HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

20 Mart 2014 Perşembe

Vesayetin altın vuruşu
19 Mart 2014

Markar Esayan, AK Parti’nin reformlarıyla ülkeyi dönüştürmeye çalışan vesayet odaklarının bütün bildik hünerlerini deneyerek altın vuruş yaptığını belirtti.

Markar Esayan, Yeni Şafak’taki bugünkü yazısında 12 yıllık reform sürecinin kalıcı hale gelmesini engellemek isteyen vesayet odaklarının var güçleriyle direnip saldırıya geçtiğini ifade etti.

İşte Markar Esayan’ın çarpıcı analizi:
Kemalist-totaliter eski rejim kendi ağırlığı ile yerine çökerken, kendini oluşturan tüm müesseseleri de beraberinde dibe çekiyor. Eski rejimin 12 yıllık reform sürecinde restorasyona gitmek üzere bütün kof hünerlerini sergilediği bir 'altın vuruş' şeklinde tecelli ediyor bu nihai kapışma.
'Altın vuruş' ise bir müptelanın kendisini zerk ettiği o son ölümcül doza deniyor.
Bu halleriyle, siyasetin, partilerin, medyanın, iş dünyasının, akademinin ve tabii ki seçkin 'aydın' sınıfının son serencamına tanık oluyoruz. AK Parti'nin ikinci 10 yılın vizesini alması durumunda değişimin kurumsallaşacak olması, eski rejim aparatlarının son bir hamle yapmasına yol açtı. Erdoğan'a ya şimdi engel olunacaktı, ya da çok geç olacaktı.

YENİ TÜRKİYE’NİN ÖNCÜLERİ
Çözüm Süreci yolu yarılamış ve ülke bu temel sorunda ilk defa bu kadar uzağa gidebilmiş durumda. Söz konusu başarı, hem topluma, hem de siyasete –AK Parti ve BDP'ye- önemli ölçüde moral üstünlük ve özgüven sağlıyor. Bu olurken, yıllardır söylediğimiz şey de ete kemiğe bürünüyor. Yeni Türkiye'nin öncüleri dindarlar ve Kürtler olacaklar. Böylelikle, 90 yıl önce yapılmış büyük bir hatanın düzeltilmesine tanık oluyoruz. Ülke kurulurken dışlanmış iki büyük gövde, inisiyatifi alarak ikinci kuruluşu gerçekleştirmeye çalışıyor.
Erdoğan iyi bir siyasetçi olduğu için, bu keskin yol ayrımını onca tozun dumanın arasında gördü ve adını halkın içselleştirebileceği şekilde 'İstiklal Savaşı' koydu. Böyle yapmakla, toplumsal hafızada yer etmiş birçok anlamlı simgeyi güncelleştirmiş oldu. Öyle ki, yolsuzluk iddiaları ve Berkin Elvan'ın ölümüne gösterilen duyarsızlık bile geri planda kalabiliyor.
Ne ilginçtir ki, KCK son açıklamasında da İstiklal Savaşı dönemi şartlarına geri dönüldüğüne vurgu yapıyor.

CHP’DE CİDDİ SARSINTILAR KAÇINILMAZ
Gerçekten de tarihi seçimler yaşayacağız. Bu seçimlerden sonra siyaset, medya, işdünyası, akademi, STK'lar ve tabii ki aydın müesseseleri aynı şekilde kalamayacak. CHP, vesayetin yedeğinde yenik çıktığı her mücadeleden sonra demokrasiye biraz daha teslim oluyor. TBMM'de başörtüsüne yüreğine taş basarak karşı çıkamayan, Çözüm Süreci'ni desteklediğini söylemek zorunda kalan bir CHP'ye, arka arkaya alınan bu mağlubiyetlerle ulaşıldı. 30 Mart'ta amaç hasıl olmazsa, CHP'de ciddi sarsıntılar kaçınılmaz.
CHP gibi, Türkiye'nin –hepsi tırnak içinde- beyaz medyası, aydınları, akademisi, STK'ları ve iş çevreleri de çoğunluk 'sivil' değiller. Bunlar kendi alanlarında vesayet üreten hücreler gibi işlev görüyorlar. Konu otoriterlik, ataerkillik ise, çoğu köşe yazarı, akademisyen, STK'ları kendi dar dünyalarının arpalığına çeviren aktivistler, Erdoğan'ı ceplerinden birkaç kez çıkarırlar.
Halk ise otoriter-seçkin vesayet aparatları yerine, ataerkil ama reformcu bir lideri tercih ediyor.
Artık türevi ne olursa olsun, toplum mühendisliği ile halkı halka rağmen kurtarma dönemi sona eriyor. Kibirlerinden sıyrılıp Erdoğan'a biraz saygı gösterselerdi, 'Bana baba demeyin, biz sizin babanız, efendiniz olmaya değil, hizmetkârınız olmaya geldik' sözüne burun kıvırmayıp, bunun içinde bir devlet modeli barındırdığını anlar, önlemlerini alırlardı.

PEKİ NEDEN ANLAMADILAR?
İki ana nedeni var bunun. İlki, ontolojik hale gelen seçkinciliğin, halkla hiçbir ilişki kuramayacak denli damar sertliği yaratmış olması. İlişki çok önceleri kopmuş ve bu kopuşun hatıraları bile kalmamış. Üstelik, bu kopuşun getirisi, memleketin efendiliği olmuş. Dolayısıyla, halktan uzak olmak, bir ayrıcalık olarak algılanarak refleks haline gelmiş.
İkincisi, ilkine bağlı olarak, bir değişimle yüzleşebilmenin ana şartının oluşmamış olması. Yani nihai yenilgi... Gülen hareketinin katılımıyla yaşanan doping bir yana, hala manipüle edilen yüzde 25'lik bir halk kesimi, ama bundan daha önemlisi, bir tür post postmodern darbe yapmanın gücüne hala sahipler, gördük. Medyaları, ekonomik güçleri ve buna münasip dış dünyanın belli bir bölümünden aldıkları destek var.
O zaman, eğer imtiyazlarını kaybetmemek ihtimali varsa ve bu ihtimali gerçekleştirecek güce de sahip olunduğu varsayılıyorsa, neden mücadeleden vaz geçilsin, neden değişme ihtiyacı hissedilsin ki!
O güç sürekli olarak alışılan şekilde kullanılacaktır.
Böylelikle, Türkiye'de neden yeni, özgürlükçü ve etkili bir muhalefet partisinin ortaya çıkmadığının nedenlerine ulaşmış oluyoruz. Aslında Gezi'de veya Berkin Elvan'ın cenazesine gelen insanlarda böyle özgürlükçü muhalefete –henüz gaz bulutu halinde olsa da- bir eğilim var. Ancak siyasi alan işgal edilmiş olduğu için o enerji harcanacak yer bulamıyor. Tavan ve taban çift taraflı kilitlenme halinde. Etkili biçimde temsil edilmediklerinden varolan depresyon daha da şiddetleniyor, bu depresyon, başarısızlığın altını çizen Erdoğan'a yönelerek totaliter-laik fay hattına dönüşüyor.
Bu kesimlerin, onların sırtına yapışmış parazitlerden kurtulması gerek. Bu ise bir süreç meselesi... Bunu ne Erdoğan, ne de bir başkası onların yerine yapabilir. Yapabilseydi bile bu yine bir toplum mühendisliği olurdu ve aynı hatalar tekrarlanırdı. Erdoğan'ın bu noktadaki işlevi, süreci devam ettirmesi ve diğer mahallenin siyasete teslim olmasını sağlaması.
Peki 30 Mart'ta darbenin başarısız olduğu tescillenirse veya AK Parti ciddi bir yara alırsa bizi nasıl bir Türkiye bekliyor?
Onu da yarın konuşalım.
http://www.haber10.com/haber/484425/#.Uyt_R1o5nDd

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder