HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Fethullah Gülen Hocaefendi: Başkalarının ayıbını görmeyin, araştırmayın..

07 Ara 2013 17:16 Samanyolu Haber

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yeni değerlendirmeleri Herkul.org'da yayınlandı.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi "Kara propaganda ve nefis muhasebesi" başlıklı sohbetinde, "Başkalarının ayıbını görmemeyi" tavsiye ediyor. "Ayıp araştırmanın insana hiçbir şey kazandırmayacağının" altını çizen Hocaefendi, Mü'minleri karalama kampanyasının müslümanca bir tavır olmadığını belirtti. Hocaefendi, kötülükler karşısında kötülükle karşılık vermenin yanlış olduğunu ifade edip, "Allah ocağınıza ateş salsın' diye beddua etmeyin" dedi..

İşte Hocaefendi'nin önemli tespit ve değerlendirmeleri:
Hocaefendi: Yalan söyleyenlere beddua etmeyin
Hocaefendi: Yalan söyleyenlere beddua etmeyin
VİDEO İÇİN TIKLAYIN

-Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, kötülüklere kötülükle karşılık vermenin yanlışlığına dikkat çekti. 

"Biri size nÂsez nÂbec birşey yaptı. Aynı şeyle mukabele etmemek lazım. "Yediler, içtiler, malikanelerde yattılar, kalktılar" hiçbiri doğru değil bunların. Bunlara karşı mukabelede bulunduğunuz zaman bir şöyle diyebilirsiniz bunlara: "Yalan söylüyorsunuz, var mısınız bu mevzuda meseleyi ispata? Yok ise siz dünyanın en alçak insanlarısınız. Eğer dediğiniz şey doğruysa Allah bizi yerin dibine batırsın. Yok doğru değilse Allah evinize ocağınıza ateşler salsın." Bir böyle deme var. Fakat böyle demeyin."


-Muhterem Hocaefendi bir meseleye bakışta insanların farklı içtihatlarının olabileceğini söyledi. "İçtihadı, temel islami düsturlara uyanların geri dönmesi halinde Allah'ın hesap soracağını" hatırlattı. 

"Siz kendi içtihadınızla meseleleri temel disiplinlere vurarak doğru bir hükme varmış ve o doğru hükmü realize ediyorsanız şayet ondan dönmeniz hakikate karşı saygısızlıktır. Allah onun hesabını size sorar. "İçtihad ettiniz, doğru bildiniz, doğruyu buldunuz niye doğrudan döndünüz?" der."

-Hocaefendi, hizmet erlerinin gelecek nesillere karşı sorumlu olduğuna dikkat çekti. Bu çerçevede hareket etmeyi tavsiye etti.

"İnhiraf ettirici şeyler olabilir, her inhiraf ettiren şey karşısında eğilirsek inanın uzun boylu ayakta duramayız. Başkaları durur mu? O bizi alakadar etmez. Bağışlayın çerçöp gibi böyle küçük rüzgarlar karşısında savrulacaksak gelecek adına hiçbir şey vadedemeyiz. Gelecek nesillere yaşadığımız şeyleri yaşatırız. Gelecek nesilleri de aynen bizim gibi olmasına göz yumamayız." 

-Muhterem Hocaefendi, karalama kampanyalarına karşı nasıl davranılması gerektiğini izah etti.

"Görmeyin başkalarının ayıbını, hemen küçük bir boşluğunu, bir açığını gördüğünüz zaman yüzüne vurmak sÛretiyle mahcup etmeye kalkmayın. Bunun insana kazandırdığı bir şey yoktur."

"Karalamaya karşı hemen karalama kampanyasıyla karşı koymak doğru değil, müslümanca bir tavır değildir. Mü'minleri karalama kampanyası müslümanca bir tavır değildir. O insanlar müslüman olsa bile bu sıfatları itibariyle Âriye olarak kÂfir sıfatını kullanıyorlar demektir. "

-Hocaefendi "Kapkara kalemlerini sizin aleyhinizde kullanmalarını, 'onların cürmü' gibi görmemelisiniz" dedi.  

"Kendinize bakın, siz hidayette olduktan sonra başkaları kat'iyyen size zarar veremez. Siz hidayeti tabiatınızın bir derinliği haline getirdikten sonra kat'iyyen size zarar veremezler."

Fethullah Gülen Hocaefendi'den hizmet erlerine çok önemli uyarı!

07 Ara 2013 11:10 Samanyolu Haber

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin en güncel sohbeti Herkul.org sitesinde yayınlandı

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin "397. Nağme: Kara Propaganda ve Nefis Muhasebesi" başlıklı yeni sohbetinde, Hizmet erlerinin, maruz kaldıkları kara propaganda karşısında nasıl davranmaları gerektiği anlatıldı. Sohbette ayrıca “furuât” sözünü tenkit edenlerin yanlışlıklarına imada bulunularak, “usûl” ve “furuât” kavramları açıklandı.

İŞTE HERKUL.ORG SİTESİNDEN YAPILAN SOHBETLE İLGİLİ AÇIKLAMA METNİ
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, birkaç saat önce yaptığı sohbetinde, Hizmet erlerinin, maruz kaldıkları kara propaganda karşısında nasıl davranmaları gerektiğini anlatarak sözlerine başladı.

Yapılacak işlerde mazi, hal ve müstakbelin beraberce ele alınması lazım geldiğini ifade eden Hocaefendi, her zaman ahiretin ve hesabın hatırda tutulmasının önemine değindi. “Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki onlar yerde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atarsa “Selametle!” derler.” (Furkan, 25/63) ve “Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.” (Furkan, 25/72) mealindeki ayet-i kerimeleri hatırlatarak, kötülüklere aynıyla mukabele etmemek gerektiğini vurguladı. Bu cümleden olarak, “furuât” sözünü tenkit edenlerin yanlışlıklarına imada bulundu, “usûl” ve “furuât” kavramlarını açıkladı. Ayrıca, “mâlikâne” iftiralarına temas etti.

Mü’minlerin farklı içtihatlarda bulunabileceklerini ama katiyen hakperestlikten ayrılmamaları gerektiğini belirten Hocaefendi, Ashab-ı kiram efendilerimizin karşı karşıya geldikleri zaman bile çok hakperest davrandıklarını söyledi. Hazreti Ali ile Hazreti Zübeyr’i misal olarak serdeden Hocaefendi şu hadiseyi anlattı: Hazreti Zübeyr, Hazreti Ali’nin karşısına atını sürüp çıktıktan sonra bir bahtsız adam onu şehit etmişti. Hazreti Zübeyr’i şehit eden kişi, daha sonra Hazreti Ali’ye yaranmak ve ondan bir pâye koparmak için huzuruna gelmiş ve “Safiyye’nin oğlunu, senin hasmını öldürdüm.” deyivermişti. Buna karşılık Hazreti Ali, “Ben bu kulaklarımla Rasûl-ü Ekrem’den şöyle işittim: Safiyye’nin oğlu Zübeyr’in kâtilini Cehennem’le tebşir ederim!” demişti.

İnsanların hatalarını arama, gizli hallerini araştırma, kabahatlerin izini sürme, kulağı olumsuz sözler için kullanma ve dili gıybetle, iftirayla kirletme gibi çirkin günahların, kuyruğunu dikip bir köşede sinsi sinsi bekleyen bir akrep gibi bazı mü’minlerin gönül hayatına nasıl zehir akıttığına sözü getiren Hocaefendi, kimsenin günahının takipçisi olmamak, başkalarının hatalarını araştırmamak ve onların –amme hukukuna girmeyen– kusurlarına göz yummak gerektiğini ifade etti.

Muhterem Hocaefendi, başkalarının günahlarını teşhir etmemek ve hiç kimseyi utandırmamak lazım geldiğini şerh ederken hiç unutamadığı üç hadiseyi ilk defa anlattı.

Hakkın hangi kriterlere göre tesbit edilebileceği üzerinde duran Hocaefendi, hak bildiğimiz mevzuya sahip çıkarken kendi muhasebemizi yapmaktan da dûr olmamamız icap ettiğini belirtti. Özellikle Hazreti Üstad’ın “Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakiki sebebini şimdi anladım. Ben kemal-i teessürle söylüyorum ki, benim suçum, hizmet-i Kur’aniyemi maddî ve mânevî terakkiyatıma, kemalâtıma alet yapmaklığımmış.” şeklindeki mülahazasını hatırlattı. İman ve Kur’an’a yapılan hizmetin, maddi beklentiler bir yana, varidat ve mevhibelere mazhar olma, velilik mertebesine erme gibi maksatlara da alet yapılmaması; hatta cennete girme, cehennemden uzak kalma gibi ulvî gayelere dahi vasıta kılınmaması; evvelen ve bizzat talebin ihlâs ve rıza-yı ilahi olması lazım geldiğini dile getirdi.

Muhtevasına sadece küçük bir işarette bulunduğumuz bu önemli sohbeti istifadeye medar olması recasıyla arz ediyoruz.

Fethullah Gülen Hocaefendi'den çok önemli uyarı!

04 Ara 2013 10:15 Samanyolu Haber

Muhterem Fethullah Gülen Hocafendi'nin "395. Nağme: Hak Karşısında Mü’mince Tavır" adlı yeni 'Bamteli Özel' sohbeti Herkul.org sitesinde yayınlandı.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi , 1 Aralık 2013 Pazar günü yaptığı sohbetinde enâniyet, şehvet, haset, hırs ve inat gibi duyguların yaratılış hikmetlerini anlattı.

Hocaefendi, sohbetinde şu hususları açıkladı:
Fethullah Gülen Hocaefendi'den çok önemli açıklamalar
Fethullah Gülen Hocaefendi'den çok önemli açıklamalar
VİDEO İÇİN TIKLAYIN

*Cenâb-ı Hak, insanı yaratırken, yerinde “ben” deyip varlığını ortaya koyabilecek bir fıtratta yaratmış ve onun benliğini, bir taraftan irade, şuur, his, gönül; diğer yandan da şehvet, kin, nefret ve benzeri duygularla donatmıştır.

*İnsan mahiyetindeki benlik, şehvet, öfke, inat ve hırs gibi boşlukların yüzleri terbiye ile bâkî gerçeklere ve uhrevîliğe döndürülürse, bunların hepsi insanın önemli birer derinliği haline de gelebilir. Bu duyguları kontrol altına alma kahramanlığını ortaya koyanlar, nefislerine köle olma ve şeytanın oyununa gelme zilletinden kurtulurlar. Zaten din, bizdeki iyiliğe açık nüveleri besleyip geliştirmek ve kötülük temayülleri taşıyan fena çekirdekleri de kurutup bodurlaştırmak için nazil olmuştur.. mahiyetimizde mündemiç bulunan şer meyillerinin önünü kesmek suretiyle kötü hasletlerin boy atıp karaktere dönüşmesine fırsat vermemek ve iyi yanlarımızı inkişaf ettirip bizi hakiki insanlığa ulaştırarak Cennet’e ehil hale getirmek için vaz’ edilmiştir.

*Enâniyet, değişik kullanım şekilleriyle “ben” mânâsına gelen “ene”den türetilmiş bir kelimedir. Ene’yi, nefis yerinde kullananlar da olmuştur ki, bu yönüyle o, insanın gerçek kimliği, hakikati, daha da önemlisi kendi mahiyeti dahil pek çok hakaiki ölçüp belirlemede mühim bir unsur (vâhid-i kıyâsî), sınırlılığıyla sınırsızlığa ışık tutan bir projektör, tenâhîsi içinde Nâmütenâhî’ye bakan doğru sözlü bir şahit ve açılmaz gibi görülen mânevî kapıları açabilecek sihirli bir anahtardır. Bu anahtarı kullanmasını bilenlere Allah, varlık, eşya ve esrar-ı ulûhiyete ait öyle derin sırlarını açar ki, bu sayede “ene” –ben ve ego da diyebilirsiniz– insanın en nuranî derinliği hâline gelir ve “Kenz-i Mahfî”nin lisan-ı fasîhi olur. Onu bilmeyen ve mahiyetinden haberdar olmayanlara gelince, onlar için “ene” öyle bir gayya ve bir girdaptır ki, şimdiye kadar ne dev cüsseleri yutmuş, nice güçlüleri yere sermiş, ne hanlar devirmiş ve ne hanümanları yerle bir etmiştir. Yükselenler onun acz u fakr kanatlarıyla yükselmiş, çakılıp yerinde kalanlar da onun çalım, gurur ve iddialarının kurbanı olmuşlardır.

*İnsan mahiyetindeki duygulardan biri de şehvettir; o, insanın meşru yollarla tatmini ve neslin çoğalması için verilmiştir. Dolayısıyla onun, bir taraftan bu duyguya tamamen inhimâk etmek gibi bir ifrattan, diğer taraftan da bütün bütün tecerrüt gibi bir tefritten kaçınması ve orta yolu bulması gerekir ki, o da meşru çerçevedeki zevklerle yetinip, gayr-i meşru isteklere karşı tavır almakla olur.

*İnsandaki kötü duygulardan birisi de “inat”tır. Çok defa kuru bir inat adına insanlar birbirlerine düşmekte, aralarında ciddî kavgalar meydana gelmekte, hatta birbirlerini öldürmektedirler. Ne var ki, inadını iradesinin emrine alan bir insan, ne olursa olsun asla hak ve hakikatten ayrılmaz. Böyle bir kimsenin önünü tama, makam, mevki, şöhret, rahat ve rehavet gibi duygular kat’iyen kesemez ve o kişi, iradesinin hakkını tamı tamına vererek hak yoldan hiçbir zaman ayrılmaz. Böylece fena bir huy olan ve tamamen nefis mekanizması içinde yer alan inat duygusu, bu insanda hakta sebat ve hakikate teslim olma şeklinde kendisini hissettirir. Evet, artık şeytanî bir mekanizma olan inadın yönü müspete çevrilmiş ve bu sayede inat, insanın melekî yanında yer alarak onun melekiyetine hizmet eder hâle gelmiştir.

*Mus’ab bin Umeyr (radıyallahu anh) hazretleri, Uhud gününde Allah Rasûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) önünde savaşırken, bir kolu koparılınca öbür kolunu, o da budanınca âdeta “Bir bu kaldı.” deyip, kin ve nefretle kalkan kılıçlara tereddüt etmeden boynunu uzatmıştı. İşte onun ortaya koyduğu inat çirkin bir sıfat değil hakta sebat idi.

*Allah Rasûlü, her meseleyi ashabıyla istişare ederek onların düşünce ve görüşlerini alıyor, planladığı her işi mâşerî vicdana mâlediyor ve onun hissiyat, duygu ve temayüllerini âdeta blokaj gibi kullanarak, karar verdiği işlere mukavemet açısından ayrı bir güç kazandırıyordu. Yani yapılması planlanan işlere, herkesin ruhen ve fikren iştirakini sağlayarak projelerini en sağlam statikler üzerinde gerçekleştiriyordu. Hatta ashabının görüşünü kendi fikrinin önüne alıp onlara göre hareket ettiği de az değildi. Mesela, Allah Rasûlü (aleyhissalatü vesselam), Uhud Savaşı öncesi ashabı ile meşveret etmişti; kendi görüşü, Medine’de kalıp müdafaa harbi yapma istikametindeydi. Ancak, yapılan istişare sonucu, Medine’nin dışına çıkılarak taarruz harbi yapılmasına karar verilmişti. Bu karar gereği Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) Uhud’a gitmişti. Bu noktada Seyyid Kutub’un şu enfes yorumu çok yerindedir: “Allah Rasûlü, Uhud’a çıkarken orada 70 kişinin şehit verilmesi değil, Medine’de taş taşın üstünde kalmayacağını bilseydi, meşveretin hakkını vermek için yine çıkacaktı.”

*Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz, Hudeybiye’de o ağır şartlar karşısındaki anlaşmayı onur meselesi yapmadı. Bu, geriye adım atma demek de değildi. Problemi çözme adına karşı tarafın hissiyatını da hesaba katmaydı. O tablonun gelecek adına vaad ettiği şeyleri çok iyi görme ve tabloyu doğru okumaydı.. inat etmeme, enaniyeti hesabına iş yapmama, kırıp geçirmeme ve gelecek adına bir sürü problem oluşturmamaydı.

*Hazreti Ömer Efendimiz “el-vakkâf inde’l-hak” sözüyle anılmaktadır. Bu tabir, “her zaman doğrunun yanında yer alan, hak ve adaletten asla ayrılmayan, kendisinin rağmına olsa da mutlaka hakka boyun eğen, Kitabullah’ın hükmüne gönülden rıza gösteren ve hakkın söz konusu olduğu yerde anında frenlemesini bilen insan” demektir. Hazreti Ömer, yumruğunu kaldırıp tam hasmının gözüne indireceği bir anda, hakkın hatırı için öfkesini yutarak kollarını hafifçe iki yanına salıverecek kadar duygularına hâkim bir insandır. O, Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesi gibi hiçbir işi kendi düşüncesine göre yapmamış, hemen her meselesini mü’minlerle istişare etmiş; Kur’an’a, Sünnet’e ve İcma’ya uygun bir kararla karşılaşınca da hemen kendi düşüncesinden vazgeçebilmiştir. Şüphesiz onun bu hali, hâlis mü’minlerin ve takva ehlinin de halidir.

*Seyyidina Hazreti Ömer, evlilik akdi esnasında tesbit edilen mehir miktarı hakkında üst sınır belirlenmesi gerektiğini söylüyordu. (Bu, Ömer’ce bir zühul sayılabilir, bize göre bir zühul da değildir. Çünkü evlenmeyi kolaylaştırmak adına çok önemli bir husus olduğundan bunu hemen her aklı başında insan düşünmüştür.) O, bunu mehir miktarının evliliğe engel olmaması için yapıyordu. Bir hutbe esnasında mescidde irad edilen bu beyan karşısında, bugün adını sanını dahi bilmediğimiz bir kadın şöyle demişti: “Ya Ömer! Bu konuda Efendimiz’den duyduğun bir söz, senin bilip de bizim haberdâr olmadığımız bir ifade mi var? Çünkü, Cenâb-ı Allah, Kur’an’da, ‘Ve âteytüm ihdâhünne kıntâran…’ (Nisâ Sûresi, 4/20) buyuruyor. Demek ki, kantar kantar mehir verilebilir.” Hazreti Ömer, o kadının itirazını yerinde bulmuş; kendi kendine “Yaşlı bir kadın kadar dahi dinini bilmiyorsun!” diyerek sözünü geri almış ve hak karşısında hemen boyun eğmişti.

*Sizin gibi Kur’an’a, imana, milli mefkuremize ve gaye-i hayalimize hizmete kendini adamış insanlar, ileriye adım attıkları gibi yerinde yanlışlarından dönmeyi de bilmeli ve geriye adım atmada da diriğ etmemelidirler. O, ileriye doğru atılan adımların on katı adım sayılır. Efendimiz o idi, Raşit halifeler onlardı; bize demezler mi, “Siz kimin ümmetisiniz, kimi temsil ediyorsunuz, neyin arkasındasınız, Allah aşkına?!.”

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yeni sohbeti paylaşıldı!

28 Kas 2013 01:01 Samanyolu Haber

Fethullah Gülen Hocaefendi, doğru ve makul olanda ısrar etmek gerektiğini söyleyip, üsluptan taviz vermeden mutlaka müdafaa yolunu gösterdi.

Muhterem Fethullah Gülen Hocafendi'nin "393. Nağme: Fırtınalar, Savrulmalar ve Hakta Sebât" adlı yeni 'Bamteli Özel' sohbeti Herkul.org sitesinde yayınlandı.

Hocaefendi, doğru ve makul olanda ısrar etmek gerektiğini; doğruda ısrar etmemenin bâtıla meyletmek olduğunu belirtip “Yıkalım bu okulları.” Bâtıl bu!.. “Açılımı durduralım.” Bâtıl bu!.. Allah hesabını sorar. Sana ait bir şey değil ki, emanet bu!.. Buna karşı alakasız kalamazsınız; bu, hakka karşı alakasız kalma demektir; müdafaa edeceksiniz bunu, üslubunuzdan taviz vermeden mutlaka müdafaa edeceksiniz." ifadelerini kullandı.
Hocaefendi: Doğru ve makul olanda ısrar etmek lazım
Hocaefendi: Doğru ve makul olanda ısrar etmek lazım
VİDEO İÇİN TIKLAYIN

Muhterem Hocaefendi, “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” diyor Hazreti Pir. Birinin o ölçüde sevgiye, takdire, tayine, desteklenmeye hakkı yoksa şayet, siz o mevzuda aşırı gittiğinizden dolayı, Allah, “Onların hakkı o kadar değildi!” diye sizi tokatlayabilir. Ben yediğim tokatları bundan biliyorum. Şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığımız şeyleri yaptık; “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir”, Allah tarafından tokat yiyorum, Allah affetsin. (…) Zira kâmet-i kıymetinin üstünde, o ölçüde liyakati olmayan insanlara değer atfetme mevzuu, hakikati alt üst etme demektir. Kader, “Öyle değil bu mesele; alın siz ağzınızın payını!” dedi ve bize tokat üstüne tokat indirdi. Şamarı bir başkası değil, biz yiyoruz." diye konuştu.



*Ölüm ansızın gelir çarpar, ötesi de amel sandığı olan kabir. Orada senin değerin, arkada bıraktığın şeyler değil, amel, iman ve aksiyonun.. nasıl inandığın, ne ölçüde ne derinlikte inandığın ve “inandım” diye iddia ettiğin inanca göre neler yaptığındır. Bunları kıyaslarlar ve -hafizanallah- “Niye yalan söylüyorsun?” derler. Bu sözler bile azap adına insanı batıracak şeylerdir.

*Unutmamanız gerekli olan şeyler vardır. Zannediyorum aklımızda sıkı tutmamız, kontrol altına almamız, “aman kaçar” deyip de pek çok eskortla korumamız gereken şeyler vardır. Sürekli müzakere, sohbet-i Canan, işi evirip çevirip hep Allah’a, peygambere bağlamak… Bunlar da onun eskortu. Haramilere, kapkaççılara çaldırmamanın yolu bu. Paranız çalınsa ne olur ki!.. Bir gün yerine konur. Fakat çalınan sizin duygu ve düşüncenizse, siz kendi değerlerinizden yoksun hale gelirsiniz. Dolayısıyla değerler, kıymetler yetimi haline gelirsiniz. Şimdilerde rüzgârlar biraz muhalif estiğinden dolayı, bazen duygularda, düşüncede, ifadede, beyanda savrulmalar olabilir. Bunları hesaba katarak savrulmamaya karşı kararlı durmak lazım.

*“Birileriyle müşterek bazı projeler realize ediliyor; Sam amcanın çocuklarıyla, Ham amcanın çocuklarıyla, Tam amcanın çocuklarıyla..” diyorlar. (…) Şayet meseleye basitçe yaklaşmak icap etseydi ve ben de 10-15 yaşımdaki halime göre konuşsaydım, şöyle derdim: “Eğer birinin, benim gibilerin bu türlü iştirakler içinde zerre kadar hissesi varsa, Allah bin defa kahretsin. Yoksa.. öyle diyenler…” İşte gerisini demeye cesaret edemiyorum. Çünkü nasıl olsa Allah’a havale edilmiş o işte, şimdiye kadar haksız ilişenler, (cezalarını) bulmuşlardır; ben “Allahım, sav onların başından o belayı!” diye dua ediyorum.

*Hakkın müdafaası çizgisinden ayrılmamak lazım. Hakkın müdafaası çizgisi… Hata yapıyorsak, Allah bizi affetsin; doğru yapıyorsak, ondan dönmek en büyük hatadır. Fakat üslupta kusur etmemek lazım.

*“Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir” diyor Hazreti Pir. Birinin o ölçüde sevgiye, takdire, tayine, desteklenmeye hakkı yoksa şayet, siz o mevzuda aşırı gittiğinizden dolayı, Allah, “Onların hakkı o kadar değildi!” diye sizi tokatlayabilir. Ben yediğim tokatları bundan biliyorum. Şimdiye kadar hiç kimseye yapmadığımız şeyleri yaptık; “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azap çekmektir”, Allah tarafından tokat yiyorum, Allah affetsin. (…) Zira kâmet-i kıymetinin üstünde, o ölçüde liyakati olmayan insanlara değer atfetme mevzuu, hakikati alt üst etme demektir. Kader, “Öyle değil bu mesele; alın siz ağzınızın payını!” dedi ve bize tokat üstüne tokat indirdi. Şamarı bir başkası değil, biz yiyoruz.

*Doğru istikâmetinde sâbit-kadem olmalı; dimdik durmalı, taviz vermemeli, evet dememeli, tabasbusta bulunmamalı, yaltaklık yapmamalı!.. Saygıda kusur etmemeli ama yaltaklık da yapmamalı!.. Yanlışlarımız varsa, birbirimizle konuşurken onları düzeltelim ama doğru bildiğimiz şeylerden de taviz vermeyelim. O, hakka karşı, Allah’a karşı, Peygamber’e karşı dünyanın hatırına, dünyevî geleceğin hatırına saygısızlık olur.

*Bir sarrafın bir altın ve gümüşü bir potada eritip altını gümüşten ayırması gibi, Allah da sizi hasınızı, hamınızdan ayırmak için imtihan eder. Cenab-ı Hak, temizleri, pakları ayırsın diye yapıyor bunu. (…) Duruyor musun yerinde, kaytarıyor musun, yan çiziyor musun? ‘Ben de ehl-i dünya gibi dünyaya meyledeyim, şirin görüneyim, birileriyle aynı çizgide olayım, zevk u safa içinde hayatımı sürdüreyim, belli makamlara, mansıplara, payelere bağlayayım’ filan.. Allah böyle imtihan eder sizi. Kayıyor musun, kaymıyor musun; dünyaya meylediyor musun, etmiyor musun?.

*Kur’an-ı Kerim, pek çok ayet-i kerimeyle bu imtihanları nazara veriyor:


“Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ortaya çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz?” (Âl-i İmran, 3/142)


“Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.” (Bakara, 2/214)

*Peygamber dahi dedi: “Allahım yardım ne zaman?” Demir bir pençe ile sıkıldılar, Peygamber de sıkıldı. Bu açıdan da, böyle olmayı yanlış bir şey yapıyoruz şeklinde algılamamalı. Eğer bir demir pençe içinde sıkılma bir yönüyle yanlışın neticesi olsaydı, Allah celle celaluhu, Hazreti Adem’i başta öyle demir bir pençe ile sıkmazdı, Hazreti Nuh, 20-30 insanıyla yalnızlığa terkedilmezdi. Hazreti Musa Mısır’ı terk edip kaçmazdı. Hazreti Zekeriyya testereyle ikiye biçilmezdi. Hazreti Yahya bir yerde öldürülmezdi, Hazreti Mesih için çarmıhlar gerilmezdi. İnsanlığın İftihar Tablosu, tev’em, ikiz olarak, bağrında neş’et ettiği Kabe’den Beytullah’tan uzaklaştırılma mecburiyetinde bırakılmazdı. Burada bu kötü bir şey olsaydı, Allah en sevdiği kullarını bu türlü şeylere maruz bırakmazdı. Demek ki, bu yolun cilvesi bu!.. Burada kıvam sergileyen insanlar, kıvam sergileyecekler nezd-i uluhiyette.. Allah da onlara istikbal va’dedecek. Hakkı olmayan insanlar da elenip gidecek, has hamdan ayrılsın diye.

*Başkalarının saldırılarına karşı aynıyla mukabelede bulunmamak lazım. Siyon diyebilirler, miyon diyebilirler, çiyon diyebilirler, hıyon diyebilirler. Aynıyla mukabele etmemek lazım. Mü’mine yakışan şey odur. Öbürüne gelince, onu diyenlerin de mü’min olduklarına ihtimal vermeseydim, ona “densizlik” diyecektim. Fakat mü’min olduklarına ihtimal verdiğim için “densiz” demeyi bile nezaketsizlik sayıyorum.

*Yürünen yolu sık sık test etmek lazım; müzakerelerle, ortak akılla, Kur’an’ın temel disiplinleriyle, Sünnet-i Sahiha ile onun doğruluğunu test etmek lazım. Kanaat önderlerine, ulemaya, meşayihe o meseleyi sormak lazım, doğru mudur diye. Eksiği yanlışı varsa şayet, onları gidermek lazım. Onun ok gibi dosdoğru olmasını sağlamak lazım, ok doğru olmazsa hedefine varamaz. Doğru olduğuna inanılan meseleden de asla taviz vermemek lazım.

*Doğru ve makul olanda ısrar etmek lazım. Doğruda ısrar etmemek, bâtıla meyletmek demektir. “Yıkalım bu okulları.” Bâtıl bu!.. “Açılımı durduralım.” Bâtıl bu!.. Allah hesabını sorar. Sana ait bir şey değil ki, emanet bu!.. Buna karşı alakasız kalamazsınız; bu, hakka karşı alakasız kalma demektir; müdafaa edeceksiniz bunu, üslubunuzdan taviz vermeden mutlaka müdafaa edeceksiniz.

Fethullah Gülen Hocaefendi'den çok önemli uyarı!

25 Kas 2013 09:27 Samanyolu Haber

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi bu haftaki bamteli sohbetinde önemli uyarılarda bulundu.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi , herkul.org internet sitesinde yayınlanan bu haftaki bamteli sohbetinde tazyikler, ezilmeler, sıkıntılar ve arzumuza göre yaşama imkânlarından mahrum bırakılmalar karşısında "Cenâb-ı Hakk’ın murâd-ı sübhânîsini arzularımıza tercih etmemiz lazım" dedi.

"Çok kötü şeyler duyabilirsiniz; rica ediyorum ben, aynıyla mukabelede bulunmamak lazım. Şimdilerde Twitter denen şeyler var; iyi şeylere tercüman olursa, Allah’ın rahmeti; insanları birbirine düşürüyorsa, Allah’ın belası şey. İnsanlar birbirine atıp duruyorlar. İnsanlar bu atmalara geliyor, bu defa da onlar atıyorlar. Birisi diyebilir ki “Maske düştü!..” A be birader, sen mü’minsin, yapma bunu. Eğer Kıtmirin maskesi olsaydı kırk seneden beri ehl-i dalalet onun yakasından elini çekerdi. 1960, 1970, 1980 ve 28 Şubat’ta preslendim. Ama sana demiyorum, “Niye senin yakana elini uzatmıyor?” Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Peygamber Efendimiz (alâ seyyidinâ ve aleyhimessalâtü vesselam) yakalarını başkalarından kurtarabildiler mi? Bence senin kendi durumunu bir kere daha gözden geçirmen lazım. Ama ben, bana kalırsa, bu kadarcık da olsa bunları dememeliyim. İncinsek de incitmemeliyiz, kırılsak da kırmamalıyız. Hep gönül alıcı bir tarzda hareket etmeli, nazargâh-ı ilahi olan kalblere kat’iyen dokunmamalıyız. Bize düşen şey “Eyvallah!..” etmektir."
Hiç Durmadan Yürüyeceksiniz!..
Hiç Durmadan Yürüyeceksiniz!..
VİDEO İÇİN TIKLAYIN

İşte Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, herkul.org internet sitesinde yayınlanan "Hiç Durmadan Yürüyeceksiniz!.." başlıklı sohbetinin önemli kısımları;

Hiç Durmadan Yürüyeceksiniz!..

*Kimden gelirse gelsin sıkıntılar olgunlaşmanın en önemli yollarındandır. Öyle olmasaydı, Allah en sevdiği ibâdını adeta bir hamur teknesinde yoğurmaz ve yoğrulmalarına meydan vermezdi. (00:40)

*Tazyikler, ezilmeler, sıkıntılar ve arzumuza göre yaşama imkânlarından mahrum bırakılmalar karşısında Cenâb-ı Hakk’ın murâd-ı sübhânîsini arzularımıza tercih etmemiz lazım. (01:45)

*Zât-ı Ulûhiyet’in takdirini memnuniyetle karşılamanın yanında, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) nübüvvetine ve İslam dinine kanaat etme de çok önemlidir. Fiilî ve kavlî duadan sonra -netice ne olursa olsun- kader ve kazayı gönül hoşnutluğuyla karşılama bu kanaatin de gereğidir. Bundan dolayıdır ki, sabah akşam okunması sünnet olan dualar arasında şu ikrar da mevcuttur:


“Rab olarak Allah’tan (celle celâluhu), din olarak İslâm’dan, peygamber olarak da Hazreti Muhammed’den (aleyhissalâtü vesselâm) razı olduk.” (02:13)

*Esasen, insan aklı, insan mantık ve muhakemesi -bunların hepsini tek bir şey kabul etmek de mümkündür- nübüvvet ve onun vaadettiklerini kabullenip, bu feyyaz kaynaktan tam yararlanabildiği müddetçe, bir yandan kendi alanının serhaddine ulaşma yoluna girerken, diğer yandan da başkalarını aldatan birer vasıta durumuna düşmekten kurtulmuş olur/olacaktır. Her şeyden evvel, böyle davranmada, bütün varlık ve eşyaya hükmeden sonsuz kudret ve muhit ilme teslim olma gibi bir husus söz konusudur. İsterseniz siz buna, akıl ve mantık ürünlerini, akılla, mantıkla elde edilen değişik projeleri ve farklı alanlardaki araştırmaları, tecrübeleri, yani bütün arzî olanları semavîleştirmek, arazî olanlarda da cevherin ruhunu aksettirmek için her şeyi vahye test ettirme de diyebilirsiniz. Aslında aklı yaratan da Allah’tır, ona vahiy ile derinleşme yolunu gösteren de… Allah, akılla insanların gözünü açmış, vahiyle de aklın doğru görüp, doğru düşünmesini sağlayarak, ona daha geniş bir muhakeme alanı hazırlamıştır; hazırlamış ve o kuşatıcı beyanıyla insanlar üzerinde bağlayıcı hüccetini ikame etmiştir. Tabir-i diğerle Allah, bütünü birden kucaklayan vahiy müessesesini, her zaman dağınık ve birbirinden kopuk bir durum arzeden akıl ve muhakemenin farklı yollarını birleştirecek ve bunların mukayese ürünlerini de test edebilecek bir laboratuar haline getirmiştir. (07:30)

*Başlangıçtan itibaren Ashâb-ı kiramın ve sonra selef-i sâlihînin Kur’an ile hadis mevzuunda sergiledikleri hassasiyet ve gösterdikleri takdire şâyân gayret sayesinde neyin sahih, neyin mevzû olduğu apaçık ortaya çıkmış; Kur’ân gibi sünnet de


“Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.” (Hicr Sûresi, 15/9) âyetinin şümulü içine girmekle ilâhî sıyânet altında bugünlere gelmiştir. Evet, zikri geçen beyan-ı ilahîde, Cenâb-ı Hakk’ın kibriya ve azametinin vurgulanmasıyla beraber, Müsebbibü’l-Esbab’ın, bazı icraatına sebepleri vesile kıldığına da işaret edilmektedir. Kur’ân’ı indiren de, onu koruyan da Hazreti Allah’tır. Fakat, Rabb-i Hakîm, Kur’ân’ı indirirken Hazreti Cebrâil gibi bir elçiyi vazifelendirdiği gibi, Yüce Kitab’ını korurken de vahiy katiplerini, onların yazdığı nüshaları ve daha sonra da onun her harfine vakıf hafızları vesile olarak kullanmıştır/kullanmaktadır. Ahmed bin Hanbel gibi muhaddislerin büyüklüğüne bakıldığında bu hakikat daha güzel anlaşılacaktır (10:14)

*Kitap ve Sünnet endazesinden geçmiş ve İcma’ya muhalefeti görülmemiş bir şekilde irşad hizmeti ve mefkureyi ikâme gayreti devamlı olmalıdır. Yurtiçi ve yurtdışındaki eğitim müesseseleri böyle bir hizmet anlayışının neticesi ve problemleri “hal ile halletme” çabasının meyvesidir. (13:00)

*Lügat manası, Allah’ın kelimesini yüceltmek demek olan “i’lâ-yı kelimetullah”, ıstılahta Allah’ın adını veya İslâm dininin tevhid akîdesini şanına uygun bir biçimde yüceltip yayma manasına gelir. Bu terim “cihat” kelimesiyle de ifade edilmektedir. Peygamber Efendimiz, gerçek manada Allah uğrunda cihat edenin kim olduğu sorusuna cevap verirken şöyle buyurmuştur: “Sadece Allah’ın adı yüce olsun diye (i’lâ-yı kelimetullah için) cihat eden kişi Allah yolundadır.” Allah’a îman ve O’nun nâm-ı celîlîni i’lâ etme gayreti müminlik şiarıdır. Aslında, Allah’ın adı zatında yücedir, o her zaman âlîdir. Fakat, “O’nun adını yüceltme” ifadesini kendi idrakimiz itibariyle, kendi ufkumuzu aydınlatma açısından kullanıyoruz.. i’lâ-yı kelimetullah derken, kararmaya yüz tutmuş kalblerin kir ve lekelerinden arındırılarak asıl sahibine hazır hâle getirilmesini, gönül tahtının Mâlikü’l-Mülk’e, Melikü’l-Mülûk’e arz edilmesini ve Yaratıcı ile kullar arasındaki engellerin kaldırılmasını kastediyoruz. İşte bu niyetle yola çıkmış ve bir kısım hizmetlere azmetmişseniz, meselenin Kur’an ve Sünnet’e uygun olmasına bakıp kim ne derse desin yolunuza devam etmelisiniz. Unutmamalısınız ki, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun hiçbir tavrı yanlış değildi; fakat, O’nun bile bir sürü muhalifi vardı. (16:12)

*Kur’an, “Mûsâ (aleyhisselam) Tevrat’ı almak için ayrıldıktan sonra ümmeti, zinet takımlarından, böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıp tanrı edindiler. Görmemişler miydi ki o heykel onlara hitap edemiyordu, kendilerine yol da gösteremiyordu. Fakat buna rağmen onu tanrı edindiler ve zalimlerden oldular.” (A’raf, 7/148) der. Demek ki, atmosferin büyük ölçüde eşrâra kalması ya da ferağı, İsrailoğulları’nda buzağı düşüncesinin hortlamasına müsait bir zemin oluşturmuştu. Kendi iç âlemlerinde sessiz uyuyan o gulyabâni gibi düşünceler, birden hortlamış ve buzağı olarak şekillenmişti. Orada Sâmirî’nin –ki o da İsrailoğullarındandır– söylediği şey ise sadece kuru bir mazeretti; Hz. Musa’nın “Senin zorun nedir ey Sâmirî?” demesine karşılık o“Ben onların görmediklerini gördüm.” cevabını vermişti. Çoğu müfessir, meseleye, Sâmirî, Cibrîl’in bastığı yerden bir avuç toprak aldı ve onu buzağı yapımında kullandı şeklinde yaklaşmışlardır ki, bu gerçekten öyle de olabilir; evet o, nasıl gönüllerin ve ruhların dirilmesine vesile olan ilâhî vahyi taşıyordu; cansız cesetlerde hayat kaynağı da olabilirdi. Bu açıdan da onun ayağını bastığı yerler yeşerebilir, oradan alınan bir avuç toprakla bütün ölüler dirilebilir. Ne var ki, bunun doğruluğunu gösteren sağlam bir hadis bulmak mümkün değildir. Buradaki asıl husus, Kur’ân’ın Hazreti Musa’nın diliyle ifade ettiği gibi, bunun bir fitne ve imtihan olmasıdır. (18:30)

*İffetsizliğe düşme insanı dağınıklığa götürür. Dağınık insanların rüyaları da kirlidir, hayalleri de kirlidir. Tevhid-i kıble etme, sadece O’na yönelme, öyle bir konsantrasyon, insanın zekasını öyle keskinleştirir ki, o mevzuda bin tane dâhinin halledemediği meseleyi halleder. Enbiya-yı izam öyleydiler, onların iffetlerine, ismetlerine, fetanetlerine, idraklerine, büyüklüklerine aklımız ermez. Fakat, buna rağmen onlara da itiraz ediyorlardı. (20:48)

*Önemli olan mesele, Allah ne demişse onu yapmaktır. Bunu yaparken de falana muarız olma, filanın rağmına davranma, birilerine engel çıkarma veya “birileri bir şey yaparken biz niye onları bu güzergahta tek başlarına bırakıyoruz” gibi kıskanma/rekabet etme mülahazalarıyla yapmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’in ve Sünnet-i Sahiha’nın sabit disiplinlerine uygunluk içinde yapılırsa, orada tereddüt yaşamamak ve engellemeye çalışan kim olursa olsun, onları görmezden gelmek lazım. “Bir kapı bend ederse bin kapı eyler kuşad / Hazreti Allah, efendi, Müfettihu’l-ebvab’dır.” (Şemsî) (21:29)

*Şimdiye kadar ben çok samimi bir müslüman olduğumu iddia edemem ama işin doğrusu hayatımı O’ndan başka bir şeye bağladığımı söylersem, Allah’ın o mevzudaki teveccühüne karşı saygısızlık yapmış olurum; bu da tahdis-i nimettir. Elli defa engeller olmuştur. Kendimi bildiğimden bu yana hiç presler arasında ezilmeden kurtulduğumu görmedim. Buradaki de öyle bir şey. Her zaman üzerime geldiler. Cenab-ı Hak aldı, bir yerden bir yere koydu, bir yerden bir yere koydu.. sizi de öyle… Hep böyle olagelmiştir. Fakat bunlar kat’iyen ye’se atmamalı, bizi inkisara uğratmamalı, yapmamız gereken şeylerden bizi geri koymamalı.  (23:28)

*Bütün âleme kabul ettirmek, sevdirmek bizim işimiz değildir. Allah Teala, Peygamberine (sallallâhu aleyhi ve sellem) bile


“Sen dilediğin kimseyi/sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, lâkin ancak Allah dilediğini doğruya ulaştırır. O, hidâyete gelecek olanları pekiyi bilir.” (Kasas, 28/56)

Hidayet sizin aklî, fikrî, ihtisâsî bütün letâifinizi hakikati arama istikametinde kullanma sonucu, Allah’ın sizin içinizde yakacağı bir meşaledir. Siz esbaba tevessül edersiniz, Allah o meşaleyi içinizde yakar, tutuşturur, projektör gibi.. her şeyi doğru olarak görürsünüz, O’na ait bir şeydir. Sa’d-ı Taftazani’nin ifadesiyle, “İman, Cenâb-ı Hakk’ın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği birnurdur.” (24:36)

*Üstad Hazretleri, bu mevzuyla alâkalı Celâleddin Harzemşah’ın bir mülâhazasını nakleder: Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler: “Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.” O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek O’nun vazifesidir.” Şe’n-i rububiyetin gereğine karışmam, ne dilerse onu yapar.  (25:18)

*Her mü’min bu mülahazaya bağlı, Kitap ve Sünnet çerçevesinde yapması gerekli olan şeyleri yapmalı, ne dostun vefasızlığından, ne de düşmanın cefasından sarsılmamalı. Kimseyi de karşısına almamalı, garazî hareket etmemeli, yaptığı şeyler tepki edalı olmamalı; bunlar ihlası yıkan, götüren şeylerdir. Fakat, doğru bildiği şeyin müdafaasından da geriye durmamalı. Aksi takdirde doğruya karşı saygısızlık yapmış olur. (26:36)

*En zor şey gönüllere girmektir; bir yerde yaptığı hizmetler bitince, kenarda oturmayı istemeyip yeni bir vazife daha talep eden insanlara bunu biz yaptırtabilir miyiz? Belli ki burada bir meşiet-i ilahi var. İyilik yapıyor, iyiliğe doymuyor, “Hel min mezîd-Daha yok mu?” diyorlar. Akl-ı selim, hiss-i selim, ruh-u selim diyor ki: “İnsanlık adına bir şey yapacaksak, yol bu, yöntem bu!..” (31:16)

*Çok kötü şeyler duyabilirsiniz; rica ediyorum ben, aynıyla mukabelede bulunmamak lazım. Şimdilerde Twitter denen şeyler var; iyi şeylere tercüman olursa, Allah’ın rahmeti; insanları birbirine düşürüyorsa, Allah’ın belası şey. İnsanlar birbirine atıp duruyorlar. İnsanlar bu atmalara geliyor, bu defa da onlar atıyorlar. Birisi diyebilir ki “Maske düştü!..” A be birader, sen mü’minsin, yapma bunu. Eğer Kıtmirin maskesi olsaydı kırk seneden beri ehl-i dalalet onun yakasından elini çekerdi. 1960, 1970, 1980 ve 28 Şubat’ta preslendim. Ama sana demiyorum, “Niye senin yakana elini uzatmıyor?” Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Peygamber Efendimiz (alâ seyyidinâ ve aleyhimessalâtü vesselam) yakalarını başkalarından kurtarabildiler mi? Bence senin kendi durumunu bir kere daha gözden geçirmen lazım. Ama ben, bana kalırsa, bu kadarcık da olsa bunları dememeliyim. İncinsek de incitmemeliyiz, kırılsak da kırmamalıyız. Hep gönül alıcı bir tarzda hareket etmeli, nazargâh-ı ilahi olan kalblere kat’iyen dokunmamalıyız. Bize düşen şey “Eyvallah!..” etmektir. (32:56)

*İlle herkes tarafından kabul edilmek, tahsin edilmek, hüsn-ü kabulle karşılanmak, takdir görmek.. bu türlü beklentilere girmemeli. Yapacağı şeyleri belli beklentilere bağlamış insanlar, hayatta başarılı olamamışlardır. Muvakkaten bazı şeyler sergilemiş olsalar bile bir muhalif rüzgâr karşısında savrulup gitmişlerdir. Beklentilere işi bağlamamak lazım. Bizim beklediğimiz bir şey var, o da Allah’ın hoşnutluğu ve bizim o meseleyi ihlasla O’na karşı sunmamızdır. Ne kin ne garaz ne nefret, ne kimseye firavun deme ne Nemrut deme ne de tiran deme!.. Fakat söylenen sözleri bazıları biraz numara/droba bakarak, güzergâh takip ederek üzerlerine alıyorlarsa, kendi yanlış te’villeriyle, tefsirleriyle meseleyi yanlış yorumluyor, kendilerine karşı saygısızlık yapıyorlar. (37.26)

*Unutulması gerekli olan şeyler dünya ve dünya nimetleridir. Dünya debdebesi dünya saltanatıdır. Allah’ın ekstradan verdiği kimseler de “Al sana bir okul, bir yurt, bir okuma salonu…” diyorlar. Size bu kadar güven duyuluyorsa, bu sizin kredinizdir. Bence kendi hesabınıza ondan bir şey koparmak suretiyle o krediyi kaybetmeyin; bu defa o yol tıkanır ve bypass yapmakla da açamazsınız onu. Güven sarsılmamalı, herkes sizi nasıl biliyorsa öyle bilmeli, ruhunuzun ufkuna yürüyeceğiniz ana kadar… Dünyaya çıplak olarak geldiniz; kefeniniz için sağa-sola koşmalı, “Acaba bu garibe bir kefen bulabilir miyiz?” demeliler.  (38:54)

*Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:


“O halde, Allah’a kaçın, çabuk Allah’ın himayesine koşun! Zira ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen âşikâr bir elçiyim.” (Zâriyât, 51/50) (40:47)

Hocaefendi'den dershanelerin kapatılması konusunda önemli tespitler

15 Kas 2013 01:38 Samanyolu Haber

Fethullah Gülen Hocafendi, dershanelerin kapatılması mevzuunda çok önemli ve anlamlı açıklamalar yaptı.

  • Hocaefendi, duruma üzülmekle birlikte istikameti gösterip “hâcet namazı” çağrısı yaptı.
  • "Mümin sarsılabilir ama devrilmez, meseleye öyle bakmak lazım."

Muhterem Fethullah Gülen 'in en son hasbihali Herkul.org sitesinde yayınlandı. Muhterem Hocefendi, dershanelerin kapatılması değişiklik taslağı ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.
Hocafendi'den dershanelerin kapatılmasına dair önemli tespitler
Hocafendi'den dershanelerin kapatılmasına dair önemli tespitler
VİDEO İÇİN TIKLAYIN

Sitede yapılan açıklamada; Zaman gazetesinin yayınladığı, dershaneleri kapatmaya yönelik "Eğitime darbe planı" taslağına karşı Muhterem Hocaefendi'nin istikameti gösterdiğini söylendi. Hocaefendi'nin çok üzülmekle beraber haber duyulur duyulmaz “hâcet namazı” çağrısı yaptığı belirtildi.

Hocaefendi, "Mümin sarsılabilir ama devrilmez, meseleye öyle bakmak lazım." ifadelerini kullanıp, "Musibetler karşısında dişini sıkıp sabretmeli." diye konuştu. 

Özellikle sosyal medyada yapılan paylaşımlara dair söylenen "Bir tane öğretmen arkadaşımızın bile, dershaneler kapanırsa ne iş yaparız gibi hiç bir endişesi yok. Arkadaşlarımız kaygısı yok." şeklindeki sözler üzerine Hocaefendi çok önemli tespitlerde bulundu;

Teşekkür ederim. Demek ki oturmuş arkadaşlar. Yani oturmuş da dinleniyor demek değildir. Hizmet duygusu hizmet düşüncesi itibariyle Emvâc-ı Karardâde olmuş, yapacakları şeylere karar vermişler. Alternatifleri var. Vallahi cennetin kapılarını bile kapamak isteyebilirler. "bunlar girmesin de biz girelim. En azından önce biz girelim. Bunların zaten girmeye hakkı yok" diyenler çıkabilir. 

60 ihtilalinden bu yana onu da gördük, tokatını yedik. Efendim 70 darbesi, onu da gördük. Tokatını, tokat değil tekmesini yedik. 80 darbesini gördük. Onun da çiftesini yedik. Hepsinden bir şey yedik. Fakat tokat atan tekme atan çifte atan şimdi hesapları görülüyor. Biz yapmadık onu. Kader hüküm verdi. Ve kaderin o mevzuda figür olarak kullandığı insanlar onları öyle yaptılar. Bana dokunan bir yanı vardı. O yaşlı başlı adamlar böyle orada hesap verince ciğerim yanıyor benim.
Elimden bir imkan olsa ben onların hepsine serbestsiniz. Nasıl yani? Efendimizin Kabe'yi fethettikten sonra derim. Gidin hepiniz serbestsiniz. 

Ne var ki birileri onları planlıyor, yapıyor. "topuklarını birbirlerine vurdu, karşımızda dimdik durdu bu adamlar. Bunlara vur dedirttik" diyorlar. Bir taraftan kapalı kapılar arkasında diyorlar fakat bir taraftan da sanki onu camia bir kısım elemanlarıyla yaptırtıyormuş gibi onlara fısıldıyor. Bir taşla iki kuşu vurma gibi bir nifak hareketi içinde bulunuyorlar. Bana yakışmayan şeyler ama fakat müsadenizle lutfederseniz bu kadarını da söyleyeyim."


İşte sitede paylaşılanlar:

Sevgili dostlar,

Dershanelerin ve ücretsiz okuma salonlarının kapatılmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan bir kanun tasarısının gece Meclis’ten geçirileceğine yönelik haber yüreğimize hançer gibi saplandı.

Ülkemizin geçirdiği değişik darbe dönemlerinde de benzer plan ve entrikalar görülmüştü; fakat, onlar, dindarlara karşı husumetini açıkça ortaya koyan insanların eliyle olmuştu.

Bu defa her fırsatta “kardeş” olduğunu söyleyen, aynı safta yer tutan ve hizmet erlerinin yüzüne gülen bazı kimseler tarafından bir kısım planların yapıldığı ve uygulamaya konulacağı yazılıp çiziliyor.
Biz, müminlerin bu kadar kötülük yapabileceklerine ve garazlara bina ettikleri icraatla milletin geleceğine kastedebileceklerine inanmak istemiyoruz. İnanmak istemiyor ve hala “Bu işte bir yanlışlık var!” diyoruz.

Bununla beraber suret-i hak perdesiyle işlenen bu haksızlık ve zulüm karşısında üzüntümüzü bastırmakta zorlanıyoruz.

Ne var ki her zamanki gibi muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi imdadımıza yetişiyor; istikamet yolunu gösteriyor.

Muhterem Hocamız kendileri de çok üzülmekle beraber haber duyulur duyulmaz “hâcet namazı” çağrısı yaptı. Biz de “Allah’ın bitirdiğini kimse bitiremez ama hâcet namazı kılmalı ki müminler münkirlerin dahi sakınacağı zulme girmesin.” diyerek duaya sarıldık. Duaya sarıldık zira, inanıyoruz ki hazımsızlık ateşini söndürecek ve basiret lütfedecek sadece Allah’tır; zâlime de mazluma da bir ferec vesilesi hâcet namazıdır. Meselenin makuliyet üzere bina edildiğini görseydik, aklî ve mantıkî argümanlar sıralamanın faydalı olabileceğini düşünürdük; fakat, mevzu şeyâtîn-i ins ü cinnin tesvîli olunca, dua dua yakarmak ve “Allah kalbleri ıslah eylesin” demekten başka çare kalmıyor. Bu mülahazalarla hâcet namazına devam etme ve dostlarımızı da buna yönlendirme kararı aldık.

Bu duygu ve düşüncelere uygun bir nağme hazırlamak üzereydik ki muhterem Hocamız 20 dakika kadar sohbet etti ve “Eğitime Darbe Planı” ile alakalı mütalaalarını anlattı.

Kıymetli Hocamızın yorumunu merak eden sizleri daha fazla intizar içinde bırakmamak için özetlemeyi bile beklemeden bu çok çarpıcı açıklamayı arz ediyoruz.

Hocaefendi'nin ders arası özel sohbeti yayınlandı

09 Kas 2013 22:04 Samanyolu Haber

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ders arasında verilen arada yaptığı ve anılarını anlattığı özel sohbet Herkul.org sitesinde yayınlandı.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin "389. Nağme: İki Ders Arası Latif Atmosfer ve Hocaefendi’nin Beğendiği Hafızlar" başlıklı hasbihali Herkul.org sitesinde yayınlandı. 9 dakikalık videoda, Hocaefendi'nin ders arasındaki nükteleri ve özel görüntüleri yer alıyor.


Sitede yapılan açıklamada, "Geçen gün derste zikredilen bir ayet-i kerime vesilesiyle muhterem Hocamız Mısırlı Hafız Mustafa İsmail’in Kur’an okuyuşundan bahsetti. Bir arkadaşımız hemen Hocamızın bahsettiği ses kaydını İnternet’ten bulup açtı. Bunun üzerine farklı kârîler ve kıraatlerinden, ilk ses kayıtlarından ve Hocaefendi’nin ilk teybinden söz açıldı." denildi.

Ayrıca muhterem Hocaefendi'nin, o sırada mecliste hazır bulunan bir ağabey ile yaşadıkları bir kaza anının nasıl teyp kasetine kaydedildiğini ve yine bir arkadaşının Kur’an okuyuşunu kendisine nasıl dinlettiğini anlattığı aktarıldı.

İşte sitede yapılan o paylaşım:

Sevgili arkadaşlar,

Bazı hak dostları, sürekli marifet ufkunda bulunmaları itibarıyla hep mehabet ve mehafet yaşayan talebelerine biraz nefes aldırmak ve tam canları gırtlaklarına geldiği sırada onlara oksijen yudumlatmak için espri ve nüktelere başvururlarmış.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi de bazen “hikmet edalı ve belli bir gayeye bağlı olan mizah” diyebileceğimiz türden latife, nükte, kıssa ve menkıbeler anlatıyor.


Kıymetli Hocamız her sabah tefsir dersinden sonra 10-15 dakika kadar teneffüse müsaade ediyor; lokum, incir, kayısı gibi ikram çeşitlerinden hangisi mevcutsa onunla ağızların tatlanmasına vesile oluyor ve kendisi de bir bardak çay içiyor.

O teneffüs anlarında maddi ikramdan öte manevi ihsanlarda da bulunuyor; bazen bir kıssa ya da nükte anlatıyor, bazen misafirlere hal hatır soruyor; bazen de o anda o mecliste hazır bulunan tali’lilerden biriyle alakalı bir hatırayı dillendiriyor.

İşte o anda o salon bambaşka bir atmosfere bürünüyor. Aslında ders ve sohbet anında zaten insanın içine işleyen, kalbi ve ruhu heyecana getiren bir hava hep mevcut. Fakat Hocaefendi’yi tebessüm ederken görmek, onunla beraber gülümsemek ve ondan latifeler/nükteler dinlemek tarif edilemez biz güzellik.

Geçen gün derste zikredilen bir ayet-i kerime vesilesiyle muhterem Hocamız Mısırlı Hafız Mustafa İsmail’in Kur’an okuyuşundan bahsetti. Bir arkadaşımız hemen Hocamızın bahsettiği ses kaydını İnternet’ten bulup açtı. Bunun üzerine farklı kârîler ve kıraatlerinden, ilk ses kayıtlarından ve Hocaefendi’nin ilk teybinden söz açıldı.


Muhterem Hocamız o sırada mecliste hazır bulunan bir ağabeyimizle yaşadıkları bir kaza anının nasıl teyp kasetine kaydedildiğini ve yine bir arkadaşının Kur’an okuyuşunu kendisine nasıl dinlettiğini anlattı.

Hem Kur’an dinleyişimiz hem de Hocamızın hatıraları anlatışı esnasında öyle güzel bir iklime girmiştik ki o anın bitmesini hiç istemezdik. (Cenab-ı Allah bu nimetin şükrünü eda edenlerden eylesin; dileyen herkese benzer havayı solumayı lütuf buyursun!)

Halkadaki bir arkadaşımız 20 dakika kadar devam eden o teneffüsümüzün bir kısmını sadece ses, bir kısmını da görüntülü olarak kaydedebilmiş.

Yayınlayıp yayınlamama mevzuunda biraz tereddüt yaşasak da iki haftalığına misafirimiz olan bir kardeşimiz “Ağabey, biz uzakta şu havanın bir kareciğine hasretiz. Kim bilir gurbette kurbet arayanlara bu kısa video neler ilham eder!” deyince onu kırmak istemedik.

Video boyunca bazen sade bir fotoğrafla bazen de görüntüyle beraber ses olduğunu hatırlatarak 09:24 dakikalık kaydı arz etmeyi uygun bulduk.

Fethullah Gülen Hocaefendi'den çok ehemmiyetli mülahazalar

25 Kas 2013  Samanyolu Haber

Hocaefendi, Kur'an ayetlerinden bahsederek anlattığı Firavun, Nemrut ve Tiran benzetmeleriyle ilgili yapılan yorumlar hakkında da konuştu.

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, Herkul.org'da en son yayınlanan Bamteli sohbetinde, Müminin karşısına çıkan sıkıntılar karşısında nasıl davranması gerektiğini anlattı. Muhterem Hocaefendi ''Kimden gelirse gelsin sıkıntılar olgunlaşmanın en önemli yollarındandır.'' dedi. 

Hocaefendi, "Ne kin, ne garaz, ne nefret. Ne kimseye Firavun deme ne Nemrut deme ne de Tiran deme. Fakat söylenen sözler bazıları biraz numara ve duruba bakarak, güzergah takip ederek üzerlerine alıyorlarsa kendi yanlış tevilleriyle tefsirleriyle meseleyi yanlış yorumluyor kendilerine karşı saygısızlık yapıyorlar deyip bir noktalı virgül koymak isterim vesselam." ifadelerini kullandı.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yeni Bamteli sohbeti
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yeni Bamteli sohbeti
VİDEO İÇİN TIKLAYIN

İşte Hocaefendi'nin "hiç durmadan yürüyeceksiniz" başlıklı sohbetinin önemli bölümleri:

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi herkul.org'da yayınlanan Bamteli sohbetinde hayatını Allah için hizmete adayanların önüne çıkan sıkıntılara karşı nasıl davranması gerektiğini anlattı. Peygamberlerin de hayatlarında sıkıntılar çektiğini hatırlattı.

Fethullah Gülen Hocaefendi: "Kimden gelirse gelsin, sıkılmalar, sıkıntılar, insanı sıkmalar  olgunlaşmanın en önemli yollarındandır. Yol buysa, yöntem buysa, buna öteden beri hep muarızlar çıkmıştır. İnsanlığın iftihar tablosunun hangi tavrı yanlıştı. Ama bir sürü muhalifi   vardı yani. Hz. Musa'nın kavmi içinde, bırakın yani oradaki Kıptileri, Firavun ve taraftarlarını, Samiri ve taraftarları.."

Hocaefendi, Peygamber yolunda olanların önüne engellerin çıkmaya devam edeceğinin altını çizdi. 

Muhtere Hocaefendi: "Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da hep böyle olacaktır. Bazen çok samimi insanlar engel olacaklardır. Bazen ölçüde samimi olmayanlar engel olacaklardır. Bazen müteredditler engel olacaktır. Bazen araftakiler engel olacaktır. Fakat bunların hiç birini bence görmemeli."

Hocaefendi müminin karşılaştığı sıkıntılara karşı tepkide dengeli olması gerektiğini vurguladı.

Hocaefendi: "Ne dostun bu mevzudaki vefasızlığından, ne düşmanın cefasından sarsılmamalı. Ve kimseyi de karşısına almamalı. Garaza hareket etmemeli. Yaptığı şeyler tepki edalı olmamalı. Reaksiyon edalı olmamalı. Bunlar ihlası yıkan götüren şeylerdir. Doğru bildiği şey fakat onun müdafasından da geriye durmamalı. Bu defa doğruya karşı saygısızlık yapmış olur. "

Eleştiride kantarın topuzunun kaçtığı sosyal medya mecralarını işaret eden Hocaefendi, kötü söze iyilikle cevap verilmesi gerektiğini söyledi: 

"Herkesin bildiği bir şey vardır. Çok kötü şeyler duyabilirsiniz. Rica ediyorum ben, ayniyle mukabelede bulunmamak lazım. Ayniyle mukabelede bulunanlar şimdi bu Twitter miwitter diye bir şey, Allah belası şeyler var. Allah'ın belası mı Allah'ın rahmeti mi? İyi şeylere tercüman olurlarsa Allah'ın rahmeti. İnsanları birbirlerine düşürüyorsa Allah'ın belası. Bela olduğu yerde Allah yerin dibine batırsın. İnsanları sevdirdiği kaynaştırdığı uzlaştırdığı yerde de, Allah derecesini yükseltsin onun. "

Hocaefendi kendi hayatında her dönem karşısına çıkan sıkıntılardan da bahsetti.

Fethullah Gülen Hocaefendi: "Mesela diyebilir ki bir tanesi ''Maske düştü.'' 'A be birader kurban olayım sana. Sen müminsin böyle deme yani. Eğer Kıtmir'in maskesi olsaydı 40 seneden beri ehli dalalet onun yakasından elini çekerdi. Ben 60'ta da preslendim, 70'den de preslendim, 80'de de preslendim. 28 Şubat'ta da preslendim ve şimdi de burada, orada probleme sebebiyet vermemek için daussıla hissi ile içim yanıyor."

Hocaefendi daha önceki sohbetlerinde Kur'an ayetlerinden bahsederek anlattığı Firavun, Nemrut ve tiran benzetmeleriyle ilgili yapılan yorumlar hakkında da konuştu.

Muhterem Hocaefendi: "Ne kin, ne garaz, ne nefret. Ne kimseye firavun deme, ne Nemrut deme, ne de Tiran deme. Fakat söylenen sözler bazıları biraz numara ve duruba bakarak, güzergah takip ederek üzerlerine alıyorlarsa kendi yanlış tevilleriyle, tefsirleriyle meseleyi yanlış yorumluyor, kendilerine karşı saygısızlık yapıyorlar deyip bir noktalı virgül koymak isterim vesselam."

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi insanlığın yaşadığı sıkıntılarla ilgili Güneş'ten örnek verdi. Ümide sarılmanın önemine vurgu yaptı.

Hocaefendi: "NASA'nın beyanına göre, güneş çifte manasına, yörüngesini değiştirip bir farklı dönüşe geçecekmiş. Evet, benim aklımdan da ne geçiyor? İnşaallah o farklı dönüş, insanlık dünyasında da kendi yörüngesine oturma üzerine bir farklı dönüşe sebebiyet verir, bilemeyiz."

Abiler Öyle Diyor

Gülen cemaatinin evlerinde kalanlardan mektuplar gelmeye devam ediyor.
Abiler Öyle Diyor
08 Ocak 2014
AK Parti hükümetini bitirmeye çalışan Gülen cemaatinin evlerinde kalanlardan mektuplar gelmeye devam ediyor. Son olarak Batı illerinden birinde cemaatin “Bölge Abisi” görevinde bulunan bir şahıs, Akit’e mektup gönderdi. Halil Yıldırım’ın haberine göre, Cemaatin hükümete karşı takındığı tavırdan rahatsız olduğunu belirten ve Başbakan Erdoğan’a duyduğu sevgiyi dile getiren şahıs, bazı cemaat büyüklerinin kendilerine anlattıkları mevzuları maddeler halinde sıraladı. İşte Cemaatin “Bölge Abisi”nin Akit’e yolladığı mektupta yer alan cemaat masalları:
OBAMA’NIN “ŞAKİRT” OLMASINA AZ KALMIŞ!
* Fethullah Gülen’in Amerika’da olmasının ana sebebi Hizmet’i (İslam’ı) bütün dünyaya yaymak içinmiş. Türkiye’de bunu yapamazmış
* Cemaat Abileri Beyaz Saray’la görüşmelere başlamış. ABD Başkanı Barack Obama’nın da Müslüman olmasına, cemaatle çalışmasına az kalmış.
* Cemaatin arkasında Allah varmış ve önlerinde kimse duramaz, engel olamazmış.
* Hakan Fidan’a soruşturma açılmasının sebebi, Fidan’ın PKK ile Kürt devleti kurulma konusunda anlaşıp vatana ihanet etmesiymiş.
* Mavi Marmara’da İsrail’i karsımıza alırsak, düşman olursak İsrail’in siyası gücünden dolayı Hizmet’in dünyayı İslamlaştırması mümkün olmazmış.
* Başbakan Erdoğan, danışmanları yüzünden cemaate savaş başlatmış. Gezi olaylarında dikdatör gibi davranmış.
* Basbakan’a 16 kez suikast olacakmış, bunların hepsini cemaattin adamları önlemiş. İki defa da Fethullah Gülen telefon açıp Basbakan’ın zehirlenmesini engellemiş, bardağı elinden cemaatten biri almış.
* AK Parti’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasını cemaat çok büyük gayret göstererek engellemiş.
* Fethullah Gülen dua listesinden 2 yıl önce Başbakan’ı çıkartmış.
* Başbakan son Türkçe Olimpiyatları’nda güya cemaat için “Bütün yavşaklar burada toplanmış” demiş.      
* İllerdeki Abiler Allah tarafından özel olarak görevliymiş.
* Fatih Altaylı, Cüneyt Özdemir, Ahmet Hakan, Nazlı Ilıcak, Taha Akyol ve başka yazarlarla ilgili ellerinde bilgiler varmış, bu yüzden cemaat aleyhinde yazı yazamayacaklarmış
* Cemaat Amerika’yı Müslümanlaştırıp 80 bin taraftarıyla Medine’ye gidip, Fethullah Gülen namaz kaldırıp “Ey Allah’ın Resulü (S.A.V.) bize verdiğin görevi yaptık” diye konuşma yapacakmış.
* Cemaat için çalışmak nafile ibadetten daha fazla sevapmış.
* Abdullah Gül cemaati destekliyormuş.
Akit

Abdülkadir Molla'nın yürek yakan iki isteği

Bangladeş'te dün akşam idam edilen Cemaat-i İslami Genel Sekreter Yardımcısı Abdülkadir Molla'nın iki şeyi çok istediği ancak bunların yerine getirilemediği açıklandı.
Abdülkadir Molla'nın yürek yakan iki isteği
13 Aralık 2013
Abdülkadir Molla'nın oğlu Hasan Cemil, babasının idam edildiğini basından öğrendiklerini belirterek, ''Babamın son isteği, umrede kullandığı ihrama sarılarak gömülmek ve cenaze namazını oğullarından birinin kıldırmasıydı. Babamın son isteğini yerine gitiremedik'' dedi.
Cemaat-i İslami liderlerinden Molla'nın 6 çoçuğundan biri olan Cemil, babasının idamıyla ilgili soruları yanıtladı. AA muhabirinin telefonla ulaştığı Cemil, babası idam edilirken yaşadıklarını şöyle anlattı:

OĞULLARININ CENAZE TÖRENİNE KATILMASINA İZİN VERMEDİLER

''Kardeşlerim ve amcamla beraber dün akşam idam esnasında gözaltına alındık. Kısa bir süre sonra serbest bırakılmamıza rağmen babamın son arzusunu yerine getirmek için geç kalmıştık. Polisler babamın cenazesini gömülmek üzere köye götürdüler. Köye gitmek için hazırlandık fakat binanın arka kapısından çıkarken polis kardeşimi gözaltına alarak müdahale etti. Cenaze törenine gitmemize izin vermediler.''

SON İSTEĞİNİ YERİNE GETİREMEDİK

Hasan Cemil, babalarının son isteğini yerine getiremediklerini, cenazesini de göremediklerini vurguladı.
Abdülkadir Molla'nın oğlu Cemil, ''Babamın son isteği, umrede kullandığı ihrama sarılarak gömülmek ve cenaze namazını oğullarından birinin kıldırmasıydı. Cenaze merasimine baskılardan dolayı gidemedik. Babamızı son bir defa göremedik. Yetkililer cenazeyi defnetmek için sadece amcama izin verdi. Biz zorla cenazeden uzak tutulduk'' dedi.

İDAMI MEDYADAN ÖĞRENDİK

Yaşadıkları karşısında sabrettiklerini ifade eden Cemil, Bangladeş hükümetinin Müslümanların güçlenmesini durduramayacağını söyledi. Hükümetin kendilerine baskı yapmaya devam ettiğini kaydeden Cemil, şöyle konuştu:
''Babamızın cenazesinin fotoğraflarını görmemize rağmen annem ve kardeşlerimle metanetimizi koruyoruz. İdamdan önce bizi hapishaneye çağırdılar ama idamla ilgili hiçbirşeyden bahsetmediler. İdam hakkında soru sormamıza rağmen bize bir şey söylemediler. Babamla 5 dakika görüştük. Görüştükten sonra eve döndük. Babamızın idam edildiğini medyadan öğrendik.''
İdam kararının infaz edilmesinin ardından ülke genelinde birçok gösteri düzenlendiğini ve gösterilerin devam ettiğini belirten Cemil, birçok insanın öldürüldüğünü söyledi. Bu olaydan sonra "İslam'ın ülkede daha barışçıl yollarla hakim olacağını" ifade eden Cemil, ülkedeki adalet sisteminin de düzeleceğini umduklarını kaydetti.

BİZLER DE ŞEHİT OLMAK İSTİYORUZ

Abdülkadir Molla'nın önemli bir lider olduğu için hükümetin kendisinden korktuğunu dile getiren Cemil, bu yüzden idam kararı verildiğini söyledi. Babasının hiçbir suçu olduğuna inanmadıklarını belirten Cemil, ''Babamın asılmasına doğru işleyen bütün sürecin yanlış oluğunu biliyoruz. Bizler de babam gibi şehit olmak istiyoruz. Sadece ben değil birçok insan da aynı yolda gitmek istiyor. Mücadelemiz sonuna kadar devam edecek. İslamın ülkede tesis edilmesi için kararlılığımız hiçbir zaman bitmeyecek. Molla bundan sonra İslami hareket için manevi bir lider olacaktır'' ifadelerini kullandı.

KÜÇÜK KARDEŞİM AĞLIYOR

Kararlılıklarından hiçbirşey kaybetmediklerini belirten Cemil, ''Kardeşlerimin hepsi benim gibi metanetli ama bir tek küçük kızkardeşim ağlıyor. Onlara sabırlı olmalarını öğütlüyorum. Bangladeş'te bizim durumumuzdan çok daha kötü durumda olan Müslümanlar var. Evimizin etrafında polisler var. Babama göre son hükmü verecek olan Allah'tır. Biz de onun gibi düşünüyoruz. Korkmuyoruz'' şeklinde konuştu.
Akit

Erdoğan'a Gülen'den Cevap!

Erdoğan, dershanelerin kapatılacağını söyledi cevap ABD'den Gülen'in yanındaki isim Osman Şimşek'ten geldi.
Erdoğan'a Gülen'den Cevap!
21 Kasım 2013
Erdoğan'ın dershaneler kapatılacak açıklamasına, ABD'den imalı cevap! Fethullah Gülen'in yanında bulunan ve Herkul.org sitesinin editörü Osman Şimşek, Kur'an-ı Kerim'den bir ayet paylaştı ve dershaneler konusunda susmayacaklarını, yanlış düzeltilene kadar bu dileklerini seslendirmeye devam edeceklerini söyledi.

Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç'ın içiniz rahat olsun açıklamasına rağmen Erdoğan bir kez daha çıkıp dershanelerin kapatılacağını, bundan geri adım atmayacaklarını söyledi. Dün akşam katıldığı TV programında konuşan Erdoğan, polemiğe girmeyeceğini; ancak cemaatin elindeki televizyonlar ve gazeteler aracılığıyla bunu seslendirmeye devam ettiklerini anlattı.

"CEVAP GECİKMEDİ"

Erdoğan'ın bu açıklamalarına ise cemaatten dolaylı olarak Fethullah Gülen'den cevap geldi. Gülen'in hizmetinde bulunan ve Herkul.org'un editörü Osman Şimşek, resmi tiwitter adresinden yaptığı açıklamada, bu konuda tepkilere rağmen dershaneler konusundaki görüşlerini dile getireceklerini susmayacaklarını söyledi. Şimşek, Erdoğan'ın konuşmasının hemen ardından da şu ayeti paylaştı;



(Paylaşım saati: 23.38)

ÖNCESİ DE VAR

Şimşek, twitter adresinden Erdoğan'ın konuşması öncesi dershaneler konusundaki tepkisini dile getirirken, bu konuda susmayacakları mesajını verdi. İşte o twitler;

1) Dün yazdığım mesajlarla özellikle işin bu noktaya gelmemesi için çok çile çekildiğini vurgulamak istedim. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

2) Bazen sükûtun çığlığı, bazen Bamteli’nin sedası, kimi zaman gidip gelen mektuplar/mesajlar dilimiz oldu. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

3) Heyhat ki garaz akıl ve mantığın, uhuvvet ve dostluğun önüne geçti; maalesef bu noktaya gelindi. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

4) Kimse kimsenin ihlas zabıtası olmamalı, herkes kendi muhasebesini yapmalı, uhuvveti daha çok yaralamamalı. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

5) Dünkü mesajlarımdan sonra bazıları “fakat” deyip muhatabı olmadığım soruları hakaretlerle yönelttiler. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

6) Gördüm ki, kimi insanlar için mesele “hakikati öğrenmek” değil, maksat problemin özünü gürültüye boğmak. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

7) Anlayacaklarına inansam, cevapları defalarca verilmiş soruları yine yanıtlayacağım; fakat heyhat... #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

8) Onlara asla mukabele etmeyeceğim; kat’-ı alaka da mesleğimize yakışmaz ama “siz bilirsiniz!” diyeceğim. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

9) Şayet mesele şahsî olsaydı; Allah rızası için yine "sükût murakabesi" der ve sessizliğe bürünürdük. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

10) Zira, Hocamızın, kendisine kırk sene hakaret edene bile "şahsî hakkımı helal ettim" dediğini biliyoruz. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

11) Fakat, mesele millet, hizmet ve emanettir. Onun için, lütfen kimse bize “susun artık” demesin. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

12) Meselenin bir oldu-bittiye getirilmeyeceğine inandığımız zaman zaten sükût hikmetine gönüllü döneriz. #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

13) Lâkin mahcup iki üç ses haricinde bülent-avaz bir seda yoksa ortada ve hala hatada ısrar emareleri çoksa #DershanelerHizmeteDevamEtmeli

14) Tahriklere kapılıp üslubumuzu bozmadan hakikatleri nazikçe seslendirmeyi ve insaf beklemeyi sürdüreceğiz #DershanelerHizmeteDevamEtmeli
Akit
Hasan Karakaya / Yeni Akit

10 yılda Hocaefendi mi değişti, Hükümet mi?

17 Kasım 2013
Hasan Karakaya
“Dershane tartışması” gündeme geldiğinden bu yana arkadaşlarla konuşuyoruz... Bir arkadaşımız, şöyle bir soru attı ortaya: “İslâmi terbiye dershanede mi daha iyi verilir, yoksa okulda mı?”
“Elbette okulda” dedi arkadaşlardan biri ve sebebini de şöyle açıkladı;
“Muhafazakâr bir öğretmen; dershanede, nihayetinde 2-3 saat ilgileniyor öğrenciyle... Ne kadar İslâmi terbiye verirse versin, o öğrenci ertesi gün okula geliyor... Dershanede kazandığı hassasiyetleri, hele de Gezi’ci bir hocası varsa silip götürüyor... Oysa, dershaneler okul olursa, hocalar muhafazakâr olacağından, daha iyi hizmet verir.”
Çok doğru bir tesbit...
O halde; “Zaman gazetesi”nin başını çektiği, sonunda Fethullah Hocaefendi’yi de işin içine dahil ettiği grup; niye “dershaneler kapatılıyor” diye bağırıyor ve konuyu, “eğitime büyük darbe” diye niye saptırıyor?..

KAPATMA YOK, DÖNÜŞÜM VAR

Hele de, ortada “kapatma” diye bir amaç ve çalışma yokken!.. Malûm; Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, çalışmanın özünü şöyle açıkladı önceki gün;
“Bizim burada yapmak istediğimiz, dershanelerin dönüşmesinin önünü açmak, dershanelerin, özel okullara dönüşmesi ve bu yönde hizmet vermesini sağlamaktır... Özel okula dönüşünce de bunların desteklenmesi ve bazı öğrencilerin özel okullarda okuması halinde onlara destek sunulması, dershaneler de görev yapan öğretmenlerle alakalı tedbirler alınmasını içeren bir dizi yardımı da barındıran bir adım atıyoruz esasında.
Onun için, bu bir dönüşüm projesi dersek daha iyi olur. Türkiye’nin her yerinde bugün özel okullar, özellikle büyük yerleşim yerlerinde var. Biz bu okulların artması ve özel eğitim veren kurumların çoğalmasından da memnuniyet duyarız. Esasında bu konuda atılacak adımlar bunu da güçlendirecektir.”
Ne ilginç değil mi;
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın açıkladığı, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın da üstüne basa basa vurguladığı bu proje, “yeni” değil, “2002’den yana gündemde olan” bir projedir...
Dahası, bu proje “10 yıl önce” açıklandığında, “yabancı ajanslar” bu haberi şöyle duyurmuşlardır:
“Hükümet, cemaatin dershanelerini özel okula dönüştürüp, bu yolla onlara para aktaracak!”
Neredeen, nereye?..
Dün, “yabancı ajanslar” tarafından “Cemaat’e para aktarma projesi hazırlamak”la itham edilen Hükümet, bugün, aynı “Cemaat” tarafından, “Eğitime darbe vurmak”la suçlanıyor, iyi mi?..
Burada “özür” dilemesi gereken kimdir, takdirlerinize bırakıyorum.

ÇEVİK BİR’E MEKTUP

Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşim, dünkü yazısında, “birçok insanın unuttuğu” bir konuyu hatırlattı... Evet, “Zaman’ın yöneticilerinden Alaaddin Kaya’nın Çevik Bir’le olan randevusu”nu hatırlattı.
Hani, o Çevik Bir’e; “Bizi Akit gibi gazetelerle karıştırmayın” dediği randevusunu!..
Peki, ne yapmıştı Alaaddin Kaya?..
Hocaefendi adına, 28 Şubat’ın önemli ismi ve de “Sincan’da yürütülen tanklar” için, “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen Çevik Bir’den randevu alıp; “Hocaefendi okullarını devretmeye hazır!” mesajını ulaştırmıştı...
Sadece Alaaddin Kaya’nın dilinden değil... “Hocaefendi’nin kendi mektubu”yla da aynı teklif yapılmıştı...
Öyle bir “mektup” ki; “övgü sınırı”nı da aşmış ve “Çevik Bir’e methiyeler” dizilmişti...
Mektup, şöyle başlıyordu:
“Genel Kurmayımızın çok değerli ikinci Başkanı,
Sayın Komutanım;
Son günlerde medyamızda yeniden gündeme gelen ve yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullarla ilgili olarak, şu birkaç satırla huzurlarınızı işgal edeceğim için yüksek af ve hoşgörünüze sığınıyorum...
Değerli Komutanım, Kahraman ordumuzun şerefli bir mensubu ve en yüksek rütbede bir komutanı olarak takdir buyuracağınız üzere...”
Hocaefendi; mektubunun devamında;
Kurdukları okulların Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısına aykırı bir faaliyette bulunmadığını, okulların da Türkiye adına lobi faaliyeti yapmaktan başka bir amaç gütmediğini, bu okulların zaten devlete ait olduğunu, fakat yine de istedikleri zaman okulları devlete devredebileceklerini, kendilerinin de ne zaman isterlerse okulları şereflendirip teftiş edebileceklerini nazik bir üslupla dile getiriyordu...
İfade, aynen şöyleydi:
“Tamamen Türk eğitim sistemine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda eğer, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, bağımsız ve sosyal bir hukuk devleti özelliğinin aksine bir faaliyet varsa, devletimizden önce ben, bu okulların açılmasını teşvik etmiş biri olarak kapatılmalarını teşvik ederim... Bununla birlikte, devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için, böyle bir devirden söz etmek bile abestir...
Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş (üstlenmiş) şanlı ve kahraman ordumuzun seçkin ve şerefli bir mensubu ve Genel Kurmayımız’ın İkinci Başkanı olarak, ne zaman, nerede ve ne şekilde arzu buyurursanız bu okulları şereflendirebilir ve her türlü teftişi yapabilirsiniz...”
Düşünebiliyor musunuz;
28 Şubat’ın, o “en tantanalı günleri”nde, yani “Allah kelâmının öğretildiği Kur’an Kursları’nın ve İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarının kapatıldığı” o günlerde; Fethullah Hocaefendi, Çevik Bir’e mektup yazıyor ve diyor ki;
“Devletimiz bizim okullarımızı devralabilir ya da ben, bu okulların kapatılmasını teşvik edebilirim... Ya da, istediğiniz zaman gelip, teftiş edebilirsiniz!”

MÜCTEHİD(!) GENERALLER!

Ali İhsan kardeşim, bu mektubu hatırlatmakla kalmıyor, Hocaefendi’nin, o “karanlık süreç”te; millete karşı “Topyekün Savaş” başlatan komutanlar için “şunları söylediğini” aktarıyordu:
“Mesela şimdi onlar da şöyle düşünüyorlarsa.. biz burada milli güvenlik.. milletimizin güvenliğini şayet koruma mevkiinde bulunuyorsak.. ister gerçekten öyle olsun.. ister bizim içtihatlarımıza, algılamalarımıza göre.. şu gelişmelerde rejim için şayet bir tehlike ise.. bizim sorumluluğumuz altındadır, bunlara müdahale etmek..
Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz, mülahazasıyla hareket ediliyorsa.. meseleyi böyle algılıyorsa.. bana göre onlar masumdurlar.
Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır. Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.”
Görüyorsunuz ya;
Millete karşı “Topyekûn Savaş” başlatan; “İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımları ile Kur’an Kursları’nı kapatan!.. Başörtüsünü ise zorla açtıran” komutanlara karşı “bir sevap” kazandıracak kadar “hoşgörülü” ve hatta onları “İslâm müctehidi” yapacak kadar “bonkör” olan Hocaefendi, bugün kalkmış; AK Parti Hükümeti’ni “Firavun”a ve “Karun”a benzetiyor... O zaman sormak hakkımız değil mi;
“Değişen ne?.. Ya da, kim değişti, nasıl değişti?”
“Zulüm”lerin ve “yasadışı zorbalıklar”ın mimarları olan 28 Şubat’ın generalleri “müctehid” ama; “Katsayı zulmüne son verip, üniversiteleri Anadolu çocuklarına da açan... İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarını açıp, Kur’an Kursları’nda yaş sınırına son veren... Başörtüsü yasağını, üniversitelerden sonra kamuda da kaldıran...” bir Hükümet “Firavun” ve “Karun” öyle mi?..
Söyleyin Allah aşkına;
“Değişen ne?..
Değişen kim?”

BU HİDDET NİYE?

Dün, kurulmasını kendisinin teşvik ettiği “okul”ların; “Kapatılmasına... Devredilmesine ve de teftiş edilmesine” hazır olan bir Hocaefendi; bugün “Dershanelerin değişim ve dönüşümü”ne niye karşı çıkıyor, bunu niye “musibet” olarak görüp, “dişinizi sıkın, sabredin” çağrısında bulunuyor?..
Şu hâle bakın;
Dün, “Kahraman ordumuzun şerefli mensubu” dediği “general”lerin, bugün “tutuklu” olmalarından “üzüntü” duyup; “Yaşlı başlı adamlar orada hesap verince ciğerim yanıyor benim... Elimde bir imkân olsa, onların hepsini serbest bırakırım” diyen bir Hocaefendi; Hükümet’i “Firavun” ve “Karun” olmakla suçluyor, iyi mi?..
Anlayamadığım şu:
28 Şubat’ta, “okullar”ını “generallere devretmeye” hazır olan bir Hocaefendi, bugün “dershaneler” için niye bu kadar celallendi?.. Niye bu kadar hiddetlendi?..
Var mı bir anlayan?..
Varsa, bana da anlatsın!..

-------------------------------------------------------------------------

Talimatla haber ya da iki körün hikâyesi

İki “kör” vatandaşın “dolma yeme” hikâyesini bilirsiniz... Körlerden biri, diğerini; “Dolmaları niye çift çift yiyorsun” diye suçlamış... Öteki; “Ulan Allah’tan kork” demiş;
“Sen kör, ben kör, nereden çıkardın dolmaları çift çift yediğimi?”
Arkadaşını itham eden kör demiş ki; “Ben öyle yiyorum da!”
“Dershane tartışması” çıktığından bu yana, bizim ve bazı gazetelerin “talimatla haber yaptığını” iddia eden arkadaşlar, öyle anlaşılıyor ki; bizi de “kendileri” gibi sanıyorlar... Açık ve net, biz “talimatla” haber yapmadık, yapmayız!.. Kendileri nasıl haber yapıyor, orasını bilemem...
“Özür dileme” meselesine gelince... “Kavga”yı başlatıp; “Dost... Arkadaş... Kardeş” demeden “yumruk” atanlar mı “özür” dilemelidir, “kendilerini savunanlar” mı?..
Bu arkadaşlar, önce “ayna”ya bakmalı ve “nerede hata yaptık?” deyip, kendilerini sorgulamalıdırlar!..
Ben, sürekli, “Ne zaman, nereden yumruk yiyeceğim?” endişesi taşıyarak yaşayacaksam nerede kaldı arkadaşlık, nerede kaldı kardeşlik?..
 http://www.habervaktim.com

Hükümet-Cemaat gerilimi.... Mesele, sadece dersane mi?

16 Kasım 2013
Hasan Karakaya / Yeni Akit

 Hasan Karakaya

Zaman zaman “Cemaat mensubu” arkadaşlar ararlar ve o günlerin “kritik konu”ları hakkında derler ki; “Abi, sen bir Akil Adam’sın... Herhangi bir tarafı kayırmak yerine, haklı  bulduğunun yanında yer al, diğer tarafı da ikaz et... Aramızda hakem ol... Kantarın topuzunu kim kaçırıyor ise, uyar.”
Ben de bunu yapıyor ve merak ediyorum, “dersaneler” üzerinden yürütülen “kavga”da kim haklı, kim haksız?.. Ve problem, sadece “dersane”lerle mi sınırlı?.. Dahası; dersaneler “İslâmi bir mesele” midir ki, Fethullah Hocaefendi bu konuya “müdahil” oldu ve “Hükümeti itham edici ifadeler” sarfetti?..
Öyle ya;
“28 Şubat süreci”nde, “İslâm’ın emri” olan “başörtüsü” için “furuat” diyen bir Hocaefendi, bugün “ticari” bir konu olan “dersaneler” meselesinde, niye bu kadar üzülüyor, kendisini sevenlere niye “hacet namazı” kılma çağrısında bulunacak kadar celalleniyor?..

EĞİTİM, DERSANE DEMEK Mİ?

Efendim, olayı biliyorsunuz...
Milli Eğitim Bakanlığı, “dersaneler”le ilgili bir “düzenleme” yapmak ve durumları müsait olanları “özel okula dönüştürmek” gibi bir çalışma yürütüyor...
İşte bu çalışma, önceki günkü Zaman gazetesinin manşetinde, “Eğitime büyük darbe” başlığı ile verildi.
Ne yalan söyleyeyim, Zaman’ın, haberi bu şekilde sunmasını yadırgadım...
Öyle ya;
“Eğitim” demek, “dersane” demek midir?.. Eğitimde “esas” olan, “asıl” olan “okul”lar değil midir?.. “Dersane”lerle ilgili düzenleme yapmak niye “eğitime darbe” olsun ki?..
Ne yani;
“Dersaneler” olmadan önce “eğitim” yok muydu?.. Bu, bazı “Atatürkçü geçinenler” ve “Atatürk’ten geçinenler”in; “Atatürk olmasaydı, biz de olmazdık” demesi kadar abes bir mantıktır!..
“Eğitim”in var olabilmesi madem ki “dersane”lere bağlıdır, o zaman kapatalım “okul”ları, yurdun dört bir tarafını “dersane”lerle donatalım...
Uzun lâfın kısası;
“Dersane”ler olmadan önce de “okul”lar vardı ve okullar, “eğitim” için “tek şart” değilse de, “görmezden gelinecek bir şart” da değildir!..
Hâl böyleyken;
Önce Zaman’ın, sonra da Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, bu “ticari” konuyu, bir “ölüm-kalım meselesi” olarak görmesi ve bu konu üzerinden “Hükümet’le kavga”yı göze alması anlaşılır şey değildir.
“Dersane dernekleri”nin hop oturup-hop kalkmalarını anlarım... Nihayetinde, işin içinde “cukka” var...
Ama, Fethullah Hocaefendi’nin, “Hükümet’le karşı karşıya gelme” pahasına, “tutuklu generaller” için “Yaşlı-başlı adamların orada hesap verdiğini görünce benim ciğerim yanıyor” derken; “Hükümet’in dersaneleri kapatacağı iddiaları” üzerine “Sabır çok önemli... Firavun aleyhinizde ise, Karun aleyhinizde ise, isabetli bir yolda yürüyorsunuz demektir” şeklinde konuşması ne anlama gelir, yorumunu sizlere bırakıyorum...

“HOCA” OLARAK SEVERİZ AMA!

Açık ve net söyleyeyim;
“Fethullah Gülen Hocaefendi’yi sevenler, onu “Hoca” olduğu için seviyorlar... Hocaefendi’nin “siyasi ve ticari bir figür” olarak ortaya çıkması, en başta “Hocaefendi’nin imajı”na zarar verir!..
“Dersanelerin kapatılması” diye bir şey yok ama, velev ki böyle bir çalışma var; peki bu, bir “ölüm-kalım meselesi” midir?.. “İslâmi bir kişiliği” olan Hocaefendi’nin, “ticari ve siyasi” konularda sürekli açıklamalar yapması, ne kadar doğrudur?.. Bu “çıkış”ları, kendisine duyulan “muhabbet”i artırır mı, azaltır mı?..
Uzun lâfın kısası;
Fethulah Hocaefendi’nin, bir “Hoca” olarak “dini konular”la değil de, “siyasi ve ticari konulardaki tartışmalar”la gündeme gelmesi veya getirilmesi, “Hocaefendi’nin yıpranması”na yol açar ki, ben de buna üzülürüm...
Üzülmekle kalmaz, eleştiririm!..

ÖZEL SOHBETİ KİM SIZDIRDI?

Daha önce de dediğim gibi;
Mesele, sadece “dersaneler”le sınırlı kalsa yine iyi... Ama, problem “daha derinlerde” gibi geliyor bana...
Hayır, “eski meseleler”e girmeyeceğim...
Ama, “Bülent Arınç’ın sitemi”ne, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da “üzülmesine” yol açan şu “son olay” üzerinde biraz durmak istiyorum...
Olayı, az-çok biliyorsunuz...
AK Parti, 15 gün önce, yani 1-2-3 Kasım tarihlerinde Kızılcahamam’da “kamp”a girdi... Burada; “istişare”ler yapıldı, sorusu olanlara cevaplar verildi... “Toplantının basına açık bölümü” olduğu gibi, “basına kapalı bölümleri” de oldu... Basına kapalı bölümlerde, daha çok “parti içi konular”, daha doğrusu “aile içi konular” konuşuldu... Çoğu, “özel” konulardı ve bunları “kamuoyunun bilmesi” gerekmiyordu...
Ne var ki; o toplantıda bulunup da, “aile içi sohbet”i duyan bir veya birkaç AK Parti milletvekili, resmen ve alenen “köstebek” gibi hareket etti ve toplantıda konuşulan “kızlı-erkekli öğrenci evleri” meselesini Zaman’a ve “onlara yakın” gazetecilere “sızdırdı!”
Evet, sızdırdı!..
Ama, yine de, “Zaman ve diğer iki gazete”de çıkan haber, aslında hiç kimsenin dikkatini çekmemişti.

ETİKÇİ-TETİKÇİ!

Ne var ki;
Zaman’ın 4 Kasım günü verdiği haber, ertesi günkü, yani 5 Kasım günkü Taraf’ta, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı da kullanılarak; “Öğrenci evine girdi, ortalık karıştı” şeklinde sunulunca, ortalık gerçekten karıştı.
Ama, bitmedi...
“Etikçi” görünenlerin “tetikçi”liğine soyunan Taraf, 6 Kasım günü de şu manşeti verdi:
“Başbakan artık anayasal sınırı aştı.”
Yine bitmedi..
“Etikçilerin tetikçiliği”ni devam ettiren Taraf, bu defa da, Ergun Özbudun’un sözlerini manşete taşıyarak; yine Erdoğan’ı hedef aldı ve “Yüzde 100 yaşam tarzına müdahale” başlığını kullandı.
Daha fazlasına girmiyorum... Ama merak ediyorum; “aile içi sohbet”i Zaman gazetesine “servis” eden “köstebek” veya “köstebekler” acaba, Taraf’ı da arayıp; “Tavşana kaç, tazıya tut” taktiğiyle, “Saldır Co” talimatı mı verdiler?..
Sadece merak ediyorum...

CİHAN DA DEVREDE!

Merak ettiğim bir husus da şu:
Tamam, Taraf gazetesinin Zaman veya “cemaat”le “organik bir bağı” yok ama Cihan Haber Ajansı’nın var...
Cihan Haber Ajansı, 12 Kasım 2013 tarihinde ve saat 09.40’ta; “Din İşleri Yüksek Kurulu: Mesken hakkı dokunulmazdır” başlıklı bir haber geçti... “Erdoğan’ı hedef alan haber”in ayrıntısı özetle şöyleydi:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın öğrenci evlerinin denetimi konusunda yaptığı açıklamaya Diyanet fetva vermedi. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, İslam hukukuna göre kişinin mesken hakkının olduğunu ve dokunulmazlığının bulunduğunu bildirdi.”
Sonradan anlaşıldı ki;
“Diyanet’in fetvası”nın, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleri ile hiçbir ilgisi yoktur...
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun verdiği fetva; bir vatandaşın “İslam hukukuna göre devletin ev denetleme yetkisi var mıdır?” sorusuna verdiği cevaptan başka bir şey değildir.
Ama, Cihan Haber Ajansı, her ne hikmetse, “Diyanet fetvası”nı Başbakan Erdoğan’la ilişkilendirmiş ve böylece, herhalde “kavgada tuzum bulunsun” demek istemiştir!..

NEREDE HOŞGÖRÜ?

Söyleyin Allah aşkına;
Hükümet’i “ard niyetli” olmakla itham eden insanların bu “çarpıtma”larının “iyi niyetle” bağdaşır bir yanı var mıdır?..
Sözün özü;
Herkesin bildiği ve gördüğü gibi, “Hükümet” ile “Cemaat” arasında “maalesef” bir “kavga” vardır ve bu kavga, çeşitli vesilelerle ortaya çıkmaktadır... Bu kavga, elbette “her iki tarafı” da yıpratır... Ama, şu da bilinmeli: “Tutuklu komutanlara üzülmek”, hiç kimseye yarar sağlamaz!..
Ve ayrıca; onlara “hoşgörü” gösterilirken, Hükümet’e yönelik bu “hiddet” niye diye sorulur.
Öyle zannediyorum ki; bu mesele, sadece “dersane” meselesi değil...
Siz hâlâ anlamadınız mı?..
 
Diyarbakır’daki “tarihi buluşma”ya, kim neden karşı?
Hem, “komşularla sıfır sorun” politikası uygulayan Hükümet’e; “komşularla sıfır barış” diye yükleneceksin, hem de bugün Diyarbakır’da buluşacak olan Tayyip Erdoğan ve Mesut Barzani’nin görüşmesine karşı çıkacak ya da “Barzani’nin kendini kullandırttığını” iddia edeceksin!..
Söylesene arkadaş, sen kimden yanasın?..
“Çözüm Süreci’nin devamı”ndan, yani “barış”tan yana mı, “savaş lobi-leri”nden yana mısın?..
Erdoğan’ın Barzani ile görüşecek olması, bir “boyun eğme” değil, tam aksine “Türkiye’nin kendine güveni”nin işaretidir.
Bu “buluşma”yı “çözüm sürecine destek” olarak değil de; bir “seçim yatırımı” olarak görmek, sadece ve sadece “paranoya”dır, “hedef saptırma”dır, “komplo teorisi”dir... Daha da açıkçası, “kıskançlık”tır!..
Söyleyin Allah aşkına, Kürt sanatçı Şivan Perver’in “37 yıllık hasret”inin bitip, “toprağı ile buluşacak” olması da mı bir “seçim yatırımı”dır?..
Kıskanmayın n’oolur,
Çalışın, sizin de olur!..
 http://www.habervaktim.com