HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

14 Mart 2014 Cuma

Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Teheccüde kalkıp, Kur’an’a karşı çıkan CHP’ye oy verecekler!

14 Mart 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

“Ağaç bu ağaç. O da canlı.. Niye cana kıyıyorsunuz?” diyerek işe başladı, insan katilleri..
Ardından, “Birkaç kişi ölse, ne güzel olacak. Olmuyor böyle.. Kuru kuru gitmiyor, yetmiyor bu gösteriler” diye ah-vah etti caniler..
Sonunda ilk canı, trafik kazasında aldırttılar..
“Ohhh” dedi kan içiciler..
Ama yetmedi, gencecik Mehmet Ayvalıtaş’ın kanı bu vampirlere..
“Daha fazla can. Daha fazla kan” diye sokaklara döküldüler..
Sorduk bu kışkırtıcılara, “Yollara barikat kuruluyor.. Doğru mu bunlar?”
“Demokratik tepkidir. Sessiz kalamayız” dedi ahlâksızlar..
“Polis aracına molotof atılıyor.. Ya araçtaki polisler yanarak ölse?” diye sorduk vicdansızlara..
“Kimi kandırıyorsunuz siz? TOMA’ların içinde otomatik yangın söndürme devresi var. Gençler molotof atsalar da, TOMA’lar kendilerini söndürür. Söndüremezse, TOMA ihalesinde usulsüzlük vardır, sorun bizden kaynaklanmıyor” cevabını verdi, hainler..
“Orası-burası taş  yağmuruna tutuluyor.. İnsanlar yaralanıyor, hatta, Allah korusun kalıcı sakatlıklara sebebiyet veriliyor. Nedir bu hırçınlığınız?” dedik..
“Biber gazı sıkılmasına seyirci mi kalacak gençler?.. Taş da atarlar, molotof da.. Anlasanıza, bu hükümet gidecek işte” dedi, darbeci fikir fahişeleri..
Tahrik ettikleri gençlerden birisi daha.. Birisi daha..
Bu arada bir komiserimiz..
Sonra Eskişehir’de, Hatay’da ölen gençler..
Hiçbirisi durduramadı bu kan içicileri.
Tahrik ettiler..
Sonra, Boğaz’da deniz manzaralı yalılarında, viskilerini yudumladılar..
Bu ülkenin çocuklarını öldürttüler..
Sonuncusu Berkin idi..
Daha doğrusu, öyle sanılıyordu..
Ama Berkin sonuncusu olmadı..
Berkin’in daha cenazesi kalkmadan, “Vicdan yok mu sizde, vicdan?” diye televizyon ekranlarından en ahlaksızca tahrikleri yaptılar..
RTÜK’teki beyefendilerin seyirleri sayesinde, sokaklara insanları döktüler.. Camları indirttiler, sokakları ateşe verdirdiler.. Trafoları patlattırdılar!..
Ve bir can daha aldılar..
Bir polisi şehit ettiler..
Hiç yüzleri kızarmadan, “Biber gazından ölmüş” diyerek, dünyanın en alçak haberciliğini yaptılar..
Ve geceyarısı, bu sefer tabanca kurşunu ile..
Evet, trafik kazası değil..
Biber gazı kapsülü değil..
Direkt öldürmek için atılan tabanca kurşunu ile Burak’ın kanına girdiler..
Peki nedir tüm bu yaşadıklarımızın sebebi?
“Tayyip Erdoğan gitsin!”
İyi de, seçime şurada iki haftacık kaldı..
Başbakan açıkladı: “Birinci parti çıkmazsak, bırakırım.”
Buyurun sandıklar orada..
Dünyanın en olmazını gerçekleştirmiş iken..
Alnı secdeli bazı insanları, başörtü yasakçısı-namaz düşmanı politikacılarla biraraya getirmiş iken..
Ülkücüleri, DHKP-C’lilerle.. PKK’lılarla aynı eylemlerde boy göstermelerini gerçekleştirmiş iken..
İki hafta daha bekleseniz de, sandık sonucuna baksanız, bu ülkenin çocuklarının kanlarına girmeseniz, olmaz mıydı?
Vampirlere rağmen, gençler biraz sağduyulu davranıp, seçim sonuçlarına odaklanıp, eylemleri azaltınca..
Televizyon ekranlarından gazeteci maskeli katiller girdi devreye: “Seçimi kazanmak, her şey değildir. Birinci parti oluyorsun diye her şeyi yapamazsın ki! Bu hükümet gidecek!”
Sormak istedik bu ahlaksızlara: “Peki seçimi kazanmak her şey değildir de, seçimi kazanmamak her şey midir?”
Öyle ya..
Seçimi kazananlar bile ülkeyi yönetemeyecek ise..
Seçimi kazanamayan bir avuç terörist mi ülkeyi yönetecek?
Seçimi kazananların idaresine karşı çıkıp, seçimi kazanamayanların her dediklerine boyun mu eğeceğiz biz?
MHP ile DHKP-C’yi buluşturmuşsunuz..
“Hz. Peygamber’in hayatı okullarda ders olarak okutulamaz” diyen CHP’yle, her gece Peygamberimiz’i rüyasında gören cemaati buluşturmuşsunuz..
Yine mi AK Parti, seçimlerden birinci çıkacak!..
İşe bakın..
Cemaat 30 Mart geceyarısı teheccüde kalkacak.. 30 Mart’ın sabahında da, “Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek isteyen camiye gitsin.. Okulda bu ders, seçmeli de olsa verilemez. Yobazlığa geçit yok” diyen CHP’ye oy verecek..
Bu kirli ittifaklara rağmen, yine mi kazanamayacaksınız?
Dört koldan devirmeye çalıştığınız AK Parti’nin birinciliğini yine mi önleyemeyeceksiniz?
Yetmedi mi, kanına girdiğiniz gençlerin toprağa verilmeleri..
Daha kaç can istiyorsunuz?
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Seçime kaç gün kaldı?

14 Mart 2014


Tik tak, tik tak.. Zaman ilerliyor.. Ya da seçim tarihi için geri saymaya devam ediyoruz.. Sıcak günler yaşıyoruz. Çevremiz ile de ilgilenemez hale geldik. Kırım’da ilginç gelişmeler yaşanıyor. Kırım Ukrayna’dan ayrıldı, Rusya’yla birleşecek.. Kırım’da Rus nüfus % 60 dolayında.. Ukrayna’daki belirsizlik sürüyor..

Bu arada Suriye’deki zulüm yönetiminin katliamı 4. yılına giriyor.. İran’ın politikasından görünen bir değişiklik yok. Irak da karışmaya başladı..

Suriye’de böbrek avcıları da iş peşinde.. yüzlerce cephe kuruldu. Kimin eli kimin cebinde belli değil.. Hepsi sureti haktan gözükerek “daha fazla kan” için elinden geleni arkasına koymuyor.. Ve bir sürü ajan kol geziyor Şam topraklarında..

Suriye’de benim safım belli. İhvanı Müslimin’in durduğu yerde duruyorum.. Bu çerçevede bir mazlum direniş hareketi olarak da Özgür Suriye Ordusu’nu ve buna paralel yapıları destekliyorum.. Yani ben Müslümanlardanım ve Biladı Şam halkının iradesine de saygı duyuyorum..

Çanakkale savaşının bu sene resmi törenlerle kutlanması sözkonusu olmayacak sanırım. Anzak ayinleri de yapılmayacak belki ama, İstanbul’da Çanakkale savaşı ile ilgili 18 Mart’ta ilginç bir şükran günü kutlaması olacak, Meclisi Mebusan caddesinde, Güzel Sanatlar Akademisi’nin önünde..
Biliyorsunuz, Güzel Sanatlar Akademisi Misak-ı Milli’nin kabul edildiği Osmanlı Meclisi Mebusan binası. Nasıl oldu da o bina akademi oldu bilmiyorum. Şimdi gençler o binanın “Misak-ı Milli Müzesi” olmasını istiyorlar.. O gün orada Çanakkale’ye gelerek şehid olan Evladı-ı Fatihan, Filistinli, Yemenli, Mısırlı, Faslı, Tunuslu, Cezayirli Asyalı, Afrikalı Müslümanlar için bir basın açıklaması yapacaklar..

Seçimlere yaklaşık 2 hafta kaldı.. Son bir hafta sonu zaten seçim yasakları ve seçim var.. Şunun şurasında bir hafta kaldı..

Birileri ellerinden gelse Türkiye’yi Suriye’ye, Mısır’a, Ukrayna’ya çevirmek için köşede bekliyor. CNN’nin, BBC’nin canlı yayın arabaları hazır, “bir şeyler olsa da dünyaya duyursak” diye.. Birileri yangına körükle gitmek için, ellerinde körük bekliyorlar..

Birileri bu süreçte Müslümanları siyasetten uzak tutmak için “oy kullanmama”ya çağırıyor.. Bunu şirk, küfür olarak takdim ediyorlar.. Oy kullanmamak, en kötü tercihe oy vermektir, aslında..
Oy vermek vekalet vermektir.. Velayet değil.. Çin’e mal ihraç etseniz, orada hakkınızı hangi yasa ve hangi yargıda, hangi avukatla savunacaksınız? En iyi ve etkili olan avukatı seçmek istersiniz.. “Def-i mazarrat, celbi menafiden evladır”. Oy vermeyin CHP gelsin, o daha iyi öyle mi?.. En iyisi hangisi ise o, iyisi yoksa, kötüler arasında en az kötü olanı. Zaten siz bir şey alırken de öyle davranmıyor musunuz?

Neyse birileri taaa 1960’lardan beri, Müslümanları siyaset dışı tutmak için az çalışmadı. “Siyasal İslam” diye bir şey uydurdular.. Birileri de buna fıkhi kılıf buluyor kendine göre..

Seçimlere az kaldı ama, süreç devam edecek. Önce Ermeni meselesi, ardından Cumhurbaşkanlığı seçimleri.. Ermeni meselesi nisanda biliyorsunuz.. Mayıs, haziran Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve rejim tartışmaları ile geçecek.. Ama bu yerel seçimler, süreç içinde bir yerel seçimden çok daha fazla bir anlam taşıyor. Sanki bir referandum gibi gözüküyor bu seçimler..

Cemaatin hükümete ve MİT’e karşı tavrı toplumun çok farklı kesimlerinde büyük tepkiye sebeb oldu. O sebeble de AK Parti beklenenden çok daha fazla oy alacak..

Paralel yapı, dosya ve kasetleri son iki haftaya erteleyerek aslında maksadının üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu anlaşıldı, onun için de o kaset ve dosyaların toplumda ciddi bir etki yapacağını sanmıyorum. En azından inanılırlığını ve ciddiyetini kaybetti bu iddialar..

Bu işin arkasında kimler olduğu anlaşıldı. Bu krizin topluma maliyetini toplum gördü.. Ukrayna’da yaşananlar da ciddi anlamda Türkiye’de halkı etkiledi.. “Türkiye Suriye olmasın, Ukrayna olmasın” diye birileri göreceksiniz iktidara destek verecek. Çünki birileri Türkiye’yi Suriye’ye benzetmek istiyor.. Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun dediği gibi “Türkiye Suriye olmayacak.”

CHP bu süreçte çok kötü gidiyor. Sarıgül tutmadı.. Bundan sonra da yapacak bir şeyleri yok.. Cemaat kendi tabanını bile tutamıyor ki, başkalarını etkilesin.. Seçim günü birileri CHP’ye oy verirken elleri titreyecek..

CHP kazdığı kuyuya düşecek, öyle anlaşılıyor.. Kılıçdaroğlu’nu seçim sonrası hiç de hoşuna gitmeyecek bir siyasi ortam bekliyor.. Uluslararası sistem CHP’yi de yeniden dizayn edecek.. Değirmenine sırtlarında su taşıdıkları sistem, o değirmende kendilerini de öğütecek. Bu işler böyledir. Bu dünya “etme-bulma dünyası”dır..

Hele şu seçim bir geçsin ve paralel devlet davası açılsın, gerçek o zaman daha iyi anlaşılacak.. Batılılar yenilecek ata oynamazlar. Vefa-dostluk-merhamet gibi duyguları da yoktur. Çıkarları sözkonusu olduğunda ilkelerinin nasıl helvadan bir puta dönüştüğünü Mısır’da, Sisi – Baradey örneğinde gördük..

Seçimlere çok az bir zaman kaldı.. Bu hafta sonu, bir sonraki hafta sonu ve final..
Görelim mevlam neyler /
Neylerse güzel eyler..
Hak şerleri hayreylerdi değil mi, bize hayır gibi gelende şer olabileceği gibi, şer gibi gelen şeylerde de Allah hayır murat etmiş olabilir. ABD, İsrail, Vatikan ve onların yerli işbirlikçileri istemese de!

Selâm ve dua ile..
Burak Can Son Yolculuğuna Uğurlandı

Fetullah Gülen, Burak için niye taziye mesajı yayınlamadı?

 
14 Mart 2014
 
 
Evet, soru gayet açık;
“Fetullah Gülen, Burak Can Karamanoğlu için niye taziye mesajı yayınlamadı?”

Oysa, aynı Fetullah Gülen;
Geçtiğimiz Pazartesi günü “saat 07.00’de” ölen 15 yaşındaki Berkin Elvan için, “15 saat sonra” yani “saat 22.00” civarında “zehir-zemberek” bir “taziye mesajı” yayınlamıştı... Orada kullandığı ifadeler; “taziye”den ziyade “Hükümet’e sövgü mesajı” gibiydi...
Mesajında diyordu ki;
“Sağduyu ve uzlaşıyla örgülenmesi gereken devlet aklının öfke ve kine mağlub olduğu zor günler geçirmekteyiz. Bu nefret atmosferi, toplumun muhtaç olduğu sevgi, sükunet ve birbirini anlama çabasını ortadan kaldırmakta; yukarıdan aşağıya doğru çatışmacı bir üslûbu telkin etmektedir. 
Bir AVM inadıyla başlayan hadiseler teskin edileceğine kutuplaştırıcı bir dille körüklenmiş ve bugüne kadar birçok gencimizin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. 15 yaşındaki küçük Berkin Elvan, bu atmosferin son kurbanı.
Elvan ailesine ve yakınlarına başsağlığı diler, bugüne kadar pek çok acıyla dağidâr olmuş ama temkin ve teyakkuzunu korumayı başarmış Alevi kardeşlerimize sabrı cemil niyaz ederim.”
KAPİTALİSTLERİN KUCAĞINDA!
Görüyorsunuz ya;
“Gezi zekâlılar” tarafından daha “kalkışma” esnasında yapılan açıklamalarda; olayın “Gezi Parkı... Ağaç ve AVM ile ilgisinin bulunmadığı” açık açık ifade edilirken, Fetullah Gülen, “kalkışma”nın hâlâ “AVM’den” çıktığını iddia ediyor.
Oysa, “Gezi terörü”nün bir tek sebebi vardı: “Türkiye’de kaos çıkarmak!”
Kim organize etti bunları?..
Elbette Neo-Con’lar,
Elbette Avrupa ve İngiltere...
Ve elbette İsrail-MOSSAD!..
Kiminin “kuyruk acısı” vardı, kimi de “Türkiye’ye diz çöktürmek” istiyordu...
Dolayısıyla, bu “Gezi Zekâlı”lar;
Belki bilerek, belki farkında olmadan “uluslararası güçlerin oyuncağı” oluyordu!..
Eğer “tırnağa sürecek akılları” olsaydı, “oyun”u görürler ve derlerdi ki;
“Bu ne biçim iş yaa!.. Biz emperyalizme, kapitalizme ve sömürüye karşıyız ama, bize otellerini ve mağazalarını açanlar, TÜSİAD üyesi iş adamları!.. Aramızda yer alıp, çapulcu olduğunu deklâre eden de bir iş adamı!.. Yoksa biz; kapitalizme karşı çıkarken, kapitalistlerin kucağına oturuyor ve onların haz almasını mı sağlıyoruz?”
Dedim ya;
Eğer “kuş kadar beyinleri” olsaydı, bunu düşünürler ve “kapitalizme karşı eylem” yaptıklarını zannederken, “sermaye tarafından bir piyon olarak kullanıldıklarını” anlarlardı!..
Ama, onlarda beyin yok ki!..
Adı üstünde;
“Gezi Zekâlı!”
 
 
 
 
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BUNLAR MI YERLİ?
Herhalde hatırlayacaksınız...
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın onayı ile “Gezi temsilcileri”ni kabul eden Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, daha o gün anlamıştı, bunların “Gezi Parkı” ve “ağaç” ya da “AVM” diye bir dertlerinin olmadığını...
Zira, “talep”leri şunlardı:

l 1- Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi yıkılmasın.
l 2- Üçüncü Köprü yapılmasın.
l 3- Kanal İstanbul yapılmasın.
l 4- Üçüncü Havaalanı yapılmasın.
l 5- Hidroelektrik santralleri ve nükleer santraller olmasın.
l 6- Türkiye dış politikasını değiştirsin.
Mehmet Ceviz’in ifadesiyle, “Taksim Derebeyliği”ni ilân etmiş gibi konuşan bu arkadaşlara; “Oldu!.. Başka arzunuz!.. Paket mi yapalım, burada mı yersiniz?” diye sorulmuştu o günlerde!..
Öyle ya;
“Dış destekli ve Gezi Parkı maskeli darbe girişimi” o günlerde ve daha sonra, hep “5-6 ağaç meselesi” gibi gösterilmeye çalışıldı...
Her ne hikmetse;
Aralarına “illegal terör örgütleri”nin de karıştığı “vandallık”tan, “kırıp-dökme”lerden, “ateşe verme”lerden, “motoloflama”lardan, “camiye içki ve ayakkabı ile girme”lerden hiç kimse tek söz etmedi!..
Buna, Fetullah Gülen de dahil!..
Baksanıza, hâlâ; “Bir AVM inadıyla başlayan hadiseler” diyor!..
Allah’tan kork be adam;
“Taziye mesajı” yayınladığın Berkin Elvan adlı gencin yaralandığı 16 Haziran’da; bizzat Başbakan Erdoğan, “AVM’den vazgeçildiğini” açıklamış ama buna rağmen “kalkışma” devam etmişti!..
Fetullah Gülen’in iddia ettiği “kutuplaşma”yı başlatan ve “körükleyen” kimdir acaba?..  Eylemcilerin ceplerine “200’er lira” koyanlar kimdir?.. “Eylem taktikleri”ni veren “OTPOR”cular kimdir, Gene Sharp kimdir?..
Ne yani, Fetullah Gülen, bu “tezgâh”çıları, bu “tahrik”çileri ve hedeflerinin “darbe” olduğunu bilmiyor mu?..
Bal gibi biliyor...
24 SAAT GEÇTİ, TIK YOK!

Her neyse... Gelelim “taziye mesajı” meselesine... Dün de yazdığım gibi, Berkin Elvan adlı genç, “bu ülkenin evlâdı”dır... Dolayısıyla, ölümüne hepimiz üzüldük...
Ama, merak ediyorum;
Berkin Elvan için, “öldüğü” gün, yani Pazartesi günü saat 22.00 civarında taziye mesajı  yayınlayan Fetullah Gülen; Berkin’in ölümünü istismar eden “illegal örgüt”ler, “provokatör”ler, “vandal”lar, “barbar”lar ve “katiller sürüsü” tarafından öldürülen Burak Can Karamanoğlu adlı 22 yaşındaki “Alucralı” ve “AK Parti’nin kayıtlı üyesi” olan genç için niye bir “taziye mesajı” yayınlamadı acaba?..
BU AYRIMCILIK NİYE?
Yazının burasına geldiğimde, saatler 20.15’i gösteriyordu... Yani, “Burak’ın katledilmesi”nin üzerinden “tam 23 saat” geçmişti...
Hâlâ Gülen’den “tık” yok!..
Düşünebiliyor musunuz;
Berkin Elvan için ölüm haberinin duyulmasından “15 saat” sonra “taziye mesajı” yayınlayan Fetullah Gülen; Burak Can Karamanoğlu’nun katledilmesinin üzerinden “23 saat geçtiği halde” şu ana kadar herhangi bir mesaj yayınlamadı!..
Hayır, Berkin Elvan’ın “Alevi bir genç” olduğunu, Burak Can Karamanoğlu’nun ise hem “Sünni”, hem de “AK Parti üyesi” olduğunu gündeme getirip de, “ayrımcılık” yapacak değilim... Çünkü, ikisi de, bu ülkenin evlâdı!..
Ben ayrımcılık yapmıyorum da, Fetullah Gülen’in yaptığı nedir?.. Ne yani, “Alevi” genç bu ülkenin evlâdıdır da, “Sünni” genç uzaydan mı gelmiştir?..
Haa, Fetullah Gülen’in  taziye mesajı yayınlayıp-yayınlamaması çok mu önemli?.. Umurumda değil... Yalnız, “bir zihniyeti deşifre” etmek istedim!..
Malûm; Fetullah Gülen; hayatı boyunca; “kendilerinden olmayan Sünni Müslümanlara hep soğuk ve mesafeli” olmuştur!..
“Alevi genç” için taziye mesajı yayınlayıp da, “Sünni genç” için duyarsız kalması, bunun en son ve en çarpıcı örneğidir...
Kimbilir, belki de;
“DHKP-C Terör Örgütü”nü karşısına almak istememiştir!..
GÜLEN’İN SİYONİST AŞKI!
Ben, Fetullah Gülen’in, “toplumun çoğunluğundan farklı tavırlar” sergilemesinin sebebini de çok merak ediyorum...
Meselâ, bu toplumun geneli, “Siyonist İsrail ve onun medyası”na sıcak bakmaz... Ama Fetullah Gülen, bir “demeç” vereceği, ya da bir “makale” yazacağı zaman, her ne hikmetse, hep “Siyonistlerin medyası”nı tercih ediyor!..
Demeç vermek için Wall Street Journal’ı, makale yazmak için İngiliz gazetesi Financial Times’i tercih etmesinin, acaba özel bir sebebi var mıdır?..
Nedir bu “Siyonist İsrail” aşkı?..
Nedir bu, “Türkiye’yi elin gâvuruna gammazlama” sevdası?..
Adı geçen gazeteler var ya;
“Türkiye ile asıl savaşan” bunlardır... Takvim’den Ergün Diler’in dikkat çektiği gibi;
“İngiliz Financial Times gazetesinin sahibi Pearson PLC!
Bu şirketin sahibi kim?
Yüzde 50’si The Economist’in, yani katıksız Türk düşmanı olan Rothschild ailesi ve FIAT’ın patronu Agnelli’nin...
Peki Fethullah Gülen’in seçtiği gazetenin kalan yüzde 50’si kimin?
Penguin Random House’ın!
Yabancı geldiğinin farkındayım!
Daha açık yazayım o zaman!
Bu şirketin sahibi de Gülen’i Amerika’da tutan Rockefeller!”
Merak ediyor insan;
Fetullah Gülen, konuşmak ve yazmak için, niye özellikle “Siyonist gazeteleri”ni seçiyor... Yoksa, kendisine başka şans tanınmıyor mu?..
Fetullah Gülen Pensilvanya’da bunları yaparken, “Türkiye’deki adamları” da boş durmuyor tabii...
“Diyanet’i itibarsızlaştırmak” için; “Diyanet’in, mut’a nikâhı için 40 imamı İran’a gönderdiği” gibi, “alçakça iftiralar” atıyorlar!..
Acaba; bu tür “itibarsızlaştırma” haberlerini de İsrail mi istiyor?..
Yoksa Diyanet’i;
“Kendilerine benzetemediler” mi?!?..
MESAJ NİÇİN ÖNEMLİ?
Uzun lâfın kısası;
Dün “Gezi Zekâlılar” kullanılarak, bugün de “Aleviler” ve “Paralel Medya” ile DHKP-C gibi illegal örgütler kullanılarak Türkiye’de “kaos” çıkmasını, bir “darbe” yapılmasını ve “Türkiye’ye diz çöktürülmesini” isteyen Amerika’daki “Neo-Con’lar”dır, “Avrupa ülkeleri”dir, İngiltere’dir ve “Siyonist İsrail”dir!..
“Fetullah Gülen’in, kimin safında yer aldığını” görmek için de, herhalde; yayınladığı ve yayınlamadığı “taziye mesajı”na bakmak yeterlidir!..
Bilmem, anlatabildim mi?..
********************************************************************** 

Şube Müdürlüğü mülâkatlarına Avcı’dan sıkı inceleme

Kestirmeden gideyim... Dün sabah Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı ile “yarım saati aşkın bir telefon görüşmesi” yaptım... “Nazilli İHL” konusunda konuştuk, “Şube Müdürleri Mülâkat Sınavları” konusunda konuştuk...
Sayın Nabi Avcı; “Hiç kimse endişe etmesin, hiç kimsenin hakkı yenmeyecek” dedi ve ekledi: “Gerek yazdığın yazı, gerek gelen şikâyetler üzerine titiz bir inceleme başlattım... Mülakata giren ama kazanamayanlarla, hatta kazananlarla ilgili dosyalara tek tek bakıyorum... Bizzat kendim inceliyorum.”
Sonra da şunu söyledi: “Yazılı sınavında yüksek puan alıp da, mülâkatta düşük puan almanın tek sebebi bilgi değil... Kılık-kıyafet, ciddiyet ve komisyon üyelerinin karşısındaki hal ve tavır da önemli... Çünkü bu insanlar, yönetici olacaklar!”
Sayın Bakan’ın söyledikleri bunlar... “Dosyaları bizzat incelediğine” göre, “kimsenin hakkı yenmez” diye düşünüyorum... Şimdilik, durum bu...
Yener Dönmez / Yeni Akit

İstismarcıların şâhı

14 Mart 2014

Yener Dönmez / Yeni Akit


Bu ülkede 14 yaşındaki Berkin’in ölümünden üzüntü duymayan yok. Ama bir de kirli hesaplarla, istismar iştiyakını acının önüne geçirenler var. Bununla da kalmayıp özellikle ajitasyonlar eşliğinde ölüm üzerinden çıkar elde etmek için sistematik biçimde provokasyonlara davetiye hazırlığı yapanlar var.

Bu hususta 28 Şubat’ın kadrolu provokasyoncusu Uğur Dündar, son darbe sürecinde de birinciliği kimseye kaptırmıyor…

Canlı yayında sosyal paylaşım sitesi Twitter’da tüm dünyada yaşanan teknik aksaklığı provokasyon malzemesi yapıyor. Bütün dünyada baş gösteren teknik arızayı, Halk TV’den son dakika haberi olarak sunuyor. Twitter’ın TİB tarafından Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla kapatıldığını ileri sürüp, “Berkin Elvan eylemlerine katılanların iletişiminin engellenmesi için Twitter’a operasyon yapıldı.” yorumunu yapıyor. Twitter yönetiminin, “Sorunun global olduğu, duruma müdahale edildiği ve 40 dakika süren teknik aksaklık sonucunda yeniden kullanıma açıldığı” yönündeki duyurusundan sonra dahi yüzü hiç kızarmıyor.

Can çıkmadan huy çıkmıyor işte.

Programına konuk olarak davet ettiği yeminli AK Parti düşmanı Tuncay Özkan hiç boş durur mu? Peşin hükümle 21 yaşındaki kızını dahi istismar malzemesi yapıp, “Şimdi benim Nazlıcanım orada. Ben ondan nasıl haber alacağım. Orda yapılan bir vahşeti, orda yapılan bir suiistimali nasıl öğreneceğim” diye tekrarlayıp duruyor.

Yalan haber üzerinden, hükümete yüklenip, “Bu yüz yılda bu kafayla iktidar olmak mümkün mü? Dünyada saygınlık kazanmak mümkün mü? Zulmün iktidarı diye ancak buna denebilir. Ben şimdi oraya yavrumu gönderdim. Ben ondan nasıl haber alacağım?” diye tekrar tekrar sorup çocuğu üzerinden ajitasyon yapıyor. Farkında olmadan bir de itirafta bulunuyor: “Ben oraya yavrumu gönderdim…”

Özkan’a sormak lazım: “Niye kendin gitmedin de 21 yaşındaki kızını gönderdin?”
Daha fazla ajitasyon, daha fazla istismar için mi?

Bunların derdi ne Berkin, ne Ali İsmail, ne de diğerleri…

Tıpkı dertlerinin Taksim Gezi Parkı’ndaki 3-5 ağaç olmadığı gibi.

Maalesef mesele “canlar” değil…

Belli bir kesimin AK Parti düşmanlığı öylesine iflah olmaz boyutlara ulaşmış ki; bunları ikna için uğraşmak berhava bir gayret gibi geliyor bana.

Bunca açığa çıkan hakikatten sonra bu eylemlerin doğaçlama geliştiği düşünülemez.

İç ve dış mihrakların medya üzerinden oluşturmaya çalıştığı “algı” operasyonu sürüyor. “Türkiye otokrasiye gidiyor, Erdoğan diktatör” algısını yerleştirme operasyonu bu…

Nasıl ki biz, “Madem Türkiye’de otokrasi var. Erdoğan diktatör. Dünya’nın hiçbir tarafında karşılıksız bırakılmayan bütün bu çirkeflikleri nasıl yapıyorsunuz?” sorusunu sormadan bıkmıyorsak; onlar da, yalan, iftira, dezenformasyon ve karanlık emellerinden vazgeçmiyor.

Neyse ki azgın azınlık ne yaparsa yapsın, sağduyunun sesi olan makul çoğunluk olup biten her şeyin farkında…

Dün Uludere’de PKK mayınıyla şehit düşen Uzman Çavuş Musa Somay’ın ailesiyle görüştük.
Hatay’ın Erzin ilçesine bağlı Yeşiltepe köyündeki şehit babasına, “başsağlığı” dileklerimizi ilettik.

Baba ocağında büyük bir üzüntü hakim.

Şehid Musa Çavuş geride yaşlı bir ana ve baba, gözü yaşlı bir eş, 4 yaşındaki kızı Öykü ile henüz 1 aylık oğlu Mehmet Ömür’ü bıraktı.

Bu dramın gazetelerde nasıl yer aldığını daha doğrusu nasıl es geçildiğini hepimiz ibretle izledik.

Merak edip sorduk acılı babaya, “Medyadan hiç arayan, soran, gelen, giden oldu mu?” diye…

Şehit babası önce yutkundu. Boğazı düğümlendi bir süre konuşamadı.

Sonra göz yaşları içerisinde şunları söyleyebildi: “Evladım medyadan ne arayan ne soran oldu. Hiçbir gazeteci aramadı. Hiçbir televizyoncu da aramadı. Ama Allah devlete zeval vermesin. Genelkurmay Başkanımız Necdet Özel ile çok sayıda yetkili aradı. Devlet büyüklerimiz aradı. Evladıma terör örgütü tarafından pusu kuruldu. Şehit edildi. Medya ilgisiz kaldı. Bu ilgisizlik acımızı daha da artırdı. Fakat acımızı yüreğimize gömüp misafirlerimizle ilgileniyoruz.”
Neylersin?

Bir tarafta tepe tepe istismara maruz bırakılan masum Berkin, diğer tarafta ise planlı biçimde şehid edilen Musa Çavuş…
Bir tarafta sanal yalanlar…

Diğer tarafta ise, “Biz istismarcının şahıyız şahı” diye haykıranların ekranlara yansıyan gerçek yüzü…
Bilmem farkı anlatabildim mi?
Yavuz Bahadıroğlu / Yeni Akit

İstiklâl Marşı hakkında sorular

14 Mart 2014

Milli Marş’ımız neden “Korkma” diye başlıyor?

Bazıları, “Biz Türkler hiçbir şeyden korkmayız” diyorlar ve Âkif’i eleştiriyorlar?
“Kork” diye başlamıyor ya, “korkma” diye başlıyor.

Neden korkma peki?
Şafaklarda dalgalanan bayrağın sönmesinden (dalgalanmamasından), yerine başka bayraklar çekilmesinden, yani ülkeni ve özgürlüğünü kaybetmekten “korkma!”

Bu kelimede “Akıbet biz kazanacağız” mesajı var.
Bu açıdan İstiklâl Marşı’mız, umuttur, ufuktur, tesellidir, kuvvet aşısıdır, tam bir bir moral-motivasyon kaynağıdır.
Başka ülkelerin marşları gibi, öyle her şeyin hallolduğu, işlerin yoluna girdiği, bağımsızlığın tam anlamıyla kazanıldığı bir dönemde yazılmadı; Yunan toplarının sesi TBMM’den bile duyulduğu ve Meclis’in Kayseri’ye taşınmasının tartışıldığı bir alaca karanlık kuşağında yazıldı.
Çanakkale ile birlikte 18 sene aralıksız savaştırılıp yorgun düşürülmüş bir milletin haykırışıdır o kelime; aynı zamanda, Medine’ye hicret sırasında Sevr Mağarası’na saklanan Peygamber Efendimiz’in, takipçilerden ürperen yol arkadaşı Hz. Ebubekir’i teselli için kulağına okuduğu âyetin ilk kelimesidir.

Yani İstiklâl Marşı’mızın ilk kelimesinde, Peygamber yüreğinin izi var!
“Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraında, Bedir’de savaşanlarla Çanakkale’de savaşanları eşitlemiş olmuyor mu? En büyük veli en küçük sahabiye ulaşamazken, bu nasıl mümkün olabilir?
Amaç birliği denen bir şey var: Bedrin aslanları “Tevhid” uğruna savaşıyordu, Çanakkale aslanları da öyle. Sonuçta iki taraftan ölenler de şehitti. Yoksa bu benzetme mânevi rütbe açısından yapılmadı,

Neden ilk iki kıta okunuyor da, diyelim ki yedinci ya da onuncu kıtalar okunmuyor, bu seçim nasıl yapıldı?
İlk iki kıta, o tarihte henüz kafalarda bulunan, daha sonra ise yürürlüğe konulan devrimlere daha uygundu. Çünkü öbür kıtaların hemen hemen tamamında “Hakk”, “iman”, “şehit-şüheda”, “ezan”, “vecd”, “secde”, “İlahî”, “namahrem”, “din” ve “arş” gibi, din kaynaklı kelimeler yoğun biçimde geçiyor. Sanırım bu kelimeler, “Yeni Türkiye tasavvuru”na aykırı bulundu.

Yeni bir İstiklâl Marşı yazılamaz mı?
İlginçtir: Bu teklif hasta yatağında Mehmed Âkif’e de yapılmıştı, ama “Allah bu millete bir daha istiklâl Marşı yazmayı nasip etmesin!” diye tepki göstermişti.
Çünkü bu marş tuzu kuruların marşı değil, yüzyıllar boyu süren savaşların, kitlesel göçlerin, baskınların, katliamların, envai çeşit ölümlerin karanlık labirentlerinden gelen bir milletin sesidir.

Bir tane daha yazmak, aynı acılar kuşağından geçmeyi gerektirir.
Gerçi denenmiştir, hatta son yıllarda (28 Şubat sürecinde) Onuncu Yıl Marşı’nı onun yerine ikame etmeye kalkışan güçler de olmuştur, ancak hiçbiri tutmamıştır.
 “Larda yüzen al sancak” gibi, yer yer heceleri bölen bir beste okuyoruz, daha iyisi yapılamaz mı?
Bugün okuduğumuz beste, Osman Zeki Üngör bestesidir ve ilk orkestra düzenlemesini, Ermeni vatandaşımız Edgar Manas yapmıştır.
Yarışmayla belirlenmiştir. 12 Şubat 1923’te yapılan beste yarışmasına 55 bestekâr katılmış, beğenilenler 1930’lara kadar kullanılmıştır. Yani bu konuda bir çeşitlilik söz konusudur.
Nihayet, Milli Eğitim bakanlığının talimatıyla, Osman Zeki Üngör bestesinde karar kılınmıştır. Elbette çok daha iyisi yapılabilir, hatta o dönemde seçilmeyen bestelerden bazıları, ses uyumu bakımından, şimdikinden çok daha iyidir.

Cumhuriyet öncesinde Milli Marşımız var mıydı?
Yoktu. V. Murad ve Sultan Vahideddin hariç, her padişah kendi marşını yaptırmış (“Mahmudiye Marşı”, “Mecidiye Marşı”, “Hamidiye Marşı” gibi) ve dönemlerinde bu marşlar çalınıp söylenmişti.
I. Dünya Savaşı öncesinde, ısmarladığımız savaş gemilerini almak üzere Almanya’ya giden subaylarımız, devr-i teslim sırasında Almanların kendi milli marşlarını okumaları karşısında bocalamış, ardından toparlanıp, “Entarisi ala benziyor” türküsünü bir ağızdan coşkuyla okumuşlardı. Bazen de “Ay Dede” isimli çocuk şarkısı Milli Marş niyetine okunurdu.

http://www.habervaktim.com/yazar/64119/istiklal-marsi-hakkinda-sorular.html
Fatih Uğurlu

Erdoğan 7 Düvelle Savaşıyor

14 Mart 2014
Fatih Uğurlu


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önünde bir kere daha şapka çıkarıyorum? Türkiye’yi hızla dünya birinci ligine çıkarma savaşı verirken bir yandan o ligin sahiplerinin çelmelerini boşa çıkarmaya çalışıyor, diğer taraftan da yine onların organize ettikleri yerli işbirlikçilerinin tuzaklarını bozmaya gayret gösteriyor, bozuyorda...
Erdoğan bütün bunları yaparken ardında yüzde ellilik bir halk desteği ve onların duaları var şüphesiz. Ama bir de güya yandaş denilen medyanın da bilerek, bilmeyerek kurduğu tuzakları da bozmak zorunda. Gezi olayları sırasında kendi medyasından çıkan çatlak sesleri unutmadık. En son Kanal 24’te katıldığı bir programda medyadaki en önemli adamı Mustafa Karaalioğlu’na vurduğu fiske O’nun bu rahatsızlığının dışa vurumu olsa gerek. Erdoğan, sosyal yapıdaki hastalığı teşhis ediyor ve acı da olsa ilacı içirmek istiyor hastaya. Oysa siyasetteki ve medyadaki yol arkadaşları “Biraz ılımlı gitsek” diyerek muarızlarımıza yeni hamleler yapmak için zaman kazandırıyorlar. Başbakan ise kangren olan yeri, bünyenin diğer kısımlarına sirayet etmeden kesmek taraflısıdır ve anında bu operasyonu yapmaya başlıyor. Bence doğru yapıyor. ABD, İsrail ve AB ülkeleri Erdoğan’ı gözden çıkarmışlar ve siyaseten yıkmak için var güçleri ile yükleniyorlar, ama Kasımpaşalı direniyor. Başını sömürü düzenleri bozulan bu ülkelerin çektiği filmi son 55 yılda defalarca seyrettiğimiz için artık bize orijinal gelmiyor. 27 Mayıs 1960’ta “Hayır” diyebilen bir Türkiye için ABD’ye rest çeken Başbakan Adnan Menderes, idam sehpasında şehit edilmiş, bu iş de ABD’nin yerli işbirlikçileri yapmıştı. Gerekçeleri de vatanı kurtarmaktı. Ardından 12 Mart 1971 darbesi gelir. Bir ara rejimle işbaşına gelen Başbakan Nihat Erim’in ilk icraatı, Süleyman Demirel’in “siyaseten biteriz” diyerek reddettiği haşhaş ekimini yasaklamak olur. 12 Eylül 1980’de de iktidarların kabul etmediği bir anlaşma, darbeden sonra ilk icraat olarak hayata geçirilir, Yunanistan NATO’ya koşulsuz olarak dönüşü onaylanır. Ülkemizde 600.000 kişi cezaevlerine doldurulacak, binlerce gencimiz işkence tezgahlarında sakat bırakılarak toplum hafızamıza Menderes ve arkadaşlarının idamından sonra ikinci ve en büyük çizik atılacaktır. Sonra 28 Şubat dönemi gelir. Bu defa “Bizim çocuklar” yine askerlerden çıkacak Çevik Bir sahibinin sesi olarak ABD’den “Demokrasiye balans ayarı yaptık!” diyecektir.
Bütün hesaplar ABD’nin hortumunu kesen Necmettin Erbakan’ın iktidardan indirilmesi üzerinedir. Sonunda ellerindeki askeri ve medyatik tehditle kamuoyu oluşturacaklar ve “sade yağından kıl çeker gibi” Erbakan indirilecektir. Böylece bir uçak yolculuğunda Erbakan’ın yanına gelerek “Hoca, bu D-8 ülkelerinin pazarlarını 100 yılda kurduk, bu sevdadan vazgeç, sana yedirmeyiz!” dediği tehdit sonuca ulaşacaktır. Sonra O’nun bir talebesi Recep Tayyip Erdoğan iktidara gelir. ABD O’nun talebesinin geçmişten ders alarak uslu çocuk olacağını sanmaktadır. Oysa kısa bir süre içinde ekonomiyi toparlayan bu öğrenci ABD açısından hocasını aratır hale gelecektir. Onun zamanında darbeler döneminde kapanmış olması bu defa yeni tuzaklar kurulmasını gündeme getirir. Kasımpaşalının ardında % 50’lik halk desteği vardır ve O’nun trendi hiç düşmemektedir. O zaman 21. yüzyılın yeni darbe teknikleri denenmelidir. İşte Taksim Gezi olayları. 3-5 ağacı korur gibi gösterip, Dolmabahçe’de Başbakanın çalışma ofisini basmaya kadar giden yerli taşeronlar Kasımpaşalı duvarına çarparak püskürtülürler. Bu defa ABD yeni bir partner daha bulmuştur, Fethullah Hoca bir ihanet şebekesine dönüştürdüğü hareketinin adı artık “ABD’YE HİZMET HAREKETİ” olarak anılmayı çoktan haketmiştir. Fethullah Gülen, ABD’den icazetli Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli ve Selahattin Demirtaş’ın oluşturdukları blok, bir kısım medya ve işadamlarının da desteği ile her türlü yöntemi mübah sayarak Erdoğan ve AK-PARTİ iktidarına yükleniyor, son umutları 30 Mart seçimleri. O gün Erdoğan’ı alaşağı edebilmek için son 15 günde kandan bile medet ummayı deniyorlar. ABD’nin bu işi çok iyi bildiği hepimizin malumu. 28 Şubat döneminde dillendirdikleri “Ya iktidarı bırak, ya da daha ağır şeylerde gelecek!” tehdidine yazık ki bugün geçerli akçe olmaktan çıktı. Artık bünye 15 sene öncekinden daha sağlamdır. Bu yapılanlar bünyemizde aşı tesiri yapmaktadır. Yani bizi daha da güçlendirmektedir. 31 Mart sabahı yeni bir Türkiye’ye uyanacağız. İnşaallah orada tuzak kurucu Fethullah Gülen ve avanesi olmayacak.
Gülen, kıştan çıkarken son kardan adam gibi eriyip yok olacak, CHP ise yeniden kurultay toplayıp “Neden kaybettik?” sorusuna cevap arayacak. Kasımpaşalı ise ABD, İsrail ve AB’ın yapılmaması için can siperane çalıştığı, 3. havalimanı, 3. köprü, nükleer santral ve Kanal İstanbul’u yapmak için yine yollara düşecek.
Ne demiş üstad Necip Fazıl;
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
http://www.habervaktim.com/yazar/64123/erdogan-7-duvelle-savasiyor.html
Ali İlbey

Chp, Askerî Oligarşinin Kurduğu Pozitivist Devlet Partisidir

15 Mart 2014
Ali İlbey
Chp’yi millet değil, İslâmî değerlere yabancılaşmış askerî bürokrasi kurmuştur.  Bu yüzdendir ki otoriter laikliği İslâm karşıtlığı olarak resmî devlet politikası hâline getiren, pozitivist bilim anlayışını dinin yerine geçirerek İslâm medeniyet değerlerini tasfiye eden partidir. Atatürkçü Cumhuriyet’in esasları olan Chp, pozitivist mâna yüklenen “dil, kültür ve ülkü birliğiyle” laik Türk ulusu kimliği inşa etmeye çalışmıştır.
CHP’YE GÖRE PARTİNİN ŞEFLERİ AYDINLANMACI VE YANILMAZ, MİLLET İSE GERİCİ VE İŞE YARAMAZ YIĞINDIR
Chp, yâni Kemalist Altı Ok devlet partisi, “ulu önderlerini” ve partinin şeflerini “aydınlanmacı, bilimci, rasyonalist, doğuştan kabiliyetli ve yanılmaz”, milleti ise “gerici, hastalıklı, cahil ve işe yaramaz yığınlar” olarak görmektedir. Bu zihniyetin devam ettiğine delil olarak, 2007 seçimlerinde Chp’li Onur Öymen’in sandıktan çıkan sonucu “Rasyonel bulmayıp, halkın mantıksızlığı olarak” değerlendirmesini hatırlamak gerek.
Chp milletvekili Birgül Ayman Güler’in sözleri pozitivist Chp zihniyetinin sürdüğünün bir başka işaretidir. “Türk-Kürt kimlikleri eşit değildir” sözlerine “bilimsel dayanak” olarak Comte’nin pozitivist ilerlemeci merhalesini gösterir: “Türk ulusu, Kürt milliyetini çok bilinçli kullanıyorum. Bunlar bilimseldir. İnsan topluluklarının üç formu olduğu kabul edilir. Birisi klan, kabile toplumu. İkincisi milliyet toplumları. Üç, ulus toplumları. Bu aynı zamanda gelişme sürecidir” (24 Ocak 2013 gazeteleri).
CHP’Yİ, YÂNİ CUMHURİYETİ POZİTİVİST GENERALLER VE BÜROKRASİ KURMUŞTUR
Chp’yi, yâni Altı Ok ilkelerinden meydana gelen Kemalist Cumhuriyeti, Millî Mücadele’de sözde İslâmî siyaset kullanıp daha sonra milleti aldatarak asıl yüzleriyle ortaya çıkan pozitivist generaller ve üst bürokrasi kurmuştur. 1923’de Halk Fırkası adıyla başlayan, sonra Chf ve Chp adını alan parti, pozitivist zihniyetli generallerin ve bürokrasinin kurduğu bir partidir. Dindarlardan temizlenmiş subay ve bürokrasinin temel hususiyetleri pozitivist laik Türkçü ve lâ-dinî ilerlemeci tarih anlayışına sahip olmalarıdır.
Bu şenî zihniyet, “Osmanlı devirleri gericidir, Cumhuriyet ilericidir. Din geçmişte kalmış bir kurumdur. İlmin gelişmesiyle tamamen ortadan kalkacaktır. Biz gelecekte olacağı bildiğimiz için şimdiden ortadan kalkmış gibi muamele ederek ilericiliğimizi gösteriyoruz” diyerek devletin kimliğini bu yönde oluşturmaya çalıştılar.
CHP, POZİTİVİST ATATÜRKÇÜ İDEOLOJİNİN TAŞIYICISIDIR
Chp programına göre tanzim edilen Cumhuriyet kurucularının yekûnu pozitivisttir. Comte’nin sistemleştirdiği pozitivizme göre “Uygarlık idealinin asli öğesini bilim ve akılcılık oluştur. Toplumsal olaylara dinin etkisiyle değil, bilimsel referanslarla yaklaşılır.”
Chp iktidarı 1930’lı yıllarda kontrolüne aldığı Kemalist devletin ideolojik vâsıtaları olan Türk Ocakları, Halkevleri ve sonrasında Köy Enstitüleri gibi kuruluşlarla pozitivist laik Türk ulusu projesini tatbike koyarak zulüm yıllarını başlatmış ve en başta harf devrimiyle milletin geçmişiyle olan bağlarını koparmıştır. İslâmsız Türk-tarih tezi ve Güneş-Dil Teorisi gibi pespâye tezleri ortaya atmış ve asıl vahim olanı da “Dinde reform” projesini sistemin anayasasına sokmuştur.
Chp’ye göre millet cahil kitlelerden oluşmaktadır. Bu cahil kitle mutlaka bilimsel, çağdaş, ilerici ve pozitivist aklın öncülüğündeki eğitime tâbi tutulmalıdır. Bunun için Atatürkçü sistem ve bürokrasinin eliyle ideal, çağdaş, ilerici ve akılcı bir toplum inşası kaçınılmazdır.
CHP'NİN POZİTİVİST EĞİTİM UYGULAMALARI
Chp’nin pozitivist nesil yetiştirmek için başlattığı “Eğitim Uygulamaları” İslâm eğitim anlayışına son derece ağır darbe vurmuş, Millî Eğitime Kemalist/Chp ideolojisi yön vermiştir. Eğitim kurumları, Chp, yâni resmî ideolojinin “üretim merkezleri” olarak görev yapmış, pozitivist Altı Ok Programı kanun ve yönetmeliklerle eğitimin bütününe sirayet ettirilmiştir.
1927’deki programda “Eğitimin laik ve tek okul esasına dayanmış olması ilkemizdir” şeklinde, 1931’deki programda ise “Kuvvetli cumhuriyetçi ve laik vatandaş yetiştirmek, tahsilin her derecesi için mecburi ihtimam noktasıdır. Terbiye her türlü hurafeden uzak olmalıdır” şeklinde yer alır. İslâmî ilim anlayışına karşı olarak Darwin’in Evrim Teorisi’ne ders kitaplarında yer verilmesi, pozitivist felsefenin eğitimde yer aldığının ilk esaslarıdır.
ALTI OK CUMHURİYETİNİN GAYESİ SOSYAL DARVİNİST BİR TÜRK TOPLUMUYDU
Kemalist Chp ideolojisi “Sosyal Darvinisttir.” Pozitivist sosyal bilimcilerin Darvin’in canlıların tek bir biyolojik atadan evrilmekte olduğu tezinden sosyal darvinist toplum projesi oluşturdukları malûmdur. Pozitivist bilimin her şeyi açıklama gücüne sahip anlayışından doğan sosyal darvinizm, güçlülerin ayakta kaldığı, zayıfların hayat hakkının tanınmadığı kuvvet kanunun toplum ve siyasî hadiseler için de geçerli olduğunu ileri süren bir felsefî görüştür.
METE TUNÇAY: “POZİTİVİST KEMALİZM (ALTI OK HALKÇILIĞI) JAKOBEN İDEOLOJİDİR”
Prof. Dr. Mete Tunçay, “Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923-1931)”      ’ adlı kitabında Pozitivizm olarak Kemalizmin, kendini bir Dogmatizm olarak dayattığını, Pozitivist Kemalizm, Bilimi dogmalardan ibaretmiş gibi tartışılmaz hâle getirdiğini, Bilimin rasyonalitesine indirgediğini, Jakoben ideolojinin bir başka varyantı olduğunu, kamusal alanı Sivil Toplumun değil kendi alanı gibi gördüğünü, laiklik ve sekülerleşmeyi eşanlamlı kabul ettiğini belirtir. Sözü kendisine bırakalım:
“Jakobence bir görünüş altında, gerçekleri ve doğruları bilen ve yalnız kendileri bilen ve içlerinde, bunları yığınlara zorlamayla da olsa kabul ettirme görev duygusunu (misyonunu) taşıyan aydınlar için Laiklik halktan ayrımlanmanın bir yolu ya da aracı olmuştur. Bence bu tutum, Altı Ok’taki Halkçılık ilkesini de, çağdaş demokratik anlayışı yansıtmak bakımından o denli yetersiz kalan tepeden inmeci dünya görüşünün kaçınılmaz bir sonucudur.”
Atatürkçü düşünceye sahip Emre Kongar da Kemalizm’in, yâni Altı Ok programının temellerini aydınlanmacı pozitivizme dayandırıyor.
KEMALİST CHP, ABD’Lİ POZİTİVİST EĞİTİMCİYİ TÜRKİYE’YE DÂVET EDİYOR
Altı Ok Cumhuriyetinin kurucuları ilk yıllarda devrin Abd’li pozitivist eğitim felsefecisi John Dewey’i “Eğitim sisteminin neyin, hangi temelin üzerine kurulması gerektiği” hakkında “bilgilenmek için” Türkiye’ye dâvet ediyor. “  Dewey, “Öğrencilere okullarda kuru, soyut, dinî bilgi vermenin fazla bir anlamı olmadığını, eğitimin pratik ve pozitivist olması, skolastik eğitim felsefesinin dimağlarda bıraktığı mistik tortuların terkedilmesini söyler. Bunun üzerine 1939’da Köy Enstitüleri’nin ana felsefesi pozitivist Dewey’in görüşleri alındıktan sonra oluşturulmuştur.
Bu sebeptendir ki baştan beri pozitivist olan Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal’in, Chp programının bir başka ifadesi olan “Muasır medeniyet seviyesi” dediği hedef bütünüyle pozitivist bir dünya görüşüne dayanmıştır. Buna göre, “Tek gerçek yol gösterici, bilim (hayatta en hakiki mürşit ilimdir) dir. Dolayısıyla Kemalist/Chp ideolojisinden meydana gelen Cumhuriyetin Batılı eğitim anlayışına bakışının temel çerçevesini pozitivizm oluşturmuştur. Öyle ki Kemalistler / Chp’liler hâlâ pozitivizme iman etmekte, bilimin tek rehber olduğuna inanmaktadırlar.
M. KEMAL’İN POZİTİVİST ABDULLAH CEVDET’E DESTEĞİ
Cumhuriyetin pozitivizme açık rejimden imkân bulan pozitivist Dr. Abdullah Cevdet’in (Karlıdağ), Türk ırkının ıslahı için Batı'dan damızlık erkek getirilmesi gerektiği hakkında yazılar yazdığını okuyanlar bilir. Onun bu düşüncesi sosyal darvinizme dayanır. Biyolojik materyalist olan Cevdet, "Neslimizi ıslah etmek, kuvvetlendirmek için Avrupa'dan ve Amerika'dan damızlık erkek getirmek gerekir" şeklindeki yazılarını Kemalist Chp hükümetlerinin müsamahasıyla yazmıştır. 1925’de Elazığ milletvekilinin ayrılmasıyla, M. Kemal tarafından Chp’den milletvekili olması istenir. Yazılarından dolayı milletçe aşırı tepki gördüğünden milletvekilliğinden vazgeçer.
M. KEMAL’İN HAZIRLATTIĞI “MEDENÎ BİLGİLER KİTABI” İLK RESMÎ POZİTİVİST DERS KİTABIDIR
Kemalist devrimlerin ideologlarından da olan Cevdet’in, 1928 yılında yine M. Kemal’in isteğiyle Fransız materyalist ve pozitivist filozof Jean Meslier’in “Sağduyu-Tanrısızlığın İlmihali” ni “Akl-ı Selim” adıyla tercüme ettiği kitap Chp hükümeti eliyle Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında neşredilir. M. Kemal’in, adı geçen kitaptan faydalanarak hazırlattığı “Medenî Bilgiler” kitabı Cumhuriyetin ilk resmî pozitivist anlayışını temsil eden kitap olur.
İngiliz kökenli Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, “Modern Türkiye’nin Doğuşu” kitabında “Atatürk’ün radikal davranışının Dr. Abdullah Cevdet’in düşüncesine bağlanabileceğine…” işaret etmiştir (Ercümend Kuran, Atatürkçülük Üzerine Denemeler, Ankara, 1981, s.21).
Hâsıl- kelâm; sadece birkaç cürmünü aktardığımız, İslâm’ın yerine pozitivizmi geçirmeye çalışan Kemalist Chp’nin pozitivist zihniyetten geri adım attığını gören ve duyan varsa haber versin.
http://www.habervaktim.com/yazar/64124/chp-askeri-oligarsinin-kurdugu-pozitivist-devlet-partisidir.html

DHKP-C’ye cinayet emrini kim verdi?

14 Mart 2014 Cuma 00:18
Arzu Erdoğral
Acılar yarışmaz…
Berkin Elvan bir çocuktu. Söylendiği gibi ekmek almaya gitmemiş ve eylem için sokağa çıkmış olsa da O bir çocuktu.

Ölümünü kullandılar…

Provokasyon için bir kez daha düğmeye bastılar.
Burak Can Karamanoğlu’da gencecik bir delikanlıydı.
Ölümü ile çatışma çıkarmayı hedeflediler.

Katledilen Burak’ın babası acısına rağmen sağduyu çağrısı yaptı.

DHKP-C ise cinayeti üstlendi. Burak'ın kendileri tarafından öldürüldüğünü açıklasalar da kimileri halen bir katil bulmanın peşindeydi.

CHP Lideri Kılıçdaroğlu "Berkin'in cenazesinden sonra Kasımpaşa'da gencecik bir çocuğumuz öldürüldü, öldürülmeden önce tüm elektrikler söndürülüyor, kimin ateş ettiği belli değil" sözleriyle bir kez daha tarihe geçmeyi başardı.

Peki, bu kez DHKP-C cinayeti neden polisin üzerine atmak yerine hemen üstlendi diye hiç düşündünüz mü?

Daha önce de yazmıştım…
Geçtiğimiz yıl içerisinde MİT, yasadışı DHKP-C örgütüne yönelik bir çalışma yapmıştı. Çalışmalar sonrasında hazırlanan 104 kişilik eylemci listesi Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderilmişti. 34’ü kadın 33 kişinin ise“aranıyor” kaydı bulunan listede avukatların olması ise dikkat çekmişti.
EGM İstihbarat Dairesi Başkanlığı ise tüm İl Emniyet Müdürlüklerine gönderdiği yazıyla polis birimlerini eylemlere karşı uyarmıştı.

11 Şubat tarihli Emniyet İstihbarat Dairesi’nin yazısında ise  DHKP-C’nin, “Halkın sesi, emperyalistlerin korkulu rüyası” sloganıyla bir aktör haline gelme çabası içinde olduğu, bu çabanın ise PKK’nın tasfiye süreciyle birlikte ortaya çıktığı vurgusu yapılmıştı.
Yani demem o ki DHKP-C’li katillerin kendimizi ve halkı korumak için Burak’ı öldürdük açıklamaları tesadüf değil.

Çok önceden de milliyetçi tabanı ve gençliği provokatif eylemlerle kışkırtmak sureti ile Türkiye’nin kaosa sürüklenmek istendiği biliniyordu.

Tüm bu planlar ortadayken ölümler üzerinden siyaset yapanlar ise bilmelidirler ki DHKP-C’nin bu ve bundan sonraki cinayetlerine onlar da ortaktır.

DHKP-C’yi yeni piyon olarak kullanılanlar ile bilinçli bir işbirliği içerisinde olma ihtimalini ise düşünmek bile istemiyorum.

Sokak eylemleri ile herşeyi yakıp yıkıp halkçı kılıfına bürünen katilleri suçlamak yerine sözde sağduyu çağrısı yaptıklarını söyleyen siyasetçilerin daha önce sokak eylemcilerini nasıl alnından öptüğünü de unutmadık.

Seçime kısa bir süre kala her türlü denemeyi yapacak olanlar ve sandığa güvenmeyenler Gezi’de olduğu gibi gençleri sokağa dökmek için var gücüyle çalışmaya bundan sonra da devam edecek.
Siz siz olun aklınızın bir yerine not edin.

Berkin’in de Burak’ın da katilleri aynı merkezdir.

O merkezin ne olduğunu da biz Mısır’da ve Ukrayna’da da gördük.

Herkes gördüğü kadarıyla sağduyulu olsun yeter.

Ateş düştüğü yer kadar can yakıyor.

Kimse ateşin düştüğü yerdeyim numarası yapmasın.

Yapmasın ki yeni Berkin’ler ve Burak’lar için ağlamayalım.

https://twitter.com/ArzuErdogral
http://www.habervaktim.com/yazar/64108/dhkp-cye-cinayet-emrini-kim-verdi.html

MEYDANIN ALTI ZATEN OTOPARK

Kılıçdaroğlu'ndan Otopark Gafı

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Sakarya'daki programında yine büyük bir gafa imza attı.
Kılıçdaroğlu'ndan Otopark Gafı
14 Mart 2014
Kürsüde konuşması sırasında CHP Sakarya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ecevit Keleş'i yanına çağıran Kılıçdaroğlu, Keleş'in 30 Mart'tan sonra Kent Meydanının altına otopark yapacağının sözünü verdi. Ancak Kılıçdaroğlu'nun konuşmasını yaptığı Kent Meydanı'nın altına AK Partili Sakarya Büyükşehir Belediyesi 2007 yılında zaten otopark yapmıştı.
MEYDANIN ALTINI OTOPARK YAPACAK!

Ülke genelinde mitinglerine devam eden Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kocaeli'de gerçekleştirdiği programın ardından Sakarya'ya geldi. Sakarya Kent Meydanı'nda partililere hitap eden Genel Başkan Kılıçdaroğlu, yine büyük bir gafa imza attı. Partisinin Sakarya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ecevit Keleş'i kürsüye çağıran Kılıçdaroğlu, adayını tanıtırken "Genç tuttuğunu koparan, Sakarya'yı ayağa kaldıracak olan belediye başkan adayımızı buraya davet ediyorum. Gel bakalım Ecevit Keleş. O genç bir isim sizin evladınız sizin için çalışmak istiyor. Bu meydanın altına otopark yapacağım diyor" ifadelerini kullandı.
İşte Kılıçdaroğlu'nun sözünü ettiği o otopark:

MEYDANIN ALTI ZATEN OTOPARK

Kılıçdaroğlu'nun miting alanında söylediği bu sözler Sakarya'da büyük şaşkınlık yarattı. Kemal Kılıçdaroğlu Sakarya mitingini Sakarya Kent Meydanında gerçekleştirdi. Ve bu meydanın altına 30 Mart yerel seçimlerinin ardından CHP olarak otopark yapacaklarının sözünü verdi. Ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun altına otopark yapacağız deiği Kent Meydanı'nın altında zaten otopark bulunmakta. 2007 yılında AK Partili Sakarya Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan otopark 370 araç kapasitesiyle hizmet vermekte.

Kılıçdaroğlu'nun bu gafının ardından CHP Sakarya Milletvekili Engin Özkoç ile CHP Sakarya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ecevit Keleş arasında kısa süreli bir diyalog yaşanması da gözlerden kaçmadı.

Kaynak: Haber7
FATİH ALTAYLI ELİNDEN GELENİ YAPTI AMA MALZEME BU!

Sarıgül Canlı Yayında Fena Patladı

Mustafa Sarıgül'ün canlı yayında Kanada diye gösterdiği fotoğraf Tayvan çıktı...
Sarıgül Canlı Yayında Fena Patladı
14 Mart 2014
Habertürk'te Fatih Altaylı'nın Teke Tek Programı'nda 3. Köprüyü eleştirmek için bir yeşil otoyol fotoğrafı gösteren CHP'nin İstanbul Adayı Sarıgül cehaletinin kurbanı oldu...

Tüm projelerini bilim kuruluna danıştığını ve ulaşım projeleri için aylardır hazırlık yaptığını ileri süren Sarıgül'ün "İşte Kanada'dan bir yeşil otoyol projesi" diyerek gösterdiği fotoğrafın Tayvan'da çekildiği ortaya çıktı...

Sarıgül'ün danışmanlarının ya da "Herşeyi danışıyorum" dediği Bilim Kurulu'nun bu fotoğrafı google taraması ile internetten indirdiği ama indirirken ilgili siteye girmeye zahmet etmediği ortaya çıktı... Söz konusu fotoğrafın yayınlandığı siteleri incelese örnek gösterdiği projenin aslında Kanada'da değil Tayvan'da yapıldığını görmüş olacaktı...
FATİH ALTAYLI ELİNDEN GELENİ YAPTI AMA MALZEME BU!
Mustafa Sarıgül, Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında teknik konulara da hakim olduğu izlenimi vermek için elinden gelen çabayı gösterdi... Allahı var Fatih Altaylı da CHP adayına elinden gelen kolaylığı sağladı...

Şişli sınırları içinde yapılan yüksek binalarla ilgili Sarıgül, Kadir Topbaş'ı suçlarken, Altaylı "İyi de Sarıgül, bu binalara sen ruhsat verdin, vermeseydin" bile demedi... Sarıgül metrolar için transfer merkezi niteliğindeki otoparklardan söz ederken araya girip "Eyvallah tamam ama Kadir Topbaş 100 bin otopark planını İBB meclisine getirdiğinde CHP grubun neden topyekün red oyu verdi, bu daha 3 hafta önce herkesin gözü önünde gerçekleşti, nerede tutarlılık" diye sormadı... Yani hangi soruların sorulacağı ve bu sorulara hangi cevapların verileceği santim sütun ölçülüp biçilmiş seyirlik bir şov hazırlanmıştı... Altaylı soruyu soracak, Sarıgül hazırladığı cevabı tekrarlayacak ama takip soruları ile konu deşilmeyecek, gerçek ortaya çıkarılmayacak böylelikle CHP adayının karizması çizilmeyecekti...

Her şey planlandığı gibi gitti gitmesine ama Fatih Altaylı'nın bile örtemeyeceği bir durum söz konusuydu. Söz konusu olan Mustafa Sarıgül'dü... CHP adayı eline tutuşturulan iki fotoğrafla Ak Parti'ye gol atmak için bütün enerjisini toplamış, Fatih Altaylı'nın atacağı pasa konsantre olmuştu... Beklediği pas geldi, Altaylı 3. Köprü'nün çevreyi nasıl katlettiğini anlatıp topu Sarıgül'ün önüne bırakıverdi... "İşte dedi Sarıgül, Kanada'dan bir güzel örnek, yeşil otoyol... Ama bir de bizim 3. köprüye bakın ağaçlar katlediliyor vs... " Altaylı bile çok etkilendi bu örnekten, birlikte "Kanada fotoğrafına" baktılar, baktılar da baktılar... Üzerine yorum üstüne yorum yaptılar. Ak Parti'ye yüklendiler de yüklendiler... Ama bir sorun vardı...Gol olmuştu ama istedikleri kalede değil... Gol Sarıgül'ün kalesine girdi.. Hem de çataldan...

Çünkü o fotoğraf Kanada'da değil, Tayvan'da çekilmişti... Sarıgül'ün Kanada zannettiği yer aslında Tayland'dı. Ayrıca yeşil otoban denilen proje bir köprü projesine ait değil arazideki eğimin gerektirdiği bir çalışmayı yansıtıyordu... Sarıgül'ün "Bilim kurulu" bu skandalla birlikte "Filim kurulu"na dönüşüverdi... Sarıgül'ün "Dünya'yı gezdim, Berlin'i, Paris'i, Londra'yı gördüm, tüm ulaşım sistemlerini inceledim" iddiası da yalan oldu.
(Star)

Ses Kayıtlarıyla İlgili Bomba İddia!

Türkiye'de gündemi belirleyen 'tape'leri sızdıran 44 polisin belirlendiğini yazan Star gazetesi, 10 polisin meslekten ihracının istendiğini belirtti.
Ses Kayıtlarıyla İlgili Bomba İddia!
14 Mart 2014
Star gazetesin 17 Aralık operasyonundan sonra internete düşen ve yasal dinlemeler sonucu elde edilip edilmediği kuşku uyandıran dinleme kayıtlarının Emniyet İstihbarat’ta yapıldığını yazdı. Haberde, kayıtları yapan ve sızdıran 44 polis hakkında ‘casusluk’tan soruşturma açıldığı ve savcılığa suç duyurusunda bulunulduğu, ayrıca 10 polisin de meslekten ihracının istendiği belirtildi.
İşte Star gazetesinde yayımlanan, “Emniyet’te 44 köstebek” başlıklı haberdeki ilgili bölüm:
EMNİYETTE 44 KÖSTEBEK!
17 Aralık Operasyonu’ndan sonra internete düşen bazı yasadışı dinleme kayıtlarının Emniyet İstihbarat’ta yapıldığı ortaya çıktı. Yasa dışı kayıtları yapan ve medyaya sızdıran 44 polis hakkında ‘casusluk’tan soruşturma açıldı ve ayrıca savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. 10 polisin de meslekten ihracı istendi.
EMNİYET İSTİHBARAT DİNLEMİŞ

İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından 11 ayrı konuda başlatılan soruşturmalarda, Emniyet İstihbarat’ta ‘usulsüz dinleme’ yapıldığı ve ‘üst düzey devlet yöneticilerinin kişisel verilerinin incelendiği; bir kısım kayıt ve verilerin silindiği; gizli kalması gereken bilgilerin medyaya sızdırıldığı belirlendi.
BAŞBAKAN'IN BİLGİLERİ ÇALINDI

Bu yasa dışı kayıt ve sızdırmalarla ilgili ilk etapta 27 polis görevden uzaklaştırıldı. Ayrıca, Başbakan Erdoğan ve yakınlarının özel hayatı, nüfus ve iletişim bilgilerini içeren verilerin yasa dışı olarak 11 ayrı ilde, 19 polis tarafından elektronik ortamda sorgulandığı ve kopyalarının alındığı belirlendi.  Ankara, Adana, Van, Hatay, Kars, Mersin, Siirt, Şırnak, Tunceli, Balıkesir ve Mardin’de bu sorgulama ve kayıtları yapan biri komiser 10 polis ilk aşamada görevden uzaklaştırıldı ve ‘meslekten ihraçları’ istendi. 9 polise de çeşitli disiplin cezaları verildi.
URLA VİLLARINI DA SIZDIRMIŞLAR
“Yasa dışı yollarla üst düzey devlet büyüklerinin bilgilerini ele geçirdiği” belirlenen bu polislerin, İzmir Urla’daki villalar ile ilgili ses kayıtlarını da internete sızdıran kişiler oldukları belirlendi. Bu polislerin, Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki bazı üst düzey yetkililere ait kişisel verilere de erişip kopya aldıkları ve bilgisayar ortamında bu bilgilere eriştiklerini gösteren ‘log’ kayıtlarını sildikleri” de belirlendi.
CASUSLUĞUN CEZASI 20 YIL
Öte yandan, devlet yöneticileri hakkında yasa dışı dinleme, kaydetme ve kişisel verileri kopyalama suçlarını işleyen polisler hakkında ayrıca, ‘casusluk’ suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusu yapıldı. Suç duyurusunda, bu polislerin TCK 327 ve 328. maddelerine göre, “Devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri casusluk maksadıyla temin etmek”ten yargılanmaları istendi. Bu suç 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası öngörüyor.
http://www.habervaktim.com/haber/364283/ses-kayitlariyla-ilgili-bomba-iddia.html
Erdoğan CIAMAAT'in Seçim Oyunu İçin Uyardı: Sakın Bunu Yapmayın!

Erdoğan CIAMAAT'in Seçim Oyunu İçin Uyardı: Sakın Bunu Yapmayın!

Batman’daki mitingde konuşan Başbakan Erdoğan, oy pusulası konusunda uyarıda bulundu. Erdoğan, “Size ‘Esma yazın’ da diyebilirler. Sakın bu oyuna gelmeyin. En ufak bir yazı olmayacak” dedi.

Pusulaya AK Parti'nin altını evet mühürü ile birlikte Esma yazın diyorlar oyu geçersiz kılmak için. Aman bu oyuna gelmeyin. Sadece AK Parti'nin altına evet mühürünü vurun."14.03.2014
STV'den İsrail'e selam
İZLEYİN
" Filistinli Kardeşlerimize Terörist Dedi''
 
 
 
ÖLECEKSEK ADAM
GİBİ ÖLELİM
 
14.03.2014

Orada durun…

Hem şiddete şarkı yazıp hem de başkasına parmak sallayamazsınız…
 
 
Orada durun…
14 Mart 2014
Berkin Elvan’ı kaybettik… Hepimiz acılıyız. Bir çocuğun sebebi ne olursa olsun ölümü hepimizin ortak acısıdır. Vicdanlar sızlar, sızladı da…

O çocuğun cenazesinden siyasi bir fayda ummak ve dahası o cenazeden başka cenazeler çıkaracak sorumsuzluklar da vicdansızlıktır.

Türkiye Çarşamba günü ikisini de yaşadı.

Berkin’i toprağa verirken iki pırıl pırıl gencin bedeni de yere düştü. Gözümüzün önünde iki cana kıyıldı. Burak Can Karamanoğlu ve Ahmet Küçüktağ’ı kaybettik.

Ne Burak Can ne de Ahmet Berkin’den daha değersiz değildir. Ne de Berkin onlardan… Acılar arasında hiyerarşi olmaz. Ateş düştüğü yerde aynı acıyı hissettirir.

Ama ne yazık ki bu ülke ölümleri seçen, acıları ideolojik tasnife tabi tutan, bir gencin ölümüne ağıt yakarken diğerinin ölümünü görmezden gelen ikiyüzlülüğü de yaşadı.

Berkin’i kendi bitmek tükenmek bilmeyen nefretlerine katık yapanlar, Burak Can’ın, Ahmet’in ölümüne kayıtsız kaldılar. Burak’ın babası, “Berkin benim de evladımdır” dedi ama onlar, hayır bunu diyemediler.

Orada durun.

Buna, bu ikiyüzlülüğe kimse müsaade etmez…

Hem insanları sokağa dökeceksiniz. Vurmalarına, kırmalarına, yıkmalarına yakmalarına övgüler düzüp şarkılar yazacaksınız hem de yaktığınız ateşin alevi yüzünüzü yalayamaya başlayınca parmağı başkasına çevireceksiniz. O olmaz işte… Sorumlusunuz, suçlusunuz ve bunu herkese açıklamak zorundasınız.

Durum ortadadır… Yakalandınız… Tam da Burak Can’ın sokağın soğuk taşlarına henüz düşmüş bedeninin başında yakalandınız.

Siz… İnsanlar o gün, Berkin için yürüsün istemiyordunuz aslında. Yürüsünler ve hiç durmasınlar bunu istiyordunuz. Güvenli evlerimize çekildiğinizde şiddet şehri ele geçirsin kaos büyüsün gerilim artsın, ateş yansın istiyordunuz. İstediğiniz oldu… Daha fazlası oldu, kanlar aktı, canlar gitti.

Berkin umurunuzda değildi, Burak Can hiç değil gördük.
Acılı kalpleri kandırabilirsiniz ama bizi değil.

Okmeydanı umurunuzda değil, yoksul çocukları hayatınız boyunca sevmediniz, Alevilere burun kıvırdınız… Bugün birden bire depreşen aşkınız onlara değil. Onların, o yoksul insanların hesapsız saflığının peşindesiniz.

Masum gençler ölsün de hükümete parmak sallayabilesiniz. Masum çocuklar sokaklarda heba olsun da siz iktidar hesaplarınızı yapabilesiniz.

Şirketlerinizi seferber ettiniz, gazetelerinizde, televizyonlarınızda ateşi hem yaktınız hem de körüklediniz.

İstediğiniz oldu. Berkin’den fazlasını kaybettik. Sırtını sıvazladığınız şiddet, planlayarak, hesaplayarak, hedef gözeterek canlar aldı.

Şimdi telaşınızı görüyoruz. Çarşamba günü sokağa ve şiddete sıraladığınız övgüler. Elinizde kibritle ateş yakarken gördük sizi… Hepsi bu toplumun hafıza kayıtlarında…

Telaşlanmakta haklısınız… Şiddete ve vandallığa şarkılar yazdınız, köşelerinizi seferber ettiniz, mağazalarınızın kapılarını bedava internet hizmetine kadar açtınız. Coşturdukça coşturdunuz ve katiller o akşam iki cana kıydı… Bütün bunlar hepimizin gözü önünde oldu. Siz telaşlanmayacaksınız da kim telaşlanacak?

Gerilim kontrolünüzden çıktı. Şimdi bir suçlu arayacaksınız başka çareniz yok. Telaşla başkasını işaret edeceksiniz… Ve sonra bütün umutlar tükenince, vicdanlar hesap sormaya başlayınca birbirinizi ihbar edeceksiniz.

CHP'nin bu oyunu da tutmadı!

14 Mart 2014
CHP, 4 eski bakan hakkındaki fezlekeler için Meclis'in olağanüstü toplanmasını talep etti. Amaç, soruşturma dosyalarını komisyon kurulmadan aleni hale getirmek. Teamüllere göre dosyaları kurulacak soruşturma komisyonu inceleyebilir.


CHP dün Meclis Başkanlığı'na 182 imzayla yaptığı başvuruda, TBMM Genel Kurulu'nun 18 Mart Salı günü saat 15.00'te olağanüstü toplanmasını talep etti.

CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, taleplerinin iki bölümden oluştuğunu belirterek, 'Birincisi, dört eski bakan hakkındaki fezlekenin TBMM Genel Kurulu'nda okunarak, milletvekillerinin bilgisine sunulması. İkincisi de bu fezlekelerin TBMM'ye intikalinin gecikmesi ile Meclis'e intikal ettikten sonra Genel Kurul açık olduğu halde Genel Kurul'da okunmasındaki gecikmenin bir genel görüşme konusu yapılması' dedi.

Fezlekelere ilişkin dosya ve tüm belgelerin milletvekillerinin bilgisine sunulmasını beklediklerini dile getiren Hamzaçebi, soruşturmanın gizliliği ilkesinin ise milletvekillerini bağlayacağını, vekillerin dosyayı inceledikten sonra başkalarıyla paylaşmayacağını savundu. CHP'nin toplantı çağrısına MHP ve BDP Grup Başkanvekilleri de destek olacaklarını açıklamıştı.

İDDİANAME BİLE YAZILMADI

Eski bakanlarla ilgili bölümlerin ayrıldığı soruşturma dosyalarında, henüz İstanbul'daki ilgili savcılık tarafından iddianame hazırlanmadı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma aşamasında bakanların dosyalarını ayırarak Meclis'e gönderirken, soruşturma henüz tamamlanmadığı için gizlilik kararı da kalkmadı. Dosya üzerindeki gizlilik kararı iddianamenin mahkemede kabulüyle kalkıyor.

Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk, soruşturma dosyasıyla ilgili iddianame açıklanıncaya kadar gizlilik kararı olduğunu belirterek, 'Ama bu gizlilik karinesi son zamanlarda çiğneniyor. 17 Aralık soruşturmasında maalesef gizlilik kalmadı. Meclis Başkanı Cemil Çiçek soruşturmayla ilgili fezlekelerin ön yazısını Meclis'te sunacağını söylemek suretiyle eskiye göre daha ileri bir adım attı.

GİZLİLİK KARİNESİ ÇİĞNENİYOR

Bakanlarla ilgili dosyaları ancak kurulacak soruşturma komisyonu inceleyebilir. Son zamanlarda gizliliğe riayet edilmediği için komisyon kurulana kadar incelenemez demeyelim ama bugüne kadar ki uygulama hep böyle olmuştur. Ancak komisyon üyeleri inceleyebilmiştir. Şimdi de komisyon üyeleri inceleyebilmelidir' dedi.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/14/chp-nin-bu-oyunu-da-tutmadi.html#.UyOlfFo5nDc

"Dünyaya hizmet vereceğiz"

Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, şehir hastaneleri ile ilgili bilgi verdi.


Dünyaya hizmet vereceğiz
Bab-ı Ali toplantılarına katılan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu şehir hastanelerinde ilk etabın 2017 yılı başlarında tamamlanarak hizmete başlayacağını söyledi.

120’ncisi düzenlenen Bab-ı Ali toplantılarının gündem maddesi Türkiye’nin sağlık reformu, şehir hastanelerinin sağlayacağı dönüşüm vizyonu ve sağlık ekonomisinde yarınki Türkiye oldu. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun katıldığı toplantı Pera Palace Otel’de gerçekleşti.

Sağlık alanında yapılan çalışmalar hakkında detaylı bilgiler veren Bakan Müezzinoğlu ilk olarak Türkiye’de çalışmakta olan doktorların dünya standartlarında olduğunu ifade etti. Müezzinoğlu konuşmasında, “Dünya ile yarışabilecek standartlarda hekimlerimiz var ve her türlü bilimsel gelişmeyi takip edebilen, uygulayabilen ve onlara imkan sağladığımızda bu örnekleri insanına sunabilen yetişmiş, tecrübeli, birikimli hekim arkadaşlarımız var” ifadelerini kullandı.

Şehir hastanelerinin Türkiye için önemine dikkat çeken Bakan Müezzinoğlu, bu hastanelerinin dünyaya sağlık hizmete verecek bir vizyonu olacağını kaydetti. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Kamu hastaneleri ile ülkenin sağlık dinamikleri standardını dünyanın sağlık standardına getirirken, şehir hastaneleri ile de standardımızı da dünya ile yarışabilen ve dünyaya sağlık hizmeti sunabilen bir vizyonu koymamız lazım. 2014, 2015, 2016 yılı sonu itibarıyla veya 2017 yılı başı itibarıyla büyük oranda ilk periyottaki hastanelerimiz Türkiye ve Türk milletinin hizmetine girmiş olacak. Bu bizim hem ekonomik dinamiklerimizi sarsmadan hem ülkenin sağlıktaki özgüvenini artırarak hem de yatırımcı ve girişimcimizin farklı alanlarda yine sağlığı ilgilendiren yeni atılıma, girişime zemin hazırlayacak bir prodüksiyon.” dedi.

Bakan Müezzinoğlu, sağlık alanında yapılan yatırımlarla sağlık turizminde de artış beklediklerini ifade etti. 2018 yılında hem kamu imkanlarıyla yaptığımız yaklaşık 40 bin yeni yatak kapasitesi, şehir hastaneleri ile kazanacağımız 50 bin yatak kapasitesi devreye girdiğinde 2023 yılında sağlık turizminden hedeflediğimiz gelir yaklaşık 25 milyar dolar.”

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu son olarak 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle sağlık alanında hizmet verenlerin bayramının kutladı. Türk hekimlerinin saygınlığının ve onurunun dünya standartlarındaki hedefine en kısa zamanda ulaşmasını temenni etti.

TRT HABER

'Paris suikastinde paralel örgüt izi!'

14 Mart 2014
Paris infazlarının katil zanlısı Ömer Güney'in, cinayet öncesi 'paralel örgütün emniyet imamı' olarak bilinen Kozanlı Ömer'le defalarca görüştüğü ileri sürüldü. İddiaya göre, cinayetleri MİT'e yıkmak için servis edilen kayıttaki ses de Kozanlı'ya ait.

Devletin içine sızan paralel şebekenin izi, çözüm sürecini sabote etmeyi hedefleyen Paris cinayetinde de belirdi. PKK'lı Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez'i Paris'in ortayerinde öldüren katil zanlısı Ömer Güney'in, geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan ses kaydında görüştüğü kişinin, Gülen örgütünün 'emniyet imamı' Kozanlı Ömer olduğu iddia edildi. Cinayetlerin en önemli sanığı konumundaki Ömer Güney'in doğrudan Gülen örgütü ile ilişki içinde olduğu, cinayet öncesi defalarca geldiği Ankara'da cemaatin polis imamı Kozanlı Ömer kod isimli Osman Hilmi Özdil ile 2010-2013 yılları arası 7 kez görüştüğü ileri sürüldü. Olayın ardından harekete geçen istihbarat birimleri ve emniyet, Güney'in Ankara'daki görüşme trafiğini incelemeye aldı, ancak emniyet içindeki paralel yapı, Güney'in izlerini, hazırladıkları raporlarda adeta 'kaybettirdi'. Bu görüşmelerin 2'sinin Almanya'da, diğer 5'inin ise Türkiye'de gerçekleştiği ileri sürüldü.

GİZEMLİ GÖRÜŞMELER
Paralel şebekenin Avrupa yapılanmasına sık sık istihbari bilgi sağladığı iddia edilen Ömer Güney, edinilen bilgiye göre, çözüm sürecinin başlamasıyla birlikte Ankara ziyaretlerini sıklaştırdı. Katil zanlısı, Kozanlı Ömer ile 4 kez Ankara'da bir kez de İstanbul'da biraraya geldi. Almanya ve Ankara'daki şebeke mensuplarına istihbarat akışı sağlayan Güney'e, suikastten önce 'Sen ikinci Ağca olacaksın' denilerek cinayetleri işlemesi için teşvik edildiği belirtiliyor.

SUİKASTLER SÜRECEKTİ

Paris'te işlenen planlı suikastin ardından, paralel yapının cinayetleri incelemek ve diplomatik görüşmeler yapmak için Fransa'ya gelen BDP'li milletvekillerinden birine daha suikast yapmayı planladığı ileri sürüldü. 3 kadın PKK'lının öldürülmesinin ardından diğer örgüt mensupları ile olay yerinde durduğu belirlenen Güney'in, daha sonra Paris'e gelen BDP'lileri karşılamaya gittiği, ancak baskılara rağmen sonraki cinayetleri işleyemediği kaydedildi. Çözüm sürecini her koşulda hedef alan şebekenin, Paris cinayetlerinin başarısız olması durumunda Kuzey Irak'ta PKK'nın üst düzey yöneticilerinden Sabri Ok'u hedef alacak bir eylemi planladığı ileri sürüldü. Avrupa'nın bazı kentlerinde de paralel örgütün kontrolünde 'suikastler için uykuda tutulan' militanların bulunduğu dile getiriliyor.

Cevap bekleyen kritik soru

Ömer Güney'in, Paris'te PKK'ya yakınlığı ile bilinen FEYKA'ya nasıl sızdığı sorusu halen bir muamma olarak duruyor. Güney'in üyelik makbuzunu yayınlayan FEYKA, makbuzdaki REFERANS bölümünü sarı bir şeritle kapattı. Alınan bilgiye göre Güney, PKK'ya yakın bir Alman Vakfı referansı ile FEYKA'ya kolayca sızabildi.

Yeni Şafak

Paralel yapının son planı deşire oldu

Seçimlere şaibe bulaştırmak için yapılan derin planlar ortaya çıktı.

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

İstihbarat birimlerine ulaşan bilgiler paralel yapının seçim günü devreye sokmayı planladığı oyunun işaretlerini verdi. Hedef; birçok sandıkta olay çıkartmak ve seçime gölge düşürmek.
14 Mart 2014
Yaklaşan yerel seçimlerde sandığın terörize edileceği yönündeki duyumlar istihbarat birimleri tarafından doğrulandı. İstihbarat birimlerine ulaşan bilgilere göre, yerel seçimlerin yapılacağı 30 Mart Pazar günü yurdun değişik bölgelerindeki birçok sandıkta olaylar çıkartılarak, seçime gölge düşürülmesi hedefleniyor. AK Parti Hükümeti'ne karşı oluşturulan cephenin "sandığı terörize etme" planı, paralel yapının 17 Aralık tarihli darbe girişiminin deşifre olması üzerine oluşturuldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti Hükümeti üzerinden ülkeyi hedef alan derin operasyonun ters tepmesiyle panik yaşayan paralel yapılanma, bu kez de seçime gölge düşürmek için harekete geçti.

SOSYAL MEDYADAN TAHRİK

Plana göre farklı il ve ilçelerde, sandık görevlileri ve gözetmenlerine baskı yapılarak sandık disiplini bozulacak. Birbirinden bağımsız gibi gerçekleştirilecek bu girişimle, sandık güvenliğinin sağlanamadığı görüntüsü yansıtılacak. Sandık başlarında çıkartılacak olaylarla, oy verme işlemi kesintiye uğratılıp, seçmene zorluk yaşatılacak. Daha seçim sonuçlanmadan yurdun değişik bölgelerinde, protesto gösterileri gerçekleştirilerek olayların tırmanması sağlanacak. Bu girişim sürdürülürken, sosyal medyadan yapılacak asılsız haberlerle toplum tahrik edilecek.

SANDIKLAR KAÇIRILACAK

Sandık sonuçlarının il ve ilçe sandık kurullarına ulaştırılması da engellenecek. Kolluğun yetersiz olduğu bazı bölgelerde ise sandıklar kaçırılacak. Oy verme işleminin tamamlanmasının ardından, internet ortamından da faydalanılarak, gerçeği yansıtmayan sonuçlar servis edilecek. Provokasyon planının özellikle AK Parti oylarının yüksek çıkacağı bölgelerde yoğunlaştırılacağı belirtiliyor. İstihbarat birimlerine ulaşan bilgiler ışığında, seçim güvenliği ve sandığa yönelik girişimlere karşı ilgili birimler uyarıldı. Sandık güvenliğine ilişkin önlemler artırıldı.


ERHAN SEVEN - AKŞAM

'OY PUSULASINA ESMA YAZIN'

Bu arada twitter'da en çok konuşulanlar arasına giren bir diğer tuzak ise "Oy pusulasının üzerine Esma yazın" oldu. Erdoğan'ın her fırsatta Mısır'da şehit edilen Esma'yı anması üzerinden hareket eden grup, sloganlarını trend topic haline getirdi. Oy pusulasında herhangi bir tahribat ya da yazı olduğu anda oyun geçersiz sayılacağını düşünemeyen grup, daha çok twitter ve eksisozluk.com üzerinden örgütlenmeye başladı. Böylelikle kirli senaryolarını aktif hale getirdi.

52 MİLYON SEÇMEN SANDIĞA GİDECEK

Türkiye, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde en kalabalık seçmenle sandığa gidiyor. Rekor sayıdaki seçmenle birlikte sayı 52 milyon 695 bin 831'e ulaştı. Her il, ilçe, kasaba, mahalle ve köyde kurulacak sandıklarla vatandaşlar oylarını kullanabilecek. Yine okullarda yapılacak olan seçimlerde kullanılacak toplam sandık sayısı ise 194 bin 310 olacak.
http://www.haber7.com/guncel/haber/1137021-paralel-yapinin-son-plani-desire-oldu

Gülen'i Hz. İsa sanıyorlar

Risale-i Nurlarla ilgili araştırma kitaplarıyla bilinen İttihad Yayınları'nın Genel Müdürü Mesut Zeybek, Gülen'in Hz. İsa olduğu iddialarının 40 yıl önce ortaya atıldığını ve çevresinin buna inandırıldığını söyledi. Zeybek, 'İzmir'de bu yöndeki dedikoduları kendisine sorduk. Öfkelendi. İddiaları da yalanlamadı' dedi.
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 Nur talebelerince önemli başvuru kaynakları arasında gösterilen İttihad Yayınları'nın Genel Müdürü Mesut Zeybek, kendisinin Hz. İsa olduğu yönündeki iddiaları yalanlamadığı için 40 yıl önce yollarını ayırdığı Gülen'le ilgili çarpıcı bilgiler verdi. Yeni Şafak'a konuyan Zeybek, 1974 yılında birebir görüştüğü Gülen'in Hz İsa olduğuna ilişkin iddiaları yalanlamadığını söyledi. Risalelerde Mehdi'nin İman, Hayat ve Şeriat olarak üç vazifesi olduğundan bahsedildiğine dikkat çeken Zeybek, 'Yayınladıkları eserlerde bu bahsi kaldırdılar. Çünkü Risalelerde Mehdi'nin bir kişi değil bir şahsı manevi olduğu yazar. Üstad o Şahs-ı Manevi Risale-i Nur'dur diyor. Burayı çıkarmışlar. Çünkü şahs-ı manevi olursa kendi hocalarına bir şey kalmayacak' şeklinde konuştu. 13 MART 2014Gülen ile tanışıklığınız nereden?İzmir'de İmam Hatip'te okudum. Fethullah Hoca 1967 -68'lerde Kestane Pazarı'nda vaaz verirdi. Orada tanıştık. Kestane pazarı Camii'ne 50 metre mesafede dükkanımız vardı. İzmir'de 1971 muhtırasının ardından Nurculuk davasında ileri gelenleri topladılar ben de mahkemeleri takip etmek için gittim. Orada Nurcuları daha yakından tanıdım. Mahkemeler devam ederken Nur talebeleriyle tanıştım ve derslerine gitmeye başladım. Sonraki dönemde ben de 5-6 ay hapis yattım. Gülen'in Nurlarla ilgisi olmadığını o dönemde öğrendim ilk.  Ama Gülen Nurcu olarak biliniyor? Gülen cemaati Risaleleri ilk kez 2007'de bastı. Önce Emirdağ, Barla ve Kastamonu lahikalarını işlerine gelmeyen kısımları ayıklayarak bastılar. Daha sonra Risaleleri sadeleştirme adı altında komple bastılar. Gülen Üstad'ın varisi değil, izinleri de yok basmaya. Ama asıl cinayet tahrifatta. Biz sadeleştirme değil Sahteleştirme diye reddiyeler yazdık. Mesela enteresandır Üstadın 2. Dünya Harbi'nde Komünizm'in azgınlığına karşı Hıristiyanlara ve dinsizlere karşı olan mücadelesini kendi politikalarına uymadığı için çıkardılar. İsa (a.s) ile ilgil kısımları da Fethullah Hocayı İsa (a.s) gibi gördükleri için çıkardılar.  'İsa (as) gibi mi görüyorlar? Yakınındakileri Gülen'in Hz. İsa olduğuna inandırmışlar. Kendisi ben Hz İsa'yım demiyor ama yanındakilere İsa (a.s)nın nasıl geleceğini 40 yıl önce 'Bir gün valizle İzmir'e çıkar gelir' sözleri ile anlatmış. 'Hoca da elinde valizle geldi tamam budur' demişler. Hoca da Hz.İsa değilim demiyor. Ben İsa'yım (as) da demiyor ama bütün adresler ona çıkıyor.  Bu konuyu Gülen ile konuştunuz mu?Bu konu İzmir esnafı abiler arasında konuşulunca hocanın kulağına gitmiş. Hoca rahatsız olmuş. 'Siz niye ulu orta konuşuyorsunuz' demiş. Bu konu üzerinde bir toplantı yapıldı. Bize de bunu yaydığımız gerekçesiyle kızdı. Biz de 'yanında kalan adamlar bunu yayıyor, sen kızacaksan bize değil onlara kız' dedik. Bu lafımız üzerine kontrolünü kaybetti 'Mehdi'yi de İsa'yı da ben bilirim. Ne zaman nereye geleceğini ben bilirim' dedi ve sinirlendi.  Bunun akabinde irtibatınız nasıl oldu?Bana karşı tavır koydu ve ilk kopuşumuz bu şekilde oldu. Beni severdi aslında. İzmir Çarşısı'nda karşılaştığımızda benimle konuşmamak için yüzünü gazeteyle kapattığını hiç unutmuyorum. Buna rağmen ben selam verdim almadı. O günden sonra da açıktan tavır koydu.  Siz bunları dile getirdiğiniz için bir yaptırıma maruz kaldınız mı? Oldu tabi. 1995'teki füruat ifadesine karşı çıktığımız için baskı yaparak kitap satışımızı kestirdiler. Eserlerimizin satılmasını engellediler. Hoca Türkiye'deyken Altunizade'den buraya 5 kişilik ekip gönderdi. Tehdit aldık. Hekimoğlu İsmail'e Zaman'da aleyhimizde yazdırdılar ki kendisi bizi sever ama yine de yazdı. Biz düzeltme yazdık fakat çıkmadı. Allah'a havale ettik.  Hekimoğlu ile görüşmediniz mi bunu?Hekimoğlu o zaman bize 'bunları siz tek bir cins olarak görmeyin' demişti. 'Bunların içi karışık, 3'e ayrılmış bunlar. En altta Nur talebeleri var, Halk ile muhatap olan hizmetin hamallığını yapan kesim onlar. Bir de Mollalar var direk hocaya bağlı, ne Risaleleri dinlerler ne başkasını, direk hocayı dinlerler. Bir de derin yapı var. Esas karar mekanizmasında bunlar var. Aradaki Mollalar üst yapıyla hoca arasında irtibatı sağlıyor' demişti. Mollalar diye bahsettiği kişiler, İzmir'den tanıdığımız kişiler. Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi, İlhan İşbilen gibi isimler.  95'teki reddiyeler hangi konulardaydı? Bizim Gülen ile irtibatımız tekrar 95'te yayınladığımız reddiye broşürü ile oldu. Gülen 95'te Sabah ve Hürriyet'te yayınlanan ve 11 gün süren Nuriye Akman röportajında Risalelere aykırı pek çok beyanatta bulundu. Bunun üzerine Risale'ye dokunan kısımlarla ilgili reddiye kaleme aldık. Bunların başında 'Başörtüsü fürüattır' ifadesi geliyordu vardı. Çünkü Risalelerde Kastamonu Lahikası 262. sayfada, 'Risalenin ehemmiyetli bir esası olan tesettür...' diyor Üstad. Yani füruat değil esastan görüyor. Üstad 1935 yılında Eskişehir'deki 11 aylık ilk mahkumiyetini tesettür risalesinden almış ve asla geri adım atmamıştır. Yine Büyük Doğu'dan alıntıları da Risalelerden ayıkladılar Onları niçin çıkardılar? Üstad 52'de İstanbul'a geldiğinde Necip Fazıl ziyaret ediyor. 'Seni hizmetlerin nedeniyle 20 yıllık talebeliğime kabul ediyorum' diyor. Hatıralarda geçiyor bu. Şahitleri var. 'Büyük Doğu gibi İslam mücahitleri' ibaresini kullanıyor. Necip Fazıl merhumun Büyük Doğu'daki günlük bir yazıyı bile kıymetli bulmuş ve Risale-i Nur'a koymuş. Fethullah Hoca grubu 2007 yılında ilk yayınladıkları eserde Büyük Doğu kısmını çıkardılar çünkü Lozan'a dokunuyordu. Yayıncılık dünyasında baskı var mıydı?Kitap piyasasından çok insanın ekmeğine mani oldular. Bir yayınevi Osmanlıca eserleriyle meşhur, diğeri ilmi eserlerde, birisi Cevşen filan satıyor. Dini muhtevalı yayıncılık konusunda tabii bir görev bölümü yapılmış gibiydi. Şimdi bunların hepsini Gülen grubu üretiyor, dağıtıyor, satıyor. Kendi tekellerine aldılar. 20 senedir kitap piyasası böyle. Timaş gibi tamamen kendilerine bağlı olanlar ayakta kalabildi. Küçük dağıtımları bile engellediler. Kimseye hak tanımıyorlar.  ÜSTAD'IN VARİSİYLE GÖRÜŞMEYİ KABUL ETMEDİÜstad'ın talebeleri ne düşünüyor?Bediüzzaman'ın varisi 6 taneydi Mustafa Sungur abi vefat ettikten 5 tane kaldı. Vefat etmeden önce 6'sı Sungur Abi'nin evinde bir araya gelip Gülen'in Risalelerle ilgili tahrifatlarına reddiye yazdılar. Risale-i Nurların sadeleştirilmesiyle alakalı ortaklaşa bir metin kaleme aldılar. Sait Özdemir abiyi ABD'de hocayla görüşmek için görevlendirdiler. Fakat kabul etmedi. Zaman Gazetesi'nin eski sahibi Alaaddin Kaya ile istediler randevuyu. 'O mevzu için geleceklerse gelmesin' demiş. Sene 2012'de oldu bu.  Risalelerde Mehdiyet konusu nasıl işleniyor? Mehdi'nin 3 vazifesi İman Hayat Şeriat şeklinde anlatılır. Mehdi'nin bir şahsı manevi olduğu yazar. Üstad o Şahs-ı Manevi Risale-i Nur'dur diyor. Burayı çıkarmışlar. Çünkü şahs-ı manevi olursa kendi hocalarına bir şey kalmayacak.  17 Aralık'ı nasıl değerlendirdiniz?17 Aralık sonrasında Gülen ile ilgili ortaya çıkan gerçeklerin hepsini çok önceden biliyorduk. En ufak bir şüphemiz bile yoktu. Allah Teala 'imhal eder ihmal etmez' yani mehil, süre verir ama işte bugün hesabını görüyor. Normalde birbiriyle hiç anlaşamayan görüşmeyen Nur grupları bile bu noktada müttefikler. İçlerinde Gülen hareketini tasvip eden yok. Sadece karşılıklarının şiddeti değişiyor. Üstad, devlet içinde örgütlenmeye asla sıcak bakmadı. Çünkü bu millet devletin kendisidir.  Biz izleniyorduk o kamp yapıyordu İzmir'deki faaliyetlerini hatırlıyor musunuz?İzmir şu anda bile CHP'nin kalesi hükmünde. Gülen, İzmir'in Buca ilçesinde kamp yapıyordu. Sene 1974. Muhtıradan, Nurcuların hapsedilmesinden hemen sonra. Hatta öyle ki biz Risale dersine giderken otobüse biniyorduk ön tarafa yanaşıyorduk, arkamızdan 2 sivil polis biniyordu. Böyle bir ortamda İzmir Buca'da 200 talebeyle gayri resmi kamp yapıyor ve kimse karışmıyor. Tesbihatları açıkta yapıyorlar. Yani biz takip ediliyoruz, kaçarak, gizlenerek ev sohbetine gidiyoruz. Din düşmanı bir İçişleri Bakanı'nın döneminde aynı anda 4-5 yerde nasıl kamp yapabiliyordu? Hatta dönemin Cumhuriyet gazetelerine bakılabilir. Bu kamplar nedir diye haberler bile yapılmıştı ama bir şey olmadı.
http://yenisafak.com.tr/roportaj-haber/guleni-hz-isa-saniyorlar-14.03.2014-625793