HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

3 Şubat 2014 Pazartesi

Hasan Karakaya / Yeni AkitMillet her şeyi affeder ama ihaneti affetmez!
 
 
 
 
 
 
03 Şubat 2014
Hasan Karakaya / Yeni Akit


Bugünkü 1. sayfamızda, Ehl-i Sünnet Alimleri Birliği’nin “31 farklı ülke”de bulunan “31 üyesi”nin İstanbul’da gerçekleştirdikleri ve 2 gün süren “kongre”nin sonunda yayınladıkları “deklarasyon”a yer verdik...
Deklarasyonda; “Ümmet’in ortak problemleri” konusunda, meselâ “Suriye, Irak, Mısır, Filistin, Mescid-i Aksa, Burma Müslümanları, Tunus ve Yemen” konularında önemli tespitler, tavsiyeler ve “zulümleri kınamalar” var...
“Ehl-i Sünnet Alimleri” tarafından yapılan “ortak açıklama”da, “Türkiye” ile ilgili görüşler de var...
Meselâ, deniliyor ki;
“ESAB alimleri, Türkiye toprakları üzerinde gerçekleşen olayları titizlikle takip ediyorlar. Geçen kısa bir dönem içerisinde Türkiye halkının gerçekleştirdiği uygarlık başarılarını değerli buluyorlar. Müslüman halkların sorunları ve özgürlükleri hususunda gösterdikleri liderlik rolünü gönülden destekliyorlar.
ESAB, Türkiye Devleti’nin kazanımlarının, içerideki gizli komplolardan, dışarıdaki ayartmalardan, yabancı müdahaleden uzak, Türkiye halkının kendi kimliği ve maslahatlarından kaynaklanan özgür iradesinin gerçekleştirdiklerinin korunması gerektiğini pekiştiriyorlar.
Halk tarafından seçilmiş meşru bir idareciye karşı geleni, Şer’i anlamda ümmet onu fitneci ve baği konumunda görme hakkına sahiptir... Onun iradesine karşı geldiğinden, Şer’i anlamda ona karşı gelmek farzdır... Bağiliğinden vazgeçmesi için meşru bütün yöntemlerle kendisine karşı savaşılır.”
EŞKIYA, BOZGUNCU KİM?
Deklarasyonda geçen “baği” kelimesi, “serkeş, bozguncu, eşkıya” anlamlarına geliyor...
Buna, “fitneci”yi de eklerseniz, demek oluyor ki; “fitneci, serkeş, bozguncu ve eşkıya ile, bütün meşru yöntemler kullanılarak savaşmak farzdır.”
Peki, kimdir bu;
“Fitneci”ler?..
Kimdir, “baği”ler?..
Alimler, onu da açıklamış;
“Halk tarafından seçilmiş meşru bir idareciye karşı gelenler!”
“Peki, onlar kim?” diye sormaya herhalde hiç gerek yok...
Onlar, Mısır’da “Sisi Cuntası”dır, Türkiye’de ise “Paralel Yapılanma”nın elemanlarıdır... “Ananas”çılardır, “Bedduacı”lardır, “tweetleri ikiye katlayıcılar”dır!..
“Ehl-i Sünnet Alimleri” diyor ki;
“Ümmet, onları fitneci ve baği konumunda görme hakkına sahiptir... Dolayısıyla, onlara karşı çıkmak farzdır... Onlarla savaşılır.”
HER YERE SIZMIŞLAR!
Türkiye, şimdi onlarla mücadele ediyor... Çünkü, “devlet”in kılcal damarlarına kadar sızmışlar ve “kendilerinden olmayan” hiç kimseye, hatta “beş vakit namaz kılan Müslümana bile hayat hakkı tanımıyor”lar!..
İstiyorlar ki;
Ele geçirdikleri yargı ve emniyet kadrolarında “sadece kendileri” olsun ve devlet kurumlarında istedikleri gibi at oynatsınlar!..
Peki, “devlet”e nasıl sızmışlar?..
Akit’in dünkü manşetinde, “Yargı’ya böyle sızmışlar” başlıklı bir haber vardı ve “sızma”nın ayrıntısı özetle şöyle anlatılıyordu:
“Paralel Devlet Yapılanması’nın yargıya nasıl sızdığı Başbakanlık ve Adalet Bakanlığı’na gönderilen bilgi notuyla deşifre oldu. Yapılanmanın yargıda iki aşamalı bir plan dahilinde kadrolaştığı ortaya çıktı. 1. aşamada Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı sınav sorularının temin edilip kazanması istenilen adaylara ezberletildiği, 2. aşamada ise Adalet Akademisi’ndeki yapılanmanın devreye girip örgütün devşirdiği adayları mülakatta akladığı belirlendi.
İsminin gizli tutulması şartıyla Akit’e konuşan daha önce Adalet Akademisi’nde görev yapmış bir yüksek yargı üyesi olayı şöyle anlattı:
“2009 ve 2011 yılları arasında sızdırılan bazı illegal kayıtlarla AK Parti Hükümeti üzerinde ‘Adalet Akademisi’ne acil müdahale şart’ algısı oluşturdular. Daha sonra da istedikleri gibi kadrolaşıp hakim ve savcıların yetiştirildiği sistemi ele geçirdiler. 2012 yılında düzenlenen sınavı 723 kişi kazandı. Cemaatle bağlantılı olmayan 314 kişi sudan sebeplerle elendi.”
Sadece Yargı’ya değil, Emniyet’e de sızanların neler yaptıklarını gördük...
“Yolsuzluk ve rüşvet” kılıflı “kirli operasyon”lar ile Türkiye’ye “milyarlarca dolar” zarar verdiler.
Tek amaçları;
“Tayyip Erdoğan’sız bir AK Parti” idi ve bunu sağlamak için; çıkarmadıkları “fitne”, çevirmedikleri “entrika” ve yapmadıkları “bozgunculuk” kalmadı...
Hâlâ da fitne peşindeler...
MİLLET İHANETİ AFFETMEZ!
Geçenlerde, Fethullah Gülen’in kasetleri ortaya çıkınca gördünüz; birileri, hâşa Peygamber Efendimiz’in, kendilerine “tweet sayısını katlamayı” emrettiğini söylemiş... Fethullah Gülen de; “Buyurduğu gibi yapın” diyerek “Twitter kampanyası”na hız veriyor...
Atılan “tweet”lerin tamamı “Erdoğan ve AK Parti” aleyhinde... Bu aralar, “telefon kayıtları”nı da yayınlamaya başladılar.
Amaçları belli:
“Hükümet’i düşürmek!”
Bunun için her yolu deniyorlar:
“Fitne!.. Bozgunculuk... Eşkıyalık... Çirkeflik!.. İğrençlik ve entrika!”
Ama, şunu bilmiyorlar:
Bu millet her şeyi affeder
Ama “ihaneti” affetmez!..
Selâm ve saygılarımızla...
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Bir gülümsemeye malvarlığını feda eden patron!

 

Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit 

03 Şubat 2014


Hormonlu tavırlara, aşırı sevgi-saygı açıklamalarına hep mesafeli olmuşumdur.
İlahi kaynaklı emirler dışında; şu makama, bu insana gösterilen, aşırı hürmetler.. Haddinden fazla aşırı sevgi gösterileri..
Bana, samimiyetsiz gelir.
Bunun son örneğini..
Koza grubun patronu H. Akın İpek sergilemiş.
Kendisi, Bugün gazetesi, televizyonu ve ayrıca Kanaltürk’un de patronu..
Fethullah Gülen için demiş ki Akın İpek: “Bir gülümsemesine malvarlığımı bağışlarım!”
Bu söze, “Yalancı ne olsun” denir ama..
Biz de, Fetullah Gülen’in yaptığı gibi, hem söyleyelim, hem de “Demiyorum, yine demiyorum” diyerek konuyu geçelim..
Sadece, “2005 yıllı civarında, şimdi sahibi olduğun TV’ye açtığın dava dilekçelerine bak, orda ne yazıyor” diyelim. Orda, “Beni cemaatçi gösterdiler. Bana hakaret ettiler” denildiğini hatırlatıp, geçelim.
“Ne diyorsun sen ya?” diyeceksiniz.
Sabah akşam Fetullah Gülen’i dinleye dinleye..
Ara sıra biz de böyle şaşırtmacalı laflar ediyoruz işte..
Biraz mola verdim..
Şimdi kendime döndüm..
Etkilerden uzak olarak, yazmaya devam ediyorum..
Nerde kalmıştık?
Akın İpek’in gayrı samimi sözünde..
Küçük bir testte bulunalım.. 
Soralım bu patrona..
“Gülen’in bir gülümsemesine bütün malvarlığını feda edeceğine.. İzmir’de, İstanbul’da, Adana’daki vergi mahkemelerinde, idare mahkemelerindeki davalarda, kamu aleyhine olan ikircikli savunmalarından vazgeçsen..”
Karşılığında, sadece Gülen’in değil..
Tüm milletin gülümsemesini alırsın..
Danıştay 8. Dairesi’nin 2005/2927 esas ve 2006/1138 karar sayılı kararında anlatılan, hukuk kurallarının gereğini yerine getirsen..
Konuyu oraya buraya çekmesen..
Avukatlarla kafa kafaya verip, hukuku dolanmanın yollarını aramasan..
İzmir 4. İdare Mahkemesi’nin 2009/1705 esas sayılı dosyasında..
2009/1810 esas sayılı dosyasında..
2009/42, 2008/978 esas sayılı dosyasında..
Devam etsem; bu köşe kadar 10 tane köşe olur.. Akın İpek’in aleyhine açılan davaların sadece dosya numaraları yazsam, gazetenin tamamı almaz.
Eee!. Ben de kapital kafalı bir patron olsaydım..
Gülen’in bir gülümsemesine, tüm malvarlığımı verirdim tabii.
Çünkü, bütün malvarlığımı verir, sonra on katını tekrar kazanırdım..
Bu kadar davayı..
Nasıl götüreceksiniz?
Kaç avukatla bu davaların üstesinden geleceksiniz?
Oysa..
“Gülen’in bir gülümsemesi” dersiniz..
2010 referandumu ile yargıdaki etkin konumda olan Gülen sempatizanları sayesinde..
Malvarlığınıza malvarlığı katarsınız..
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın, Sanayi Bakanlığı’nın, şu bakanlığın bu bakanlığın onlarca davasında, rahat bir nefes alırsınız..
Değil mi, Akın Bey..
Akın Bey’i daha iyi tanımak için, bir röportajından ilginç bir sözünü de aktaralım..
Tarih 28.5.2007..
Vatan’a verdiği söyleşiden..
Diyor ki patron, “Bence Hocaefendi bu ülkedeki radikal İslamın da önündeki en büyük engellerden bir tanesidir.”
Radikal İslam..
Ne ola ki, acep?
Laikçilerden sık sık duyarız, biz bu sözleri de..
Altın gibi adam olarak takdim edilen, altın patronu Akın Bey’den duymak, hayli ilginç geldi bana..
Fikir işçisi değil, kölesi imiş gibi bu medya patronun ölümüne savunan sözde gazeteciler izah getirirler buna da, herhalde.
Bir aktarım daha, Akın Bey’den..
Aynı röportajdan: 
“Geçen gün çok ilginç bir şey oldu. Biri, arkadaşıma ‘Akın Bey’i yanında sarışın bir hanımla gördük’ demiş. Tanıdığım da ‘Yahu eşi’ diye yanıt vermiş. ‘Ama sarışın ve modern bir hanımdı’ demiş öbürü. Bu insanlar bizi ne zannediyorlar ya. Benim eşim, benim hayatım bu. Ben bugüne kadar konuşmayınca herkes konuştu. Kantarın topuzu artık iyice kaçtı. İnançlı bir insanım, eşim de inançlıdır. Alkolü, yaklaşık 11 yıl önce inançlarım nedeniyle bıraktım. Ama modern bir aileyiz biz. İyi bir eğitim gördük. Ama sanki beni dünyadan kopmuş cübbeli, sakallı bir adam gibi görüyorlar.”
Akın Bey’in kafasında.. “Başı açıklık.. Sarışın bir bayan ile evli olmak..” 
Bunlar; “modern olmak” anlamında imiş..
Bunun karşısında da..
“Dünyadan kopmuş olmak”..
“Cübbeli olmak”..
“Sakallı bir adam olmak” varmış..
Heyhat..
Sabah akşam Mehtap TV’de, Fetullah Gülen’i dinliyorum..
Ben Gülen’in dilinden, “dünyadan kopuk olma” tavsiyelerini dinlerken...  
Gülen’in bir gülümsemesine, tüm malvarlığını feda edecek olan, Yunus timsali derviş Akın Bey’in dediğine bak: “Biz dünyadan kopuk değiliz. Bizi yanlış tanımayın” diyor..
Sahi, hocası da; sızan kasetlerde hep, dünyadan bahsediyor ya.. 
“Gerçek dünya”larında, patron İpek ile Gülen buluşuyorlar demek ki!

Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit 
03 Şubat 2014

Turkey Gate!

 

 

 

Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

 

Turkey Gate!





Koman yaşarken, “Ya bilmiyorsun, ya da yalan söylüyorsun” demiştim, JİTEM’le ilgili.. Sürekli, JİTEM diye bir yapılanmanın olmadığını söylüyordu. Beni mahkemeye verdi. Gerçek yıllar sonra kabul edildi. JİTEM vardı ve Koman yalan söylüyordu..
Basında “ABD’den Türkiye Açıklaması” diye bir haber vardı geçen gün.. “Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Ben Rhodes, “Biz Türkiye’nin içişlerine herhangi bir şekilde müdahalede bulunmuyoruz” diyordu..

Ben Rhodes ya bilmiyor, ya da gözümüzün içine bakarak yalan söylüyor!
AA’dan geçen haber özetle şöyle: “Rhodes, başkent Washington’daki Yabancı Basın Merkezi’nde düzenlediği brifingde bir gazetecinin, “Başbakan Erdoğan ile Obama’nın uzun süredir telefonda görüşmemiş olmasında, Gezi Parkı olayları ve İstanbul merkezli operasyonların da aralarında bulunduğu son dönemdeki gelişmelerin etkili olup olmadığı” şeklindeki soruya karşılık olarak Başkanın Erdoğan ile son beş yıldır çok etkin işbirliği içinde olduğunu, etkin işbirliğinin devam ettiğini, Türkiye ile yakından çalışmayı sürdürdüklerini söyledi. Türkiye’nin içeride önemli zorluklarla da mücadele ettiğini ifade eden Rhodes, “Bir şekilde bu zorlukların, ABD hükümeti tarafından atılmış adımlarla ilişkili olduğuna dair iddiaları reddettiğimizi açıklığa kavuşturmak zorundayız. Biz Türkiye’nin içişlerine herhangi bir şekilde müdahalede bulunmuyoruz. 

Dolayısıyla ülkedeki herhangi bir zorluğun, bir siyasi huzursuzluğun, bir şekilde ABD hükümetinin eylemleriyle bağlantılı olduğu yönündeki tezleri reddediyoruz” diye konuştu. Türkiye’nin güçlü bir demokrasiye sahip olduğunu, demokratik kurumlara ve hukukun üstünlüğüne yönelik taahhüdünün bulunduğunu belirten Rhodes, “Türkiye’nin bu zorlukları etraflıca ele alabileceğine inanıyoruz. Bunu yaparken onları destekleyeceğiz. Dış politikada işbirliğimiz konusunda, Türkiye ile etkili bir biçimde çalışmayı sürdüreceğiz” ifadesini kullandı.

Resmi açıklama böyle.. 
ABD’de Obama’yı istemeyenler Erdoğan’ı da istemiyorlar, bu bir.. İki: Nasıl Türkiye’de bir derin devlet varsa, ABD’nin de kendi derin devleti var ve ayrıca bir de uluslararası derin devletin kalbi de ABD’de atıyor..

Almanya’da da uluslararası sistemin önemli bir operasyon üssü durumunda mesela.. Almanya dediğinizde orada görülen bir Almanya var. Bir de ABD, İngiltere, Fransa, hatta Rusya, İsrail var mesela! Avrupa (Batı Roma) diyince gözümün önüne hemen Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya gelir Yani Vatikan. Artık ne bir tek ABD var, ne tek bir Avrupa, Tek bir Almanya, ya da Fransa da yok. Zaten tek bir İngiltere hiç olmadı. Britanya, Büyük Britanya, England dünyaya yayıldıklarından bu yana zaten hep vardı..

Türkiye’ye yönelik hukuk dışı müdahalelerin arkasında ABD hep vardı. 60 darbesinde de vardı, 70’de de, 80’de de, 28 Şubat’ta da, bugün de!

İsrail bazan Amerikan, bazan İngiliz şapkası, bazan Fransız şapkası ile geldi mesela..
Göreceksiniz bu Camia işi ABD yönetiminin de başını ağrıtacak, İngiltere’nin de.. Daha bir çok ülkenin.. Mali işler de var işin içinde, sınav usulsüzlükleri, soru bankasının cevap anahtarını hukuk dışı yollarla elde etmeden tutun da, istihbarat finans, dinleme olaylarına kadar yok yok!

Devlet içinde devlet de var, darbe planı da.. 2013 Aralık’ta bunlar yönetime el koyma planı yapmışlar.. Aylar öncesinden hazırlıklar tamamlanmış, ABD ve İsrail’deki bazı merkezlerle defalarca görüşülmüş.. Son olarak “Süleyman” isimli şahsın ses kayıtları düştü internete.. İsrail’le birlikte çalışıyorlar. 
Melih Gökçek diyor ki; “ABD elçisiyle görüştüm. ‘AK Parti iktidarı gidecek demişsiniz’ dedim. Yalanlamadı’’ diye konuştu. ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone ile görüştüğünü söyleyen Gökçek “Kasım-Aralık ayında Erdoğan gidecek” sözlerini yalanlamadığını açıkladıktan hemen sonra yalanlama geldi. Çünki rüzgar tersine döndü ve komplo deşifre oldu! Büyükelçi biliyorsa büyükelçinin bildiğini ABD hükümeti bilmiyor olamaz!..

ABD’li üst düzey NSA yetkilisi Bill Binney “ABD artık bir polis devletidir. NSA, mahkemeleri ve yasaları atlayan bir paralel yapıdır” dedi. Amerikan istihbarat örgütü NSA’nın, bilimkurgu filmlerini aratmayan teknolojilerle sıradan insanlardan büyük ülkelerin devlet liderlerine kadar herkesin telefonunu dinlediği, maillerini okuduğu ortaya çıktı.. 

Önümüzdeki günlerde bu konu da daha çok konuşulacak.. Dinleme her ülkede yaygın olarak yapılıyor ama önlenmesi konusunda ise yetersiz kalınıyor..

Yahudi lobisi: “Cemaati bitirmek zor, Erdoğan kolay iş!” diye aklınca bir yalanla Cemaate moral verip, yandaşlarını iktidara karşı kışkırtırken, aslında camiayı da, Amerikan yönetimini de kışkırtmaya devam etmiş hep başından beri.. İstihbarat desteği sağlamış..

Cevabını arayan soru şu, koskoca Amerika, AB, Vatikan; İslam dünyası ile ilişkisini nasıl camia gibi dışlanmış, yalnız, esoterik bir grub üzerinden pamuk ipliğine bağlar.. Bu karanlık ve kirli oyunun finansmanı, yönetimi, ABD’ye yüklediği maddi ve manevi zarar ve risk şimdi yapanın yanına kar mı kalacak..

Bana göre bu skandal İrangate skandalından daha büyük bir skandaldır ve Amerikan yönetimi, paralel ve derin devleti bu işten ağır bir zarar yüklenecektir. Bu Turkishgate!. Bu hem iç politikasında, hem dış politikasında, hem de uluslararası ilişkilerinde ciddi sorunlara yol açacaktır.. Konu sadece siyasi krize sebep olmayacak, hukuki sorunlar da ortaya çıkacaktır. Muhalefet bu olaya ilgisiz kalamayacaktır.. Çünki bunun ABD’ye ve AB’ye zararı, Hıristiyan dünyasına ve İsrail’e zararı sanıldığından çok daha büyük, uzun sureli, telafisi zor zararlar verecektir..

Camia ve Yahudi lobisi, öfkeleri ve korkuları akıllarından büyük bir halde, yokuşaşağı koşar gibi gidiyorlar.. Neden korkuyorlarsa, ona doğru, kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar.. Birilerinin bunları durdurması ve “zararın neresinden dönerlerse orasının kar olacağını” bunlara söylemesi gerek. Medyumik, ezoterik bir ruh hali içinde gözleri var görmüyor, kulakları var duymuyor, kalpleri var hissetmiyorlar sanki!
Selam ve dua ile.

Recep Tayyip Erdoğan Belgeseli











 

Kadir Mısıroğlu:BUGÜNKÜ HÜKÜMET BU MİLLETİN LAYIK OLDUĞUNDAN ÇOK DAHA İYİ BİR HÜKÜMETTİR 



İHH'YI TANIYIN
"Bir insan bütün insanlık demektir."



 



 










İHH 
İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı
http://www.ihh.org.tr/ 

Başbakan Erdoğan'ın Tarihi Konuşmaları

 

Başbakan Erdoğan'ın Almanya Ziyareti Öncesi Açıklamaları 3 Şubat 2014



YURTDIŞINDA MİTİNG YAPAN TEK BAŞBAKAN

BELÇİKA 

Başbakan Erdoğan Brüksel Mitingi

 

DAVOS

DAVOS ONE MINUTE OTURUMUNUN TAMAMI 


 



DÜNYA'DA HİÇBİR BAŞBAKAN BÖYLE KONUŞAMADI!

13 Nisan 2011 Başbakan Erdoğan, Strasbourg'ta Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulu'na hitap etti, Avrupalı liderlere hoşgörüsüzlük eleştirisinde bulundu.

1.BÖLÜM


2.BÖLÜM



Cemaat Gül'ü göreve davet etti

03 Şubat 2014
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil 'Anayasal düzenin riske girmemesi için Sayın Cumhurbaşkanı'nı göreve davet ediyoruz' dedi.


Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfı başkanı Mustafa Yeşil, gündemde yer alan konulara ilişkin açıklamalarda bulundu.

İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın sözlerini siyaset tarihinin kara lekesi olarak nitelendiren Yeşil "Bu nefret ortamında Anayasal düzenin riske girmemesi için Sayın Cumhurbaşkanı'nı göreve davet ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu süreçte aktif rol oynaması aciliyet teşkil etmektedir" dedi.

Yeşil'in açıklamalarından satırbaşları;

Nefret söylemi ile toplum gerilmektedir. Ülkenin huzuru, istikrarı ve ekonomisi büyük risk altına girmiştir. Hizmet hareketine yönelik bir linç girişimi yapılmaktadır. Haşhaşi, içi boş veli, ananas gibi öfke söylemlerle nefret suçu işlenmektedir.

"CUMHURBAŞKANI'NI GÖREVE DAVET EDİYORUZ"

Bu nefret ortamında Anayasal düzenin riske girmemesi için Sayın Cumhurbaşkanı'nı göreve davet ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu süreçte aktif rol oynaması aciliyet teşkil etmektedir. İçişleri Bakanı'nın nefret dili siyasi tarihimizin kara bir lekesi olarak hatırlanacaktır.

Hizmet camiası ülkesini seven herkes gibi hakkını ve hukukunu savunmaya devam edecektir. Camia hiç bir zaman gayrimeşru işlere tevessül etmeyecektir.

"TÜRKİYE ADINA CİNAYET OLACAKTIR"

Örgüt kavramı ile kastedilen şey Hizmet Camiasına yönelik bir söz ise, bu kıyafetin bu bedene uymayacağı ortadadır. Hukuk dışı bir takım bilgi ve belgeler üretilecekse bu tüm Türkiye adına büyük bir cinayet olacaktır. Unutulmamalı ki Camia iktidarın demokratik zeminlerden uzak olduğu dönemlerde de bu iftiralara uğramış ve beraat etmiştir. Buna rağmen örgüt ve çete kavramlarının tekrar ortaya atılması, hukuki bir gerekçe değil tamamen bir algı yönetimine matuf unsurlar olduğunu görüyoruz.

"CUMHURBAŞKANI'NIN HAKLARINI KULLANMASI GEREK"

Sayın Cumhurbaşkanı'nın görevleri hukukta bellidir. İlgili tasfiyeler, fişlemelerle vb.. ile ilgili Sayın Cumhurbaşkanımız çeşitli araştırmalar yapabilir. Yasaların Cumhurbaşkanı'na verdiği hakları kullanmasının gerektiği hatta vaktinin geçtiğini düşünmekteyiz.

"SÜLEYMAN İSİMLİ ŞAHSI TANIMIYORUM"

Algı inşası ve kara propagandaya yönelik çeşitli ses kayıtları ortaya çıktı. Süleyman isimli şahsı ben 30 yıllık Hizmet hayatımda ne gördüm ne de tanıyorum. Bu zatın ilgili ses kayıtlarıyla ilgili Muhterem Hocaefendi'nin avukatlarının yaptığı açıklama ile bu kişinin Hizmetle bir ilgisinin olmadığı açıklandı ve dile getirildi. Ayrıca Sayın Gülen'in kim istifa edecektir kim kalacaktır yönünde bir gündemi hiçbir zaman olmamıştır.

GÜLEN NEDEN TÜRKİYE'YE DÖNMÜYOR?

Hocaefendi'nin ABD'de kalması ile ilgili kendi ifade ve açıklamaları olmuştur. Gerek Başbakan'ın gerek başka siyasilerin kendisini ülkeye davet ettiğini biliyoruz. Bugün yaşadıklarımız, Hocaefendi'nin geri dönme noktasındaki tereddütlerinin haksız olmadığını bize gösterdi.

"17 ARALIK'TAN SONRA MI FARK ETTİLER?"

Hizmet 50 yıllık süreç içerisinde ilkelerinden hiç bir zaman vazgeçmemiştir. 17 Aralık'tan sonra AK Parti çok farklı söylem ve kavramlarla karşımıza çıktı. Ama hizmet yine insan hakları, hoşgörü ve kardeşlik diyor. Hükümetin, 11 yıldır yanılmışız, fark etmemişiz, içimize sızılmış gibi inkar eden ve görmemezlikten gelen bir durumda olması esef verici bir durumdur.

Hükümet 11 yıldır kimin tuzluk kimin ekmeklik olduğunu fark edemedi de 17 Aralık'tan sonra mı fark etti?

"BU ÜLKEDE DEMOKRASİNİN KALMADIĞININ GÖSTERGESİDİR"

Kaygımız şahsi değil. Zümrevi de değil. Kaygımız demokratik ilerlemelerin kaybı, toplumsal kaos ve ekonomik kriz kaygısıdır. Savaş ve kavga iki eşit yapı arasında olur. Biz sivil bir yapıyız. Elbette tavsiye, teklif ve önerilerimiz olacaktır. Bu talepleri gerçekleştirecek olan da iktidardır. İktidar herhangi bir sivil yapıyı tahribata yönelmişse bu bu ülkede demokrasinin kalmadığının göstergesidir.

"ORTADA BİR ALGI OYUNU VAR"

Çok ciddi çelişkileri iç içe yaşıyoruz. Biri Cumhurbaşkanı'nın dinlenmesi meselesidir. Başbakan'ın ofisine böcek konulmasında belli bir tarafa suçlamalar yöneltilmişti. Yargıtay ise bir açıklama yaptı ve bize yapılan bir şikayet yada başvuru yok dedi. Demek ki bu bir algı oyunuydu.

"AVUKATLARI, GÜLEN'İN 6 AYDIR DİNLENDİĞİNİ AÇIKLADI"

Sayın Gülen'in avukatları Fethullah Gülen'in son altı aydır dinlendiğini açıkladı. Bunun üstüne siz Cumhurbaşkanı'nın dinlendiğini miting meydanlarında dile getirip, yapılan yasadışı kayıtlardan bahsedeceksiniz. Bu bir çelişkidir.

Camia hakkında kullanılan ifadeler bir kaç yıl önce başlayan suçlamaların sonucudur.

"ŞİDDET OLAYLARINA KARŞI OLDUĞUMUZU DİLE GETİRDİK"

Suikast iddialarının gündeme gelmesi son derece kaygı vericidir, ürkütücüdür. Biz Hizmet olarak her türlü şiddet olaylarına karşı olduğumuzu ve desteklemediğimizi dile getirdik. Şiddet dili kullanmadan, nefret dili kullanmadan anlaşma, görüşme sonuca ulaşma yolunu kullanmamız lazım. Biz sivil bir yapı olarak, birlikte yaşama kültürünü tesis etmek için çalışıyoruz.

Ülkede birliği ve beraberliği temin edecek olanlar, sorumluluğu en üst düzeyde olanlardır.

"YIPRATMA DİLİ KULLANANLARIN SESLERİ KESİLECEK"

Hukuk elbette paralel yapı ile de işlemelidir. Hizmet yaptığı faaliyetlerin hepsini kamuoyu önünde şeffaf bir şekilde yapmıştır. Gazete köşelerinde tehdit dili kullanan küçük kalemler var. Biz bunlardan neden endişe edelim? Biz bu tarz söylemleri 28 Şubat'ta yaşadık, biz bu seslere itibar etmiyoruz. Biz yine illede demokrasi diyoruz. Birileri varsın yıpratma dili, propaganda dili kullansın. Bu dili kullananların sesleri nasıl daha önce yok olup gittiyse şimdi bu söylemleri yapanların sesleri de gidecektir.

"MİLLETVEKİLLERİ BİRBİRLERİYLE YARIŞIYOR"

Milletvekilleri şirazeden çıkmış söylemlerine daha ne ekleyebilirim diye hakaret dilini kullanmakta adeta yarışıyorlar. Vekaletlerini temsil ettikleri insanlara karşı bunun saygısızlık olduğunu söylemek istiyorum. 11 yıldır tanıyamadığı insanları 17 Aralık sabahında Neocon olarak mı tanımıştır? 'Badem bıkıylı neoconlar' kavramının altını dolduracak belge ve bilgileri varsa buyursun ortaya koysunlar.

"CUMHURBAŞKANI GÜL'DEN TALEPTE BULUNUYORUZ"

İktidar mensupları masum insanlara hakaret diliyle saldırmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı Gül'ün kucaklayıcı, tarafsız temsili nedeni ile biz kendisinden böyle bir talepte bulunuyoruz.

EKONOMİDE YAŞANAN SIKINTILAR

Bugün yaşanan ekonomik durum TÜSİAD'ın dile getirdiği hukuk zeminindeki sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. Bu ülkede hukuku işlemez hale getirirseniz ekonomiyle ilgili bir başka suçlama unsuru aramanıza gerek yok. Güvensizlik ortamında tabi ki yabancı sermaye de Türkiye'de yatırım yapmakta tereddüt edecektir.


YEŞİL'İN OKUDUĞU GAZETECİ YAZARLAR VAKFI AÇIKLAMASI:

Ülkemizde son dönemde demokrasi ve hukuk devleti konusunda çok kaygı verici gelişmeler yaşanmaktadır. İfade özgürlüğün sınırlandırılması, teşebbüs hürriyetinin engellenmesi, özel hayatın dokunulmazlığını ihlal eden yasa dışı dinlemeler, anayasal suç olan fişlemeler, yargısız infaz niteliğindeki kitlesel tasfiyeler, medyaya yapılan baskılar, gazetecilerin susturulması, ayrımcılık, medyanın ihale alan işadamları yolu ile dizayn edilmesi, internete getirilmek istenen yasaklar, YÖK’ün akademisyenleri memurlaştırma gayretleri, iş adamlarına yapılan baskı ve tehditler, artan tehdit dili, vatan haini söylemleri, yargıyı hükûmetin kontrolüne alma çabaları, ülkemizi demokratik hukuk devleti olmaktan çıkaracaktır.

Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının sağlıklı bir biçimde yürütülmesini engelleyen siyasi müdahale ve açıklamalarla hukukun üstünlüğü çok büyük bir darbe almıştır. Anayasanın yargı bağımsızlığını düzenleyen ve emreden 138. Maddesi fiilen rafa kalkmıştır. En üst düzeydeki siyasilerce dile getirilen, nefret suçu oluşturan söylemlerle toplum gerilmekte ve kasten kutuplaştırılmaktadır. Siyaseti bir savaş ve siyasi farklılıkları da düşman cepheler olarak gören bir anlayışla toplumsal barışa büyük zarar verilmektedir. Toplumun farklı kesimleri ötekileştirilmekte, düşmanlaştırılmakta ve hatta şeytanlaştırılmaktadır. Bütün bunlardan dolayı ülkenin huzuru, istikrarı ve ekonomisi büyük risk altına girmiştir.

Demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bu durum, Türkiye’deki bütün vatandaşların ve toplumsal kesimlerin ortak sorunudur. Antidemokratik ve hukuk dışı gidişatın, sadece Hizmet Hareketini değil, iktidarı yönlendiren oligarşik yapıya mutlak itaat ve biat etmeyen diğer siyasi, sivil, ideolojik, etnik, ekonomik, mezhepsel ve dini gruplara yöneleceğini tahmin etmek zor değildir.

Bu bağlamda:

Memleketteki anti-demokratik gidişatın bir parçası olarak, Hizmet hareketine yönelik yoğun bir linç kampanyası yürütülmektedir. En üst düzeydeki yetkililer ve hükûmete yakın medya tarafından sıkça zikredilen “paralel yapı, ananas cumhuriyeti, örgüt, çete, darbeci, casus, in, Haşhaşi, âlim müsveddesi, içi boş veli, sahte peygamber, kula kulluk yapanlar,” gibi öfke ve nefret içeren itham, hakaret ve iftiralarla nefret suçu işlenmektedir. Dikkatleri yolsuzluk soruşturmalarından uzaklaştırmayı amaçlayan bu tür şeytanlaştırmalar, kışkırtmalar ve linçlerin yakın tarihimizde nasıl acı sonuçlar doğurduğu açıktır. Kefen giyen insanların “öl de, ölelim” diye slogan atmaya başladığı, resmi sıfata sahip bazı kişilerin “ürpertici devlet geleneklerinden” ve “devlet için evlatların feda edilmesinden” bahseder olduğu bu ülkede, tarihteki acı olayların tekerrürü akıllara gelmektedir.

Anayasal düzen, güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğünün riske girmemesi adına Sayın Cumhurbaşkanını göreve çağırıyoruz. Kendilerinin yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında yaşanan hukukun işlevsiz hale getirilmesi yönündeki müdahaleleri araştırmak üzere anayasanın verdiği tüm yetkileri kullanması kamuoyunun beklentisidir. Ülkenin ve devletin birliğini temsil eden Sayın Cumhurbaşkanının bu süreçte sergileyeceği yapıcı ve proaktif yaklaşım, toplumsal barışın dinamitlenmemesi, ülkenin bir kaosa sürüklenmemesi, ülkenin önemli bir kesiminin siyasi, medyatik ve toplumsal bir linçe tabi tutulmaması ve hepsinden öte adaletin temini adına elzemdir ve aciliyet kesbetmektedir.

Yolsuzluk ve rüşvetten tutuklu bulunanlar için dahi masumiyet karinesi esas iken Hizmet Camiasının, en üst düzey isimler tarafından mesnetsiz iddialarla ötekileştirilip hedef gösterilmesi haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir durumdur. Paralel yapı, çete, örgüt gibi iddialarla ilgili eğer somut ve inandırıcı deliller var ise, hukuk zemininde ele alınıp inceleme yapılması demokratik hukuk devletinin gereğidir. Hatırlanacağı üzere Ağustos ve Aralık 2013 aylarındaki açıklamalarımızda; “hükümetin elinde delil varsa bir an önce yargıya teslim etmesini” çok açık ve net bir şekilde talep etmiştik. Yargıya mevzu teşkil eden bu iftiraların hiç bir delil öne sürülmeden defalarca tekrar edilmesi evrensel hukukta ciddi bir yeri olan nefret suçudur.

Son günlerde Camia hedef alınarak kullanılan nefret dilinin nice kanaat önderleri yetiştirmiş olan ortak geleneğimizi, bir arada yaşama idealimizi, toplumsal barışımızı ve vicdanları örseleyip tahrip ettiği aşikârdır. Vakfımızın Onursal Başkanı Muhterem Fethullah Gülen’in kim olduğunu, ideallerini, söylemlerini ve hepsinden önemlisi yaşayışını, altmış yıldan bu yana başta Erzurumlu hemşerileri olmak üzere, yurtiçi ve yurtdışında milyonlarca insan çok iyi bilmektedir. Yakın zamanda başka bir iftirası ile dikkat çekmiş olan İçişleri bakanının devlet terbiyesi ve nezaket sınırlarını aşıp hakaret ve nefret diliyle kullandığı ifadeler siyasi tarihimizin en talihsiz beyanlarından biri olarak hatırlanacaktır.
Vakfımızın 13 Ağustos 2013 tarihli açıklamasında yer alan; “Gerekirse hareketi iki polis bir savcı ile terör örgütü kapsamına sokarız” iddiaları hala yetkili ağızlarca yalanlanmamıştır. Bazı hükûmet yetkililerinin ve medya aktörlerinin pervasızca kullandığı tahrik edici dil, akıllara karanlık senaryoları getirmektedir. Kasten arttırılan gerginlikle toplumsal tahriklere zemin hazırlanmaktadır. Bu provokatif yollarla birilerinin, bizce asla tasvip edilmeyecek tepkiler vermesi sağlanarak, Hizmet Camiasının terör örgütü kapsamına alınması yönünde “şartların olgunlaştırılmak” istendiğine dair şüpheler güç kazanmaktadır. Camianın gönüllülerinden böyle bir tepki gelmesi beklenmeyeceğine göre, suni olarak provokatif eylem ya da eylemlerin organize edilmesinden ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Akıllardan çıkarılmamalıdır ki, Camianın gönüllüleri, muarızları kendilerine hangi kabul edilemez üslup ve metotlarla muamele ederlerse etsinler, anayasal çerçeveden ve demokratik hukuk devletinin sınırlarından asla ayrılmayacaklar, hiçbir zaman gayri meşru yollara da tevessül etmeyeceklerdir. Müspet hareketi şiar edinmiş olan Hizmet Camiası, ülkesini seven dürüst ve onurlu her bireyin yaptığı/yapacağı gibi hakkını ve hukukunu savunmaya devam edecek, ancak karanlık senaristlerin oyunlarına ve kışkırtmalarına, Allah’ın izni ve inayeti ile gelmeyecektir.
Kamuoyuna Saygı ile Duyurulur

*http://www.timeturk.com/tr/2014/02/03/cemaat-gul-u-goreve-davet-etti.html#.Uu_UIPti0tA


GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI

Fethullah Gülen hakkında önemli tespitler

02 Şubat 2014
İslam tarihçisi Prf. İhsan Süreyya Sırma, Fethullah Gülen'in, Erdoğan için 'Başbakan' yerine 'bu arkadaş...' tabirini kullanmasının kibirden kaynaklandığını söyledi. Sırma, 'Bu ne ihtiras! Davos'ta İsrail'in burnunu sürtmüş birine 'Yezid' yaftası yapıştırıyorlar. Bunlar Yezid'in kim olduğunu da bilmiyorlar' dedi.

Türkiye'nin sarsıntılı ve kaotik bir ortama itilmek istendiği günlerdeyiz. Demokratik işleyişi ve ekonomik istikrarı bozmayı amaçlayan girişimin öncülüğünü yapan Gülen grubunun sergilediği saldırgan tutum ise pek çok kesimi hayli şaşırttı. Gülen grubunun kendisini İslâm'a izafe ettiği dönemden farklı olarak bütünüyle siyasî bir çatışma dilini benimsemesi üzerinde dikkatle durulması gereken bir durum. Bu noktada bu kez sorularımı, Türkiye'nin mümtaz ilim adamlarından Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hoca'ya yönelttim. Pek çok kuşağın eserleriyle büyüdüğü İhsan Süreyya Sırma Hoca, ilmi ve Türkiye'nin geldiği noktayı daha yakından görmeyi mümkün kılan tecrübesi ile sorularıma aydınlatıcı cevaplar verdi.
Son dönemde Gülen hareketinin Başbakan Erdoğan'a ve hükümete çok şedit bir biçimde saldırdığı görülüyor. Siz bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Ben meseleye, bir Müslüman ve bir insan olarak bakıyorum. Müslüman olarak baktığımda da şunu görüyorum: Müslümanların Müslümanlarla ilişkilerinde nasıl davranacaklarını Allah'u Te'ala Kur'an-ı Kerim'de, 'Kafirlere karşı ciddi, sert; ama kendi aralarında merhametlidirler' ayetiyle belirtiyor. Ama ortama baktığımızda durumun bu ayette belirtildiği gibi olmadığı görülüyor. Meselâ, Fethullah Gülen'in bedduası her Müslümanı deriden üzdü. Keşke o sözleri söylemeseydi.
Bu saldırının asıl amacı size göre nedir?
Son yaşanan olaylar, dışarıda planlanmış ve Türkiye'yi bitirmeyi hedefleyen bir tezgâh görüntüsü vermektedir. Bu saldırı, mevcut iktidarın ötesinde Türkiye'yi hedef almaktadır. Türkiye'nin büyümesini çekemeyenler var. Bunların başında da İsrail geliyor. Türkiye'deki hükümetlerin, eskiden olduğu gibi askeri darbelerle indirilemeyeceğini anlayanlar, sivil bir darbe yapmak için birleştiler. Hükümeti indirmek isteyen koalisyon, 'Bu sivil darbe, kapitalistlerle, büyük lobilerle ve Müslümanların içerisinden bir grupla desteklenirse, bu hükümet gider' şeklinde düşünerek harekete geçtiler.
Mesele yolsuzluk değil yani...
Mesele yolsuzluk filan değil. Bundan 10, 15 sene önce de yolsuzluk vardı. Azalmış olsa da bu gün de vardır. Fakat burada amaç, yolsuzluğu önlemek değil, yolsuzluğu bir araç olarak kullanmaktır. Yolsuzlukların hepsi on beş güne mi sığdı?
KİBİRDEN DE ÖTE...
Cemaat hükümete yönelik bu sivil darbeyi mi destekliyor?
Belki desteklemekten de çok öte. Mesela çok pervasızca konuşuyorlar. Ve medyaları aracılığıyla bu tavrı sürdüreceklerini de ortaya koyuyorlar. BBC röportajında bu cemaatin başında olan şahıs, 'başbakan' demeyi kendisine yediremiyor da 'arkadaş' ifadesini kullanıyor. Bu ifade ve tavır, kibirden de öte bir şeydir. Bu şekilde bir konuşmanın bir kanaat önderi tarafından yapılamayacağına inanıyorum. Çünkü kanaat önderi olmak için Müslümanlar için iyi kanaat sahibi olmak lazım.
O BENZETME VİCDANSIZLIK
Erdoğan'a yönelik 'Yezid' benzetmesi yapıldı. Buna ne diyorsunuz?
Ben siyasetçi değilim, ama sözlerimi de sakınmam. Tayyip Bey gibi Davos'ta bütün dünyanın gözleri önünde İsrail'in burnunu sürtmüş olan birisine Yezid yaftasını vurmak tamamen vicdansızlıktır ve kötü niyetliliktir.
Siz cemaatten böyle bir saldırı bekliyor muydunuz?
Beklemiyordum. Zannediyorum ki, hiç kimse beklemiyordu. Derin bir hayal kırıklığı yaşadım. Bu ne ihtiras! Bu ne kendinden başkasını insan yerine koymama? Maalesef açıkça bir savaş yaşanıyor ve bu bana olduğu gibi bütün aklıselim sahibi Müslümanlara hem hüzün hem de ürküntü veriyor? Açıkça menfur bir 'psikolojik savaş' yaşanıyor.
İnanan insanlar hem şaşkın hem de üzüntülü. Bir İslâm âlimi olarak ne tavsiye edersiniz?
Müslümanlar, inançlarını gözden geçirmeli. İnandıklarımızın Kur'an'a ve Resûlullah'ın sünnetine uygun olup olmadığını bilmek zorundayız. Müslümanlar İslâm'ı bilseler, bu kafa karışıklığı yaşanmaz. Kur'an, Müslümanların 'kâfirlere karşı sert, Müslümanlara karşı merhametli' olması gerektiğini söylüyor. 'Acaba ben böyle miyim?' diye kendi kendimize sormamız gerekiyor. 'Dinlerarası diyalog' projesiyle İslâm düşmanlarıyla sükûnet içinde oturup konuşurken, Müslümanlara karşı haşin ve saldırgan bir üslup kullanmak, kabul edilecek bir durum değildir.
Ecevit'i hiç Stalin'e benzetmedim
Başbakan Erdoğan'a ve onu destekleyen bütün cemaatlere yönelik çok ağır hakaretlere şahit oluyoruz. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Ben sol partilere oy vermedim hiç. Ama Ecevit'i, Kılıçdaroğlu'nu Stalin'e veya Hitler'e de benzetmem. Ama bu çevreden kimileri tutup bu ülkenin, Müslümanlığı bütün dünyaca müsellem başbakanını 'Yezid'le özdeşleştiriyorlar veya o anlama gelecek sözler söylüyorlar. Bunlar herhalde Yezid'in kim olduğunu bilmiyorlar. Bu gibi sıfatları Müslümanlara yakıştırmak dinen câiz değildir. Gençler belki bilmez, bir zamanlar bu ülkede 'Müslümanım' demek ayıp ve suç olarak görülüyor, Müslümanlar hiçbir dinî kitap okunamıyordu. Ama bugün liselerde
Peygamber Efendimizin hayatı demek olan Siyer ve Kur'an okunuyor. Şimdi bunu gerçekleştirenlere karşı çıkmak vicdansızlık değil midir?
Tarih boyunca cemaatin bugün geldiği nokta gibi dinî kökenli olan ama siyasete yön vermeye çalışan yapılar var mıydı?
Dünya tarihine baktığımızda maalesef sadece Müslümanlar arasında değil, Yahudilerin ve Hristiyanların arasında da zaman zaman din adına hareket ettiğini iddia eden, fakat aslında dinin özüne, ruhuna karşı hareket eden gruplar olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminde de birçok dini cemaat ortaya çıkmıştır. Bu yapılar devlet tarafından ortadan kaldırılmışlarsa da, senelerce devleti meşgul etmişlerdir.

Cemaate ait otele gitmeye korkar olduk
Kasetler de bir süredir savaşın bir parçası oldu. Mahremiyetin ifşa edilmesi Müslümanlıkta nasıl karşılanan bir tavırdır?
Benim bu süreçte en çok üzüldüğüm hususlardan birisi de kişi veya aile mahremiyetinin ortaya çıkarılmasıdır. Peygamberimizin hayatını, Sîretini etüt ettiğimizde 23 senelik peygamberlik hayatında bir tek Müslümanı devlet dışına sürdüğünü görüyoruz. O da 'Hakem' ismindeki birisiydi. Bunun suçu, Müslümanların kapısından, penceresinden içeriye bakmaktı. Yaptığı ahlaksızlık buydu; ancak aile mahremiyeti o kadar kutsaldır ki, bu kişi Hz. Peygamber tarafından Taif'e sürülmüştür.
HZ. EBUBEKİR ÜLKEYE ALMADI

Akıbeti ne oldu bu kişinin?
Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra Hz. Ebubekir'den Medine'ye dönmek için izin istiyor. Hz. Ebubekir 'Resulullah'ın sürdüğü birini Medine'ye sokmam' diyor. Hz. Ömer döneminde bunu Hz. Ömer'in mizacı sebebiyle teklif bile edemiyor. Hz. Osman geldiğinde 4-5 sene direniyor ama daha sonra bu şahsın dönmesini kabul ediyor. Müsaadenizle bu kelimeyi kullanayım, bu ahlaksız adam ve oğlu Mervan, daha sonra Hz. Osman'ın şehadetine sebebiyet verenler arasında yer almışlardır.
Bu tarz bir eylem başka bir iyilik, ibadet veya iyi niyetle örtülebilir mi?
Mümkün değil efendim. 'Belki ileride bize lazım olur' diye insanların mahremine gireceksiniz, görüntülerini alacaksınız; böyle bir şey olamaz! Bizim dinimizde böyle bir şenaat yoktur. Bu ülkeye öyle bir korku saldılar ki, bir Müslüman, hanımını alıp dinlenmek için sayfiye yerinde bulunan bir otele, özellikle de cemaate ait bir otele gidemeyecek hâle geldi. Hiç kimsenin insanlar arasında böyle bir korkuyu yaratmaya hakkı yoktur.
Sünnet ehli takiyye yapmaz
İslâm'a hizmet gâyesi güttüklerini söyleyerek 'kaset' işleri yapanlar var. İslâm'ın bu hususta ölçüsü nedir?
Cenab-ı Allah diğer suçlardan farklı olarak, zina için dört şahit şartı koymuştur. Hz. Ömer döneminde bir kişi hakkında zina isnadında bulunuluyor. Dört şahitten üçü 'biz gördük' diyor. Dördüncü şahit 'ben tam görmedim' diyor. Bunun üzerine diğer şahitlere dayak atılıyor; çünkü İslam'a göre bu kişilere, iftira attıkları için dayak atılması gerekiyor. Peki, yarın Allah bu kasetçilerden şahit istese, bunlar ne yapacaklar? Yani İslam hükümleri cari olsa, bu gibi kasetleri yapanların, darp edilerek cezalandırılmaları gerekir.
Bu fiili işleyenler cezalandırılmayı hak ediyorlar öyleyse...
İslâm ahkâmı söylüyor bunu. Çünkü aile mahremiyeti çok önemlidir. Mahremiyet üzerine bir hususu daha paylaşmak isterim; hilafeti döneminde bir kişi Hz. Ömer'e gelerek bir şahsın evinde içki içtiğini söylüyor. Hz. Ömer de o kişinin evine girerek 'Sen nasıl içki içersin?' diyor. O şahıs, 'Sen benim içkime karışmadan önce benim evime, benim iznimi almadan nasıl girersin' diye soruyor. Bunun üzerine Hz. Ömer özür dileyerek geri çekiliyor. Aile mahremiyeti İslam'da bu kadar önemlidir.
SAHABE NE İSE OYDU
Cemaatin bazı şartları gerekçe göstererek kendini belli etmeyecek bir biçimde davranmaları tartışma konusu. Kimliğin ve niyetlerin saklanmasına dayalı bu davranış biçimini nasıl değerlendirirsiniz?
Ehl-i Sünnete göre böyle bir takiyye anlayışı yoktur. Eğer öyle olsaydı, sahabe onca eziyete katlanmazdı. Onlar, her türlü sıkıntıya rağmen 'Biz Müslümanız' diyorlardı. Buna istisna bir örnek var. Mekke'nin fethinden sonra Hevâzin Devleti Müslümanların üzerine yürüme hazırlığındayken Peygamber Efendimiz o bölgeden gelen bir sahabeyi onların arasına casus olarak gönderiyor ve ona, 'Kimseye Müslüman olduğunu söyleme' diyor. Bunun dışında benim hatırladığım bir örnek yok.
Bugün Gülen hareketinin Başbakan'a ve diğer cemaatlere yönelik hücumunu Sıffin hadisesine benzetenler var. Sıffin'de ne olmuştu?
Sıffin'de olan şudur: Suriye valisi Muaviye, meşru halife olan Hz. Ali'ye biat etmesi gerekirken, isyan ederek onun halifeliğini tanımadı. Görünüşte Hz. Osman'ın katillerinin bulunmasını isteyen Muaviye'nin tek derdi, devleti ele geçirmekti. Meşru olmayan bir biçimde isyan eden Muaviye, hileli yollarla hilafeti ele geçirmeye çalıştı. Ve bilindiği gibi Sıffin hadisesi yaşandı. Sıffin'de isyancı Muaviye taraftarları savaşı kaybedeceklerini anlayınca mızraklarının ucuna Kur'an sayfalarını astılar. Bu bir hile idi ve Kur'an'ı kullanmaktı. Daha sonra hile ile Muaviye'nin nasıl halife ilan edildiğini de biliyoruz. Bugün kim Hz. Ali'ye karşı Muaviye'yi savunuyorsa, ya olayın mahiyetini bilmiyor, ya da bile bile 'Ali düşmanlığı' yapıyor!
GÜLEN CEMAATİ RİSALEYE AYKIRI DÜŞTÜ
Risale-i Nur ile irtibatlandırılan Gülen cemaatinin tavrı ile Bediüzzaman'ın hizmet çizgisi bağdaşıyor mu sizce?
Benim ilk tanıştığım kitaplar Said-i Nursi'nin kitaplarıydı. Onun kitaplarına ve hayatımıza baktığımız zaman şunu net olarak söyleyebiliriz: O asla Müslümanlarla çatışmazdı. Yazdığı kitaplar ortadadır. Onun eserlerinde Müslümanlara karşı herhangi bir şey bulamazsınız. Son olaylarda Gülen cemaatinin Müslümanlara karşı takındığı tavır Risalelere aykırı düşüyor. Bediüzzaman'ın tek kaygısı imanını kaybetmiş kişilere imanı hatırlatmaktı. Asla siyasetle ve siyasilerle uğraşmıyordu. Gülen cemaati, her ne kadar ona atıfta bulunsa bile Üstad'ın o çizgisinden farklı bir yola sapmış görünüyor. Bediüzzaman'ın idealindeki dünya ayrı, bunların peşine düştükleri dünya ayrı. Ben öyle görüyorum.
Hükümete ve hükümeti destekleyen diğer cemaatlere yönelik saldırı Gülen grubunda da bir bölünmeye yol açar mı?
Ben cemaatin yapısını çok iyi bilmiyorum. Ama malumunuz dünyayı çok geziyorum. Bu cemaatin dünyanın birçok yerinde okulları var. Orada çok fedakârane çalışan gençler var. Ben o çocuklara çok acıyorum. Onlar melek gibi çocuklar ve bu olaylardan da hiç haberleri yok. Büyük ihtimalle onlar da çok büyük bir üzüntü içindedirler. Ama görünen o ki, üst kademede yer alan bir çekirdek kadro, kendilerini hükümete ortak olacak seviyede görüyorlar. Bu da hiçbir devletin kabul edeceği bir şey değildir.
DİĞER MÜSLÜMANLARI MUTEBER GÖRMÜYORLAR
Cemaatin diğer İslâmî yapılara karşı tavrını sorunlu görenler bir hayli fazla. Siz de böyle bir durum görüyor musunuz?
Tarihin çeşitli dönemlerinde meşrep taassubu görülmüştür. Bu taassup, kendileri dışındaki Müslümanları muteber saymama neticesini doğurur. Bugün de böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Gülen cemaatine ilişkin yaygın eleştirilerden birisi de, bu grubun kendilerinden olmayanlara karşı dışlayıcı ve hatta yok edici yöntemler kullandıkları yönünde. Bu yöntemlere siz de şahit oldunuz mu?
Tabi! Benim gibi bütün üniversite mensupları, bu yapılanların farkındalar. Üniversitelerde, kendilerinden olmayan hiç kimseyi kadrolara kabul etmiyorlar. Bırakın başka cemaatleri, Risale-i Nur'un diğer kollarını bile kabul etmediler. Üniversiteler akademik kurumlardır ve buralarda ilmi ehliyete sahip olanlar yer almalıdır. 'Bizden değildir' diyerek ehil insanları akademik kurumlardan uzaklaştırmak yobazlıktır, ilmi tanımamaktır.
Son olarak tavsiyeleriniz nedir?
Son olarak şunu söyleyeyim: Mevcut hükümetin ve mevcut Başbakanımızın hataları yok mu? Elbette vardır. Zaten başta bendeniz olmak üzere hangimiz hatasızız ki? Ama sevelim, sevmeyelim, milletin meşru yollarla seçtiği bir hükümet ve o hükümetin başı olan bir inançlı Başbakan vardır. Biz seçtiğimize göre, hatalarını gördüğümüzde ikaz etmek vazifemizdir ve her birimizin bu vazifeyi yerine getirmesi gereklidir. Ama bu ikazımız bugün yapıldığı gibi 'hükümeti yıkmak', 'Başbakanı bitirmek' şeklinde entrikalar çevirerek olmamalıdır! Bu hataları İslamî edep ve metodlar çerçevesinde dile getirmeli, doğruları söylemeli, yanlışlardan uzak durmalarını tavsiye etmeliyiz. Buna rağmen yanlışta ısrar ederlerse onları Allah'a havale ederiz. Biz böyle yapıyoruz. Bu ikazlarla yetinmeyenler varsa, devletin yönetim usulü öyle gerektiğinden, onlara düşen, Başbakana ve onun hükümetine karşı bir parti kurmak ve seçime gitmektir; kazanırlarsa, onlar hükümet olur, yapılmasını istedikleri şeyleri yapma imkânına sahip olurlar. Rahmetli Hocam Muhammed Hamidullah bana şöyle derdi: 'En günahkâr Müslüman kardeşimiz, bize kâfirden daha yakındır.'

Nil Gülsüm / Yeni Şafak 

Bir Kürt olarak hükümet - cemaat kavgasından niçin korkmalıyım?


Kürtlerin ölümünü sevenler kervanına Cemaat de katıldı.


Filistinli şair Mahmud Derviş’in “Ölümü seviyorlar benim” adıyla Türkçeye Lütfullah Bender tarafından tercüme edilmiş bir şiir kitabı var. İsraillilerin Filistinlileri öldürmeyi, Arap rejimlerinin Filistinli ölümlerinden iktidar devşirmeyi veya iktidarlarını pekiştirmeyi, dünyadaki sol, devrimci ve diğer özgürlükçü çevrelerin de retorik geliştirmeyi sevdiğini anlatıyor bu isim. Samimiyetsizliği, çözümden ziyade sorunu istismar etmeyi şiirin o insanın kalbinin gözeneklerine nüfuz eden diliyle gözler önüne seriyor kitap. Bir kısım liberalin Ak Parti iktidarının ete kemiğe bürünmeye başlayan Kürt çözümüne hiddetle ve de şiddetle karşı çıkışlarını görünce bu kitap aklıma geldi. Bu kitabın açtığı kapıdan girersek şöyle bir analiz yapabiliriz bir kısım liberal aydın için: Doksan senelik bir Kürt sorunu vardı. Bu sorunun varlığı bir zümreye iktidar armağan etmişti. Bu sorun bahane edilerek ülkede bütün özgürlükler askıya alınıyor, çözümler belirsiz zamanlara erteleniyordu. “Türkiye’nin şartları” gibi muazzam bir gerekçe vardı. Ekonomik, sosyal, siyasal çarpıklıklara itiraz edenlerin karşısına bu gerekçe çıkarıldığı zaman gönüllü bir teslimiyetin bir hale gibi çehrelere yayıldığı görülürdü. Kürt sorunundan iktidar devşirilmişti ve bu iktidarın devamı yine bu sorunun devamına bağlıydı. Bu arada iktidar derken arada bir yerli güçlerin de seçim yoluyla elde edebildikleri sivil siyasal iktidarı kast etmiyorum. Bu tür siyasal iktidarların değişmesine rağmen asla değişmeyen seçkinlerin derin iktidarını kast ediyorum.

Bedelsiz kahramanlık

Bir kısım (yine o baş belası kalkan) liberal aydın ise, bu süreçte özgürlükçü rolünü üstlenmişlerdi. Diğer tüm sosyal sorunlarla birlikte Kürt sorunu bağlamında da özgürlükleri savunmak onlara verilmiş varoluşsal bir görev gibiydi. Gerçek özgürlükçüler her türlü bedeli öderken onlar hiçbir bedel ödemiyorlardı. Fakat her zaman da özgürlük kahramanı olmayı başarıyorlardı. Gazete köşelerini, TV ekranlarını belagati yüksek söylemleriyle dolduruyorlardı. Malum zümre iktidarı için ne kadar Kürt sorununa muhtaç idiyse onlar da özgürlük kahramanı olmaklıklarını sürdürmek için o kadar muhtaçtılar bu soruna. Ve bunu sorunun gerçekten çözülme sürecine girmesiyle birlikte anladık. Aslında bu bir kısım liberal aydın böyle bir gelişmeyi, yani sorunun gerçekten çözüleceğini, en azından çözüm yoluna gireceğini tahmin etmiyorlardı. Onlar ateşi iyice yükselen Kürt sorununun ateşinin düşürülmesine yönelik bir manevra olduğunu sandılar (çünkü sorunun çatışma boyutunun düşük yoğunluklu bir savaş düzeyinde devam etmesi bu sorundan nemalanan kesimlerin işine yarıyordu; sorun çözülmeyecekti, ama her şeyi alt üst edecek bir yıkıma evrilecek kadar da hiddetlenmemeliydi) ve yine retorik düzeyinde desteklerini esirgemediler başlangıçta. İktidarı desteklemek için yine o güçlü kalemlerini kullandılar. Ama bir şeyler ters gidiyordu. İktidar sorunu çözüyordu, Kürt siyasal hareketinden öte, silahlı muhalefetle de müzakere yapıyordu ve sonuç alıyordu. Özellikle bu adımlar neticesinde geleneksel iktidar odağının denklem dışı kalışını da görünce kendilerinin işsiz kaldığını gören özgürlük kahramanı Kürt savunucuları kalemlerini zehir gibi kullanmaya başladılar. İnanmayacaksınız Kürt silahlı muhalefetine kadar tırmandılar çatışmanın devamı için.

Çünkü Kürtlerin ölümünü seviyorlardı. Kürtler ölmeliydi ki birileri iktidar, birileri de özgürlük kahramanı ola bilsindi. Ve 17 Aralık sürecinde akıllara durgunluk veren ve hepimizi hayretlere sevk eden ittifaklar işte bu algının bu anlayışın sonucudur.

Cemaat ile bir kısım liberal

17 Aralık süreciyle birlikte savaşın ön cephesinde mevzilenen hükümet ile cemaat arasındaki ilginç benzerliğe dikkat çekerek bu çatışmanın taraflarından birinin (cemaat) Kürt sorunu bağlamında o meşhur bir kısım liberal aydınla aynı paralele düşmesini anlamaya çalışalım.

Ak Parti, Milli görüş gibi disiplinli, kapalı bir hareketin karizmatik lideri Erbakan’a rağmen dönüşmesiyle ortaya çıkmış ve Türkiye’de iktidara gelmiş bir harekettir. Türkiye’nin en kadim sorunlarına, başta Kürt sorununa neşter vurmuş ve doksan senelik cumhuriyet tarihinde tanık olunmayan gelişmelere imza atmıştır. Bu gün Kürt sorunu hiç olmadığı kadar çözüme yakındır. Bir seneye yakındır şiddet durmuş, dağlardan cenazeler gelmiyor ve Türkiye rahat bir nefes almıştır. Ak Parti bu sükunet ortamında Türkiye’yi uzak hedeflere doğru motive eden adımlar atmak üzereydi ki 17 Aralık süreci başladı ve bu süreçte karşı taraf olarak cemaatin belirginleşmesi dikkat çekiyordu.

Aslında Cemaat de Ak Parti’nin Milli görüş hareketinde meydana getirdiği dönüşüme benzer bir sürecin ürünüydü. Katı kuralları olan ve Bediüzzaman gibi karizmatik, aşılması güç bir alimin başlattığı hareketi dönüştürerek gündeme gelmişti. Ben şahsen Dünyada açılan okullarına bakıp-gerçi Kur’an hakikatleri yerine Türkçe şarkılar öğretiliyormuş gibi bir görünüm veriyorlardı ama olsundu- cemaati Bediüzzaman’ın “gün gelecek ben de gelip Tiflis’te medresemi kuracağım” sözünün bir açılımı olarak görme eğilimindeydim.

Son süreçte çatışmanın ön cephesinde yer alan cemaat, Kürt sorunu bağlamında bir kısım liberal aydının refleksini andıran bir tutum sergiledi. Oslo çıkışı, MİT harekatı gibi olaylar tamamen Kürt çözümüne karşıtlığın, en azından farklı yaklaşımın birer göstergesidir. Bana göre Kürtlerin ölümünü sevenler kervanına (bir kısım mı desem?) Cemaat de katılmıştı. Bu süreç ve öncesindeki bazı gelişmeler bağlamında cemaatin çizdiği profil, Kürt sorunundan nemalanma şeklinde yansıyordu özellikle Kürt kamuoyuna. Bazı Kürtler, cemaat kanallarından yayınlanan ve Kürtleri konuşmaktan ziyade bir takım hırıltılar çıkaran kriminal tipler olarak çizen dizilerden ve Kürt açılımına karşı duruşundan hareketle şu değerlendirmeyi yapıyorlar. Cemaat, bölgeye girerken ve bölgede faaliyet gösterirken şiddetten bıkmış, bunalmış kesimlere “çocuklarınızı dershanelerimize göndermezseniz dağa çıkarlar” argümanıyla yaklaşıyordu. Fakat hükümetin son Kürt açılımı bu argümanı anlamsızlaştırdı. Cemaatin tepkisi bu yüzdendir. Bazı Kürtlerin bu değerlendirmesi cemaatin Kürt sorununun çözümü bağlamında bir kısım düzmece özgürlük kahramanı liberal aydınla aynı safta görüntü verdiğini gösteriyor. Bunda herhalde en büyük sorumluluk son tutumuyla cemaate aittir.

Osman’ın kanlı gömleği

Benzer süreçlerden geçip benzer etkinlikler gösterip ve bu sayede Anadolu insanının bugüne kadar hiç olmadığı kadar ümitlenmesine sebep olan iki hareketin her ikisinin de geleneğinde olmayan bir söylemle çatışması ancak özellikle Cemaatin içine sızmış ‘bir kısım”larla da izah edilebilir.

Cemaat bu süreçte Hükümete karşı “yolsuzluk ve rüşvet” kartını kullanıyor. Sürecin etkisi, ülke ekonomisinde meydana getirdiği tahribat, ülke insanının gelecek tasavvurunu bedbinliğe doğru kaydırması göz önünde bulundurulduğunda bu gerekçenin çok ötesinde, belki de tahminleri aşan bir etki gösterdiğini söyleyebiliriz. (Bir kısım) Cemaat yetkilileri bunu bekliyor muydu bilmiyorum!

Ama halife olur olmaz, ümmetin sorunlarına el atmasına fırsat verilmeden Hz. Ali’nin karşısına çıkarılan “Osman’ın kanlı gömleği” sembolüne benzer bir işlev gördüğü aşikardır. Hz. Ali, kendisine karşı kullanılan bu ve benzeri sembollere karşılık “kelimetun haqqun yuradu biha’l batıl” (doğru bir söz ama bununla batıl amaçlanıyor) demişti. Osman’ın kanlı gömleğini bayraklaştıranların maksadı, Osman’ın katillerinin bulunması değil, benim iktidarımın zayıflatılması ve yerine seçkinlerin iktidarının kurulmasıdır demek istiyordu. Nitekim zaman Ali’yi haklı çıkardı ve Osman’ın kanlı gömleği sayesinde iktidarı ele geçirenler Osman’ın katillerini bir daha hatırlamamak üzere unutuverdiler.

Bundan dolayı bir Müslüman olarak ve bir Kürt olarak endişeliyim. Sürecin, İslam tarihindeki iktidar savaşları süreçleriyle benzerliği ve özellikle bu süreçte kullanılan benzetmeler beni endişelendiriyor. Bu benzetmelerin oluşturduğu atmosferin endişemi derinleştiren çağrışımları yüzünden hafakanlar basıyor. Firavun, Karun, Yezid... Belam... düşünün bir kere bu isimlerin her biri bir Müslüman, hele hele bir Kürt olarak beni en az asit kuyuları kadar acıtan hangi kabus kuyularına atar?! Hükümet-Cemaat kavgasında tarafların ikisi de “dindar” olunca doğal olarak genelde tevhit tarihinden özelde de İslam tarihinden örnekler üzerinden gidiliyor. Hepsinin de bende hatırası var. Halkımı köleleştiren Firavun’u da bilirim Hüseynimi doğrayan Yezidi de. En son Sayın Başbakan “haşhaşiler” benzetmesini yaptı, Kürdistan’ı kasıp kavuran Faili meçhuller canlandı gözlerimde. Cemaat cenahından buna cevap da ‘Yezid’ benzetmesi şeklinde geldi. Taraflar bu benzetmelere uyuyor mu, onu tespit etmek zor. Ama aslında bu söylem kullanılırken uyup uymaması çok da önemsenmiyor gibi geliyor bana, önemsenen şey söylem düzeyinde bir mevzi kazanmak. Bu güne dek yapılan benzetmeler yeterince ağır olsa da bakalım en ağır benzetmeyi kim yapacak diye bekliyor insan. Böyle durumlarda tecrübeli mahalle ağabeyleri bu iş karakolda biter derlerdi. Fakat bu defa karakolun lambaları yanmıyor. Bu yüzden bazıları rahat olmamızı telkin ediyor. Ben o kadar rahat değilim. Eğer Müslümansanız, hele hele Kürt’seniz endişe etmek için yeterince sebebiniz var demektir. Ya karakolun lambaları yanmaya başlarsa! diye düşünmeden edemiyor insan! Karakola düşünce bir Müslüman, hele bir Kürt Firavun’un, Karun’un, Nemrut’un, Yezid’in gelip geçici birer sembol olduğunu, ezeli-ebedi mazlumun, mağdurun kendisi olduğunu bilir.

Demem o ki bir Müslüman, bir Kürt olarak bu tür süreçlerin nelere mal olduğunu bilecek tecrübeye sahibim. Endişem ve derin kaygılarım bu yüzdendir. Bu ümmet “mızrakların uçlarına” takılan Mushaf sayfalarından, dillere pelesenk edilen “hüküm Allah’ındır” benzeri retoriklerden, bayraklaştırılan “Osman’ın kanlı gömleği”nden dolayı çok şey kaybetmiştir ve şimdi derin yaralarımız tam tedavi olacakken aynı motiflerin yeniden gündeme gelmesi uykularımı kaçırıyor.

Anlıyorum ki “ölümü seviyorlar benim”. Beni yeniden hasret kuyularına atmak istiyorlar.

Ali’nin eli, Yezid’in ayağı

Hazır benzetmeler üzerinden gidiyorken yine Hz. Ali döneminden bir benzetme ile sonlandıralım yazımızı: Sonunda Hz. Osman’ın hayatına mal olan meşhur isyan ve fitne günleridir. Hz. Ali yeni halifedir. Mescitte biat alınıyor. Önemli sahabelerden biri biat etmek istemez. Bazıları zorla biat ettirmek isterler. Hz. Ali, yönetimine karşı silahlı kalkışmada bulunmamak, aleyhte propaganda yapmamak şartıyla onu serbest bırakır. Nitekim o zat da ömrünün sonuna kadar siyasetten uzak durur. Bir ara bir hadis duyar (belki de önceden bildiği hadisi yeniden hatırlar) “zamanın imamına biat etmeden ölen kimse bir tür cahiliye ölümü üzere ölür” diye. Yaşı epey ilerlemiştir. Artık Yezid dönemidir. Bir telaş alır bu zatı. “Zamanın imamı”na biat edecektir çaresiz. Basra’da Yezid’in valisine gider ve Yezid adına kendisinden biat almasını ister. Vali ayağını uzatır ve öp! der. Bu zat cahiliye ölümü üzere ölmektense Yezid’in valisinin ayağını öper. Hikayeyi bilen olayın tanıklarından biri tarihe şu muhteşem notu düşerken ümmetin tarihini de özetlediğinin farkında değildi muhtemelen: “Ali’nin elini öpmeyen Yezid’in ayağını öper...”

Ben özellikle cemaatin bir muhasebe yapmasını bekliyorum. Bir diğer beklentim de, cemaat mensuplarının “Osman’ın kanlı gömleğini” sallar gibi “yolsuzluk ve rüşvet” gibi pür dünyevi söylemlerden ziyade Kur’an’ın elmas kılıcını ellerine almalarını bekliyorum. Çünkü “Ali’nin elini öpmeyen Yezid’in ayağını öper” diye de bir gerçek var!

Vahdettin İnce

ince.vahdettin@gmail.com / (star açık görüş)

Erdoğan'ın ameliyat anı bile hesaplandı

22 Ocak 2014
Yeni yeni dillendirilmeye başlanan 'paralel yapı'yı 4 yıl önce dile getirdiğini söyleyen Hanifi Avcı'nın avukatı Fidel Okan, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
"Paralel yapı suç delili üreterek evlere yerleştiriyor." diyen Okan, 'paralel yapı' içindeki hakim ve savcıların acil olarak yargılanması gerektiğini söyledi.

İşte Fidel Okan'ın açıklamalarından bazı satır başları:

HANEFİ AVCI GERÇEKTEN 'BİR KİTAP İÇİN' Mİ HAPSE GİRDİ?
Hanefi Avcı'nın bu kitabı yazmasından sonraki mahkumiyet sürecine baktığınızda, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakan'ı sayın Recep Tayyip Erdoğan'da mahkum olmuştur. Hanefi Avcı'nın 3 yıl önce söylediklerini şu an kendisi de tekrarlamaktadır. Dolayısıyla Avcı'nın iddialarını tekrarlayan herkes mahkum olmaktadır özel yetkili mahkemeler tarafından. Şu an kendisi tutukludur ancak bu iddiaları şu an Türk toplumunun neredeyse tümü dile getirmektedir. Dolayısıyla onun yazdığı kitaptan dolayı o dönem sessiz kalanlar şu an çok yoğun bir şekilde aynı şeyleri, aynı iddiaları farklı platformlarda ifade etmektedirler.

BAŞBAKAN'IN AMELİYAT ANI BİLE HESAPLANDI
Şunu net bir şekilde ortaya koyalım. Bu süreç 17 Aralık değil, 7 şubat sürecidir. MİT Müsteşarının alınma sürecine dikkat ederseniz o kadar hassas bir operasyon düzenlenmiştir ki Başbakan'ın ameliyat anı dahi hesap edilmiştir. Bunu hesap edip İstanbul MİT bölge müdürlüğünü basıp Yeni Mahalle'de emniyet ve neredeyse karşılıklı silah çekeceği noktaya kadar getirilen süreçte hükümet bunu ciddi bir tehlike olarak algılamış olsa ve bugün söylenenleri o zaman ortaya koymuş olsaydı o zaman hiçbirşey havada kalmamış olurdu.

4 YIL ÖNCE PARALEL YAPIYA İLİŞKİN DELİL VAR MIYDI?
Esasında Ankara Emniyet Müdürünün tutuklanması süreciyle başladı bu mevzu. Biz o dönem bunun kimler tarafından yapıldığını ve kimler tarafından organize edildiğini gördük. Ve bu noktada bu örgütün Türkiye'de bütün kurumları ele geçirmeye başladığını ve kendi siyaseti doğrultusunda hareket ettiğini anladık. Bu noktada ne kadar güçlü olduklarını, kişilerle, bürokratlarla,milletvekilleri ve bakanlarla ilgili veri topladıklarını tespit ettik. Bunlar dile de getirildi.. Bu ifade edilmeyip destek de görmeyince ve saçma bir 'devrimci karargah' soruşturmayla biz bunların ne kadar güçlü olduğunu ve toplumun nasıl inandırıldığını anladık. Bu mücadeleyi sürdürürken bu süreçler başladı ve bu tehdit hükümete dönmeye başladı.

ŞOKE EDEN BELGE
Fidel Okan, paralel yapının Ankara İl Emniyet Müdürü hakkında yapılan delil üretme planının belgesini canlı yayına okudu.
Belgede yer alan ifadeler türyler ürperten cinsten. İşte Okan'ın ağzından o belge:
Bu bir özel ileti belgesi. Nedir bu özel ileti belgesi?
Ankara Emniyeti'ne nasıl sızmalar gerçekleştirildiğini, emniyetin içinde neler olduğunu görüyoruz burada.

ORHAN ÖZDEMİR'LE İLGİLİ EVRAK ÜRETME PLANI
Diyor ki:
"Değerli savcım...
Geçen hafta hakim arkadaş aradı. Bir araya geldiğimizde, İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir'le ilgili evrak üretilmesi için bazı stratejiler üzerine tartıştık.

"UYGUN GÖRÜRSENİZ PLANI UYGULAMAYA GEÇİRİYORUZ"
Bununla ilgili istihbarat şube müdürlüğündeki yetkili personelimizle ve dairemizdeki mesai arkadaşlarımızla aşağıda açıklayacağım planı uygun görürseniz icraata geçiriyoruz. Farklı görüşünüz olursa kurye olarak gönderdiğim arkdaşla bana not olarak iletirsiniz. Telefon görüşmesi yapmayalım, görüşmelerimizi malum benzin istasyonunun kafeteryasından yapalım.
Kayseri'ye donanımlı bir ekip gönderdim. Orada bağlantı kuracağımız bir isim verirseniz, Orhan Özdemir'le ilgili aleyhte tanıklık yapabilecek şahısları da tespit edip, bir rapor haline getirmeyi düşünüyoruz. Daha sonra bu raporu, bir ihbar mektubuyla devletin her kademesine gönderme düşüncemiz var. Orhan Özdemir'le ilgili daire mutemetlerimizle görüştük.
Onun mal beyanı, soruşturma dosyaları, aldığı cezalar gibi doneleri toplatıyorum. İhbar mektubunda bundan ayrıntılı bahsedip, eklerine belge de koyup, ihbarın inandırıcı olmasını sağlamak istiyoruz.
(Fidel Okan'ın notu: Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na da gönderilmiştir bu. Bütün sicil dosyaları silinmiş cezalar dahi)
Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düşmesi olayıyla ilgili illerin istihbarat şube müdürlerine baskı yapıp, Orhan Özdemir hakkında aleyhte ifade vermeye ikna ettik. Konu gündeme geldiğinde plan kusursuz işletilecektir.

"MAKAM ODASINA BÖCEK YERLEŞTİRDİK, NEFESİNİ TAKİP EDİYORUZ"
Emniyet Müdürü'nün özel kalemindeki arkadaşlarımız, makam odasına gerekli faydalı böcekleri yerleştirdi. Emniyet Müdürü'nün nefesini takip ediyoruz.

"YERİ GELDİĞİNDE İNTERNETE SERVİS ETMEYİ PLANLIYORUZ, YOKSA KABAK BİZİM BAŞIMIZA PATLAYACAK"
Bu kayıtları yeri geldiğinde internete servis etmeyi planlıyoruz. Haziran sonuna kadar görevden aldırmazsak kabak bizim başımıza patlayacak.

"RÖNTGENLERİNİ ÇEKTİK"
Her ihtimale karşı, tutuklamada sorun olmasın diye, özel yetkili konuştuğumuz hakim ve savcıların röntgenini çektik.
(Fidel Okan'ın notu: Bir mahkeme başkanından söz ediyor, isim vermiyorum...)
Büyük bir açığını bulduk. Sözümüzden çıkamaz.

MÜSTEŞARIN KADIN İLİŞKİLERİ ELİMİZDE, ÇOK ZORDA KALIRSAK...
Savcım, planı sessizce uygulayalım. Baskı gelirse topu yukarı atarız. Adalet Müsteşarı'nın da zaten Paris'teki kadın ilişkileri elimizde. Çok zorda kalırsak onu da değerlendiririz.

Savcım endişe etmeyin. Kuryemiz sağlam. Herşeyinizi paylaşabilirsiniz. "
Bu belge ortaya çıkınca bunlar kaybediyorlar. Ve bu belgenin sahteliğiyle ilgili bir çalışma yürütüyorlar. Bunu da ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar.

Kaynak: yirmidorthaber