anlam” ifade eden bir fotoğraf karesi bu! Böyle bir kareden bahsetmenin bile insanın yüzünü kızarttığını söylemeliyiz. Ancak, Gezi ve sonrasındaki 17 Aralık darbe girişimlerinin ardında yatan temel ilkesizliği kavrayabilmek için bu fotoğraf karesi üzerine konuşmamız şart.

Sözünü ettiğim fotoğraf karesinde, üstünde “Che” tişörtü olan bir genç, hemen arkasında duran başka bir gencin tuttuğu pankartı gösteriyor, yüzünde zafer gülüşü olan bir kumandan edasıyla… Che tişörtlü gencin hemen arkasındaki genç, gururla taşıyor elindeki pankartı. Belli ki “direnişlerinin” bayrağı mahiyetinde bir şey bu! Zaten öyle olmasaydı, Gezi’de hemen her yerde benzer pankartları görmezdik. Bu iki gencin hemen yanındaysa, en az onlar kadar gururlu, “ülkesini” kurtarmış ya da kurtarma yolunda olmanın gururuyla rahatlamış, gülümseyen bir genç kadın var. Taşıdıkları pankart, sözde üçüncü köprüyü protesto etme niyetiyle açılmış.

Başbakan’ın eşine olabilecek en ağır küfrün edildiği o pankartın benzerlerine Gezi olaylarında çokça denk gelmiştik. “Che” tişörtüyle gençlerin ve sorsanız, muhtemelen kendisini “ilerici kadın” hatta “feminist” olarak tanımlaması muhtemel bir genç kadının açtıkları bu pankart, Gezi’ye dair bütün kodları ifşa eder mahiyette. Yazının en başında aktardığım diyalog, tam da bu engin ilkesizliğin dışavurumu zaten. Che tişörtü açarak, ABD / İsrail / Batı destekli, Koç / Tusiad sponsorlu bir darbe girişimine piyon olmak bir yana, Başbakan’a olabilecek en aşağılık yöntemle vurmaya kalkmak! Aynı insanların Başbakan’ın vefat etmiş annesine bile sövdüklerine defalarca şahit olduğumuz için, belki olan biten bizi şaşırtmayacak; ama manzaranın dünyanın en içi boş trajedisini ifşa ettiğini ifade etmemiz gerekiyor.

Gezi’deki ortaklık, kendilerini “anti-kapitalist Müslümanlar” diye tanıtan, ama kapitalizmin tam da göbeğindekilere hizmet ettiğini göremeyecek kadar körleşmiş olan kimi “Müslüman” grupları ve 28 Şubat’ta bizatihi benzer darbe girişimlerine muhatap olmuş M. Bekâroğlu gibi siyasetçileri bağrında bir kamuflaj unsuru olarak içeriyordu. Aynen, Emine Erdoğan’a küfrederken feminist, komünist olarak “gülümseyebilen” hazcı içi boş geziciliğin global kapitalizmin kamuflajı olması gibi…

Bugün “paralel yapısı” ifşa olan Cemaat, Gezi’de arka planda işi yürüten unsurlardan birisi olarak, ama önde işe çok fazla girmiyormuş gibi görünen bir tavır izliyordu. Gerçi gören gözler için, Zaman, Bugün, Today’s Zaman’daki cemaat kalemşorları, cemaatin Gezi’nin tam neresinde olduğunu ifşa ediyordu; ama henüz F. Gülen bedduasını sunmamıştı kamuoyuna… 17 Aralık darbe girişimi, Gezi’deki “utangaç desteğin” asıl mahiyetini kavramamıza da sebep oldu. Belli olmuştu ki, Gezi ve 17 Aralık darbe girişimleri aynı rahimden çıkmıştı. Aynı rahimden çıkmış olan tavır ve “siyasetlerin” aynı cephede yer al(dırıl)maya başlaması, ancak bu rahim ortaklığı ile açıklanabilir. Aynı grupların Mısır darbesine ve Suriye’deki katliamlara karşı tavırlarına yeniden bakmak, olan bitenin net manzarasını veriyor hepimize.

Şimdi açık söyleyelim; sadece Türkiye değil, tüm İslam âlemi, belki de son yüzyılın en büyük saldırısı ile karşı karşıyadır. Global neo-liberalizmin Che, Bakunin tişörtlü azgınlar tarafından “korunduğu”, Badiou gibi “anarşist teorisyenlerin” neo-liberal hazcılığın reklamcılığına / teorisyenliğine soyundurulduğu “V for Vendetta” çağıdır bu çağ. Üstelik yıllarca İslam için çalıştığını zannettiğimiz cemaat ve aktörlerin, bizatihi İslam âleminin çökertilmesinin aracı hâline dönüştürüldüğü bir çağ… Gezi ve 17 Aralık darbe girişimleri, neo-liberal diktanın, tüm dünyayı, ama özellikle “kendini” hatırlamaya ve Türkiye ile birlikte dünyaya kendi sözünü söylemeye başlayan İslam dünyasını, yeniden ele geçirme niyetlerinin bir aşamasıdır.

Çağımız soysuzluk çağı… Çağımız ilkesizlik çağı… Bu yüzden, Che tişörtü taşıyanların, feminist geçinenlerin söz konusu olan “öteki kadınlar” olunca dünyanın en vahşi insanları hâline gelmesi şaşırtmasın bizi. Kabataş olmadı diye bağıranların, Kabataş’ın yüz katını her gün gazete ve televizyonlarında yaptıklarını bile fark edememeleri, bu içi boş yüzeysellik ile ilgilidir. İçi boşluk, ilkesiz bir yüzeysellik, ahlâksız bir hazcılık, bizlere Hollywood aracılığıyla “V for Vendetta direnişi” olarak satıldı son yıllarda. Her şeyi satılık hâle getiren, pazarlanmayan hiçbir şey bırakmayan neo-liberal Batı, son yıllarda Batı dışı ülkelere hazcı, uçucu, yüzeysel bir anarşizmi pazarlıyor. Neo-liberalizme hizmet eden bir anarşizmi… Bu anarşizmin tutması, ancak bütün unsurların altındaki zeminin çekilmesi, altlarının ve ilkelerinin boşaltılması ile mümkün olabilirdi. Bir Müslümandan başörtüsü düşmanı, bir feministten kadın düşmanı, bir sosyalistten sermaye tapıcı, Che hayranı bir gençten bir vahşi yaratmak, ancak bu içi boş ilkesizliğin pazarlanması ile mümkün olabilirdi. Komünizmi, Koç’un getireceğine iman etmiş, devletin, yüz yıldır hepimizin canını yakmış bir meselede, barış için görüşmeler yapmasını hainlik olarak İsrail’e /Avrupa’ya / ABD’ye pazarlayan yüzeysel solcular dünyası bu dünya. Cihangir beyaz Türklerinin, solculuğu bir tür elitizm pazarlaması olarak kullandığı bir dünya… İki senedir Güneydoğudan tek bir ölüm haberi gelmemesi karşısında sinirden kuduran, aynı Gezi’de olduğu gibi, Kürt meselesinde de “ölümler olsa, çok ölen olsa da biz de bu ölümlerden beslensek, ‘solculuğumuzu’ satsak” diyen “Cannibalist” tuzu kuru Cihangir solcularının dünyası…

Bu soysuzlukta, dün birisine küfredenin, bugün aynı insana “Muhterem Hocaefendi” diye hitap edebilmesi şaşırtmamalı bizleri… Dün “AKP yanlısı basında” köşe yazarken tek bilgisi, ilgisi ve birikimi CHP ve KK ile uğraşmak olan birisinin, 17 Aralık sonrası oradan istifa eder etmez paralel medyaya geçip, bu defa CHP ve Cemaati savunup, AKP’ye vurmaya başlaması da şaşırtmasın bizleri. Zira ilkesizlik, eğer hakîkî bir medeniyet duruşumuz olmazsa, bizim neo-liberal soysuzluktan devraldığımız birinci unsur olacaktır.

Gezi ve 17 Aralık darbe girişimleri, Mısır, Filistin, Suriye, Arakan’da Müslümanların ve dünyanın tüm mazlumlarının başına gelenlerle beraber bir medeniyet perspektifi içinde anlamlandırılabilir ancak. Eğer zeminimizi sağlam kuramaz, ahlâk ve ilkelerimizi belirleyemezsek, bugün ister Gezici / Cemaatçi basında olsun, isterse de “Müslüman” basında, ilkesizlik, ikiyüzlülük temel karakterimiz olacaktır. Başımıza çoktan gelmiş olan ve çok çabuk kurtulmamız gereken en temel problemimiz budur!
http://www.timeturk.com/tr/makale/enver-gulsen/kurt-milliyetcisi-cihangir-solcusu-elit-beyaz-turk-direnisi.html#.UxjiuVo5nDd

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan Başbakan'a ağır eleştiri

06 Mart 2014
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı son zamanlarda yaşanan olaylarla ilgili yeni açıklama yaptı.

İşte Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın "Yolsuzluklar Ve Hizmet Camiasına İftiralar" başlıklı açıklaması;


17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile başlayan ve hükümetin dört bakanının istifasıyla devam eden, 10 bine yakın emniyet ve yargı mensubunun sürülmesiyle de başka bir boyut kazanan sancılı bir süreçten geçmekteyiz.

Bu süreçte hükümet, yolsuzlukların üzerine gitmesi gerekirken, bunun aksine evrensel hukukla ve demokrasi ilkeleri ile bağdaşmayan yasaları hızla çıkartarak kamuoyunun gündemini değiştirmek istemiştir.

30 Mart’ta yapılacak olan mahalli seçimlerin de soruşturulamamış bu yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialarının gölgesi altında yapılacağı bir gerçektir.

Sayın Başbakan tarihi yolsuzluk operasyonunu ‘hükümete darbe’ olarak kamuoyuna sunmuş ve bunu önce hükümete yakın medyada, sonra da akla hayale gelmedik yalan ve iftiralarla miting meydanlarında seslendirerek Hizmet Camia’sını hedef almıştır.

Sayın Başbakanın kullandığı bu argümanların ve ayrıştırıcı dilin; insanımızın ruh sağlığını bozduğunu, toplumsal barışı dinamitlediğini, kin ve nefret tohumları saçarak bir şiddet alt yapısı oluşturduğunu üzüntü ve endişeyle izlemekteyiz.

Bu cümleden hareketle;

1- Yarım asrı aşkın bir süredir, ülkesine ve insanlığa hizmet etmeyi hayatının yegâne gayesi haline getirmiş ve bunu sadece Hakk’ın rızasına bağlamış olan Onursal Başkanımız Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye karşı yapılmakta olan “itibar suikastı”, vicdanları derinden yaralamaktadır.

2- Hiçbir demokratik ülkede yaşanması mümkün olmayacak şekilde siyasi iktidar, devletin bütün imkânları ile millete ait sivil kuruluşları hedef alma ve bu kuruluşları ‘düşmanlaştırma’ çabası içindedir.

3- Önceki açıklamalarımızda ifade edildiği gibi, farklı siyasi düşüncelerden milyonlarca gönüllü destekçiye sahip olan Câmia’nın; bir siyasi parti kurması, kurdurması ya da son günlerde sıklıkla dile getirilen ve asılsız bir iddia olan bir partiyle ittifakı kesinlikle söz konusu değildir. Bu iddia büyük bir yalandır.

Sağduyulu milletimiz bugüne kadar doğrunun nerede olduğunu bilmiş ve tercihini de o yönde kullanmıştır. Kimsenin kimseden akıl almaya ihtiyacı yoktur.

4- Bir kabine üyesi, dershaneler konusunda ‘Camiaya mensup kişiler tarafından Başbakanın tehdit edildiğini’ iddia etmiştir. Bu kabul edilemez iddianın sahibi, iddiasını ispatla mükelleftir. Aksi halde müfteridir.

5- Yaklaşık 50 yıldır, öncelikle milletimizin ve dünya kamuoyunun güven testinden defalarca anlının akıyla çıkmış olan Hizmet Camiası’nın bu güveni zedeleyecek ne insani, ne İslami, ne de hukuki açıdan hiçbir suiistimali olmamıştır. Siyaset meydanlarında insafsızca tekrar edilen; “şantaj, tehdit, komplo ve kumpas” iftiraları kabul edilemez.

6- Hizmet camiasının milyonlarca gönüllüsüne ve Vakfımızın Onursal Başkanı Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’ye akla hayale gelmez iftira ve bühtanlar atılırken, adeta dilsiz ve hissiz kesilmiş bir kısım ilim ve din erbabını da büyük bir hayal kırıklığı ile izliyor, onların bu tarafsızlık görünümlü suskunluklarını milletimizin engin vicdanına havale ediyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur

GAZETECİLER ve YAZARLAR VAKFI

İşte Pensilvanya'dan gelen yeni talimat!

06 Mart 2014
Akşam Gazetesi yazarı Murat Kelkitlioğlu, Pensilvanya'dan abilere, ablalara ve imamlara gelen yeni talimatın diğer cemaatleri etki altına almak olduğunu belirtti.

İşte Kelkitlioğlu'nun yazısı:

Ablalar, abiler, imamlar, beddualar, siyasi partilerden önce başlatılan seçim propagandaları… 30 Mart seçimlerinde AK Parti’ye oy verilmesini önlemek amacıyla hazırlatılan broşürler... Bu broşürlerin özellikle AK Parti’nin güçlü olduğu bölgelerde dağıtılması, kendi dershanelerindeki öğrencilere elden verilmesi...Gülen’in doğduğu köye MHP bayraklarının asılması... Pensilvanya destekli bu çalışmalardan artık neredeyse herkes haberdar.

Ancak, seçim odaklı propaganda bunlarla sınırlı değil.

Türkiye’deki tek cemaat Gülen cemaati değil. Birçok gönül vereninin olduğu başka cemaatler de var. Bu cemaatlerin şu ana kadarki tavrı çok açık. Kasetlerden, dinlemelerden, montajlardan bıktıklarını, bunların doğru olmadığını her ortamda anlatıyorlar. Kısacası Gülen cemaatinin operasyonlarından çok rahatsızlar.

Bunu çok iyi bilen Gülen cemaati de harekete geçti. Nasıl ki seçmene yönelik kara propagandaya başladılarsa aynısını diğer cemaatlere de uygulamaya başladılar. Diğer cemaatlerin önde gelenlerine her fırsatta AK Parti’ye oy vermemeleri konusunda telkinlerde bulunuyorlar. Bunlardan biri de İsmailağa cemaati. Cemaatin önde gelenleri bu durumdan oldukça rahatsız.

Kısacası, Gülen cemaati çalışma alanını giderek genişletiyor.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/06/iste-pensilvanya-dan-gelen-yeni-talimat.html#.UxjTZ1o5nDc

Gülen'in yeni ses kayıtları yayınlandı

06 Mart 2014
Başbakan Erdoğan'ın görüşmelerinin ardından bu kez cemaate ait olduğu iddia edilen dört yeni ses kaydı ortaya çıktı.

İlk görüşmenin Fethullah Gülen'in doktoru Kudret Ünal ile İşadamı Murat Sungurlu arasında geçtiği iddia ediliyor.

Ünal, Türk Hava Yolları'nın aniden çektiği 300 milyon dolar nedeniyle Bank Asya'nın zor duruma düştüğünü belirtiyor. Ünal, 300 milyon doları Murat Sungurlu ve çevresinin karşılayarak Bank Asya'ya yatırmasını istiyor.

Ünal, Umre'ye gidecek olan Sungurlu'ya "Bu iş 15-20 Umre eder" diyor. Doktor Ünal, Gülen'in en büyük sıkıntısının Bank Asya olduğunu Murat Sungurlu'ya söylüyor. Ardından da bu parayı Bank Asya'ya yatırması halinde cemaatin kapılarının sonuna kadar açılacağını belirtiyor.

İkinci görüşme de yine Gülen'in doktoru Ünal ile İşadamı Fatih Aktaş arasında. Aktaş, "120 topladık" diyor, Ünal ise "Siz onu 300'e çıkarın" yanıtını veriyor. Kudret Ünal, "300" toplaması halinde telefonla görüşmek yerine Fethullah Gülen ile yüz yüze görüşebileceğini anlatıyor. Ünal, Gülen için "O da desin bizim Fatih bu işlerde cankurtaran. Bu sana krizin meyvesi olur" ifadelerini kullanıyor.

Bir iki görüşme ise Fethullahçı örgütlenmenin Bürokrasi İmamı olduğu belirtilen Murat Karabulut ile yardımcısı olduğu ileri sürülen Hazım Sesli'ye ait. Görüşmede, başörtüsü konusunda Fethullah Gülen'den fetva isteyen bir vali eşi konuşuluyor. Valinin eşi, resmi törene türbanlı katılmak için Fethullah Gülen'den fetva istiyor. İmam Murat Karabulut, Gülen ile irtibat kuruyor ve Yardımcısı Sesli'ye geri dönüyor. Gülen, vali eşi için "Normal devam etsin" fetvası veriyor. İmam ve yardımcısı bu yolla valiye yaklaştıklarını anlatıyorlar.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/06/gulen-in-yeni-ses-kayitlari-yayinlandi.html#.UxjPyFo5nDc
Paralel çete son tezgahı için harekete geçti
Paralel çete son tezgahı için harekete geçti Mart 06, 2014    
Melih Gökçek’in “Paralel yapının Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü ile ilgili iftaralar atıp çatışma çıkarmak istediği kulağımıza geliyor” demesinin ardından paralel oyun sahneye konuldu. Sosyal medyada Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili imzasız bir metin dolaşıma sunuldu.
Gülen grubunun AK Parti karşıtı tutumu ve paralelcilerin darbe isteği çirkin boyutlara ulaşmaya başladı. Paralelcilerin internet üzerinden yayınladığı ses kayıtlarının montaj olduğu ortaya çıkınca ikinci oyun sahneye konmaya başladı. Paralelcilerin yeni oyunu Melih Gökçek’in de geçen hafta açıkladığı gibi, elim bir kazada hayatını kaybeden Muhsin Yazıcıoğlu üzerinden halkın bir kısmını Hükümet’e karşı kışkırtarak sokak eylemlerini başlatmak…
Bir televizyon kanalında soruları cevaplayan Melih Gökçek, Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatına ilişkin montaj bir kasetle Ülkücüler ile Ak Parti’yi çatıştırma planları yapıldığına ilişkin duyumlar aldığını ifade etmişti.
Gökçek, “Muhsin Yazıcıoğlu’yla alakalı montajlı kaset çıkacak. Muhalif yazarlar da yazdılar bunu. Hatta birisi Twitter’dan yazdı, ben de ‘Bu kaset çıkarsa sizden bilir savcılığa suç duyurusunda bulunurum’ deyince yazdıklarını sildi. Ülkücü camiayı sokağa dökmek için tam seçim öncesi kaos çıkaracaklar. Marjinal gruplarda buna katılacak.” ifadelerini kullanmıştı.
Bu iddianın ardından az bir zaman geçmesinin ardından sosyal medyada imzasız bir metin ortalarda dolaşmaya başladı. Hükümet’i, Başbakan’ı ve dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’la ilgili iddiaların yer aldığı sahte metini, Gülen grubunun yayın organlarında çalışan gazeteciler tarafından da paylaşılması dikkat çekti. ( HABER 10)
İlk kez belgelendi; işte paralel dershanede CHP propagandası!
İlk kez belgelendi; işte paralel dershanede CHP propagandası!      Mart 06, 2014
Gülen grubunun en bilinen dershanesi olan “Maltepe Dershaneleri” Ankara’da CHP Propagandası yapmaya başladı. Haber10 ise seçim çalışmasını fotoğraflamayı başardı.
“Cemaat parti kuracak mı?”, “Cemaat hangi partiye oy verecek?”, “Cemaat Ankara ve İstanbul’da kimi destekleyecek?” şeklindeki sorular gündemi meşgul etmeye devam ederken, haber10 paralelcilerin Ankara’da açıktan destek verdiği partiyi resimledi.
Gülen grubunun en bilinen dershanesi olan “Maltepe Dershaneleri” Ankara’da CHP Propagandası yapmaya başladı.
ÇOCUKLARI DA ALET ETTİLER
Maltepe Dershanesi Sincan Şubesi’ndeki sınıfları CHP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mansur Yavaş ve Sincan adayı Alaattin Bera Türkoğlu’nun afişleri ile donatıldı.
PARALEL YAKINLAŞMA
Sınıftan fotoğraf almayı başaran haber10 “Mansur Yavaş, paralelcilerin adayı” şeklindeki iddiaları belgelerken, “Paralel yapı CHP’ye oy vermez” tezlerini de çürütmüş oldu.
BAŞBAKAN AÇIKLAMIŞTI
Öte yandan Başbakan Erdoğan’ın, “Şantajlarla, kasetlerle tamamen esaret altına alındılar. CHP’nin genel müdürü çıkıp ‘nerede bu paralel örgüt, gidip üye olacağım’ derse kimse şaşırmasın. Partide ipler Haşhaşilerin eline geçti…” açıklaması da Maltepe dershanesinde çektiğimiz fotoğraf ile belgelenmiş oldu.(HABER 10)
maltepe-dershane
Muhsin Yazıcıoğlu suikastinde İsrail ve “Paralel” izi!
Muhsin Yazıcıoğlu suikastinde İsrail ve “Paralel” izi! Mart 06, 2014    
MEDYAGUNDEM.COM- Tarih : 19 Ocak 2009. Yaşamı haksızlığa direnmekle geçen merhum Muhsin Yazıcıoğlu, terörist devlet İsrail’in İstanbul’daki konsolosluğunun önünde yapılan Gazze protestosu eylemine katılıyor.
Şöyle konuşuyor :
“Buradaki eylemin Gazze’deki şehitlere adandığını bildiğim için, şehitleri selamlamak için buradayım. Çağı utandıracak zulmü yapan İsrail’i kınamak için buradayım. Kahrolsun zulüm, kahrolsun İsrail, yaşasın Filistin’in bağımsızlığı ve insanca yaşama hakkı…”
Yazıcıoğlu’nun katil ve terörist İsrail için yaptığı buna benzer yüzlerce konuşma var.
Lordlar Kamarası’ndaki konuşmasında da İsrail’i ağır biçimde eleştirmişti.
Bugünlerde İsrail muhibbi ve müttefiki Paralelciler Yazıcıoğlu suikastiyle Başbakan’ı ve AK Parti’yi ilişkilendirmek için hareketlendiler.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu cinayeti aydınlanacaktır, inanıyoruz.
Şimdiden şu söylenebilir :
Muhsin Yazıcıoğlu cinayetinde İsrail gizli servisinin etkin rolü olduğu apaçıktır.
Kimler İsrail’in çıkarlarını savunuyor, onun kirli, kanlı ve zalim politikalarını destekliyor ve onlarla birlikte hareket ediyorsa Yazıcıoğlu suikastinde onların dahli ve karartması vardır.
İlker Başbuğ’dan paralel bombalar!
İlker Başbuğ’dan paralel bombalar!Mart 06, 2014
     
İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi’nde SABAH’a konuştu: Gizli tanıklarla, ayarlanmış hâkimlerle kumpas kuruldu. Amaç orduyu tasfiye etmekti. Bizi bu noktaya TSK’ya karşı nefret ve intikam duyguları içinde olanlar getirdi.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Silivri Cezaevi’nde SABAH’a son günlerdeki tartışma konularıyla ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı. Başbakan Erdoğan ile danışmanı Yalçın Akdoğan’ın “Orduya kumpas kuruldu” iddialarını değerlendiren Başbuğ, “Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hâkim ve savcılarla bize kumpas kuruldu” dedi.
Hükümeti devirmeye kalkışmak suçundan müebbet hapse çarptırılan İlker Başbuğ, askeri müdahalelere karşı olduğunu belirterek, “Çünkü askeri müdahaleler Türkiye’ye zarar vermiş, hiç bir şey kazandırmamıştır” diye konuştu. Çeşitli isimlerle anılan darbe davalarında yargılanan ya da hüküm giyen Silahlı Kuvvetler mensuplarına iftira atıldığını ifade eden Başbuğ, “Amaç, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde geniş çaplı bir tasfiye yapmaktı ama başaramadılar” dedi. İşte emekli Orgeneral Başbuğ’un Mehmet Barlas ve Şaban Arslan’a yaptığı o çarpıcı açıklamalar:
DOĞRULARI SÖYLEDİĞİM KANITLANDI
14 Nisan 2009′daki konuşmamda, “Cemaatler, sosyal gruplaşmaya, ekonomik olarak güç kazanıp sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye çalışıyorlar” dedim. Din çok yüksek bir değer. Din siyaset ekonomi konusu yeni değil. Önlemek çok zor. Bu sorunları, güçlü bir burjuvazi ve orta sınıfımız olmadığı için kolay aşamıyoruz. 2009 bizim için çok kritik bir yıldı. Genelkurmay başkanıyım, Silahlı Kuvvetler’le ilgili çok önemli projelerim var. Ancak çoğunu yapamadım. Yaptığım konuşmalarda doğruları söylediğim, bugün gelinen noktada daha iyi anlaşılıyor.

İMZA TAKLİT EDİLMİŞ

Kumpası soruyorsunuz. Evet, gizli tanıklarla, ayarlanmış hâkim ve savcılarla kumpas kuruldu bize… Bana niye bunu açıklamadınız diye soruyorsunuz. Hâlâ kimse tam olarak açıklayamıyor ki bugün bile. Kesinlikle kumpas kuruldu. Aksini söylemek, eşyanın tabiatına aykırı.
Somut olaylarla gidelim… Erzincan olayı örneğin… Savcı kim; İlhan Cihaner. 2007′de bir soruşturma açıyor. Odakta İsmailağa cemaati var. 2 Şubat’ta 26 kişi gözaltına alınıyor, 9′u tutuklanıyor. Sonra soruşturmanın çerçevesi genişletiliyor. Gülen cemaati işin içine katılıyor. Sonra Kayseri’deki olayla birleştiriliyor soruşturma. Kayseri’de, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda sahte bir emrin yazılması var. İmza taklit edilmiş. İşin içinde 3 astsubay, 5 sivil var. Dijital veriler hazırlamışlar, karargâhın bilgisayarlarına yerleştirmişler. Astsubaylardan biri, “Ben Işık Evlerindenim” demiş. Konu cemaate doğru yönelince, Erzurum’daki savcılığa intikal etti. Ancak bütün araştırmalara, soruşturmalara rağmen olayda adı geçen bu 5 sivil bir türlü bulunamadı. Bahsi geçen askeri personelin tamamı ise tutuklandı.
PARMAK İZİ OLAN 14 KİŞİ KİM?
25-26 Haziran… Meclis’ten gece yarısı, 20 dakikada yasa çıkıyor. Kayseri’deki 5 sivili kurtarmak için. Bu yasayla, sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önüne geçiliyor. Genelkurmay’dan görüş alınmadan… Milli Savunma Bakanı’nın haberi yok. Askerler kendi alanlarında bile suç işleseler sivil mahkemelerde yargılanacaklar.
8 Nisan 2009′da, İrtica Eylem Planı diye, fotokopi bir belge sundular mahkemeye biliyorsunuz. Türkiye’nin gündemine oturdu. Ben “Kâğıt parçası” diyorum, aman Allahım, kıyametler kopuyor. Fotokopi çünkü, kâğıt parçası değil mi? İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “Bu belge kim tarafından hazırlandı” diye soruyor, yetkisizlik kararı alıyor, Ankara Başsavcılığı’na yazı yazıyor. Bakırköy Başsavcılığı “Belgeyi kim basına sızdırdı” diye soruşturma açıyor.
İhbar mektupları ortaya çıkıyor. Mektubu yazan bir subay… Zekeriya Öz (Savcı) belgeyi Adli Tıp’a veriyor. 3.5 ay sonra rapor geliyor. “Islak imza” diyor. Islak imza madem, kâğıdın üzerinde 14 kişinin parmak izi var, bir tek ıslak imzanın sahibi Dursun Çiçek’in parmak izi yok. O kadar ısrar edildi ama o 14 kişinin kimler olduğu araştırılmadı.
ASIL AMAÇ TSK’YI TASFİYE ETMEKTİ
Asıl niyetleri, Erzincan’da startı verilen, Kayseri’yle birleştirilen bu planı çok geniş bir alana yayarak, TSK’nın bütün birimlerinde komple bir tasfiye yapmaktı. Bunu iki nedenden yapamadılar. Biri dosyayı Yargıtay’ın devralması, diğeri de Saldıray Berk’in ifade vermeye gitmemesidir. Geç kaldıkları için geri adım atmak zorunda kaldılar.
Bundan bir şey çıkaramayınca bu sefer, internet andıcı diye bir şey çıkardılar. ‘irtica.org’ sitesini kapatan benim. 4 aydır güncelleme yapılmamış. O siteden, AK Parti’nin kapatılma davasına belge sağlandığı iddiası var. Halbuki o davaya bu siteden sadece bir tane haber girmiş. Yurtdışındayım… Kara Kuvvetleri Komutanım Işık Koşaner beni arıyor. İrtica ile Mücadele Mücadele Yasası kapsamında soruşturma açılması konusunu bana haber veriyor. Ahlaksız herifler… Bu görüşmemizi, terör örgütü faaliyeti olarak lanse ediyorlar.
Neymiş, müzedeki denizaltı gemisine bomba yerleştirilmiş. Patlatılacakmış, çocuklar öldürülecekmiş. Hangi subay, kim böyle vahşice bir şey yapabilir ki?..
‘DIŞARIDA’ TEKRAR GÖRÜŞMEK ÜZEREHükümeti devirmeye tam teşebbüs suçundan müebbet hapisle cezalandırılan emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 26 aydır Silivri Cezaevi’nde yatıyor. İlker Başbuğ’u, Adalet Bakanlığı’nın izniyle ziyaret ettik. SABAH Başyazarı Mehmet Barlas’la birlikte, dün sabah saat 10.00′da cezaevine gittik. Görevli infaz memurları, ısrarla üzerimizdeki metal eşyaları bırakmamızı, aksi halde son arama noktasında üzerimizden metal eşya çıkarsa suç unsuru kabul edileceğini söyledi. Dijital göz tarama noktasından geçtikten sonra, İlker Başbuğ’un cezasını çektiği 5 No’lu L Tipi İnfaz Kurumu koğuşlarının bulunduğu bölümde, son kontrol noktasından da sorunsuz geçtik.
Başbuğ, lokal gibi geniş bir salonda gerçekleşen görüşmemize gecikmesiz olarak geldi. Biraz kilo verdiği ancak kafasının son derece dingin olduğu belli olan Başbuğ’un, sorularımızı, akademik bir üslupla, sözlerini tane tane seçerek cevaplaması dikkat çekiciydi. Bugüne kadar, Başbuğ’un cezaevinde çekilen hiçbir fotoğrafı yayımlanmamış. Hatta cezaevinde yazdığı kitap için yayıncının talep ettiği fotoğrafı bile vermemiş. Biz de Başbuğ’un fotoğraf çektirmeme konusundaki hassasiyetine saygı gösterdik.
Açık görüşler en fazla bir saat sürüyor. Ancak infaz koruma memurlarının hoşgörüsüyle, görüşmemiz yaklaşık iki saat sürdü. Ayrılırken de kendisine, “En kısa sürede dışarıda tekrar görüşmek üzere” dileklerimizi ilettik.
“ARINÇ’A SUİKASTLA SUÇLANACAKTIM” Kozmik Oda’ya girmelerine izin vermek, hayatımda verdiğim en doğru karardır. 19 Aralık 2009′da bir ihbar geliyor. İhbar Amerika’dan, Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nin özel telefon numarasına yapılıyor. İhbarı yapan, 06 BE 9712 ve 06 LJY 48 plakalı araçların içindeki kişilerin Arınç’a suikast düzenleyebileceğini belirtiyor. Kozmik Oda’da, Bülent Arınç’a suikast delilleri arayacaklar. Başbakan’la görüştüm, “Bırakın arasınlar” dedi. 31 Aralık günü arama yapıldı. Kozmik Oda’da çok önemli şeyler çıktığını da sanmayın.
Kozmik Oda’ya giriş izni vermeseydim, beni Arınç’a suikast azmettiricisi bile yapabilirlerdi. Türk Silahlı Kuvvetleri töhmet altında kalacaktı.
Hurşit Tolon Malatya’ya konferans için gittiği gün, orada Zirve Yayınevi’nde vahşice cinayetler işleniyor. Burada da bir gizli tanık var. Silahlı Kuvvetler’den atılmış, ahlaksız bir uzman çavuş. Onun suçlamaları… Bunlar ne kadar ağır iftiralar. Bizi buraya, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne nefret ve intikam duyguları içinde olanlar getirdi.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu’ndan geldiler, onlara da söyledim. 7 Şubat 2012 (MİT’e baskın) ve 17 Aralık 2013… Bu konuda iki önemli kırılma noktası var. Bu iki olay olmasaydı, bu konu buralara kadar gelmezdi (Paralel yapı bu kadar deşifre olmazdı demek istiyor). (SABAH)
Gülen örgütüne karşı 4 önemli adım

Gülen örgütüne karşı 4 önemli adımMart 06, 2014

Kamudaki paralel yapının temizlenmesi için hazırlanan plana göre polis okulları kapatılacak, kurumlardaki bilgi işlem şubeleri boşaltılacak. KPSS sonuçları da mercek altına alınacak.
Paralel yapının devletteki yapılanması ile ilgili fotoğrafı çeken hükümet, bu yapıyla mücadele için hazırladığı planı da devreye sokacak. Önümüzdeki dönemde polis okullarının kapatılması, tüm bilgi işlem merkezlerindeki personelin değiştirilmesi de dâhil 4 önemli adım atılacak. Gerekli önlemlerin alınması için çalışmalar başlatılırken hükümetin öncelikli olarak atmaya hazırlandığı adımlar şöyle:
POLİS OKULLARI KAPATILACAK: Hükümet, polis okullarındaki eğitim-öğretim kadrosunun önemli bölümü bu yapıya yakın olduğu için sistemde köklü bir değişiklik yapılması üzerinde duruyor. Mevcut yapıda polis kolejleri ve polis meslek yüksek okulları bulunuyor. Yapılan çalışma kapsamında, polis yetiştiren okulların kapatılarak yeni bir yapılanmaya gidilmesi planlanıyor.
BİLGİ İŞLEM BOŞALTILACAK: Bakanlıklar, kamu kurumlarının bilgi işlem ile personel müdürlükleri baştan sona yenilenecek. Buralarda çalışan kişiler genel müdürden memura kadar değiştirilecek.
SINAVLAR DİDİK DİDİK: Kamuya giriş sınavları (KPSS) geriye dönük tek tek incelenecek. Kopya çekilen sınavlar iptal edilecek. İptal kararı ile birlikte bu sınavlar ile göreve başlayanların memuriyetleri de sona erecek.
DEVLETTEN UZAKLAŞTIRILACAKLAR: Önümüzdeki günlerde devlet içindeki yapılar ile ilgili arka arkaya davalar gelecek. Emniyet’ten Milli Eğitime Bakanlığı’na kadar paralel yapı ile birlikte hareket edip suç işleyenler bu davalar sonrasında ortaya çıkacak. Davalar sonucunda çok sayıda kişinin devlet ile ilişkisi kesilecek.
Her birimi istihbarata dönüştürmüşlerEmniyeteki yer değiştirmeler sonrası ortaya çıkan manzara İçişleri Bakanlığı’nı bile şaşırttı. Ortam dinlemeyle yetinmeyen paralel yapının, cep telefonlarını dinlemek için her biri 500 bin TL değerinde 4 adet “İMEİ Captura” cihazı aldığı ortaya çıktı. Diğer yandan paralel yapının emniyet içindeki her biriminin de ayrı bir istihbarat birimi gibi çalıştığı anlaşıldı. Yalnızca istihbaratta olması gereken, anahtar kopyalama, kilit makinesi ve maymuncukların TEM’de de çıkmasının ardından kullanılan aletlerle çok sayıda eve de girilmiş olabileceği tahmin ediliyor. Bulunan cihazlarla ilgili müfettiş raporu tutulurken, TEM ve KOM Daire Başkanlıkları ile Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri’nin ilgili dairelerinde bu cihazların çıkmasının ardından geniş çaplı soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında cihazların hangi yollardan elde edildiği ve bunların nasıl gizlendiği araştırılacak. Cihazlardan sorumlu amir ve memurlara büyük cezalar kesileceği ve görevden almalar olabileceği öğrenildi. (SABAH)
Tayyip Erdoğan’ın ses kayıtlarını alıp,Tayyip Erdoğan’ın sesiyle okumasını sağlayabilirler.
“Paralel Nazlı Teyze”nin tuzağı ayağına fena dolandı!
“Paralel Nazlı Teyze”nin tuzağı ayağına fena dolandı!Mart 05, 2014
     
MEDYAGUNDEM.COM- Hayatının artık yaşlılık evresinde paralel örgüte çalışan Nazlı Ilıcak, kendini paralarcasına Başbakan Erdoğan’ın montajlı ses kasetleri için “hayırrrrrr, montaj yokkkk” diye yırtınırken, bir kez daha tuzakları ayaklarına dolandı.
Nazlı Ilıcak’ın 3 yıl evvel Sabah gazetesindeki bir yazısı sosyal medyaya damga vurdu.
Ses kaseti montajını ısrarla kabul etmeyen Ilıcak 28 Ağustos 2011 tarihli Sabah’ta Türkiye’ye büyük bir “ses montajcısı”nı tanıtmış, yaptığı işe örnek olarak da Başbakan Erdoğan adını vermişti.
O “ses montajcısı” da ne ilginçtir ki paralel örgütün medyadaki destekçilerinden CNN Türk’ten Cüneyt Özdemir’in eşiydi.

Bakın şu olay cümlelere:
“Zeynep’in, Cambridge’de, teknolojiyi birlikte geliştirdiği bir grubu vardı. Ses sentezleme sistemlerini bir çok alanda uyguladılar. Ne yapabileceklerine bir örnek vermek gerekirse: Sözgelimi, Tayyip Erdoğan’ın ses kayıtlarını alıp, iyice temizleyebilirler. Toplanan bu verilerden hareketle, onun gırtlak ve ağız modelini makinede yaratıp, yazılan herhangi bir metni, makinenin Tayyip Erdoğan’ın sesiyle okumasını sağlayabilirler. Kelimeleri bir araya getirip, yeni söylemler oluşturmuyorlar; modeli istedikleri gibi konuşturabiliyorlar. Ayrıca, sözleri, öfkeli ya da duygusal bir havada aktarabiliyorlar.”

Ses montajlama teknolojisinin hangi boyuta geldiğini gösteren bu yazısından sonra Nazlı Ilıcak’ın “montaj yok” diye kendini paralamasına kim inanır sizce?

İşte o yazısı:
nazli
İŞTE O YAZISI
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ilicak/2011/08/28/bir-basari-oykusu
Paralel yapının başı darbeci Sisi’yi arayıp tebrik etti mi?
Paralel yapının başı darbeci Sisi’yi arayıp tebrik etti mi?   Mart 06, 2014    
MEDYAGUNDEM.COM- Merak bu ya, acaba Mısır’da seçilmiş yönetimi ve başkanını deviren kanlı ve kirli darbecilere ve başı Sisi’ye “Paralel Yapı” destek oldu mu?
Yine insan meraklanıyor :
Acaba, “Paralel Yapı”nın başı, Sisi’yi telefonla arayıp darbesinden dolayı onu tebrik etti mi?
“Paralel Yapı”, Sisi’nin bu kanlı-kirli darbesine parasal destek verip himmette bulundu mu?
Sadece merak, yanlış anlaşılmasın.
Şimdi böyle bir merakımız için emin olun “paralel yapının başı” hemen MEDYAGÜNDEM’e “dava açın” talimatı vermiştir bile…

İsrail aleyhine dava: Faaliyetleri yasaklansın

06 Mart 2014
Mısır'da bir avukat, İsrail'in terörist ülkeler listesine alınmasını istedi.


Mısır'da, avukat Hamid Sıddık, İsrail'in, ülkedeki büyükelçiliğinin kapatılması, tüm faaliyetlerinin acilen yasaklanması, var olan merkezlerinin kapatılması ve terörist ülke listesine alınması için "Acil İşler Mahkemesi'nde" dava açtı.

Sıddık, dava dilekçesinde, "Mısır'ın güvenliğini, ülkenin ve halkın birliğini tehdit eden tek şey İsrail'in Mısır topraklarındaki faaliyetleridir. Gerçek teröristler, İsrail'e karşı savaşan ve yaşananlara rağmen kendisini tanımayı reddeden Mısırlıları ve Arapları öldüren İsraillilerdir. Bu da, devletin bütünlüğünü korumak için İsrail devletini terörist devlet olarak tasnif edilmesini zorunlu kılıyor" ifadelerine yer verdi.

Avukat Sıddık, davanın gerekçesinin, "Etiyopya'nın inşa ettiği Nahda barajı ve Sina Yarımadası'nda yaşanan şiddet olayları gibi ülkedeki olumsuzlukların siyonist İsrail'den kaynaklanması olduğunu" ileri sürdü.

Davacı Sıddık, İsrail'e ajanlık yapmakla suçlananların casusluk davalarının herkes tarafından bilindiğini ve bu olayların Mısır'ı tehdit ettiğini bildirdi.

Mısır Yüksek Devlet Güvenlik Savcılığı 2 Şubat'ta, 3'ü Mısırlı, 4'ü istihbarat teşkilatında subay 6 İsrailli olmak üzere 9 kişiden oluşan bir şebekeyi, ülke çıkarlarına aykırı yabancı bir ülke adına casusluk yapmak suçlamasıyla mahkemeye sevk ettiğini duyurmuştu.

Dava başvurusunun mahkeme tarafından kabul edildiğini belirten Sıddık, duruşmanın 25 Mart'ta yapılmasına karar verildiğini ifade etti.

Sıddık, İsrail'in Mısır'daki faaliyetlerinin yasaklanması halinde kararın uygulanmasından Mısır Başbakanı ve Ticaret, Yatırım, Turizm ve Tarım bakanlarının sorumlu olacağını savundu.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/06/israil-aleyhine-dava-faaliyetleri-yasaklansin.html#.UxjDcVo5nDc

Selvi, Gülen'in Tansu Çiller'e ne yaptığını yazdı

06 Mart 2014
Yenişafak Gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi bugünkü yazısında Fethullah Gülen'in Çiller'e Gazi olaylarının istihbaratını verdiğini yazdı...

Bugün gazetesi yazarı Tarık Toros'un Fethullah Gülen'in istihbarat aldığını söylemesi dikkkatlerden kaçmamış ve eleştirilmişti. Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, Gülen'in 1995 yılında Gazi olaylarının 1,5 ay öncesinde Çiller'e istihbarat verdiğini söyledi ve Gülen'in kendi sözlerini aktardı.

GÜLEN SUSTURULDU
Ünlü bedduadan sonra Fethullah Hoca sustu ya da susturuldu. Bir üst akıl konuşmasının sürece zarar verdiğini düşünmüş olmalı ki, Hocaefendi sürece ilişkin sesli ya da görüntülü açıklama yapmıyor.

Oysaki bedduayı biz ondan öğrenmiştik. Alufteyi de bu vesile ile öğrendik.

Gülen konuşmalı ki, cemaatin geldiği noktanın, altın nesiller yetiştireceğim diye çıktığı yolda kasetlerle, şantajlarla, istihbarat örgütleriyle anılan bir cemaat olmaktan dolayı memnun olup olmadığını öğrenme imkanımız olsun.

GÜLEN BAŞKA OLAYLAR İÇİN DE İSTİHBARAT ALDI
Tarık Toros'a haksızlık etmeyelim. Çünkü bu önceden haber alma durumu ne ilk ve belli ki ne de son olacak gibi gözüküyor. Biraz geriye gidince Fethullah Gülen'in başka olaylar hakkında da devletten önce haberinin olduğunu öğreniyoruz. Bizzat Fethullah Hoca söylüyor bunları.

1995 yılında Gazi olaylarından hemen sonra Fethullah Gülen bir grup Alevi yurttaşla sohbet ediyor. Gülen'in, cemaat tarafından kaydedilen ve 'Ehlibeyt' ismi verilen kasette anlattıkları ilginç.

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller'e verdiği rapordan söz ediyor Fethullah Hoca. Ama ne zaman? Gazi olaylarından tam 1,5 ay önce.

Bu sözler Gülen'e ait.
'Hatta burada yine bir kısım istihbari raporlara dayanarak mezun muyum değil miyim bu hususun kapağını açacağım. Burada bir ukalalığımı da müsaade ederseniz. E bunca bu işte saçlarını ağartmış adamların ukalalığı olabilir. Ben iyi insan değilim. Gaziosmanpaşa hadiseleri olmadan evvel Türkiye'nin her yerinde böyle patlama olacağını 1,5 ay evvel ben devletin başındaki en yakınına verdim. Dedim ki; Türkiye'de bir şey planlanıyor. Raporu okuyun. Bir dostum verdi. Aleviliği oyuna getirmek istiyorlar. Türkiye'de bir kısım Alevi ocak ve bucaklarını kundaklayacaklar. Ve Avrupa'da bu iş için çıkardıkları mecmualar var. 1,5 ay evvel raporu verdim. 20-30 sayfalık rapor. Alevilerden bazı yerleri vuracaklar. Ve Sünniler bizi vurdu diye Alevileri ayaklandıracaklar. Verdim ve bekledim ki devletin başındaki insanlar bu mevzuda bir çare ararlar. Fitneyi vaktinde önlerler. Sonra hata ettiğimi anladım. Mesela bu medyaya verilebilirdi.'

Gazi olaylarından önce devlete gitmeyen istihbarat Fethullah Gülen'e nasıl gider? Başbakan'a sunulmayan rapor Gülen'e nasıl sunulur? Belki o gün bu sorular anlamlıydı. Ancak bugün yaşananlara bakınca size tuhaf geliyor mu?

Başbakanlığı döneminde Tansu Çiller'i takip eden muhabirlerden biriydim. Gazi olaylarıyla ilgili rapor resmi kanallardan kendisine sunulunca Tansu Çiller'in elinin tersiyle itip, 'Bunu bana Fethullah Hoca çok önceden sunmuştu' dediği kulağımıza gelmişti. Cemaatin yeni sözcüsü Mümtazer Türköne, o gün Çiller'e Abdullah Çatlı dersleri verip, 'Kurşun atan da yiyen de kahramandır' nakaratları ezberlettiği için daha iyi bilir. Aydınlatırsa seviniriz.

Fethullah Hoca, Alevi vatandaşlarımızla sohbetinde bir soru üzerine dönemin Başbakanı Tansu Çiller'e, ayrıca bir de 'mafya raporu' sunduğunu anlatıyor.

'Başbakan ile görüşme dün oldu. Aksine orada konuşmalar madem başbakandan konu açıldı. Konuşmalar esnasında benim ister yeraltı dünyası ile alakalı benim endişelerim mafya ile ilgili endişelerim ve bütün bu kötü oluşumların başbakana fatura edildiğini ifade ettim kendilerine. Millete devlet var dedirtmek lazım. Bunlar böyle cereyan ederse millet devlet yok der başka arayışlara girer. Bunu daha evvel de söylemişimdir. Dediğimde o da hocam biraz itidalli davranmak lazım dedi. Bu itidalli davranmak sözünü bana biraz vasiyet gibi tavsiye olduğundan olacak ya ......'

http://www.timeturk.com/tr/2014/03/06/selvi-gulen-ciller-e-de-bunu-yapmis.html#.UxjCxFo5nDc

Mahkemeler Doğan'ın iki dudağı arasında

06 Mart 2014
Aydın Doğan'ın kâğıt kaçakçılığı davası, SPK'nın raporları ve yargının en üst makamı olan Yargıtay'ın 'beraatı bozan' kararına rağmen yerel mahkemeler bir türlü aşılamıyor

Ajansların haberine göre; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında geçtiği ileri sürülen konuşmanın ardından 'adalet havarisi' kesilen Aydın Doğan'ın yargı makamının en üst mercii olan Yargıtay'ın 'suçludur' kararlarını yerel mahkeme taktiğiyle nasıl bertaraf ettiği merak ediliyor. Vergi cennetlerinde paravan şirketler kurarak pahalı kâğıt ithalatı yapan, aradaki parayı cebine atarak, borsadaki küçük yatırımcıları zarara uğratan Aydın Doğan'ın davası yargıda 5 yıldır sürüyor. Adeta yılan hikâyesine dönen dava süreci 2009'da başladı. SPK'nın yaptığı suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Savcısı Sadi Yoldaş, Aydın Doğan, İmre Barmanbek, Hanzade Vasfiye Doğan ve Ali Rıza Temuroğlu'nun 2 yıl 8 aydan, 8 yıl 9 aya kadar hapisle cezalandırılmaları istemiyle iddianame hazırladı. SPK, 2008'de Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurdu. Mahkeme yetkisizlik gerekçesiyle dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Dosyanın gönderildiği İstanbul 15. Asliye Ceza Mahkemesi'nin hâkimi Sabri İge 'eksik soruşturma' nedeniyle iddianamenin reddine karar vererek dosyayı savcılığa iade etti. SPK'nın itirazı üst mahkemede kabul edilince mecburen dosyayı esasa kaydettirdi. Ama bu kez de davanın durdurulması kararı verip, davadan çekildi. İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi davanın devamına ve hâkimin çekilme kararının yerinde olmadığına kadar verdi. 19 Nisan 2010'da yargılama yeniden başladı. 6 Temmuz 2011 tarihinde duruşma karara bağlandı. İstanbul 15. Asliye Ceza Mahkemesi kapatılarak 7. Asliye Ceza Mahkemesi ile birleştirildi. Hâkim yine Sabri İge oldu. İge tüm sanıkları beraat ettirdi.

YARGITAY 'SUÇLU' DİYORSPK ise işin peşini bırakmadı ve beraata itiraz edince Yargıtay süreci başladı. Yargıtay beraat kararını oybirliği ile bozdu. 2012/8459 Karar No'lu Yargıtay İlamı'nda sanıkların eyleminin suç kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin altı çizildi. Kararda şöyle denildi: "Örtülü işlem kanunda açıkça tanımlanmamış ancak emsallerine göre bariz şekilde farklı fiyat, ücret ve bedel uygulamak gibi örtülü işlemler ifadesi kullanılarak örtülü işlemlere örnek verilmiştir. Şirketlerle yapılan işlemlerde sadece emsallerinden bariz şekilde farklı fiyat uygulamasını değil, normal şartlarda yapılmayacak olan bir işlemin sırf aradaki ilişkinin/bağlantının varlığından ötürü yapılması halinde de bu madde kapsamında suç olarak değerlendirilmesi gerekecektir." Doğan'ın söz konusu kaçakçılık davası halen İstanbul 7 ve 8'inci Asliye Mahkemesi'nde görülüyor.

NASIL ZARARA UĞRATTI?Berat kararının bozulduğu dava dosyası SPK'nın hazırladığı rapora dayanıyor. SPK Denetleme Dairesi'nin 7 yıl süren araştırma sonucunda hazırladığı rapor, Doğan Grubu'nun yurtdışında paravan şirketler üzerinden kâğıt ithalatı yaparak Hürriyet ve Milliyet'in (Doğan Yayıncılık) küçük ortaklarını nasıl zarara uğrattığını gösteriyor. SPK'nın tespitlerine göre, Doğan Grubu, 2008 itibarıyla yüzde 39,79'u halka açık olan Hürriyet ile 2007 yılı sonu itibarıyla yüzde 41.39'u halka arz edilmiş olan Milliyet'i, SPK ve TCK kapsamında suç teşkil eden kâğıt ithalatı yöntemleriyle faiz hariç 36.5 milyon lira zarara uğrattı. 10 yıl boyunca herhangi bir personeli ve müştemilatı olmaksızın sadece tabela şirketi olarak faaliyet göstererek kâğıt ithalatı yapan firmalar şunlar: Falcon Purchasing Services, Falcon Enterprises, Falcon Enterprises Holding, Eurozone Trading, Sortal Trading Company, Shawcliff Trading, Clarity S.A., Fairworld International, Born Investment, Born Investment Holding.

http://www.timeturk.com/tr/2014/03/06/mahkemeler-dogan-in-iki-dudagi-arasinda.html#.UxjCPFo5nDc

Cemaat Kızlarından Cemaat Ablaları Bombası

Cemaat kızları, 'ablalarla' ilgili çok şaşırtan bir adrese konuştular. Etkin Kürt sitelerinden birinde 2 genç kızla yapılan röportaj yayınlandı.
Cemaat Kızlarından Cemaat Ablaları Bombası
06 Mart 2014
Başbakan Erdoğan'ın miting meydanlarında diline doladığı 'Cemaat ablaları'yla ilgili genç kız çok şaşırtan bir adreste bomba ifşaatlarda bulundular.
Kürt camiasının etkin sitelerinden kurdistan24 sitesinden Baki Gül'e konuşan ve cemaat evlerinde kalan 2 genç kız, kimlikleri gizli kalmak kaydıyla açıklamalar yaptı.
Röportajı yapan Baki Gül'ün verdiği bilgiye göre bu iki 'Cemaat kızı' Gülencilerle tanışıp evlerinde kalmış. Halen Avrupa’da master ve doktora yapıyorlar ve onların sağladığı evlerde yaşamışlar. Ancak şimdi o evlerden ayrılmak istiyorlar.
İşte o kızların ablalar hakkında anlattıkları;
GECEYARISI ZORUNLU BEDDUA MESAİSİ
-AKP ile kavgaları başladığından bu yana çok gerginler. Bazı işadamları cemaate yaptığı bağışları kesti. Çoğu öğrenci evlerden ayrıldı. Fethullah Gülen’in beddua eden konuşmasını herkese özellikle izlettiler. Acayip şeyler oluyordu. Gece yarısı bazen ablalar bizi kaldırıp Tayyip Erdoğan’a beddua ettiriyorlar. Fethullah Gülen’in CD’lerini izletip “Hocaefendiyi bu hale getirdiler, onu çok kızdırdılar” diyorlar. Hepsi çok gergin. AKP kaybedecek diyorlar.

-"Artık dayanılacak gibi değil. Her şeyimize müdahale ediyorlar. Ve bu zorunlu bir eğitim gibi. Avrupa’nın pek çok yerinde Fethullahçıların evleri var. Bizimle cinsiyetimiz nedeniyle ‘ablalar’ ilgileniyor. ‘Ablalar’, ağabey örgütlerinin kadın yapısı. Bizim hangi evde, kimlerle kalacağımızı da onlar belirliyor. Eğer bir abla ya da cemaatten resmi sorumlu biri evde yoksa bizi başka evlere gönderiyorlar. Evde yalnız kalmamızı istemiyorlar.
Ayrıca bir evde diyelim üç oda var. Her odada iki kişi kalıyor. Toplam 5 ya da 6 kişiyiz. Ama her birimiz her gün Zaman gazetesi almak zorundayız. Yani bir eve 6 gazete giriyor. Ayrıca Sızıntı dergisine abone olmamızı istiyorlar. O da yetmiyor Fethullah Gülen’in konuşmalarını içeren CD’leri dağıtmamızı istiyorlar.
BÖLGE TEMSİLCİSİ ABLALAR VAR
Her evden sorumlu bir abla var. Bazıları bizim gibi öğrenci. Ama okula gittikleri yok. Kendilerini cemaate adamışlar. Her ablanın bağlı olduğu bir ‘üst abla örgütlenmesi’ var. Onların üzerinde ise ‘bölge temsilcisi ablalar’ var. Düzenli olarak bir araya geliyorlar. Mesela her Cuma günü kesin bir araya gelir Fethullah Gülen’in ya konuşmalarını ya da ondan gelen yazıları okurlar. Ağabeyler örgütlenmesi de bunun benzeri. Biz öğrenci olduğumuz için öğrenci evlerini ve buradaki örgütlenmelerini yakından biliyoruz. Her alanda sıkı örgütlendiklerini söyleyebiliriz.
KAST SİSTEMİNE GÖRE EVLİLİK
-Evlileklere Ablalar ve ağabeyler aracı oluyor. Herkesin kendi dengi olacak bir ilişki öneriyorlar. Örneğin biri doktorsa ona doktor eş, ya da öğretmense öğretmen eş. Tıpkı kast örgütlenmesi gibi. Birini evlendirmek istiyorlarsa, onu eş adaylarıyla tanıştırıyorlar, onu beğenmezse bir başka aday. Kabul ettirene kadar ‘sabırla’ uğraşıyorlar.
MOBİLYALAR İSTİKBAL’DEN VE AYNI RENK
-Öğrenci evlerin bütün mobilyaları aynıdır. Ya kırmızı ya da krem rengi. Ve hepsi İstikbal Mobilya’dan. “Allah rızası” için gönderiyorlarmış, ablalar öyle diyor!. Bütün evlerin düzeni aynı. Cemaate yakın şirketler aracılığıyla evlere kuru kumanya vb. temel gıdalar da getirtiliyor. Ayrıca aileleri zengin olanlarla da “özel” ilgileniyorlar. Çünkü durumu iyi olanlar Türkiye’de ya da Avrupa’da cemaate yüklü bağışlar yapıyor. Ve birçok öğrenciden “kira yardımı” adı altında paralar alınıyor. Ancak toplanan paralar kira parasından fazla. Fazla paraları da cemaate aktarıyorlar, ‘hizmet için’ diyorlar.
GÜLEN KİTABINDAN SINAV YAPILIYOR
Bir-iki yıl önceydi sanırım: ‘Zaman gazetesinin tirajı bir milyonu aşarsa Hocaefendi Türkiye’ye dönecek’ diyorlardı. Bu yüzden herkesin Zaman gazetesi için abone bulmasını istiyorlardı. Yine yakın zamanlarda Fethullah Gülen’in “Sonsuz Nur” isimli kitabını okumamız için bize baskı uygulandı. 2014 Nisan ayında herkesin bu kitaptan sınav yapılacağını söylediler. Şaşırdık. “Zaten üniversitede yeterince sınavımız var. Bu da nereden çıktı?” dedik. Karşılığında “Bu ilahi bir sınav” diye yanıt verdiler. Ben de “Ahirette zaten ilahi sınav olacağız, buna gerek yok” dedim. Abla bana çok kızdı.
EVLERDE KURALA UYMAYANA FİŞLEME
-Ev kuralına bir kez uyulmazsa, ‘evin ablası’ çekip konuşur, uyarır. İkinci kez tekrar ederse de bir üst sorumlu ablaya bildirilir. Üçüncü kez ise bölge sorumlusu abla ve diğer üst düzey yöneticiler devreye girer. Hep insanın en zayıf noktasını arıyorlar, onun üstüne gidiyorlar. Hemen hepsi aynı tonda konuşur. Hep ağlamaklı, boynu bükük dururlar. Hepsinin ortak özelliği bu. Ağabeyler de, ablalar da öyle. Hemen herkesin hakkında çok fazla şey biliyorlar. Ailesi, yakınları, kişisel yaşamı.
SINAVI KAZANANLARI ÖNCEDEN ÖĞRENİYORLAR
-Türkiye’de üniversiteyi kazandığımda beni aradılar. Bana yurt ve kalacak yer sorunu olursa yardımcı olacaklarını söylediler. Ben üniversiteyi kazandığım için şaşkındım. Arayan bir kadındı. Sevincimden pek dikkatimi etmedim. Teşekkür ettim. Sonra üniversiteyi kazandığım kente gittiğimde beni buldular. Evden ilk kez ayrılmıştım, ailem muhafazakardı ve kadındım. O yüzden kabul ettim. Sonra anlatımlarından öğrendim ki o yıl üniversiteyi kim kazanmışsa Türkiye’de Fethullahçılar önceden bu bilgileri topluyor. Kimin solcu, Alevi, Kemalist, Kürt ya da İslam’a yakın olduğunu araştırıp öğreniyorlar ve ona göre yaklaşıyorlar. Ellerinde bazı listeler var. İnsanları kendilerine göre sınıflandırmışlar. Hani fişleme falan deniyor, öyle işte. Avrupa’ya gelen öğrencileri de öyle takip
ediyorlar.
http://www.habervaktim.com/haber/363365/cemaat-kizlarindan-cemaat-ablalari-bombasi.html
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Zaman’ın yalan eki ve Alevileri kışkırtma çabaları!

06 Mart 2014





Önce “başlıktaki cümle”ye izah getireyim... Tutmadı!.. “Kaset” işi tutmadı... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “oğlu” veya “bakan”larıyla yaptığı görüşmeler, toplumda “bekledikleri karşılığı” bulmadı... Dahasını da söyleyeyim; bundan sonra, değil “tape”leri, “teyp”in kendisini ya da bırakın “kaset”leri, “kaset fabrikası”nı da görseler, bir işe yaramaz!..
Niye yaramaz?..
Çünkü “yalan” söylüyorlar!..
Hani, “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” derler ya, bunlar, yalanlarına “kılıf” bile bulamıyorlar...
 
İŞTE MONTAJIN BELGESİ
Bakın; Zaman gazetesi, dün 4 sayfalık bir “ilâve” yayınlamış... Akılları sıra, “yalan”ların “gerçek”lerini yazacaklar... Akit’in, 26 Şubat tarihli “İşte montajın belgesi” manşetini yalanlamaya “kalkışmışlar!”
 
Biz demişiz ki;
“Örgütün hazırladığı düzmece kayıtlarda, Başbakan Erdoğan’ın 17 Aralık 2013 tarihinde saat 15.39’da Ankara’dan oğlu Bilal Erdoğan’ı aradığı iddia ediliyor. Ancak, Recep Tayyip Erdoğan’ın belirtilen saatte Konya’da olduğu, Şeb-i Aruz törenlerinde halka seslendiği ortaya çıktı. Üstelik, paralel yapılanmanın sözcüsü olduğu iddia edilen Bugün Televizyonu; 17 Aralık saat 15.15’te Erdoğan’ın konuşmalarını Konya’dan canlı yayınlamış.”
Bunu demekle kalmamış, Cemaat’in kanalı Bugün Televizyonu’nun “17 Aralık saat 15.15’teki görüntüsü”nü de “fotoğraf” olarak yayınlamışız.
Yani belgeli ve ispatlı!..
 
Dikkat edin;
“17 Aralık, saat 15.15.”
Bugün’ün ekranında şu yazı var:
“Başbakan Konya’da... Başbakan Erdoğan soruları cevaplıyor.”
Akit, bunu belgesiyle ortaya koyarken, “Akit’i yalanlamaya kalkışan” Zaman’ın “ilaveci”si dün demiş ki;
“Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdulkadir Selvi telefon konuşması saatinde Başbakan’ın canlı yayında olduğunu, hem canlı yayın hem telefon konuşması yapamayacağını ileri sürdü... (...) Yeni Akit ise Bugün TV’den 15.15 olarak canlı yayın saatini verdi. Ancak zaten görüşme 15.39’da gerçekleşiyor.”
Bu satırları yazan kişi; ya “kıt akıllı” olmalıdır, ya da “görme özürlü!”
Neymiş; “Nazlı Ilıcak, görüşmenin 18 Aralık’ta olduğunu” söylemiş!..
Dolayısıyla “yalan”ları çürütmüş!..
Geçenlerde de söyledim;
Nazlı Ilıcak, o “botoks”ları yüzüne değil de, “gözüne ve beynine” yaptırmalıydı!.. Çünkü, asıl “sarkan”lar beyni ve gözü!..
Nazlı Ilıcak, o kadar “görme ve düşünme özürlü” olmalı ki; “görüşmenin 17 Aralık’ta değil, 18 Aralık’ta olduğunu” iddia ediyor!..
Oysa, “The Cemaat”in servis ettiği “telefon tapeleri”ne baksaydı, görürdü ki; tapelerde “17 Aralık, saat 15.39 Ankara” yazıyor!..
Şu hâle bakın;
“Başbakan’ı dinleyen” telekulakçılar iddia ediyor ki; “Görüşme 17 Aralık’ta, saat 15.39’da Ankara’da gerçekleşti!”
Nazlı Ilıcak da diyor ki;
“17 değil, 18 Aralık’ta!”
İnsan merak ediyor;
“Dinleme aygıtı”nın başında Nazlı Ilıcak mı vardı ki, bu kadar “kesin” konuşuyor, şu hâle bakın; “telekulak ekibi”ni bile yalanlıyor?!?..
Zaman da, “Nazlı Ilıcak’ın yalanı”“delil” kabul edip; “Bu yalanla nereye kadar?” diye soruyor!..
Allah’tan korkun be adamlar;
“Dinleyen”ler, Paralel Yapı’nın adamları!.. “Dinleme saati”ni, “17 Aralık, saat 15.39 Ankara” diye yazan yine sizin adamlarınız!.. Peki, onlar “17 Aralık” derken, Nazlı Ilıcak “18 Aralık” dese ne olur, demese ne olur?..
Ve siz, Zamane gazetecileri; “Görüşme saat 15.39’da” derken, “Konya’da” ifadesini niye örtbas ettiniz?..
Bu kadar kıvırmayın!..
Çünkü, “yalan”larla hiçbir yere gidemezsiniz... İstediğiniz kadar kıvırın, istediğiniz kadar kıvranın, “gerçek”leri örtemezsiniz!..
O 4 sayfa,
“Zaman’ın yalan eki” olarak hafızalara kazınacak ve hep hatırlanacaktır!..
 
BAKAN BEY’LE GÖRÜŞME!
Gelelim, bir başka “kaset”e...
Malûm; televizyonlarda “haber saati” olduğu gibi, Paralel Yapı’nın da bir “kaset saati” var... Hemen her akşam belirli bir saatte “kaset servisi” yapıyorlar...
Son yayınlanan kasette, Başbakan Tayyip Erdoğan ile eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında geçen  konuşma yayınlandı...

Erdoğan, Aydın Doğan’ın “Kâğıt Üçkâğıdı Dâvâsı”nın ne durumda olduğunu soruyor Adalet Bakanı’na... Zira, “yerel mahkemelere etki edilmesi”nden kuşkulanıyor... Öyle ya; SPK, “Aydın Doğan aleyhinde” görüş bildirmiş... Buna rağmen, 7. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Abuzer Kara, Aydın Doğan’ın “beraatine” karar vermiş!..
Dosya Yargıtay’a gitmiş.
Yargıtay 7. Ceza Dairesi, Hakim Abuzer Kara’nın verdiği “beraat” kararını bozarak; “Burada suç var, sen nasıl beraat verirsin?” demiş ve “davaya yeniden bakması” için dosyayı geri göndermiş!..
Şu işe bakın ki;
Hakim Abuzer Kara, Yargıtay’ın kararına rağmen, “ilk kararında direnmiş!”
Dolayısıyla;
Dosya, bu defa Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gelmiş, orada görüşülecek!..
Erdoğan’ın merak ettiği şu;
“SPK’nın raporu ve savcının görüşüne rağmen Aydın Doğan nasıl beraat etti?..”
Öyle ya;
Burada hem “kamu menfaati” var hem de “Doğan Holding’ten hisse” alan yatırımcının menfaati var!..
Göreceğiz bakalım;
Yargıtay Ceza Genel Kurulu “Kamu menfaatine uygun” bir karar mı verecek, yoksa “Aydın Doğan’ın menfaati”ne mi?..
 
TSE NE DEMEK?
Olay bu... Ama, bu görüşmeyi “sızdıranlar”ın amacı bir taşla iki kuş vurmak...
Görüşmeyi sızdırdılar ki;
Aydın Doğan’a şu mesajı veriyorlar: “Gördün mü, Erdoğan senin altını oymaya çalışıyor!”
Görüşmeyi sızdırdılar ki;
Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in konuşması içinde geçen, “Aydın Doğan’a beraat veren o hakim Alevi” sözünü “cımbızlayarak” öne çıkarıyorlar... Peki, amaçları ne?.. “Alevi vatandaşları çok sevdikleri” için mi?..
Elbette hayır...
Konuşmadaki “Alevi” sözünü öne çıkarıyorlar ve habire köpürtüyorlar ki; bir “Alevi kalkışması” yaşansın!..
“Çözüm Süreci”ne yönelik “provokasyon”larla bir “kaos ortamı” oluşturamadılar ya, bir “Kürt kalkışması”na yol açamadılar ya, şimdi “Alevi vatandaşları kışkırtmaya” çalışıyorlar...
Açık ve net söylüyorum;
Aleviler bu oyuna gelmemelidir.
“Kürtler” nasıl sağduyulu davrandılar ve “tuzağı gördüler” ise, “Alevi vatandaşlar” da sağduyulu davranmalı, “kışkırtma”lara kapılmamalıdır.
Bunlar “samimi” değil... Bunlar “dürüst” değil... Bunların, herkes gibi “Alevileri de kullanmak” dışında hiçbir maksatları yok!
“Belge” mi istiyorsunuz?..
Alın size belge...

Tarih 2 Nisan 2010...
Zaman gazetesinin 2 Nisan 2010 tarihli 1. sayfasında “yan manşet” olarak verilen bir haber var... O haberin başlığı aynen şöyle: “TSE damgalı değilsen yargıda bir yere gelemezsin.”
Zaman gazetesi, “TSE damgalı yargı”yla ilgili haberleri konusunda emekli Hakim Cevdet İlhan Günay’dan görüş almış ve onun sözlerini manşetine taşımış... Günay; “Yüksek yargıda kast sistemi var” demiş, “İdeolojik ve bölgesel ayrımcılık yapılıyor” demiş ve eklemiş:
“Hakim arkadaşlarımız derlerdi ki, bir yere gelebilmek için TSE damgalı olmak lazım... TSE ama, açılımı Türk Standartları Enstitüsü değilmiş... Onun açılımını Tunceli-Sivas-Erzincan şeklinde yaparlardı... HSYK’ya kendi elemanlarını gönderiyorlar. O inançta, o düşünceden, o bölgeden hemşehrilerini, kendilerine yakın insanları seçiyorlar (...) Bölgecilik, hemşehricilik yapılıyor.”
Herhalde söylemeye gerek yok;
TSE’den, yani “Tunceli-Sivas-Erzincan”dan kasıtları, elbette “Alevi hakim ve savcılar”dı!..
 
BUNLAR HERKESİ SATAR!
“TSE” diye diye “yüksek yargı”“Alevi”lerden temizleyip, “kendi adamlarını” yerleştiren Cemaat; şimdi kalkmış, “Alevi hakim” sözünü kullanıp, “Alevileri Hükümet’e karşı kışkırtmaya” çalışıyor!..
İşte bunun için diyorum ki;
“Aleviler uyanık olsun,
Bu tuzağa düşmesin!..”
Çünkü bunlar;
“Kullanabilecekleri” her şeyi, “kullanabilecekleri” herkesi kullanırlar, “satarlar”, sonra da çöpe atarlar!..
“Zaman en çok satan gazete” diyorlar ya, elhak doğrudur...
Gerçekten “satar”lar!..
Dün Özal’ı sattılar,
Erbakan’ı sattılar!..
Bugün de;
Tayyip Erdoğan’ı satıyorlar!..
Çok satıyorlar, çook!..
“Herkesi satıyorlar!”
Hiç kuşkunuz olmasın ki;
“Son kullanma tarihi” dolduğunda Aydın Doğan’ı da, Turgay Ciner’i de, Mustafa Koç’u da, Ayhan Şahenk’i de, Kemal Kılıçdaroğlu’nu da, Mustafa Sarıgül’ü de,  “Alevi”leri de satacaklardır!..
Zira, onlar için;
Her yol mübah!.. 
***********************************************************************************
Cemaat’in Abi ve Abla’larından büyüklere masallar!
Ben, “masal”ların “küçük”lere anlatıldığını zannederdim... Ama gördüm ki; “Gülen Cemaati”ne mensup “Abi”ler ve “Abla”lar, artık “büyüklere masal anlatmaya” ve onları “masallarla uyutmaya” başlamışlar.
 
Buyrun, “masal”lardan bazıları:
• “Başbakan’a İran tarafından büyü yapılmış... Cemaat’e bundan dolayı kin besliyor!”
 
 “Fethullah Hocamız; en son Peygamberimiz ve Said Nursi’ye namaz kıldırmış, onlardan Başbakan’ın gideceğinin müjdesini almış!”
 
 “Büyükşehirlerde 300 bin ile 500 bin AK Partili seçmenin oyunu CHP ve MHP’ye taşıyacağız... Her Abi, en az 100 kişi ikna edecek.”
 
 “Hocamız 99 yaşına kadar yaşayacak, Başbakan’ın ömrü ise çok kısa.”
 
 “MHP’liler ve CHP’lilerle ilgili elimizde çok kaset var... Asla aleyhimizde konuşamazlar.”
 
 “Sarıgül İstanbul’a başkan seçilince, kesinlikle Cemaat’in menfaatleri için çalışacak.”
Daha başka “masal”lar var ama sizler bu masallarla “uyuyacak” kadar “çocuk” olmadığınız için gerisini anlatmıyorum... Derlemeyi yapan muhabirimiz Salim Kurşun’a teşekkürler...