HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

25 Mart 2014 Salı

STV arşivinden bir "Çarkçı Kemal" hikayesi

STV arşivinden bir Çarkçı Kemal hikayesi
 
 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu''nun 2009 yerel seçimlerinde İBB adayı iken en çok da STV''nin hedefindeydi. Seçilirse büyükşehirde başörtülü çalışan olup olmayacağı konusunda ikileme düşen ve temizlik işçilerinin takabileceğini söyleyen Kılıçdaroğlu için STV "çarkçı" ifadesini kullanıyor. 17 Aralık darbe girişiminin sözcüsü STV''nin Kılıçdaroğlu ve CHP''ye oy toplayan bir kurum haline gelmesi sosyal medyada gündem olan bu arşiv videoya farklı bir anlam yüklüyor.
 
 
 
 

Hayrat Vakfı'ndan Milli Birliğe çağrı

Hayrat Vakfı'ndan "Milli Birliğe" çağrı

Hayrat Vakfı, gündemdeki gelişmelere ilişkin "Milli Birliğe Çağrı" başlıklı yazılı açıklama yaptı.

Hayrat Vakfı'ndan Milli Birliğe çağrı25 Mart 2014
Hayrat Vakfı, AK Parti hükümetinin hizmetlerini Bediüzzaman Said Nursi'nin en büyük üç düşman olarak gördüğü "cehalet, fakirlik ve ihtilaf"a karşı "eğitim, sanayileşme ve ittifak" silahları ile yaptığını belirterek, yapılan hizmetleri sekteye uğratacak "yanlış adımlardan" sakınılması konusunda sağduyu sahiplerine çağrıda bulundu.

Bediüzzaman Said Nursi'nin halefi ve Nur Risaleleri'nin başkatibi Ahmed Hüsrev Efendi tarafından 1974 yılında kurulan vakfın en önemli gayesinin, Kur'an'a ve milletin imanına hizmet etmek olduğu işaret edilen açıklamada, "Hayrat Vakfı camiası olarak bizler, milli birlik ve beraberliğimizin güçlenmesini gayet önemsiyoruz. Bunu, yalnız Türkiye'nin değil, bütün İslâm âleminin kanayan dehşetli yaralarının da en büyük devâsı olarak görüyoruz" ifadesi kullanıldı.

AK Parti'nin iktidarda olduğu dönem boyunca her sahada büyük bir kalkınma hamlesi gerçekleştirildiğinin altı çizilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Ekonomik alanda büyük başarılar, milletlerarası alanda izlenen şahsiyetli dış politika, başörtüsünün kamusal alanda serbest bırakılması, Kur'an, Siyer ve Osmanlıca'nın okullarda seçmeli ders olarak konulması, ülkenin doğusunda yıllardır akan kanı durduran bir sürece girilmesi gibi pek çok hayırlı hizmetler ve kalkınma yolunda büyük adımlar bu dönemde atılmıştır. Halkımızın büyük kesimi de, bütün bu inkâr edilemez hizmetleri görmekte ve takdir etmektedir.

Bu şekilde, yıllardan beri görmeyi hayal ettiğimiz yekvücut olmuş bir Türkiye'ye ve inşallah İslam aleminin birlik ve beraberliğine doğru hızla ilerlemekte olduğumuzu büyük bir memnuniyetle müşahede ediyor, bu uğurda çalışan başta Sayın Başbakanımız ve sadık dava arkadaşlarına dualar ediyoruz."

http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2014/03/25/hayrat-vakfindan-milli-birlige-cagri

 Açıklamada, olumlu gidişattan bazı gizli güç odaklarının son derece rahatsız olduklarına dikkat çekilerek, son dönemde devreye sokulan bir planla, birliği ve millet olarak yükselişi içten yıkma ve bütün bu kazanımları berhava etme gayretlerinin, memleketin ve İslam ülkeleri adına büyük tehlike arz ettiği belirtildi.

Hayrat Vakfı, maddi-manevi ilerlemede yıllardır beklenen ve özlenen önemli adımları atan ve başarılar gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının ağır karalamalarla yıpratılarak, milletin teveccühlerinin başka yanlış adreslere çekilmeye, birlik ve beraberliğin dağıtılmaya çalışıldığını hayret ve esefle takip ettiklerini kaydetti.

Açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

"Hayatı boyunca asayişi muhafaza etmeyi ve müspet hareketi esas alan ve talebelerine ders veren Üstad Bediüzzaman Hazretleri, en büyük üç düşmanımızı cehalet, fakirlik ve ihtilaf olarak tespit eder ve bunlara karşı, eğitim, sanayileşme ve ittifak silahlarıyla mücadele etmemiz gerektiğini söyler.

Hayrat Vakfı olarak, hükümetin bugüne kadar yaptığı hizmetleri, Üstad'ın bu can alıcı tespitlerine göre atılmış adımlar olarak görüyor ve yapılan hizmetleri sekteye uğratacak yanlış adımlardan sakınılması konusunda sağduyu sahibi bütün halkımızı ve iman kardeşlerimizi dikkate davet ediyoruz."

Aziz Yıldırım'ı Hanefi Avcı'ya kim şikayet etti?

2009 Devrimci karargah’ta 2011 şike operasyonunun izleri..

Aziz Yıldırım'ı Hanefi Avcı'ya kim şikayet etti? 25 Mart 2014
A Haber'de yayınlanan Yüzde Yüz Siyaset programına katılan Hanefi Avcı'nın avukatı Fidel Okan eski İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in, Hanefi Avcı'nın hüküm giydiği Devrimci Karargah davasının soruşturmasını yürütürken usulsüzlük yaptığını öne sürdü. 2005 yılında Gülen cemaatinden bazı kişilerin, Hanefi Avcı KOM Daire Başkanı iken, Aziz Yıldırım'dan şikayetçi olduğunu açıklayan Okan, 2009'da Devrimci Karargah Soruşturmasının ek tutanaklarına şike operasyonuna ilişkin izlerin görülebileceğini öne sürdü.

Yılmazer, emniyet'te bir şubede birkaç aydan fazla çalışamadı

Ali Fuat Yılmazer bir şubede bir şubede bir kaç aydan fazla çalışamıyor. Bunları duyup bana dava açar umarım, o şubelerin Emniyet Müdürleri'ni tanık olarak davaya çağırmak istiyorum çünkü. Kimse istemiyor yanında. en sonunda istihbarattan atılmasına karar veriliyor. Adapazarlı bir emniyet müdürü iyi niyetle onu İKK'da araç çıkış kontrolün başına getiriyorlar. Normalde hiçbir zaman bu göreve gelemecek, gerekli niteliklere sahip olmayan sol örgütler konusunda bilgi ve deneyimi olmayan, sokak tecrübesi olmayan sosyal ve psikolojik açıdan sorunlu olduğunu değerlendirdiğim Ali Fuat Yılmazer, kitapta yazan ifade bu. bu göreve atandı. Hanefi Avcı kitabında yazıyor. Sosyal ve psikolojik ve açıdan sorunlu olduğunu Hanefi Avcı ilan ediyor.

Yılmazer, soruşturmada usülsüzlük yaptı

Devrimci Karargah soruşturması Ali Fuat Yılmazer adıyla yürütüldü. Soruşturmada Necdet Kılıç telefonu Necip Kalan adıyla ve Hanefi Avcı'nın telefonu İbrahim Sağlam adıyla sahte isimlerle dinlendi.
http://www.ahaber.com.tr/Gundem/2014/03/25/aziz-yildirimi-hanefi-avciya-kim-sikayet-etti
Devrimci Karargah'ta şike operasyonunun ayak izleri

Dinleme kararında ek olarak ekonomik anlamda büyük meblağların söz konusu olduğu futbol camiası içinde, devrimci karargahtan bahsediyoruz içinde şike var, örgütlü bir şekilde gerektiğinde cebir ve tehdit kullanarak haksız ekonomik kazanç sağlamak amacıyla faaliyet gösteren şahısların başta emniyet personeli olmak üzere farklı bürokratik şahıslarla ilişkiye girdikleri, polis memurlarının bahsi geçen şahıslarla maddi menfaat temini temelinde ilişki geliştirildiği, olası soruşturma şahıslara bilgi sağlandığı istihbaratı sağlanmıştır yazıyor. Hanefi Avcı ile görüştüm, bu tutanakların altında 2009'daki Devrimci Karargah Dosyası tutanaklarında şike ile ilgili istihbaratlar var. Daha ortada şike yok.

Aziz Yıldırım'ı Hanefi Avcı'ya şikayet ettiler


Hanefi Bey'in net açıklaması var. Şunu söylemiş. Emin Bey ile bugün görüştük, 2005'te cemaatçiler gelmişler biz bu Aziz Yıldırım'dan rahatsızız, askeri silah ihalelerine giriyor, futbolu ele geçiriyor diye şikayet ediyorlar. Hanefi Avcı, kom daire başkanı iken Aziz Yıldırımı'ı şikayet ediyorlar. Hanefi Avcı soruyor evrakınız var mı diyor, bunları kovuyor reddediyor.

Başbakan Canlı Yayında Konuştu

Başbakan Erdoğan canlı yayında Oğuz Haksever'in sorularını cevapladı.
Başbakan Canlı Yayında Konuştu
26 Mart 2014
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yerel seçim gündemine ilişkin NTV canlı yayınında Oğuz Haksever'in sorularını cevapladı.
İşte Erdoğan'ın konuşmalarından satır başları...

Kastamonu'da bugün çok ayrı bir tablo gördüm. Halkın da bu durumu göz önünde bulunduracağını umuyorum.
Samsun'da da çok farklı tablo var. Pazar akşamı da Samsun'da büyük bir farkla zaferin geleceğini inanıyorum.
Suriye ile ilişkilerimize baktığımızda geçmişte çok çok iyiydi. Maalesef Tunus'taki olaylardan sonra Suriye'de de olaylar başladı. Biz kendilerini uyardık. Rejim değişikliği yapın dedik. Gereken desteği verelim dedik. Son toplantıda her şeyi konuştuk, ama biz bugünkü gibi bir Esed'i beklemiyorduk. Her gün telefon diplomasisi yaptık, en sonunda Ahmet Bey'i gönderdim. Ama hiç bir şekilde bizi dinlemedi. Bir Ramazan akşamıydı, camileri filan bombaladı. Ben hemen akşam aradım, ne olur şu insanları Cuma akşamı öldürmeyin ne olur dedim. Bunu benim adamlarım yapmıyor dedi. Hala kendi adamı olduğunu kabul etmiyordu.
Biz tabi ki yardımlarımızı devam ettireceğiz. Bu tabi hala insanları öldürmeye devam ediyor. Biz zaten angajman kurallarımızı açıklamıştık. Bizim hava sahamızı ihlal eden uçaklara karşı önlemlerimizi alırız. Bundan sonraki süreçte de bunları yapmak zorundayız.
Bizim 74 vatandaşımızı şehit ettiler. Böyle bir durumda muhalefetin de iktidarın yanında yer alması gerekirdi.
Aranan TIR'lar Bayır Bucak Türkmenlerine yardım götürüyordu. Burada da muhalefet başkalarının avukatı oldu, kendi ülkesinin yanında yer almadı. Süleyman Şaş Türbesi'ne karşı bir hamle olursa gereken yapılacaktır. O topraklar bizim topraklarımızdır. Türkiye'ye yapılan bir saldırıdır oraya yapılacak bir saldırı.
Niğde'deki hain saldırı ile ilgili bir takım bilgiler edinilmiştir. İstihbarat teşkilatlarımız gerekeni yapacaktır.
Bu seçimlerde özellikle karşımıza çıkan bir Pensilvanya gibi bir şey var. Özellikle Cumhurbaşkanı, bakanlar dinleniyorsa burada öncelikle dinimize aykırı. Bunlar özellikle din kisvesi altında bunu yapıyorlar. Diyanet İşleri Başkanımız da bunu değerlendirerek dinimize ve örfüme aykırı demiştir. Bu duyarlılığı hep birlikte göstermemiz lazım.
Himmet adı altında para topluyorlar. Bunların makbuzu filan yok nereye gittiği belli değil. 17 Aralık ile 25 Aralık operasyonlarını şerde zaman zaman hayır vardır şeklinde yorumluyorum.
Burada çok açık net bir şey söyleyeceğim. 10 milyon tablet bilgisayar dağıtacağız. Bu hükümet böyle bir hükümet. Bizim derdimiz Twitter'ın kendisi değil. Bizim derdimiz, Twitter'da ülkemin huzurunu kötü niyetle bozanlara, art niyetlere karşı. Şimdi bıçağı katilin eline verirseniz adamı öldürür. Neşteri doktorun eline verirseniz hayat kurtarır. Bir takım yazarlar AK Parti itibar kaybetti diye yazıyor. Yok öyle bir şey. Prestij kaybettiğimiz yok. Ben alanlara bakarım. Türkiye'den Twitter'da 2 hesapla ilgili talep var. Benim ülkemi karıştıranlara karşı hukuk tanımazlığın ne? Bu hesaplar maalesef kapatılmıyor. Bu işi çözsünler biz de bu işi bitirelim. Twitter dediğiniz olay nedir? Bir şirket. Bu olayın arkasında aslında Youtube var. Youtube'un avukatlarıyla çalışıyorlar. Bir avukat hanım kardeşimize hiç edebe adaba uymayan bir şey yaptılar. Ben anlamıyorum bu köşe yazarlarını. Neyin, kimin avukatlığını yapıyorlar. Bu işi düzelttiniz düzelttiniz yoksa tavrımız kesin.
Sayın Cumhurbaşkanımız böyle bir paylaşım yapmış olabilir. Tweet atmış olabilir. Ama benim bu tür şeyler ile uğraşacak zamanım yok.
Twitter tepkilerine ise; Kusura bakmasınlar AB önce diğer ülkelere uygulananlara baksınlar. Bu bizim iç meselemiz. Bizdeki iletişim özgürlüğü birçok ülkede yok. Özel hayatın ihlali söz konusu. ABD'de bir merkez dinlendi ayağa kalktılar. Biz de niye böyle yapıyorlar.
17 ve 25 Aralık ve diğer iddialar 30 Mart seçimleri ile masaya yatırılacak, bu bir istiklal mücadelesidir. Arkadaşlarımız çalışmalarını yürütüyorlar ama yargı şu anda işini yapıyor. Seçimden sonra bir takım adımlar atılacak. İrade hırsızlığı yapanlar 30 Mart'ta yanıtını alacak.
Kılıçdaroğlu, dürüst değil, doğru konuşmuyor. Bahçeli'nin de kazandığı bir seçim yok. İnşallah yine birinci parti olacağız. Biz lafla, palavra ile değil icraatla varız. Millet bizi takdir ediyor. Pazar günü İstanbul tarih yazdı. 2 milyonu aşkın bir insanla tarih yazdık.
İstanbul, İzmir ve Ankara'da adaylarımız başa oynuyorlar yine. İzmir'de yaptığımız miting muhteşemdi. Adaylarımızın başarılı olacağına inanıyorum. Bu seçimin başka bir özelliği var. Yerel seçimden çıktı genel seçime dönüştü. İşte bu ahlaki olamayan olaylar bu havayı değiştirdi. Pazar akşamki sonuçları tüm dünya konuşacak.
Türkiye yıllar yılı bir mantıkla bir siyasi akılla baş başa kaldı. Biz tabi burada Gazi Mustafa Kemal'in muasır medeniyetler hedefine ulaşmak için yola çıktık. Biz İstanbul'u CHP'den aldık biliyorsunuz. O zaman ne haldeydi. Şimdi yaptıklarımız ortada. Su sorunu çözdük. Ankara'da da su sıkıntısını çözdük. İstanbul'da çöpten enerji üretiyoruz.

Fakat İzmir'de su sorunu çözülmedi. Biz hallettik. Susuzluğun olduğu dönem, çöp dağlarının olduğu dönem, sorunların çözülmediği dönem eski Türkiye'dir. Biz bu sorunları tek tek çözdük. Biz 9 ilden 72 ile çıkarttık doğalgazı. Yeni Türkiye budur. YHT diyoruz. Eski Türkiye'de biliyorsunuz çuf çuf çuf giden trenler vardı. Yeni Türkiye'de Marmaray var. Onunda bira güneyinden tüp geçiş yapıyoruz. O da seneye bitiyor. 3. Köprüyü de yapıyoruz. Ortasından tren geçecek.

Diğer partileri takip ediyorum. Onların başkanları lider olamadı zaten genel müdür diyorum ben. Bakıyorum genel seçim değil bu yerel seçim proje açıklayın yok. Şimdi bakıyorum Kadir Bey'e Unkapanı'nda çılgın proje açıkladı. Köprüyü kaldırarak Haliç'in altından tüp geçiş yapmak. Ama diğerlerine bakıyorum hep laf hep hakaret.
Biz 12 yıldır hiç bir şeyden taviz vermedik. Biz bu şekilde buraya geldik. Bunlar 25 Mart diye diye bu istikrarı zedelemeye çalıştılar. Oluşan güveni sarsmak istediler. Yatıyorlar kalkıyorlar kaos oluşturmaya çalışıyorlar. Biz şuan G20 üyesi olduk. Bunu durduk yere yapmadılar. İşte rakamlar ortada. Ülke ekonomisi bakın nereden nereye geldi. Utanmadan diyor ki para kaçıyor. Nereye kaçıyor, para Türkiye'ye giriyor. Burası insanı ürküten bir ülke olsa bu kadar yatırım olmaz. Fakat onlar ne yaparlarsa yapsın biz işimizi biliyoruz. Bakın bugün ayın 25 beşi oldu mu? Yarın ayın 26'sı. Başaramayacaklar. Türkiye güçlü.

Şimdi bakıyorsunuz ana muhalefetin başındaki zat her türlü hakareti yapıyor, ailemize varacak şekilde. Bana bir iftirası var. Nedir? İsviçre bankalarında 13 ayrı gizli hesabı var diye ben de dedim ki varsa ispatın delilin açıkla. Olmayan bir şey söylenir mi? Pensilvanya'ya çok güvendiği için şimdi daha da çok ileri gidiyor. Eğer dürüstsen namusluysan açıkla hadi. Aynı şeyi Kayseri Belediye Başkanıma yaptı. Ne oldu tüm Kayseri'ye sucuk ısmarladı.

"HUKUK TANIMAZLIĞINIZ NEDİR"

"Bizi üzen boyutu budur. Şu anda biz 10 milyon tablet bilgisayar dağıtmanın hazırlığı içerisindeyiz. 260 bin tablet bilgisayar dağıttık. Bu hükümet böyle bir hükümet, Tayyip Erdoğan böyle bir hükümetin başbakanı. Bizim derdimiz Twitter'ın kendisi değil, yaklaşımı. Twitter'da böyle ahlaksızlar türer de siz defaatle uyarmamıza rağmen, mahkeme kararlarını göndermemize rağmen bunu yaparsanız bize düşen de budur. Bazı yazarlar televizyonlarda yorumlar yapıyor, Ak Parti, başbakan prestij kaybediyor. Hiçbir şey kaybettiğim yok. Ben meydanlara bakarım.

ÜLKELERİN RAPORLARI

Türkiye'den Twitter'a giden talep ikidir. ABD'den giden 679 talep toplam taleplerin neredeyse yüzde 80'idir. Almanya'ya geliyorum. Twitter Alman hükümetinin talebi üzerine Neo Nazi hesaplarını engellemiştir. Fransa'da ırkçı talepler mahkeme kararı üzerine kaldırılmıştır. Hindistan'da Bodo kabilesi ile ilgili çıkan olaylar nedeniyle ülke genelinde yasaklanmıştır. İngiltere Başbakan Cameron 2010 yılında çıkan olaylar sırasında provokatif olaylar nedeniyle Twitter'a yasak getirebileceğini ifade etmiştir. Ben ülkemdekilere soruyorum, bütün bu olaylar karşısında hukuk tanımazlığınız nedir? Mahkeme kararı Twitter'a iletiliyor. Hiç duymuyor. Sen benim ülkemin ulusal güvenliğini tehdit ediyorsun. Başbakana birileri kalkacak başçalan diyecek. Bütün bunlara rağmen kendileri uyarılıyor ama kaldırmıyorlar. Bu hesaplar maalesef kapatılmıyor. Bizim yapmamız gereken sorumluluk noktasında olan biri olarak, bu işi düzelttiniz düzelttiniz. Düzeltmediniz biz de kapatırız. O zaman yasaklara uysunlar biz de yasağı kaldıralım. Twitter dediğiniz olay nedir? Bir şirket.

ASLINDA BU OLAYIN ARKASINDA YOUTUBE VAR

Bu olayın arkasında aslında Youtube var. Youtube'un avukatlarıyla çalışıyorlar. Bir avukat hanım kardeşimize hiç edebe adaba uymayan bir şey yaptılar. Ben anlamıyorum bu köşe yazarlarını. Neyin, kimin avukatlığını yapıyorlar. Çeşitli ülkelerden örnekler verdim. Bizim ülkemiz muz cumhuriyeti değildir. Şu anda bir iki taneyle ilgili tamam dediler ama sayı bir iki değil ki. Benim bildiğim 700'e yakın uygulama var. Bunlar şimdi peyderpey kendilerine bildiriliyor. Kaldırmaları halinde gereği yapılır. Uyarıyoruz, gereğini yapmıyorsun. Ben tabii sayın cumhurbaşkanımız böyle bir şey yapmış olabilir. Ben aynı şeyi paylaşmıyorum. Sayın cumhurbaşkanımız tweet atabilir. Ben bunlardan pek hoşlanmıyorum. Bu tür şeylerle uğraşacak vaktim de yok."
http://www.habervaktim.com/haber/365719/basbakan-canli-yayinda-konustu.html

Cemaatin kurduğu lobiden etkilendim. Çünkü 48 tane ABD senato üyesi yemeğe geldiler. Nancy Pelocy ile beni tanıştırlar."

Gülen Davet Etti CHP'li Başkan ABD'ye Gitti!

CHP Antalya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Akaydın canlı yayında Gülen'in daveti üzerine ABD'ye gittiğini söyledi.
Gülen Davet Etti CHP'li Başkan ABD'ye Gitti!
25 Mart 2014
Cumhuriyet Halk Partisi Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı Mustafa Akaydın, katıldığı bir canlı yayın programında bomba itiraflarda bulundu. Akyadın, Fethullah Gülen'in daveti üzerine ABD'ye gittiğini, ABD'de sözde Ermeni soykırımı tasarısını ABD'de senatoya getiren Nancy Pelocy ile tanıştığını itiraf etti. Akaydın ayrıca "Atatürk yaşasaydı tarikatları kaldırmazdı" dedi.
GÜLEN'İN DAVETİ ÜZERİNE ABD'YE GİTTİ

CHP'li Akaydın, Enver Aysever'in "Pensilvanya'ya gittiğiniz ve Gülen'le görüştüğünüz iddia edildi. Siz ne diyeceksiniz?" sorusuna, "Buna şöyle gülerek cevap vereyim, benim kime gideceğim, kimle konuşacağım hiç kimseyi ilgilendirmez. Ben hizmet grubunun davetlisi olarak geçen yıl Washington'a gittim." diyerek adeta itirafta bulundu.

CEMAATİN LOBİ FAALİYETLERİ ADETA ORTAYA DÖKÜLDÜ

Akaydın, bu sözlerinin ardından ise daha da ilginç bir itirafta bulundu. Gülen cemaatinin ADB'de ne kadar örgütlendiğini de gözler önüne serdi. Akaydın, yaptığı ABD ziyaretinde, Türkiye'ye karşı oynanan Ermeni soykırımı iddiasını ABD senatosuna taşıyan Nancy Pelocy ile de tanıştığını işte şu sözler ile itiraf etti: "Orada dünyanın çok önemli insanları ile görüştüm. Çok önemli bir toplantıda Antalya'yı tanıtan bir konuşma yaptım. Hakikaten etkilendim. Cemaatin kurduğu lobiden etkilendim. Çünkü 48 tane ABD senato üyesi yemeğe geldiler. Nancy Pelocy ile beni tanıştırlar."

ATATÜRK YAŞASAYDI TARİKATLARI KAPATMAZDI

Akaydın ayrıca, "Tarikat olgusu bu ülkenin bir olgusu. Ben bir tek terörist başı Apo ile görüşmem dedim. Ben herkesle görüşürüm. Benim gittiğim toplantıya 7 tane CHP'li milletvekili de katıldı. Atatürk yaşasaydı tarikatları kapatmazdı." dedi.
CHP Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı Mustafa Akaydın bu açıklamaları, CNNTürk'te Enver Aysever'in sunduğu Aykırı Sorular'da yaptı.
Haber7
 
 
Gülen'in skandal bir ses kaydı daha yayınlandı
25.03.2014
FETHULLAH'I REZİL EDECEK VİDEO! ABD GÜLEN'İ MİT'E KARŞI UYARIYOR!
 
"Türkiye Düşmanlarıyla işim yok, bulursanız şerefsizim!" diyen Fethullah Gülen'in bu videodan sonra ne diyeceği merak konusu!..
 
ANALİZ MERKEZİ - ÖZEL
25.03.2014
FETHULLAH'I REZİL EDECEK VİDEO! ABD GÜLEN'İ MİT'E KARŞI UYARIYOR!
 
 
Gülen Örgütü'nün Emniyet yapılanmasını Haliç'te Yaşayan Simonlar kitabında anlatan ve adı duyulmamış Devrimci Karargah diye bir örgütle (?) alakası kesbedilerek hapsedilen Hanefi Avcı'nın avukatı Fidel Okan, Twitter'da öyle bir video yayınladı ki, Gülen'in CIA işbirliği çok net ortaya döküldü.
 
 
 

CIA Fethullah Gülen'i MİT'e karşı uyarıyor!

'i 'e karşı uyarıyor!

İnternet sitelerine düşen son nda 'nın 'i 'e karşı uyardığı iddia edildi...

Video paylaşım sitesi Youtube'a yüklenen konuşma gündeme bomba gibi düştü. Videoda, 'in dış istihbarat örgütleri arasında şaşırtan bir ilişki ağı olduğu iddia edildi. İddia edilen konuşmada, Fethullah Gülen ve Mustafa Özcan şifreli ifadelerle, ABD istihbaratından gelen bilgileri değerlendiriyor.

ABD İSTİHBARATI GÜLEN'İ MİT'E KARŞI UYARIYOR
İddia edilen konuşmada, Gülen Mustafa Özcan'dan, bir ABD istihbarat yetkilisinin kendisine gönderdiği istihbaratı alıyor.

ABD istihbaratı Gülen'e 'in Pensilvanya'daki faaliyetlerini artırdığını söylüyor, Gülen'i MİT'e karşı uyarıyor.

ŞİFRELİ KONUŞUYORLAR!
Konuşmada, kullanılan kod adlar dikkat çekiyor. MİT, "Dr. Sinan'ın Şirketi" olarak şifrelenmiş. Dr. Sinan'ın ise, paralel örgütün MİT sorumlusu Murat Karabulut olduğu iddia edildi.

Yine konuşmada, ÖZBEK isimli bir şahıs var. Bu şahsın ise ABD istihbaratı ile Almanya'da görüşen örgüt üyesinin kod adı olduğu iddia ediliyor.

GÜLEN, ÖNCE ALMANYA İÇİN UYARILDIĞINI SANIYOR
İddia edilken konuşmada Mustafa Özcan, Gülen'i uyarırken, ABD istihbaratı ile, Gülen grubu temsilcisinin Almanya'da görüştüğünü, "Özbek(paralel örgütün 'yla görüşen elemanı) dostumuz var ya efendim, sizin oradaki yetkililerle (CIA) Almanya'da görüştüler. Zaman zaman görüşüyorlardı şeyle ilgili. Bizim bu Dr. Sinan Bey'in Şirketi(MİT) var ya efendim, o şirket oraya, onların da daha böyle dikkatini çekecek şekilde bazı elemanlar göndermişler. Orada oturan, orada görülen Türklerin sizin oraya giriş çıkışlarında daha böyle dikkatli olsak iyi olur dedi" sözleriyle anlatıyor.

Gülen olduğu iddia edilen kişi ise uyarının, örgütün Almanya'daki faaliyetleri için olduğunu zannediyor, "Almanya için değil mi?" diyor.

Mustafa Özcan, "değil efendim, sizin orayla ilgili, oranın yetkililerinin de dikkatini çekmiş" diyerek CIA'nın MİT'e karşı yaptığı bu uyarının Pensilvanya ile ilgili olduğunu belirtiyor.

Öte yandan, Gülen'in bu yanlış anlamasından, örgütün Almanya'daki sızma ve diğer faaliyetleri de açığa çıkmış oluyor.

YABANCI İSTİHBARAT BAĞLANTISINA KANIT OLARAK FOTOĞRAFLAR YAYINLANACAK İDDİASI
Konuşmanın yer aldığı videoda, paralel yapının yabancı istihbaratlarla olan ilişkisine dair fotoğrafların ve yeni konuşmaların yayınlanacağı bilgisi ekleniyor.

10 Ekim 2013 tarihli :

M.Ö: Bu Özbek dostumuz varya efendim.

F.G: Evet, biliyorum.

M.Ö: O, bu şeye gitti, sizin oradaki yetkililerle. Bu Almanya'da görüştüler. Zaman zaman görüşüyorlarmış bu şeyle ilgili. Bizim Doktor Sinan Bey'in şirketi varya efendim...

F.G: Evet, evet...

M.Ö: O şirket oraya, onların da dikkatini çekecek şekilde, bazı elemanlar göndermişler. Onun için, orada oturan, orada görünen Türklerin, yani sizn oraya giriş, çıkışlarına biraz daha dikkatli olmalarını şöyle bir şey yapsak, iyi olur dedi.

F.G: Almanya için değil mi?

M.Ö: Değil efendim, sizin orayla ilgili. Oranın yetkililerinin dikkatini çekmiş.

F.G: Evet, pekala.
http://www.takvim.com.tr/Guncel/2014/03/26/cia-fethullah-guleni-mite-karsi-uyariyor
Mumyalara tomografi çekildi
                 24 Mart 2014                   
 
İngiltere'nin Londra'da bulunan dünyaca ünlü müzesi British Museum'ın yeni bir sergisi binlerce yaşındaki Mısır mumyalarının kişisel hayatlarındaki ayrıntılara dikkat çekiyor.
1300 yıllık 8 mumyaya uygulanan bilgisayarlı tomografi, kalın bandajların altında aslında neler olduğunu ortaya çıkardı. Mayıs ayında ziyarete açılacak sergiye göre antik Mısırlılar da kolesterolden ve diş ağrısından muzdaripti. Birçoğunun dövmesi bile vardı. Araştırmada yer alan en yaşlı mumyanın 5 bin 500 yaşında olduğunu belirten uzmanlar 1972'deki Tutankhamun Hazineleri'den sonra bu serginin müzenin en fazla ziyaret edilebilecek işlerinden biri olabileceğini belirtiyorlar. Müze yakınlarındaki hastanelere getirilecek ciddi tetkiklerden geçirilen mumyaların zarar görmediği ve mumyaların organları, kemikleri ve dokusunu gösteren üç ayrı görüntü için en düzgün sonuçların elde edildiği ifade edildi. Uzmanlara göre mumyalardan ikisi kalp hastalığı yüzünden hayatını kaybederken, ikisinin bacaklarındaki vebadan muzdarip olduğu tespit edildi.

(SABAH)

Diyanet, Gülen örgütünün maskesini indirdi

Diyanet, nün maskesini indirdi

, gündeme bomba gibi düşecek açıklama yaptı. Diyanet İşleri Başkanlığı, oluşumunun sahih anlayışının özünü ve omurgasını yok saydığını açıkladı.
Diyanet, Gülen örgütünün maskesini indirdi25 Mart 2014
ndan yapılan açıklamada, güzel ı tamamlamak üzere gönderilen bir peygamberin ümmetinde bulunması gereken vazgeçilmez hasletlerden birinin ahlaki ölçülere sadakat göstermek olduğu belirtilerek, "Mahremiyetin ihlali; insaf, ve adalet ölçülerinin gözardı edilmesi; her ne suretle olursa olsun, yalana, ya ve tecessüse başvurulması, dinin yüksek değerlerinin hafife alınması, hangi sebeple olursa olsun helal-haram sınırlarının yok sayılması ve kul hakkı bilincinin zaafa uğratılması, bu sadakatle asla bağdaşmaz. Bütün bu mefsedetlerin dini ve milli varlığımızı tehlikeye sokacağı ve toplumsal yapımızı tahrip edeceği unutulmamalıdır" ifadelerine yer verildi.

Başkanlıktan yapılan yazılı açıklamada, son dönemde içinden geçilen süreçlerin, yaşanan bir takım olayların genellikle dini içerikli dille ifadelendirilmesinden dolayı vatandaşların söz konusu gelişmeler hakkında Diyanet İşleri Başkanlığının görüş ve düşüncelerine yönelik bilgi talep ettikleri belirtildi.

Başkanlık tarafından bu "haklı" soru ve talepler karşısında açıklama yapılmasına lüzum görüldüğü vurgulanan açıklamada, "Diyanet İşleri Başkanlığı, 'ın evrensel ilkeleri ve yüce değerlerinin toplumumuza ve insanlığa doğru bir şekilde ulaştırılması amacıyla sadece ülkemizde değil, dünya çapında faaliyet gösteren saygın bir anayasal kurumumuzdur" değerlendirmesinde bulunuldu.

Diyanet İşleri Başkanlığının görev ve yetkilerinin ilgili kanunlarca belirlendiği, güven ve itibarını aziz milletin ilgi ve itimadından, tarihsel bilgi, birikim ve tecrübesinden aldığı belirtilen açıklamada, "Bu yetkiyle, yüce dinimizin inanç değerlerini ve ahlaki umdelerini aşındırmaya yönelik her tür ifrat ve tefrit karşısında vatandaşlarımızı doğru bilgilendirme sorumluluğunu müdrik olarak, ortaya çıkan gelişmeleri dikkatle ele almakta ve değerlendirmektedir" görüşü paylaşıldı.
http://www.takvim.com.tr/Guncel/2014/03/25/diyanet-gulen-orgutunun-maskesini-indirdi

"İSLAM'IN TEMEL HÜKÜMLERİ BÜTÜN ZAMANLARDA AÇIK VE NETTİR"
Toplumun bütününü ve geleceğini yakından ilgilendiren bir takım hadiseler karşısında diğer yetkili kurumlar gibi başkanlığın da üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve yaşananlar karşısında milleti, tarihsel birikimine yaraşır bir duruş ve sahih bir dille aydınlatmasının en başta gelen yükümlülükleri arasında yer aldığı bildirilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

"Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşundan bu yana özenle geliştirdiği ve kurumsallaştırdığı dengeli ve sağduyulu konumunu sarsacak biçimde onu sık sık mevcut tartışmaların içine çekme çabaları faydadan ve hikmetten uzaktır. Esasen başkanlığımız sosyal gelişmelerin ortaya çıkardığı belli başlı dini problemler karşısında ihtiyaç duyulan bilgiyi vaaz ve hutbeler başta olmak üzere hemen her fırsatta milletimizle paylaşmakta, Kur'an ve sünnetten mülhem açıklamalarını irşat dili çerçevesinde, belli bir usul ve üslup dairesinde gerçekleştirmektedir.

İslam'ın evrensel hakikatleri ve yüce değerleri hiç bir tartışmaya mahal vermeyecek kadar açıktır. Millet varlığımızın temelini, harcını ve ruhunu oluşturan bu yüce ilkelerin ve ahlaki değerlerin günübirlik hesaplarla zedelenmesi ve hatta zayıflatılması tasvip edilemez. Kaldı ki bu durum, geleceğimizi tehlikeye sokabileceği düşüncesiyle aziz milletimiz tarafından da her zaman kaygıyla karşılanmaktadır. İslam'ın temel hükümleri bütün zamanlarda açık ve nettir. İslam, tarih boyunca tüm akıl sahipleri için kendi umdelerini net bir anlam ve sadelikle takdim etmiş ve Müslümanlar kendilerine özgü inanç ve değerlerini bu kaynaktan hareketle temellendirmişlerdir. Hatta bu ölçüye sadakat o denli güçlüdür ki dini geleneğimiz içinde nelerin helal ve nelerin haram olduğu, aziz milletimizin adeta fıtratına işlenmiş bir bilgiye ve hayatına aksetmiş bir kültüre dönüşmüştür."

"ÜLKEMİZ, KALICI SONUÇLAR DOĞURABİLECEK BÜYÜK BİR FİTNE VE İMTİHANDAN GEÇMEKTEDİR"
İslam'ın evrensel değerlerinin her zaman Allah'ın ipine sımsıkı sarılmayı, istişare görevini yerine getirmeyi, kardeşlik ruhunu, şuurunu ve hukukunu dikkate almayı emrettiği belirtilen açıklamada, "Bin yıllık deruni medeniyet tecrübemizle yoğrulan ve bugüne kadar süzülüp gelen bu evrensel hakikatler ve yüce değerler, karşılaştığımız büyük ölçekli sorunlar karşısında nasıl hareket etmemiz gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir" ifadeleri kullanıldı.

"Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen bir peygamberin ümmetinde bulunması gereken vazgeçilmez hasletlerden biri, hiç şüphesiz, ahlaki ölçülere sadakat göstermektir" görüşüne yer verilen açıklamada, şunlara yer verildi:

"Mahremiyetin ihlali; insaf, vicdan ve adalet ölçülerinin gözardı edilmesi; her ne suretle olursa olsun, yalana, iftiraya ve tecessüse başvurulması, dinin yüksek değerlerinin hafife alınması, hangi sebeple olursa olsun helal-haram sınırlarının yok sayılması ve kul hakkı bilincinin zaafa uğratılması, bu sadakatle asla bağdaşmaz. Bütün bu mefsedetlerin dini ve milli varlığımızı tehlikeye sokacağı ve toplumsal yapımızı tahrip edeceği unutulmamalıdır. İslam'ın dünyevi bir güç devşirme adına istismar edilmesi başta olmak üzere, onun herkesi kucaklayan maneviyatını indi çıkarları ve basit hedefleri için araçsallaştıranların elim akıbetlerine tarih boyunca tanıklık edilmiştir.

Ülkemiz, kalıcı sonuçlar doğurabilecek büyük bir ve imtihandan geçmektedir. Bin yıldır bu topraklarda yaşayan farklı dil, ırk ve kültür özelliklerine sahip insanların muazzez bir medeniyet kurmasını sağlayan sahih İslam anlayışının omurgasını, özünü ve ruhunu yok sayan nevzuhur oluşumlar, milletimizi kaygılandırmakta, manevi bütünlüğümüzü tehdit etmektedir. Mevcut durum dikkatle değerlendirildiğinde gerçekte milletin huzur ve güvenini tehdit eden her projenin, toplumun ortak değer ve referansı olan din dili üzerinden varlığını sürdürme istidadında olduğu, bunun da sonuçta milletimizin dini duygularını ve maneviyatını açıkça rencide ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Böylece, ölçüsüz bir şekilde varlığını dinsel bir retoriğe bağlı olarak sürdüren taraftarlığın geleceğimizi rehin alacak bir raddeye ulaştığı esefle gözlenmektedir. Bu süreçte din dili özensizce kullanılmakta, dinimizin hepimize yön veren değer, kurum ve temsilleri itibarsızlaştırılmakta, nihayet dinin özü, esasları ve temel kavramları devre dışı bırakılmaktadır."

DEĞERLENDİRME RAPURU KAMUOYUYLA PAYLAŞILACAK
Diyanet İşleri Başkanlığının, İslam'ın asırları aşan tecrübe birikimi ve çeşitliliğinin bu topraklara yansıyan bakiyesini büyük bir hürmet ve ciddiyetle ele aldığına dikkat çekilen açıklamada, "Ancak, toplumun özsel varlığını sarsmaya yönelik kriminal, spiritüalist ya da gnostik ve mesiyanik akımlardan beslenen modern hurafeler karşısında aziz milletimizi bilgilendirme sorumluluğunun da farkındadır" görüşü paylaşıldı. Açıklamada, şu ifadeler yer aldı:

"Hakikat fikrini yok eden, toplumsal barışı tehdit eden, evrensel ahlaki ilkelerimizi ve değerlerimizi çözen, genç kuşakların din ve dindarlık algısını zedeleyen dünyevileştirici, izafileştirici popüler kültürün yıkıcı etkileri karşısında, insanlığın İslam'ın evrensel hakikatlerine dikkat kesildiği, Türkiye'nin bütün mazlum halkların umudu olarak görüldüğü bir zaman diliminde, milletimizin bu konumunun sarsılmaması için özen gösterilmesi hepimizin üzerine düşen tarihi bir sorumluluk ve yükümlülüktür.

Gerek Diyanet İşleri Başkanlığını kurumsal olarak, gerekse riyaset makamını şahsi olarak doğrudan ilzam eden ve güncel tartışmaların içine çekmeye çalışan teşebbüslerin milletimiz tarafından kabul edilemezliği ve yadırganacağı açıktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, propaganda ve siyaset dilinin baskın olduğu bir ortamda, popüler hissiyatın oluşturduğu beklentilere göre hareket etmek yerine, sağlıklı bir durum analizi yaparak, gelişmeleri soğukkanlı bir şekilde değerlendirme yolunu tercih etmektedir. Başkanlığımız, Din-i Mübin-i İslam'ın izzet, şeref ve itibarının korunması ve millet varlığımızın zarar görmemesi için, sosyal birlik, barış ve bütünlüğümüzün muhafazası konusunda yüksek görev bilinci ve sorumluluğuyla hareket etmekte, birliğimize ve bütünlüğümüze halel gelmemesi için azami gayret göstermektedir.

Bu süreçte ortaya çıkan ve vatandaşlarımız tarafından yöneltilen dini muhtevalı sorulara ilişkin ayrıntılandırılmış cevapları içeren değerlendirme raporu önümüzdeki günlerde Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından kamuoyuyla paylaşılacaktır."
Gülen'in skandal bir ses kaydı daha yayınlandı

Gülen'in skandal bir ses kaydı daha yayınlandı

Gülen örgütü lideri 'e ait olduğu iddia edilen bir ses kaydı daha internette yayınlandı.
Gülen'in skandal bir ses kaydı daha yayınlandı25 Mart 2014
Gülen örgütünün medya sorulusu ve arasında geçen telefon görüşmesi video paylaşım sitesi youtube'da yayınlandı.

Paralel yapının elebaşı Fethullah Gülen, Hidayet Karaca'dan 'in petrol kuyusu hakkında bilgi alıyor. Cemaat lideri gibi değil bir şirketin CEO'su gibi her konu hakkında bilgi alan ve talimatlar veren Fethullah Gülen, İpek'in petrol kuyusuyla ilgili bir sorun olup olmadığıyla ilgili detayları öğreniyor. Fethullah Gülen'in bir gülüşüne tüm mal varlığımı feda edeceğini söyleyen Örgütün finansörü Akın İpek'in petrol kuyusuyla ilgili Gülen, herhangi bir sorun olup olmadığını öğreniyor ve işin torpil kısmını soruyor

CEMAAT LİDERİ DEĞİL ÖRGÜTÜN CEO'SU
Fethullah Gülen'in daha önce de skandal ses kayıtları internette yayınlanmıştı. Gülen. Pensilvanya'daki malikanesinden örgütün tüm işlerini yürüttüğü, birçok ünlü iş adamıyla yakın temasta olduğu ve ülke içerisinde paralel yapılanmayı bizzat kendisinin takip ettiği de görülmüştü. Uganda'daki petrol rafinerisi ihalesinden Türkiye'deki siyaseti dizayn etmeye kadar her işle bizzat ilgilenen Fethullah Gülen'in gerçek yüzü o telefon görüşmesinde ortaya çıkmıştı.

İŞTE O SKANDALSES KAYDI
Fethullah Gülen: Efendim
Hidayet Karaca: Efendim öncelikle bir emriniz var mıydı?
F.G: Sağol teşekkür ederim
H.K: Bizim Akın beyin çok selam ve hürmetleri var efendim ellerinizden öpüyor. Batman'da petrol bulmuşlar hem de seviyeli bir şey çıkmış orda elhamdurillah. Dualarınızı istirham ediyor efendim
F.G: Yukarıdaki adamlara takılma ihtimali var mı?
H.K: Herhalde iznini almışki efendim arama yapmışlar çünkü izni olmasa arama yapamazlardı. Bir de şöyle bir şey söyledi çok mutluydu fışkırmış elhamdurillah
F.G: Çok iyi Allah önünü açsın. Öbürleri önünü kesmek istiyor her yönüyle Allah önünü açsın
H.K: Başüstüne efendim
F.G: Tebriklerimi iletin kendisine

 
 
http://www.takvim.com.tr/Guncel/2014/03/25/gulenin-skandal-bir-ses-kaydi-daha-yayinlandi
Bank Asya satılıyor!


satılıyor!

nün kara kutusu 'yı kurtarma çabaları sonuç bulmadı. Bank Asya ve Katarlı QIB'nin stratejik ortaklık görüşmelerine başladı
Bank Asya satılıyor!25 Mart 2014
'nın, Katar'ın en büyük İslami bankası Qatar Islamic Bank (QIB) ile stratejik ortaklık amacıyla görüşmelere başlandığı belirtildi.

Bank Asya açıklamasına göre, QIB'nin Bank Asya'da stratejik ortak olması amacıyla yapılacak görüşmelerle, ortaklık tesis sürecinin yasal izinlerinin alınmasıyla birlikte kısa süre içerisinde neticelendirilmesi planlanıyor.

Açıklamada verilen bilgilere göre, 1996 yılında kurulan, 2006 yılında da hisseleri halka arz edilen Bank Asya, 2013 yıl sonu itibariyle 900 milyon lira ödenmiş sermaye, 2,5 milyar lira özkaynak, 29 milyar lira aktif toplamı, 21 milyar lira nakdi kredi, 19 milyar lira toplanan fonları, 181 milyon lira net karı ile aktif büyüklüğü sıralamasında Türkiye'nin 13. büyük bankası konumunda bulunuyor.

1982 yılında Katar'ın ilk İslami finans kurumu olarak faaliyetine başlayan QIB ise ülkesinin İslami bankacılık sektöründe yüzde 35, toplam bankacılık sektöründe ise yüzde 9'luk paya sahip. QIB, Katar'ın yanısıra Lübnan, İngiltere, Sudan ve Malezya'da da bankacılık faaliyeti gösteriyor.

ÖRGÜTÜN BANK ASYA'YI KURTARMA ÇABALARI SONUÇ VERMEDİ
Fethullah nün bankası Bank Asya'yı kurtarmak için çaba sarfeden Gülen örgütü bankaya ortak almak zorunda kaldılar. Vatandaş, Türkiye içerisinde oyunlar kuran ve fitne çıkaran Gülen örgütünün bankasında paralarını çekmişti. Ülke içerisinde kurulan kumpasın farkına varan vatandaşlar bir bir parasını çekmiş ve Gülen örgütüne büyük bir darbe vurmuştu.

BANK ASYA'YA PARA YATIRMAK UMRE'DEN SEVAP

17 Aralık operasyonu sonrası planları deşifre olan paralel yapının, sıkıntılı durumdan kurtulabilmek için her yolu denediği anlaşılmıştı. İnternete düşen yeni ses kayıtlarında, özellikle maddi konularda paralel yapının nasıl bir yol izlediği gözler önüne serilmişti.

BANK ASYA'YI KURTARMAK İÇİN HER YOLU DENEDİLER

http://www.takvim.com.tr/Ekonomi/2014/03/25/bank-asya-satiliyor
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

O beddua kime edilmişti?

25 Mart 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit


Fetullah Gülen beddua etti.
O, “Mülaane” dese de..
İslam tarihinde hiçbir mülaane örneğinde görülmemiş bir şekilde, “Evlerine ateş düşsün” ifadesini kullandı.
Açıklamasını şöyle izah etti: “Biz haklı isek, onların.. Onlar haklı ise, bizim evimize ateş düşecek!”
Bugün geldiğimiz noktada..
Hepiniz gözlemliyorsunuz.
Ne sadece cemaatin evlerine ateş düştü..
Ne de yalnız AK Partililerin evlerine ateş düştü..
Düşen ateş, cemaat evlerini de yaktı..
AK Partililerin evlerini de yaktı..
Çünkü bu toplumda cemaat ve AK Partililer..
Bir elin parmakları gibiydiler.. Bir tarağın dişleri gibiydiler..
Ağabey cemaatten vazgeçmiyor, kardeş AK Parti’de kendisini bulmuş..
Baba AK Parti’yi hiçbir şeye değişmiyor, oğul cemaati vazgeçilmez görüyor.
Ailenin beyi cemaat için çırpınıyor, hanım ise “AK Parti” diyor, başka bir şey demiyor..
Böyle bir iç içelik vardı..
Ve bugün..
Baba ile oğul..
Kardeş ile ağabey..
Hanım ile koca birbiri ile kavgalı hale geldi.
Hem cemaatteki kardeşlerimizin evlerine ateş düştü.
Hem AK Partili kardeşlerimizin.
Dolayısı ile hiç kimse, “Hocanın bedduası yerini buldu” da diyemez..
Yine hiç kimse, “Hocanın bedduası kendisine döndü” de diyemez..
Öyle bir fitne ateşi yakıldı ki..
Hemen hepimizin evine ateş düştü..
“Değer miydi ablam” diyordu, hizmet ehli olarak cemaat okullarında çalışırken, eşini ve çocuğunu toprağa veren, Sevgi abla..
Doğru diyordu aslında..
Üç tane dershane için, değmezdi bu yapılanlar Sevgi abla..
Üç tane kıytırık iddia için de, böylesi evlere ateş düşüren bedduaya gerek yoktu, Sevgi abla..

Bedduanın üzerinden tam üç ay geçti..
Şimdi kara kara düşünüyorum..
Ne beddua ettikleri..
Ne de kendileri..
Bu bedduadan kimse fayda görmedi..
Hepimiz kaybettik.
Hepimizin ailelerinde bedduanın zararı görülüyor..
Ya baba ile. Ya oğulla. Ye eşle.. Ya yeğenle.. Ya öğretmenle. Ya öğrenci ile.. Ya arkadaş ile..
Ama mutlaka, alnı secdeli hepimizin hayatını etkiledi bu beddua..
O zaman Fetullah Bey’e bir sorum olacak..
Cemaat adına bu bedduayı etmiş olsan..
Şu netice olmalı idi.
Hani savunuyorsun ya..
“Ben beddua etmedim. ‘Biz haklı isek sizin.. Siz haklı iseniz bizim evimize ateş düşsün’ dedim” diyorsun ya..
Bak Fetullah Bey..
Ne birinci ihtimal..
Ne de ikinci ihtimaldeki evler tek başına zarar görmedi..
İki ihtimal de aynı anda doğru imiş gibi..
Hem hizmet ehlinin.. Hem de AK Partililerin evlerine ateş düştü..
Bütün dindarların evleri zarar gördü..
O zaman bu beddua kim için edildi?
AK Partililer haksız olarak düşünülerek edildi desem..
Cemaat ehlinin evlerindeki ateşi nasıl izah edeceğiz?
Beddua geri döndü, cemaati vurdu desem..
AK Partililerin evlerindeki ateşi nasıl izah edeceğim?
Gerçek şu..
Etle tırnak gibi olan dindarlar..
Her gün aynı kıbleye yönelen insanlar..
Çok vahim bir tuzağa düşürüldü..
Düşürülen tuzakta..
Kazanan ne cemaat..
Ne de AK Parti..
Kazanmayı bir kenara bırakın..
İkisi de kaybeden konumda..
Kazanan ise..
Dindarların kuyusunu kazmaya çalışanlar..
O zaman, bu beddua, dindar insanlara kuyu kazmak isteyenler faydalansın diye mi edildi, Fetullah Bey?

Seçimden hemen sonra, hizmet ehline operasyon varmış..
Ben samimi kanaatimi söyleyeyim..
Böyle bir operasyona, ben inanmıyorum.
Hizmet ehline değil.
Olsa olsa, hizmet ehlini kalkan olarak kullanıp, kendi menfaatleri için operasyon yapanlara yönelik bir soruşturma olabilir..
Dolayısı ile..
Fitne ateşini daha da körükleyip..
“30 Mart sonrası, operasyon var. Oylarınızı CHP’ye verin.. Yoksa operasyonu yersiniz” denilerek, propaganda yapanlara hatırlatayım..
Yaptığınız, hizmet tabanına operasyonu önlemek değil.
Tam aksine operasyonu davet etmektir..
Böylesi bir çağrı, sizlerin hizmet ehli değil, adeta örgüt ehli olduğunuz anlamına gelir..
Onlar gibi inanmazsınız.
Onlar gibi ibadetsiz yaşamazsınız.
Onlar gibi içki içmezsiniz.
Onlar gibi zina etmezsiniz..
Onlar gibi çıplak gezmezsiniz..
Niye onlara oy vereceksiniz?

Fetullah Bey’in hatasına..
Hizmet tabanı düşmemeli..
Beddua hata idi..
Ateş hepimize düştü..
Bari hizmet ehli, ateşi körüklemesin..
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Mavi Marmara

25 Mart 2014








İngiliz Milletvekili George Galavi’nin çağrısı üzerine harekete geçen insani yardım hareketleri, Özgür Gazze için, İngiltere, İskoçya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’den giden 6 gemi ile Akdeniz’e açıldıklarında böyle bir saldırı beklenmiyordu.. 31 Mayıs 2010’da İsrail Mavi Marmara’yı vurdu.. Gazze filosu saldırısına Mavi Marmara katliamı veya İsrailliler tarafından Deniz Meltemi Harekâtı deniyor. İHH İnsani Yardım Vakfı ve Özgür Gazze Hareketi’nin organize ettiği ve Gazze’ye insani yardım taşıyan gemilere; Akdeniz’de, İsrail’den 70-80 mil (130-150 kilometre) açıktaki uluslararası sulardaİsrail deniz kuvvetlerinin yaptığı müdahale. Bir katiamla sonuçlandı.. Bu olay Türk-İsrail ilişkileri için bir milad oldu..

Mavi Marmara’da o gün her milletten, her dinden insan hakları savunucuları vardı. Hatta İsrail’den bile.. Bugün hâlâ cemaat mensuplarının Mavi Marmara adını ağızlarına alarak, ezberledikleri yalan yanlış şeyleri tekrarlayarak ortalıkta dolaşmaları çok garip.. Ama iyi oluyor, bir bakıma, Merdi paralelciler, abiler, ablalar, şecaat arz edeyim derken, kendi suçlarını hatırlatmış oluyorlar..
Eğer duaları gerçek olsaydı, şimdi İHH’nın mal varlığına el konulmuş ve Bülent Yıldırım tutuklanmış olmalıydı. Böylece İsrail’in Mavi Marmara ile ilgili öfkesinin intikamını almış olacaklardı..

31 Mayıs’ta o gün yine meydanlarda olacağız.. Bir yandan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bir yandan Şehidlerimizi anma gösterileri.. Bu arada İHH, Mavi Marmara Davasının 27 Mart Perşembe günü görülecek 5’inci duruşması öncesinde 25 Mart Salı günü “Mavi Marmara’nın Adalet Arayışı” başlıklı bir uluslararası hukuk paneli düzenleyecek. Panele yurtdışından birçok hukukçu, aktivist, gazeteci ve yazar katılacak. Ama ben o gün Konya’da olacağım için katılamayacağım..

31 Mayıs’ı bütün STK lar, media, sosyal media grubları, üniversitelerin öğrenci konseyleri not etmeli.. Gazeteler, dergiler, radyolar, televizyonlar, internet portalleri o günü bir kere daha hatırlatmalı bize.. Biz R4bia platformu olarak da sizin sesinizi dünyaya duyurmalıyız.. İHH şimdiden Mavi Marmara kliplerini, belgesellerini, cıngıllarını mediaya dağıtmaya başlamalı. Kitap, afiş, billboard, gazete ekleri, ilanları, basın açıklamaları yapılmalı. 30 Mayıs cumaya denk geliyor. Cuma’dan başlamalı etkinlikler. Basın açıklamaları, toplu dualar.. Cumartesi’yi pazara bağlayan gece sabaha kadar meydanlarda olmalıyız mesela. Konserler verilmeli, sergiler açılmalı..

Mavi Marmara Davasının 5’inci duruşması 27 Mart Perşembe günü saat 10:00’da Çağlayan Adliyesindeki 1. Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma salonunda görülecek. Bu duruşmaya 19 farklı ülkeden 74 hukukçu, mağdur yolcu, şehit aileleri ve Türkiye’nin farklı şehirlerinden gelen mağdurlar da katılacak. Ve tabii konuya duyarlı herkes..

Bu arada, Mavi Marmara olayı hâlâ Türkiye’nin gündeminde sıcaklığını korumaya devam ediyor. Özellikle Fetullah Gülen’in Mavi Marmara konusuna mesafeli duruşu ve bugün yaşananlar, devam eden dava süreci, Türkiye ve İsrail arasında devam eden kriz..

Geçtiğimiz günlerde bir İsrailli sanığın Avrupa ülkelerine kaçtığı haberi geldi. Bu operasyona katılan birçok İsrailli, o günden beri İsrail dışına çıkamıyor açık kimlikleri ile..

Gelinen noktada artık mahkeme tarafından sanıklar hakkında yakalama kararı verilmesi bekleniyor.
Türkiye’de İstanbul Başsavcılığı tarafından 29 Mayıs 2012 tarihinde iddianame hazırlanmış ve Mavi Marmara saldırısının faillerinin kasten adam öldürme, kasten adam öldürmeye teşebbüs, nitelikli kasten yaralama, kasten yaralama, nitelikli yağma, deniz, demiryolu veya havayolu ulaşım araçlarını kaçırma veya alıkoyma, nitelikli mala zarar verme, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve eziyet suçlarını azmettirme suçlarından dolayı her bir mağdur için ayrı ayrı, toplamda binlerce yıla tekabül eden mahkûmiyet kararıyla cezalandırılmaları talep edildi.

Başlangıç için maruf kimseler olmaları ve operasyonu bizzat yönettiklerine dair kuvvetli deliller bulunması, İsrail medyasına verdikleri beyanatlar, İsrail’in oluşturduğu Turkell Komisyonuna verdikleri ifadelerdeki ikrarlar nedeniyle İsrail ordusunun dört üst düzey komutanı hakkında, İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde (Dosya No: 2012/264 E.) “saldırı emrini vererek bu suçları azmettirdikleri” gerekçesiyle dava açıldı. Davada, İsrail Genelkurmay Başkanı Gavriel Ashkenazi, Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Marom, Hava Kuvvetleri İstihbarat Sorumlusu Avishai Levi ve İsrail İstihbarat Başkanı Amos Yadlin firari sanık olarak yargılanmaya başlandı.

Mavi Marmara davasının ilk duruşması 6, 7 ve 9 Kasım 2012 tarihinde görülürken, 21 Şubat 2013, 21 Mayıs 2013 ve 10 Ekim 2013 tarihlerinde yapılan duruşmalarla yargılamaya devam edilmişti. Duruşmalarda ABD, Bahreyn, Belçika, Cezayir, Endonezya, Güney Afrika, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, İtalya, Kanada, Katar, Kuveyt, Lübnan, Makedonya, Pakistan, Türkiye, Ürdün, Yemen, Suriye ve Yunanistan vatandaşı toplam 50 yabancı ve şehit yakınları dahil olmak üzere 195 Türkiyeli mağdurun ifadeleri dinlendi.

Duruşma öncesinde de 25 Mart Salı günü “Mavi Marmara’nın Adalet Arayışı” başlıklı bir uluslararası hukuk paneli gerçekleştirilecek.

İstanbul’un Fatih ilçesindeki Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek panele, yurtdışından aralarında, Kudüs Mescid-i Aksa muhafızı, 48 topraklarındaki İslami Hareket lideri, Gazze filosuna, Mavi Marmara gemisinde katılan Raid Salah’ın da bulunduğu, 22 yabancı uyruklu hukukçu, aktivist, gazeteci ve yazarlar katılacak. Tony Cadman’dan Mireille Fanon’a, Gilles Devers’ten Shabnam Bayet’e, Audrey Bomse’den Gonzalo Boye’ye, Ziyat Patel’den Feroze Bode’ye, Muhammed el Nahhal’dan Nazım Owedia’ya, Selim el Sakka’dan Semir el Medeni’ye, Edip el Rebai’den Şakir Hüseyni’ye kadar birçok düşünür.. İsveçli, İngiliz, Arap, Yunan birçok aktivist o gün orada olacak.. Daha hayırlı bir işiniz yoksa, siz neden orada olmayasınız ki!

Selâm ve dua ile..
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Bir annenin feryadı... Cemaat, çocuğumu benden çaldı!

25 Mart 2014

Başbakan Tayyip Erdoğan, hemen her “miting”inde ve her “televizyon konuşması”nda, üstüne basa basa; “Bunların yurtlarından çocuklarınızı çekip alın, bunların okullarına çocuklarını göndermeyin” diyor ya, bu çağrının ne demek olduğunu, dün, bir defa daha anladım.
“Gülen Cemaati’nin dershaneleri”ne giden, onların “okul”larında okuyan, ya da “onların içinde” bulunan öğrencilerin “ailelerinden koparıldığını” ve hatta “ana-babasına düşman” edildiğini eskiden beri duyuyordum ama; “bu kadar da olmaz” deyip, anlatılanların doğruluğuna ihtimal vermiyordum.
Dün, bir “anne” ile yaptığım telefon görüşmesi, bütün düşüncelerimi netleştirdi ve bir defa daha dedim ki;  “Erdoğan, az bile söylemiş!”
“OĞLUMU KAYBETTİM”
Evet, dün bir “anne” telefon etti... 
“İki gözü, iki çeşme ağlıyor” ve güçlükle konuşup, diyordu ki;
“Ben, oğlumu kaybettim!”
Devam ediyordu;
“9 ay karnımda taşıdığım, besleyip büyüttüğüm ve üniversiteyi okuttuğum oğlumu, maalesef tanıyamaz oldum!.. Çocuğum benden uzaklaştı, çocuğum benden koptu...
Evde bir ana-oğul gibi değil, adeta iki yabancı gibiyiz!..”
“Neden, nasıl, niçin?” diye soracak oldum, hıçkıra hıçkıra dedi ki;
“Oğlum, 2 yıl Cemaat’in içine kaldı... Okulu bitti sayılır... Bir dersi kaldı, Haziran’da sınava girip, mezun olacak... Dolayısıyla, şimdi evde...
Ama, nasıl?..
Neredeyse hiç konuşmuyoruz!..
Ne babasıyla konuşuyor, ne benimle!.. Söz Cemaat’ten açılınca; bizim dediklerimizi o kabul etmiyor, onun dediklerini biz kabul etmiyoruz!..
Televizyonun karşısına geçiyor, sürekli Cemaat televizyonlarını seyrediyor... O zaman biz çileden çıkıyoruz... Çünkü Cemaat televizyonları, felâket tellâlı gibi!.. Türkiye’de hiç iyi bir şey olmuyormuş gibi, sürekli felâket haberi, sürekli hükümeti kötüleme görüntüleri!..
İnsanı hafakanlar basıyor!..
O kızgınlıkla kanal değiştirince, oğlum öfkeyle kalkıyor yerinden, gidiyor kendi odasına, o kanalları internetten takip ediyor!..
Sırf, evin içinde bir arada olalım ve çocuğumla iletişim kurabilelim diye, Fetullah Gülen’in vaazlarını dinlemeye bile tahammül etmeye çalışıyorum...
Ama, mümkünatı yok!..
Tahammül edemiyorum adamın konuşmalarına... Hele oğlumu elimden almalarından sonra hiç tahammül edemiyorum... Son derece itici ve agresif geliyor!..
Oğlum ise;
Onlara, hâşa tapıyor!
Ekranın içine girecekmiş gibi, çok yakından dikkatle dinliyor.”
DAHA ÖNCE BÖYLE DEĞİLDİ!
Kadıncağız, hıçkıra hıçkıra ağlayarak anlatıyor yaşadıklarını ama ben ne yapabilirim ki?.. “Allah size sabır, çocuğunuza da akıl-fikir versin” diye dua etmekten başka ne yapabilirim ki?..
Bir “çıkış yolu” arıyor kadıncağız... Çocuğu ile “iletişim” kurabilmek için bir “tavsiye” istiyor, bir “yol gösterici” arıyor... “Samimi olduğu bir arkadaşı veya sözüne itibar edeceği bir büyüğü ile konuşturun” diyorum, ama nerde?..
“Kimleri araya sokmadım ki” diyor; “Arkadaşları geldi, büyükler geldi ama gözünün önündeki perdeyi kıramadılar!”
Gelip, konuşmaya çalışan herkes; “Senin çocuğun tamamen gitmiş!” demişler!..
“Benim çocuğum iki yıl öncesine kadar böyle içine kapanık, böyle agresif değildi... Ne zaman ki onların arasına girdi; ana nedir, baba nedir tanımamaya başladı!..
O hale geldi ki;
Anası olarak beni gördü mü, düşman görmüş gibi kaçıyor, iki lâf ettiğimde hemen odasına kapanıyor!..
Ne yapayım ben?..
Oğlumla iletişim kurabilmek için ne yapayım?.. Söyleyin Allah aşkına, çocuğumu elimde tutabilmek için ne yapayım?..”
DUYUN BU FERYADI!
Sahi, ne yapsın bu kadın?..
“Çocuğunu yeniden kazanabilmek ve ona yeniden sarılabilmek için ne yapsın?..
Ne yapsın da, çocuğunu Cemaat’in büyüsünden kurtarsın?”
Çünkü, “Sadece ben değilim” diyor; “Çevremde, çocuğundan koparılmış birçok aile var!.. Hepsi perişan, hepsinin gözü yaşlı!”
Dedim ki;
“Elimden bir şey gelmez... Ama bu olayı yazarım... Çocuklarını kaybedip de yeniden kazanan aileler varsa, beni ararlar ve ben de nasıl bir yol izlediklerini yazarım...”
Bu yazıyı yazdım ki;
Hem “gözü yaşlı bir ananın feryadı”nı duyun, hem de bir “yol-yöntem” gösterin!..
Ki, başka çocuklar kaybolmasın, başka analar ağlamasın!..
BU, NASIL CEMAATTİR?
Bu, nasıl bir “Cemaat”tir bu, nasıl bir “dini anlayış”tır ki, “çengel atmadıkları” genç kalmamış!..
Şu hale bakın;
“Dindar bir nesil, altın bir nesil yetiştirme” iddiası ile yola çıkıp, “gençleri ana-babalarından koparıyorlar”, bunun da ötesinde “ana-babaya asi, düşman” yapıyorlar!..

İşin komik tarafı;
Bu çalışmalarını da; “Hak ile Batıl”ın, “din ile din düşmanlarının savaşı” gibi göstermeye çalışıyorlar ki; bunun ne “din”de yeri var, ne “insanlık”ta!..
Bu, nasıl “din savaşı”dır ki; bir yandan Başbakan Tayyip Erdoğan’ı “din düşmanı” gibi göstermeye çalışıyorlar ama kendileri, “Cemaat yurtları”nda yemedikleri “halt” bırakmıyorlar...
Evlerde ve yurtlarda kalan öğrenciler isyan ediyorlar;
“Evlerde ve yurtlarda sürekli Fetullah Gülen’in kitapları okutuluyor... 
Kur’an-ı Kerim okumak isteyen öğrenciler azarlanıyor ve Kur’an-ı Kerim’ler ellerinden alınıyor... Yılbaşı gecelerinde müzikli eğlenceler düzenleniyor!.. Son günlerde, Erdoğan’ı indirme vaktinin geldiği propagandası yapılıyor!”
Bütün bunlara ilâveten bir cümle de ben ekleyeyim:
Hani, “Cemaat’in Twitter militanları” var ya, merak ediyorum; kaçı “kıble”ye yönelmiş, kaçı “namaz”a durmuş, kaçı “secde”ye kapanmıştır acaba?..
“5 vakit namaz”dan vazgeçtim, acaba “Cuma namazı” ve hatta “bayram namazı” kılan kaç “Abi” vardır aralarında?..
Bir yandan “din”den bahsedeceksin,  bir yandan “Kur’an-ı Kerim okumayı yasaklayacak” ve “namaz” bile kılmayacaksın, öyle mi?.. Sonra da, “AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ı din düşmanlığı” ile suçlayacaksın!..
Bu işler, bu kadar basit mi?..
İnsan, Allah’tan korkar!..
POLİS OKULLARI VE EVLER!
Son günlerde “neler yaptıklarından” haberimiz olmadığını düşünmesinler...
“Polis okulları”nda “beyin yıkama programları”nı hızlandırdıklarından, hafta sonu dışarı çıkan “polis adayları”“ev”lerde ağırlayıp, sabahtan-akşama kadar “AK Parti’yi karalama propagandaları” yaptıklarından haberimiz var!.. Polis adayı öğrencilere; “Oyunuzu memleketinizde kullanma mecburiyetiniz varsa, mutlaka gidin” dediklerini de biliyoruz... “Arnavutköy”deki Polis Okulu’ndaki öğrencilerin yüzde 99’unun “Cemaat’in adamı” olduğunu, “imam”larının da “iki yıldızlı bir komiser” olduğunu, çok iyi biliyoruz...
“Cemaat mensupları”nın her il ve ilçede “seçim anketi” yaptıklarından ve “her gencin ailesini ikna etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmalarını” istediklerinden; “Gerekirse BDP’ye oy verin ama AK Parti’ye vermeyin” dediklerinden de haberimiz var!.. Aynı faaliyetleri “ordu içinde” yaptıklarını da çok çok iyi biliyoruz...
ANNESİNE BUNU YAPARSA!
Bilmediğimiz, daha doğrusu anlamakta zorlandığımız tek şey; karşımızdaki yapı; “dini bir cemaat” midir yoksa “illegal bir örgüt” müdür, onu anlayamadık!..
Başbakan Tayyip Erdoğan; “Bunların evlerinden yurtlarından, dershane ve okullarından çocuklarınızı çekip alın” diyor ya, az bile söylüyor!..
Zira, bunların elindeki çocuklar; ileride “ana-babalarına isyankâr” olacak, ana-babalarını “düşman” olarak görecek!..
Söyleyin Allah aşkına;
Ana-babasına “isyan” eden, “düşman” olan bir çocuk, bir gün “Türkiye’ye de düşman” olmaz mı?..
“Olmaz” diyenler, dünkü “Cemaat gazeteleri”ne bir baksınlar... “Uyarılara rağmen sınırımızı ihlal ettiği için” vurulan “Suriye savaş uçağı”nı bile bir “seçim oyunu” olarak gösteren “Cemaat medyası”na, hiç “vatansever” gözüyle bakabilir misiniz?..
Ama ben;
Kime lâf söylüyorum ki;
Ana-babasını “sevmeyen” ve onlara “düşman” olan bir çocuk, hiç ülkesini sevebilir mi?..
Başka sözüm yok!..
******************************************************************
Ancak okumakla bu kadar cahil olunur!
O kadar “şapşallaştılar”, o kadar “kafayı yediler” ki; “CHP’nin İzmir mitingi” ile “AK Parti’nin İzmir mitingi”ni “kıyaslamak” gibi bir “ebleh”liğe bile imza atmışlar... Neymiş, “CHP mitingi, AK Parti mitinginin 3-4 katı”ymış!.. Herhalde denizi de “moloz”la değil, “insan”la doldurdular!.. Anlaşıldı; bunlarda, “İzmir’i de kaybetme” korkusu başladı...
Ne ilginç değil mi; “CHP’nin İzmir mitingi”ni manşetten gören “Paralel Medya ve onların kuyruğuna takılan kartel medyası” AK Parti’nin “3 milyonluk İstanbul mitingini” hiç görmedi... “Gazetecilik!.. Bağımsızlık!.. Tarafsızlık” deyip “cart-curt” edenler, ne kadar “yüzsüz ve sahtekâr” olduklarını gösterdiler ya, bu bile bir kazanımdır!
 “Türkiye’nin, Suriye savaş uçağını düşürmesi”nin bir “seçim oyunu” olduğunu iddia eden “ebleh”lere bir çift sözüm var: “Esad denilen zalim, sizin kahraman devlet adamınız değil miydi?.. Ne yani, Esad sizi sattı da, seçimi kazansın diye Erdoğan’la mı anlaştı?..”
Bu kadar “gerzek”lik, bu kadar “ebleh”lik olur mu?.. Derler ki; “Okumak cehaleti giderir, eşeklik baki kalır!” Bunlarınki de, böyle bir şey!.. 
Yener Dönmez / Yeni Akit

CHP’de Tape- Kaset Trajedisi

25 Mart 2014 Salı 09:24

Yener Dönmez / Yeni Akit


Bugünü de saymaz isek seçimlere 4 gün kaldı. Siyasi partiler ellerindeki son kozlarını da kullanıyor. Başbakan Erdoğan meydanlarda şahsı ve partisine yapılan saldırılara cevap verip, iktidarları döneminde gerçekleştirilen hizmetleri ve bundan sonra yapacakları projeleri anlatıyor. Miting alanlarında topladığı büyük kalabalıklarla rekor üstüne rekor kırıyor.
Peki 40 yıldır iktidar yüzü göremeyen Ana Muhalefet CHP ne yapıyor?
Bi defa CHP’yi, CHP’lileri ikiye ayırmak gerekiyor. Çünkü yekvücut bir CHP yok karşımızda.
1- Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki Yeni CHP’liler…
2- Kılıçdaroğlu’nun ince bir stratejiyle zamana yayarak, adım adım partiden uzaklaştırdığı, tasfiye ettiği eski CHP’liler.
Yeni CHP’lilerden başlayalım.
Büyük umutlarla CHP’nin başına geçirilen Kılıçdaroğlu’nun, bu seçim kampanyasında yaptığı en önemli icraat; “tapeler”i  tepe tepe kullanmak oldu. Sıkı sıkıya sarılıp, koca bir yerel seçimi “tape” üzerine bina etti Kılıçdaroğlu. Alın elinden “tape”yi geriye miting meydanlarında okuyacağı ne kalacak merak ediyorum doğrusu? Bu seçim son şansı. Çünkü yapılan son iki seçim (12 Eylül Referandumu ile 12 Haziran Genel Seçimleri) Kılıçdaroğlu’nun hanesine başarısızlık olarak kaydedildi. Bu seçimlerde başarısız olması halinde tepe taklak gidecek.
*
Yeni CHP metropoller dahil pek çok yerde aday bulmakta zorlandı. Yerel seçimler için ciddi hiçbir proje üretemedi. İstanbul’da çaresizlikten aday gösterdikleri Sarıgül “balon” çıktı, ümit vaat etmiyor. Katıldığı TV programlarında Kadir Topbaş’ın hizmetlerini eleştiriyor. Örnek hizmet olarak Hindistan’ın yaptığı 200 küsur km’lik metro hattını gösteriyor. Şanghay’da 20 yılda yapılan 437 kilometrelik metroyu anlatıyor. Ama “Biz CHP olarak şu kadar metro yaptık, bu kadar da yapacağız” diyemiyor. Daha önce yolsuzluk ve ihaleye fesat karıştırmaktan ihraç edilen bir isim olarak kendi partisinin tabanına dahi güven vermiyor. Doğan medyası parlatmak için çırpınıyor ama; ne yapsınlar rahmetli Erbakan Hoca’nın ifadesiyle eldeki malzeme maşatlık…
Doğan medyası demişken grubun amiral gemisi Hürriyet hafta sonunda sayfalarını İstanbul eski Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen’e açmış.
Eski defterleri karıştırıp çöplükten “sinerji” üretmeye gayret etmişler amma…
Keşke açmasalardı o sayfaları…
CHP’ye destek atalım derken komik duruma düşmüşler…
Sözen İSKİ skandalına, “kumpas” demiş. “Metroyu ben yaptım” diye eklemiş. İyi mi?
Sözen’e mikrofon uzatan gazeteci ise, şöyle bir yorum ilave edip Sözen’i aklamayı da ihmal etmemiş: “Nurettin Sözen deyince aklınıza ne geliyor? Elbette ‘İSKİ’ birinciliği kimseye kaptırmıyor. İstanbul’un susuzluğu ve büyük çöp sorunu diyenler de oluyor. Bunları, ‘Sosyal demokrat son belediye başkanı…’ takip ediyor. Benim de aklıma nedense sadece ‘Kent Orkestrası’ geliyor. Belki de Kızılordu’yu canlı canlı ilk orada dinlediğim içindir kim bilir. Bugün çok tartışılan Taksim Meydanı’na sıralanır, siz yürürken müthiş bir müzikle eşlik ederlerdi. Tabii o zaman Taksim de başkaydı, Türkiye de… AKM vardı, Taksim Sahnesi vardı, Emek sineması vardı.”
Görüyorsunuz değil mi?
CHP’li siyasetçinin de, gazetecinin de aklının-fikrinin nerde olduğunu?
Ne kadar da açlık, yoksulluk ve sefalet içerisinde kıvranan Fransız halkına “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” diyen  kraliçe Marie Antoinette’ye benziyorlar.
*
Eski ya da yeni fark etmiyor…
CHP’de değişen bir şey yok.
Yenisi tüm ümidini medyaya, ankete, “tape”ye bağlamış.
Başkentte arada bir yolumuzun kesiştiği eski CHP’liler ise “tape” kâbusu yaşıyor.
Benim de “tapem” çıkar mı korkusu bu…
Yani CHP’de imkânlar imkânsız, çareler çaresiz.
Belki 30 Mart sonrası yeni bir heyecan başlar.
Fakat bu da tapeli, kasetli, “Eski-Yeni Trajedisi”nden öteye geçmez.
Ayhan Demir / Yeni Akit

Cemaat ve CHP işbirliği

25 Mart 2014
Ayhan Demir / Yeni Akit



Cemaat ile CHP arasındaki işbirliği, aslında birkaç yıl öncesine dayanıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 25-26 Nisan 2012 tarihlerinde gerçekleştirdiği, Bosna seyahati bu işbirliğini ortaya seren örneklerden bir tanesi.
CHP’nin Bosna  seyahatini organize eden ilahiyatçı Muhammet Çakmak idi. Hali hazırda CHP Bağcılar Belediye Başkanı Adayı olan Çakmak, Parti Meclisi eski üyesi ve eski grup danışmanı. Çakmak, Gülen için “kimsenin görmezden gelemeyeceği bilge bir adam” ve Cemaat için de ‘gönül ordusu’ güzellemesini yapacak kadar, bu yapılanmaya ilgi duyan bir isim.
Kılıçdaroğlu ve CHP heyetinin Bosna seyahati esnasındaki tüm hizmetleri Cemaate bağlı Fidan Tour isimli turizm firması sağladı.
CHP heyeti, Saraybosna Havaalanı’nda, Cemaate bağlı Bosna Sema Eğitim Kurumları’nda eğitim gören Türk çocukları tarafından karşılatıldı.
Kılıçdaroğlu’na, Boşnak kökenli CHP İl Genel Meclisi Üyesi Refik Akova da eşlik ediyordu. Ne yalan söyleyelim Kılıçdaroğlu’na Bosna’yı gezmek için, Akova’dan daha iyi bir rehber düşünülemezdi. Ancak böyle olmadı. Cemaatin Bosna’daki yayın organı haftalık Novo Vrijeme (Yeni Zaman) gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Orhan Hacagiç, her adımda, Kılıçdaroğlu’nun yanında yer aldı.
Bosna Hersek Diyanet İşleri Başkanvekili Hafız İsmet Spahiç ile görüşürken, Tetka Zilha Aşevi’ni ziyaret ederken, Başçarşı’da dolaşılırken, rahmetli Aliya’nın mezarında dua ederken, Hacagiç de Kılıçdaroğlu’nun yanındaydı.
Aslına bakılırsa Cemaat, Zaman Ankara temsilcisi Mustafa Ünal ve Bugün yazarı Adem Yavuz Arslan üzerinden de, bu seyahati ilgiyle takip etmiş, haber, röportaj ve köşe yazıları ile desteklemişti.
Dolayısıyla, Cemaat ile CHP arasındaki yol arkadaşlığının pek de yeni olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Gelelim Cemaatin, Bosna siyasetine sızma girişimlerine…
Kılıçdaroğlu’nun, Cemaatin üst düzey temsilcileri ile yaptığı bir görüşmede, Dışişleri Bakanı ve Sosyal Demokrat Parti-SDP Genel Başkanı Zlatko Lagumciya ile iletişime geçilmesini önermişti. Kılıçdaroğlu’nun önerisini dikkate alan Cemaatin üst düzey temsilcileri, Lagumciya ile görüşmek üzere, Bosna’ya geldiler.
Cemaate bağlı Burch Üniversitesi’nde, SDP lideri Zlatko Lagumciya ve oğlu Salko’nun da  davet edildiği, bir akşam yemeği verildi. Cemaat mensuplarının, Zaltko ve Salko Lagumciya’nın ‘ne kadar iyi ve büyük Müslümanlar olduğunu’ işaret eden, övgü dolu cümleleri bu yemeğe katılan herkesi şaşkına çevirmişti.
Cemaatin irtibatta olduğu bir diğer Bosnalı siyasetçi ise, Cumhurbaşkanlığı Konseyi Hırvat Üyesi Zelyko Komşiç’tir. Daha önce yeni bir siyasi parti kurmayı düşünen Cemaat, Komşiç’in SDP’den ayrılmasıyla, bu fikirden vazgeçti. Komşiç’in Demokrat Cephe’sini (Demokratska Fronta) destekleme kararı aldı.
Bir Hırvat’a verilen desteğin tepki çekmesinden endişelenen Cemaat, Komşiç’i bir Boşnak partisiyle ittifaka hazırlıyor. Daha İyi Bir Gelecek İçin İşbirliği Partisi-SBB lideri Fahrudin Radonçiç, bu iş için biçilmiş kaftan. Cemaat ile Fahrudin Radonçiç arasındaki iletişimin, ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi olan Dnevni Avaz’ın sahibi ve sıkı destekçileri olan, -eski- eşi Azra hanım üzerinden sağladığı iddia ediliyor.
Fahrudin Radonçiç, Şubat ayında yaşanan şiddet olaylarının baş sorumlu kabul edilerek, parlamento tarafından Güvenlik Bakanlığı’ndan alındı. Bu gelişme, şimdilik, oyunu bozdu. Fakat parlamentoya sunulan önergeye sadece Hırvatların karşı çıkması, oldukça dikkat çekiciydi.
Cemaatin, resmi anlamda, irtibat kuramadığı tek siyasi oluşum, rahmetli Aliya İzetbegoviç’in, Demokratik Eylem Partisi-SDA’dır.
Cemaat önce, şu an Romanya ülke abisi olan, Bosna eski ülke abisi Fatih Gürsoy ve Burch Üniversitesi eski Rektörü Hüseyin Padem üzerinden, Cumhurbaşkanlığı Konseyi Boşnak Üyesi Bakir İzetbegoviç ile iletişime geçmeyi denedi. Ardından, yeni ülke abisi Mehmet Mutlu ve Fidan Tour Genel Müdürü Ali Dokumacı ile yeni bir deneme yapıldı. Ancak her ikisi de başarısızlıkla neticelendi.
Fidan Tour, Bosna Hersek Bakanlar Kurulu eski Başkan Yardımcısı Sadık Ahmetoviç ve Federal Parlamento Saraybosna Milletvekili Denis Zvizdiç’i Türkiye seyahatine götürüldüler. Fakat buradan da bir netice elde edemediler.
Cemaat, Bosnalı Sırplar ile de yakından ilgileniyor. Türkiye’den Bosna’ya giden Cemaatin üst düzey yetkilileri, ağırlıklı olarak Sırpların yaşadığı Biyelyina ve Banya Luka’ya gittiler. Sırp Cumhuriyeti Emniyeti’ne bağlı müfettişler ile görüştüler. Yine ağırlıklı olarak Sırpların yaşadığı Foça’daki Ortodoks İlahiyat Fakültesi’ni ve Belgrad’daki Ortodoks İlahiyat Fakültesi’ni ziyaret ettiler. Bu görüşmelerin ardından, Fidan Tour aracılığıyla, birçok Sırp Türkiye’de gezdirildi.
Tüm bu görüşmeler, şu an sadece dil kursları seviyesinde bulunan, Sırbistan’daki yapılanmaları için yol açma çalışmalarının bir parçası. Benzer yapılanmalar, Makedonya başta olmak üzere, birçok Balkan ülkesi için de geçerli.
Ali İlbey

“Sıkışınca yabancıya sığınmanın” adıdır vatan hainliği.

 

 

Haindir zevk alan Amerika’ya hizmetten veya vatan hainliğinin târifi

 
18 Mart 2014
Ali İlbey

Yazı başlığının ilk cümlesi, Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’nde geçen “Köpektir zevk alan, sayyad-ı bîinsafa hizmetten” (Köpektir, insafsız avcıya, yâni düşmana hizmet etmekten zevk alan) mısraından yaptığımız bir uyarlamadır.
Küffara, yâni Batılı devletlere Türkiye aleyhinde siyasî, fikrî, edebî, iktisadî ve askerî cihetten zemin hazırlayanlara, yataklık ve ajanlık edenlere, vatanın ve milletin varlığını zayıflatanlara vatan haini denir.
Vatana ihânet, vatan hainliği ya da hıyânet-i vataniye, meşrûiyetini milletten alan devlet veya hükümeti devirmeye, düşmanlarla içeride ve dışarıda işbirliği etmeye, vatan savunmasında savaştan ve askerlikten kaçmaya yönelik eylemleri hâvî suç türüdür.
VATAN HAİNLİĞİNİN EN TEMEL TÂRİFİ DÜŞMANLA İŞ BİRLİĞİ YAPMAKTIR
Vatana ihânetin en temel târifi, İslâmî zihniyete sahip ve meşrûiyetini Müslümanca hayat isteyen ve yaşayan toplumun hâkimiyetinden ve reyinden alan devlet ve hükümete karşı türlü yollarla muhalefet etmek, anarşi çıkarmak, gücünü zayıflatmak ve bu eylemlerinde düşman devletlerle işbirliği içinde olmaktır.
VATAN HAİNLİĞİ TÜRLÜ TÜRLÜDÜR
Vatan fikrini, yâni millî (İslâmî mânasına gelen) endişeyi, grup varlığının veya ideolojik ve siyasî gayesinin gerisinde tutanlar türlü türlüdür. Türkiye'nin zararını kendi grup, dernek, vâkıf, cemaat, siyasî parti ve ticarî kuruluş emellerine kâr görenler haindirler.
Elbet bir gün hilâfetin sahibi ve İslâmî meşrûiyetin geçerli olacağı bir devlet olma istikâmetine dönecek olmasını ümit ettiğimiz Türkiye’nin tarihî düşmanları olan Hıristiyan Batı’yla “diyalog” müdafiliği adı altında istihbarî görev yapanların pozisyonu vatan hainliği çizgisine gelmiş bulunmaktadır.
Fikirleri itibariyle başlangıçta vatan hainliği gibi emelleri olmayanlar bir müddet sonra indî varlıklarını koruyabilmek için Amerika ve İsrail gibi sömürgeci ve küfür birliğiyle iş tutmakta beis görmediklerini ve “Medeniyetler ittifakı” adı altında küfür birliğinin Türkiye’de ve İslâm âlemindeki yıkıcı faaliyetlerine desteklerini aşikâr etmişlerdir. Ayrıca PKK ve yandaşları olan siyasî parti ve dernekler, Türkiye’yi parçalamak gayesiyle düşman devletlerle işbirliği içinde olduklarından hainlik sıfatını haizdirler.
“Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır” (Mâide: 51) âyeti ışığında vatan hainlerinin, yâni Türkiye’nin iç ve dış düşmanları lehine çalışanların özelliklerini ve statülerini tesbit etmek mümkündür.
DÜŞMAN NÂMINA KARGAŞA ÇIKARMAK VE MUHBİRLİK YAPMAK HAİNLİKTİR
Türkiye’de kargaşa çıkarmayı, darbe yaptırıp siyasî ve iktisadî varlığın çökmesini plânlayan düşmanla ve içerideki işbirlikçileriyle bir olmak, düşmanın nâmına çalışmak, yayın yoluyla muhbirlik yapmak ve benzeri her türlü faaliyet hainlik vasfını haizdir. Amerika’yı, yâni küffarı dost gösterenler, âlet olanlar, onun kötü emellerinden söz etmeyenler hainlik libasını giymiş olanlardır.
KİM DİNÎ EĞİTİM GAYESİYLE DE OLSA AMERİKA’DA VATANINA BİGÂNE KALABİLİYORSA HAİNDİR
Kim dinî eğitim gayesiyle de olsa küffar diyarında kalmayı yeğleyip, kendi indî varlığını milletinin ve vatanının menfaatinden üstün tutup önceliyorsa onun din ü vatan kaygısının olmadığı anlaşılır.
Kim, Bediüzzaman Hazretlerinin “Memleket dahi bir hânedir ve
vatan dahi bir millî ailenin hânesidir. Madem ben de bu vatanın bir
evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır” sözünü unutup, Türkiye düşmanlarının ülkesinde sözde dine hizmet ettiğini iddia ediyorsa onun millî (İslâmî demek) duyguları hasar görmüştür.
İnsan-ı kâmillerin sözüdür: “Millet ve vatan ruh ve ceset gibidir. Vatansız bir millet olmadığı gibi, milletsiz vatan da harabe bir ev gibidir. Bu hâne içinde büyümüş, ilim ve irfandan nasibini almış vatanperver şuurlu bir insanın hayatı boyunca bu nimete şükretmesi dinî bir borçtur. Onu bir vâlide gibi hakiki ve kusursuz sevmeli ve hizmetinde bulunmalıyız.”
Kendi menfaatlerini, vatanın ve milletin menfaatine tercih eden bir kimse vatan ve milletine ihânet etmiş sayılır. Efendimiz (s.a.v.) vatanını pek ziyade severdi. Mekke’den çıkarttıkları gün “Ey Mekke! Vallahi göçe mecbur olmasaydım senden ayrılmazdım” diyerek mübarek gözyaşlarını döktüğünü unutanlar, ecnebi beldelerde Müslüman kimliği taşısa da hainlik sıfatından kurtulamazlar.
TARİHTEN BUGÜNE VATAN HAİNLERİ
Kardeşi Bayezid’i tahttan indirip payitahtı ele geçirmek isteyen, mağlup olmasına rağmen sulha yanaşmayıp iktidar hırsı ile İslâm düşmanlarıyla anlaşıp Rodos şövalyeleriyle kaçarak bir daha vatanına dönemeyecek olan Cem Sultan ilk vatan hainliğinin trajik bir numunesidir. Okuyanlar bilir ki, Cem Sultan pişman olup tövbe ettiği içindir ki hasretini çektiği vatan toprağına cenazesi gelebildi ancak.
YABANCI DEVLET KAPISINA SIĞINAN İLK HAİN MİDHAT PAŞA’DIR
“Osmanlı târihinde yabancı devlet kapısına sığınan ilk Sadrâzam Midhat Paşa’dır.” Kaynaklarda anlatıldığı üzere “Fransız Konsolosluğuna gitmekliğim, târih-i ömrümün bir lekesidir ki, yalnız bana değil, evlâd u a’kâbıma (arkam, ardım olan çocuklarıma) dahi kalacak bir şeyn-ü ar (yüzkarası olmuş namus) olduğunu itiraf ederim.”
VATAN HAİNLİĞİ DEYİNCE JÖNTÜRKLER AKLA GELİR
Vatan hainliği deyince çokça Jöntürkler akla gelir. Hainler, “hürriyet ve istibdat” dolayısıyla vatanı terk ettiklerini söyleseler de çok zaman bu gayelerinin dışına çıkmış, farklı iktidar hırsıyla devlet ve millet düşmanlarıyla işbirliği yaparak ihânet içinde olmuşlardır.                                                                                               
Sultan Abdülazîz ve Abdülhamid Han devirlerinin hainleri ya Fransız’a, ya İngiliz’e sığınırlardı. Bu devletlerin taktik ve destekleriyle Padişaha Avrupa lehinde ıslahat yapmayı dayatırlar, yâni iktidarı terk et mânasına gelen mektuplar gönderirler, gazete ve dergiler çıkararak ajanlığını yaptıkları ülke adına muhbirlik yaparlardı. Türkiye’nin yazgısına bakın ki ülkesinden çıkıp hainliğe soyunanların alayı Avrupa’nın merkezlerinde besleniyor ve ülkesine karşı “demokrasi, hukuk, hürriyet” gibi isteklerle yönlendiriliyordu.                                  
Vatan hainliği bazan Namık Kemal’in yaşadığı geçici olarak ifsad olmuş düşüncelerle de başlar. Ali Süâvî Londra’da çıkardığı Muhbir gazetesinde, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Jön Türkler 1868’de Paris’te Hürriyet gazetesini çıkarmışlardı. Bu gazetelerle Devlet-i Âliye’yi düşman yardım ve teşvikiyle tehdit ediyor, askerî ve sivil bürokrasi eliyle Padişah aleyhinde kışkırtıcılık ve Avrupa lehine istihbarat görevi yapıyorlardı.

Vatanlarını Avrupa’ya şikâyete çıkan Jöntürklerden Ali Şefkatî İtalya’dan karıştırmaya çalışır Devlet-i âliye’yi. Napoli ve Cenevre’de İstikbâl gazetesini çıkartarak gizli yollardan İstanbul’daki hainliğe aday olan Tıbbiye talebelerine gönderiyordu. Bunlar,  bugünkü Kemalist Cumhuriyetin kurucularının zihniyetinde olan, “Bunca zamandır Âl-i Osman hükümran oldu. Biraz da Âl-i Midhat saltanat sürsün! Olmazsa Âl-i Osman, olsun Âl-i Midhat!” diyen hainlerin başı Midhat Paşa’ya hizmet ediyorlardı.
VATAN HAİNLERİNDEN ENÇOK ÇEKEN SULTAN ABDÜLHAMİD HAN’DIR 
Abdülhamid Han’ın eniştesi Damat Mahmut Paşa ve oğlu Prens Sabahaddin, sözde istibdat rejimini bahane ederek, Paris’te kendilerini bekleyen hain Jöntürklerle işbirliği yapan trajik birer vatan hainleridir. Prens Sabahattin hain değil, farklı idare şekli anlayışına (Âdem-i merkeziyet) sahip fikirlerinden dolayı vatanını terk etmiştir, diyenlere ifade edelim ki, farklı düşüncesinden dolayı değil, bu düşüncesini düşman devletlerle işbirliği yaparak gerçekleştirmek istediği için haindir. Aynı devlet ve millet zemininde fikrî ve siyasî muhalif olmak ayrıdır, gayesini düşman bir devletle işbirliği yaparak gerçekleştirmek eylemi ayrıdır.
Vatan hainliğinin bir başka numunesi de Abdülhamid Han’ı Avrupa merkezlerinden sıkıştırmak yoluyla devleti sözde reformlar adı altında yıpratarak iktidarı ele geçirmek isteyen Jöntürklerin elebaşlarından Ahmet Rızâ’dır. Bu hain taifesinin hainliklerini Sultan Abdülhamid Han’dan dinleyelim:
“Bunca okumuş, düşünmüş, kendisini dâvasına vermiş vatan evlâdının cibilliyetsiz çıkacağını kabul edemem. Sâdece aldandılar, derim. Aldandılar ama, cezalarını kendilerinden çok, aldanmayan milyonlarca masum vatan evlâdı çekti! Hem öldüler, hem de vatandan oldular! Kendilerine Jön Türkler denilen kimseler aslında üç-beş kişidir. Bunlar yıllarca Avrupa’da benim aleyhimde çalışmışlar, benim aleyhimde çalışmanın vatanın da aleyhinde çalışmak demek olduğunu düşünmeden yazmışlar, çizmişler, söylemişlerdir. Çıkardıkları gazeteleri gizlice memlekete sokmanın yolunu büyük devletlere arkalarını dayayarak buluyorlardı. İngilizler, Fransızlar, Ruslar, hattâ Almanlar ve Avusturyalılar yâni bütün büyük Avrupa devletleri, menfaatlerini Osmanlı mülkünün parçalanmasında bulmuşlardır.”
Darbe ile “hâl” edildikten sonra devrin Rus ve Alman elçilerinin, kaçması için yardım tekliflerine karşı Sultan Abdülhamid Han’ın sözleri bütün vatan hainlerine ibret olacak sözlerdir: “Etlerimi cımbızla koparacaklarını da bilsem, bir ecnebi devlete ilticayı düşünmem. Vatanımdan kaçmak mûcib-i ardır(namus sebebidir). Hattâ bu, benim gibi otuz üç sene bir devlete padişahlık etmiş bir insanın irtikap edemeyeceği en büyük alçaklıktır” demiştir.
HAİNLİĞİ SÖZDE EDEBİYAT YOLUYLA YAPANLAR
Hainliği sözde edebiyat yoluyla da yapanlar var. Roman yazarak Türkiye’yi, yâni Müslümanları Batı’ya kıyıcı ve adâletsiz olarak gösteren ve hainliğinin karşılığı olarak Nobel ödülü alan Orhanoviç Pamukyan da bir başka hain türüdür. Edebiyat ve düşünce yoluyla hainlik eden taifenin ilk numunesi olarak Tevfik Fikret ve oğlu Hâluk Fikret’i sayabiliriz. Baba Fikret, “Milletim nev’i beşer, vatanım rûy-i zemin, Kitabım sahn-ı tabiat kitabı, din-i hak, bence din-i hayat ” demekle, oğul Fikret ise mühendislik tahsili için gittiği Amerika’da Protestan papaz olmakla millet hüviyetine hainlik etmişlerdir.
Menderes’in Demokrat Parti devrinde “Vatana kazandırılması düşünülerek affedilen” komünist şair Nazım Hikmet, serbest kaldığında ilk işi kaçıp Sovyet Rusya’da, Avrupa’nın sosyalist ülkelerinde yazıları ve radyo konuşmalarıyla ölene kadar Türkiye’ye hainlik etmiş numune hainlerdir ki bu ülkede onun vatan hainliğini şiar edinenler çoktur.
KEMALİST DİKTANIN VATAN HAİNLİĞİ KAVRAMI İSLÂM KARŞITLIĞI ÜZERİNEDİR
Kemalist Cumhuriyetin, yâni resmî ideolojinin muhalifi olanların hain ilân edildikleri malûm. Meselâ; İskilip Âtıf Hoca, Said Nursi Hz.leri Kemalist rejime karşı İslâmca fikirleriyle açıktan muhalif oldukları için hain ilân edilmiştir. Oysa bu âlim ve fâzıl insanlar hain değildirler. Hainliğin şartlarını ve muhtevasını kendi devrimci ideolojileriyle çatışıp çatışmadığına bakarak belirleyen Kemalist sistemin sahibinin, “Nutuk” ta Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, A. Fuat Cebesoy gibi paşaları vatan hainliği ile suçlaması tamamen indî ve ideolojiktir, Dahası bu paşalar tavır ve düşünceleriyle tek adam otokrasisine dayanmayan bir Cumhuriyet taraftarı oldukları için hain sayılmışlardır.

Kemalist devlet, vatana ihânet kavramını “Cumhuriyet rejimini ve rejimin ortaya koyduğu temel yapıyı yıkmak için harekette bulunanların eylemi” şeklinde kanunlaştırmış ve ardından 15 Nisan 1923 tarihinde “Hıyânet-i Vataniye Kanunu” nun vatan hainini târif eden birinci maddesini, İslâmî müesseseleri düşünce ve eylem yoluyla talep edenleri ihtiva edecek şeklinde değiştirmiş ve “Saltanatın ilgasına ve hukuk-u hâkimiyet ve hükmüranîsinin (…) Büyük Millet Meclisi’nin şahsiyet-i mâneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair (…) karar hilâfına (…) muhalefet veya ifsadat veya neşriyatta bulunan hain-i vatan addolunur” ifadesi ilâve edilerek saltanatı geri getirmeye çalışanların vatan haini sayılacakları hükme bağlanmıştır.
VATAN HAİNLİĞİNİN MUHTEVASI KEMALİST REJİME GÖRE HER DARBEDE DEĞİŞTİRİLMİŞTİR
“İslâmcı bir ayaklanma” olarak gösterilen “Şeyh Sait ayaklanması” üzerine 1925’de Hıyânet-i Vataniye Kanunu’na yeni bir ilâve daha yapılır ve “Dini veya mukaddesat-ı diniye’yi siyasî gayelere âlet ittihaz maksadiyle cemiyetler teşkili memnudur (yasaktır). Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar hain-i vatan addolunur” şeklinde ifade edilir. Vatan hainliğinin muhtevası birkaç yıl sonra, hilâfeti ve Kur’ân harflerini talep edenleri ve inkılâplara karşı olanları içine alacak şekilde daha da genişletilerek Kemalist Cumhuriyet rejimine uygun olarak değiştirilir.
Vatan hainliği kavramı, Atatürkçü Cumhuriyetin laikçiliğinde “gevşeme görüldükçe” 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül darbe anayasalarında da “dinin politikaya âlet edilemeyeceği…” ve “Atatürk milliyetçiliğinin tayin ettiği cumhuriyet rejimini yıkmak ve ortadan kaldırmak…” şeklinde yeniden târif edilerek pekiştirilir.
Şüphesiz ki bu târifler, din ü millet ve din ü devlet anlayışına uygun vatan hainliğini ihtiva eden târifler olamaz. Çünkü kendi fikir ve gayesine veya bir oligarşik grubun zorbaca dikte ettiği siteme uygun tariflerdir.
Hülâsa bir ifadeyle, “Sıkışınca yabancıya sığınmanın” adıdır vatan hainliği.
http://www.habervaktim.com/yazar/64165/haindir-zevk-alan-amerikaya-hizmetten-veya-vatan-hainliginin-tarifi.html