HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

2 Mart 2014 Pazar

2014 Uzun Adam Şarkısı Murat Göğebakan
 
02.03.2014
ÇALINANLAR  YOL,SU,ELEKTRİK VE MEGA PROJELER OLARAK GERİ DÖNÜYOR BÖYLE ÇALMAYA HELAL OLSUN DERİZ.

02.03.2014
17 ARALIK F.GÜLEN ALBÜMÜ 8



Gömülü resim için kalıcı bağlantı



Gömülü resim için kalıcı bağlantı











Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı














Gömülü resim için kalıcı bağlantı










Gömülü resim için kalıcı bağlantı













Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı



Gömülü resim için kalıcı bağlantı





Gömülü resim için kalıcı bağlantı















Gömülü resim için kalıcı bağlantı






















Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı



Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı


Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı






Gömülü resim için kalıcı bağlantı






Gömülü resim için kalıcı bağlantı







Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı












Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı




































Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı









Gömülü resim için kalıcı bağlantı



Gömülü resim için kalıcı bağlantı




Gömülü resim için kalıcı bağlantı

Gömülü resim için kalıcı bağlantı





Gömülü resim için kalıcı bağlantı





Gömülü resim için kalıcı bağlantı






Gömülü resim için kalıcı bağlantı


Gömülü resim için kalıcı bağlantı







Gömülü resim için kalıcı bağlantı






Gömülü resim için kalıcı bağlantı

02.03.2014


DİĞER ALBÜMLER
 
 
 
 
 
 
 





Paralel polisten korkunç provokasyon
Paralel polisten korkunç provokasyon02.03.2014
Cemaat yazarlarının, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da terör hortlayacak” açıklamalarının ardından, düğmeye basıldığı ortaya çıktı. Paralelci bir polis, Suruç’ta duvarlara provokatif yazılar yazarken suçüstü yakalandı.
17 Aralık komplosunu tezgahlayan paralel yapılanmanın yerel seçimler öncesi doğu ve güneydoğuda gerçekleştirmek istediği provokasyon deşifre oldu. BDP HÜDA-PAR gerginliği çıkarmak isteyen paralel yapılanmaya mensup iki polisin, HÜDA-PAR ilçe binası yakınlarındaki duvarlara provokatif yazılar yazarken vatandaşlar tarafından suçüstü yapıldığı, kimlikleri deşifre olan sivil polislerin araçla olay yerinden uzaklaştığı belirtildi. Paralelci polisleri slogan yazarken yakalayan HÜDA-PAR Suruç ilçe yönetiminden Salih Ateş, Suruç Cumhuriyet Başsavcılığına giderek şikayetçi oldu. Ateş ve ailesine şikayeti geri alması için baskı yapıldığı iddia edildi.

Yeni Akit gazetesinden Mehmet Özmen'in haberine göre; aynı zamanda HÜDA-PAR Suruç ilçe teşkilatına bağlı çalışmalarda bulunduğunu ifade eden Salih Ateş, o gece gördüğü şahsı daha önce defalarca Suruç Emniyeti ve ilçede görev yaparken gördüğünü ifade ederek, "Bu şahıs genelde sivil giyimli olarak Suruç ilçemizde görev yapıyor. Daha önce bu şahsı resmi polis aracında ve Emniyete ait sivil araçlarda da gördüm. Daha önce de kendisiyle birkaç kez konuşmuştum. Duvara yazı yazarken kendisini gördüm. İlk etapta ne yazdığını bilmiyordum ancak yanına yaklaştığımda elindeki sprey boyayı aşağıya bıraktı, yere attı ve ardından bana dönerek, 'bu yazıyı buraya sen mi yazdın?' dedi. Ben de bunun üzerine yazıyı okumak istedim. Baktım duvara "Biji Serok Apo" yazmış. Kendisine ben HÜDA-PAR üyesiyim ve bu tür figürlere karşıyım. Bu şekilde bana bunu neden sorduğunu söyledim. Daha sonra karşılıklı olarak birbirimize bir şey demeden ayrıldık. Sonra arkama dönerek bir baktım ki yine bir şeyler daha yazıyor. Suruç ilçesinde bu şahsın Gülen cemaatine bağlı bir polis olduğu konuşuluyor. Ben Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunarak araştırılmasını istedim. Burada MOBESE kamerası var, esnafların kamerası var bunların araştırılması sonucunda kimin nesi olduğu ortaya çıkar" şeklinde konuştu.


SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULDU

Paralelci polisleri provokasyon yaparken yakalayan Salih Ateş Suruç Cumhuriyet Başsavcılığı'na da suç duyurusunda bulundu. Ateş, savcılığa verdiği dilekçede şu ifadelere yer verdi: ''Müşteki: Salih ATEŞ Olayın olduğu Saat: 23.30 ile 23.45 arası
Ben HÜDA-PAR yönetiminden olup gece parti binasından çıktıktan sonra binamızın karşısındaki ara sokakta (Eski Sanayi) bir aracın durmuş olduğunu fark ettim ve merak edip bakmaya gittim. O sırada bir kişinin sokakta, bir kişinin de gri metalik Ford Connect aracın içinde olduğunu fark ettim. Sokağın karanlık olmasından aracın içindeki şahsın kim olduğunu görmedim ama araç dışında duran kişiyi gördüm. Araç dışındaki şahsı daha önceden de tanıyorum ve bunun Suruç İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün personeli olduğunu da biliyorum. Söz konusu olan şahsın fiziki özellikleri 1.75/1.80 boylarında zayıf ve ince bıyıklı birisidir. Tanıdığım şahsın duvara yazı yazdığını gördüm. İlgili şahıslar hakkında soruşturmanın yapılmasını arz ederim.''


EMNİYET VE KAYMAKAMLIK AÇIKLAMA YAPMADI

Suruç İlçe Emniyet Müdürlüğü iddialara açıklama yapmadı. Muhabirimizin defalarca aradığı İlçe Emniyet Müdürü Sadık Özilhan kendisine bilgi iletilmesine rağmen konuşmaktan kaçındı.


TEHDİT EDİLDİ!

Cumhuriyet Başsavcılığı'na Salih Ateş tarafından verilen suç duyurusunun sosyal medyaya yansımasının ardından iki sivil polisin HÜDA-PAR Suruç İlçe teşkilatına giderek, Ateş'in ağabeyinin tehdit edildiği bildirildi.

Kaynak: Yeni Akit
Hüseyin Gülerce: Ecevit'in,
Merve Kavakçı çıkışı gerekliydi !

 
HÜSEYİN GÜLERCE'DEN
DERHANE YORUMU
 
 
 
HÜSEYİN GÜLERCE CÜBBELİ HOCAYI
KASET KONUSUNDA İKAZ ETMİŞ
 
 
02.03.2014
ERBAKAN DAMGASINI GÖNLÜMÜZE VURUP RABBİNE GİTTİ
 
 
F.GÜLEN GÖNÜLLERDEN ÇIKIP ABD'SİNE GİTTİ
 
 
 
 
 
 
02.03.2014
Fethullah Gülen, Erbakan'ı İSLAMA ZARAR VERİYOR DİYE SEVMİYORMUŞ
 
Fethullah Gülen: 
Erbakan dini siyasete alet ediyor
Fethullah Gülen: bizim Erbakan gibi
İslam birliği gibi bir gayemiz yok
Fethullah Gülen'in Ecevit aşkı
 
02.03.2014
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Mesnevi’den bir hikâye... Dindar görünen din bozguncusu!

02 Mart 2014


Öncelikle söyleyeyim ki; bugün, sadece “Mesnevi’den bir hikâye” anlatıp, yazıyı tamamlayacaktım... Ne var ki; “dünkü yazıma” değinmeden geçemedim... Bir “Abi” ile “Abla”dan gelen mektupları aktaran dünkü yazım, büyük “yankı” yaptı... Meğer, ne kadar “dertli” varmış... Ve ne kadar “küfürbaz” varmış!..
Yazan yazana...
“Abi-Abla yurtları”nda kalıp da, “polis, hakim, savcı, ya da sağlıkçı” olanların “kimler” olduğunu yazanları mı ararsın, “Bir Hıristiyan ile evlenen Müslüman kız” haberinin “Cemaat televizyonları”nda nasıl “övgüyle” verildiğini bildirenleri mi ararsın?..
 
ÜNİVERSİTELER VE TÜBİTAK!
Hele bir “mektup” var ki, sizlerle paylaşmadan geçemedim...
“Üniversitelerden birinde öğretim üyesi olarak çalışmaktayım” diye başlayan mektup; “İsmimi yazamıyorum, çünkü...” diye devam ediyor ve “çünkü”nün gerekçesi şöyle açıklanıyor:
“İsmimi yazamıyorum, çünkü; birçok üniversitemiz gibi, benim çalıştığım üniversite de Cemaat’in elindedir!”
“Öğretim üyesi” olan okurum, üniversitelerde dönen dolapları da şöyle açıklıyor:
Üniversitenin bütün imkânlarını sadece kendi cemaatlerinden olan insanlara kullandırırlar, başkalarına en küçük hak bile tanımazlar... 
 
Üniversitelerdeki malûm cemaat mensupları bir araya gelerek, kendilerinden olanlara kolaylıkla ‘Yüksek Lisans ve Doktora’ yaptırıyorlar ve anında ‘kadroya’ tayin ettiriyorlar... Sonra, yeni atananlar için bir araya gelerek makaleler yazılıp, doçentliğe başvuru şartları sağlanır sağlanmaz doçentliğe müracaat ettirilerek ‘jüri’lerini ayarlıyorlar. Böylece, üniversitelerde sayılarını hızla artırarak tabiri caiz ise, üniversiteyi ele geçiriyorlar!..
 
Son on yılda hükümetimiz, Türkiye’de bilimin gelişmesi için TÜBİTAK aracılığı ile her yıl AR-GE projeleri için büyük miktarda paralar ayırıyor.
Üniversitelerde çalışan Cemaat mensupları hiçbir bilimsel niteliği olmayan projelerle başvurarak TÜBİTAK’taki adamlarının yardımı ile AR-GE projelerine ayrılan kaynakları haksız yere talan ediyorlar.
 
Cemaatten olan ‘bilim adamları’nın birçoğunun iki ve üzeri araştırma projesi var. Ne acıdır ki, cemaatten olmayan bilim adamlarının önemli projeleri destek alamıyor. Bu vurgunu kamufle etmek için ara-sıra cemaatten olmayan bilim adamlarının küçük olan bazı projelerine ise göstermelik destek verilmektedir.
 
Ülkemizin beyni olması gereken üniversitelerimizin önemli bir kısmının ve de TÜBİTAK gibi bir kurumun Paralel Yapı tarafından yıpratılmasını, suiistimal edilmesini, yolsuzluk yuvalarına dönüştürülmesini benim gibi bir çok bilim adamı sadece acı ile izlemek durumunda kalmaktadır.
Umarım, hükümetimiz bu önemli konuyu da gündemine alır.”
 
“Öğretim üyesi”nin bu kısa mektubu, öyle sanıyorum ki; “üniversitelerde ve TÜBİTAK’ta neler döndüğünü” görmeye yeterlidir... Olayın güzel olan tarafı şu ki; Hükümet tarafından “TÜBİTAK’a el atıldı” ve “tuzak” kuran “Paralel’ciler” ayıklanmaya başlandı...
Öyle umuyorum  ki;
 
TÜBİTAK, bir “Cemaat çiftliği” olmaktan kurtarılacak, burada uygulanan “mobbing, taciz ve sürgün”lere son verilecektir!..
Haa; gelen “mektup, faks ve mail”lerin hepsi “bilgi verme” amaçlı değil... Bazıları “küfür” ve “hakaret” dolu... “Beddua” edeni mi ararsın, “Yüzüne tüküreyim” diyeni mi?..
Küfür ve hakaret gırla!..
 
Hepsini sineye çekiyor ve diyorum ki; “Allah onları ıslah etsin!”
 
HİKÂYE DEYİNCE MESNEVİ
Her neyse... En başta da dedim ya; Eğer bu “bilgi yağmuru” ve “hakaret”ler olmasaydı, doğrudan “hikaye” ile başlayacaktım yazıya...
Yine de geç kalmış sayılmam...
Malûm, “hikâye” denilince, Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri ve onun “Mesnevi”si gelir akla...
Çünkü Mevlâna Hazretleri, sadece “kendi zamanına” değil, “gelecek nesillere” de seslenir... Çünkü, onun anlattığı “hikâye”lerde; “günümüze ayna tutan paha biçilmez bilgiler” ve “asla unutulmayacak ibretler” vardır...
Bugün aktaracağım “hikâye”si ise, sanki, “tam da bugünlere seslenen” ibretlik bir hikâyedir.
Bu hikâye;
Mesnevî’nin birinci cildinin, bendeki tercümesine göre, “336. beyit”ten, bir başka tercümede ise “325. beyit”ten itibaren başlıyor... 
Çok uzun bir hikâye… 
Bildiğiniz gibi; Hz. Mevlâna, bir hikâyeyi anlatırken sık sık öğütler verir, uyarılar yapar, hikâyenin içine başka hikâyeler katar ve sözü sonunda bağlar. 
Ben aradaki öğüt ve diğer hikâyeleri bir yana bırakarak asıl hikâyeyi aktarmak istiyorum...
Hikâyenin tamamını kendiniz okursunuz. 
Tavsiye ederim.
 
DİN DÜŞMANI KURNAZ VEZİR
Hz. İsa düşmanı ve Hristiyanları öldüren zalim bir Yahudi kralı vardı. Kral, Yahudice kininden dolayı öyle şaşılaştı ki; aman Yarabbi, aman! 
“Ben, Hz. Musa dininin koruyucusuyum” di­yerek, zulüm ile müminleri sürekli öldürüyordu.
Kralın; düzenbaz, fitne ve fesat ocağı, gaddar bir veziri vardı.
Krala şöyle dedi: 
“Hristiyanlar, can korkusuyla padişahtan dinlerini gizlerler. Onların öldürülmesinde bir fayda mev­cut değil; dinin misk ve öd ağacı gibi ko­kusu ve dumanı yoktur. Bu gizli bir sırdır, sana malûm olmaz. Şüphesiz içi ve dışı birbirine zıttır.” 
Kral; “Bu hususta tedbirin, hile ve düze­nin nedir? Söyle! Tâ ki bu dünyada gizli ve aşikâr hiçbir Hristiyan kimse kalmasın!” deyince;
 
Vezir dedi ki:
“Ey kral, hemen bir kulağı­mı kopart, burnumu kırdır, dudağımı yardır ve elimi kestir­! Sonra da beni darağacının altına getir. Biri af dilesin, sen de affet! O yerde bunu herkes öğrensin de böyle­ce bu iş herkes tarafından duyulsun. Ardından beni sürgün et, buradan uzak kalayım ve bu sürgünle meşhur olayım. 
 
Diyeyim ki: 
‘Ben gizli Hristiyan idim. Zi­ra hâlimi cihanı yaratan Allah bilir. Kral benim imanımı anlayınca öfkelendi ve canıma kastetti. Maksadım kendi dinimi gizlemek, kralın dininden görünmekti. O benim sırrımın kokusunu aldı. Sözüm ve işimdeki kusurları gördü ve bana ‘Senin sözün, içinde iğne olan ek­mektir bana. Senden yana kalbimde pen­cere açtım. Gönül penceresinden hâlini gördüm. Artık senin sözünü dinlemem’ dedi.
Eğer Hz. İsa’nın ruhunun yardımı olmasaydı o Yahudi kral beni parçalardı. Gerçi Hz. İsa’nın yoluna can feda olsun. Bu benim için yüz bin kere minnet ve saa­dettir. Hz. İsa’dan canımı esirgemem. Onun dininin il­mini en iyi ben bilirim, bu konuda bana denk bir âlim yoktur. Benim derdim bu temiz dinin cahiller arasında mahvolmasıdır. Allah’a şükür ve Hz. İsa’ya selâm olsun ki bu gerçek dini tamamıyla anladım. Şimdi o Yahudi’den kurtulmuş, Hristiyanlık kemerini kuşanmışım. Ey talihliler, zaman, Hz. İsa zamanıdır. Onun dinine sıkı sıkıya sarılmak gerektir!’”
 
MÜMİNLERE KARŞI TUZAK KURULUYOR
Vezir, krala bu hilesini anlatınca; bu ted­bir, kralın pek hoşuna gitti.
Kral, vezirin istediğini yaptı. Halk, bu vaziyet karşısında vezire hayran kaldı. Zalim kral da; veziri, Hristiyanların bulunduğu tarafa sürdü. O da, halkı etrafında toplamaya önem verdi.
Binlerce Hristiyan ona rağbet ederek yavaş yavaş etrafında toplanmaya başladılar... Vezir, İncil’in, “zünnar”ın sırrını, mânâsını onlara anlatıyordu.
 
Görünüşte, “dinin hükümlerini anlatan bir vaiz”di... Hakikatte ise, bu, onları avlayacak bir “tuzak”tı. Halkın, inanarak gönül verdiği o hilekâra Hristiyanlar, tamamen tâbi oldular. Ona gönül verip büyüsüne aldandılar, Hz. İsa’nın vekili sandılar.
O ise, gerçekte lânetli bir Deccal’dı. 
 
Ey yar­dımcı olan Allah, kullarına yardım eyle!
Yolda binlerce tuzak ve tane var. Bizse aç ve haris kuşlar gibiyiz.
 
Ankalar gibi yükseklerde de uçsak bile, her an yeni bir tuzağa tutuluyoruz.
 
Sen bizi bir tuzaktan kurtarırsın, biz yine bir başka tuzağa düşeriz.
 
Biz, bu dünya ambarında buğday toplu­yor, bir yandan topladığımız buğdayı kaybediyoruz.
 
Buğdayın kayboluşunun, farenin hilesinden olduğunu aklımızı kullanıp idrak etmiyoruz.
 
Fare ambarı deldi. Onun hilesinden mah­sul dağıldı.
 
Ey can, önce farenin şerrini defet, sonra buğday ölçeğini omuzla.
Eğer ambar faresinin hilesi yoksa, bizim kırk yıllık amelimizin buğdayı nerede?
Bu kadar zamandır doğruluğumuzun, işi­mizin hâsılı niçin ambarımızı doldurmadı?
 
“ÖL” DEYİNCE ÖLECEKLER
Bazı zevk ve hâl sahihleri vezirin sözlerin­de bir acılık duydular. O güzel konuşuyordu, lâkin sözleri zehir karıştırılmış şekere benzerdi.
Her bir sözün güzelliğine aldanma! 
Gözü­nü aç, onda çirkin bir mânâ olabilir. Kalbi kötü olanın sözleri de kötüdür. 
Onun gönlü ölüdür. 
Ruhu ebedî olmaz.
Vezir, görünüşte Hak yolunda çevik olun di­yor, içinden canın gevşekliğini istiyordu.
Zevk sahibi olan ve fakat ârif olmayanlar, vezirin hi­lesine aldanıp gerçeği anlamadılar.
O altı yıl padişahtan ayrı kaldı. 
Hristiyanların koruyucusu oldu.
Halk dinini, gönlünü vezire emanet edip varını yoğunu ona verdi.
O gönlü karanın asıl arzusu; “müminleri; rüz­gârın savurduğu saman gibi dağıtmak”tı!..
 
Kral ile vezirin arasında gizlice devamlı haberleşme oluyordu.
Kral ona; “Ey benim makbul vezirim! Artık senin gayretinle gönlümün şad ol­ması zamanı geldi” diye yazdı.
Vezir de; “Ey kral! Şimdi işim fitnedir. Hz. İsa’nın di­ni bundan böyle fitneden kurtulmaz” dedi.
Hristiyanları idare eden on iki emir vardı.
 
Her fırka bir emire tâbi idi. Tamah yü­zünden beylerine kul, köle gibiydiler.
Emirler, kavimleriyle beraber o vezirin kulu kölesi olmuşlardı. Hepsi onun sözlerine tamamen inanmış ve onun gidişine uymuşlardı.
 
O “Ölün!” dese, her bir emir her zaman için ölmeye hazırdı.
.......
Efendim, benden bu kadar... Başta da söylediğim gibi siz, “hikâyenin gerisi”ni Mesnevî’den okuyun...
*********************************************************************
Ben ne dedüm ki!.. Biz ne yaptık kii!
Tarih, Eylül 2006’nın ortaları... 
 
Televizyonlardaki “kadın programları”ndan birine çıkan bir kadın, eski kocası hakkında “ağzına geleni” söylüyordu!.. 
 
Ne “p...şt”luğunu bırakıyordu, ne “p....nk”liğini!.. Sunucu, sık sık araya girip, “Lütfen düzgün konuşun” diyerek ikaz etmek zorunda kalıyordu...
 
Kadın, hiç istifini bozmadan şöyle cevap vermişti:
“Ben, ne dedüm kii!”
 
“Paralelciler” de öyle... Bu ülkenin Başbakanına “ağızlarına geleni” söylüyorlar, “beddua” ediyorlar, “ölüm”ünü istiyorlar, sonra da dönüp, diyorlar ki;
“Biz ne dedik ki?”
 
“Telefon”ları dinliyorlar, “şantaj” yapıyorlar, “fotoğraf” çekiyorlar, “dinleme”nin, “fişleme”nin haddi hesabı yok... Sonra da, sanki hiçbir şey olmamış gibi, diyorlar ki; “Biz ne yaptık ki?”
 
Süleyman Soylu’nun dediği gibi; 
“Devletten parsel” istiyorlar... “Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu, Maliye bizim olsun!.. Sağlık Bakanlığı’nı biz idare edelim!.. Valileri ve emniyet müdürlerini biz tayin edelim!” diyorlar...
 
Ama, “Sizin yaptığınız ‘Paralel Devlet’ oluşturmaktır” denildiğinde de, cevap veriyorlar: 
“Biz yapmadık, biz ne yaptık ki?!?”
 
Yersen!..
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Paralel yapı ve örtülü KİT

02 Mart 2014


Nasıl devlet’in KİT’leri varsa, “Derin Devlet”in de Örtülü KİT’leri var. “Derin Devlet”in olduğu gibi, “Paralel Devlet”in de KİT’leri var. “Derin Devlet” de, “Paralel Devlet” de “kayıtdışı siyaset”in aracıdır. “Kayıtdışı siyaset”in olduğu yerde “kayıtdışı ekonomi” de vardır. Bunların kayıtlı kısmı kayıtdışı yanında deve’de kulak’tır.
 
“Derin Devlet”in ve “Paralel devlet”in, Örtülü KİT’leri büyük ölçüde kamu kaynaklarından beslenmektedir. Kamu  bankaları, teşvik ve muafiyetler, belediyeler, kamu  arazileri, ihaleler bunların başında gelir.
 
“Paralel devlet”, “Türkçe Olimpiyatları”na Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanların katılımı ile adeta Paralel Yapı’nın siyasi meşruiyeti ötesinde “yarı resmi” bir örgütlenme gibi algılandı. Bölge Kalkınma Ajansları, DOSİM gibi kaynaklar, TÜBİTAK, KOSGEB teşvikleri büyük ölçüde bunlara gitti. Paralel Yapı’nın projeleri için imar planlarında değişiklik yapıldı. İmtiyazlı konuma geldiler. Desteği umulur, öfkesi korkulur oldu.
 
Zaten bürokrasi, yargı, emniyet, istihbarat büyük ölçüde kontrollerindeydi. Devlet arkalarındaydı. Uluslararası sistem arkalarındaydı. Mehdiyet misyonunu temsil ediyorlardı ve Peygamber, din arkalarındaydı. Geleceğe ilişkin işaretler “!” onların yükseleceğini söylüyordu! Bunlarla kim başedebilirdi ki! “Özgül ağırlıkları” fazlaydı!
 
Kadroya alınacaklara sınav soruları servis ediliyordu zaten. Dershaneler insan kaynakları için devşirme mekanlarıydı. Okullar insan seraları, fidanlık! “himmet”e mazhar olanlar arkası arkasına ödüllendirilerek, kurslara alınarak hızla yükselmeleri sağlanırken önlerinde engel olanların sicilleri ile oynanıyor, disiplin cezaları ile itibarsızlaştırılıyordu.
 
Her şey planlanandan daha iyi gidiyordu. Ta ki, iktidarla karşı karşıya gelene kadar! Çeyrek asırlık bir bekleyiş, son anda birden bire hüsrana dönüşüverdi!
 
Paralel hareket, Cumhuriyet tarihi boyunca en yaygın ve en uzun süreli kayıtdışı ekonomi hareketidir. Gönüllülerin tasarrufları, bir şekilde birtakım projelere aktarıldı. Resmi hiçbir kaydı yok. İsteyen istediği yere yardım edebilir, ortak da olabilir. Ama bu iş izne ve kayda tabidir. 28 Şubat’da ben, “Bugün sigara içmeyin, sigara parasını, İHH ve Mazlum-Der’e verin” dediğim için “izinsiz yardım toplama kampanyası düzenlemek”ten, İHH ve Mazlum-Der’in hesaplarına el konuldu ve benim aleyhime dava açıldı.
 
Aslında bu anlamda Paralel Yapı’ya ait mal varlıkları çete ve usulsüzlük sebebi ile kamulaştırılabilir. Ne bankaları, ne kursları, ne okulları, ne marketleri kalır. Hatta bu yapıya yardım ve yataklık eden bu yapıyla işbirliği yapan şirketler ve sermaye grublarına da el konulabilir. Zaten iş oraya varacak. Tedbiren, kişilerin kaçması, ya da mal kaçırmalarını önlemek için de devlet idari tedbirler alabilir.
 
Bu şirketlerin kimilerine kamu kaynaklarından birtakım imkanlar aktarılıyor ve bunun karşılığı, burs, inşaat, abone, reklam, nakdi yardım taahhütleri alınıyordu. Tabii bu paraların ayakkabı kutularında mı, torbalarda mı, ya da çizme kutularında mı taşındığını bilmiyoruz. Ama bilmesi gerekenler artık öğrenmiş olmalılar. Kimine göre “valiz’le, polis araçları ile” taşıyorlardı.
Sahi Paralel Yapı’nın “gizli arşiv”, “kozmik kasa”, “para deposu” neresi?
 
Bilirsiniz, bir zamanlar mafia hazine arazisini işgale başlayınca ilk binanın tepesine bir Atatürk büstü, bir bayrak dikerdi. Sonra biri gelir cami inşaatına başlar. Alevi gelecekse cemevi. Kürtler ağırlıktaysa dernek-lokal. Ülkücüler el atmışsa işe, ocak inşa ederler hemen. Aslında bir kamu-hazine yağmasının paravanıdır bunlar. “Ağuyu altın tas içre sunarlar bal da onun suç ortağı.”
Belediyeler de yemeye cami’ye, cemevi’ne yardım diye başlar. Yurt, Kur’an kursu, okul iyi bir bahanedir. “Şeytan sizi Kur’an’la aldatmasın.” Kur’an kursu, cemevi ile de.
 
“İş ehline vermek”le emrolunmadık mı? “Kem alat ile kemalat olmaz” denmedi mi? Hani rüşvet almayacak torpil yapmayacaktık!
 
Bu işin, “sağı, solu, İslamcısı, milliyetçisi, alevisi, sünnisi yok. Kimi yapmaz yer, kimi yapar yer! Kimi yemez ve yapmaz. Bize yapar yemez adamlar lazım ama onlar çok az. Namuslu diye getiriyorsun, servet ve güçle tanışınca, kadınla tanışınca sapıtıyorlar!
 
Bakın bu işler sadece Paralel Yapı içinde olmuyor. Başka “cemaat” yapıları içinde de var bunlar. İktidar içinde de var, muhalefet içinde de!
 
Kim ki aklı ve imanından daha büyük bir ölçüde servet ve güce sahip olursa sapıtır! Bizim şu anda sahip olduğumuz servet ve güç aklımızdan ve imanımızdan fazla. Oysa bizim yeni bir medeniyetin ihya ve inşası için şimdikinden belki bin kat daha servet ve güce ihtiyacımız var. Çünkü yeryüzünün bütün açları ümmetin yetimidir.
 
Allah’ın bizim paramıza ihtiyacı yok. O, kadir-i mutlaktır. Ve O, “bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Öte yandan “herkes layık olduğu gibi idare olunacaktır.” Allah bize muhtaç değil. Onun için kimse haşa Allah’ı, kıyamete ve iktidara zorlamasın. O, her şeyi görmekte, bilmektedir ve O, hüküm sahibidir.
 
Selâm ve dua ile.
Asım Yenihaber / Yeni Akit

“Allah Bir” Dediğine İnanılmaz!

02 Mart 2014

Allah kimseyi bu rezil duruma düşürmesin! Bu halk nezdinde güvenilmezliğin en son kertesidir!
 
 
 
 
 
Güvenilirlik, inanılırlık... Eminlik, mutemetlik... Sözü odun gibi de olsa dosdoğru olmak... Menfaati için (kendisinin, camiasının, kurumunun) yanlışla doğruya yer değiştirmek... Hakk’ın hatırını âli tutacağına kendi hasis çıkarının gereğini yapmak.
 
Alttan alta sürdürülen mücadele, didişme 17 aralıkta savaş ilanı ile yeni bir boyut kazandı. En güçlü olduğu yerden vurmak, en güçsüz noktayı hedef almak... 17 aralık buydu. Adalette yuvalanan yapı, 17 aralıkta pimi çekilmiş bomba gibi patladı. Adalet kullanılarak başlatılan saldırı elbette başlangıçta şaşkınlığa sebep oldu..
 
Yolsuzluk, beytülmale el uzatmak halkın affetmeyeceği şeylerdendir. Fakat, operasyon yolsuzluk için değil, daha derin hedefler için yapılmıştı. Bunun fark edilmesi güç olmadı. Yolsuzluk yapanların cezasını çekmesi, ama asıl gözetilen hedefin ıskalanmaması Türkiye’nin büyük çoğunluğunun kararına dönüştü. Öyle olmasa idi, neler olabileceğini tahmin etmek güç değil. 
 
Halk, savaşı gördü. Kirli savaşın temiz sonuçlar vermeyeceğini hissetti. Halkın ferasetine güvenmek lâzım. Savaş ne adına veya kimin adına başlatıldı? Sadece dershaneler mi kurtarılmak isteniyordu?
Yaşanan süreç, işin boyutlarını ortaya çıkardı: Dershane meselesi görünür, zahirî bir meseledir. Hedef büyüktür, karanlıktır. Hedefi büyük yapan, dünya sisteminin Türkiye ile ilgili değişmez tutumudur. Türkiye’nin ayakları üzerinde durması. Dünyaya sözünü dosdoğru söylemesi. Bunu belli ölçüde İslâm dünyası adına yapması...
 
19. yüzyıl sonunda Abdülhamid siyaseti nasıl İngilizler’de korkuya sebep oldu ise, yüzyıl sonra aynı korku ABD-Avrupa ekseninde ortaya çıktı. 
Abdülhamid’e isnad edilenler... “Kızıl Sultan”lığa kadar varan ithamlar... Bütün bunlar dışarıda kotarıldı, “Jön Türk” denilen dışarıya kaçmış sömürge aydınları tarafından içeriye zerk edildi. 
Son Büyük Osmanlı padişahı kendi ülkesinde kötü adam, müstebit, korkak vs. sıfatlarla muttasıf hale getirildi. Mehmet Âkif gibi, Bediüzzaman gibi şahsiyetler bile buna inandı. 
 
Abdülhamid’e yapılan suikastı hatırlayalım: Neredeyse 110 yıl önce, 21 temmuz 1905’de Ermeni komitacıları Cuma selâmlığı sırasında Sultan Hamid’e bombalı bir suikast düzenlediler. Ayrıntıları üzerinde iyi düşünülmüş bir suikast... Padişah ölecek, Ermeni komitacıları emeline nail olacak...
Bu terörden memleket için hayırlı netice beklenebilir mi? Bekleyenler vardı: Tevfik Fikret gibi!
Ne dedi biliyor musunuz?
 
Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın
(Ey şanlı avcı, tuzağı boşuna kurmadın/Attın fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!)
Vursalar, öldürseler ne olacaktı? Osmanlı mülkünde büyük bir kargaşa, kaos yaşanacaktı. Her şey altüst olacak, dış müdahale için altın bir fırsat doğacaktı. 
 
Abdülhamid, belki de hissetti, belki de ilahî bir güç onu bir an duraklattı...
Tevfik Fikret’in şiirinin adı “Bir lahza-ı teahhür”. Yani bir anlık duraklama...
Abdülhamid bütün insanlar gibi hatadan beri değildi. Ülkesine, devletine büyük hizmetler yaptı. Kendi zaafları, hatalarına rağmen, onun yaptığını daha önce yapan olmadığı gibi, daha sonra da görülmedi.
 
Gelelim günümüze...
Halk Abdülhamid’i, Menderes’i, Özal’ı biliyor. Türkiye’nin yakın döneminin mimarlarının akıbetini hatırlıyor... Hataya düşmemek için yeterince tecrübeli. Bu tercübe normal şartlarda olacakların olmasını engelliyor. 
 
Biz devletin vatandaşını dinlememesinin mücadelesini verirken, birileri 7 bin kişiyi dinlemiş. Ne adına? Hukuk adına mı? Devlet adına mı?
Bu ortaya çıktığı günün akşamı cevabı gecikmiyor: Başbakan’a uzanan bir kaset!
Bu bir itiraf aslında. “Biz o 7 binde görünmeyenleri de dinledik!” “Biz tahmininizden daha büyüğüz!”
 
Gerçek olan kaset mi, birilerinin hukuku kullanarak yaptığı ahlâksızlık mı?
Halk ahlâksızlığı görüyor, ahlâksızlıktan ahlâklı bir sonuç çıkmayacağını da. 
Birilerine güven sıfırlanıyor.
 
Halk sözüdür bu: “Allah bir dediğine inanmayacaksın!”
Neden? Çünkü onu da bir kasıtla söylüyor, gerçek düşüncesi, inancı bu değil!
Allah düşmanımızı bile bu duruma düşmekten korusun!
Ali İlbey

İlk Amerikancılar Chp’li, Yâni Kemalistlerdi

01 Mart 2014
Ali İlbey



Chp’nin Amerikancılığı 1933’de M. Kemal devrinde başlar. Fakat ilk Chp’li Amerikancı İsmet İnönü’dür. Halide Edip gibi isimlerin de bulunduğu “Amerikan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin Türkiye üyelerince Millî Mücadele yıllarının başında Türk devletinin Amerikan mandasına girmesi teklif edilmişti.

“İNÖNÜ AMERİKANCILIĞI”
İnönü, mandacıların teklifini destekleyenlerin arasındaydı. “Eğer Anadolu'da halkın Amerikalıları herkese yeğ tutuğu yolunda Amerikan milletine başvurulsa, pek çok faydası olacaktır deniliyor ki, ben de tamamıyla bu kanaatteyim. Bütün memleketi parçalanmadan Amerika'nın denetimine bırakmak, yaşayabilmek için tek çâre gibidir” diyen İnönü’dür. İkinci Dünya Savaşı sonunda da “Almancılığı” bırakıp "İnönü Amerikancılığı” nı başlatan yine İnönü’nün kendisidir.
Mustafa Armağan’ın “Efsaneler ve Gerçekler” kitabını okuyanlar, Misak-ı Millî’nin hukukî temelini Wilson Prensipleri’nin 12. Maddesi’nin oluşturduğunu bilirler. M. Kemal, Sivas Kongresi Başkanı olarak Abd Senatosu’na gönderdiği mektubundaki gaye “Wilson’un milletlere kendi kaderlerini tayin hakkı tanıyan barış plânı” yatmaktaydı. İstiklâl Savaşı’nın ortalarında şartlar değişse de, M. Kemal’in başkanı olduğu Heyet Wilson prensiplerini kabul etmiş ve Abd Senato’sunun inceleme yapmak üzere Türkiye’ye gönderdiği General Harbord ve maiyetini “davullu zurnalı törenlerle” karşılanmıştır.

M. KEMAL: “MİLLÎ SINIRIMIZI WİLSON PRENSİPLERİ’NE GÖRE İFADE ETTİM”
Hülâsa ifadeyle M. Kemal, Millî Mücadele’den sonra küçültülmüş Türkiye’nin hudutlarını kararlaştırırken Abd Başkanı Wilson’un prensiplerine tâbi olmuştur.1926 yılının gazetelerinde yayınlanan beyanatı bunun tescilidir: “İtiraf ederim ki, ben de milli sınırı biraz Wilson prensiplerinin insani maksatlarına göre ifadeye çalıştım. Hemen açıklayayım: O insani prensiplere dayandığındandır ki, Türk süngülerinin müdafaa ve tespit ettiği sınırları müdafaa etmişimdir.”
M. Kemal bu beyanatıyla Amerikan devletinin imza etmediği Lozan Anlaşması’nın kabulü ve büyük yatırımların yapılması “umuduyla” mesaj vermeye çalışıyor. Malûmdur ki Millî Mücadele için kongreler toplanırken, Halide Edip ve İsmet İnönü gibi Amerikan mandacılarının teklifleri Sovyet Rusya’nın stratejik komşu olarak yapacağı yardımlar daha menfaatli olduğu için bir süreliğine göz ardı edildi. Fakat Lozan Anlaşması’ndan sonra İlk Amerikan muhipliği Cumhuriyetin hemen başında başlar.

Elçiler aracılığıyla başlatılan Amerikan muhipliği öyle bir noktaya getirilir ki, 11 Kasım 1923’de Curtis La Francea isimli Amerikalı bir çocuğa M. Kemal’in yüceliğini ve kurtarıcılığını anlatan bir mektup yazdırılır. M. Kemal de cevabî mektubunda Amerikalıları taltif eden cümleler kullanır: “Amerikanın zeki ve çalışkan çocuklarına yeganem tavsiyem: Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazarıyla bakmayıp kanıtlarını mutlaka ilmî ve esaslı tetkikat etsinler. (...) Arzunuz veçhile bir adet fotoğrafımı gönderiyorum.”                    

Yeri gelmişken bir çelişkiyi nakledelim. 26 Kasım 1920’de Samsun limanına gelen Amerikan Gemisi’nin komutanı, Vali Ethem Bey’e İstanbul’daki Abd Komiseri Amiral Bristol’un teklifi gereğince “Samsun’da resmî sıfatla görev yapmasına müsaade verilebilir mi?” diye sorduğunda “hayır” cevabı alır. Fakat Lozan arifesinde, “İstiklâlimiz tamdır” diyen Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal ve kadrosu daha önce reddettikleri Bristol aracılığıyla Amerikan yardım ve dostluğuna müracaat ederler.

22 Ocak 1921’de Ankara Hükümeti bir Amerikan gemisinin Samsun’da sürekli kalması karşılığında Abd silah şirketlerinden silah ve cephane için fiyat ister. 2 Ocak 1922’de Abd temsilcisi, “Ankara Hükümeti Amerikan işadamlarına ve sermayesine karşı tutumu nedir?” başlığında bir teklif listesi sunar. Kabul edilen maddeler şu başlıklarda toplanabilir:
Amerikan işadamlarına kolaylık gösterileceği, Mersin’e liman yapılması, Çukurova’nın sulanması, Bayburt ve Zonguldak elektrik santralleri projelerinin Amerikan işadamlarınca incelenebileceği, ileride demiryolları ve madenlerle ilgili konular da görüşülebileceği, Türkiye’nin bağımsızlığına karışmamak şartıyla ekonomik ve ticarî münasebetler geliştirilebileceği vb. hususlar.

M. Kemal’in1923 İzmir İktisat Kongresi’nde Amerikan milletine hitaben yaptığı “Türk halkına kalbinizi açık tutun” girizgâhlı konuşması ilk Amerikan dostluğunun belgesidir. Atatürkçüler, yâni Chp’liler, 1923 öncesi ve sonrasında Amerika ile münasebetlerinin olmadığını iddia ediyor, dahası yalan söylüyor ve Kemalist resmî tarihi esas alarak çarpıtıyorlar. Birçok konuda yapıldığı üzere “M. Kemal’in Amerika’ya 1. golü ve 2. golü” şeklinde bütünün içinden parça sözleri alıp Amerika ile ilgili söylenen sözlerin anlamını değiştiriyorlar.                                                                                              
M. KEMAL’İN ABD CHESTER ANLAŞMASINI İMZALAMASI
Meselâ, M. Kemal 1919’da arkadaşlarınca teklif edilen manda fikrini reddederken iç bağımsızlık ile misyonerlerin yetki ve konumu açısından karşı çıkar. Ancak Wilson Prensipleri’nin 12. maddesi Kongrede kabul edildiği halde Atatürkçüler M. Kemal’in Wilson Prensipleriyle ilgili sözlerini sanki Merih gezegeninde söylemişçesine yok sayar ve Kemalizm’in Amerika ile hiç münasebeti olmamış gibi gerçekleri gizlerler. Bunu da M. Kemal’in Amerika’ya ilk golü diye tavsif ederek övünürler.
Chp’li, yâni Kemalistler resmî tarih tezine dayanarak 1923’de imzalanan Chester İmtiyazı Anlaşması’ndan M. Kemal’in haberinin olmadığını, Bakan Refet Bele’nin gizlice imzaladığını, M. Kemal’in ise buna çok kızdığını ve Meclis’te iptal ettirdiğini, bu hadisenin de M. Kemal’in “Amerika’ya ikinci golü” olduğunu iddia ederler.

Oysa M. Kemal’in haberi vardı. Çünkü Amerikalıların Lozan Anlaşması’na imza atacaklarını hesaba katarak Chester Anlaşması imzalanmıştı. Çok kısa bir süre sonra Lozan’daki Musul-Kerkük meselesinde Amerika bazı maddelere itiraz ederek imza koymadığı için Chester İmtiyazı Anlaşması iptal edilir. Ancak bu geçici bir durumdur. Zihniyet olarak bir karşı çıkış asla söz konusu değildir.

M. KEMAL: “BİZ AMERİKALILARI TÜRKİYE’DE GÖRMEK İSTİYORUZ”
Temmuz 1923’de M. Kemal’in “The Saturday Evening Post” dergisinin temsilcisine verdiği mülâkat resmî Amerikancılığın milâdıdır:
“Biz Amerikalıları Türkiye’de görmek istiyoruz. Çünkü özlemlerimizi en iyi onlar anlayabilirler. İktisadî sahada Türkiye ile Birleşik Devletler her iki taraf için de en büyük fayda sağlayacak şekilde birlikte çalışabilirler. Zengin ve çeşitli millî kaynaklarımızın Amerikan sermayesi için çekici olması gerekir. Biz, gelişmemizde Amerikan yardımını memnuniyetle karşılarız. Çünkü bütün başka ülkelerin sermayesinden farklı olarak Amerika parası, Avrupa milletlerinin siyasî entrikalardan uzaktır. Amerikan sermayesi yatırılır yatılmaz bayrağını çekmeye kalkmaz. Amerika’ya olan inanç ve güvenimizin müşahhas bir delilini Chester İmtiyazı’nı vermek suretiyle gösterdik. Gerçekten bu, Amerikan halkına bir teveccühtür.”

Bu anlaşmayla Ankara şehrini Amerikalılar Waşington örneğine göre inşa edeceklerdir. Telefon, maden, petrol, demiryolları, limanlar, oteller, bankalar, bayındırlık ve sulama kanalları gibi birçok yatırımın Amerikan sermayesine verilmesine söz verilmiştir. Fakat Lozan’da Musul-Kerkük meselesi çözüme kavuşturulmayınca Abd ile münasebetler 1930’lı yılların başlarına kadar dondurulmuş olur.
Sözde “Tam bağımsızlıkçı” olduklarını iddia eden dogmatik Atatürkçülere, yâni Chp’lilere tuhaf gelecek ama Millî Mücadele’de yetim kalan Anadolu çocuklarına yardım toplamak için Himaye-i Eftal Cemiyeti’nden Doktor Fuat Mehmet Umay Abd’ye gider. Türkiye ‘den daha önce çalışmaya giden mülteci Türk ve Kürt insanlarımızın yardımları talep edilir. Amerikan vatandaşlarının da yardımıyla o döneme göre büyük bir meblağ olan yüz bin doların üstünde para toplanır.

28 Kasım 1927’de Ermeni Diyasporası Amerika’da tesirli olmuş ve “Amerikan-Türk dostluğunda” kısa bir süre tereddüt yaşanır. Fakat Türkiye Heyeti’nin yoğun çabasıyla Abd ile uzlaşma sağlanır, hattâ Ankara’ya gelen Abd’li uzman Joseph C. Grew Çankaya’da “son derece sıcak bir alaka ile” karşılanır. Grew, Türkiye’ye Amerikalıları sevdirmek için çok gayret içindedir. Harf inkılâbı yapıldığında Latin Türkçe’sini ilk Abd Elçiliği kullanır ve M. Kemal’in şahsında hükümeti tebrik eder.

M. Kemal’in “Tek Adam” olarak gücüne güç kattığı 1931’de Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu başkanlığında bir heyetin Amerikan sermaye piyasasından kredi talebinde bulunmak için Abd’ye gittiği malûmdur. Sözde tam bağımsızlıkçı Kemalist Altı Ok’çu Cumhuriyetçiler Amerika’yla iyice ahbap-çavuş olmaya başlamışlardı.

M. KEMAL’İN ABD GENEL KURMAY BAŞKANINI KARŞILAMASI
1931 Temmuz’unda Amerikalı iki pilotun deneme uçuşu yapmak üzere Türkiye’yi tercih etmesi, uçakla hiç durmaksızın Yeşilköy Havaalanına inmesi, büyük coşkuyla karşılanması, Abd Türkiye elçisinin M. Kemal’e yazdığı mektubun takdim edilmesi ve M. Kemal’in Abd’li iki pilotu Yalova Köşkü’nde kabul etmesi, Amerikancılığın resmîleşmesinin belgelerinden sadece birkaçıdır.
25 Eylül 1932’de Abd’nin Genel Kurmay Başkanı General Dougslus Mac Arthur Türkiye’ye gelir ve M. Kemal’le görüşür. İstiklâl Savaşı’nda İzmir’deki bir Amerikan şirketinin uğradığı zararı, sözde “Tam bağımsızlıkçı” Kemalist Chp’li hükümet taksitle ödemeyi kabul eder ve suçluların iadesi kararını da tasdik ederek suçlu bir Amerikalı bankacıyı iade eder.

M. KEMAL, ABD BAŞKANI ROOSVELT’LE MEKTUPLAŞIYOR
M. Kemal’in 1933’de Abd Başkanı Roosvelt’le mektuplaşma yoluyla sıcak temaslar kurması, Chp’li Kemalistlerin Amerikan rotasında hızla ilerlemesinin bir başka delilidir. Bu münasebetler 1947’de Truman Doktrini, 1948’de Marshall Yardımlarıyla en üst noktaya ulaşır. 1946’da İnönü Chp’sinin hükümferma olduğu bir dönemde Amerikan Missouri Zırhlısı’nın bizzat Abd Türkiye elçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’yi getirmesi, Amerika’nın Atatürkçü Altı Ok devletiyle doruk noktada yakınlaşmasının jesti olarak kabul edilir.

CHP’Lİ ZEKERİYA SERTEL: “AMERİKA EMPERYALİST DEĞİL, DOST BİR ÜLKEDİR”
Tek partili yıllarda Amerikan devletine yalakalık yapan Chp’li devlet yandaşı gazeteciler de gırla gidiyordu. Devrin ünlü Kemalist gazeteci Zekeriya Sertel, Tan Gazetesinde “Amerika emperyalist değil, dost bir ülkedir” başlığıyla yazılar yazıyordu. Chp’li Tek Parti devrinin son iki yılı olan1949 ve 1950 yılları arası ordunun eğitimden kışla düzenine, kıyafet biçiminden rütbelerin şekline, silah ve teçhizatların yenilenmesi kadar bütünüyle Amerikan askerî sistemine uyarlanmaya başladığı yıllar olduğunu da unutmamak gerek.

İNÖNÜ CHP’SİNİN DESTEKLEDİĞİ 27 MAYIS DARBECİLERİNE AMERİKAN YARDIMI
27 Mayıs 1960 darbecilerinin radyodan ilk tebliği hâlâ hatırlardadır: “Nato’ya, Cento’ya... bağlıyız.” Ordu hantal ve hastadır diyerek, darbeye muhalif olan 235 general ve beş bine yakın subay ve astsubayın emekli edilmesini isteyen İnönü yanlısı darbeci cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, ödenmesi gereken yüklü ikramiye tutarını Nato Komutanı Norstad vasıtasıyla Amerikan örtülü ödeneğinden temin eder. Zaten Abd’nin desteklediği darbecilere darbe öncesinden para yardımı sözünü sağır sultan bile duymuştur. Arada bir “Abd yardımı azaldı” diyerek beyanat verecek kadar hacâlet içinde olan Chp dümenindeki darbeci hükümetin mensupları kara yüzleriyle çıktıkları halkın karşısında da “Bağımsız ve Kalkınan Atatürkçü Türkiye” nutukları atabiliyorlardı.

CHP HÜKÜMETİ TÜRKİYE’NİN ÇOCUKLARINA AMERİKAN SÜT TOZU İÇİRİYOR
1963, Türkiye’nin bütün ilk ve ortaöğretim mekteplerinde Amerikan yardımı olarak süt tozu ve peksimet dağıtılmaya başladığı yıldır. İktidarda ceberrut Chp’nin darbe sâyesinde tanzim ettiği ve İsmet İnönü’nün Başbakan, Ecevit’in Çalışma Bakanı olduğu 27. Türkiye Cumhuriyeti Koalisyon Hükümeti veya 9. İnönü Hükümeti vardır. Bu zulüm yıllarında öğretmen ve hademe nezaretinde süt tozu sulandırılarak “Üçüncü dünya ülkelerinin gıdasız çocuklarına” (demek ki Kemalist Türkiye’nin çocukları o zaman böyle görülüyormuş) alüminyum bardaklarla zorla en az bir, isteyene daha çok içirilirdi. Bu utanç manzaraları, “Amerikan bezi” yahut “Amerikan patiskası” nı kullanmanın bir imtiyaz olduğunu propaganda eden Chp’li yahut Atatürkçü ve sözde tam bağımsızlıkçı darbecilerin hiç de kanına dokunmamıştı.

Amerika, “Türkiye’nin yoksul ve gıdasız çocuklarına” yaptığı yardımı (!) Türkiye Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu’yla dağıttırıyor ve Dünya Bankası uzmanlarına da teftiş ettiriyordu. Çünkü çocuk aşısına bile muhtaç, fakat Müslüman millete “Fasa fiso ve ayağı çarıklı köylüler” diyen darbecilerin desteklediği despot Chp’li hükümetin memurları yüz karası olan bu yardımları zimmetlerine geçiriyorlardı.

27 MAYISÇI CHP HÜKÜMETİ AMERİKAN YARDIMI ALIYOR
Dahası var; 1940’lı yıllarda İnönü iktidarının mazlum ve mazrur halkımızın buğdaylarını zorla alıp stoklayarak çürüttüğü gibi, 1960’larda da yine “Tam Bağımsız Atatürkçü Cumhuriyetçi ” Chp’li İnönü hükümetinin utanç veren Amerikan gıda yardımlarını liman depolarında çürüttüğü de ayrı bir meseledir.

“Amerikan Yardım Anlaşması” nın maddelerine “Amerikan propagandası” şartı konulduğu içindir ki “Tam Bağımsız Atatürkçü Türkiye” diye övünen 27 Mayıs darbesi yandaşı Chp hükümeti Abd’nin tâlimatıyla Nato tarafından 112 adet Haber Alma Tesisleri kurulmasına aracılık etmiş ve Amerikan yardımlarını propaganda etmiştir

http://www.habervaktim.com/yazar/63907/ilk-amerikancilar-chpli-yani-kemalistlerdi.html
Fatih Uğurlu

Pensilvanya'ya Beddua

02 Mart 2014 Pazar 15:49
Fatih Uğurlu



Bugüne kadar şeytanın bile aklına gelmeyen, muharref dinlerle, son ekmel din İslamiyeti aynı kefeye koyarak dinlerarası diyaloğu başlatmamışlarsa,
Papa, papaz ve hahamlarla el ele, göz göze, diz dize onları İslâm dünyası kamuoyunda itibarsızlaştırmadılarsa, gidip Papanın elini öpmedilerse, yaptıkları çalışmalarla misyonerliğin önünü açmadılarsa, eğer yurtdışındaki okullarını korumak için ABD ve İsrail’in kucağına oturmamışlarsa, o okullarda İngilizce öğretmeni olarak diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları çalıştırılmamışsa,
Filistinli kardeşlerimizin topraklarını işgal edip, çoluk-çocuk-bebek demeden herkesi hunharca katletmiş olan ve Gazze’yi yarı açık bir cezaevine dönüştüren İsrail’in zulmüne “dur” demek için yola çıkan Mavi Marmara gemisi aktivistlerine “İsrail otoritedir, onlardan izin aldınız mı?” dememişlerse,
İsrail’de ölen Yahudi çocuklarından daha fazla yurtları işgal edilen ve yurtlarını savunurken ölen kadın, çocuk ve yaşlılara üzülmüşlerse ve
Türkiye’yi karıştırmak için yerli taşeronlar arayan ABD, İsrail ve Avrupa ülkeleri ile işbirliği yapmayıp, onların kirli emellerine hizmet etmemişlerse,
28 Şubat döneminde Müslümanlar başörtüsü zulmü yaşarken, paşalara yağcılık mektubu yazıp “başörtüsü füruattır” dememişlerse,
Suriye’de Beşar Esad’ın zulmü altında kan kusan Müslümanlara yardım götüren yüzyılın iyilik ve kardeşlik hareketi İHH’ya ait yardım tırlarını bir İsrail ajanı gibi ihbar edip, durdurmamışlarsa, iyi niyetle 10 yıldır devletin bütün imkânlarını kendilerine kullandıran iktidarı sırtından hançerleyip, daha düne kadar kuyusunu kazan din düşmanı bir parti ile sarmaş-dolaş olmamışlarsa, yayın organlarını bu ihanet şebekesinin hizmetine sunmamışlarsa,
İslâm’ın yüce peygamberini Türkçe Olimpiyatları gibi basit dünyevi gayeleri elde etmek için gündeme getirmemişlerse, yalan, iftira ve montaj kasetleri kullanarak ekonomimizi çökertmeye çalışmamışlarsa ve biz onlara bu iftiraları yapmışsak,
 Allah bizi bildiği gibi yapsın, en ağır şekilde cezalandırsın, yook böyle değil de bu söylediklerimiz doğru ise Pensilvanya’daki malikaneleri başta olmak üzere evlerine ateşler düşsün, haneleri başlarına yıkılsın, bir daha Müslümanların içine çıkacak yüzleri kalmasın, dünyada da, ahirette de rezil-rüsva olsunlar!
http://www.habervaktim.com/yazar/63933/pensilvanyaya-beddua.html

Erdoğan: Ben De İnandım Safmışım

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan seçim Çalışması için gittiği Isparta'da halka hitap etti. Yaptığı konuşmada ise CHP ve Gülen'e yüklendi.
Erdoğan: Ben De İnandım Safmışım
02 Mart 2014
İşte Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları:
-Muhalefet partileri 2002'den bu yana sandıkta başarılı olamadılar. Muhalefet demokrasi ile iktidar olmayı beceremeyince farklı yollar deniyor.
-Sandıkta alt edemedikleri AK Part'yi kasetle, yalanla baş etmeye çalışıyor. Bunların eline üç beş koyun verin kaybedip gelirler. Kasetle gelen kasetle gider biz milletle geldik milletle gideriz.

BEDİÜZZAMAN CHP ZÜLMÜNÜ BURDA ÇEKTİ
-Isparta bizim için önemli. Merhum Said-i Nursi Hazretleri uzun yıllar burada kaldı. Said-i Nursi CHP zulmünü burada çekti.
Merhum Bediüzzaman Said Nursi'ye neden Menderesi desteklediklerini soruyorlar "Eğer Demokrat Parti düşerse ya Halk Partisi ya Millet Partisi iktidara gelir ve sosyal yaşantımızı etkiler. DP'yi Kuran vatan, millet menfaati için destekliyorum"
28 Şubat'ta darbecilere ödül veren, CHP ile kol kola olan birisi nasıl Bediüzzaman'ın izinden gidiyor olabilir ki? Dürüstsen samimiysen bu ülkeyi karıştırmayı bırak dön buraya gel diyorum.

ERDOĞAN: BEN DE İNANDIM
Ben da safmışım ellerimden geleni yaptım. Bana gönderilen kitaplarında methiyeler gönderdi. Bana da tespih gönderdi. Ama ananas göndermedi.
Peygamberimizin olimpiyatlara geldiğini söyleyince şaşırdım. Hocalarıma sordum. Bunun itikadi mesele olduğunu söylediler. Ama değil mi ki kamyona bindirdiler.
Nerede Barla'daki merhum Said Nursi nerede Pensilvanya'daki zat. Zaten rahle-i tedrisinden geçmemiş, ama öyle yutturmuş.
-Said Nursi bu ülkeyi bırakıp kaçmadı.
-Said Nursi ülkeyi karıştırmadı işin ucunda hapis de olsa vatanım dedi. Zalimler için yaşasın cehennem dedi.
-Güya Said Nursi'nin yolundan gidiyor. CHP ile beraber yürüyen biri Bediüzzaman'ın yolunda yürüyemez.
-Bir Hoca efendiye beddualar yakışır mı? Biz gazap için gelmedik rahmet için geldik.
-Hz. Cebrail'e destek vermem diyor CHP'ye destek veriyor.
-Biz bu millete efendi olmaya değil köle olmaya geldik.
-Gün geçtikçe büyüyen devlet nasıl yolsuzluk yapar?
- Sanayiciler eleman arıyoruz eleman yok diyorlar.
-40 bin öğretmen ataması daha yapılacak.
- Ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu yapıyı yılanın deliğine girse de bulup yargıya teslim edeceğiz. İşte 30 Mart bunun için çok önemli, yeni Türkiye'nin istikrarı için tarihi bir önem taşıyor. AK Parti'ye mührü basmaya var mısınız?
-Hızlı tren Isparta ve Burdur lularla da buluşacak. Tünel çalışmaları en kısa zamanda sonuçlanacak.
-Isparta'ya yeni devlet hastanesi müjdesi.
-Isparta'yı emin ellere teslim edeceğiz. Nuri kardeşim Isparta'yı çok modern bir hale getirecek.

YENİ AKİT

Baransu'dan Seçim Provokasyonu!

Paralel yapının 'AK Parti seçimlere hile karıştıracak' şeklindeki söylemleriyle hareket eden Baransu, 2011 seçimlerinde yayınlanmış yalan bir haber ve fotoğrafı servis etti.
Baransu'dan Seçim Provokasyonu!
02 Mart 2014
Hürhaber'de yer alan habere göre; "Paralel yapının 30 Mart'taki yerel seçimlerde AK Parti'nin başarısız olması ve sandığa şaibe karışması için yürürlüğe sokmak istediği kaos planının ilk adımını Taraf yazarı Mehmet Baransu attı.
Yalanını 3 bin kişi paylaştı
Baransu akşam saatlerinde "Bu haber dogru mu AKP'YE EVET MÜHRÜ BASILMIŞ HAZIR OY PUSULALARI 35 AC 9019-ARAÇTA YAKALANDI" şeklinde yazıp bir de fotoğraf paylaştı. Twit bir anda yayıldı, 3 bin kişi RT etti. Fakat yalan haber google arşiviyle anından yalanlandı. Taraf yazarının paylaştığı fotoğraf ve haber 12 Haziran 2011 seçim günü gündeme gelmiş ve yetkililerce yalanlanmıştı."

24-004.jpg


Mehmet Baransu paylaştığı twitteki fotoğraf ve bilgi 12 Haziran 2011 tarihinde internet sitelerinde yayınlanmıştı.

Kaos planının bir parçası

Paralel yapının seçimlerle ilgili kaos planlarının arasında, AK Parti'nin olası seçim zaferine karşı 'algı' operasyonu yaparak "Hükümet sandık sonuçlarına müdahale etti" iddiası yer alıyor.

25-004.jpg

YENİ AKİT