Fethullah Gülen hakkında önemli tespitler
02 Şubat 2014İslam tarihçisi Prf. İhsan Süreyya Sırma, Fethullah Gülen'in, Erdoğan için 'Başbakan' yerine 'bu arkadaş...' tabirini kullanmasının kibirden kaynaklandığını söyledi. Sırma, 'Bu ne ihtiras! Davos'ta İsrail'in burnunu sürtmüş birine 'Yezid' yaftası yapıştırıyorlar. Bunlar Yezid'in kim olduğunu da bilmiyorlar' dedi.
Türkiye'nin sarsıntılı ve kaotik bir ortama itilmek istendiği günlerdeyiz. Demokratik işleyişi ve ekonomik istikrarı bozmayı amaçlayan girişimin öncülüğünü yapan Gülen grubunun sergilediği saldırgan tutum ise pek çok kesimi hayli şaşırttı. Gülen grubunun kendisini İslâm'a izafe ettiği dönemden farklı olarak bütünüyle siyasî bir çatışma dilini benimsemesi üzerinde dikkatle durulması gereken bir durum. Bu noktada bu kez sorularımı, Türkiye'nin mümtaz ilim adamlarından Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Hoca'ya yönelttim. Pek çok kuşağın eserleriyle büyüdüğü İhsan Süreyya Sırma Hoca, ilmi ve Türkiye'nin geldiği noktayı daha yakından görmeyi mümkün kılan tecrübesi ile sorularıma aydınlatıcı cevaplar verdi.
Son
dönemde Gülen hareketinin Başbakan Erdoğan'a ve hükümete çok şedit bir
biçimde saldırdığı görülüyor. Siz bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Ben
meseleye, bir Müslüman ve bir insan olarak bakıyorum. Müslüman olarak
baktığımda da şunu görüyorum: Müslümanların Müslümanlarla ilişkilerinde
nasıl davranacaklarını Allah'u Te'ala Kur'an-ı Kerim'de, 'Kafirlere
karşı ciddi, sert; ama kendi aralarında merhametlidirler' ayetiyle
belirtiyor. Ama ortama baktığımızda durumun bu ayette belirtildiği gibi
olmadığı görülüyor. Meselâ, Fethullah Gülen'in bedduası her Müslümanı
deriden üzdü. Keşke o sözleri söylemeseydi.
Bu saldırının asıl amacı size göre nedir?
Son
yaşanan olaylar, dışarıda planlanmış ve Türkiye'yi bitirmeyi hedefleyen
bir tezgâh görüntüsü vermektedir. Bu saldırı, mevcut iktidarın ötesinde
Türkiye'yi hedef almaktadır. Türkiye'nin büyümesini çekemeyenler var.
Bunların başında da İsrail geliyor. Türkiye'deki hükümetlerin, eskiden
olduğu gibi askeri darbelerle indirilemeyeceğini anlayanlar, sivil bir
darbe yapmak için birleştiler. Hükümeti indirmek isteyen koalisyon, 'Bu
sivil darbe, kapitalistlerle, büyük lobilerle ve Müslümanların
içerisinden bir grupla desteklenirse, bu hükümet gider' şeklinde
düşünerek harekete geçtiler.
Mesele yolsuzluk değil yani...
Mesele
yolsuzluk filan değil. Bundan 10, 15 sene önce de yolsuzluk vardı.
Azalmış olsa da bu gün de vardır. Fakat burada amaç, yolsuzluğu önlemek
değil, yolsuzluğu bir araç olarak kullanmaktır. Yolsuzlukların hepsi on
beş güne mi sığdı?
KİBİRDEN DE ÖTE...
Cemaat hükümete yönelik bu sivil darbeyi mi destekliyor?
Belki
desteklemekten de çok öte. Mesela çok pervasızca konuşuyorlar. Ve
medyaları aracılığıyla bu tavrı sürdüreceklerini de ortaya koyuyorlar.
BBC röportajında bu cemaatin başında olan şahıs, 'başbakan' demeyi
kendisine yediremiyor da 'arkadaş' ifadesini kullanıyor. Bu ifade ve
tavır, kibirden de öte bir şeydir. Bu şekilde bir konuşmanın bir kanaat
önderi tarafından yapılamayacağına inanıyorum. Çünkü kanaat önderi olmak
için Müslümanlar için iyi kanaat sahibi olmak lazım.
O BENZETME VİCDANSIZLIK
Erdoğan'a yönelik 'Yezid' benzetmesi yapıldı. Buna ne diyorsunuz?
Ben
siyasetçi değilim, ama sözlerimi de sakınmam. Tayyip Bey gibi Davos'ta
bütün dünyanın gözleri önünde İsrail'in burnunu sürtmüş olan birisine
Yezid yaftasını vurmak tamamen vicdansızlıktır ve kötü niyetliliktir.
Siz cemaatten böyle bir saldırı bekliyor muydunuz?
Beklemiyordum.
Zannediyorum ki, hiç kimse beklemiyordu. Derin bir hayal kırıklığı
yaşadım. Bu ne ihtiras! Bu ne kendinden başkasını insan yerine koymama?
Maalesef açıkça bir savaş yaşanıyor ve bu bana olduğu gibi bütün
aklıselim sahibi Müslümanlara hem hüzün hem de ürküntü veriyor? Açıkça
menfur bir 'psikolojik savaş' yaşanıyor.
İnanan insanlar hem şaşkın hem de üzüntülü. Bir İslâm âlimi olarak ne tavsiye edersiniz?
Müslümanlar,
inançlarını gözden geçirmeli. İnandıklarımızın Kur'an'a ve
Resûlullah'ın sünnetine uygun olup olmadığını bilmek zorundayız.
Müslümanlar İslâm'ı bilseler, bu kafa karışıklığı yaşanmaz. Kur'an,
Müslümanların 'kâfirlere karşı sert, Müslümanlara karşı merhametli'
olması gerektiğini söylüyor. 'Acaba ben böyle miyim?' diye kendi
kendimize sormamız gerekiyor. 'Dinlerarası diyalog' projesiyle İslâm
düşmanlarıyla sükûnet içinde oturup konuşurken, Müslümanlara karşı haşin
ve saldırgan bir üslup kullanmak, kabul edilecek bir durum değildir.
Ecevit'i hiç Stalin'e benzetmedim
Başbakan Erdoğan'a ve onu destekleyen bütün cemaatlere yönelik çok ağır hakaretlere şahit oluyoruz. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Ben
sol partilere oy vermedim hiç. Ama Ecevit'i, Kılıçdaroğlu'nu Stalin'e
veya Hitler'e de benzetmem. Ama bu çevreden kimileri tutup bu ülkenin,
Müslümanlığı bütün dünyaca müsellem başbakanını 'Yezid'le
özdeşleştiriyorlar veya o anlama gelecek sözler söylüyorlar. Bunlar
herhalde Yezid'in kim olduğunu bilmiyorlar. Bu gibi sıfatları
Müslümanlara yakıştırmak dinen câiz değildir. Gençler belki bilmez, bir
zamanlar bu ülkede 'Müslümanım' demek ayıp ve suç olarak görülüyor,
Müslümanlar hiçbir dinî kitap okunamıyordu. Ama bugün liselerde
Peygamber
Efendimizin hayatı demek olan Siyer ve Kur'an okunuyor. Şimdi bunu
gerçekleştirenlere karşı çıkmak vicdansızlık değil midir?
Tarih boyunca cemaatin bugün geldiği nokta gibi dinî kökenli olan ama siyasete yön vermeye çalışan yapılar var mıydı?
Dünya
tarihine baktığımızda maalesef sadece Müslümanlar arasında değil,
Yahudilerin ve Hristiyanların arasında da zaman zaman din adına hareket
ettiğini iddia eden, fakat aslında dinin özüne, ruhuna karşı hareket
eden gruplar olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminde de birçok dini cemaat
ortaya çıkmıştır. Bu yapılar devlet tarafından ortadan kaldırılmışlarsa
da, senelerce devleti meşgul etmişlerdir.
Cemaate ait otele gitmeye korkar olduk
Kasetler de bir süredir savaşın bir parçası oldu. Mahremiyetin ifşa edilmesi Müslümanlıkta nasıl karşılanan bir tavırdır?
Benim
bu süreçte en çok üzüldüğüm hususlardan birisi de kişi veya aile
mahremiyetinin ortaya çıkarılmasıdır. Peygamberimizin hayatını, Sîretini
etüt ettiğimizde 23 senelik peygamberlik hayatında bir tek Müslümanı
devlet dışına sürdüğünü görüyoruz. O da 'Hakem' ismindeki birisiydi.
Bunun suçu, Müslümanların kapısından, penceresinden içeriye bakmaktı.
Yaptığı ahlaksızlık buydu; ancak aile mahremiyeti o kadar kutsaldır ki,
bu kişi Hz. Peygamber tarafından Taif'e sürülmüştür.
HZ. EBUBEKİR ÜLKEYE ALMADI
Akıbeti ne oldu bu kişinin?
Peygamber
Efendimiz'in vefatından sonra Hz. Ebubekir'den Medine'ye dönmek için
izin istiyor. Hz. Ebubekir 'Resulullah'ın sürdüğü birini Medine'ye
sokmam' diyor. Hz. Ömer döneminde bunu Hz. Ömer'in mizacı sebebiyle
teklif bile edemiyor. Hz. Osman geldiğinde 4-5 sene direniyor ama daha
sonra bu şahsın dönmesini kabul ediyor. Müsaadenizle bu kelimeyi
kullanayım, bu ahlaksız adam ve oğlu Mervan, daha sonra Hz. Osman'ın
şehadetine sebebiyet verenler arasında yer almışlardır.
Bu tarz bir eylem başka bir iyilik, ibadet veya iyi niyetle örtülebilir mi?
Mümkün
değil efendim. 'Belki ileride bize lazım olur' diye insanların
mahremine gireceksiniz, görüntülerini alacaksınız; böyle bir şey olamaz!
Bizim dinimizde böyle bir şenaat yoktur. Bu ülkeye öyle bir korku
saldılar ki, bir Müslüman, hanımını alıp dinlenmek için sayfiye yerinde
bulunan bir otele, özellikle de cemaate ait bir otele gidemeyecek hâle
geldi. Hiç kimsenin insanlar arasında böyle bir korkuyu yaratmaya hakkı
yoktur.
Sünnet ehli takiyye yapmaz
İslâm'a hizmet gâyesi güttüklerini söyleyerek 'kaset' işleri yapanlar var. İslâm'ın bu hususta ölçüsü nedir?
Cenab-ı
Allah diğer suçlardan farklı olarak, zina için dört şahit şartı
koymuştur. Hz. Ömer döneminde bir kişi hakkında zina isnadında
bulunuluyor. Dört şahitten üçü 'biz gördük' diyor. Dördüncü şahit 'ben
tam görmedim' diyor. Bunun üzerine diğer şahitlere dayak atılıyor; çünkü
İslam'a göre bu kişilere, iftira attıkları için dayak atılması
gerekiyor. Peki, yarın Allah bu kasetçilerden şahit istese, bunlar ne
yapacaklar? Yani İslam hükümleri cari olsa, bu gibi kasetleri
yapanların, darp edilerek cezalandırılmaları gerekir.
Bu fiili işleyenler cezalandırılmayı hak ediyorlar öyleyse...
İslâm
ahkâmı söylüyor bunu. Çünkü aile mahremiyeti çok önemlidir. Mahremiyet
üzerine bir hususu daha paylaşmak isterim; hilafeti döneminde bir kişi
Hz. Ömer'e gelerek bir şahsın evinde içki içtiğini söylüyor. Hz. Ömer de
o kişinin evine girerek 'Sen nasıl içki içersin?' diyor. O şahıs, 'Sen
benim içkime karışmadan önce benim evime, benim iznimi almadan nasıl
girersin' diye soruyor. Bunun üzerine Hz. Ömer özür dileyerek geri
çekiliyor. Aile mahremiyeti İslam'da bu kadar önemlidir.
SAHABE NE İSE OYDU
Cemaatin
bazı şartları gerekçe göstererek kendini belli etmeyecek bir biçimde
davranmaları tartışma konusu. Kimliğin ve niyetlerin saklanmasına dayalı
bu davranış biçimini nasıl değerlendirirsiniz?
Ehl-i
Sünnete göre böyle bir takiyye anlayışı yoktur. Eğer öyle olsaydı,
sahabe onca eziyete katlanmazdı. Onlar, her türlü sıkıntıya rağmen 'Biz
Müslümanız' diyorlardı. Buna istisna bir örnek var. Mekke'nin fethinden
sonra Hevâzin Devleti Müslümanların üzerine yürüme hazırlığındayken
Peygamber Efendimiz o bölgeden gelen bir sahabeyi onların arasına casus
olarak gönderiyor ve ona, 'Kimseye Müslüman olduğunu söyleme' diyor.
Bunun dışında benim hatırladığım bir örnek yok.
Bugün Gülen hareketinin Başbakan'a ve diğer cemaatlere yönelik hücumunu Sıffin hadisesine benzetenler var. Sıffin'de ne olmuştu?
Sıffin'de
olan şudur: Suriye valisi Muaviye, meşru halife olan Hz. Ali'ye biat
etmesi gerekirken, isyan ederek onun halifeliğini tanımadı. Görünüşte
Hz. Osman'ın katillerinin bulunmasını isteyen Muaviye'nin tek derdi,
devleti ele geçirmekti. Meşru olmayan bir biçimde isyan eden Muaviye,
hileli yollarla hilafeti ele geçirmeye çalıştı. Ve bilindiği gibi Sıffin
hadisesi yaşandı. Sıffin'de isyancı Muaviye taraftarları savaşı
kaybedeceklerini anlayınca mızraklarının ucuna Kur'an sayfalarını
astılar. Bu bir hile idi ve Kur'an'ı kullanmaktı. Daha sonra hile ile
Muaviye'nin nasıl halife ilan edildiğini de biliyoruz. Bugün kim Hz.
Ali'ye karşı Muaviye'yi savunuyorsa, ya olayın mahiyetini bilmiyor, ya
da bile bile 'Ali düşmanlığı' yapıyor!
GÜLEN CEMAATİ RİSALEYE AYKIRI DÜŞTÜ
Risale-i Nur ile irtibatlandırılan Gülen cemaatinin tavrı ile Bediüzzaman'ın hizmet çizgisi bağdaşıyor mu sizce?
Benim
ilk tanıştığım kitaplar Said-i Nursi'nin kitaplarıydı. Onun kitaplarına
ve hayatımıza baktığımız zaman şunu net olarak söyleyebiliriz: O asla
Müslümanlarla çatışmazdı. Yazdığı kitaplar ortadadır. Onun eserlerinde
Müslümanlara karşı herhangi bir şey bulamazsınız. Son olaylarda Gülen
cemaatinin Müslümanlara karşı takındığı tavır Risalelere aykırı düşüyor.
Bediüzzaman'ın tek kaygısı imanını kaybetmiş kişilere imanı
hatırlatmaktı. Asla siyasetle ve siyasilerle uğraşmıyordu. Gülen
cemaati, her ne kadar ona atıfta bulunsa bile Üstad'ın o çizgisinden
farklı bir yola sapmış görünüyor. Bediüzzaman'ın idealindeki dünya ayrı,
bunların peşine düştükleri dünya ayrı. Ben öyle görüyorum.
Hükümete ve hükümeti destekleyen diğer cemaatlere yönelik saldırı Gülen grubunda da bir bölünmeye yol açar mı?
Ben
cemaatin yapısını çok iyi bilmiyorum. Ama malumunuz dünyayı çok
geziyorum. Bu cemaatin dünyanın birçok yerinde okulları var. Orada çok
fedakârane çalışan gençler var. Ben o çocuklara çok acıyorum. Onlar
melek gibi çocuklar ve bu olaylardan da hiç haberleri yok. Büyük
ihtimalle onlar da çok büyük bir üzüntü içindedirler. Ama görünen o ki,
üst kademede yer alan bir çekirdek kadro, kendilerini hükümete ortak
olacak seviyede görüyorlar. Bu da hiçbir devletin kabul edeceği bir şey
değildir.
DİĞER MÜSLÜMANLARI MUTEBER GÖRMÜYORLAR
Cemaatin diğer İslâmî yapılara karşı tavrını sorunlu görenler bir hayli fazla. Siz de böyle bir durum görüyor musunuz?
Tarihin
çeşitli dönemlerinde meşrep taassubu görülmüştür. Bu taassup, kendileri
dışındaki Müslümanları muteber saymama neticesini doğurur. Bugün de
böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Gülen
cemaatine ilişkin yaygın eleştirilerden birisi de, bu grubun
kendilerinden olmayanlara karşı dışlayıcı ve hatta yok edici yöntemler
kullandıkları yönünde. Bu yöntemlere siz de şahit oldunuz mu?
Tabi!
Benim gibi bütün üniversite mensupları, bu yapılanların farkındalar.
Üniversitelerde, kendilerinden olmayan hiç kimseyi kadrolara kabul
etmiyorlar. Bırakın başka cemaatleri, Risale-i Nur'un diğer kollarını
bile kabul etmediler. Üniversiteler akademik kurumlardır ve buralarda
ilmi ehliyete sahip olanlar yer almalıdır. 'Bizden değildir' diyerek
ehil insanları akademik kurumlardan uzaklaştırmak yobazlıktır, ilmi
tanımamaktır.
Son olarak tavsiyeleriniz nedir?
Son
olarak şunu söyleyeyim: Mevcut hükümetin ve mevcut Başbakanımızın
hataları yok mu? Elbette vardır. Zaten başta bendeniz olmak üzere
hangimiz hatasızız ki? Ama sevelim, sevmeyelim, milletin meşru yollarla
seçtiği bir hükümet ve o hükümetin başı olan bir inançlı Başbakan
vardır. Biz seçtiğimize göre, hatalarını gördüğümüzde ikaz etmek
vazifemizdir ve her birimizin bu vazifeyi yerine getirmesi gereklidir.
Ama bu ikazımız bugün yapıldığı gibi 'hükümeti yıkmak', 'Başbakanı
bitirmek' şeklinde entrikalar çevirerek olmamalıdır! Bu hataları İslamî
edep ve metodlar çerçevesinde dile getirmeli, doğruları söylemeli,
yanlışlardan uzak durmalarını tavsiye etmeliyiz. Buna rağmen yanlışta
ısrar ederlerse onları Allah'a havale ederiz. Biz böyle yapıyoruz. Bu
ikazlarla yetinmeyenler varsa, devletin yönetim usulü öyle
gerektiğinden, onlara düşen, Başbakana ve onun hükümetine karşı bir
parti kurmak ve seçime gitmektir; kazanırlarsa, onlar hükümet olur,
yapılmasını istedikleri şeyleri yapma imkânına sahip olurlar. Rahmetli
Hocam Muhammed Hamidullah bana şöyle derdi: 'En günahkâr Müslüman
kardeşimiz, bize kâfirden daha yakındır.'
Nil Gülsüm / Yeni Şafak
Nil Gülsüm / Yeni Şafak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder