HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

15 Mart 2014 Cumartesi

Yaşar Değirmenci

İslâm cemaati üzerine düşünceler

15 Mart 2014

Müslümanların bir arada ve bir kafada olmalarına ‘cemaat’ adı verilmiştir. Cemaat hâlinde olan Müslümanların rahmete ereceklerine dair naslar vardır. Cemaat, bu manada İslam’ın yaşanabilir hâli, yahut İslam’ın yaşanabilir olmak için koyduğu şart gibidir.


Hâlihazırda cemaat kelimesinin, camide namaz vakitlerinden birinde toplanan ve imamın arkasında bir vakit namaz eda edenler için kullanılıyor olması tam manasıyla kelimenin imha edilmesidir. Böyle bir anlayışın sonucu olarak da İslam, camilere hapsedilmiş, siyasetten ve coğrafyadan uzak bir din haline getirilmiştir. İslam’ın, fertlerden ve Müslüman kitleden beklediği hedeflerin gerçekleşmesi, Müslümanların cemaat şuuruna sahip olması, cemaati benimseyerek yaşamalarına bağlıdır.

Cemaat olmayı ve cemaat olarak yaşamayı benimsiyor olmamız, evine kapanmış Müslüman kimliğinden kıtalara açılmış Müslüman kimliğine geçmemizi sağlayacaktır. Şüphesiz cemaat anlayışı, o kavramın içini doldurması gereken muhtevası ile mümkün olacaktır.

Müslümanların büyük bir bölümünün ‘cemaat’ telakkisinden ne anladığını sorgulaması gerekiyor. Cemaatleşmeyi nafilelerden bir nafile görenler olduğu gibi, ‘kendi cemaati’ni İslam’la özdeş görenler de olabiliyor. İfrat/tefrit salıncağında sallan dur! Kafa yormak, incelemek, ‘edille-i şeriyye’ye vurmak, Sahabeyi ikramın izini sürmek, neticede Allah ve Rasulünü her hususta hakem tayin etmek kolay mı? Hasedlikten, fesatlıktan, dedikodu ve gıybetten uzak durmak, kul hakkına riayet etmek, İslam kardeşliğini zedelememek, doğrunun/iyinin/güzelin/mazlumun/hak ve hakikatin yanında olup yanlışın/kötünün/çirkinin/ bâtılın/zulmün karşısında olmak nefse ağır gelmez mi?

Müslümanlara bir araya gelmelerini ve ittifak halinde bulunmalarını tavsiye edenler ‘siyasi’ olmakla, aşırılıkla, tehlikeli bir fırkanın bağlısı olmakla itham edilirler. Onların nazarında cemaat, camide namaz kılmak için bir araya gelen yaşlılardır. Cemaatin lideri de cami imamıdır. Kabuğuna çekilen, etliye sütlüye karışmayan, Ümmetin ve Milletin derdini dert edinmeyen, cemiyetten kopuk, kendi yaptıklarını ölçü kabul eden bir yapı İslami manada ‘cemaat’ mıdır? Bu kişilerin, iyilikte beraber olmayı, hayra çağıran bir grubun bulunmasını emreden âyetler hakkında söyleyebilecekleri hiçbir söz yoktur. En kestirme cevapları, zamanın şartlarına sığınma türünden bir cevaptır. Aklın ve mantığın güçlü olmak için beraber olmayı emretmesine rağmen, cemaatleşme yolundaki gayretleri nafile bir iş olarak görenlerin İslam’ı değil, kendi menfaatlerini düşündüklerini söylemek onları itham etmek olmayacaktır.

Ümmet olmanın en tabii icaplarından biri tek çatı altında olmaktır. Zaten ümmet de bu birlikteliğin adıdır. Temel akidevî meselelerde, İslam’ın tatbikinde, Allah’ın sözünü yüceltme hedefinde ayrılık, farklılık düşünülemez. Bunun ötesindeki teferruat olan alanlarda Müslümanların farklı düşünceler taşımaları, bu düşüncelerinde birbirlerine saygılı olmaları bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından hoş görülmüş bir durumdur.

Müslüman’ın namazın farziyetinde tartışıyor olmaları ile namazın birinci rekâtında Fatiha’dan sonra okunacak âyetin miktarı hakkında ihtilaf etmeleri aynı değildir. Küfre karşı cihad etmenin lüzumu hakkında ihtilafla, cihadın nasıl yapılacağı konusunda ihtilaf ediyor olmak da aynı şey değildir.
İmanı olmayanların insani münasebetlerindeki vicdansızlık ve ahlaksızlıkları anlaşılıyor da cemaat olmuş mü’minler arasındaki münasebetlerdeki ‘ahlaksızlık’ anlaşılabilir gibi değil.  Başkalarını küçümseme, suizanda bulunma, tahkir etme hatta yok sayma tavrı Müslümanlara yakışır mı?
Enerjimizi israf etmeyelim. Heyecan ve gayretimizi işe yaramayan boş işlerde harcamayalım. Küresel güçlerin, oburların bir sofraya üşüştüğü gibi Ümmeti Muhammed’in üzerine üşüşeceği bilinen bir hakikatti. Rasulüllah Efendimiz bunu bize haber verdi. Aslında bu durumda bizim azınlık olmayacağımız, kalabalık olacağımız ama saman çöpü gibi değersiz olacağımız da biliniyordu. Bunları unutmamalıydık. Bizleri bu vaziyete düşürecek hal ve hareketlerden kaçınmalıydık. Enfal sûresinin 73. âyetini başucumuzda bulundurup, birbirimize laf yetiştireceğimize nefs muhasebesi yapmalıydık. “Kâfirler birbirini destekliyor, tek yumruk oluyorlar. Eğer mü’minler birbirinin destekçisi olmazsa yeryüzünde fesat büyür, zulüm artar. Çare mü’minlerin birbirinin sahibi olmasındadır” âyeti ne kadar açık ve ne kadar uyarıcıdır: Mü’minlerin birlik olmayı gerçekleştirememesi, kâfirlerin hükümranlığı ve yeryüzünün fesadı ile sonuçlanacak bir hatadır.

Efendimiz’in Hayatından
Yedi helâk ediciyi açıklayan bir Peygamber
Rasûlullah (sav) buyuruyor: “Yedi helâk ediciden kaçının!”
Sahâbîler: “Ey Allahın Rasûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular.
Hz. Peygamber (sav): “Allah’a ortak koşmak, sihir (büyü)  yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir” buyurdu. (Buhârî)

Bilgi Notu
Mü’min ve münafığın özellikleri
İmam-ı Gazâlî, ‘Kalplerin Keşfi’ adlı eserinde münafıklığı anlatırken, mü’min ve münafığın karşılaştırıldığı şu hadisten bahseder: “Mü’minin gözü namazda, oruçta olur. Münafığın gözü ise hayvanlarda olduğu gibi- yemekte, içmekte, ibadet ve namazdan uzak durmakta olur. Mü’min eli vardıkça sadaka verir. Allah’tan günahlarının affedilmesini diler. Münafık ise, ihtiras ve boş kuruntular peşindedir. Mü’minin Allah’tan başka hiç kimsede umudu olmaz. Münafık ise, Allah’tan başka herkese umut bağlar. Mü’min dini yerine malını feda eder. Münafık ise malı uğruna dinini satar. Mü’min Allah’tan başka hiç kimseden korkmaz. Münafık ise, Allah’tan başka herkesten çekinir. Mü’min iyilik işlemekle birlikte ağlar. Münafık ise kötülük işlediği halde güler. Mü’min yalnızlıktan ve kendi başına kalmaktan hoşlanır. Münafık ise girişkenlikten ve kalabalıktan hoşlanır. Mü’min tohum eker, (yapıcı ve üreticidir), kargaşalıktan hoşlanmaz. Münafık ise yıkıcıdır, bununla birlikte emeksiz ürün peşindedir. Mü’min dinin prensiplerine uygun bir idare uğruna emir verir ve yasaklar koyar, düzelticidir. Münafık ise baş olma ihtirası uğruna emirler verir ve yasaklar koyar, yıkıcıdır. Daha doğrusu kötülüğü emrederken iyiliği ve doğruluğu yasaklar.”

Şiir Defterimden
İkaz
Gezi parkı ve benzer işlere tuttum ayna.
Suriye’ye bir bakın, en son örnek Ukrayna.
Taraflardan hiçbiri kazanmıştır denemez.
Aklı olanlar artık, benzer işi denemez.
Kışkırtanlar görülmez, çıkmazlar  ki ortaya,
Çabuk gaza gelenler, takılırlar oltaya,
Çok yazık taş atarken kaza ile ölene,
Yuh olsun bu milleti şucu-bucu bölene.
Mala ve cana zarar böyle işlerin sonu,
Hepsini sıralasak, çok uzayacak konu,
Düşünün ki bir yılda ne kadar zarar ziyan?
Maddî zararı geçin, kimler kıyılan, kıyan ?
Düşünmeli kıyamdan kimler görecek yarar?
Dünyanın her yerinde olan millete zarar.
Bütün bu eylemlerden yapana olmaz yarar
Eylemciler görürler maddî-manevî zarar.
Adnan BÜYÜKSOY

DUA
Bizleri her türlü şerden koru Ya Rabbi!
Ey ihtiyaç ve hâcetleri gideren, belâları def edip kaldıran Allah’ım! Bizim ihtiyaçlarımızı gider, belâları bizden uzaklaştır ve kaldır.
Ey bizleri koruyup gözeten Allah’ım! Bizleri, din kardeşlerimizi, sevdiklerimizi, yârânlarımızı ve dostlarımızı her türlü şer ve zarardan sen koru.
Allah’ım! “Allah” kelimesini, ismini dünyanın her tarafında yücelt. Senin ismini yüceltip dünyanın dört bir tarafına götürme işinde bize de hizmet etme imkânı ver. Sema ve arzdaki kulların arasında sevilmemiz için vüdd, meveddet ve sevgi vaz’ et ve yerleştir. Bizleri, iman edip Sâlih ameller işleyen ve kendilerine sevgi vaz’ ettiğin, yerleştirdiğin kullarından eyle.
Allah’ım! Sen neden hoşnutsan bize onu yaptır!
Allah’ım! Âhirette bizi sevdiklerinle birlikte haşr ve neşr eyle!
Allah’ım! Bizi İslâm’a hizmet yolundan ayırma!

Vahyin Dilinden
‘Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size Hakk’tan gelen hakikati inkâr ettiler; Rabbiniz Allah’a inandığınız için Resûlü de, sizi de, (yurdunuzdan sürüp) çıkardılar. Eğer siz, benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı kazanmak için yola koyulmuşsanız (=hicret etmişseniz) nasıl oluyor da onlara sevgi gösterip sır veriyorsunuz ki? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, (onları dost / velî / efendi edinirse) doğru yoldan sapmış olur. ‘
(60 Mümtehine, 1. Âyet)
Allah RasÛlü’nden
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Mallarınızı, zekât ile sağlam bir şekilde korumaya alınız.
Hastalarınızı, sadaka ile tedavi ediniz.  Belâ dalgalarını, dua ve niyazla karşılayınız.”
(Ebu Davud)

Günün Sözü
‘Dünyada üç şey çok zordur: Fakir olduğu halde cömertlik yapmak, yalnız ortamlarda zühdden ayrılmamak ve zararından korkulan adamın karşısında doğruyu söylemek.’
İmâm-ı Şâfii

(Yarın devamı İnşaallah)
http://www.habervaktim.com/yazar/64133/islam-cemaati-uzerine-dusunceler.html
 

İslâm cemaati üzerine düşünceler (2)

16 Mart 2014

İman ehli olan her kardeşimiz aynı kalpten kan pompalanan bir bedeni kullanan organlar gibidir. Bu nebevî ikaz, hangi yaşayışın hayatımıza yön vermesi gerektiğini gösterir. Bir vücut gibiyiz, birimizin uykusu kaçarsa, hepimizin uykusu kaçar. Tek vücut olmak bu!
Bir duvar gibiyiz. Küfrün karşısında birbirini kenetleyen tuğlalardan oluşan bir duvar gibiyiz. Peygamber Efendimiz bizi böyle görmek istiyor. Birbirimiz için varız. Dışarıdakilere karşı tek el, tek bilek, tek yüreğiz. Birbirimizin elinden tutmamız, Kâbe’nin köşesindeki Hacerül Esvedi tutmamızdan çok daha önemlidir. Hırkay-ı şerif ziyaretindeki izdihamdan daha önemlidir sünneti yaşamak ve yaşatmak.

İyi Müslüman olmanın ‘iyi insan olmak’ demeye gelmediği bir dünyada, iş çene yarışına kalmış demektir. İnsanlar binbir sıkıntıyla muzdarib iken, İslam’dan uzak yaşamanın getirdiği dertlere boğulurken ‘örnek’ olamıyorsak, onların dertleriyle dertlenemiyorsak Rabbimize nasıl hesap verebiliriz? ‘Nefslerde olan düzeni değiştirmek’ hakikaten zor! Kendi şahsi hayat tarzlarını bir din gibi savunan, onlara dokundurtmayan (modern veya muhafazakar) insanların rahatını kaçırmak cephede cihattan farksız hale geldi. Küstahlığın zirvesine ulaşmış bir refah toplumunda ahlaka davet, makul görülmez hale gelmiştir. Bu daveti yapmak isteyenler, küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. (modern veya dindar fark etmiyor) Böylece hem ‘ahlak daveti’ boğulmaya çalışılır, hem de ahlaksızların her çeşidi rahat eder. Zaten dünya da rahat edenlerden rahatsız değil mi? Necip Fazıl’ın dediği gibi, ‘çilemiz çilesiz Müslümanlar!’

Cemaatleşmenin oluşmasındaki engellerden biri de Müslümanlardan bazılarının, çatısı altında bulundukları grupları çeşitli sebeplerle asıl cemaat yerine koymalarıdır. Bu tür cemaatler, yine İslamî duygu ve endişelerden yola çıkılarak oluşmaktadır. Mesela dünyevileşme, ibadetleri ve nafileleri ihmal etme hastalığına karşı tarikatvari yapılan çalışmalar böyle bir mantıktan neşet etmektedir. Benzer bir şekilde gelişen birlikteliklerden bazıları da toplum içinde yaygınlık kazanan sapmalara engel olma ya da iyiliklerden bir iyiliği ihya etme amacını gütmektedir. İslami hassasiyetten kaynaklanan bu çalışmalar, temelden reddedilmemesi gereken çalışmalardır. Filan nafile ibadetin ihya edilmesi için bir vakıf da tesis edilebilir, birkaç Müslüman bir araya gelerek kendilerini o işe tahsis de edebilirler. Bu olsa olsa takdir edilir, gıpta edilir bir tutumdur. Yeter ki ‘hizmet’ adı altında yapılan bütün faaliyetler Şeriata ve onun pratiği olan Sünnete uygun olsun.

Ümmetin menfaati ile cemaatin menfaati tercih durumunda, Ümmetin menfaatini tercih eden cemaattir. Eline geçirdiği imkânları kullanırken, liyakat ehli olmayı, cemaat ehli olmaya tercih eden yapı cemaattir. ‘Ben’lerini ‘biz’e akıtanlar cemaattir. Grubuna mensubiyeti, ehliyet ve liyakatin önüne koyan, İslâmî manada cemaat olamamıştır. Her şeyi yönetme ve kendi kendine yetme iddiasında olanlar da. İhdinessıratalmüstakîm’deki (bizi doğru yola yönelt’teki)  ‘nâ (biz)’ zamirini düşünüp idrak edememiş demektir.  

Ümmet şuuru gündemde tutulmalıdır. Bu Ümmet’in insanlık için çıkarılmış en hayırlı Ümmet olduğu gerçeği vurgulanmalıdır.

Tenkit edilebilecek olan husus şudur: İslam’ın bütününü kuşatmaktan mahrum bir projenin İslam’ın bütünü gibi algılanması şeklinde gelişen anlayışlar, sonunda ümmeti fırkalaşmaya sevk etmektedir. İbadetten siyasete, ekonomiden sosyal ilişkiye varıncaya kadar hayatın her alanında bulunması gereken İslamî projeler yerine, çok sınırlı imkânları kullanmak zorunda olan Müslümanların, kendilerini coğrafyayı kuşatacak nitelikte görmeleri bir çeşit basiretsizliktir. İyi bir işin üzerinden yanlış yapmaktır. Bir de bunun üstüne, kendi dışındakileri yanlış yolda(dalalette) yahut kurtarılması gereken zavallılar olarak görmeleri hata üstüne hata olur. Cemaati meydana getiren şahısların, siyasi ve fıkhi bilgiden mahrum olmaları, alt yapısı olmadan, ilmî ve fikrî seviyesi bulunmadan,  İslami kültürden habersiz yetişmeleri de ayrı bir derttir.

İslam cemaati, Ümmeti Muhammed’in büyük birliğinin adıdır. Sünnette cemaat, akidevî anlamda da kullanılmıştır. Peygamber Efendimizin ve ashabının yolu üzere olanlar anlamında kullanıldığı görülmektedir. Siyasi anlamı da bu anlamdan etkilenmiş şekle verilen isimdir. Akidevî manadaki cemaatle, başında Resûlullahın bulunduğu çizgiyi izleyenler kastedilirken siyasi manadaki cemaat ise başında imamının bulunduğu, siyasi ve iktisadi ilkelerinin İslam’ın ruhundan alındığı devlet yapısının adı kastedilmiş olur. Cemaat ehli olmak, sünnet çizgisini izlemektir. Müslüman her hal ve şartta yaşanabilir bir dini olduğunu unutamaz. Ne itikatta taviz verebilir ne de amelde. Ölçüleri bilir, ona uyar. Kendisini ölçü yerine koyamaz.

Mahalli ve mahdut birliktelikler, İslam cemaati olarak adlandırılamaz. Her cemaat ‘İslam Okyanusu’nu meydana getiren damlalardır, gözelerdir, derelerdir, ırmaklardır. Hiçbirisi İslam’ı ihata edemez. İslam akidesiyle, ibadetiyle, ahlakıyla, muamelatıyla, mücazatı ve mükafatıyla hepsini kuşatmıştır. O okyanustan kabı nisbetinde istifade edenler, kapları kadar İslamın kaynağından faydalanmışlardır. Kaynak İslam’dır, Kur’an’dır, istifade edenler/edecekler onun uygulayıcısı Peygamber Efendimizin izini sürenlerdir. Onun varisi olan ulemamızdır. Dinimize, Kitabımıza hizmet eden ‘hizmet ehli teşkilatlar, cemaatler, müesseseler’ sınırlarını ve sorumluluklarını müdrik olmaları hâlinde, bulunmaları zaruridir.

 Bu tür birliktelikleri temelden yok saymak da aşırılıktır, onları yegâne maksat haline getirmek de yanlıştır. Yeter ki bu beraberlikler, Kur’an ve sünneti kendilerine rehber edinmiş olsun, istişareyi ihmal etmeden iş yapmış olsunlar. Çünkü cemaatler gaye değil, vesiledir. Cemaatleri, farklı Müslümanlar da birbirlerini iman kardeşliği çatısı altında hoş görebilmelidirler. Eğer bir cemaat kendi dışındakileri kabullenemeyecek kadar kapalı ise onun cemaat olarak mecazen bile adlandırılması doğru olmaz. İslam cemaati, başında halifesi bulunan cemaattir ve ümmetin alt fırkalarını da kuşatacak çaptadır. İslam’ın, Allah Teâlâ’nın murat ettiği gibi yaşanması ancak cemaat hâlinde mümkün olduğu için cemaat, mecburi ihtiyaçları ve hizmetleri temin edeceğinden lazımdır. Müslümanların, yaşadıkları asrın şartlarına göre önlerine çıkan alanlarda cihad etmeleri şarttır. (Çok çeşitli yönleriyle)

 İslam, Kur’an ve Sünnet eksenli olarak anlatılıp konuşulmalıdır. İslam’ın uygulanan ve beğenilen şekli olarak da ashabı kiram ‘üsveyi hasene’ (en güzel örnek) olarak gösterilip tanıtılmalıdır.
 İslam ve önceki dinler ilişkisi, önceki dinlerin neshedilmiş olduğu hakikati, İslam’ın kıyamete kadar korunmuş olacağı, İslam’ın insanlığın dünya ve ahret saadetini muhtevi tek din olduğu hakikati, ilim meclislerinden çay sohbetlerine kadar her yerde gündemimiz olmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder