HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

14 Şubat 2014 Cuma


İyice zıvanadan çıktılar
Hakan Albayrak
15 Şubat 2014

İşleri güçleri fitne-fesat.
İşleri güçleri hainlik.
Esed ve IŞİD’in taarruzları altında inim inim inleyen Suriyeli kardeşlerimize yardım yetiştirmeye ve Türkiye kapılarına dayanan büyük bir belayı def etmeye çalışan Milli İstihbarat Teşkilatı’na karşı jandarmayı seferber ettiler, adeta işgal ordusu gibi kullandılar jandarmayı, yardım konvoyunu durdurdular, refakatçilerine silah doğrulttular, onların şahsında Türkiye’yi ve Hür Suriye davasını tehdit ettiler.
Üstelik, yardımların El-Kaide’ye gittiği şayiasını yayarak uluslararası sistem ağalarını Türkiye’ye karşı kışkırttılar.
Zaten, gazetelerinde ABD ve diğer Batılı devletlerin Türkiye’de olup bitenlere daha fazla seyirci kalamayacağını yazarak, emperyalist bir müdahaleyi murat ettiklerini açıkça ortaya koyuyorlar.
PKK kadrolarının “Yandaş Apo”ya baş kaldırarak kan-kin-intikam yoluna geri dönmesi için de yanıp tutuşuyorlar.
Öte yandan, “BDP seçimden sonra özerklik ilan edecek” gibi yalan haberlerle kamuoyunu ve devleti galeyana getirmeye çalışıyorlar.
İşleri güçleri fitne-fesat.
İşleri güçleri hainlik.
Faiz oranları ve dolayısıyla enflasyon yükseliyor diye sevinen, ‘Faizleri yükseltmek zorunda kalan hükümet dış politikada da baskılara boyun eğerek küresel politikalara uyum sağlamak zorunda kalacak’ diye zil takıp oynayan, ülkemizin emperyalistlere diz çöktüğünü görmeyi ihtiras derecesinde arzu eden mankurtlar!
“Biz bu ülkenin adamları değiliz” diyorlar lisan-ı hal ile; “Ümmet-i Muhammed’in selametine de metelik vermiyoruz.”
O kadar yabancılaştılar ki kardeşlerine, kendilerini o kadar özdeşleştiriyorlar ki yabancılarla; Ziraat Bankası’nın, Bosna-Hersek’te, “etnik temizlik” mağduru Boşnaklar Sırp idaresi altındaki köylerine ve şehirlerine geri dönebilsinler, orada ev yapıp iş kurabilsinler diye başlattığı sıfır faizle kredi uygulamasını dahî yerden yere vurabiliyor, Türkiye’nin bu “fetih” hareketini şikâyet konusu yapabiliyor, “Sırplardan alınan araziler”e ağıt yakabiliyorlar.
Sırp faşizminden, Boşnak soykırımından yana tavır koyuyorlar hiç utanmadan, arlanmadan.
İşleri güçleri fitne-fesat.
İşleri güçleri hainlik.
Alçaldıkça alçalıyorlar.
Alçaldıkça alçalıyorlar.
Alçaldıkça alçalıyorlar.
Alçalsınlar, kendileri bilir.
Ama mübarek Efendimizin (sallallahu aleyhi vesellem) tertemiz ismini bu kirli işlere alet etmeye çalışmaktan vazgeçsinler lütfen.
Kitleleri “Peygamber Efendimiz rüyamıza girdi, şöyle şöyle talimat buyurdu...” tezgâhıyla şerre sevk etmek ne yaman bir sapıklıktır, aman Allah’ım!
Türkiye’ye ve bütün İslam dünyasına karşı Siyonist “otorite”, küresel emperyalizm, faiz lobisi ve dahî soykırımcı Sırp faşizmi ile omuz omuza veren “paralel devlet” ordusunun başında -hâşâ- sanki Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) varmış gibi bir intiba uyandırma çabası ne korkunç bir çabadır, aman Allah’ım! 
Edeb, Yâ Hû!

http://haber.stargazete.com/yazar/iyice-zivanadan-ciktilar/yazi-843584

Şehzade Mustafa neden katledildi?

 
14 Şubat 2014

Yıl 1553… İstanbul’un fethinin üzerinden 100 yıl geçmiştir… Kanuni’nin son yıllarındayız: Osmanlı en parlak dönemini yaşıyor.
Devletin muktedir kadroları, yenilmez bir ordusu, sapa sağlam bir maliyesi, ülke çapında yoksul bırakmayan bir sosyal yapısı var…

Ama aynı tarihte bir büyük olumsuzluk gelişiyor: Safevi Devleti Anadolu’ya “fitne tohumları” ekiyor: Büyük bir tehlike adım adım yaklaşıyor… Ortalık casus kaynıyor…
Avrupa’yı fethetmeyi düşleyen Osmanlı, Doğu’da barış arıyor, fakat bu mümkün değil: Safevi Şahı, Tahmasb, Çaldıran’ın intikamını alma sevdasında: İlle de babasının (Yavuz) sert yumruğunu, oğluna (Kanuni’ye) iade edecek…

Başka çare kalmayınca, Kanuni, İran üzerine sefer açılmasına karar veriyor. 
Tam da o karışık günlerde, Kanuni’ye, oğlu Şehzâde Mustafa Bey’in “ihanet mektupları”nı getiriyorlar…

Mektuplardan bazıları Şah İsmail’in mirası üzerinde oturan Şah Tahmasb’a, bazıları Diyar-ı Bekir Beylerbeyine hitaben yazılmıştır.

Mustafa Bey, babasının artık kocadığından bahsederek, dedesinin yaptığı gibi yapacağını, yani babasını devirip yerine geçeceğini söylemekte, bunun için iki taraftan da yardım istemektedir.
Bazı tarihçiler tarafından temkinle karşılanan bu mektuplar (Hürrem Sultan’la, Sadrazam Rüstem Paşa ve yardakçıları tarafından uydurulduğu söylenir), Mustafa Bey tarafından müteaddit zamanlarda yazılmıştır, ama içeriği yaklaşık olarak aynıdır…

Kanuni önce inanmıyor: “Oğulcuğum böyle şey yapmaz, babasına komplo kurmaz!..” diye isyan ediyor, ama tümü oğlunun mührüyle mühürlenmiştir…

Üstelik mühürde “Sultan Mustafa” yazmaktadır: Şehzade Mustafa Bey, babasının sağlığında kendi adına “tuğra” çektirmiştir ki, Osmanlı devlet geleneğinde affedilmez bir hatadır, eşine de rastlanmamıştır.

Töreye göre, bu, saltanatını ilân etmesinden, yani adına hutbe okutup para bastırmasından farksızdır.
Tehdit ve tehlike dolu günlerde, devletin bir iç savaşa sürüklenmesi ihtimali, Kanuni’nin tüylerini diken diken ediyor…

Bir yol ayrımındadır artık: “devletle evlât”  arasında sarsıcı bir tercih yapacaktır…
Baba şefkati sebebiyle evlâdını tercih etse, devletini evlâtları arasında bölüştürmek zorunda kalacaktır ki, evlâtlar yine savaşacak, milyonlarca insanın kanı akacak, buna rağmen birkaç yıl içinde ortada devletten eser kalmayacaktır (dünya tarihinde emsalleri var).

Bundan da en büyük ve onarılmaz yarayı “şeriat” alacaktır: Çünkü Osmanlı’nın elinde “İlâ-yı Kelimetullah bayrağı” vardır. O bayrak bir kere yere düşerse, din-diyanet himayesiz kalır…
Üstündeki büyük sorumluluk sebebiyle, Kanuni, devleti tercih ediyor.
O tarihte Amasya Valisi olan Şehzade Mustafa’yı Konya’ya çağırıyor…

Kendisi de 1553 yılı baharında, ordusuyla birlikte Konya Ovası’na gidiyor. Ordugâhını kurup Mustafa Bey’i bekliyor. Geldiğini haber alır almaz da, Otağ-ı Hümâyun’a (büyük padişah çadırı) çağırıyor.

Mustafa Bey, Otağı Hümayun’un kapısında durduruluyor. Padişah emri gereğince kılıcını teslim etmesi, huzura silahsız girmesi isteniyor…

Oysa daha önceki uygulamalarda şehzadeler silahları ile huzura kabul olunurdu. Bir anlık tereddütten sonra, verilen talimata uyuyor. Kılıcını, hançerini veriyor. Kuşkulansa bile artık yapacak bir şey yoktur: Babasının huzuruna silâhsız giriyor.

Kanuni, elini “kerhen” öptürüyor. Yine “kerhen” hâl-hatır soruyor. Öfkeden ve acıdan kararan gözlerini sürekli yerde tutuyor. Sonra da “İstirahat” etmesi için kendi çadırına gönderiyor oğlunu.
Bu, Kanuni’nin, canlı olarak büyük oğlunu son görüşüdür.

Çoktan deliller incelenmiş, soruşturmalar yapılmış, Şeyhülislâm çoktan “idam” fetvasını vermiş, artık sıra “infaz”a gelmiştir.

Yarın Şehzade Mustafa Bey’in infazına ve buna ilişkin tartışmalara bakalım…

Bu seçimde sadece muhtar ve belediye başkanı mı seçeceksiniz?

 
14 Şubat 2014

Bana kalırsa bu seçim bir yerel seçimden çok daha fazla bir anlam ifade ediyor..
Bu seçim Anayasa referandumunun, Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir referandumu olacak mesela..
Bu seçim derin devlet mi, paralel devlet mi, hukuk devleti mi, bu anlamda bir oylama olacak..

Dahası Kürt açılımı, Alevilik açılımı konusunda da bir halk oylaması olacak..
Hükümetin Suriye politikasının, İslam dünyası ile ilgili politikaları açısından da bir oylama olacak..

Bu icraatlara hayır diyenlerin, kendi alternatiflerini, kendi çözümlerini masaya koymaları gerek. Yoksa iktidardan gelen her şeye hayır diyen bir muhalefet ciddiyetine kimseyi inandıramaz..
Bir de bu seçim hangi partinin, hangi seçmenin nerede durduğu, ilkeli davranıp davranmadığı anlamında da bir seçim olacak.. Yani bir turnusol kağıdı gibi bir anlam ve derinlik kazanmış durumda bu seçim..

Daha şimdiden, bana kalırsa muhalefet buharlaştı. İntihar etti, harakiri yaptı.. Kazanmak için değil, iktidarı yıpratmak için oportünizme saptı.. Düşünebiliyor musunuz, “Hocaefendilaik-Kemalist CHP için umut oldu.. Ergenekonun avukatlığını yapanlarla paralel yapının abileri kanka oldular. Siyaset ve sermaye insanları nasıl da değiştiriyor!
İktidarı kasetlerle ve yolsuzluk iddiaları ile vurmaya çalışıyorlar.. Ama her iki konuda da kendileri hiç de temiz değil..

Bir de gerçek yolsuzluk dosyaları ile çıkmadılar ortaya.. Cengiz Aktürk olayı işin iftira boyutunu göstermek açısından ilginç bir örnek.. Halk Bankası olayı ise kaş yapayım derken göz çıkarmaya benzeyen bir olay.. Hem haklı olmak, başkasına haksızlık yapma hakkı vermez ki!

Bu seçimde paralel devletin siyasi tabanını  göremeyeceğiz.. Çünki kendi adlarına bir siyasi oluşum yok.. AK Parti karşısındaki partilerin oy artış toplamını kendi tabanları olarak takdim etmeye çalışacaklardır. Ya da AK Parti’den gidecek oylarla ilgili bir hesap yapacaklardır. Ama bu da yol değil.. Eğer bu anlamda kendilerinde bir güç vehmetseler, seçimleri engellemeye çalışmazlardı..

Bu seçimlerde sadece muhtarları ve belediye başkanları ve belediye meclislerini seçmeyeceğiz.. Herkes milli irade karşısında boyunun ölçüsünü alacak.. Şunun şurasında 45 gün kaldı.. Henüz tabanda siyasi bir heyecan yok.. Adaylar henüz tam olarak belirlenmiş değil.. Herkes AK Parti’yi bekledi. CHP AK Parti’den arta kalanları toplamaya çalışıyor.. Siyasi tartışmalar, iktidar paralel devlet tartışması üzerinden sürdürülüyor..

Paralel yapı zor durumda. Çünki her adımda kendileri ile ilgili yeni bilgiler ve belgeler ortaya çıkarılıyor. Hele bundan sonra işleri daha da zor. Çünki paralel yapılanmaya ilişkin, kadrolarından hiyerarşik yapılarına, uluslararası bağlantılarına kadar birçok bilgi Başbakanlıkta gözden geçiriliyor.. Para hareketleri, bu kişilerin nasıl bu kadrolara geldikleri, yükseltildikleri, Terfilerin ödül ve disiplin notu ile nasıl maniple edildiği. Sınav sorularının kimler tarafından nasıl servis edildiği.. Yargıdaki, cezaevlerindeki hakim, savcı, mübaşir, gardiyanına kadar  sistemin nasıl işletildiği ve bu kişilerin nerede, ne zaman, kimler tarafından nasıl ve hangi maksatla eğitildiği, bu gençlerin ailelerinden nasıl kopartılarak bu yapıya dahil edildikleri, işin esoteric yanı ve dini yanı, hepsi ortaya döküldü..

Valilik ve kaymakamlıklardaki kritik görevlere kimlerin nasıl getirildikleri ve görevdeki alınsa bile yerine geleceğin nasıl belirlendiği vs. her şey biliniyor..

Her iki taraf da geldikleri noktadan kendi iradesi ile geri adım atmayacak.. Sonuçta kaybedecek taraf belli.. Paralel yapı, bundan sonra en az zayiatla bu işin nasıl kurtarılacağı ve bu işin cadı avına dönüşmesinin nasıl önleneceğine ilişkin çalışıyor olsa gerekir.. Bir de işin dış bağlantıları da önemli.. Paralel yapının iflası, bunların uluslararası bağlantıları açısından da ciddi bir sorun.. Bu durumda Ergenekon ve Balyoz gibi yeni bir dava açılabilir.. Ve benzer davalar başka ülkelerde de açılabilir.. Bu işin arkasındaki ülkelerdeki derin yapılarla, görünen hükümet arasında siyasi ve hukuki bir krize dönüşebilir..

Hem dışarının, hem içerinin gözü seçim sonuçlarında.. Ve seçim sonuçları şimdiden belli.. Çünki kaset olayı geri tepiyor. Yolsuzluklar ise inandırıcı ve ciddiyetten uzak bulunuyor. En az zamanlaması açısından gayri ciddi.. Bir de iş telefon dinlemeleri ile ilişkilendirilince, Cemaat denen yapının bu tür ilişkileri, akıllara daha vahim ilişkiler ve bağlantıları getiriyor.. Zaten onun için seçimleri engelleme, sürec, sabote etme, seçim sonuçlarını şaibeli hale getirme ve her şeye rağmen, tüm muhalefeti harekete geçirerek, AK Parti karşısında bir muhalefet koalisyonu oluşturma çabası, aslında bu çaba sahiplerinin derin bağlantılarını, hoşgörü misyonerliğinden ötekilere karşı savaş hattına savrulması ve bu maksat için bütün ilke ve değerleri bir tarafa bırakması akılları karıştırıyor..
Keskin sirke sonunda küpüne zarar veriyor.. Seçmen bu gerçeklerin farkına vardığı için, varolan gerçeği, ham hayallere kurban etmek istemiyor.

Yazının başına dönecek olursak, AK Parti iktidarı dönemindeki kazanımlar orta yerde dururken, bu camia soslu muhalefetin yamalı bohçası, kime, neye hizmet edecek.. Asıl soru bu.. Eldeki bir kuş, daldaki iki kuştan daha değerlidir.. Selâm ve dua ile..
Fatih Uğurlu
 
 
 
 
 
 
 

Fethullah Hoca’nın “Kippa” Giymesini Mi Bekliyorsunuz?

14 Şubat 2014
Mahalli seçimlere artık gün sayıyoruz. Ama dikkat ettiniz mi bilmem, hâlâ seçim havasına giremedik. Pek çok yerde adaylar bile açıklanmadı. Zira ana muhalefet her defasında olduğu üzre partide deprem olmasından korkuyor. Ama korkunun ecele faydası yok, eninde sonunda CHP’de bir 17 Ağustos depremi yaşanacak. Şimdiden o depremin artçı sarsıntılarını hissediyoruz. AK Parti’de ise daha başka bir sancı var. O da partiye bulaşan cemaat virüsü. O virüse bulaşmış olan adayların temizlenmesi için aday seçiminde titizlik yapılıyor. Bu iki partide görülen patinaj yüzünden de seçimlere gittiğimizi hâlâ hissedemedik. Bir de AK Parti ve ona gönül vermiş % 50’lik taban cemaatten yediği vurgunun hüzünlü şaşkınlığını yaşıyor. Şaka mı, bugüne kadar aynı sofraya oturduğunuz, aynı çorbaya kaşık salladığınız, aynı şadırvanda abdest alıp, aynı kıbleye yöneldiğiniz kardeşiniz birden sofradan kaptığı bıçağı sırtınıza saplamak istiyor. Tam bir cinnet hali. Siz de şoklardasınız tabii olarak. Uzunca bir süre sadece nefs-i müdafaa halinde kalıyorsunuz, karşılıkta veremiyorsunuz. Sonunda işin varoluş, yokoluş noktasına geldiğini görünce siz de gereğini yapıyorsunuz. Bu arada bu kardeş kavgasından faydalanıp, mirastan pay kapma telaşına düşen evin başka sakinlerini de görüyoruz. Acaba “nifak tencere de pişer, bize de düşer mi?”

Bakıyorum CHP’nin borazanlığını yapan televizyon ve gazetelerin sayısı bir anda artıvermiş. Önceden Halk TV, Sokak TV, Fox TV, İnter Star ve Aydın Doğan’ın Kanal D ile CNN Türk’ü CHP borazanlığını yaparken buna Samanyolu, Mehtap TV, Bugün TV ve Kanal Türk de katılıvermiş. Üstelik bu işi para-pul filan almadan, meccanen yapıyorlar. Yani Müslümanları vuran kurşunun parası yine Müslümanlardan çıkıyor. Ne diyelim saflığımıza verin. Ev ev toplantılar yapılıp, daha önceki genel başkan Deniz Baykal’ın “Rüşvet aldı, yolsuzluk yaptı, o CHP’li ise biz değiliz” diye partiden attığı Mustafa Sarıgül’e oy istiyorlar. Cemaatin müntesipleri de bu seçimlerde ağır bir sınavdan geçecekler. Akıllarını ve idraklerini Fethullah Gülen eli ile İsrail ve ABD’ye rehin olarak verecekler mi, yoksa “Hocam buraya kadar seninle yolculuğumuz” mu diyecekler.

Şimdi size Fethullah Hoca’nın “otorite” olarak gördüğü ve önünde saygı ile ihtiramla eğildiği İsrail’den bihaber. Mavi Marmara şehitleri ile ilgili olarak sürdürülen tazminat görüşmelerinde aşağı-yukarı sona gelinmiş. Türkiye ile bir an önce barışmayı kendi güvenliği açısından önemli gören İsrail, şehit ailelerine yüklü bir miktarda tazminat vermeyi kabul etmiş, özür de diledi. İş şimdi gelmiş Netanyahu’nun bu antlaşmayı imzalamasına. İsrail basınında yayınlanan haberlere göre Netanyahu bu antlaşmayı şimdilik sümenaltına koymuş. 30 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını bekliyormuş.

Eğer Recep Tayyip Erdoğan riyasetindeki AK Parti’nin oyları düşerse imzalamayacak, başarılı bir sonuç alırsa imzalayacakmış. Aman Allahım bu seçimin ne kadar önemli olduğunu anlıyor musunuz? Cemaatin İsrail adına hareket ettirilen bir kukla olduğunu bundan daha iyi ne anlatabilir? İsrail parlamentosunun Fethullah Hoca’ya “En iyi Yahudi muhibbi” ödülü vermesi ve Hahambaşı ile Ağlama Duvarı önünde “kippa” giyip el ele fotoğraf çektirmesini mi bekliyorsunuz?

Ezcümle AK Parti düşerse Filistin düşecek, Gazze düşecek, Bosna düşecek, Somali, Libya, Sudan, Cezayir, Tunus, Mısır düşecek, Arakan düşecek, Filipinler düşecek, Kıbrıs düşecek. Yani Türkiye hepsini koruyup, kollayan ağabeylik yapan bir şemsiye yani Osmanlı’nın ayak sesleri Türkiye...
İşte bunun için ABD, İsrail ve Avrupa ülkelerinin haçlı saldırılarına maruz kalıyor. Bunun için AK Parti düşmemelidir, burçlarda dalgalanmalıdır. Elbette onun yırtık ve söküklerini dikeceğiz, ama burçlardan hiçbir zaman indirmeyeceğiz.
http://www.habervaktim.com/yazar/63678/fethullah-hocanin-kippa-giymesini-mi-bekliyorsunuz.html

Diyalogcular Neredesiniz?

14 Şubat 2014
'Hiç Müslüman kalmayabilir' başlığı ile bir haber verdi “Habervaktim” sitemiz. Belki de okumuşsunuzdur, ben en çarpıcı birkaç cümle aktarayım oradan. “İnsan Hakları İzleme Örgütü, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Müslüman'ın kalmayabileceğini söyledi.
New York merkezli İnsan Hakları İzleme Örgütü, Orta Afrika Cumhuriyeti'nde Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki çatışmanın ülkeyi büyük bir felakete sürükleyeceğini belirtti. Orta Afrika Cumhuriyeti 'ndeki iç savaş yüzünden tüm Müslüman nüfusun ülkeyi terk etmek zorunda kalabileceği uyarısı yaptı. Yaklaşık 4.5 milyon nüfusa sahip Orta Afrika Cumhuriyeti'nde nüfusun yüzde 15'ini Müslümanlar oluşturuyor.

Hristiyan grupların önceki saldırıların intikamını almak amacıyla 2 Müslümanı linç etmesi üzerine, bölgedeki Afrika Barış Gücü (MISCA) askerlerinin kalabalığa ateş açması sonucu 1 Hristiyan hayatını kaybetti.
MISCA'dan Albay Karangwa Jean Paul, Hristiyan çetelerin Müslüman halka saldırması üzerine ateş açtıklarını doğruladı. Albay Paul, ''Hristiyan çetelerin masum sivilleri katletmesine göz yummayacağız. Burada hem Müslümanları hem de Hristiyanları korumak için bulunuyoruz. İnsanların gözümüzün önünde öldürülmesine izin veremeyiz" dedi.” (http://www.habervaktim.com/haber/360816/hic-musluman-kalmayabilir.html)

Haberi okuyunca üzüntüyle ağzımdan çıkan ilk söz, başlıktaki cümle oldu. Sonra da “İnna lillah…” dedim. İçimiz yanıyor Arakan, Çin, Tibet vs. ülkelerden gelen bu haberlere. Bunlar daha acı oluyor galiba Suriye, Mısır, Irak ve Afganistan’da yaşananlardan. Bütün bunlara yardım edecek ve davalarını dillendirecek büyük ülke Türkiye’nin başına gelenlerden. Çünkü buralarda sorumlular, “biz de Müslümanız” diyen kafir, fasık, münafık gibi “gavur aşıklarından” da olsa yerlidirler. Ya bize emanet sayılan azınlık Müslümanlar? Her felakette “imdat” dercesine gözümüzün içine bakanlar?

Sahi nerde bu diyalogcular? Bugün ortada yoklarsa, bu mazlum Müslümanları Hristiyan zulümlerin kurtarmak için birşeyler yapmayacaklarsa, niçin vardırlar? Hep “dinden taviz vermeye adanmış” bu ahmaklar, neden bir kere de olsun “hak almaya odaklanmazlar”? neden Vatikanın kapısına varıp dayanmazlar? Neden BM’ye girip yeri göğü inletmezler?

Diyalog üstüne bir kitap yazdım, ama kaç yıl oldu henüz bastıramadım. İlgilenenlere alenen duyurulur. Bence bu konuda en çarpıcı söz, Papa II. Poul’un 2000 yıl mesajında söylediğidir: “Birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hristiyanlaştıralım.”

Yani bütün Müslümanlar hedeftedir. Bu mümkün müdür? Bizce değil. Çünkü her Müslüman “La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah” der. Bunun açılımı şöyledir:

Allah birdir. Katında geçerli tek din İslam’dır. Hz. Muhammed O’nun son peygamberidir. Önceki Peygamber Efendilerimizin kendi zamanında getirdikleri hak din İslam ve kitaplar, suhuflar, bugün değiştirilip bozulmuştur. Dolayısıyla ilâhî, semâvî olma özelliklerini yitirmişler, batıl birer din olarak kalmışlardır. Yahudilik ve Hristiyanlık da böyledir. Allah Teala bu yüzden son kitabı Kur’an-ı Kerîm’i göndermiştir. Bu kitap geçmişteki dinlerin temel esaslarını içine almış, yanlışları düzeltmiştir. Bir karmaşaya sebep vermemek için de o din ve kitapları nesh etmiş, yani hükmünü yürürlükten kaldırmıştır. Buna böyle iman etmeyen Müslüman olsa da dinden çıkar, kafir olur.

Bu yüzden bir insanın doğru bir iman ile Allah Teala’yı tanıyıp ona ibadet edebilmesi, rızasını kazanıp cennetine girebilmesi için, son peygamber Hz. Muhammed’e ve Allah Teâlâ’nın katından getirdiği Kur’an-ı Kerîm’e iman etmesi ve içindeki şeriata teslim olması şarttır.

Bu şartı yerine getirmeyenler Müslüman olamazlar. Allah Teâlâ’nın ve Müslümanların katında din açısından sevimsizdirler. Ahirette asla Cennete giremezler. Bu hükme Yahudiler ve Hristiyanlar da dahildir.

Bunu böyle bilip böyle iman etmeyen, kafiri kafir bilmeyen, kafiri Müslüman sayan da imanını kaybederek kafir olur. “Bütün dinleri birleştirmek” veya “bütün dinlere eşit mesafede olmak” inancı sapıklıktır, Müslümanı kafir eder. Müslüman İslam’ı tek hak din bilir ve onun dışındaki bütün batıl dinlere üstün tutar. Onun yeryüzündeki hakimiyeti için çabalar.

Diyalogdan maksat “diğer dinlere iman edenlerle oturup konuşmak, çatışmayı önlemek” ise, İslam bunu zaten yasaklamak şöyle dursun, bilakis teşvik eder. İslam barış dinidir. “Davet” ve “tebliğ” demek, bu dini bütün insanlara anlatmak, öğretmeye çalışmak ve davet etmektir. Bunun metodu da “hikmetle, güzel öğütle, yumuşak dille, nezaket içinde, ikna ederek” yapılmasıdır.(Nahl 125-126; Taha 44.)

Öyleyse, “davet” ve “tebliğ” gibi bizim medeniyetimizin kelimeleri varken, “diyalog” gibi batıl medenin kelimelerine ne gerek vardır?

Şimdi kendi şan ve şöhretleri, maddî ve manevî menfaatleri, yeryüzünde sorunsuz gezip iş yapmaları için Koca Papaya giderek el öpen, gerdan kıranlar, bir kere de mazlum Müslümanları kafir Hristiyanlardan korumak için gitseler olmaz mı?

Bunu sağlamayan diyalog olmaz olsun. Yere batsın o, eğer hep biz taviz vereceksek?

http://www.habervaktim.com/yazar/63664/diyalogcular-neredesiniz.html

Kitabı terk edince!..

Şevki Yılmaz / Yeni Akit
14 Şubat 2014
Ölçülerimizin kaynağı olan ana hayat yasamız Kur’an-ı Kerim ‘ölülerin kitabı’ olunca, Müslümanlar kitapsız, dolayısıyla ölçüsüz kaldılar. Tam bir ölçüsüz fert, ölçüsüz aile, ölçüsüz toplum, ölçüsüz devlet ve ölçüsüz gruplar haline dönüştük. Ölçülerini kendi nefsine ve aklına göre tespit eden dengesiz bir toplum olduk. Kur’an-ı Kerim’e danışmayan, Resulullah (sav) Efendimiz’in hakemliğine başvurmayan, ölçüsünü kaybetmiş bir toplum nasıl kurtuluşa erer ki? Problemlerini nasıl ve neyle çözer ki?

“Allah, her şeyin ama her şeyin ölçüsünü koydu. (Talak S.3)” Ayeti Kerimesini unutan ve terk eden, dalgın ve şaşkın bir toplum haline geldik. Kitaptan uzaklaşınca, önderlerinin emirlerini, kitaplarını ve rüyalarını ölçü kabul eden, içi ve dışı saf ve aldatılmaya müsait zavallı bir topluma dönüştük.
Kardeşlerimiz, gece ve gündüz çalışarak desteklediği iktidarın birkaç yolsuzluk olayını bahane ederek tam yüz yıldır bu ülkeyi soyan Koçum Sermaye hırsızlarının yanına koşmanın ölçüsünü hangi kitaptan alıyorlar? Dinimize savaş açıp, İslam Nizamını yasaklayarak ülkemizi kitapsızlaştıran maddi ve manevi imkanlarımızı hortumlayanları desteklemenin ölçüsü hangi kitaptan alınıyor?

Yıllarca dünya mazlumlarının yanında yer alan milli siyasetin meclis dışı temsilcileri kardeşlerimiz, Suriye’de asrın en büyük katliamını gerçekleştiren zalim ve hain Yezidi Esad rejimini desteklemenin ölçüsünü nerden ve hangi kitaptan alıyorlar? Zalimleri desteklemekle mazlumların saadeti nasıl gerçekleşecek!? Refahyol hükümetini devirenlerin safında yer almanın ölçüsü hangi kitaptan alınıyor?

Bu kardeşlerimiz Merhum Necmeddin Hocama yapılan yolsuzluk iftiralarını ve mahkumiyet kararlarını ne çabuk unuttular? Bosna Savaşında yapılan yolsuzluk iftiralarını ne çabuk unuttular? 56 il başkanının yolsuzluk iftirasıyla cezaevinde haksız yere yatırıldıklarını ne çabuk unuttular? Yolsuzluk iftiralarının en ağır acısını ve faturasını ödeyen ve milli olduğunu söyleyen lider kadronun, başbakan kardeşlerine yapılan aynı saldırılara katılmaları hiç saadet ismine yakışıyor mu? Dış güçlerin yerli işbirlikçilerle beraber başlattıkları Başbakan’a yolsuzluk iddiaları kampanyasına destek ölçüsünü hangi kitaptan alıyorlar?

Başörtüsü zulmünü kaldıran, insan hak ve hürriyetlerin önünü açan, İmam Hatipleri açıp, çoğaltan ve Harp okullarına kadar Kur’an-ı Kerim ve Siyer derslerini koyan bir iktidarı yıkıp, Osmanlı Cihan Devletini yıktırtan Mason partilerin iktidar yolunu açmanın ölçüsünü hangi kitaptan alıyorlar?

Ülkemizi aşırı repo faizlerinden kurtarmaya çalışan, hava, deniz, kara yollarıyla dev hizmetlere damgasını vuran bir iktidara darbe vurarak ülkemizi tekrar açlığa, sefalete mahkum ettirmenin ve yeni işsizler ordusu oluşturmanın fetvasını hangi kitaptan alıyorlar?

Bütün bu ölçüsüzlükten kaynaklanan dengesizlikleri önlemekle görevli iktidarımız da saldırılar karşısında, tarihi bir seçimin arefesinde aday tespitlerinde ölçüsünü kaybetmiş gözüküyor! Yoğun medya bombardımanı altında sarsılan ve şaşıran halkımızı ve teşkilat tabanını sağlam, güvenilir, ehil ve sadık adaylarla moralize edeceğine, kitabımızın; ehliyet, sadakat ve emanet ölçülerinden uzaklaşmaya maalesef devam ediyor.

Bu iktidardaki kardeşlerim; ilim ve maneviyat diyarı bazı il ve ilçelere, tüm uyarılarımıza rağmen sarhoş, beynamaz, mütekebbir, kişiliksiz, yalancı ve yolsuzlukla şaibeli kişileri aday yapma ölçüsünü hangi kitaptan alıyorlar?

Bizler ise kitabımız Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Seniyye’ye uymayan bu tip adaylara oy verme ölçüsünü hangi kitaptan alacağız!!!

Ciğerlerimin derinliklerinden gelen sesle yakarıyor ve uyarıyorum!

Gelin! Vakit erken iken ve imkânımız varken bu yanlışlıkları salı gününe kadar düzeltelim. Her ölçümüzü kitabımızdan alalım!

Bazı cemaatların, milli muhalefet gruplarının ve iktidarın ölçüsüzleşerek dengesizleşmesi vallahi Gayretullah’a dokunuyor! Bu sonun başlangıcı olur diye korkuyorum. Mevsimlerin değişerek tüm dualara rağmen rahmetin gecikmesi bu belaların işareti değil mi?

Allah’ın yardımı kesip rahmet tokatı attığı; Ashab-ı Kiram’ın Uhud’da, Huneyn’de yaşadığı çilelerden ders almayacak mıyız? Ana hayat yasamız kitabımızın ölçülerini terk ederek nefislerini ölçü yapan bir topluma ilahi rahmet asla gelmeyecektir!

İktidarımıza savaş açan kardeşlerim!

Hucurat suresini okuyarak ahlaki ölçüleri uygulayınız. Gittiğiniz yanlış yoldan dönünüz. İktidara hoşgörü, barış ve kardeşlik elinizi uzatarak o güzel devasa hizmetlerin hezimete dönmesini önleyiniz. Cemel olayında Sahabe-i Kiram Efendilerimizi birbirine düşürüp savaştıran münafıkların bugün de bizi birbirimize düşürmeye çalıştığını unutmayalım!

İktidarımızdaki kardeşlerim!

Size uzatılacak bu barış elini tutunuz. Ülkemizin geleceği için PKK terör örgütüyle bile gerçekleşen barışı, yaptıklarından pişman olmaları şartıyla bu kardeşlerimizle de mutlaka yeniden sağlamalıyız.

Moralsiz ve çok üzgün olan tabanımızı yeniden şaha kaldırmak için aday tespitindeki değiştirilemez ve tartışılamaz ilahi ölçülerine dönünüz. “Allah, size görevleri ehliyetli kişilere vermenizi emrediyor.” “Ey İman edenler! Bildiğiniz halde emanetlere ihanet ederek Allah ve Resulüne hainlik yapmayınız” Ayeti Kerimeleriyle, Kalem suresinin ilk on ayetlerindeki aday tespitiyle ilgili ilahi ölçüleri tekrar okuyup, uygulayınız!

Aksi halde ölçüsüz hesap yapanlar, hüsrana uğrarız diye korkuyorum. Allah korusun.

Başarıyı kendimizden ve rüzgârımızdan sanarsak, Sahabenin yediği Huneyn tokadını tekrar yeriz diye korkuyorum. Allah korusun!

“Bu kitap (Kur’an)’ın bir kısmına inanır bir kısmını inkar ederseniz sizden bunu yapanlara dünya hayatında rezillik ve zillet belası verilecektir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine maruz bırakılır. Ve Allah, yaptığınız şeylerden gâfil değildir.” (Bakara S.85) ilahi ihtarının gereği asırlardır, İslam ümmeti olarak kitaptan uzaklaşınca ölçümüzü kaybettik. Dengesizleştik ve sahipsizleştik! Bu sebepten kurtlara ve çakallara yem olmaya devam ediyoruz.

Haydi yeniden hep beraber kitabımızın tamamını ölçü almaya dönelim ki yüzümüz gülsün. Dünya mazlumları sevinsin. Yeryüzü kafir ve zalimlere dar, Müslümanlara ise diyar olsun.

Yaşayarak biliyorum ki, “Doğru konuşanı dokuz köyden kovarlar”! Yine kovsalar da gerçekleri son nefesimize kadar konuşmaya devam inşallah!

Yeter ki Rabb’imiz Allah (c.c) kovmasın.

Rahmetiyle ve nusretiyle korusun inşallah.

İşkence Yöntemlerinin Ayrıntıları Belli Oldu

Suriye'de Esed rejimine bağlı hapishanelerde tutuklulara sistematik bir şekilde yapılan işkencelerin ayrıntıları ortaya çıktı.
İşkence Yöntemlerinin Ayrıntıları Belli Oldu
14 Şubat 2014
Suriye'de Esed rejimi tarafından işlenen savaş suçlarını belgeleyen rapor ve fotoğrafların ardından tutuklulara sistematik bir şekilde yapılan işkencelerin ayrıntıları ortaya çıktı.
Suriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR),  Esed rejimi tarafından tutuklanarak işkenceye maruz kalanlarla yapılan röportajlardan yola çıkarak,işkence yöntemlerine dair bir rapor hazırladı. AA'nın yayınladığı "savaş suçu fotoğraflarında" ortaya çıkan korkunç görüntülerde değişik yollarla yapılan işkenceler, SNHR raporuyla da ayrıca ortaya koyuldu.
Rapora göre işkenceler, "kesici aletlerle ve fiili değişik yollarla yapılan", "iple bağlanarak yapılan" ve "psikolojik yöntemlerle yapılan işkenceler" olmak üzere 3 ana başlıkta inceleniyor. Tutuklular, elektrikli sandalye, ip, zımba, ağaç budama makası ile yapılan fiziki işkencelerin yanında tecavüze, tehdit ve hakarete maruz kalıyor.
Fiziki işkencelerin bir bir yer aldığı raporda, korkunç verilere ulaşılırken, en çok tırnak sökme, deri yüzme, kaburgalarını kırma gibi yöntemler kullanılırken psikolojik işkencede tutuklu, tecavüzle ve ölümle tehdit ediliyor.

Kimyasal madde ile yakılıyorlar
SNHR'nin raporuna göre, Esed rejimine bağlı hapishanelerde tutukluların, tırnakları sökülüyor, metal cımbızla derisinin bazı bölümleri yüzülüyor, falakaya yatırılıyor, parmaklarından bazıları kesiliyor, bıçaklanıyor, vücutları kimyasal madde ya da ateşle yakılıyor, bedenlerinde sigara söndürülüyor.
Raporda, işkencenin ardından tutuklunun üzerine soğuk su dökülmesi, kaburgalarının kırılması, aç ve susuz bırakma, vücutlarına kaynamış su ya da zeytinyağı dökülmesi, ağaç budama makası ile kulağının kesilmesi, kulak ve burunların zımbalanması, vücuduna elektrik verme gibi işkence metotlarının uygulandığına da yer veriliyor.
Makas, zımba gibi aletlerle yapılan fiziki işkenceyle yetinilmeyen Esed rejimine bağlı hapishanelerde, tutuklulara tecavüz ediliyor ya da başkasına tecavüz etmeye zorlanıyorlar.

El ve ayakları çapraz bağlanarak işkence yapılıyor
İple yapılan işkence türlerinde, tutuklu çeşitli şekillerde bağlanarak özellikle omuriliği, el ve ayak bileklerine baskı yapılması ve bu şekilde kemiklerinin acı çekmesi hedefleniyor.
Bir sandalye üzerinde ayakta duran tutuklunun ellerini arkadan, oradan da tavana yüksek bir yere bağlanıyor. Hayalet pozisyonu denilen bu yöntemde tutuklunun ayağının altındaki sandalye çekilerek, o şekilde saatlerce bekletiliyor.

Hayalet pozisyonunun bir başka çeşidi olan uçan hayalet pozisyonunda ise ellerinden bağlanan kişi aynı iple bir ayağından bağlanıyor ve ip yüksek bir yere asılıyor. Bazen 1-2 gün bu şekilde asılı kalıyor ve bu durum ellerinin şişmesine hatta iple tavana bağlı kaldığı için bir zaman sonra bileklerinin kopmasına yol açıyor.

Tekerlek yönteminde, tutuklunun elleri ve ayakları birbirine bağlanarak yuvarlak şekilde olması sağlanıyor. Bir süre böyle bekletildikten sonra tutuklu darbediliyor.
Bir başka işkence yönteminde ise tutuklu iki parçadan oluşan tahta bir mekanizmaya bağlanıyor. Tahtanın parçaları karşıt yönlere çekilerek tutuklunun vücudu geriliyor. Bu durum özellikle omurgasında büyük acıya yol açarken diğer taraftan da sopa ile dövülüyor.

Çapraz bağ yöntemiyle yapılan işkencede tutuklunun elleri ve ayakları çapraz bağlanıyor ve o şekilde duran tutuklu sopa ve dikenli tellerle dövülüyor. Asma yönteminde ise tutuklu elleri arkadan bağlanarak bir yere asılıyor ve darbediliyor.  Ezme adı verilen yöntemde, tutuklunun kafası, hücrenin kapısı ile duvar arasında koyuluyor ve kapı kapatılarak başı eziliyor.

İşkence yöntemleri arasında yerini alan elektrikli sandalye de bir başka yol. Bir de Alman sandalyesi adı verilen yöntem var.  Sırt dayanılan kısmı arkaya gidebilen demir sandalyeye tutuklu sıkıca bağlanıyor ve sadalyenin sırt kısmı geri yatırılarak kişinin diz ve omurgasına baskı yapılıyor.

Ailesine tecavüzle tehdit ediliyorlar
Esed rejimi, tutuklulara fiili işkencenin yanında tehdit ve psikolojik işkenceye de maruz bırakıyor. Tecavüze uğrayan ya da  işkence yapılan ve işkenceden ölen bir başkasını izlemeye zorlanan tutuklular kendilerinin de aynı akıbete uğrayacağı şeklinde tehdit ediliyor. Rejimin adamları bununla da kalmayıp, tutukluları, ailelerine zarar vermekle korkutuyor. Hücrelerde çıplak bırakılan kadın tutuklular gösterildikten sonra tutuklular, "Anneleri, eşleri, kızkardeşlerinin gözaltına alınması, onlara tecavüz veişkence edilmesi" ile tehdit ediliyor.

Esed'e secde etmeye zorlanıyorlar
Hakarete maruz kalan tutukluların dinlerine, inançlarına ve ailelerine küfür ediliyor. Dinine hakaret edilen tutuklular, Esed'in fotoğrafına secde etmeye zorlanıyor.

Normal şartlarda hapishanelerde mahkumların hakkı olan tuvalete çıkma, banyo yapma, bahçeye çıkma, tedavi gibi doğal haklardan mahrum bırakılıyorlar. Koğuş ya da hücrelere kapasitesinden çok fazla insan konuluyor. Raporda, Halep Hava İstihbarat birimindeki hücrelerde 15 metrekarelik alanda 45 kişinin tutulduğu ifade ediliyor. Hapishaneler, havasız yeraltı zindanlarına kapatma, kadın ve erkeklerin aynı hücrelerde tutulması gibi yasadışı uygalamalara da sahne oluyor.

Tutuklular, işkence nedeniyle ölen ya da ölmek üzere olan biriyle aynı hücreye konularak korku ve yıldırma politikası izleniyor. Rapora göre tüm bu işkence yöntemleriyle tutukluya işlemediği bir suç kabul ettirilmeye çalışılıyor.Suriye'de Esed rejimine bağlı hapishanelerde tutuklulara sistematik bir şekilde yapılan işkencelerin ayrıntıları ortaya çıktı

Esed ordusunda görevli "Sezar" kod adlı bir askeri polis tarafından ülke dışına çıkarılan ve sistematikişkence ile öldürüldükleri ispatlanan 11 bin kişiye ait 55 bin fotoğrafa dair hazırlanan "savaş suçu belgeleri"ne ilişkin rapor ve görüntüleri yayınlamıştı. Ayrıca Suriye'de, rejime bağlı güçler tarafından işkence ile öldürüldükten sonra nehre atılan sivillere ait yeni fotoğraf ve görüntülerin tamamına ulaşmış, ancak bunların çoğunun "yayınlanamayacak durumda" olması nedeniyle iki kare fotoğraf ve çok kısa bir görüntü yayınlama kararı alındığını açıklamıştı.
AA

Cemaat Özür Dilemeli

Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler'in Samanyolu TV'nin dizi Şefkat Tepe dizisiyle ilgili eleştirileri bugün de sürdürdü. İşler, dizide Hz. Peygamber'in reklam konusu yapılmasını sert dille eleştirdi.
Cemaat Özür Dilemeli
14 Şubat 2014
Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, konuyla ilgili olarak A Haber'in sorularını yanıtladı. Cemaatin özür dilemesiyle ilgili olarak İşler, sadece 76 milyonluk Türk milletinden özrü dilemek yetmez, tüm İslam aleminden bu yapılan saygısızlıktan dolayı özür dilenmesi kanaatindeyim, dedi.
İşte Başbakan Yardımcısı İşler'in konuyla ilgili açıklaması: 
CEMAAT KEŞKE PARTİ KURSA
"Bazı önde gelen şahıslar, cemaatin parti kurmayacağını belirtiyor. Cemaati iyi bilen bazı yazarlarımız da kesinlikle 30 marttan sonra bir parti kurulma girişimi yapılacağı yönümde açıklamaları yazıları oldu. Benim kanaatim keşke parti kursalar. Cemaat cemaat olmaktan çıktı. Son zamanlarda, özellikle dershane olaylarından sonra tamamen bir siyasi parti gibi davranıyor, bir güç odağı gibi davranıyor. O zaman siz siyaset yapacaksanız, bunu bir cemaat şemsiyesi altında, hizmet hareketi adlında değil de bir siyasi parti ismi adı altında gelin yapın. Benim şahsi kanaatim onların bir parti kurmaya cesaret edemeyecekleri yönünde. Bir takım diğer partiler ile dirsek temasında bulunarak siyasi emellerini gerçekleştirme gayreti içinde olacakların düşünüyorum"
"CEMAAT AKIL TUTULMASI YAŞIYOR"
"Dershane olayı , ardından 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarına baktığımız zaman ben hep şunu söyledim, bazıları yanlış yaptılar, özellikle de cemaate mensup arkadaşlar çok ciddi yanlışlar yaptılar. Bu sadece ak partiyi bitirme hükümete yapılan bir operasyon değil aynı zamanda cemaate karşı yapılan bir operasyon demiştim. Bundan 3-4 ay önce söylediklerimde ne kadar haklı olduğumu bugün gelinen noktada görüyoruz. Cemaat bir akıl tutulması yaşıyor ve sergilediği tavır bunun bir göstergesi demiştim. Dört ay önceki Türkiye kamuoyundaki cemaat algısı ile bu günkü cemaat algısı arasında dünya kadar fark var. Maalesef kaybeden taraf olmuştur."
CEMAAT ÖZÜR DİLEMELİ
"Üzülerek belirtmek isterim ki; bu cemaate hizmet eden 10 binlerce saygı duyduğumuz insan var. Onlar bugüne kadar ülkenin ve dünyanın dört bir yanında bu eğitim hareketini yürüttüler. Ama şimdi onların bu güzel imajının arkasına sığınıp da bu kirli oyunlara kalkışmak, devlet içerisinde bir yapı kurmak, hükümeti tehdit etmek, başka insanları partileri tehdit etmek, şantajlara başvurmak… Bugün artık kamuoyunda şöyle bir algı var; bütün bu yaşanan olayların arkasında bu yapının olduğu kanaati yaygınlaştı. Bu güzel insanların arkasına sığınarak böyle kirli işlerin yapılması kabul edilebilir değildir. Hem o insanlardan hem de milletimizden özür dilenmeli. Ben bu kanaatteyim"
"İSLAM ALEMİNDEN ÖZÜR DİLENMELİ"
"O görüntüler, o sahneler son derece yakışıksız olmuş. Hz. Peygamber'in reklam aracı olarak, siyasi emellere alet edilmesi çok çirkin olmuştur. Daha önce de Hz. Peygamber'i rüyada gördükleri ve tweetleri ikiye katlayın yönündeki ifadelerle o zaman da aynı şekilde Hz. Peygamber'e karşı saygısızlık yapılmıştır. Ama bu son olayda; peygamberin bu şekilde gösterilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Malum kanal; hükümetle girdikleri kavgada Hz. Peygamber de bizimle mesajını vermek istiyorlar. Ama bunu aynı zamanda bitmişliğin, tükenmişliğin, çaresizliğin de bir göstergesi olarak okunması gerekir diye düşünüyorum. Son derece yanlış olmuştur. Sadece 76 milyonluk Türk milletinden özrü dilemek yetmez, tüm İslam aleminden bu yapılan saygısızlıktan dolayı özür dilenmesi kanaatindeyim."

http://www.habervaktim.com/haber/361245/cemaat-ozur-dilemeli.html

İlişkileri zehirleyen hüküm, takiyye

Serdar Demirel / Yeni Akit
 
09 Şubat 2014 Pazar
Başbakan’ın son İran ziyareti sonrası yapılan görüşmelere dair olumlu açıklamalar yapılmasına rağmen, “İranlı yöneticilerin verdikleri sözlere” yönelik kuşkular var.
Bu kuşku Başbakan’ın bir önceki İran ziyaretinde en üst düzeyde yaptığı görüşmeler sonrası ‘Suriye meselesinde aynı düşünüyoruz’ açıklamasına rağmen daha Türkiye’ye ayak basmadan İranlı yetkililer tarafından yalanlanmasından kaynaklanmaktadır.

Acem diplomasisi kadîm geleneğe sahiptir. Ancak bu kadîm gelenek özellikle de Şah İsmail sonrası İran’ın şiîleştirilmesiyle takiyye kültürüyle buluşarak iyice derinleşmiştir. Neyin takiyye sınırları içinde söylendiği, neyin takiyye olmadığı bulanık bir sahadır. Bu iyi tahlil edilmeden Acem diplomasisinin çok katmanlı yüzüne dair bir fikir sahibi olmak hayli zordur.
Konuyu açalım biraz.

Şii din ulemâsının, kanaat önderlerinin zihin kodlarını şekillendiren ilk asırlardaki tarihî olaylar ve bu olaylar etrafında kurgulanmış rivayet kültürüdür. Toplum psikolojisini belirleyen ve davranış reflekslerine yön veren temel etmen de yine bu rivâyet kültürüdür.

Dinî metinlerin takiyyenin lüzûmu üzerine yaptığı kesin vurgu birey ve toplum davranış reflekslerini belirleyen önemli bir unsurdur diyebiliriz. Zihin kodları buna göre şekillendiğinden takiyye fıkhına göre söz söyleyip davranışlarda bulunmak bu zeminde gayet meşrudur.

Şöyle söylemek de mümkündür; bir kişi bu rivâyet kültürü zemininde dindarlaştıkça takiyye duyarlılığı ve pratiği de bu dindarlığın bir gereği olarak artar, dindarlığı zayıfladıkça da bu pratikler de azalır. Zira takiyye yapmak dini bir hükmü yerine getirmek manasında dindarlığın bir tezâhürüdür.

Şiilikte takiyye, dünden bugüne Sünni coğunluk ve iktidar karşısında Şiî azınlığın geliştirdiği bir korunma, nüfuz etme ve mümkünse bu çoğunluk içinde otonom yapı oluşturma mekanizması gibi işler. Takiyye müessesinin teorik çerçevesi de, pratik uygulamaları da ötekileştirilen Müslüman çoğunluğa karşı kurgulanmıştır çünkü.

Söylediklerimizi delillendirmek sadedinde birkaç alıntı yapalım. Şeyh Mufîd takiyye’yi; “Din ve dünya işlerinde bir zarar gelmesi endişesi hâsıl olursa, insanın hakkı gizlemesi, inancını saklaması ve muhaliflere belli etmemesi” olarak tanımlar. (Şeyh Mufîd, Tashih el-İ’tikâd, s. 137)

Muhaliflerden kasıt, Ehli Sünnet’in de içinde bulunduğu İslâm’a inanan ve inanmayan tüm gruplardır.

İmâm Cafer Sâdık’a nisbet edilen şu söz; “Eğer takiyyeyi terk eden kişinin hükmü namazı terk eden kişinin hükmü gibidir dersem, doğru söylemiş olurum!” bir hadisi olarak kabul edilir.

(İbn Bâbaveyh, Men Lâ Yehduruhu el-Fakih, 2/127; Vesâili eş-Şia, 10/131; Meclisi, Bihâru’l Envâr, 64/103)

Yine İmâm Sâdık’tan rivâyet edilen; “Takiyye yapmayanın dini yoktur” hadisini de bu meyanda zikredebiliriz. (Kuleyni, El-Kâfî, 2/217; Vesâili eş-Şia,10/131; Bihâru’l Envâr, 63/486, 72/394)

Şia din algısında takiyye pratiğinin dinî bir hüküm olduğunu yukarıda aktardığımız türden birçok rivâyet teyit eder.

İmam Sâdık’tan gelen bir rivâyet de şöyle der: “Benden diğer insanların sözlerine benzer sözler nakledildiğinde onda takiyye vardır. Benden nakledilen ama diğer insanların sözlerine benzemeyen ifadelerimde ise, takiyye yoktur.” (Şeyh et-Tûsî, Tehzibu’l Ahkâm, 8/98; Şeyh et-Tûsî, El-İstibsâr Fî
Mâ İhtelefe Mine’l Ahbâr, 3/318;  Vesâili eş-Şia, 22/285; Bihâru’l Envâr, 2/252)

Bu son rivâyet maalesef özellikle de Ehli Sünnet’le paylaşılacak müşterek dinî zemini daraltmaktadır.

Bu öyle problemli bir alan oluşturmaktadır ki, neyin takiyye neyin gerçek söz ve davranış olduğunu
belirlemek zorlaşmaktadır. Tamam, insanın beyanı esastır, ama takiyye yukarıdaki muhtevada dinî bir hükümse işin içinden çıkmak da kolay değildir. 
Bediüzzaman'ın Vekil-i Mutlakı Husrev Altınbaşak Efendi: Fethullah Gülen Casustur!
Mahir, bir tivit de kendi başbakanı için atsın
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit








Ali Karahasanoğlu
09 Şubat 2014


Mahir Zeynalov yurtdışı edilmiş.
İtiraz ediyorlar.
“Böyle şey görülmemiştir” diyorlar..
Peki şöyle bir şey görülmüş müdür?
Hem örnek verelim, hem de iğnemizi dokunduralım..

Olmaz ya. Mesela Fethullah Gülen, ABD’de Pensilvanya’da ya.. Hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.. Hem de kalkmış, ABD’ye gelip, orda yaşıyor.. Bununla da yetinmeyip, durmadan bir de tivit atsa.. Tivitleri, “Paygamber istiyor” diye ara sıra “ikiye katla”sa..
Tivitlerde, Obama için ağzına geleni, yazsa..
Kızmayın..

“Böyle yapsın” demiyorum.
“Niye yapmıyor” demiyorum..
Basit bir örnek veriyorum..
Bu çerçevede, ABD yetkilileri de.. “Bizim başkanımıza durmadan hakaret eden bu yabancı kim imiş?” diye bir kayıtlara baksa. Gülen’in oturma süresinin çoktan dolmuş olduğunu görse..
“Haydi güle güle Gülen” dese..
“Böyle şey görülmemiştir” diyebilir misiniz?
Hem yabancısın..
Hem, oturma süren dolmuş..
Hem de, ülkeyi karıştırmak için.. Ülkenin seçilmiş başbakanına sabah akşam hakaret edeceksin..
Bu ülkenin yöneticilerini belirleme konusunda, senin ne bir hakkın var, ne de bir yetkin.. Ne oy hakkın var, ne de itiraz hakkın..

Eeee?
Ne konuşuyorsun öyle vıdı vıdı..
Şimdi gittiğin ülkende..
Ülkenin devlet başkanı hakkında at bir tivit..
78’lik başbakan hakkında, “18 senedir başımızdasın.. Ne özelliğin var? Daha kaç yıl tepemizde kalacaksın” diye bir sor..

Sorgu içeren küçücük bir kelime kullan..
“Helal olsun sana” diyeceğim..
Bakalım, o tivitten sonra, cesedini bulan çıkar mı.. Sanal dünya, bir tivitini daha aktarır mı?
Adam, kendi ülkesinde.. Vatandaşı olduğu ülkede, yönetimdekilere tek kelime edemiyor..

Gelmiş Türkiye’ye.. Köpeksiz köy bulmuş.. Değneksiz geziyor..
Burdaki şarlatanları da.. “He ya.. He ya..” diye arkasından gözyaşı döküyor..
Çok seviyorsanız Zeynalov’u..
Gidin siz de peşinden..
Biraz kafamızı dinleriz, bari!

Sabah-Atv, Ahmet Çalık’a satılırken.. “Kamu bankalarından kredi alındı.. Fiyatı normal ama.. Kamu bankasından niye kredi kullanıyorsunuz? O kredi acaba geri ödenecek mi?” dediler.
Gel zaman.. Git zaman..
Şimdi üç-beş iş adamı, Ahmet Çalık’tan Atv’yi satın alıyor. Daha önce “Bu kredi ödenecek mi?” diye tereddüt gösterilen kredi de, nakit olarak kamu bankasına ödeniyor..
Aynı takım, bu sefer yanlarına Gülen grubunu da alıp bağırıyorlar.. “Atv niye satılıyor? Niye satış bedelinin bir kısmı, Ziraat Bankası’ndan alınan kredi ile ödeniyor?”
Dün kamu bankasından alınan 600 milyon  kredi ödeniyor.. Yerine sayarsanız, 200 milyon kredi alınıyor.. Kamu bankalarını kredi alacağı, 400 milyon azalıyor.. Niye itiraz ediyorsunuz?
Üstelik önceki alımda sadece Ahmet Çalık krediden sorumlu idi. Şimdi üç-beş iş adamı birden sorumlu olacak.
Ne güzel, siz de destek verin, alsınlar..
Kamu bankalarının kredi riski azalsın..
Niye karşı çıkıyorsunuz, arkadaşlar?

İş adamı Ziraat Bankası genel müdürünü aramış “200 milyon yolla abi” demiş.
O da, “Hallederiz Mehmet abi” demiş.
Sanırsınız ki, banka yol geçen hanı. Gelen giden “Yolla bana 300, yolla bana 500” diyor.. Banka genel müdürü de “Lafı mı olur abi” deyip, her istenileni veriyor.
Bre ahlaksızlar..
Böyle olsaydı, Ziraat Bankası şu an kâr eden bir kamu bankası olur muydu? Düne kadar zarar eden bir banka kar ediyor. Zarar ettiğinde yazamadığınız ahlaksızca yazıları, şimdi kâr eden kamu bankasına söylüyorsunuz.
“Urla’da yıkım kararı kesinleşmiş ise, gider ben yıkarım” demiştim.
Şimdi de aynı şekilde meydan okuyorum.
Banka.. Faiz.. Kredi ile işim olmaz. İslamın haram ettiği şeyleri destekler duruma düşmek istemem..
Ama.. Güvencesi alınmadan, kamu bankasından 200 milyon değil, iki bin liralık kredi alındığını ispatlasınlar.. O bankanın kapısını, camını çerçevesini indirmek benden.. “Hemen geri isteyin o krediyi, yoksa..” diye başlayıp, tehdidi yapmak benden.. Kredi geri çekilmezse, daha fazlasını da yapmak benden.
Cezası ne ise, katlanırız.
Yeter ki, vatandaşın cebinden, üç tane zengine para aktarılmasın..
Aktarıldığını duyduğumuz halde, sessiz kalmış olmayalım.
Ama, böyle bir şey yokken, sırf hükümete vurmak için yalanlar uyduruluyorsa, onu da deşifre etmek bizim görevimiz..

http://www.habervaktim.com/yazar/63593/mahir-bir-tivit-de-kendi-basbakani-icin-atsin.html

Nihat Hatipoğlu'ndan Şefkat Tepe yorumu

14 Şubat 2014
Atv'de canlı olarak yayınlanan 'Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu ile Dosta Doğru' programında Nihat Hatipoğlu soruları yanıtladı.

Nihat Hoca, STV'de yayınlanan Şefkat Tepe dizisinde bir ışık huzmesi şeklinde peygamber sahnesinin yer almasıyla ilgili sorulan soruya cevap verdi.

İşte Hatipoğlu'nun "Peygamber efendimizin bir ışık huzmesi şeklinde gösterilmesi doğru mudur?" sorusuna yanıtı;

"Çok şık olmadığının kanaatindeyim. Mesela Çağrı filmi yayınladığında, hazırlandığında El Ezher Üniversitesi'ne sahabenin resmedilmesi ne kadar doğrudur diye sorduklarına, El Ezher bu konuda fetva vermedi. Bu nedenle dikkat ederseniz 4 Halifeyi göstermediler. Sadece Hz. Hamza'yı gösterdiler. Seyrettik hepimiz. Doğrusu o bile içimize sinmedi. Ama niye içimize sinmedi? Çünkü Hz. Hamza'yı ne zaman düşünsek, onu oynayan Anthony Quinn gelir aklımıza. Hiç kimse Hz Hamza gibi olamaz. O, muhteşem bir insandır. Mesela Peygamberler tarihi ve Peygamber filmleri vardır. Hz Yusuf yayınlandı. Açık söyleyeyim. Hepimiz seyrettik ama hiç birimizin içine sinmedi. Çünkü bir Peygamberin resmedilmesi mümkün değildir. Hiç kimse onun gibi oynayamaz. Onun gibi güzel olamaz. Hz Musa ve Hz İbrahim aleyhisselamın filmlerini çevirdi yabancılar. Hepsinde aynı endişeyi hep taşıdık. Ne Hz Peygamberin ne de diğer Peygamberlerin, özellikle 4 Halifenin resmedilmesi, oynanması ve gölge gibi görünmesi, hiç biri şık değildir. Biz bunlara dikkat etmek zorundayız."

http://www.timeturk.com/tr/2014/02/14/nihat-hatipoglu-ndan-sefkat-tepe-yorumu.html#.Uv6iP1o5nDc

Cemaate yakın işadamı mezarları işte böyle yaptı!

14 Şubat 2014
Gülen grubuyla yakın ilişki içindeki Akın İpek'in şirketi Koza Altın, Gümüşhane'de siyanür arıtma barajı için mezarları söküp kemikleri de poşetlere koydu. Açılan dava üzerine baraj yarım kaldı

Sabah'ın haberine göre; Gülen grubuna yakınlığıyla bilinen Koza grubunun altın için ölülerin kemiklerini sızlattığı ortaya çıktı. "Gülen için tüm servetimi feda etmeye hazırım" diyen işadamı Akın İpek'in sahibi olduğu Koza Altın, Gümüşhane'nin Mastra köyündeki altın madeninde siyanür arıtma barajı inşaatı için geçen yıl iş makineleri ile bir mezarlığı kazıp, çıkan kemikleri de poşetlerle koydu. Köylülerin tepkisi ve açılan davalar üzerine baraj bitirilemezken, bir mağdur SABAH'a "Babaannemin, dedemin, kardeşlerimin mezarı benim bilgim dışında söküldü" diye feryat etti.

KÖYLÜLER RIZA VERMEDİ Koza grubu Gümüşhane bölgesindeki Mastra altın madeninde üretimi artırmak için ikinci siyanür arıtma barajını inşa kararı aldı. Bu nedenle Mastra köyünde 400 dönümlük bir arazi satın aldı. İddiaya göre Mastra köyündeki mezarlığın kuzeyinde uygun alan olmasına rağmen, şirket daha az maliyetli olması için köyün mezarlık alanında siyanür arıtma barajını yapmak istedi. Kanuna aykırı bu durum için önce köylülerin rızası istendi. Fakat köylülerin büyük kısmının karşı çıkmasına rağmen Aralık 2012 ve Ocak 2013'te mezarlıklara kepçelerle girildi. Naaşlar başka yere taşınırken, bölgedeki köylülerin çektiği fotoğraflarda kemiklerin torbalara doldurulduğu görüldü.

YÖNETMELİKLERE AYKIRI...
Olay üzerine köylüler Koza grubuna dava açarak suç duyurusunda bulundu. Dava dilekçelerinde, ilgili yönetmelik gereği mezarların amacı dışında kullanılamayacağı ve bu nedenle satın alınamayacağı belirtildi. Bir mağdur ise SABAH'a yaptığı açıklamada kendi aile büyüklerinin naaşlarının kepçe ile rızası dışında taşındığını belirterek, "Babaannemin, dedemin, kardeşlerimin mezarı bilgim dışında söküldü. Mahkemeye gidince Koza Altın yetkilileri 'Dini vecibelere uygun taşıdık' diyerek beni aradı. Kepçe ile izinsiz mezar taşımak dine uygun olur mu?" diye feryat etti. Yapılan ihbarlara karşı jandarmanın "Gerekli izinleri var" deyip müdahale etmediği de belirtildi. Mastra Köyü muhtarı Alim Dabağ ise yaşananları doğrularken, "Bu adamlar kanunsuz iş yaptılar. İş makineleriyle mezarlığımızı söktüler. Biz şu anda zaten Koza grubu ile mahkemeliğiz. Ben Başbakanlık, İçişleri, Çevre Bakanlığı'na şikâyet başvurusu yaptım. İdari yargıda davamız devam ediyor" dedi.

YEREL BASINDA DA YAZILDI Mezarlık yerlerinin inşaatı ile cenaze nakil ve defin işlemleri hakkında yönetmeliğe göre mezarlıkların köylerde mülkiyeti köy tüzel kişiliğine ait. Mezarlıkların tahrip edilemeyeceği, kirletilemeyeceği, imar düzenlemesiylle bile park, bahçe, otopark, yeşil alan olarak ayrılamayacağı ve kendi amaçları dışında kullanılamayacağı mevzuatta açıkça yazıyor. Şirket, köylülerden gelen tepkiler ve açılan davalar üzerine bölgedeki siyanür arıtma barajını bitiremedi. Ancak köy mezarlığı tahrip edildiğiyle kaldı. Mastra Altın Madeni faaliyetleri aralık ayında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından durdurulmuştu. Koza Altın'ın ruhsat ve ÇED izinlerinin süresinin dolması üzerine şirketten Kamuyu Aydınlatma Platformu'na yapılan açıklamada, Gümüşhane'deki Mastra Altın Madeni'nin şubat ayı sonunda kapatılacağı bildirildi. Koza grubunun Mayıs 2007'de çalışmaya başladığı ve Mart 2009'dan bugüne altın ürettiği Mastra Altın madeni Gümüşhane'nin 22 kilometre kuzey batısında, Mastra (Demirkaynak) köyünde yer alıyor. Yıllık ortalama 350 bin ton cevher üretilen maden milyarlarca dolarlık bir hazine. Koza grubunun yaptığı vicdanları sızlatan işlemler, geçen yıl Gümüşhane yerel basınında da geniş yer aldı. "Altıncılar mezarları talan ediyor" başlıklı haberlerde, görgü tanıklarına dayandırılarak, Koza şirketinin gece yarısı gizlice mezarları taşıdığı bilgisine yer verildi.

AVUKATLARI İŞİ BIRAKTI Koza Altın'ın avukatıyken şirketin mezarlık sökme girişimi üzerine bu görevinden ayrılan Gümüşhaneli avukat Abdulhalim Tarhan Mısıroğlu da geçen yıl yaptığı açıklamada Koza'nın yasaya aykırı olarak mezarlıkları söktürdüğünü belirtmişti.

'SİYANÜR DERELERE AKIYOR' İDDİASIGeçtiğimiz ay yine Mastra Madeni'nde kullanılan siyanürün çevredeki derelere akıtıldığı ve bölgenin altıncılar tarafından atık deposu ve siyanür çöplüğü haline getirildiği iddia edilmişti. İkisu köyünden Ergin Karson, "Köyümüz, Mastra Altın Madeni'nin dibinde. Bütün meyve- sebzemiz zarar görüyor. Patates çıkardık, çürüdü. Elma, armut, çiçek tutmuyor. Tutanlar da dalda çürüyor. İnsanların sağlığıyla oynuyorlar. Maden açılmadan önce suyumuz tertemizdi, şimdi içmeye tiksiniyoruz" açıklaması yapmıştı.
http://www.timeturk.com/tr/2014/02/14/cemaate-yakin-isadami-mezarlari-iste-boyle-yapti.html#.Uv6hElo5nDc
Eski Zaman yazarından bomba açıklamalar
13 Şubat 2014
Senai Demirci, 17 Aralık operasyonu sonrasında Gülen Cemaati’nin ambargo uyguladığı yazarlardan biri. Kitapları ve konferansları ile yüzbinlere ulaşan Demirci ambargoyu ve Gülen Cemaati’nin geleceğini anlattı.
Eski Zaman yazarından bomba açıklamalar
Senai Demirci…

Tıp doktoru, yazar, radyo ve TV programcısı, seslendirme sanatçısı ve Risale-i Nur talebesi…

15 yıldır aralıksız verdiği konferanslarla yüzbinlerce insana hitap ediyor.

Bir dönem Zaman Gazetesi'nde de yazarlık yapan Senai Demirci, geçtiğimiz günlerde sürpriz bir kitap ambargosuna maruz kaldı.

Gülen Cemaati'ne yakınlığı ile bilinen kitap satış ve dağıtım şirketi, Senai Demirci'nin bütün kitaplarını dağıtmama kararı alarak raflardan kaldırdı.

Bu kararın ardından uzun bir süre sessizliğe bürünen Senai Demirci, sessizliğini bozdu ve Sabah'a konuştu.


CEMAAT BİZDEN YÜZDE YÜZ İTAAT BEKLİYOR

Risale-i Nur geleneğinden gelen bir yazarsınız. 20 yıldır kitaplarınız yayınlanıyor. Bir dönem Zaman Gazetesi'nde de yazarlık yaptınız. Gülen Cemaati'nin size yönelik kitap ambargosunu nasıl karşıladınız?


Şaşırmadım çünkü bu beklenen bir şeydi. Biz zaten 20 yıldır yazarlık yapıyoruz. Burada arkadaşlarımızın çok hassas olduğu konular vardı. Onlardan bir tanesini ihlal ettiğimizde hep o uyarı zihnimizdeydi. Kitaplarla ilgili kaygı hep oldu. Bu yüzden şaşırmadım. Çünkü yüzde yüz itaat, yüzde yüz onların yanında olmak mümkün değil. Yüzde yüz karşılarında olmak mümkün olmadığı gibi…

-Kitaplarınıza yönelik ambargonun nedenini öğrenebildiniz mi?

Cemaatin kırmızı çizgisi Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hiçbir şekilde eleştirilmemesidir. Bence eleştiriyi herkes hak ediyor. Bu eleştiri iması bile çok ciddi sonuçlara yol açabiliyor.

ERDOĞAN'I DESTEKLEYEN BİR TWİT ATTIM AMBARGO İLE KARŞILAŞTIM

-Sanıyorum cemaatten gelen ilk tepkiler 17 Aralık operasyonunda iktidar partisine destek vermenizle başladı.


17 Aralık sürecinden sonra Twitter üzerinden daha çok aktif oldum. Bunun yolsuzluk perdesi altında bir darbe olduğunu söyledim. Cemaat adına yürütülen tavrın yanında olmadığımı açıkça söyledim. Tarafım bellidir ama ben taraftar değilim. Ben ülkenin özgür iradesi ile seçtiği Başbakan'ı, iradesini ve yetkisini nerden aldığı belli olmayan, kimlerle ittifak ettiği henüz açıklanmamış birilerinin karşısında savunmak durumundayım. Çünkü bu benim irademin meyvesidir. İnsan da zaten iradesi ile şereflidir.

-Ambargodan sonra cemaatle görüştünüz mü?

Yayınevi görüştü. İlk önce bu kararlarını biraz müphem bildirdiler. Sonra doğru mu diye teyit etmek için aradığımızda böyle bir kararın alındığını öğrendik. NT mağazalarında "o yazarın bütün kitapları çıkıyor" denilmiş. Böyle bir mutlak yasak sözkonusu…

CEMAAT KURUMLARI ŞAHISLARIN DEĞİL MİLLETİN MALIDIR

-Peki Cemaatin kitap satış ve dağıtım şirketi istediği kitabı satmakta özgür değil mi?


Şöyle düşünebilirler. Bu bizim mülkümüz. İstediğimizi satarız, istediğimizi satmayız. Tam da mesele bu aslında. Cemaatin oluşturduğu markalar cemaate ait değil, halka aittir, millete aittir. Kimse Yok mu Derneği bir markadır. Bunu biz birlikte oluşturduk. Ben de Kimse Yok mu Derneği'nin yeleği ile Van depreminde çalıştım. NT de öyledir. Orada satılmaya değer kitaplar yazdık ve birlikte oluşturduk bu markayı. Marka değeri kayboluyorsa hepimiz kaybediyoruz.

MİLLİ İRADE HIRSIZLIĞI DA BİR TÜR YOLSUZLUKTUR

-Genelde bu tür açıklamalardan sonra yolsuzlukları mı destekliyorsun diye soruluyor...


Ben şöyle bir ironik cümle kullanıyorum: "Yolsuzluğa karşıyım, insan iradesi çalınmamalı." Bir şablon kelime var. Biz ne zaman bu müdahaleye karşı dursak, taraf olmadığımızı belirtsek arkadaşlar sen yolsuzlukla yan yana mısın? Yolsuzlukları onaylamadığımız belli. Madem öyle gelin şöyle bir cümle kuralım: İnsanın ve ülkenin iradesini çalmak da bir tür yolsuzluktur.

SONUCUN BÖYLE OLACAĞINI BİLSELERDİ OPERASYON YAPMAZLARDI

Gelelim 17 Aralık operasyonuna. Cemaati yakından takip ediyorsunuz. Sizce neden bu kadar siyasallaştı?


Muhtemelen bu savaşta kazanacaklarına inandırıldılar. Çok iyi inandırılmış olmalılar ama ibre şu anda benim gördüğüm kadarıyla onların lehine değil. Bugün gördüklerini belki baştan görselerdi beklerlerdi. Bu saldırı nasıl oldu, ne onları tetikledi, bunu çözmesi çok zor. Bütün bunları konuşurken ince bir noktaya da dikkat etmek lazım. Cemaatin hesap adamları ile cemaatin tabanındaki samimi insanları karıştırmamak lazım.

BU TAVIR CEMAAT İÇİNDE DE SORGULANIYOR

-Peki cemaat tabanı sizce 17 Aralık operasyonu ile bu kadar ilişkilendirilmekten rahatsız mı?


Cemaatte rahatsızlık olmaz mı, elbette var. Marka değerini hızla kaybeden bir kurumun içerisindesiniz. İnsanların gözünden düşüyorlar, o yüzden uyarmak ihtiyacı hissediyorum. Yukarıdaki hesap ne ise yükü en çok taban çekiyor. Mesela burs kotasını tamamlayamamış, depresyona düşmüş esnaflar gördüm. Ya da dergi, gazete abonesi toplayamamış, başarılı olamamış üzüntü ile terapiste giden, hayatının anlamını sorgulayan insanlarla karşılaştım.

BEDDUA İLE "BU PROJENİN ARKASINDA BEN VARIM" DEDİ

-Beddua videosunu izlemişsinizdir mutlaka. O videoyu izlerken ne hissettiniz?


Beddua videosunun varlığı ve yayınlanması, operasyonun failinin Fethullah Gülen Hocaefendi olduğunun belgesi haline geldi. Türkiye'de yolsuzluktan dolayı farklı farklı gerekçelerle bir sürü insan bir araya getirilince anlıyorsunuz ki bu projeymiş. Beddua videosu, proje sahibinin Fethullah Gülen ve Pensilvanya olduğunun belgesi haline geldi.

-Cemaat geleneklerinin dışına çıkarak ilk kez beddua videosu ile siyasi iktidara savaş açtı. Bu büyük bir risk değil mi?

Cemaat aslında hep saklanır, Fethullah Hoca hep tedbirlidir. Tedbir orada yoktu. Belki de ilk defa tedbirsiz ve olduğu gibi siperden meydana çıkma teşebbüsüydü o. Siperden meydana çıkarsanız ya yeneceğinize çok ciddi inanmışsınızdır ya da yenilecekseniz geri dönüş yoktur.

-Sizce bu kavganın sonunda ne olur? Siyaset mi kazanır sivil vesayet mi?

Siyaset millet iradesidir. Onun kazanması gerekiyor. Yani bir sivil toplum kuruluşu siyaset üzerinde sandık dışı bir takım baskı haklarına sahiptir. Buradaki sorun siyasi "erk"in yanında ya da karşısında durmanız değil yerine geçmeye çalışmanızdır. Gayrımeşru olan budur. %50 ile seçilmiş bir Başbakan var. Bunun da seçime kadar yolu var. Bu bizim irademiz bizim namusumuzdur.


MUHALEFET PARTİSİ LİDERİ GİBİ DAVRANMAK GÜLEN'E KAYBETTİRİR

-Bu kavganın sonucunda bir uzlaşma ihtimali görüyor musunuz?


Fethullah Gülen ile Tayyip Erdoğan'ı aynı kefeye koyup kıyaslama hakkımız yok. Tayyip Erdoğan'ın zemini siyaset. Adını koymuş, seçime gitmiş kazanmış, kaybetmeyi göze almış orada duruyor. Fethullah Gülen'in ya da onun adına konuşanların meydana çıktığı yok. Ayrı bir alanda duruyorlar. Değerlendirmeyi yaparken Fethullah Gülen'i muhalefet partisi lideri gibi görmeye çalıştığımızda en önce Fethullah Gülen kaybeder.


CEMAAT "YA BENİMSİN YA TOPRAĞIN" DİYOR

-Sizce Cemaat bu krizden çıkışta nasıl bir yöntem izlemeli?

Bir bilinç dönüşümü yaşamaları gerekiyor. Kapalı toplumdan çıkmaları gerekiyor. Kapalı toplum olunca hep birbirimizi kandırmaya başlarız.

Cemaatte "Ya benimsin ya toprağın" anlayışını görüyorum. Öyle bir saldırı yapacaklar ki kendileri de kaybedecekler, karşıya da kaybettirecekler. Pirus zaferinde yazdım ben. Komuta şehri alıyor ama aldığı şehirde adam yok. Ordusunda da adam kalmamış. Zaferi kutlayacağı kimse yok. O noktaya gelmez umuyorum… (Sabah/İsa Tatlıcan)
Tuzla’ya 25 milyon turist çekecek dev marina projesi


Gömülü resim için kalıcı bağlantı
02.02.2014
DİYALOGCULARDAN
Rezalet Kilisede Hz.Muhammed'siz (s.a.v) Ezan

Kim bu Süleyman Müftigil?

Bir gazeteye verdiği röportajla gündem olan Gülen cemaatine en yakın isimlerden Süleyman Müftügil, özellikle Erdoğan hakıkında darbe destekçilerini aratmayacak sözleriyle tepki çekmişti.

09 Şubat 2014
Sabah yazarı Mahmut Övür, kamuoyunda pek bilnimeyen ancak bilenlerinde de iyi tanıdığı Müftügil hakkında 'sıradan biri değil' diye yazdı.

İşte Övür'ün köşesinde yazdığı Müftügil portresi;

Son dönemde siyasi mücadele ne yazık ki daha çok operasyonlar ve yasadışı ses kayıtları üzerinden yürüyor. İlginçtir bu yöntemi bir siyaset aracı olarak kullananlar da o yöntemle vurulmaya başlandı ve ortaya birbirinden çarpıcı bilgiler döküldü.

O çarpıcı bilgiler arasında biri var ki gerçekten insanın kanını donduruyor. Bakın işadamı Süleyman Hamit Müftigil, Sözcü gazetesinden bir muhabirle konuşurken neler diyor:

"Bu kongre sonrası İmralı (Öcalan) bertaraf edilecek, artık tekrar silahlı ve çatışmalı bir dönem geliyor, Barzani de bertaraf edilecek, Erdoğan da bertaraf edilecek."

Tam anlamıyla bir darbeden söz ediyor. Başbakan Erdoğan indirilecek, Öcalan ve Barzani devre dışı bırakılacak, çatışma yaşanacak ve onlar kendi iktidarlarını kuracak.

Peki, kim bu işadamı? Doğrusu bu işadamını kamuoyu fazla bilmiyor ama bilen de çok iyi biliyor. En başta da Gülen Cemaati ve iş dünyası iyi biliyor. Bir de İsrail'in devlet erkânıyla Yahudi cemaatleri...

Müftigil, Erzurumlu bir işadamı. Gülen'in hemşerisi... İstanbul Sarıyer Demirciköy'de inşaat yapan, Kazakistan ve Ukrayna'da iş ilişkileri olan bir işadamı.

Çevresine göre girişken, tuttuğunu koparan, çok konuşan ve ilişkileriyle övünen bir işadamı...
En yoğun ilişkisi de İsrail devleti ve ABD'deki Yahudi lobisiyle. Bu ilişkinin en somut göstergesi de bürosuna gelen herkese gösterdiği İsrail ve ABD'den aldığı madalya ve nişanlar.

Boşuna değil "Güneydeki sevdiğim ülke" demesi... İsrail'i kastettiği çok açık. Bu yüzden kimse Avukatı Mahmut Tanrısever'in "Suudi Arabistan'dır" demesini ciddiye almadı. Alamazdı çünkü Suudi Arabistan'ı sevmediği de biliniyor.

Müftigil, Kanada'da oturuyor ve tam bir Pensilvanya-Washington müdavimi. Tabii şu sözleri Pensilvanya ile ilişkisinin daha ileri bir boyutta olduğunu gösteriyor: "Ben onunla (Gülen) her an beraberim. Günde 3 defa görüşüyoruz. Onun evinde (Pensilvanya'daki ev) benim payım var."

Bu yakınlıkta hemşerilikten daha çok İsrail ve ABD'deki lobilerle ilişkisinin etkisi olduğu söyleniyor.

Türkiye'deki yakın dostu da bilinen bir isim; Türkiye Yahudileri Cemaati Onursal Başkanı Bensiyon Pinto. Müftigil'i tanıyan bir işadamı şöyle diyor: "Cemaatte hiç kimsenin İsrail'le bu kadar yakın ilişkisi yok. Sesini iyi tanıyorum. Akıcı konuşur. Bu kadar bilgiyi rastgele biri bilemez. Baksanıza daha 17 Aralık olmadan olacakları söylüyor."

Sıradan biri olmadığı için de söyledikleri "Paralel Devlet" tartışmalarında bir dönüm noktası. Çünkü ilk defa devlet içindeki paralel yapının, iç ve dış ilişkileri, hedefi net biçimde ortaya çıktı.

17 -25 Aralık operasyonlarıyla Başbakan Erdoğan bertaraf edilecek, Kürt siyaseti çatışmaya sürüklenecek, Genç Parti hazırlanacak, büyük işadamlarıyla ilişki kurulacak ve AK Partili 78 milletvekili istifa ettirilerek darbe tamamlanmış olacak.

Tıpkı 28 Şubat darbesi gibi diyeceğim ama ondan daha tehlikeli. Bu da darbeci zihniyetin virüs gibi mutasyona uğradığını gösteriyor. Ama başaramayacaklar çünkü Türkiye toplumu da artık darbelere karşı aşılı.
http://www.haber7.com/guncel/haber/1125734-kim-bu-suleyman-muftigil
Bomba İddia! Gül, Cemaat'in planını bozdu!

Cemaat ile CHP ittifak yaptı mı yapmadı mı?

09.02.2014

Cemaat ile CHP ittifak yaptı mı yapmadı mı? Açıkça bu destek gösterilmese de gizli bir ittifak yapıldı. Bu ittifak Erdoğan'dan kurtulmak isteyenlerin çıkar buluşması.

Bu ittifakın nedeni de cemaatin Abdullah Gül'den umduğunu bulamaması! Cemaat şimdi ders verme peşinde.

Bu bomba iddialar Vatan gazetesi yazarı Hüseyin Yayman'dan geldi. Yayman'a göre bu ittifak yerel seçim sonrası da sürecek.

ERDOĞAN'DAN KURTULMA İTTİFAKI

İki hareketin sosyolojik tahlili yapıldığında bu işbirliğinin ‘Erdoğan’dan kurtulma’ ittifakı olacağı anlaşılıyor. Bu strateji taraflar için politik olarak doğru olabilir ancak meşruiyet bakımından beklenmeyen sonuçlar yaratabilir.

30 Mart’tan beklenen sonuç alınamazsa ‘cemaatle girilen konsorsiyum’ CHP’de depreme yol açacaktır. Tepki Alevi kesimden değil, ‘ulusalcı beyaz Türk’lerden gelecektir. CHP oy artışı sağlasa dahi Ankara ve İstanbul’dan birini kazanamadığı takdirde Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı tartışmaya açılacaktır. Benzer bir risk Gülen Hareketi için de geçerli. Açıktan yapılacak bir seçim koalisyonu hizmeti, dindar/muhafazakar kesimin gözünde ‘oportünist ve Müslümanların iktidarına engel olan’ bir taraf yapacaktır.

GÜLEN HAREKETİNİN ASIL HEDEFİ

Aslında Gülen hareketinin asıl hedefi AK Partiyi bölüp, başında Abdullah Gül’ün olduğu yeni bir merkez sağ parti kurdurmaktı. Ancak bu planı Abdullah Gül bozdu. Bu noktada hizmet, hem Erdoğan’a bir ders vermek hem de Gül’ü ikna etmek için CHP’le ‘ultra kozmik ama geçici’ bir koalisyona gidecek. Hareket CHP’yi destekleyeceğini asla deklare etmeyecek. Bu ittifakın ana hedefi AKP’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesini sağlamak. Bir anlamda CHP’de, hizmet hareketi de ‘kazan-kazan’ stratejisine yatırım yapıyor.

SEÇİM SONRASI HEDEF

Kamusal farkındalık oluşturmadan yapılacak bu ittifak başarılı olursa sorun çıkmayacak. Seçimlerden sonra Gülen Hareketi yeni parti arayışına devam edecek ve yeni hedefi Cumhurbaşkanlığı seçimi olacak. CHP ise yerel seçimlerde kazandığı başarıyla sonbaharda yapılacak erken genel seçimde iktidar alternatifi olmaya çalışacak. Ancak böylesine riskli bir politik mühendisliğin geri tepmesi durumunda CHP’de de, Gülen hareketinde de ciddi değişimler olacak.

CHP NE DİYOR?

Gülen hareketiyle ittifak mı yapılacak sorusunun partide iki cevabı var. CHP tabanı ve ulusalcı kanat bu işbirliğine sıcak bakmıyor. Parti yönetimi ise görece farklı bir pozisyonda duruyor. Partide örtülü eleştiriler yapılsa da geçmişte ‘Ecevit- Gülen diyalogunu’ yürüten Erdoğan Toprak ismi öne çıkıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ise bu işbirliğine ilkesel ama pozitif yaklaştığı iddia ediliyor. Kılıçdaroğlu Washington’da Gülen hareketiyle görüşmüştü. Kılıçdaroğlu’nun cemaati kast ederek ‘herkesin kendi sınırları içinde kalması’ koşuluyla işbirliğine olumlu yaklaştığı öne sürülüyor.







İNTERNETHABER
Gülen hareketinin dönüşümü
BÜLENT ERANDAÇ
BÜLENT ERANDAÇ

7 Şubat 'MİT'i ele geçirme' ve 17-25 Aralık
'iktidarı ele geçirme' operasyonlarından Gülen Hareketi, ne kazandı, ne kaybetti?
Ortaya çıkan gerçek şudur:
Bu iki derin operasyonun merkezinde yer alan Gülen Hareketi, ne kendinin planladığı ne de destek aldığı küresel odakların arzularını yerine getirecek hedefe ulaşamamıştır. "Kazan kazan'' diye yola çıkarlarken "kaybet kaybet'' sarmalına girmişlerdir.
Gülen Hareketinin beyin takımı nerede hata yaptı?
Cemaat'in kodlarına bakarak yola çıkalım:
12 Eylül 1980 darbesinden sonra izlediği taktikler STRATEJİK BİR AKLIN eseridir.
BİR) Cemaat, devletin dinamik mevzilerine yöneldi. Bunun için yarının beyinlerini küçük yaşlardan başlayarak MÜLKİYE, ASKERİYYE, HUKUK VE EMNİYET'e adam yetiştiren kurumlara nüfuz edebilecek şekilde yönlendirdi.İKİ) Geleceğin yönetici sınıfları olarak yükselen isimler aracılığıyla siyasi partileri ve iktidarı etkileme sürecine hız kazandırdı.
Bunların arasındaki valiler, hâkimler, subaylar, emniyet amir müdürleri ve hükümetlerin parçası Bakanlar hassas noktalara geliyorlardı.
ÜÇ) 2007'deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Başbakan Erdoğan'ın ikinci kez seçimi kazanması sonrasındaki süreçte Gülen Hareketi yeni bir aşamaya geçti. Ak Parti'yi kapatma davası, Gülen hareketinin beyin takımınca iktidarın tepe noktalarını ele geçirme heyecanıyla karşılanmıştı.Ak Parti içine yöneldiler.
DÖRT) Gülen Hareketinin vesayetçiliğe dönüşüm kararını verdiği yıl, 2008 olarak işaret edilmelidir. Ergenekon ve Balyoz davalarının açılmasıyla askeri vesayete indirilen darbeler, Gülen hareketinin gizli ajandasında bir boşluğa yönelme olarak değerlendirildi.
Artık devlet içinde var olan ama şeffaf olmayan bir örgütlenmesinin, sorumluluğu olmayan, seçilerek gelinmeyen bir yerden çok derin bir şekilde siyaseti etkileme aşamasına geçtiler.
Bir taraftan geriletilen Ordu'nun yerini almaya aday olmuşlar, diğer taraftan kendisini ülkesinin milli çıkarlarına rağmen iç ve dış politika yapabilecek bir uluslararası aktör konumunda görmeye başlamışlardı.Bu süreçte, Gülen hareketinin göze batan hamleleri:
Mavi Marmara: 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze'ye giden Türk gemisine İsrail askerleri saldırdı. Fethullah Gülen, Başbakan Erdoğan'a tavır koydu.
12 Eylül 2010 referandumunu "Cemaat'' gizli ajandalarına göre kullanmanın taktikleri içine girdi. İktidardan daha çok pay istemeye başladılar.
Kürt çözümü: 13 Eylül 2011'de Oslo'da MİT ile PKK beyin takımının yaptığı gizli görüşme sızdırıldı. Gülen hareketi, PKK ile masaya oturulmasına karşı çıkarken, Hakan Fidan'ı hedefe koydu.
MİT operasyonu: 7 Şubat 2012 tarihinde MİT müsteşarı Hakan Fidan ve üzerinden Başbakan Erdoğan'ı kuşatmaya yönelik operasyonu gerçekleştirdiler. Çankaya hedeflendi: 17-25 Aralık 2013'te, küresel koalisyonun taşeron örgütü olarak çok hedefli bir operasyonu başlattılar. Başbakan Erdoğan'ı devirmek, Çankaya adayı olmasını engellemek, Türkiye'nin yönetim dümenine oturmak üzere yola çıktılar.
SONUÇ: Halkımız dün Ordu'nun vesayetçiliğini sona erdirdi, bugün de geriletilen askeri vesayetin yerine yeni bir vesayetçi güç olarak Cemaatin çıkmasına asla müsaade etmeyecektir.
ZAFER, HALKIMIZA VE DEMOKRASİYE İNANANLARIN OLACAKTIR.

http://www.takvim.com.tr/Yazarlar/erandac/2014/02/09/gulen-hareketinin-donusumu

Tarih sizi nasıl kaydedecek?

ALİ NUR KUTLU
09.02.2014
Herkesin kişisel bir tarihi vardır. Bir insanın yaptıkları, söyledikleri ve bıraktığı izlerle kaydolduğu sözlü ya da yazılı bir tarihtir bu. Önemli ya da önemsiz kim olursa olsun, en azından çocukları, eşi ailesi tarafından hatıralara, hafızalara ve kişisel tarihe kaydedilir.  Babanızı ve annenizi düşünün. Onların kişisel tarihini zihninizden çıkartıp okuyun. Yarısı duygusal, yarısı gerçek yine de bir hikayesi var değil mi? Çok yakın olduğu için belki objektif değerlendiremezsiniz ama yine de kaydedilmiş bir tarihte yerini koruyor ailenizin fertleri. Akrabalarınızı, arkadaşlarınızı, tanıdıklarınızı düşünün. Bu dünyadan nasıl göçtüler ve geride ne bıraktılar? Nasıl hatırlanıyorlar? Yaşarken insanın kişisel hırsı, tutkusu, ihtirası bazen geleceği hesaplamasına engel olur. Geleceği, yani tarihe bırakacağı izi, hatırayı ve kişisel mirası düşünmez. Dünyada ilelebet yaşayacağını ve her şeyin kendi etrafından dönen bir dünyanın parçası olduğunu zanneder. Öldükten sonra nasıl anılacaksın? Bu soru biraz da, 'Öldükten sonra nasıl hesaba çekileceksin' sorusunun dünya versiyonudur. Şöyle bir durun ve hepimizin tanıdığı isimlerin kişisel tarih sayfasını çıkartıp bakın.  Libya'nın devrik lideri Kaddafi. Yaşarken ne diyorlardı, şimdi nasıl anılıyor. Suriye'nin önceki diktatörü Hafız Esad. Hep Hama ve Humus'taki katliamlarıyla anılacak.Afrikalı Madella. Hep tebessüm eden yüzüyle hatırlanıyor. Bosnalı Bilge Kral Aliya. Mahcup ve mütevazı kişiliği ile saygıyla anılıyor.İsmet İnönü, Turgut Özal, Erbakan, Ecevit, Türkeş... Ülkemizin liderlerinin zihinlerdeki yeri türlü türlü.Fakat gerçek bir tane olur genelde ve tarih işte o gerçeği kaydeder. Merhum Turgut Özal'a kızanlardan biriydim ama tarih onu hak ettiği şekliyle, saygın ve hürmet gösterilecek insanlar arasına kaydetti. Ben de artık öyle anıyorum. Yani benim gibiler kızsa da tarih onu hak ettiği şekilde kaydediyor. Şu anda yaşayan ve ülkenin kaderine etki eden isimleri yıllar sonra nasıl anacağız? Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Baykal, Bahçeli... Hepimizin kanaatleri var elbette ama tarih gerçekte nasıl kaydedecek bu isimleri? Bu kişiler şu anda tarihe nasıl iz bıraktıklarını düşünüyorlar mıdır acaba?  Kendi kişisel iktidarı için darbeye destek veren bir siyasetçi 'Ben tarihe darbeyi destekleyen siyasetçi olarak geçiyorum' diyor mudur? İnsan söyledikleriyle değil yaptıklarıyla tarihe geçer. Mesela Erkan Mumcu, Mehmet Ağar, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz nasıl hatırlanıyor? O dar alanda kısa paslaşmalarla milletin değil kendi kişisel hırslarının hesabını yaptıkları için tarih onları farklı kaydetti. Sorsanız hepsi demokrasi savunucusuyuz der. Bazı isimler var ki onların kişisel dünyalarını çok merak ediyorum. Zihin yapılarını, yastığa başlarını koyduklarında ne düşündüklerini, nasıl mutlu olduklarını düşünürüm bazen.  Veli Küçük, Aydın Doğan, Rahmi Koç, Fethullah Gülen, Süleyman Demirel, İnan Kıraç... Bu listeye ekleyecekleriniz vardır eminim. Bu isimleri herkes tanısa da aslında haklarındaki bilgilerimiz sınırlı.  Bilgilerimiz eksik olsa bile Rahmi Koç rahmetli Sakıp Sabancı gibi anılmayacak eminim. Veli Küçük Hilmi Özkök gibi bilinmeyecek. Aydın Doğan Kemal Ilıcak gibi, Süleyman Demirel Turgut Özal gibi, Fethullah Gülen Said Nursi gibi anılmayacak asla. Şu anda ne kadar seveni, ölümüne bağlı olanı olsa da tarih sadece gerçeği ve toplumsal hafızanın ortalamasını kaydediyor yapraklarına.Siz nasıl kaydoluyorsunuz tarihe düşündünüz mü?
Twitter.com/alinurkutlu
Gülen cemaatinden ABD'li siyasetçilere yüklü bağış
 
 
Gülen cemaatinin son 8 yılda onlarca Amerikalı siyasetçiye toplam 1.5 milyon dolar bağış yaptığı ortaya çıktı. Bunlar arasında Başkan Obama, Hillary Clinton ve Türkiye karşıtı Rick Perry de var.
Gülen cemaatinden ABD'li siyasetçilere yüklü bağış09 Şubat 2014
Sabah Gazetesi'nin haberine göre Fethullah Gülen cemaati, ABD'de 2006'dan bu yana onlarca siyasetçi için toplamda 1.5 milyon dolar (3 milyon 333 bin lira) bağışta bulundu. Cemaate yakın bir Türk işadamı, ABD Başkanı Barack Obama'nın 2012'deki seçim sürecinde en fazla bağış aldığı 96'ncı kişi oldu. Yine cemaatin, aynı yıl Cumhuriyetçi Parti'den başkan adayı olan ancak kazanamayan, şu anki Teksas Valisi Rick Perry'ye on binlerce dolar bağışta bulunduğu ortaya çıktı. Türkiye karşıtı tutumuyla bilinen Perry, Türkiye'nin NATO'dan çıkarılmasını istemiş ve Türkiye'nin İslamcı teröristlerce yönetildiğini öne sürmüştü.


OBAMA'YA DA BAĞIŞ YAPTILAR

ABD sathına yayılmış sivil toplum kuruluşu görünümündeki örgüt merkezleri ile büyük bir para akışının kontrolünü yapan Gülen cemaatinin, 2006'dan bu yana başta Türkiye karşıtı söylemleriyle bilinen Perry olmak üzere onlarca siyasetçi için toplamda 1.5 milyon dolar (3 milyon 333 bin lira) bağışta bulunduğu ortaya çıktı. Gülenciler'in 2012'deki seçimlerde Cumhuriyetçi Parti'den başkan adayı olan ancak elenen, şu anki Teksas Valisi Perry'ye on binlerce dolar bağışta bulunduğu ortaya çıktı.

TÜRKİYE KARŞITI VALİ
Türkiye karşıtı tutumuyla bilinen Perry, Türkiye'nin NATO'dan çıkarılmasını istemiş ve Türkiye'nin İslamcı teröristlerce yönetildiğini öne sürmüştü. Perry açıklamaları sonrası gelen tepkilere ise "Türkiye'deki liderler namus cinayetlerine neden oluyor" gibi tam olarak muhatabı anlaşılmayan bir yanıt vermişti. ABD siyasetine aktarılan paraların bir bölümünün de muhafazakâr Cumhuriyetçi Parti yönetimine verildiği görülüyor. SABAH'ın ulaştığı bağış listesindeki en ilginç ayrıntı ise Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinen New Jersey merkezli mermer şirketi Bayrock Natural Stone'un sahibi Burak Yeneroğlu'nun finansal aktiviteleri oldu. Obama'nın 2012'deki yeniden seçim sürecinde en fazla bağış aldığı 96'ncı kişi olan Yeneroğlu, tek başına 652 bin 900 dolar (1 milyon 450 bin lira) bağışta bulundu. Uzmanlar Obama'ya en fazla bağışta bulunan 100 kişinin hükümet çevrelerinde büyük bir lobi gücüne sahip olduğunu vurguluyor. 2012 yılı ağustos ayında Obama tarafından Beyaz Saray'da verilen Ramazan iftarının da baş konuklarından biri olan Yeneroğlu, Demokrat Parti içerisindeki Ulusal Finans Komitesi'nin de yaklaşık 3 yıldır en önemli üyelerinden biri.

BEYAZ SARAY'IN BAŞ KONUĞU
2012'deki kampanya sürecinde "Turks for Obama" adlı bir internet sitesi kurarak Türk-Amerikan seçmenlerini Obama'ya oy vermeye teşvik eden Yeneroğlu'nun Fethullah Gülen'e yakınlığı ile bilinen Turk-American Alliance'ın faaliyetlerine de iştirak ettiği belirtiliyor. Yeneroğlu aynı zamanda cemaatin Turkish Cultural Center (Türk Kültür Merkezi) adlı derneğinin de pek çok organizasyonuna sponsor oldu.

KİŞİ BAŞI 38 BİN 500 DOLAR
Gülen cemaatine yakın Rumi Forum, Apple Educational Services, American -Turkish Frendship Association gibi kuruluşları temsilen 9 kişinin de Obama'yla birebir düzenlenen seçim yemeğine katıldıkları ve kişi başı 38 bin 500 dolar (85 bin 400 lira) ödedikleri belirtiliyor. Söz konusu bağış bilgileri halka açık olarak Obama kampanyası tarafından basına ilan edilmiş durumda.
 

Cemaat'in tetikçi yazarlarından Mahir Zeynalov'un İsrail gazetesinde yazdığının belgesi !
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Polislik sınavında ABİlerinin verdiği sorularla göreve başlayan memurlara HARAM PARA yediklerini birileri HATIRLATSIN
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 

Oslo Görüşmelerini Kim Servis Etti?

Oslo görüşmelerinin cemaat tarafından yayınlandığı ve bu görüşmelere ait tapelerin yabancı bir ajan tarafından verildiği öne sürüldü
Oslo Görüşmelerini Kim Servis Etti?
09 Şubat 2014 Pazar 14:36
Sabah gazetesinde yer alan haberde, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın 7 Şubat 2012’de şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldığı KCK soruşturmasında yer alan “Oslo Görüşmeleri” tapelerinin yabancı bir ajan tarafından servis edildiği öne sürüldü.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldığı KCK soruşturmasıyla ilgili olarak çarpıcı bir iddiada bulundu.
Sabah gazetesinin kamuoyuna yansıyan Oslo görüşmelerinin, devlet içinde var olduğu öne sürülen "paralel yapıya" yabancı bir ajan tarafından servis edildiğinin öne sürüldüğü, "Oslo tapeleri yabancı ajandan" başlıklı haber şöyle:

Oslo tapeleri yabancı ajandan
Oslo'daki görüşmenin ses kayıtları, yabancı bir istihbaratçının getirdiği hard diskin içinde paralel yapıya teslim edildi. Bu diskte Diyarbakır BDP'de yapılan aramada bulunmuş gibi yapıldı.
MİT krizini başlatan dosyadaki iddialar çok ağırdı. "Çözüm Süreci" için atılan her adım PKK terör örgütüne yardım gibi yansıtılıyordu. İmralı'daki görüşmelerin "Kozmik Oda" bilgilerine de ulaşan savcı "devlet sırrı" niteliğindeki görüşmeleri de dosyada delil olarak gösteriyordu.
7 Şubat iddiaları
Suç tarihi: Özel Yetkili Savcı Bilal Bayraktar ve Sadrettin Sarıkaya'nın hazırladığı dosyada suç tarihi 1984 ile 2012 tarihleri arasını kapsıyordu. (PKK terör örgütünün kuruluşundan itibaren)
Suçlama: 5 MİT mensubu hakkında; PKK-KCK terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek, isteyerek yardım etme ve soruşturmanın gizliliğini ihlal etme iddiası bulunuyordu. MİT mensupları terör örgütünün kuruluşundan Çözüm Süreci'ne kadar geniş bir yelpazede birçok konuda ayrı ayrı suçlanıyordu.
'Kozmik' görüşmeler
PKK-KCK terör örgütünün tarihinin özetlendiği soruşturma dosyasında, Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşme tutanaklarına, görüşme sonrasında avukatlar ile Kandil arasında yaşanan e-mail trafiğine de yer verildi. Kanlı bir sürecin sonlandırılması için yapılan görüşmeler 'Özel Yetkili' savcılar tarafından terör örgütüne yardım olarak nitelendirildi. İmralı'daki görüşmelerin ses kayıtları da savcının sürdürdüğü yazışmalar sonrasında dosyaya getirtilmişti. Gizli yürüyen bu süreçte devlet sırrı" niteliğindeki belgelere de ulaşmış, "İmralı'daki kozmik tutanaklar" artık özel yetkili ellere geçmişti. Dosya açıldıkça taşlar yerli yerine oturuyordu. Dosyanın önemli dayanaklarından biri, halen gerçekliği tartışılan dijital bir delildi. 13 Ocak 2012 tarihinde BDP Diyarbakır İl Teşkilatı'nda yapılan aramada ele geçirilen bir hard diskten söz ediliyordu. Bu dokümanda, Müsteşar Hakan Fidan ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş'in PKK'nın Avrupa'daki bazı yöneticileri ile yaptığı görüşmelere yer veriliyordu. Aslında olayın gerçek yüzü farklıydı. İl Başkanlığı'na düzenlenen operasyonundan kısa bir süre önce Türkiye'ye yabancı (Avrupalı) bir istihbarat servisinin elemanı giriş yapmıştı. Takipte olduğundan habersiz olan ajanın, paralel yapıyla çalıştığı sonradan anlaşılan istihbaratçı polislerle gizlice buluştuğu ve yurtdışından getirdiği "hard diski" teslim ettiği belirlendi. Teslimat sonrası, terörle mücadelede görevli polislerin düzenleyeceği operasyona da önden malzeme oluşturulmuştu. Hard diskin içeriği operasyondan önce basına sızdırıldı. DİHA isimli ajansın veri tabanına dışarıdan yüklendiği açıklandı. Ancak, bu dijital kayıt Diyarbakır BDP İl Başkanlığı'nda yapılan baskında kasada bulunmuş olarak kaydedildi. Çözüm Süreci için yapılan "Oslo Görüşmeleri" sekteye uğratıldı. Görüşmeler daha sonra İmralı üzerinden devam ettirildi. Savcılık, MİT hakkında açılan tüm dosyaları biraraya topladı. 7 Şubat soruşturması, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 20 ihbarcının dilekçesi üzerine açılan soruşturmayla birleştirildi. Birbirleriyle bağlantısı olmayan dosyaları aynı merkezde biraraya getiren savcılık, tek hamleyle büyük bir operasyon gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Bir yandan "Çözüm Süreci'nin" başlaması diğer yandan "MİT'in dış istihbarat ağının" güçlendirilmesi, stratejik birimler kurulması, nitelikli eleman takviyesi, MİT'in bölgedeki ağırlığının artması, büyük güçlerin dikkatinden kaçmadı. Özellikle istihbaratta dışa bağımlılığın azalması, içeride istihbaratın tek çatı altında toplanması girişimi, yerleşik kalıpları bozmuştu. Eş zamanlı olarak dış basında MİT'i hedef alan yayınların başlaması, bu haber ve yorumlara Müsteşar Fidan'ı karalama kampanyalarının eklenmesi ise Ankara için artık sürpriz değildi.
'Tam o sırada Uludere!'
Böcek olayının ardından 28 Aralık 2011 tarihinde, Türkiye dramatik bir olayla sarsıldı. Uludere'de, Kuzey Irak'a kaçağa giden bir grup vatandaş, terörist değerlendirmesi ile savaş uçaklarınca bombalandı. 35 vatandaşımız yaşamını yitirdi. Ve o anda, "Yanlış istihbarat MİT'ten" tartışması başlatıldı. MİT'in, eski tarihli bilgi notları, güncel rapor gibi habere dönüştürüldü. Bunun üzerine MİT, "28 Aralık 2011 tarihinde hayatını kaybeden 35 vatandaşımız ile ilgili olabilecek grup, yer, tarih, sayı ve geçiş güzergahlarına ilişkin Teşkilatımızca herhangi bir istihbarat paylaşımı gerçekleştirilmemiştir" açıklamasında bulundu. Uludere olayını soruşturan Genelkurmay Askeri Savcılığı ise 6 Ocak 2014 tarihinde "takipsizlik kararı" verdi. Kararda; TSK personelinin TBMM ve Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdikleri, görevi yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı belirtildi.
MİT'e yeni vizyon
Kuruluş tarihi 6 Ocak 1927 olarak kabul edilen Milli İstihbarat Teşkilatı, 85'inci yıldönümü için oldukça kapsamlı etkinlikler düzenlemişti. Devletin zirvesi, medya ve eski teşkilat mensupları için ayrı ayrı programlar hazırlanmıştı. Ancak, MİT'in 85. kuruluş yıldönümü, Uludere'nin gölgesinde başladı. Medyanın davetli olduğu programda Müsteşar Fidan, "Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu"nun oluşturulduğunu açıkladı. Daha derinlemesine, tek merkezden koordinasyona yönelik Emniyet, Genelkurmay ve bakanlıkların içinde olduğu bir mekanizma kurulduğunun altını çizdi. Bu kurulun içinde MİT Müsteşarı'nın yanı sıra, MASAK gibi kurumların da görev alacağını ifade etti. İstihbaratın bu Kurul'dan ilgili birimlere dağıtılacağını vurguladı. Bu sırada önemli bir gelişme daha yaşandı. Genelkurmay bünyesindeki Genelkurmay Elektronik Sistemler Komutanlığı (GES) da MİT'e devredildi. Teşkilat ayrıca, "Özel Operasyon Birimi' adı altında yeni bir ekip de oluşturdu. Yurtdışında çeşitli terör grupları tarafından kaçırılan Türk vatandaşları burnu dahi kanamadan kurtarıldı.
Oslo Görüşmeleri
Tarih 13 Eylül 2011. PKK'ya yakınlığıyla bilinen bir ajansa yansıyan ses kayıtları, gündeme bomba gibi düştü. Kayıtlarda PKK ile devlet arasında yapılan görüşmeler, özel bir kurgu ile sunuluyor ve o görüşmede dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı (MİT Müsteşarı) Hakan Fidan, eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş ile KCK'lı Mustafa Karasu, PKK'lı Sabri Ok, Kongra-Gel Başkan Yardımcısı Zübeyir Aydar ve koordinatör ülke temsilcilerinin olduğu iddia ediliyordu. Ortaya çıkan kayıtlarla birlikte kamuoyu 'Çözüm Süreci" için yapılan Oslo sürecini öğrenmiş oldu. PKK'nın Avrupa kanadıyla 2006 yılında dolaylı olarak başlayan görüşmeler, 2011'de bazı kayıtların internete sızmasıyla sekteye uğradı. Daha sonra Müsteşar Fidan ve Güneş hakkında Ankara ve İstanbul'da Oslo sürecine ilişkin soruşturma açıldı. Ancak, siyasi irade, terörün sona ermesi için yine MİT üzerinden bu kez İmralı ile çözüm odaklı görüşmeleri sürdürdü. Ve bu görüşmelerin başladığı, kamuoyuna da açıklandı. O tarihten itibaren Türkiye güne, şehit cenazeleri ile uyanmadı!

http://www.habervaktim.com/haber/360696/oslo-gorusmelerini-kim-servis-etti.html