HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

18 Nisan 2014 Cuma

Paralel Yapı'nın Ermeni kozu iflas etti

 18 Nisan 2014    
Paralel Yapı'nın ABD'deki lobi faaliyetleri boşa çıktı.

Paralel Yapı'nın diplomatik misyonlara, düşünce kuruluşlarına Türk hükümetini şikayet amacıyla gönderilen sözde 'nazik' bilgi notlarının dışında milli menfaatleri gözardı eden ilişkileri geçen hafta ortaya çıkmıştı. Paralel Yapının ABD'deki çatı kuruluşu Türk Amerikan Birliği'nin (TAA) 10 Nisan'da 12'ye karşı 5 oyla kabul edilen Ermeni tasarısını hazırlayan ve ABD Kongresi'nden eleştiriler alan Senatör Robert Menendez'i ağırladığı öğrenildi. ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nin onayladığı 1915 olaylarıyla ilgili iddialara ilişkin tasarıyı hazırlayan Menendez, oylamadan bir gece önce TAA'nın gala yemeğine katıldı.

ABD ERMENİ MESELESİNDE TÜRKİYE'DEN TARAF


Bu gelişmelerin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner ile görüşmesinde, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları konusunda Türkiye'nin hassasiyetine dikkati çekerek "söz konusu meselenin ikili ilişkileri olumsuz etkilemesine müsaade edilmemesi" gerektiğini belirtti.

John Boehner de ABD ve Türkiye ilişkilerinde hiçbir şekilde bozulamayacağını belirtti. Bu tür meselelerin Tarihçilere bırakılmasının da altını çizdi.

JOHN BOEHNER'DEN SONRA BARZANİ İLE GÖRÜŞME


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşmesinde, Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin enerji işbirliğini sürdürme ve geliştirme konusunda kararlı olduklarını belirterek, bunu hem Bağdat'taki merkezi yönetime hem de ABD makamlarına açık bir şekilde ifade ettiklerini vurguladı.

PARALEL YAPI'NIN ERMENİ KARTI İFLAS ETTİ

Tüm bu gelişmeler ışığında ABD'nin Türkiye ilşkilerini en üst düzeyde tutmak istediğinin bir göstergesi oldu. Paralel Yapı'nın ABD'de yapmak istediği lobi faaliyetleri ABD Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner'in ziyareti ve Neçirvan Barzani görüşmesiyle iflas etmiştir.

Ermeni lobisinin son 10 yıldır hazırlık içinde olduğu sözde Ermeni soykırımının 100. yıl hazırlığı daha doğmadan ölmüştür. Özellikle ABD'deki Neocon'larla birlikte hareket ederek Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda zor duruma düşürmek isteyenlerin 2014 hamlesi boşa çıkmıştır. ABD'nin Kuzey Irak petrollerinin Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçişine tam onay vermesi de önümüzdeki yıllardaki ABD dış politikasını ortaya koymuştur.

SERKAN ÜSÜTNER / HABER 7
http://www.timeturk.com/tr/2014/04/18/paralel-yapi-nin-ermeni-kozu-iflas-etti.html#.U1GB51prPDc
Tarhan Erdem’den bomba sözler: Ekrem Dumanlı çok pervasız

Tarhan Erdem’den bomba sözler: Ekrem Dumanlı çok pervasız

 Nisan 18, 2014    
KONDA Araştırma’nın Yönetim Kurulu Başkanı Tarhan Erdem, 17 Aralık’ta yaşananları, ‘Hükümeti yıkmak değil, hükümet böyle kalsın ama bazı şeyler de benim hakimiyetimde yürüsün’ isteği olarak yorumladı. Erdem, Yeni Şafak’ın gündeme dair sorularını cevapladı.
Konda Araştırma ortaklarından Tarhan Erdem ve Bekir Ağırdır 30 Mart seçim sonuçlarını en doğru bilen ve yorumlayan isimler arasındaydı. Türkiye’nin meselelerini yakından izleyen ve sol siyaset kökenli bu iki aydın ile seçim öncesini ve sonrasını konuştuk. Söyleşimizin Ağırdır’la ilgili bölümünü geçtiğimiz günlerde yayınlamıştık. Bugün ise, Erdem’le devam ediyoruz. Erdem, 17 Aralık sürecinden Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar geniş bir yelpazede sorularımızı cevapladı.
Türk siyasi tarihinde bugüne benzer bir dönem hatırlıyor musunuz?
Demokrat Parti dönemine belki benzetebiliriz. Kadro hareketi olarak. O zamanlar Demokrat Partinin Halk Partili memurlardan şikayet ettiğini hatırlıyorum. Kadro her zaman hükümetler için sorun olmuştur. Bu bakımdan 71′den sonraki durum çok daha acınacak bir şeydir. Hükümetin zaten bir kadrosu yoktu. Orada büyük bir kadro değişikliği yapamıyorlardı. 71-80 arası bürokrasi hükümete karşı hareket edebiliyordu. Mesela 24 Ocak 1980 kararları da tamamen bürokrasinin eseridir. Ama onun ‘iktidar yanlış yolda biz doğru yapalım da iktidar uysun’ havası vardı.
DAHA ÖNCE MEMNUNLARDI
O başka bir siyasi cereyanın hakim olmasını isteyen siyasi bir hareket olarak tayin edilemez bugünkü gibi. 17 Aralık sonrasında yaşananlar; hükümeti yıkmak ve onun yerine geçmek değil, hükümet böyle kalsın, ama bazı şeyler de benim hakimiyetimde yürüsün isteğini yansıtıyordu. Geçen seneye kadar böyle bir hükümetten memnunlardı. CHP ya da MHP geçerse, onlarla anlaşmak daha problemli olur duygusu hakimdi. Oysa Ak Parti ve Cemaat arasında tabii ve geleneksel bir anlaşma vardı. Anladığım kadarı ile ‘Bunu böyle devam ettirelim ama filanca da bakan gibi dursun, aşağıdaki adamlar ne istiyorlarsa yapsınlar’ havası hakimdi. Netice itibariyle böyle bir isteğin tek amacı olabilir o da; ‘Türkiye’yi yönetmektir’.
BURADA DİN SADECE FİGÜR
Ne adına?
Ben din filan diye düşünmüyorum. Yine bu, demokrasiye geçmemenin gerekçelerinden birisidir. ‘Ben daha iyi bilirim, daha iyi yönetirim. Bunlar yapamıyorlar, biz yapalım bu işi.’ adına. O arada da din bir motif olarak kullanılıyor.
Madem idari kadrolarda istediğinizi yaptırıyorsunuz, bir tür gizli güç olarak çalışıyorsunuz. Peki niye bir kavgada kendinizi görünür hale getirirsiniz? Ya da böyle bir kavgaya niye girerseniz?
ERDOĞAN, AÇIĞA ÇIKARDI
Kavgaya kimin girdiği belli değil ki. Bence önce Tayyip Erdoğan Bey girdi kavgaya. Açığa çıkaran o. Millete böyle bir şey var diyen o değil mi? Yani o açık etti meseleyi.
Neden şimdi?
Onlar etkili gibi görünse de benim kanaatim, Başbakan en önemli yer olan eğitim meselesinde ayaklarına kurşun sıktığı zaman iş ortaya döküldü. Toplumu da en çok etkileyen eğitim. Zannediyorum son yıllarda eğitimde farklı bir kuruluş olduğunu gördü. O arada bakanı değiştirdi. Yeni bakan liberal bir adamdır. Adım atılır atılmaz da karşı çıktılar. Zaman Gazetesindeki bir iki yazar hariç, yazdıkları ilginç.
PERVASIZ YAZILAR ÇIKTI
Hangi yazılar?
Mesela Ekrem Dumanlı’nın ilk yönetmelik lafından itibaren yazdıkları çok pervasız gibi geliyor bana. Hüseyin Gülerce de ilginç. Bunu da niçin yaptıklarını bilmiyorum. Yumuşatmak için mi yapıyor başka bir şey için mi yapıyor bilmiyorum.
Bu kavganın alenileşmesinden sonra ne düşündünüz?
Ben çok farklı düşünüyorum. Şurada halkın hepsinin temsilcisi, onun da bizden farklı düşüneceğini zannetmiyorum. Yapılacak işler bakımından, böyle maskaralık olmaz diyecektir. Onun için bu krizin doğru yönetilmesi lazım.
Önce yerinden yönetim gelmeli
3 dönemin devam etmesi ya da kaldırılması halinde neler olur?
Erdoğan, 2010′in Şubat veya Ocak ayında kadın kolları başkanlığının genişletilmiş toplantısında dedi ki; ‘Biz, yerimizde oturacak insanlar değiliz, bizim arzumuz biz gittikten çok sonra iz bırakmak.’ Onun için üç dönemi bir daha söyledi. Aşağıdan muhtemelen bir kadın, ‘değiştirirsiniz’ manasına gelen bir laf söylemiş olmalı ki -duymuyoruz onu TV’de- ‘Biz o adamlardan değiliz’ dedi.
BİR LAFININ ESİRİ OLDU
Şimdi tabi bu lafın değil bu duygu ve anlayışın esiri olarak üç dönemi muhafaza etmek istiyor. Yanlış bir tutum, bu işler duyguyla filan olmaz. 11-12 sene başbakanlık yapacak, sonra da milletvekili adayı olamaz diyeceksiniz. Olur mu böyle bir şey? Bence işin yanlış tarafı bu. Ve bu sıkıntılar hep bu yüzden ortaya çıkıyor. Şimdi 2015′de milletvekili adayı olacağını söyleseydi ve aday olsaydı, başbakan da olacaktı. Hiç mesele yoktu.
TABİİ OLAN BAŞKAN OLMASI
Şimdi Cumhurbaşkanı seçimi de suni olacak. Mevcut bir aday var aynı partiden, o aday olmayacak, bu yüzden milletvekili olamayan bir başbakan da oraya gidecek. E peki sonra o partiyi nasıl idare edecek? Diyorlar ki bunu söylediğim zaman; ‘Canım adam 12 sene genel başkanlık yapmış, gayet tabi tesir edecek’. O zaman bunun doğrusunu yapalım sunisini yapmayalım. Tabii olanı Erdoğan’ın başbakan olmasıdır. Cumhurbaşkanı olmak istemesinin sebebi de hakim olmak içindir. Bir ara da dedi ki; ‘Zaten anayasa müsait, bakanlar kuruluna da başkanlık yapabilirim’. E bunu her pazartesi yapabilir. O zaman da başkanlık rejimine dönüşür. Bu çelişkilerin giderilmesi lazım.
Neden olmasın?
Başkanlık rejmini Türkiye de olmaz. Çünkü başkanlık rejimini bugünkü merkezi devlet ve yönetim yapısına göre yaparsanız, Ankara cehennem olur. Çünkü, zaten Türkiye’de bütün meseleler merkezi yönetimden sorulur. Dolayısıyla yerinden yönetim olmadan başkanlık sistemi uygulanamaz.
10 SENE GEÇMESİ LAZIM
Merkezi yönetimi değiştirmeden başkanlık uygulanamaz mı?
Mevcut yönetim sistemi değişmeden başkanlık sistemi olmaz. 10 sene yaşayacaksınız onun içinde. Bugün kanun çıkarıp yarın tatbik edemezsiniz. Başkanlık rejimine geçmek için ona uygun bir yönetim biçiminin gelmesi gerekir. Bunun için de on sene filan geçmesi lazım.
Erdoğan’ı hiçbir yerde istemiyorlar
Cumhurbaşkanı referandum ile seçilmese de böyle olur muydu?
Mecliste seçilseydi farklı olurdu. Cumhurbaşkanlığı için halka gitmek Ak Parti’nin eski vaadi. 3 dönemi kaldırmak daha pratik bir tercihken bunu yapmadı. Bu siyasetin eğilimine de aykırı bir şey. 3 dönem başbakan ama 4. dönem milletvekili bile değil. Dünyada misali yok. Bu garabeti değiştirmediler. Bütün sorun buradan çıkıyor. Başbakanı cumhurbaşkanı seçtirmek istemiyorlar.
Erdoğan’ı neden istemiyorlar?
Beğenmedikleri için. Başbakanlığını da engellemeye çalışıyorlar. Bence Erdoğan’ı herhangi bir makam da istemiyorlar. Siyasi olarak karşılar. Bugüne gelinen noktada, üç dönem meselesini kaldırması lazım. Kendisinin de milletvekili adayı olması lazımdır.
Baraj düşerse iki parti daha çıkar
Krizin doğru yönetilmesi derken?
Hükümetin demokratikleşme paketini, baraj ve terör kanununu halletmesi lazım. Şimdi terör kanunu, tümünü birden kaldırırsa çok doğru yapacak. Çünkü o doğal mahkemeyi getirecek. İstanbul Başsavcısı Samsun’daki adamı terör diye getiriyor. Bir soruşturma tasarlıyor, o içinde Samsun’da oturan Ali oğlu Veli’yi de getirmek imkanı var. Böyle büyük grup oluyor. KCK da böyle. TMK’nın verdiği imkanlar ve özel mahkemeler gibi davranan, terörden doğan davadan çıkıyor mesele. Çünkü orada bakın, terörün bir tarifi var. O tanıma girmeyen hiçbir hareket ve davranış yok. Şu anda sizinle benim konuşmam, ikimizin de hapsini gerektirir. Böyle bir terör suçu tanımlanmış. Bunların değişmesi lazım. Seçim barajı bana göre sıfır da istiyorsanız 3-5 deyin azalmalı… Yani barajı indirelim, sıfır yapalım, en az iki Kürt partisi çıkar. Ve CHP de AK Parti de oy alır oradan. Tabi bunlar tahmin.
Hükümet birçok açılım yaptı. Ancak terör ve seçim kanunu değişemedi. Neden?
Bence ikisi de Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma isteğine dayanıyor. Kaç defa önüne gitti baraj meselesi. Asıl fikri de %6′nın altına indirmekti barajı. Ama şimdi partisinin aldığı oyun azami olarak milletvekiline dönüşmesi için uğraşıyor.
(AYŞE BÖHÜRLER-YENİ ŞAFAK)
http://www.medyagundem.com/tarhan-erdemden-bomba-sozler-ekrem-dumanli-cok-pervasiz/
Paralellerin Özal oyunu

Paralellerin Özal oyunu Nisan 17, 2014    
Paralel yapı yayın organlarının 19 yıl sonra kabri açılan Özal’ın ölümünü “belli çevrelere” mal etmek için yaptığı “zehirlendi’ haberleri Adli Tıp raporlarıyla bir bir çürütüldü.
Türkiye’nin 8′inci Cumhurbaşkanı Turgut Özal 21 yıl önce bugün vefat etti. Çeşitli kumpaslarla birçok kişiye tuzak kuran paralel yapının Özal’ın ölümü üzerinden bile manipülasyon yapmaya çalıştığı ortaya çıktı. Paralel yapı, 8′inci Cumhurbaşkanı’nın ölümünü belli çevrelerin üzerine yıkmak için daha önceki kumpaslarında olduğu gibi sahte deliller üretmeye çalıştı, Özal’ın zehirlendiği algısını kamuoyuna pompalamak için yalan haberleri manşetlerine taşıdı. Henüz otopsi raporu tamamlanmadan önce Bugün gazetesi Özal’ın fare zehri, Zaman da böcek ilacı nedeniyle öldüğünü iddia etti. Ancak Özal’ın nasıl öldüğüne ilişkin adeta zehir bulma yarışına giren paralel yapının medya organları, Adli Tıp Kurumu yetkilileri tarafından yalanlandı. Manipülasyonlarına devam eden paralel medya, rapor tamamlandıktan sonra bu kez de Özal’ın böbreğinin incelenmediğini savundu.
SABAH NİHAİ RAPORA ULAŞTI
SABAH, paralel medyanın Özal’ın ölümüyle ilgili yalan haberlerini çürüten Adli Tıp Kurumu’nun nihai raporuna ulaştı. Rapora göre, Özal’ın hiçbir doku örneğinde zehir kalıntısı yok. 19 yıl sonra kabri açılan Özal’ın böbreği eridiği için bu organında inceleme yapılması da imkânsız. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Çetin, Özal’ın ölümünün suikast olup olmadığına dair yürüttüğü soruşturma kapsamında naaşının çıkarılarak Adli Tıp Kurumu’nda incelenmesi kararını verdi. 2 Ekim 2012 tarihinde İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda görevli uzman bir heyet tarafından çıkarılan Özal’ın bedeni üzerinde incelemeler sürerken Bugün gazetesinde 2 Kasım’da “İşte Turgut Özal’ın ölüm sebebi” başlığı ile bir haber yayımlandı. Haberde Özal’ın fare zehri ile öldürüldüğü iddia edilip, “Özal’ın bedeninde yüksek miktarda ‘striknin kreatin’ maddesi belirlendi. Toksikoloji ve Adli Tıp uzmanları ‘striknin kreatin’ maddesinin etkili bir zehir olduğunu açıkladı” ifadelerine yer verildi. Ancak, dönemin İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanı Haluk İnce, haberi tekzip ederek, “O maddeyi biz bulmadık” açıklamasını yaptı.
İKİNCİ YALAN ZAMAN’DAN
Paralel yapının diğer medya organı Zaman gazetesi ise 24 Kasım 2012′de “4 ayrı zehir çıktı” başlığıyla Özal’ın böcek ilacıyla zehirlenerek öldürüldüğünü iddia eden bir habere yer verdi. Haberde “Uzun vadede radyoaktif maddelerle vücudun yorulduğu, sonra böcek ilacı ile ani ölümün sağlandığı düşünülüyor” ifadeleri kullanıldı. Adli Tıp Kurumu, 5 Aralık 2012 tarihinde tamamladığı raporu savcılığa gönderdi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da 13 Aralık 2012′de bir açıklama yaparak ZAMAN’ın iddialarını tek tek çürüttü. Açıklamada, “Otopsi örneklerinde saptanan ağır metal düzeylerinin Türkiye’de normal popülasyonda saptanan doku düzeyleri ve çeşitli ülkelerdeki normal popülasyon sonuçları ile literatürde yer alan ölüm sonrası doku düzeyleri ile uyum gösterdiği, bu nedenle ağır metal maruziyeti ile öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı” belirtildi. ZAMAN, Adli Tıp Kurulu’nun raporuna yönelik manipülasyon haberlerine 21 Haziran 2013 tarihinde bir yenisini daha ekledi. “Özal’ın Adli Tıp raporu eksiklerle dolu” başlıklı haberde, böbrekte kadmiyum analizinin yapılmadığı iddia edildi. Oysa Özal’ın naaşında böbreklerin olmadığı otopsi raporunda açıkça görülüyor.
Müebbet talebi
Paralel medyanın tüm bilimsel sonuçlara rağmen sürdürdüğü manipülasyonlar sonunda Ankara Cumhuriyet Baş Savcısı Kemal Çetin, 2013 Mart’ında Özal’ın ölümüne ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında Ergenekon Davası’nın sanığı Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’ün şüpheli sıfatıyla ifadesini aldı. Ersöz hakkındaki 56 sayfalık iddianamede “Cumhurbaşkanına suikast” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep edildi. Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğüne ilişkin tıbbi delil bulunamadığı belirtilen iddianamede suikast iddiasına dayanak olarak ise Zirve Davası tanığı İlker Çınar ve gizli tanık Selçuk’un ifadeleri gösterildi. Ersöz ifadesinde Turgut Özal’ın öldüğü tarihte Şırnak’ta görevli olduğunu belirtmişti. Dava dosyası Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasının ardından ağır ceza mahkemesine devredildi.  (SABAH)
http://www.medyagundem.com/paralellerin-ozal-oyunu/
İşte “paralel yapı”nın akademik üssü!

İşte “paralel yapı”nın akademik üssü! Nisan 18, 2014    
Başbakanlığa verilen rapora göre Dicle Üniversitesi paralel yapıya kadro yetiştirme üssü gibi çalışıyor. Burada toplanan öğretim üyeleri diğer üniversitelere dağıtılıyor.
Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde uzun yıllar görev alan Prof. Dr. Mazhar Bağlı üniversiteyi, “paralel yapının akademik üslerinden biri” olarak tanımlarken Başbakanlığa gönderilen bir rapor da bu tanımlamayı doğruladı. Rapora göre; farklı şehirlerden öğretim üyeleri Dicle Üniversitesi kadrosunda toplanıp, paralel yapının amaçları doğrultusunda eğitildikten sonra Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelere dağıtılıyor. Başbakanlığın yanı sıra raporun gönderildiği YÖK’ün de iddialar üzerine soruşturma başlattığı öğrenildi. Dicle Üniversitesi’nin 2008′de Ayşegül Jale Saraç’ın rektörlüğe atanmasıyla birlikte paralel yapının merkezi haline getirildiği ve kadro yetiştirme üssü gibi faaliyet gösterdiği belirtildi. Son 6 yılda üniversitedeki cemaat kadrolaşması hazırlanan bir raporla Başbakanlığa iletildi.
AHTAPOT TARZI ÖRGÜTLENME…
Raporda Gülen grubunun, resmi kurumlardaki tüm faaliyetlerini “hizmet hareketi” adı altında gizlemeye çalıştığı, “örümcek” ya da “ahtapot” tarzı örgütlenmeyi benimsediği bildirildi. Bu örgütlenme tarzının merkezinde yer alan Dicle Üniversitesi de, paralel yapıya kadro yetiştirme üssü gibi faaliyet gösteriyor. Rapora göre, Türkiye’nin her yerinden, her branş ve kadrodan öğretim görevlileri üniversitede toplanıyor. Bunlar, paralel yapının amaçları doğrultusunda eğitimden geçiriliyor, sonra da Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelere gönderiliyor. Paralel örgüt içinde olmayı reddeden sol görüşlü, liberal ve ya laik Atatürkçü kimliğe sahip öğretim üyeleri tasfiye ediliyor, onların yerine yine kendilerine yakın kadrolar yerleştiriyor. Rapora göre paralel yapı bu yolla kendi yetiştirdiği kadroları tüm Türkiye’ye yayıyor. Bilimsel çalışmaların göz ardı edilerek tamamen paralel yapılanmaya yönelik kadrolaşan üniversitede adeta “doldur-boşalt” yöntemi uygulandığı, böylece yurt genelindeki üniversite ağına paralel öğretim üyeleri yerleştirildiği kaydedildi.
YÖK DE SORUŞTURMA BAŞLATTIÜniversitedeki paralel yapılanmayla ilgili Başbakanlık, TBMM Dilekçe Komisyonu ile YÖK’e şikâyet başvuruları da yapıldı. YÖK ve TBMM Dilekçe Komisyonu araştırma başlattı. YÖK’ün özellikle Diyarbakırlı olmayıp Batı ve iç Anadolu bölgesinden Dicle Üniversitesi’ne getirilen öğretim görevlileriyle ilgili inceleme başlattığı, öğretim görevlilerinin maaşlarından ‘hizmete hareketine bağış’ adı altında yüzde 20′lik kesinti yapıldığı, Gülenci olmayan öğretim görevlilerine mobbing uygulandığı iddialarını mercek altına aldığı belirtildi. Raporda paralel yapıya bağlı öğretim görevlilerinin yaptıklarına da yer verildi:
İlahiyat Fakültesi’nde görevli bir Profesör, devletin imkânlarıyla akademik bir seminere katılmak üzere gittiği ABD’de, Pensilvanya’daki Fetullah Gülen’i ziyaret etti. Dönüşte başka bir üniversiteye bölüm başkanı olarak atandı.
Gülen’in hemşerisi Erzurumlu bir ilahiyat profesörü, paralel yapının üniversitedeki imamı olarak biliniyor. Üniversite imkânlarıyla Gülen’i de ziyaret etti.
Gülen grubunun Diyarbakır’da kurma hazırlığı içindeki özel üniversitesi için Dicle Üniversitesi’nin imkânları sunuldu
Rektörlük, üniversiteye kayıt yaptıran özellikle dar gelirli öğrencilerin isim listelerini Gülen grubuna verdi. Paralel yapı, bu öğrencilere tek tek ulaşıp, ev, kalacak yer, burs ve her türlü yardım sözü verdi.
Rektör Saraç’ın sağ kolu ve kara kutusu olduğu öne sürülen bir rektör yardımcısı, üniversitedeki atamalar, kadrolaşmalar, tayinler ve tüm idari yaptırımları tek elden kontrol ediyor.
’10 YIL TANIKLIK ETTİM’Dicle Üniversitesi’nde uzun yıllar görev alan Prof. Dr. Mazhar Bağlı da Dicle Üniversitesi’ni “paralel yapının akademik üslerinden biri” olarak tanımladı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi’nde görev yapan Mazhar Bağlı, “10 yıl boyunca görev yaptığım üniversitede paralel yapının varlığını yakından gördüm. Ben kendi isteğimle Ankara’ya gittim. Bazı çevreler beni rektör ve yönetimin mağdur ettiğini iddia etmiş olabilir ancak bu doğru değil çünkü rektör beni mağdur edecek donamıma sahip değil” diye konuştu. AK Parti milletvekili Cuma İçten de üniversite yönetiminin, paralel yapılanmaya destek olup kaynak aktardığını öne sürmüştü. Gülen grubunda 25 yıl kalan Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Keleş de Rektör Saraç’ın, üniversiteyi Gülencilerin merkez üssüne çevirdiğini belirterek, “Dicle Üniversitesi paralel devletin Kandili’dir” demişti.
USULSÜZ ATAMA İDDİASIÜniversite yönetimine ilişkin bir diğer iddia da Genel Sekreter Prof. Dr. Sabri Eyigün’ün, bu kadroya kanun dışı atandığı yönünde. 2547 sayılı yasaya bağlı olan çalışan öğretim üyeleri, üniversitelerde genel sekreterlik görevine atanamıyor. Sadece 657 sayılı devlet memurları kanununa bağlı çalışmayı tercih etmeleri halinde genel sekreter olabiliyorlar. Buna rağmen 2008′de Harran Üniversitesi’nden Diyarbakır’a genel sekreter olarak atanan Hacı Yılmaz, atamasından 1 gün  sonra genel sekreter yardımcısı yapıldı. Genel sekreterliğe ise kadronun şartlarını taşımayan Prof. Dr. Sabri Eyigün atandı. (SABAH)
http://www.medyagundem.com/iste-paralel-yapinin-akademik-ussu/
Gülen örgütünün büyük bitişi!

Gülen örgütünün büyük bitişi! Nisan 16, 2014    
Star gazetesinde Mustafa Karaalioğlu Gülen örgütünün nasıl bir bitiş noktasına geldiğini çarpıcı tespitlerle yazdı. Gülencilerin CHP’ye çalışan ilk “dini” hareket olduğuna vurgu yapan Karaalioğlu, “40 yıllık hareket 40 günde şüphenin, endişenin, kasetin, tapenin, montajın, dublajın sembolü oldu.” diye yazdı.
CEMAATİN KENDİ KENDİNİ BİTİRME PLANI
17 Aralık’ın düğmesine basıldığı gün, o düğmeye basan Gülen Grubu kendi itibar ve meşruiyet sürecinin bitişini ilan etti. İktidar partisini ve Tayyip Erdoğan’ı itibarsızlaştırmak istiyorlardı, kaybettiler. Geri dönüşü kaçınılmaz bir itibar erozyonu süreci başladı. Hükümet darbesinin üzerinden dört ay geçti ve erime durmak bilmiyor.
Darbe girişimlerini “Bizi bitirmek istiyorlar” diyerek sahte bir kamuflaja sarmak istemişlerdi. Oysa, ortada bir bitirme planı varsa o sadece cemaatin kendi kendisini bitirme planıydı. Manzara, tarihin en sinsi ve acımasız darbesine girişenlerin kaçınılmaz mağlubiyetlerinin kaçınılmaz sonucundan başka bir şey değildi.
CHP’ye çalışan ilk “dini” hareket
İnsanların dini hassasiyetleri üzerinde yükselen, muhafazakar-mütedeyyin çoğunluğun gölgesi altında gelişip zenginleşen ve büyüyen bir hareket, yolun sonunda seçimlerde yıllardır kavga verdiği CHP için kampanya yapacak hale geldi. Darbeyi tertipleyen grup öfkeyi ve nefreti siyasete katarak, olup biteni anlamakta zorlanan masum insanları da acımadan sahaya sürdü. O insanlara, inanmadıkları ne kadar şey varsa yaptırdılar. Erdoğan’a beddua ettirirken CHP’nin zaferi için duaya zorladılar. Böylesine politik bir sapma, daha önce aynı grubun DSP için yollara dökülmesini saymazsak, cemaatler geleneğinde ilk kez yaşandı.
O hareketin medyası, yazarları, çizerleri, yorumcuları da hayatları boyunca topluma gösterdikleri maskeleri yırtarak, sadece birkaç haftada bambaşka bir şeye dönüştüler.
40 yıllık hareket 40 günde şüphenin, endişenin, kasetin, tapenin, montajın, dublajın sembolü oldu.
Ne yazık ki itibar kaybı başka şeye benzemez, telafisi zor hatta imkansızdır. Trajiktir de… Gülen Grubu’nun bugün yaşadığı trajedi gibi…
İtibar üzerine kurulmuş bir yapının itibarı; akıl almaz bir öfke, dizginlenemez bir nefret ve sınır tanımayan bir bencillik yüzünden yerle bir oldu.
Şüphe zihinlere bir kere girince
Şu hadisedeki acınası duruma bakar mısınız?
Dicle Üniversitesi Rektörü Ayşegül Jale Saraç görevi başındayken başını örtme kararı almış. Hayırlı olsun…
Hayırlı olsun ama başka zaman hiçbir başka soru akla getirmeden takdir edilecek ve örnek gösterilecek bir karar bugün sadece şüphe uyandırıyor. O paralel kuşku, o samimiyet problemi her şeyin önüne geçiyor. Zihinlerde önlenemez bir şüphe beliriyor. Rektörün ve rektör gibi binlerce bürokratın, akademisyenin, memurun, işadamının, gazetecinin vs. düne kadar avantaj saydığı “cemaatçi olmak” bugün taşınamaz bir yüke dönüşmüş bulunuyor. Çünkü, öyle olmak, darbeyle, tapeyle, kasetle, CHP’yle, güneydeki sevilen ülkeyle, uzaktaki övülen ülkeyle birlikte olmak anlamına geliyor. Kim böyle bir yükü taşıyabilir, kim böyle bir yaftayla dolaşabilir?
GÜLEN ÖRGÜTÜNÜN GELDİĞİ NOKTA BUDUR
Başörtüsü gibi, yasağının kalkması için uğruna onyıllardır mücadele edilen, yüzbinlerce, milyonlarca insanın hayatını karartan bir büyük sembol bile kuşkuyu dağıtamıyor. Dağıtamıyor çünkü, başörtüsü yasağını ağır bedeller ödeyerek, özel hayattan kamuya kadar her alanda bitiren bir lidere sabahlara kadar beddua ettirenler artık kimseyi inandıramıyor.
Bu ülkenin insanları, şimdiye kadar cömertçe sundukları itibarı, karşılıksız verdikleri yardımları geri çektiler. Görmezden geldikleri kusurları bir kenara kaydetmeye başladılar. En önemlisi de gölgelerinde büyüyen, her sıkıntıda sahip çıktıkları hareketin ülkeye ihanetini affetmez oldular.
Gülen Grubu’nun geldiği nokta işte budur…
Bir hareket kendisini ancak bu kadar hızlı ve etkili yok edebilirdi. Bunu başardılar…
KARAALİOĞLU’NUN YAZISI İÇİN TIKLAYIN

http://www.medyagundem.com/gulen-orgutunun-buyuk-bitisi/
Ağaç diye gençleri kışkırtıp ölüme yollayan beyaz Türkler’in orman yağması!

Ağaç diye gençleri kışkırtıp ölüme yollayan beyaz Türkler’in orman yağması! Nisan 18, 2014    
Belgrat Ormanı’nın tam ortasına yapılan Saklı Koru Evleri, korkunç bir orman talanını gözler önüne seriyor. Üstelik en küçüğü 2 milyon euro’dan başlayan bu villalarda, Gezi Parkı ağaçları için eylem yapan Beyaz Türkler oturuyor…
İstanbul’un ciğerleri talan edilirken birçok kişinin sessiz kaldığı, hatta ünlü Gezi eylemcilerinin bile işin içinde olduğu ortaya çıktı. Korkunç yağma, İstanbul Sarıyer’deki Belgrad Ormanları’nda gözler önüne serildi. Pakmaya’nın sahibi ünlü işadamı İskender Pisak, 1992 yılında kendisine ait olan arsa için imar izni aldı. Fakat ormanın tam içinde bulunan bu bölgeye ev yapılması yasa dışıydı… Elbette bunun için kılıf hazırlandı. Yaşar Topçu’nun Bayındırlık Bakanı olduğu dönemde, ormanın ortası traşlanarak Saklı Koru Evleri adı altında lüks villalar yapıldı. En ucuzu 2 milyon euro olan konutlar, kapış kapış satıldı. Böylece orman yağması tamamlandı. Kimselerin sesi çıkmadı! İşin en ilginç tarafı ise Saklı Koru Evleri’nde yaşayanların isimleri… TAKVİM bu kişileri araştırdı.
HERKES GÖZ YUMDU
Ve bu mahallede oturan halkın, hayli şaşırtıcı isimlerden oluştuğu sonucuna ulaştı. Çünkü Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için günlerce eylem yapan ünlü işadamları ve sanatçılardan birçoğunun burada oturduğu ortaya çıktı… Yani “Ağaçlar kesilmesin. Doğal ortam korunsun” diye bağırıp protesto gösterisi yapanlar, bu konuda hükümeti suçlayanlar için aslında “meselenin ağaç olmadığı” bir kez daha açık ve net şekilde anlaşıldı…
BİNLERCE AĞAÇ KESİLDİBahçeköy’deki Saklı Koru Evleri’nin yapılması için binlerce ağaç kesildi. Ormanın ortasına villalar dikildi. Üstelik bu lüks mahalleye yol açmak amacıyla da ağaçlar katledildi. Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için günlerce gösteri yapanlar, nedense bu talanı görmezden geldi…

ALMAN HAZIMSIZLIĞI
Almanya’nın popüler internet gazetelerinden German Times, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine ilişkin makaleye yer verdi. German Times editörü Teo Summer, “Şu anki Türkiye için AB’de yer yok” başlıklı yazısında, Gezi olaylarında polisin aşırı güç kullandığını iddia etti. Ayrıca sözde yolsuzluk operasyonlarına yer verdi. Alman polisinin Hamburg olaylarında göstericilere yönelik şiddetini görmezden gelip, AB’deki şiddet ve sansürden hiç bahsetmedi!  (TAKVİM)
http://www.medyagundem.com/agac-diye-gencleri-kiskirtip-olume-yollayan-beyaz-turklerin-orman-yagmasi/
Gülen örgütü Türkiye aleyhine lobi yapıyor!

Gülen örgütü Türkiye aleyhine lobi yapıyor! Nisan 18, 2014    
Gönül Tol, Fetullah Gülen grubunun ABD’de Türkiye aleyhine lobi faaliyetleri yaptığını da belirtti.
Ukrayna’daki kriz Türkiye’nin Batı karşısındaki pozisyonunu değiştireceğe benziyor. Özellikle enerji koridorları açısından Türkiye üzerinden geçen enerji hatları çok daha önemli hale geliyor. Hele Doğu Akdeniz’de çıkarılacak olan doğalgazın da Türkiye üzerinden Batı pazarına geçirilme düşüncesiyle Türkiye enerji hatlarının vanasını eline almış olacak. George Washington Üniversitesi’nde ders veren, Orta Doğu Enstitüsü Türkiye Çalışmaları Merkezi Direktörü ve Akşam gazetesinde de haftalık makaleler yazan Gönül Tol, Ukrayna’dan İsrail’e kadar değişen dengeleri Ali Değermenci’ye anlattı. Tol, Fetullah Gülen Örgütü’nün ABD’de Türkiye aleyhine lobi faaliyetleri yaptığını da belirtti.
Öncelikle Türkiye’nin yanı başında bir kriz daha çıktı. Suriye vardı. Ukrayna yavaş yavaş Rusya’nın egemenliği altına girmeye başladı. Bu konuyla ilgili makaleler yazdın ve Türkiye’nin pozisyonunu güçlendireceğine yönelik değerlendirmelerde bulundun. Öncelikle burada anlatmak istediğin nedir?
Ukrayna krizinin Türkiye’yi içine soktuğu durum aslında Türk dış politikasının, Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren ne kadar ince ayar gerektirdiğini bir kez daha ortaya koydu. Soğuk savaş döneminde Türkiye, Batı ile ittifak halindeydi ve dış politikasının genel çerçevesini bu ittifak çizdi. Fakat Soğuk Savaş’tan sonra Türk dış politikası için resim karmaşıklaştı. Bir yanda NATO üyeliği ve Batı ile ittifakının gerektirdiği dış politika çizgisi var diğer tarafta kendi ulusal çıkarları ve komşularıyla ilişkilerinin gerektirdikleri var, bunlar her zaman örtüşmedi.
Bunu 2010′da İran ile yürütülen nükleer müzakerelerinde gördük. Amerika’nın bütün itirazlarına rağmen Türkiye, İran’ın yanında yer aldı ve yaptırımlara karşı çıktı. Şimdi Suriye’de, Irak’ta görüyoruz bu farklılaşmayı. Ukrayna krizi aslında bunun en son örneği. Türkiye’nin Karadeniz politikasına baktığımızda, aslında NATO’yu bu bölgeden uzak tutmak üzerine kurulu idi. Yani bölgesel sorunları bölgesel güvenlik mekanizmalarıyla çözelim diye düşünüyor Türkiye. Mesela 90′ların sonunda kurduğu Karadeniz Donanma İş Birliği görev grubu vardı. Ukrayna krizi bu mekanizmayı sekteye uğrattı mesela. Türkiye iki taraf arasında kaldı. Bir yandan NATO, Montrö Sözleşmesi’nin uygulamasını gevşetmesini istiyor, diğer tarafta Rusya, Türkiye’yi Montrö’ye uymamakla suçluyor. Türkiye’nin bir yandan da Suriye’ye karşı kendini korumak için NATO patriotlarına ihtiyacı var. Dolayısıyla Ukrayna krizi Türkıye’nin geleneksel Karadeniz politikasını sürdürmesini güçleştirdi ve çok ince ayarlı politika yürütmesini zorunlu kıldı.
TÜRKİYE UKRAYNA’NIN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ SAVUNDU
Tabi Rusya’nın Kırım politikasını reddetti. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü destekledi ve NATO’nun istediklerine kıyasla aslında Türkiye-Rusya eleştirilerinde çok daha çekimser bir durumda ve yaptırımlara karşı çıkıyor. Davutoğlu’nun 18 Mart’ta yapmış olduğu bir röportaj var. Mesela NATO üyesi olmanın Rusya ile karşı karşıya kalınmasını gerekmediğini söylüyor.
Türkiye’nin hem kendi içerisinde yaşadığı sıkıntılar hem cumhurbaşkanlığı seçimlerini düşündüğümüzde, hükümet güneyinde bir kriz yaşıyor zaten bir de kuzeyinde yaşamak istemiyor ve Rusya çok önemli bir ülke Türkiye için. Hem önemli bir ticaret ortağı, hem Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılayan önemli bir müttefik. İki ülke arasında 30 yıllık enerji anlaşmaları var, stratejik işbirlikleri var.
TÜRKİYE ÇOK ÖNEMLİ STRATEJİK ÜLKE OLUYOR
Ukrayna krizi Rusya ile Batı arasında yaşanıyor. Rusya’dan Batı’ya giden enerji koridoru tehlikeye girmiş oluyor. Enerji koridorları açısından Türkiye alternatif bir pozisyona mı geliyor?
Kesinlikle öyle. Ukrayna’da yaşananlar, Türkiye dış politikasını çok zor bir duruma soktu fakat bu kriz Türkiye için bir fırsat da sunabilir. Ukrayna’da yaşananlar 1973 petrol krizinden bu yana defalarca kanıtlanan bir şeyin altını çizdi: enerji kaynaklarını elinde tutanlar bunu siyasi bir silah olarak kullanabilirler ve bu nedenle enerji güvenliği çok önemli. Avrupa, Rusya’ya muhtaç enerji alanında. Ukrayna krizi ile birlikte hem ABD hem AB ülkeleri alternatif enerji yolları aramanın önemini yeniden tartışmaya başladı. Bu çerçevede özellikle Güney Gaz Koridoru Projesi önemli hale geldi. Mesela İngiliz Dışişleri Bakanı’nın yaptığı bir açıklamada: “Biz Avrupa ülkeleri olarak enerji kaynaklarımızı çeşitlendirmemiz, enerji güvenliğimizi artırmamız gerekiyor ve bu çerçevede Türkiye ve Azerbaycan ve Güney Gaz Koridoru Projesi çok önemli hale geliyor”. Bu projenin konuşulmaya başlaması, hayata geçirilmesi Türkiye’yi bir transit ülke yapar ve bunun sadece ekonomik değil stratejik de getirileri olacaktır Türkiye’ye. Avrupa nezdinde elini güçlendirecektir Türkiye’nin.
DOĞU AKDENİZ DOĞALGAZI TÜRKİYE ÜZERİNDEN BATI PAZARINA GİRECEK
Peki, tam da bu gelişmeler esnasında seçimlerden önce İsrail ile Türkiye arasında özür dilenmişti ama şimdi bir adım daha atıp tazminatlar konusunda sona doğru gelindiği haberi verildi. Kıbrıs’ta müzakerelerinde başlamış durumda. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte Türkiye’nin pozisyonunu nasıl şekillenir?
Aslında seçimlerden hemen önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yaptığı bir açıklama yaptı. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi için seçimlerden sonra bir adım atılabileceğini söylemişti. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi Türkiye açısından özellikle enerji boyutunda çok önemli. Biliyorsunuz İsrail’de önemli doğalgaz rezervleri ortaya çıktı. İsrail’in doğalgazını Avrupa’ya ulaştırmak için kullanabilecegi en uygun yol, Türkiye üzerinden geçirmek. Bunun önemli stratejik getirileri de olacaktır, sadece Türkiye için değil, Amerika ve AB için de. Avrupa’nın enerji güvenliği, Amerikan dış politikasının önemli bir ayağını oluşturdu her zaman. Bu nedenle bu proje Amerika tarafından da destekleniyor. Fakat bu projenin hayata geçirilmesinin önünde siyasi engeller var. İsrail ile Türkiye arasında Akdeniz’den bir doğalgaz boru hattı bu Kıbrıs kıta sahanlığından geçecek. Dolayısı ile Kıbrıs Rum tarafının izni gerekiyor. Bu yüzden de Amerika Kıbrıs’ta Rum kesimi ile Türk kesimi arasındaki barış sürecine ivme kazandırmaya çalışıyor. Amerika için İsrail ve Türkiye arasında bir boru hattı iki müttefiki arasında yeni bir stratejik işbirliği başlatacak. Ayrıca Avrupa’nın enerji güvenliğini artıracak bir proje olacak. Türkiye için de bunun getirileri var. Enerji transit ülkesi olma idealini gerçekleştirecek ve eğer Kıbrıs meselesinin çözümüne de katkıda bulunursa Türkiye’nin AB sürecinde önemli problemlerden birini ortadan kaldırmış olacak. Dolayısı ile Türkiye ile İsrail arasında kurulacak bir doğalgaz boru hattı sadece bir enerji meselesi değil, bu pek çok ülkeyi, aktörü, pek çok stratejik meseleyi de içine alan çok boyutlu bir mesele.
Avrupa Birliği ile müzakereler belirli bir noktalarda tıkandı. Bu enerji hatlarının yeniden Türkiye üzerinde geçmesi müzakereleri nasıl etkiler? Özellikle Rum kesimi ile Türk kesimi arasında Kıbrıs’ta bir müzakere sürecinin başlamış olması…
Türkiye’nin Hazar ve Ortadoğu’nun enerjisini kendi topraklarından Avrupa’ya iletmesi Türkiye’nin bölgesinde ve Avrupa nezdindeki stratejik ağırlığını artıracaktır. Kıbrıs meselesinde de bir süreç başladı, bu süreçten umutlu olanlar var, görüşmeler devam ediyor. Mayısta bir görüşme daha var. Fakat Kıbrıs meselesi çok çetrefilli bir mesele. Yani hemen kolayca çözülebilecek bir mesele değil.
GÜLEN CEMAATİ ABD’DE TÜRKİYE KARŞITI LOBİ FAALİYETİ YAPIYOR
24 Nisan geliyor ve önümüzdeki hafta yine Türkiye’nin geleneksel gerilim noktalarından bir tanesi, bir konu yine gündeme gelmiş olacak. Fetullah Gülen örgütü ile hükümet arasındaki gerilim nedeniyle Amerika’da Türkiye karşıtı faaliyetlerde bulundukları söyleniyor. Gülen örgütünün orada ne gibi lobi faaliyeti yapıyorlar?
Gülen cemaatinin Ermeni tasarısı ile ilgili Türkiye’nin pozisyonunun altını oyan bir lobi faaliyeti yürütüyor mu yürütmüyor mu bunu bilmiyorum. Yürüteceğini sanmıyorum çünkü bu sadece AK Parti’nin meselesi değil, milli bir mesele. Ve eğer cemaat böyle bir meselede Amerikan Kongresi’nde Türkiye’nin elini zayıflatan bir çaba içine girerse kendi meşruiyetine darbe vurmuş olur. Kongre bünyesinde Kongre üyeleri için araştırma yapıp raporlar yazan bir departman var. Onun Türkiye masasından bir yetkiliyle görüştüm bir ay kadar evvel. Onun bana söylediği şu: Daha sonra Sayın Dış İşleri Bakanı da benzer bir şey söyledi, ”Kongrede Gülen cemaati AK Parti karşıtı bir lobicilik faaliyeti yapıyor. Kongre üyelerini Obama yönetimine bir mektup yazıp Türkiye’nin demokratikleşme yolundan çıktığını, AK Parti hükümetinin, Başbakan Erdoğan’ın otoriterleşme eğilimi gösterdiğini ve bunun Amerika’nın bölgedeki çıkarlarını sekteye uğratacağını, Obama yönetiminin Erdoğan hükümeti karşısında net bir tavır alması yönünde zorluyor’
(Ali Değermenci / Sabah)
http://www.medyagundem.com/gulen-orgutu-turkiye-aleyhine-lobi-yapiyor/
Turgut Özal’ı paralel örgüt mü öldürdü?

Turgut Özal’ı paralel örgüt mü öldürdü?
 Nisan 18, 2014    
Yeni Akit yazarı Hasan Karakaya bugün çok çarpıcı bir yazıyla Turgut Özal’ı paralel örgütün ortadan kaldırmış olma ihtimalinin ne kadar güçlü olduğuna vurgu yaptı, sadece bununla kalmadı, Esad Coşan, merhum Hızır Ali Muratoğlu ve Bayram Ali Öztürk hocaların ölümündeki paralel şüpheye dikkat çekti.
İşte yazısından çarpıcı bölümler:
ÖZAL’I PARALELLER Mİ ORTADAN KALDIRDI?
Topluma sorsanız, insanların çoğu, tıpkı Ahmet Özal gibi, “Turgut Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğünü” söyleyeceklerdir!..
İyi de, “kim” zehirledi?..
“Niye” zehirledi?..
Merhum Turgut Özal’ın; “Paralel kadrolaşma” konusunda “son derece hoşgörülü” davrandığını ve hatta “Paralelci’lerin önlerini açtığını” biliyoruz… En azından, “Başbakanlığı” döneminde böyleydi…
Acaba, Turgut Özal “Cumhurbaşkanı” olduktan sonra “bazı gerçekleri”gördü de, “Paralel’in nasırlarına basmaya” başlayınca, birileri“cezalandırma” yoluna mı gitti?!?..
Ahmet Özal’ın dediği gibi;
Bunlar, bir gün ortaya çıkacaktır!.. Hem “soruşturmanın derinleşmesi”ni isteyen, hem de “soruşturmayı engelleyenler”in “aynı çevreler” olduğu bir gün ortaya çıkacaktır!..
RAKİP İSTEMİYORLAR!
“Turgut Özal’ın vefat yıldönümü” vesilesiyle, gözümün önünden merhum Necmettin Erbakan’lar, merhum Esad Coşan’lar, merhum Hızır Ali Muratoğlu ve Bayram Ali Öztürk hocalar geçti…
Deniz Feneri geçti,
İHH geçti,
İHL geçti,
TÜRGEV geçti…
“17-25 Aralık” geçti!..
Bunlar, niye gözümün önünden geçti, biliyor musunuz?.. Bu “isim” ve“kuruluş”lar; “Paralel Yapı’nın önündeki engel”ler ya da “onların rakipleri” idi!..
“Bunlar ortadan kaldırılmadıkça, Paralel Yapı’nın dal-budak salması ve devlet kadrolarının kılcal damarlarına sızması” mümkün değildi!..
Bunlar “ortadan kaldırılmalı”ydı ki; meydan Paralel Yapı’ya kalsın ve istedikleri gibi at oynatabilsinler!..
İLK KALKIŞMA DENİZ FENERİ
Bir avukat, geçenlerde diyordu ki;
“Hemen herkes, Paralel Yapı’nın 7 Şubat MİT krizi ile kalkışma başlattığını söyler… Ama, ondan da önce Deniz Feneri olayı vardır!..
Deniz Feneri’ni, kendi yardım kuruluşlarına rakip olarak gören Paralel Yapı, Alman Hükümeti ile işbirliğine girip, Deniz Feneri’ni ortadan kaldırmaya ve toplum nezdinde itibarını sıfırlamaya çalışmıştır!..
Bu, ilk kalkışmalarıdır!..
Çünkü, Paralel Yapı; kendisine rakip ve önünde engel istememektedir!.. Rakip ve engel olması muhtemel kişi ve kuruluşları, tek tek safdışı etmek gibi bir strateji izlemektedirler!..
Bu strateji, siyasetçiler için de geçerlidir, Yargı ve Emniyetçiler için de… Sendikalar için de geçerlidir, gazeteler ve televizyonlar için de… Kişi ve kuruluşlar için de geçerlidir, STK’lar için de!..
Hele bakın tabloya…
Nerede hangi kişi ve kuruluş ön plâna çıkmışsa, onun karşısında mutlaka Paralel Yapı’nın bir kuruluşu vardır!..
Paralel Yapı’ya mensup kişi ve kuruluşların öne çıkması için de; onların itibarsızlaştırılması, ötekileştirilmesi, bu da olmazsa yok edilmesi gerekir ki, izledikleri strateji budur.”
CİNAYETLER ARAŞTIRILMALI
Avukat arkadaşın bu söyledikleri, bana ister istemez; “Turgut Özal’ın zehirlenmesi”nde, “Erbakan’ın Hükümet’ten düşürülmesi”nde, “Esad Coşan Hocaefendi’nin şüpheli bir trafik kazası ile ölmesi”nde, “Bayram Ali Öztürk ve Hızır Ali Muratoğlu hocaların suikast sonucu öldürülmeleri”nde, “Paralel Yapı’nın bir parmağı olabileceği” ihtimalini düşündürttü!..
Sadece bunlar da değil, “Müslümanların üzerine yıkılan başka cinayetler”de iyi araştırılırsa, altından “Paralel Yapı’nın çıkabileceğini” düşünüyorum…
Hele hatırlayın o “cinayet”leri!..
18 Mayıs 1998- Nakşibendi Tarikatı’nın önde gelen isimlerinden Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi’nin damadı Çukurbostan Camii İmamı Hızır Ali Muratoğlu, ders verdiği Fatih İsmailağa Camii’nde çirkin bir saldırıya uğradı.İmam Hızır Ali Muratoğlu aldığı 7 kurşun yarasıyla ağır yaralanarak, hastaneye kaldırılırken yolda hayatını kaybetti.
4 Eylül 2006- Fatih’te, Nakşibendi şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun imam olan damadının 8 yıl önce öldürüldüğü İsmail Ağa Camii’nde yine kan döküldü… Sabah namazı sonrasındaki sohbet sırasında emekli imam Bayram Ali Öztürk (54) kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. Saldırgan cemaat tarafından linç edildi.
Ve Esad Coşan Hocaefendi…
Esad Coşan Hocaefendi, benim gözümde “tebliğin zirvesi”ndeki isimlerden biriydi… Hocaefendi, gerek “söylem”leri ve gerek “eylem”leriyle, hâlâ“yaşamaya” ve hâlâ “tebliğ”e devam ediyor… Cenab-ı Allah; ondan ve “hizmetlerini sürdürenlerden” razı olsun…
Biliyorsunuz, 14 Nisan 1938’de Çanakkale’de doğan M. Esad Coşan Hocaefendi, 4 Şubat 2001’de, Avustralya’da mevcut camileri ziyaret ve teftiş amacıyla yaptığı bir seyahat esnasında, hâlâ sebebi anlaşılamayan bir“trafik kazası”(!) sonucu Hakk’a yürümüştü.
Şimdi, düşünüyorum da;
Esad Coşan Hocaefendi’yi, “yurtdışına gitmesi” için “uyaran”(!) acaba kimdi veya kimlerdi?..
Esad Hocaefendi’nin “yurtdışında geçirdiği kaza”(!) ile, onu “yurtdışına gitmesi için uyaran”(!) kişiler arasında bir “bağlantı” var mıdır?..
Hasılı kelâm, “Paralel Yapı’nın önünde bir engel” olarak görülen “kişi ve kuruluşlar”a yönelik “operasyon”lar, “kaza”(!)lar ve “suikast”lar yeniden ele alınmalı ve bunlarda “Paralel Yapı’nın bir parmağı” olup-olmadığı ortaya çıkarılmalıdır!..
“Turgut Özal’ın vefatının 21. yıldönümü”nde bunları düşündüm…
Biri bunları düşünmeli değil mi?..
Dokumacı istifa etmemiş, görevden alınmış!
“Paralel”de oyun bitmez…
16 Nisan günü, “Önce tahrif, sonra tahrik” başlıklı haberimizde dediğimiz gibi; Kayseri’de Tuğgeneral Rıdvan Ulugüler’in imzasının bulunduğu belgeyi“tahrif” ederek, “TSK’nın sistemi”ne yüklerken “suçüstü” olan “Paralel Yapı’nın 3 astsubayı”nın; hem sahte belge hazırladığı, hem de, esnafı “sizi fişliyorlar” diye “tahrik” ettiği ortaya çıkmıştı!..
Bu “3 astsubay”ın avukatı Mustafa Dokumacı da, “TÜBİTAK Hukuk Müşaviri” idi… Bunu, “Dokumacı’nın kendisi” söylüyordu…
Ne var ki; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, bir açıklama yapıp; “Hayır”diyordu… “Haberde adı geçen Mustafa Dokumacı, 2 Aralık 2013 tarihinde TÜBİTAK Hukuk Daire Başkanlığı’na vekalet görevi ile işe başlamış, ancak 7 Nisan 2014 tarihinde TÜBİTAK ile ilişiği kalmamıştır…  Aynı tarihte, söz konusu müşavirliğe başka bir atama gerçekleşmiştir.”
Demek oluyor ki, adam “görevden alınmasına” rağmen, kendini hâlâ“TÜBİTAK Hukuk Müşaviri” olarak yutturuyor!..
Sanayi Bakanlığı, bu açıklamayı iyi ki yaptı da; Dokumacı’nın “istifa etmediğini”, tam aksine “7 Nisan’da kovulduğunu” öğrendik…
Dedim ya, Paralel’de oyun bitmez!..
KARAKAYA’NIN YAZISI İÇİN TIKLAYIN

http://www.medyagundem.com/turgut-ozali-paralel-orgut-mu-oldurdu/
Fetullah Gülen’den Turgut Özal’a korkunç beddua, hakaret ve tehdit!

Fetullah Gülen’den Turgut Özal’a korkunç beddua, hakaret ve tehdit! Nisan 18, 2014    
MEDYAGUNDEM.COM- Fetullah Gülen’in yıllar önce merhum Cumhurbaşkanı Turgat Özal için ettiği beddua ve kötü sözler bir Gülen örgütü yazarının kitabındaki detaylarla ortaya çıktı.
Gülen örgütü elemanı gazeteci-yazar Faruk Mercan, “Fethullah Gülen”adlı kitabında Gülen’in Özal’a ettiği bedduaları yazmış.
ÖZAL’I HEDEF ALAN YAZI
Mercan, kitabının ‘Çankaya Köşkü’nde yankılanan başyazı’ adlı bölümünde Fethullah Gülen’in Sızıntı dergisi için Ağustos 1991′de kaleme aldığı Milletin yolunu kesen kanlı kabus’ yazısını Özal’ın üzerine alındığını söylüyor.
Mercan’ın kastettiği yazıda Gülen’in Özal’ı işaret eden şu ifadeleri kullanması dikkat çekiyor:
“…Sen ‘çağdaşlık’, ‘çağ atlama” nakaratıyla kendi kendini avuta dur; kazanç, gelir dağılımı, refah, mutluluk, keyif, neşe gibi gevezeliklerle teselli olmaya devam et… Aslında senin, çağdaşlığın da çağı yakalaman da sadece bir züğürt tesellisi ve kendi kendini aldatma; senin icraatın sırf bir taklit ve başkalarına bakıp geviş getirme; idaren de, kurtları çobanlığa yükseltip, çobanları da sürüleştirmekten ibaret. Yakın tarihimiz itibariyle senin bu kabil hataların, sayılamayacak kadar çok, ağza alınamayacak kadar da utandırıcı olmuştur. Evet sen, dünden-bugüne bir kerecik olsun hatalarını aşamadın, aksine ‘hatamı aşayım, onu zihinlerden sileyim’ derken, ikinci bir hata işledin…
ÖZAL’A BEDDUA
Söz konusu makalede Özal’a ithafen “Sen karanlık düşüncelerin esiri, iki de bir zamanın çıkmazına düşen ve elli defa burnunu yerlere sürtmeden kendine gelmeyen içi geçmiş ruh.! Sürekli ufuksuz.! Bilinmezlere yelken açan sarhoş ve şaşkın kaptan.! Diyelim ki, bir-iki adım öteden habersiz yaşıyorsun-rakip tanımayan ve herkese tepeden bakan halinden utan!” sözleri dikkat çekerken, ölümünden 2 yıl önce yazılan makalede “Şimdi istersen uyu; çünkü bundan sonra kopacak kıyamet senin kıyametin olacaktır! Evet, yakın bir gelecekte sen, sırtında bir kambur gibi târihî mes’ûliyetlerin, derdest edilip tarihleşeceğin gayyaya götürülürken, senin ihmaline, senin iğfaline, senin hıyanetine uğramış, bütün ihmalzedelerin, bütün iğfalzedelerin, bütün hıyanetzedelerin kahredici bakışları, çıldırtan çığlıkları ve arş-ı adaleti ihtizaza getiren tazallümleriyle, ölüp ölüp dirilecek ve “keşke, ben de toprak olsaydım” deyip inleyeceksin..!” ifadeleriyle beddua etmesi dikkat çekiyor.
“SEFİL VARLIK”
Gülen’in doğrudan siyasi ifadeler kullandığı şu satırlar da dikkat çekiyor:
“Ma’bed ve saray, kalblerden, kafalardan silinirse, insanlığın duyguda, düşüncede hürleşeceği ve böylece insanî değerlere uyanacağı vehmediliyordu.. hatta biz, bahtsız bir zaman diliminde bu dramın acı acı yaşandığını da gördük; gördük ama, umduklarımızdan hiçbirini elde edemedik.. Elde etmek şöyle dursun, kaybettiklerimizin hadd u hesabı yok. Herşey alt-üst olduktan sonra, ma’bed ve saray otoritesinin vârisi olduğunu iddia eden bir sürü otorite heveslisi türedi: Millet, halk, devlet, parlamento, işçi, bürokrat ve yer yer kendini hissettirme çıkışları yapan askeriye bu mirasçılardan sadece bir kaçı… “Kuvvet hakta olmalı” yoksa, istibdadı yıktık diyenler onu daha geniş bir zemine yaymış ve önü alınmaz hâle getirmiş olurlar. Bizde de öyle oldu; gidenler, milletin beklentilerini veremeden gittiler; gelenler de bir sürü serlerle geldiler.. peygamberlerin sundukları mesajlarla doğup gelişmiş bulunan kollektif duygu ve davranış nizamını alt-üst eden yenilik hareketleri, ma’bed yerine apartmanı, Ma’bud’un marziyatı yerine de, ferdin hevâ ve hevesini, beden ve cismânî nazlarını yerleştirdi. Bu dönem itibariyle idi ki, Kur’ân’ın “eşref-i mahluk” diye tanıyıp tanıttığı insanoğlu, yiyen – içen-hazmeden -uyuyan-cinsî arzularını yaşayan ve ıtrahta bulunan sefil bir varlık durumuna düşürüldü..”
İKTİDAR PARTİSİNDE AYRIŞMA
Peki Gülen Özal’a neden bu satırları kullandı?
Mercan şu yanıtı veriyor:
“1990′lı yılların başı, hem siyasette hem de toplumda keskin ayrışmaların çok somut işaretlerini verdi. Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilerek Çankaya Köşkü’ne çıkmasından sonra iktidar partisi ANAP’ta, liberaller-mukaddesatçılar ayrışması yaşandı. Meydana gelen bazı faili meçhul cinayetlerin de etkisiyle toplumda laik-antilaik ayrışması giderek sertleşti. Özal, o atmosferde partiyi liberal bir isim olan Mesut Yılmaz’a emanet etmeyi uygun buldu. Bunun üzerine devlette muhafazakar ve dindar bilinen bazı kadrolar tasfiye edildi”
EMNİYET’TE VE BÜROKRASİDE TASFİYE
Mercan’ın iddiasına göre, Cumhurbaşkanı Özal, bu yazının yayınlanması üzerine kardeşi Korkut Özal’ı Gülen’e gönderdi. Korkut Özal’ın İzmir’de Gülen ile görüştüğünü öne süren Mercan’a göre, Özal’a yönelik bu eleştirilerin temel odak noktasını ANAP’tan muhafazakarların tasfiye operasonu yapılmasıydı. Kitapta, meselenin kaynağı Mesut Yılmaz’ın parti lideri olması değil, ANAP’ta Mesut Yılmaz ile oluşan yeni yapılanmanın etkisiyle İçişleri Bakanlığı ve Emniyet gibi kurumlarda bazı bürokratların sadece dindar olduğu gerekçesiyle görevlerinden alındığı iddiasıydı. Mercan “Sızıntı başyazısındaki tavrı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet gibi kurumlarda bazı devlet görevlilerinin sadece dindar oldukları gerekçesiyle görevlerinden alınmalarıyla ilgiliydi. Gülen’e göre Özal, devlete sadakatle görev yapan bu bürokratlara sahip çıkmalıydı” ifadeleriyle Gülen’in Özal’a bedduasının Emniyet ve bürokraside Cemaat tasfiyesi olduğunu anlattı.
http://www.medyagundem.com/fetullah-gulenden-turgut-ozala-korkunc-beddua-hakaret-ve-tehdit/
İsrail uşağı Gülen örgütü bu alçaklığı da yaptı

İsrail uşağı Gülen örgütü bu alçaklığı da yaptı Nisan 17, 2014    
Samanyolu Haber televizyonunda eski yargıtay başkanı Sami Selçuk Samanyolu Haber Ankara temsilcisi Abdülkadir Abdülkadir’e konuk oldu. 
Sami Selçuk, Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta Şimon Peres’e söylediği one minute olayını küçümsedi ve Başbakan’ın tüm dünya müslümanları tarafından büyük övgüyle karşılanan bu hareketini tasvip etmediğini söyledi.ŞİMON PERES’E ÖVGÜLER YAĞDIRDI Şimon Peres’e övgüler düzen ve Başbakan’a hakaret eden Selçuk sözlerini şöyle sürdürdü “Erdoğan o konuşmayı niçin yaptığını biliyorum. Karşısındaki adam çok dolu bir adam. Onunla başa çıkamadığı için one minute deyip hırçınlaştı. Şimon Peres çok deneyimli, kültürlü bir adam. Usta, kibar bir adam. Başbakan ona karşı direnemediği için böyle bir hamle yaptı” dedi.


Bu sözler karşısında Abdülkadir Abdülkadiroğlu’nun sessiz kalıp onaylaması da gözlerden kaçmadı.
HABERİN VİDEOSU İÇİN
http://www.medyagundem.com/israil-usagi-gulen-orgutu-bu-alcakligi-da-yapti/