HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

1 Nisan 2015 Çarşamba

DEAŞ, Boko Haram ve Müslüman katliamları

Aslan Balcı

10.02.2015

Vahşet her ne nereden gelirse gelsin ve her kim yaparsa lanetlenmesi gerekir. Barış dini olan İslam, adalete ve insan haklarına son derece önem verir. Savaşta bile düşmana karşı merhametli olmayı emreden İslam, işkence veya vahşete asla cevaz vermez. Bu eylemleri yapan kişiler veya grupların Müslüman olmaları yapılan işlerin doğru olduğunu göstermez. Bu denli vahşi ve insanlık dışı eylemleri, ABD'nin Kızılderililere, Fransızların Cezayir ve Araplara, İngilizlerin Afrika ve Ortadoğu halklarına, Rum ve Ermenilerin ise Osmanlı topluluğuna yaptığını biliriz. Şimdi ise aynı vahşi eylemlerin İslam ve Müslümanlara mal edilmesini asla kabul edemeyiz.  
 
DEAŞ terör grubunun (Bundan sonra IŞİD yerine DEAŞ kelimesini kullanacağım)  Suriye ve Irak’ta yaptığı kan donduran eylemleri hala sıcaklığını korurken bu kez  Nijerya’dan bir başka vahşet ve katliam haberi geldi. Boko Haram terör örgütü Nijerya’dan hareket ederek Kamerun’un kuzeyinde bir kasaba olan  Fotokol’a  saldırdı. Burada en az 110 kişiyi öldürüp aralarında 5 cami ve medreseninde  olduğu ev ve binayı ateşe verdiler. 
 
NijeryaKamerun ve Çad devlet sınırlarının kesiştiği bir kasaba olan Fotokol’da bu eylemi gerçekleştirdiler. Çad ordusu olaya müdahale etti ve en az 200 militanın  öldürüldüğü bildirildi. Halkının geneline yakını Müslüman olan kasabadaki evlerin hemen hepsine girdiler. Talan olayından sonra Müslüman, Hristiyan veya Putperest olan kişiler topluca katledildi.
 
Her ne kadar meşru olmasa da kendi felsefe ve grubuna göre bir savaş içindeler. Ancak son zamanlarda güzel dinimin adını kullanarak terör eylemleri yapan yeni yetme gruplar vahşet işliyor. Adam öldürmekten ziyade  insanları boğazlayarak vahşice ve canavarca katlediyorlar. İslam’la yakından uzaktan alakası olamayan  katletme sahneleri sergilemeye başladılar. Canavarca Müslümanların boğazlarını  kestiler. Hem de nerede biliyor musunuz? Bazılarını caminin içinde kestiler.
 
Siyonist ve İslam karşıtı basın yayın kuruluşları utanmadan bu vahşet eylemlerinin sözde İslami grupların yaptığını iddia etmesi tam anlamıyla bir algı operasyonudur. Ellerindeki silahlar, telsizler, dürbünler, giydikleri botlar ve askeri elbiselerin hepsi Batı menşeili üründür. Yanı plan ve programı emperyalistler yaparken  taşeronluk işini aralarında Müslümanların da olduğu gafil insanlara  yaptırıyorlar.
 
Bir hiç uğruna hem kendilerinin hem de başkalarının hayatını tehlikeye atarken, çok az dünyalık menfaat uğruna hem bu dünyayı hem de ahiretlerini  mahvediyorlar. Kur’an ve Hadis’ten kendilerine cımbızla delil bulmaları onların yaptıklarının doğru olduğunu göstermez. İslam dini bir bütündür. Hükümleri bir bütünlük içinde ele almak gerekir.
 
“Halife” ve “Mehdi” ismini kirletmemeye başladılar
Fotokol kasabasındaki saldırı bir anda 3 devleti çatışmanın içine soktu. Çad ordusundan sonra Kamerun ordusu da Boko Haram örgüt elemanlarına operasyon başlattı ve operasyonda en az 50 militan ile 8 asker hayatını kaybetti. Ocak ayının sonundan beri bölgede devam eden çatışmalarda 7 yüze yakın insanın öldüğü bildirildi. Biz bu ölü haberlerini okumaktan bıktık onlar katletmekten hala vazgeçmedi. Allah ıslah etsin!
 
Bu terör eylemleri tüm bölgeyi ateş çemberinin içine almasından korkuluyor.  Emperyalist çevrelerin tek istediği İslam ve Müslüman olan her yerde savaş çıkarıp, ülkeleri istikrarsız hale getirerek taraflara silah satıp daha sonra da  işgal etmek en büyük emelleridir.
 
Boko Haram terör örgütünün lideri görünümünde olan Ebubekir Şekau büyük hayaller peşindedir. Afrika bölgesinin halifesi olmak istiyor. Nijerya merkezli halifelik(!) topraklarına Çad, Nijer, Kamerun ve diğer ülkelere de yayarak bir hakimiyet kurmak istiyor. Zaten eline bir AK-47 Kalaşnikov silahı alan ve  cebine  birkaç  milyon dolar indiren meczup veya şizofren tipli kişiler ya “Halife” veya “Mehdi” olma iddiasıyla ortaya çıkıyor. Şimdilik piyasada birkaç Halife ve onlarca sahte Mehdi olduğunu unutmamak gerekir.  
 
Pensilvanya’daki meczup başta olmak üzere Afrika, Ortadoğu ve Afganistan gibi bölge ve ülkelerdeki Müslüman halklar ve devletler bunlardan çok çekti ve çekmeye de devam ediyor. Bu şizofren kişilere inanarak ajanlık yapanlar, namusunu ve şerefini beş paralık edenlerin yanında katıl ve canı durumuna düşen on binlerce  masum Müslüman maalesef bir piyon olarak kullanılıyor.      
  
Gün geçmiyor ki İslam ve Müslüman isminin geçmediği bir terör eylemi olmasın. Avrupa, Afrika ve Ortadoğu bölgesindeki şiddet ve terör eylemleri Hollywood filmi  gibi kayıt altına alınarak servis ediliyor. Siyonist İsrail’in her gün hak ihlalleri ve çocuklara karşı katliamlarının yanında Myanmar’da Arakan Müslümanlarının canlı olarak yakıldığı canavarca eylemlerin üstü örtülüyor. Ama adının başında Müslüman ismi var diye yapılan eylemi hemen İslam’a ve Müslümanlara mal edilerek büyük bir haksızlık yapılıyor.
 
Sözde İslami(!) terör örgütleri neden Müslümanları öldürüyor?
Siyonist Yahudiler geçen yıl 16 yaşındaki Filistinli Muhammed Ebu Hıdır’ı canlı olarak yakmışlardı. İddiaya göre, Yahudi teröristler yakma eylemini videoya kaydetmişlerdi. Ancak Siyonist rejim bu kayıtları hemen ortadan kaldırdı. İlerde  delil olmasın ve insanların benliğinde bu olayın kalmasını istemedi.
 
DEAŞ terör örgütü Ürdünlü pilot Muaz Safi El-Kesasibe’yi diri diri yakarak öldürme sahnesi için 22 dakikalık bir film yaptı. Son derece profesyonelce yapılan film tam bir Hollywood yapımı. Kurgu, senaryo ve görüntüler tam bir sanat eseri. Ama yapılan eylem ise tam bir vahşet ve katliam olduğunu hemen belirtmeliyim. Bu vahşeti ben izlerken dayanamadım. Peki, DEAŞ örgütü bu vahşi görüntüleri neden tüm dünyaya servis etti ve etmeye de davam ediyor?
 
Daha önce de dile getirmiştim, El-Kaide, Taliban, Boko Haram veya DEAŞ gibi örgütler piyasaya çıktığı günden itibaren hep Müslüman katlediyorlar. Şimdiye kadar değişik inanç ve felsefeye sahip olanlara dokunmuyorlar bile. Ortalıkta sadece düşman olarak hep Müslümanlar mı var? Irak’ı Yemen’i ve  Suriye’yi  Müslümanlar mı bu hale, kaos ortamına getirdi, Emperyalistlerin hiç suçu yok mu?
 
Daha önceden öldürüp sonradan filmi yapılan Ürdünlü Kesasibe’nin vahşice yakılarak katledilmesi hiçbir fikre veya ideolojiye mal edilemez. Hele İslam’a veya İbniTeymiye’ye asla mal edilemez. Bu vahşet bir cahiliye Arap adeti veya senaryo gereği yapıldığı kesindir. Tekbir getirip veya Arapça bir iki kelime konuşmakla bu vahşeti Barış dini İslam’a mal etmeleri kabul edilemez.
 
İslam'ın bu konuda görüşü çok açık ve nettir, Allah Resulü (S.A.V) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Allah'tan başka kimse ateşle cezalandıramaz". Bu hadis üzerine daha fazla ne söyleyebiliriz?
 
İslam ismi terörle ayni karede yazılamaz!
Irak ve Suriye’de gittikçe palazlanan bu terör örgütleri en çok Müslümanlara zarar veriyor. Bu katliamların baş müsebbibi dikkatatör rejimleri besleyen emperyalist devletlerdir. Beşşar Esed veya İran güdümlü Irak rejimi varlıklarını sürdürdüğü müddetçe terör ve teröristler buralardan eksik olmayacaktır. Ürdün devleti  misilleme olarak hapishanelerde bulunan El-Kaide militanlarından bazılarını idam etmeye başladı.
 
Kabile mantığıyla hareket eden Ürdün yönetimi intikam yeminleri etmeye başladı. İntikam alacağına halkına ve Müslümanlara özgürlük versen, gençleri teröristlerin kucağına itmesen olmaz mı? Yönetim kadrosu hariç, örgüte katılan gençlerin geneline yakını gerici Arap ve diğer baskıcı rejimler tarafından yapılan haksızlık ve baskılara tepki olsun diye katıldılar.   
 
Ürdün koalisyon güçlerine daha fazla destek vererek DEAŞ mevzilerine bomba yağdırmaya başladı. İddiaya göre onlarca insan öldü. Dikkat edin yine ölen Müslüman. Peki, bu operasyonlar sonucunda DEAŞ örgütü bitti mi? Diktatörler ve katiller insanları öldürerek problemin ortadan kalkacağına inanır. Ama hep yanıldılar ve yanılmaya devam ediyorlar. Şiddet şiddeti doğurur.
 
Tüm dünya ve özellikle Ortadoğu coğrafyasının barışa ve huzura ihtiyacı var. Dinimizi sapık, cahil, meczup, Belam veya sapmışlardan değil de doğrudan Kur’an ve Sahih hadislerden öğrenelim. Artık İslam ve Müslüman ismi lanetli “terör” kelimesiyle yan yana gelmesin ve getirilmesin!

Gülen, Erbakan’a ‘asılacaksın’ dedi

Fethullah Gülen’in vaiz olarak İzmir’e tayin edildiği 1966’da İl Müftü Yardımcılığı görevine getirilen Prof. Osman Eskicioğlu, birlikte çalıştığı Gülen’i anlattı. Aralarındaki gönül bağının bir vaaz nedeniyle koptuğunu belirten Eskicioğlu, Gülen’in Bornova'da verdiği vaazda Erbakan’a, "4 kitapta yerin yok. Yarın ensenden asılacaksın” dediğini söyledi.
02 Nisan 2015
 
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim dalı Öğretim Üyeliği'nden emekli olan Prof. Dr. Osman Eskicioğlu'nun Fethullah Gülen ile tanışıklığı Kestane Pazarı Derneği ve Kur'an kursuna dayanıyor. 1960-66 yılları arasında bu kursta hem öğrencilik hem eğitmenlik yapan, Gülen'in vaiz olarak İzmir'e tayin edildiği 1966'da İzmir İl Müftü Yardımcısı olan Prof. Dr. Eskicioğlu, hem Kestane Pazarı'nda hem müftülükte yıllarca beraber çalıştığı Gülen'i anlattı. Gülen'i kişilik olarak hiçbir zaman tasvip etmediğini ve güvenilir bulmadığını belirten Eskicioğlu, Gülen'in yanındaki samimi insanlar nedeniyle açıktan eleştirmediğini ancak 17 Aralık'-
tan kısa bir süre önce gerçekleri yazmaya başladığını söyledi.
ARAPÇA HZ. MUHAMMED KİTABI NEREDE?
Yazıları üzerine Abdullah Aymaz ve beraberindeki birkaç kişinin evine ziyarete geldiklerini anlatan Eskicioğlu, burada yaşanan ilginç bir tartışmayı da aktardı: “Bir hocamızın evinde M.Fethullah Gülen imzalı Hz.Muhammed isimli Arapça bir kitap görmüştüm. Kitabın içerisinde herhangi bir tercüme heyeti ismi yoktu. Bunu Abdullah Aymaz'a sorduğumda birkaç isim saydı ve bu kitabı o kişilerin Arapça'ya tercüme ettiğini söyledi. Bunun üzerine Gülen'in Arapça bilmediği halde niçin kitaba imza attığını sordum ve tartıştık. Kestanepazarı'nda müdür odasında Arapça İslam Fıkhı kitaplarından ders yapıyor görünüyordu ama çekmecesindeki Türkçe kitaptan faydalanıyordu. Bir gün odaya girdiğimde telaşla göbeğiyle çekmeceyi kapattı.”
1969 yılında merhum Erbakan'ın bağımsızlar hareketini başlatmasıyla Gülen'in gerçek kimliğinin ortaya çıktığını savunan Eskicioğlu, şunları söyledi: “Bornova Camii'nde cemaate vaaz ederken gerçek kimliğini ortaya koyup rahmetli Erbakan hakkında cami kürsüsünden azılı bir düşman gibi şöyle haykırdı: 'Sen kimsin sen, sen ortalıkta yoktun. Meydanlarda değildin, merdivenlerden çıkmadın, çatıda gözüktün. 4 kitapta yerin yok senin, yarın sen ensenden asılacaksın.' Ben bunları seneler önce yazdım ama kimse yalanlayamadı."
PSİKOLOJİSİ ÇOK FARKLI BİRİ
Kendisi Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olunca Gülen'i İzmir'e tayin ettiren Yaşar Tunagür Hocaefendi'nin o dönemde İzmir'de gezici vaizlik görevi yaptığını, bir yandan da Kestane Pazarı Derneği ve Kur'an kursunda fahri idareci olduğunu kaydeden Eskicioğlu, Tunagür'in isteğiyle İzmir İl Müftü Yardımcısı olduğunu kaydetti. Gülen'in İzmir'e vaiz olarak gelmesiyle tanıştıklarını hem Kestanepazarı'nda hem müftülükte birkaç yıl birlikte çalıştıklarını ifade eden Eskicioğlu, “Müftü yardımcısı olduğumuz için Gülen her zaman müftülüğe gelirdi. Kestane Pazarı'ndan da tanışıyoruz. Yani beraber çok mesaimiz oldu. Psikolojik olarak Gülen çok başka, değişik bir insandır. Kendisine aşırı güveni olan, kibirli bir insandır. Bizim Fethullah Hoca ile aramızın açılması, o sevgi, saygı, kardeşliğin hepsinin kalkmasının sebebi Erbakan Hoca'ya hakaretidir. Çünkü biz Erbakan Hoca'yı samimi bulduk. Fethullah Hoca'yı bu samimiyetten uzak gördük.”
Onun için her şey mübah
Gülen'le sohbetleri sırasında eğitiminin seviyesini rahatlıkla anlayabildiklerini ifade eden Eskicioğlu, “Dini bir okuldan mezun olmamış. Eğitimini almamış. Medreseyi tamamlamamış. Kulaktan dolma bilgiler ile konuşuyor. Ama becerikli, kabiliyetli bir adam tabi. Bir çok şeyi öğrencilerden öğrendi. Mesela Arapça'yı hiç bilmiyor diyemeyiz. Kitap yazacak kadar bilmiyor. Konuşmak, her türlü derdini anlatmak farklı bir şey kitap yazmak başka bir şey. Bugün dahi Arapça kitap yazacak kadar Arapça bilgisinin olduğunu düşünmüyorum. O yazmış kitabı ya da kitapları derlemişler, tercüme ettirmişler. Ben Fethullah Gülen'in ABD, Siyonizm eliyle İslam dünyasına halife yaptırılacağını ve kendi işlerini gördüreceklerini düşünüyordum. Benim tanıdığım Fethullah Hoca için her şey mübahtır. Ajan olmak da mübahtır mesela. Yeter ki kendi cemaati büyüsün.” Kestanepazarı'nda yetişen Abdullah Aymaz gibi pek çok gencin altın gibi çocuklar olduğunu ifade eden Eskicioğlu, “Bu adam bunların hep kanına girdi. Allah bunun hesabını soracak. Bugün bu işten sıkıntı çeken altın gibi insanlar var” dedi.
 

 

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Hüseyin Gülerce'den bomba sözler!

Zaman gazetesi yazarı olan Hüseyin Gülerce, 17 ve 25 Aralık operasyonunu sert bir dille eleştirdi.

18 Ağustos 2014
Hüseyin Gülerce 10 Ağustos'ta yapılan Köşk seçimleri ve siyasi gündemi değerlendirdi. 17 ve 25 Aralık operasyonlarıyla ilgili çaprıcı açıklamalarda bulunan Gülerce, operasyonların zamanlamasına dikkat çekti. İşte Gülerce'nin o sözleri;

"RÜŞVET VE YOLSUZLUK SORUŞTURMASI DEĞİLDİ"

"17 ve 25 Aralık baskınları ki bence asla rüşvet ve yolsuzluk soruşturması değildi. 7 Şubat MİT krizi ve Gezi olayları sonrası üçüncü adımdı. Bu konuda benim vicdanım rahat. Bana itiraz eden arkadaşlara, sohbetler de soruyor. Neden demiyorsunuz rüşvet ve yolsuzluk operasyonu diye?

Bu AK Parti 12 yıldır iktidarda. İlk 10 yılında hiç rüşvet, yolsuzluk ve rant olayı olmamış. Bu dürüst savcılarımız, polislerimiz harekete geçmemişler. Sonra bir bakmışlar bu AK Parti'de bakanlar, bakan çocukları yolsuzluk yapıyorlar, rüşvete aracılık yapıyorlar. Medya ile birlikte Başbakan'ın oğlunu tutuklamaya kadar. Bana kimse bunu rüşvet ve yolsuzluk operasyonu olarak ikna edemez.

"TOPLUM BU İDDİALARI KABULLENMİYOR"

Şunu düşünmemiz lazım öncelikle. Bu kadar söyleme rağmen neden toplum bunu kabullenmiyor. Şunu da söyleyim açıkça. Toplum asla, yolsuzluk olmamıştır, rüşvet olmamıştır demiyor. Bunların da üzerine gidilsin çünkü bunları kimse kabul etmez. Normal vicdanlı bir insan, ya çalarlarsa çalsınlar, yaparlarsa yapsınlar demez. Ama bir tercihle karşı karşıya kalmışsanız gelecek ile istikrar yolsuzluk, rüşvet ve rantın üstüne gidilmesi...

"YÜZDE 50 Mİ YANLIŞ YAPTI?"

Öncelik meselesi ile toplum, istikrar ve güven gelecek endişesini öne çıkarıyor. Bu, bunu yok sayma anlamında değildir. Toplum bunun peşini bırakmaz, bırakamayız. Bunun üzerine gidilmesi lazım. Kendinizi tek otorite, tek doğru sadece sizin düşündükleriniz, fikirleriniz doğruymuş gibi kabul ederseniz evet siz hiç yanlış yapmassınız. Yapsa da yüzde 50 bile olsa toplum yanlış yapar. Bu normal birşey değil. Sağlıklı bir izah getiremessiniz bana.

"ERDOĞAN OTORİTERLEŞECEK DEMEK DOĞRU DEĞİL"

Halkın oylarıyla ilk defa bir cumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyet tarihinde bir örneği yok, öncesinde de yok. Bunun siyaseti etkileyen sonuçlarının olması tabidir. Şimdi "Bundan sonra temayülleri biz oluşturacağız" dedi Sayın Başbakan. Bunları alıp, Erdoğan otoriterliğe gidecek şeklinde değerlendirmelere malzeme yapmak doğru değil. Sonuçta halk seçti.

Şu anda anayasa yetkilerini, evet kendisi de söylüyor, "Bunların içinde kullanılmayanlar var sonuna kadar kullanacağım" diyor. Anayasa yetki vermişse güçlü bir cumhurbaşkanı olarak bunları kullanır. Hemen bunları alıp "diktatörlük, otoriterleşme" diye sunmak doğru değil. Hepimiz göreceğiz. Yani hukukun dışına çıkılırsa, demokrasinin dışına çıkılırsa eleştiri getirilir. Henüz böyle bir şey yokken bunları ortala atmak doğru değil.

"BİRİLERİ GERÇEĞİ KABUL ETMEK İSTEMİYOR"

Sayın Erdoğan'ın 9. seçim başarısı. Her girdikleri seçimlerde başarılı oldular. Birileri bu gerçeği kabul etmek istemiyor. Başarılı olunca, belli seçmenler AK Parti'ye oy veren seçmeni, "göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalılar" diye tahkir etti, aşağıladı, horladı. Belli bir kesim var. Vesayetçi kesime de destek veren bu. Bu kesimde şöyle bir ön kabul var: Bizim her düşüncemiz doğrudur, bu ülke bize ait gibi. Buna saplandıkları için bu ezberi bozan gelişmeleri kabul etmediler. Mesala Menderes'ten itibaren seçmene yine hakaret edildi. O zaman dan beri seçmene lakaplar takıldı, hakaretler edildi.

"BELA OKUMAK DEMOKRASİYE AYKIRI"

Milletin yarısına hakaret etmenin anlamı yok. Açıkça söylenmese de "Allah belanızı versin" bunları bunları yapan adamı seçiyorsunuz. Öyleyse hangi taş büyükse ona vurun. Herşeyden önce bu, demokrasinin ruhuna aykırı. Senin istediğin gibi bir sonuç, sandıktan çıkmadı diye sizin seçmene, seçmen iradesine hakaret etmeye hakkınız yok bir defa."
Gülerce, bu açıklamalarını Beyaz TV'de yayınlanan "Ortak Akıl" programında yaptı.
 
HABERİN KAYNAĞI VE VIDEOSU
http://www.haber7.com/televizyon/haber/1191796-huseyin-gulerceden-bomba-sözler

HÜSEYİN GÜLERCE'NİN ERDOĞAN KARŞITI,DAHA ÖNCEKİ SÖZLERİ

http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/04/gulerce-ilcaka-ne-dedi-nisan-2014-o.html

Hüseyin Gülerce’nin Başbakan Erdoğan’a şok hakaret videosu!
http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/04/huseyin-gulercenin-basbakan-erdogana.html

Sevilay Yükselir ezber bozdu; Hüseyin Gülerce iyi polis numarası yapıyor yemeyin!
http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/04/sevilay-yukselir-ezber-bozdu-huseyin.html

GÜLERCE İÇİN ÇOK GEÇ
http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/04/milletin-mesaj.html

Hüseyin Gülerce, AK Parti'ye neden oy vermeyeceklerini açıkladı!
http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/03/huseyin-gulerce-ak-partiye-neden-oy.html

Kim değişti... Tayyip Erdoğan mı, Gülen Cemaati mi?
http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/03/kim-degisti.html

http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/03/huseyin-gulerceye-13-mart-2014-enes-bas.html

Hüseyin Gülerce: Ecevit'in,
Merve Kavakçı çıkışı gerekliydi !
http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/03/huseyin-gulerce-ecevitin-merve-kavakc.html

Gülerce: Çok kötü şeyler oluyor, Erdoğan tarihi yanlışta!
http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/03/gulerce-cok-kotu-seyler-oluyor-erdogan.html


http://birbloganotettim.blogspot.com.tr/2014/03/cemaat-kuran-icki-masasna-meze-yapms-sok.html

Hüseyin Gülerce'den skandal demeç!

12 Ağustos 2014 Salı

İsrail’e askere giden Müslüman ülke vatandaşları

Furkan Azeri

12.08.2014
İsrail’in mazlum ve mağdur Gazze’de yaptığı insanlık dışı katliamlara bütün insani fıtrat, yer-gök hatta doğa kanunları bile isyan ediyor. İçinde insanlıktan zerre miktarınca bir şey kalmış olanlar hatta seri katiller bile bu kadar da olmaz diyor…
Bir iradesi olsaydı şayet beyaz sarayın duvarları bile çatlardı emin olun. Yürüyebilseydi şayet o şatafatlı gökdelenler İsrail’i başlarına yıkmak için harekete geçerdi.

Eğer konuşabilseydi denizler ve dağlar Rabbinden izin isterdi Telaviv’i yerin altına geçirmek için.
Belki de ebabiller 1400 seneden beridir hiç bu kadar uçmak istememiştiler Ortadoğu’nun üzerinde…
Kim bilir belki de hayvanlar âlemi; insanlığın bu zulümlerin karşısındaki sus pus olmuşluğunu kınıyordur kendi âlemlerinde usulüne göre.

Eminim Ortadoğu’daki o malum saraylar sıkılıyor ve utanıyordur, içinde insanlığın utancı olan O yöneticileri barındırdığı için.
Kısaca yer gök herkes isyandadır bu günlerde. ABD, Almanya ve Avrupa’nın vb.lerin bizim yanımızda olmaları beklenemez tarihte de olmamıştır. Zaten Kuran’ı Kerim de bizi “Onlar birbirinin dostudurlar.” (Mâide: 51) " Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar” Diyerek uyarmış asırlar öncesinde. Onlardan bir şey beklemek abesle iştigal olmak demektir, Tarihi bilmemektir, saflıktır.

Fakat İslam âleminin özellikle bu ümmetin bir ve ya iki yöneticisi hariç tamamının susmaları, bu katliamlar karşısında üç maymunu oynamaları ve uluslararası camiada Gazze’nin lehine konuşan birkaç onurlu ve adil yöneticiyi kurtlar sofrasında yalnız bırakmaları harbiden öldürüyor insanı, hatta bazılarının direkt İsrail’i desteklemeleri “lanet olsun bu düzene yıkılsın bu dünya” dedirtiyor bize. Hele hele bizim ile aynı dili konuşan Müslüman ülkelerin vatandaşları gönüllü olarak İsrail’e asker olmak için gitmeleri yok mu buna diyecek bir laf bulamıyorum, en ağır laflar bile hafif kalıyor, eli ayağına dolanıyor insanın, inanmak istemiyor ama bu acı bir gerçek

İŞTE İSRAİLE GÖNÜLLÜ OLARAK ASKERE GİDEN şahısların GÖRÜNTÜSÜ VE İTİRAFI;

http://www.youtube.com/watch?v=aN47lwiAu40&feature=youtu.be

O zaman soralım kim bu içimizdeki hainler?

Bunlar hakkında hukuki işlem yapılacak mı?

Bunlar gerçekten Türk, Azeri ve başka ülke vatandaşıdırlar mı? Yoksa İsrail ile dünya devletleri arasında yalandan sevgi kurmak isteyen ajanlardırlar mı?

Her gün Suriye’ye giden insanlardan bahseden Azeri medyası binlerce çocuğun katillerine, İsrail’e gönüllü giden Azeri vatandaşlarını eleştirebilecek mi? Göreceğiz.

Arjantin terörist İsrail'e gönüllü asker olarak gidenleri terörist saydığı için vatandaşlıktan çıkarma kararı aldı bu bir emsal teşkil edecek mi acaba?

https://twitter.com/furkan_azeri
http://www.timeturk.com/tr/makale/furkan-azeri/israil-e-askere-giden-musluman-ulke-vatandaslari.html#.U-qFPpXlrDc
PAPA'DAN TÜRKİYE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM YORUMU:
"Tüm dünya, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1923’te sonlandırdığı halifeliğin, yeniden diriltilmesini hayretle izliyor"




12.08.2014
Açıklamada, başta Müslüman otoriteler olmak üzere dünyadaki tüm dinlerin temsilcilerine, bu barbarlığı kınamaları çağrısı yapılırken, "Tüm dünya, modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1923’te sonlandırdığı halifeliğin, yeniden diriltilmesini hayretle izliyor" ifadeleri kullanıldı.
Papalık Dinlerarası Diyalog Konseyi Başkanı Kardinal Jean-Louis Tauran, ele geçirdikleri kentlerde yaşayan Hıristiyanları ya sürgüne ya da Müslüman olmaya zorlayan, son olarak da Ezidilere karşı bir katliam başlatan IŞİD’in eylemlerine ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Kardinal Tauran, başta Müslümanlar olmak üzere dini otoritelerin, IŞİD’in insanlık adına utanç verici bu eylemlerine karşı net ve cesur bir tavır almaları gerektiğini belirtti.
Vatikan'dan İlginç IŞİD Açıklaması
DİNİ OTORİTELER HÜKÜMETLERE BASKI YAPMALI
Din başta olmak üzere hiçbir gerekçenin, halifelik ilan eden cihatçı IŞİD üyelerinin Ezidiler, Hıristiyanlar ve diğer azınlık din mensuplarına karşı yapılan bu barbarlığı açıklayamayacağını ifade eden Katolik din adamı, "Dini sorumlulukları olanlar liderler, dinlerarası diyalogla meşgul olanlar ve tüm iyi niyetli kişilerin, nüfuzlarını hükümetler üzerinde kullanarak,
onlara terörizmi desteklemenin, mali yardımda bulunmanın ve onları silahlandırmanın, ahlaken kınanması gereken bir şey olduğunu anlatmaları gerekir" şeklinde açıklamasını sürdürerek, aksi halde dinlerin inandırıcılığı kalmayacağını öne sürdü.

ajanslar

http://www.habervaktim.com/haber/382019/vatikandan-ilginc-isid-aciklamasi.html
Bu Topraklarda İsrail Askeri İstemiyoruz!

İsrail'in bir ayı aşkındır Gazze'de yaptığı katliama tepkiler büyümeye devam ediyor.

12.08.2014

Türkiye'deki bazı aktivist ve gazeteciler, İsrail'in Gazze katliamına karşı 'İsrail askeri istemiyoruz' hashtagi ile bir kampanya başlattı.
Sosyal medya fenomenlerinin de destek verdiği kampanya hızla yayılırken, kampanya adına kurulan siteden yapılan açıklamada kampanyanın amaçları şöyle sıralandı;

Hiçbirşey yapamamaktan yakınan herkesi bu kampanyaya davet ediyoruz
"Filistin'de işgalin son bulmasını, Gazze'deki hukuksuz ambargonun kalkmasını ve katliamların bir an önce durdurulmasını isteyen Türkiyeli vicdan sahipleri olarak, hiçbir şey yapamamaktan yakınan herkes işgali anlatan sadece bir cümle kursaydı bütün dünya Filistin'deki işgale, katliamlara ve zulme karşı durabilirdi" diye düşünüyoruz. Adaleti sağlayabilmek, haksızlıklara son vermek ve zulme karşı durmak; en yakındaki adaletsizliğe, en görünür haksızlığa ve en bariz zulme karşı mücadele etmeyi gerektirir. Bu gerçekten hareketle, Türkiye'den Filistin'e giderek savaşan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı tavır almak mazlumlardan yana olduğunu söyleyenler için en temel görevdir."

Filistin'de katliam yapıp buraya geldiklerinde yapmamış gibi davranıyorlar"
"Birden fazla tabiiyetli yükümlülerden hangilerinin hangi ülkelerde yaptıkları askerlik hizmetinin sayılacağı Bakanlar Kurulunun 05 Temmuz 1993 gün ve 93/4613 sayılı kararı gereğince Milli Savunma Bakanlığı tarafından belirlenmekte olup, İsrail'de yapılan askerlik hizmetleri Türkiye Cumhuriyeti'nde sayılmaktadır. Buna dayanarak hem İsrail hem de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlar, İsrail'de askerlik yapıyorlar, savaşa çağrıldıkları zaman gidiyor ve Türkiye'ye döndüklerinde Filistinli çocukları öldürmemiş, Gazze'de pazar yerlerini vurmamış ve Nablus'ta işgali reddeden gençleri gerçek mermilerle hedef almamış sıradan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları gibi hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar."

Katillerle aynı havayı solumak istemiyoruz
"Biz, katillerle aynı mahallede oturmayı, aynı sokakları paylaşmayı, aynı okullarda okumayı ve aynı işyerlerinde çalışmayı kabul etmiyoruz. Çünkü, Filistinli çocukları "İsrail Ordusu" üniforması giyerek ve ABD silahı kullanarak öldüren katillerle taammüden adam öldüren katiller arasında fark görmüyoruz."
http://www.habervaktim.com/haber/382020/bu-topraklarda-israil-askeri-istemiyoruz.html

6 Ağustos 2014 Çarşamba

F.GÜLEN'DEN YENİ BEDDUA GELDİ
İmtihan ve Hakta Sebât
04/08/2014
*Her hâlimizde, her tavrımızda, her davranışımızda, iman-ı ekmel, ihsân-ı ekmel, ihlas-ı ekmel, rıza-yı ekmel, yakin-i ekmel demeli, hayatımızı bu atkılar arasında bir dantela gibi düzgün işlemeye bakmalıyız. Bunda çok defa tam başarılı olamayabiliriz. Bazen falsolar cereyan edebilir. Fakat o hâl bizi o doğru duygu ve doğru düşünceyi vird-i zebân etmeden alıkoymamalı. Düşsek, sürçsek bile yine kalktığımız zaman “el ihsan ve’l ihlas” demeliyiz.


*Hata etmek, bazen tökezlemek, kimi zaman eksik ve noksan yapmak mukteza-yı beşeriyettir. Bundan dolayıdır ki, Allah Rasûlü, “Küllü’n-nâs hattâûn” demiş ve “hattâûn” kelimesini özellikle kullanarak hata yapmanın insanın tabiatından olduğunu, onun çok büyük hatalar yapabileceğini ifade etmiştir. Daha sonra da, “Ve hayrul-hattâîne et-tevvabûn: Hata edenlerin en hayırlısı hata ettikten sonra hemen tevbe ile onu silmeye çalışandır.” buyurmuştur. Demek ki, önemli olan düşüp kalmamak, düşüp kalkmaktır. Hata edenlerin en hayırlısı, hata ettikten, düştükten, sürçtükten sonra hemen kalkıp doğrulup yine kemerbeste-i ubudiyetle Allah karşısında saygı, ta’zim, tebcil ve takdirle durandır.

*Peygamber Efendimiz, “Âdem (aleyhisselâm) unuttu, evlâtları da unuttu.”buyurur. Nisyan, insan mahiyetine, yaptığı devâsa iyilikleri unutmak için konmuştur. O iyilikleri hatırlamak insanı fahr, gurur, kendini beğenme ve “Yaptığımız şeyleri başkaları rüyalarında bile görmemiştir!” gibi şeytânî mülâhazalara sevkedebilir. Onun için bin tane iyilik yapsan, aklında kalanlar karşısında, tahdîs-i nîmet duygusuyla “Allah’ım bunu Sen yaptırdın. İçinde riya yoksa, süm’a yoksa, ucb yoksa, fahir yoksa şayet, bu iyilikler Sana aittir” demek ve mümkünse hasenatı hep unutmak esastır. Hatırlamayı da, en küçük hata her akla geldiğinde, “Meğer ben ne küstahmışım!” diyebilme istikametinde kullanmak lazımdır.

*İnsan kendisini tanırsa konumunu korumaya muvaffak olur. Allah potansiyel olarak bizi insan yaratmıştır, ama o insanlığın realize planında ortaya çıkması, bir yönüyle şart-ı âdî olarak sizin iradelerinize, cehdinize, teyakkuzunuza ve temkininize emanet edilmiştir.

*Şeytan sürekli aleyhimizdeki bazı şeyleri önümüze sürer, “Haydi siz de bir şey söyleyin bunlara karşı, hep sükût mu edeceksiniz?” der. Belki bazen sûret-i haktan da görünerek bir şeyler dürtükler; biz de hiç farkına varmadan onun dürtüklediği şeyleri söyleriz. Mesela “paralel” dediler bize. “Paralel” paranoyanın nesebi gayr-ı sahih veledidir. Biz de onlara diyelim: “Siz paralelsiniz!” Hayır, böyle mukabele etmemeli!.. Mesela, “sülük” dediler. Nedir? Kanı emen! Hakikaten birileri milletin kanını emiyor, kansız bırakıyor onu. Fakat mukâbele-i bi’l-misil kâide-i zâlimânesine girerek “Kan emen sülükler sizsiniz!” dememeli!.. İlle de bir şey demek istiyorsanız; karbondioksit atma manasında, şöyle dersiniz: “Kim paralelse, Allah onun belasını versin. Kim sülükse, Allah onun bin belasını versin. Sülüklerin evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın. Bizsek yani. Kim çeteyse… kim örgütse… kim silahlı örgütse… kim milletine kötülük yapmak istiyorsa… kim milletin hakkı olan arpa kadar bir haram yemişse, Allah onun belasını versin!” Bunu söylerken kendi adınıza söyleyin!

*Densiz demeyi bile terbiyeme, saygıma uygun bulmadım. Onlar densizliğin her türlüsünü söylediler. Dedikleri ettikleri şeyleri saydılar, yakın tarihe kadar 200 tane küfür, tel’în, lanet lafından bahsettiler. Hepsini hatırımda tutmadım. Orada da Cenab-ı Hakk’ın bana verdiği nisyan hakkını kullandım.

Demedik şey, atmadıkları iftira, söylemedikleri yalan ve sizi uğratmadıkları gadr bırakmamışlar.. etmedikleri emanete hıyanet bırakmamışlar. Fakat bütün bunları -Halk ifadesiyle, onu demek de doğru mu? Nezaketmizle telif edilebilir mi? Karakterimizin sesi soluğu olur mu? Değilse Allah bizi affetsin, mâşerî vicdan da bizi bağışlasın- buldukları bir günah keçisine yüklediler. Bir gün insanlık cennete gitme yoluna girse, sıratı da geçse, orada bir şeye takılsa, “Hele durun size bir şey soracağız!” dense, yine onların o paranoyasından doğan nesebi gayr-ı sahih paralel mülahazasına verecek ve diyecekler ki, “Bunların yüzünden oldu!” Şimdi öyle bir mantık ve öyle bir felsefe, zedelenmiş, yaralanmış, bir yönüyle ayıp örtme duygusuyla kıvranıp duran insanların ruhuna öyle hâkim olmuş ki, bütün mesâvîyi birilerine yüklemeyi o işin içinden sıyrılmanın tek yolu olarak görüyorlar. Fakat, bütün bunlara karşı centilmence davranmak size düşüyor.

*Biraz rahatsızlığımdan, biraz da bunlara cevap vermemek için, aylardan beri burada sizin karşınıza çıkmadım. Şayet sizin karşınıza çıkarken, birilerinin yaptığı fenalıklar karşısında hislerimi işin içine katarak konuşursam, bu marz-ı ilâhîye uygun düşmez, ihlasa muvafık düşmez, ihsan şuuruyla telif edilemez, yakîn ile telif edilemez; böyle olmayınca da o beş para etmez. Beş para etmeyen insanlar gayr-ı merğûb metâlarını her gün maşerî vicdan pazarlarına, panayırlarına sürseler bile, bize bu mevzuda yine karakterimizin gereğini ortaya koymak düşer. Karakterinizi bozmanız, onun gereğine göre laf etmemeniz, öyle bir davranışta bulunmamanız, kendi namusunuza dokunmak kadar çirkin ve şenî’ bir şeydir. Başkaları da kendi karakterlerinin gereğini sergiliyorlarmış, o bizi alakadar etmez.

*Kimse kimsenin vizrini, vebalini yüklenemez. Herkes kendi vebaliyle oraya gidecek. Kaldı ki mesleğiniz, meşrebiniz, mizacınız, mezakınız itibarıyla öbür tarafta görseniz ki birileri sizin vebalinizi sırtlanmış, beli bükülmüş bir hamal gibi o veballer altında inliyor, buna da razı olmazsınız. Bu mülahazayla, bilirsiniz, elli senedir aleyhimde yazı yazan insana bile sizi de şahid tutarak şahsıma ait hakları helal ettiğimi söylemişimdir. Ne var ki, şimdi denen şeyler onun dediklerini çok geçti.

Lenin’in Müslümanlara dediği şeyleri çok geçti. Amnofis’in Hazreti Musa’ya dediği şeyleri çok geçti. Ramses’in bilmem hangi Allah makbulü kuluna dediği şeyleri çok geçti. Fakat elin âlemin dediği, ettiği şeyler hadden efzun hale geldiyse, bence bizim de hadden efzun bir haddimiz olmalı. Her şeyi, Allah’ın izni ve inayetiyle, Cenab-ı Hakk’ın ruh sistemimize, ruh midemize yerleştirdiği enzimlerle ezmeli, hamur etmeli, halletmeli, sonra da ıtrahat halinde atılacak yerlerde götürüp atmalı!

*“Aşık der incitenden / İncinme incitenden / Kemalde noksan imiş/ İncinen incitenden.”Siz incitmeyen olun. Varsın başkaları inciten olsun. Çünkü sizin dünya adına bir talebiniz yok. Başkaları bir şey olduysa, onun ötesinde bir şey olmak için çırpınıyorsa, karakteri de ona müsaitse, yapmadık şey bırakmayabilir. Fakat sizin eğer Allah’ın rızasından, hoşnutluğundan başka, ila-yı kelimetullahtan başka, nam-ı celil-i Muhammedi’yi güneşin doğup battığı her yere ulaştırmadan başka bir hedefiniz varsa, “Biz de bir gün bir yerde küçük bir reis olalım, bir vekil olalım, bir bilmem ne olalım!” mülahazalarını taşıyorsanız, hiç farkına varmadan Allah’tan o nispette uzaklaşmış olursunuz.

*Hz. Pir-i Mugan, demokrasiye, evrensel insan haklarına hizmet ediyorlar diye belli bir dönemde altmışlar öncesi bazılarına karşı az tarafgirlik hissettiğini, fakat sonra yanlış olduğunu anladığını ve “Euzubillahi mineş-şeytani ves-siyaseti” deyip uzaklaştığını belirtir. Mesleğimiz, meşrebimiz budur. Sizin arkadaşlarınız da ayaklarının ucuna kadar gelen o şeyleri böyle bir mülahaza olmasaydı katiyen itmezlerdi. Varsın onun arkasından koşanlar koşadursunlar; siz onların hepsini elinizin tersiyle itin. “Bana Allah’ım gerek!” deyin. “Cennet dedikleri üç beş huri, üç beş gılman, üç beş villa, üç beş tane köşk. Sen onları isteyene ver, bana Seni gerek Seni!” deyin ve yolunda böyle yürüyün. Allah sizi yüz üstü düşürmeyecektir, inanın buna.

*Fırtınalara, tsunamilere gelince; şimdiye kadar bu yolun yolcularının sabit değişmez kaderi olmuştur. Hep imtihan olmuşlar, evlatla imtihan olmuşlar, malla imtihan olmuşlar; çağın tiranlarıyla, güç ve kuvvet zehirlenmesiyle mahvolmuş insanlarıyla imtihan olmuşlar. Seyyidina Hz. Musa, Mısır’dan Eyke’ye, oradan Medyen’e mekik dokumak üzere yurdunu yuvasını terk etmiş. Seyyidina Hz. Yusuf’un çektiği şeyler dillere destan. Yakup aleyhisselam’ın çektiği dillere destan. Hazreti İbrahim Halilu’r-Rahman doğup büyüdüğü Mezopotamya’dan, yurdundan, yuvasından kovulmuş.

Diğer enbiya-ı izamın başına gelen şeyler malum. İnsanlığın İftihar Tablosu kendi beldesinden, Kabe’den dışarı çıkarılmış. Bütün Peygamberler çekmişler. Veliler de çekmişler. Gazzali deliler gibi mezarlarda dolaşmış. Hasan Şazili hazretlerinin adeta boynuna zincir vurulmuş, ayaklarına pranga takılmış. İmam Şafii hazretleri zincirler içinde ta Bağdat’a kadar celbedilmiş, sürekli kan püskürte püskürte oraya kadar götürülmüş; dayanamamış bunlara 55 yaşındayken ruhunun ufkuna yürümüş.

Koca Ebu Hanife zindanlarda kırbaçlanmış. Ahmed bin Hanbel gibi büyük muhaddis, bir milyon hadisi eleyerek Müsned’ini yazmış bir insan, “Kur’ân mahluk değildir” dediği için, Kur’ân’ın tek bir meselesinden dolayı hapishanelerde kırbaç yiye yiye ömrünü geçirmiş. “Bu yol uzaktır, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular var.” Eğer bu yolu böyle bilerek girmişseniz, bunlara da katlanacaksınız. Bazen Firavunlar yapacak, bazen Nemrutlar yapacak, bazen kefere ve fecere yapacak, bazen münafıklar yapacak. Bazen de Müslümanlığı sindirememiş, Kur’ân okudukları halde gırtlaklarından aşağı inmeyen, alınları nasır bağlayacak şekilde secdeden başlarını kaldırmadıkları halde nifaktan kurtulamayan insanlardan çekeceksiniz. Bir yönüyle çok defa çekme sizin kaderiniz, çektirme de onların huyu olacak; bütün bunları bilerek bu yolda iseniz dişinizi sıkıp sabredeceksiniz.

*Kur’ân-ı Kerim’de

وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ

“Andolsun ki, sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber) sen sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155) buyurulmak suretiyle, insanın çok farklı imtihanlara maruz bırakılacağı ifade edilmiş; daha sonra da, bu belâ ve mihnetlere sabredenler müjdelenmiştir. Buna göre tıpkı ibadetlerin insanın derecesini yükselttiği gibi, menfî ibadet sayılan imtihanlar da sabredildiği takdirde insanı günahlarından arındırır ve onu en yüce ve yüksek makamlara çıkarır.

*“Sabır kurtuluşun sırlı anahtarıdır.” Başınıza ne gelirse gelsin; “Gelse Celâlinden cefa, yahut Cemâlinden vefa; ikisi de cana safa, lütfu da hoş kahrı da hoş.” Bu Kıtmir kardeşiniz 27 Mayıs’tan bu yana -çoğunuz yoktunuz o gün- ölüm tehditleriyle her zaman preslendim. Askerliğimi yapmamış bir gençtim. O zaman ihtilalciler yapıyordu. 12 Mart’ta zindanlar gördüm, tehditler gördüm; Yargıtay’da o mesele duruyorken bir af çıktı, Cenâb-ı Hakk öyle sıyrılmak lütfetti, mahkumiyet ve sürgün kararları vardı. İnandığınız şeylere inanmayanlar, sizin değerlerinizi değer kabul etmeyenler sizi hiçbir zaman hazmedememişlerdir. 12 Eylül’de tam 6 sene -o sefillerde kaçan şaki gibi- kovalandım.

Cenâb-ı Hakk onlara yakalatmadı. Arkadaşlarımdan birisi -makamı cennet olsun- ordudan ayrılmış Cahit Erdoğan dedi ki bir gün: “Hocam iyi ki ele geçmedin; öyle işkence, eza ve cefa ki, hastasınız, şekeriniz var, kalbiniz var, dayanmanız mümkün değildi. İyi ki Allah yakalatmadı.” Fakat, babayiğitler, başkan Muhsin gibi kahramanlar -makamı cennet olsun- 6 sene hücrede kaldılar.

*28 Şubat’ta da aynı şey oldu. Sonra Haziran Fırtınası koptu. Akabinde musibet musibeti takip etti. Şimdi o Haziran fırtınasında birilerinin işgüzarlık yaparak 300 sayfalık iddianameye sokuşturdukları şeyleri Neo-iddianame şeklinde yine hazırlamayı düşünüyorlar. 300 sayfalık iddianame ki burada niyabet tarikiyle istintak edilirken New Jersey başsavcısı baktı ve katıla katıla güldü; “Bu ne komik şey!” falan dedi. Bugünleri görseydi herhalde gülmekten bayılırdı.

*Hasılı; biz hep çektik, çektirenler de hep çektirdiler, bundan sonra da çektirecekler. Allah’a ahd-ü peymanımız var; dönmeme kararındayız. Allah döndürecekse, canımızı alsın. Allah bunları yapanlara da insaf, iz’an, bizimle beraber kalb salahı ihsan eylesin. Âmin…
KAYNAK VE VIDEO İÇİN
http://www.herkul.org/bamteli-bu-hafta/
Siyonist Yüzsüzlüğü
Siyonist terör devleti Gazze’de binlerce masumun kanına girmeye devam ederken, Türkiye’deki İsrail muhipleri de katil askerleri “son derece insancıl” göstermeye çalışıyor.
Siyonist Yüzsüzlüğü06.08.2014


Siyonist terör devleti Gazze’de binlerce masumun kanına girmeye devam ederken Türkiye’deki İsrail muhipleri ise Siyonist askerlerin ne kadar insancıl ve ‘numune’ yaratıklar olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar. Türkiye Yahudileri, internet sitesinde yayınladıkları bir fotoğrafla üst düzey İsrailli kadın bir subayın tekerlekli sandalyedeki bir İsrailli engellinin önünde diz çökmesini görüşlerine dayanak olarak sundular.
OYSA ENGELLİLERİ BİLE KATLEDEN KENDİLERİ
Eli kanlı Yahudi teröristler için algı operasyonu yürüten söz konusu Siyon yandaşları, tekerlekli sandalyeye mahkum Tagrid isimli Filistinli genç kız ve yine tekerlekli sandalyedeki 80 yaşındaki bir ninenin Siyonistler tarafından nasıl öldürüldüğüne ilişkin tek bir kare paylaşma cesaretini ise gösteremiyorlar. İsrail köpekleri, Şeyh Ahmet Yasin’i de tekerlekli sandalyesinde roketle vurarak şehit etmişti.
1-131.jpg
Turkish Jews – ‘Türk’ Yahudileri adlı facebook hesabından “İsrail’de askeri üst düzey komutan engelli hasta karşısında diz çöktü” denilerek algı operasyonu yürütülüyor.
2-139.jpg
Oysa Siyonistlerin gerçek yüzünü işte bu kareler gösteriyor; Tagrid isimli Filistinli genç kız da tıpkı Filistin davasının büyük şehidi Şeyh Ahmed Yasin gibi tekerlekli sandalyesinde İsrail bombaları ile can verdi.
is11.jpg
İsrail köpekleri, Şeyh Ahmet Yasin’i de tekerlekli sandalyesinde roketle vurarak şehit etmişti.
4-059.jpg
Yahudi teröristler, işledikleri vahşeti sözde ‘dini’ emirler gereği gerçekleştiriyorlar.
NEFRETİN KAYNAĞI MUHARREF TEVRAT
Siyonist terör devleti Gazze’yi kan gölüne çevirirken tüm dünya “Bir millet nasıl bu kadar vahşileşebilir?” sorusuna mantıklı bir cevap bulamıyor. Bu sorunun cevabı Siyonistlerin sözde ‘kutsal’ kitabı muharref Tevrat’ta açıkça görülüyor. İşte fitneci hahamların tahrif ettikleri Tevrat’tan muharref bölümler:
“Sen benim topuzum, cenk silahımsın, seninle milletleri kıracağım, ülkeleri helak edeceğim… ve seninle erkeği ve kadını kıracağım, ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağım; ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım; ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; ve seninle valiyi ve kaymakamı kıracağım.” (Yeremya 51/20-23)
“İşte Rab’bin acımasız günü geliyor.” (İşaya: 13/9)
“Yakalananın bedeni delik deşik edilecek. Ele geçen kılıçtan geçirilecek. Yavruları gözlerinin önünde parçalanacak. Evleri yağmalanacak, Kadınların ırzına geçilecek.” (İşaya: 15-16)
“Hem yiğidi, hem kızı, emzikteki çocukla ak saçlı adamı, dışarıdan kılıç ve içeriden dehşet telef edecek. Hasımlarından öç alacağım, Ve benden nefret edenlere ödeyeceğim.” (Tesniye, 32/25)
“Onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin, onlara acımayacaksın.”
(Tesniye: 7/1-3)
“Ve yayları gençleri yere çalacak ve rahmin semeresine acımayacaklar, gözleri çocukları esirgemeyecek.” (İşaya: 13/15-1
“Mülklerini alacağımız milletlerin yüksek dağlar üzerinde, ve tepeler üzerinde, ve her yeşil ağaç altında ilahlarına ibadet ettikleri bütün yerleri mutlaka harap edeceksiniz.”
(Tesniye: 11/23-25)
Şimdi bütün erkek çocukları ve erkekle yatmış kadınları öldürün. Yalnız erkekle yatmamış genç kızları kendiniz için sağ bırakın” (Çölde Sayım: 31 /17-18)
Habervaktim.com

1 Ağustos 2014 Cuma

Karaman Hoca kendini ele verdi
Mustafa Özcan/ YeniAsya
13 Temmuz 2009

Hayrettin Karaman Hoca son yıllarda büyük güven kaybetti. Bunun nedeni her yerde ve her ortamda olması. Farklı yerlerde farklı konuşması gibi hususlar nedeniyle gerçekten de güven kaybetti. Böylece tutucudediği hocaların kendi hakkındaki görüşlerini fazlasıyla doğrulamış oldu. İfrat ve tefrit çizgisi arasında son yıllarda yalpalamaktan maada hep tefriti temsil eder oldu. Sözgelimi aşırı gördüğü insanları rahat bir biçimde Haricilerle mukayese ediyor. Lakin ifratın öbür ucunda yer alan Şia hakkında gayet müsamahakar davranıyor ve neredeyse onların bid'at ehlinden olduklarına dair tek kelam etmiyor. Bura rağmen öbür taraftan neredeyse isimleri silinmiş sadece yer yer sıfatları kalmış Hariciler hakkında atış serbest iken Şiiler hakkında haklı eleştiriler bile ‘ümmet birliğiadı altında yasaklanıyor! Halbuki bid'at birliğe manidir. Sünnileri ve İslam alemini bu durumda iki zümre kandırıyor. Bir, takiyye meşrebiyle kendilerini ve görüşlerini allayıp pullayıp müşteri arayan teşeyyü' akımı ve takımı ve bir de suret-i haktan görünerek ve Sünniliği temsil makamında algılanan Hayrettin Karaman Hoca gibilerin iğfalatıdır. Teeddüben idlalalat demiyeceğim ama yaptıkları şey en hafifinden ifsadat ve iğfalat cümlesindendir. Zira mensupları kalmamış ya da İbazîler gibi etkisi azalmış mezhepler hakkında dilinin kemiği yokken Ayetullah Teshiri gibi ehl-i bidat ve borazancıbaşıların peşine ve arkasına takılarak Sünnilerle Şiiler arasında neredeyse bir farkın olmadığını savunmaktır. Aynı yoldan yürüyen Mustafa İslamoğlu ise iki mezhep arasında hiçbir fark olmadığına dair Azerbaycanlı bazı insanların sorularına gelişigüzel cevap vermiştir. Hayrettin Karaman Hoca ifrat ile tefriti, Sünni yol ile bid'î yolu ayırmadığı halde yani bu makamda tefrite düştüğü halde ifrat ehlini suçlamakta ve onlara reddiyeler kaleme almaktadır. Guya zumunca ve kendince Ehl-i sünnet yolunu savunanlara yol göstermekte. Halbuki kendisinin bu hususta rehber olabilmesi için Ehl-i Sünnet tarikini ve yolunu iltizam etmesi ve benimsemesi gerekir. Lakin beyanlarından onun Ehl-i sünnetin görüşlerini değil de Teshirinin görüşlerini benimsediği anlaşılıyor.  Lakin bütün bunları tevriye yani kaçamak yollarla yapıyor. Ayıp olan husus budur.
 
Son olarak kimi kastediyorsa Tevil varsa tekfir yoktur diye bir makale kaleme almış ve burada Sarahsinin Mebsutundan bazı nakiller yapıyor. Buna göre, insanlar bazı değerleri ve rükünleri tevil yoluyla saptırırlar veya reddederlerse İslam dairesinden çıkmazlar. Haklarında bir şey lazım gelmez.  Mutezile böyledir. Mutezilenin rüyetullah ve benzeri konularda görüşleri malumdur ve bu yolda tevilata sapmışlardır. Lakin tevilatlarından dolayı tekfir edilmemişlerdir. Gerçi Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevinin Metnil akaid gibi kitaplarında bu hususta bazı mezhepler tekfir ediliyor. Sünnilikte kaide ise şudur: Bir mezhebin görüşleri onu küfre götürse bile ihtiyaten ismen ve aynıyla bir mezhep küfre nispet edilmez. Zira, bazen mezhebin mensupları ve ammesi mezhebin dakik meselelerinin farkına varmazlar ve belki de bu hususta aynı anlayışı da paylaşmazlar. Bu durumda mezhep külliyen ve ayniyle tekfir edilerek küfür bütün mensuplarına teşmil edilmez. Lakin Mutezile, Ehl-i sünnet alimlerine göre tevilatta israfata gittiğinden dolayı bidat makamına tenzil etmiştir. Bundan dolayı Mutezileye bid'at demeyen dolaylı olarak onun görüşlerini paylaştığı gibi onunla ilgili hükmü yani ehl-i bidat sıfatını da paylaşmış olur. Aynı durum Şia için de geçerlidir.

Mezhepler tarihinde en tehlikeli ve siyasi yönleri itibarıyla en zararlı olanı Şiilik olmuştur. Şiilik siyasal İslam’ın anasıdır.  Şeltüt aksini iddia etse bile Şiilik en fazla vaza yani uydurma haberlere mesnet olan mezheptir. Hatta Musa Carullah Bigiyefin El Vaşiasında ifade edildiği gibi bunlara görüşü bile denemez ve düpedüz  imamlar hakkında sahip oldukları mu'tekedat ve kanaat aslında esatir yani mitoloji nevindendir. Ha onların bazı kitaplarını okumuşsunuz ha vakit geçirmek için Bin bir Gece Masallarını mütalaa etmişinizdir. Karaman Hocanın bu konuda birikimlerinin yetersiz ve görüşlerinin isabetsiz olduğu  meydandadır ve yazdıklarından malum olmuştur. Evet ve elbette Ehl-i Sünnet vel cemaat tevil sahiplerini tekfir etmez. Mebsutta Sarahsi ve El kanun fit Tevil (veya kanunun tevil) kitabında Gazali aynı şeyleri söyler. Lakin Gazali bununla birlikte bazı ilave şartlar da söyler. Bunlardan birisi de Hazreti Peygamberden yalan sadır olmadığına inanmaktır. Peygambere yalan isnat eden fırkalar tevilatı ne olursa olsun kabak gibi kafirdirler. Şia bunu doğrudan yapmasa bile Beda gibi inançlarıyla bunu dahi geçmektedir.. Onun ötesinde imanı korumak için ma ülime mineddini bizzarurekuralını da ihlal etmemek gerekir. Yani dinde zaruri olarak bilinenleri reddetmemektedir. Sözgelimi, İslam’ın beş rüknünü tevil ederek mehtevasının dışına çıkaranlara Müslüman demek ne derece doğrudur? Burada evrak veya banknot nevinden paralara zekat terettüp etmediğini savunarak zekata mani olmak başkadır ve bu durumda tevilatından dolayı mazur olmasa bile kafir olmaz. Lakin zekat temizlenmektir ve helal kazanan birisi için zekata ne luzum vardır dese ve zekatı böylece bağlamından tamamen çıkrarsa ve namazı da dua etmektir ve zaman zaman Allaha yakarmak kafidir derse bu batiniliğe girer ve ölçüler kaçar ve din tamamen keyfi hale gelir. Dolayısıyla bu makamda da tevilun dune tevil kuralı geçerlidir. Yani her tevil bir ve aynı değildir. Kıyas maalfarik gibi tevil dune tevil makamları vardır.


Bu girişten sonra kendisine ve İslami camiaya daha fazla zarar vermeden Karaman Hocaya köşesine çekilmesini tavsiye ediyoruz. Gereği kendisini ilgilendirir ama Hocanın dengeyi tutturamadığı kesin. Belki maksadı faydalı olmak ama faydalı olma niyetiyle zarar veriyor. Bugüne kadar takribu mezahip konusunda samimi olanlar hep pişman oldular. Bunlardan birisi Musa Carullah Bigiyeftir.  Zamanında Hayrettin Karaman gibi kendisi de tongaya düşmüştür. Kendisi İslam ittihadı için önce Şianın beşinci mezhep olarak Sünni dünya tarafından kabul edilmesi gerektiğine dair bir risale yazmıştır. O zamanlar düşüncesi aynen Hayrettin Karaman veya Hayri Kırbaşoğlu gibidir. Lakin daha sonra Şia meselesinde derinleştikçe azim bir hata içinde olduğunu fark eder. Yıllar yılı Irak ve İranda dolaşır ve Şii kültürel mirasını gözden geçirir ve Şii ayetullahlarla bizzat görüşür ve onlara yazdıklarını gönderir ve onlardan samimane bir şekilde cevap ister. Şia içinde bütün kitapların elenmeden ve reddedilmeden Şianın bırakın hak mezhep olmasını İslama en büyük zarar olduğunu beyan eder. Mesela şöyle der: Bazı Şiiler (Aliallahiler) Hazreti Ali ve Caferi ilah olarak tanıyorlar. Bu bir yerde kendileri için zararlıdır. Ama birinci kuşağı tekfir etmeleri ve dinde şüpheye düşürücü yaklaşımları İslam dünyasının birliğine ve bütünlüğüne en büyük zarardır. Demek istediği şudur: Şianın küfrünın zararı kendinedir bidatı ise bütün ümmetedir.  Bu anlamda Hazreti Aliye Allah diyen Aliallahilerin bile diğer Şiilere nazaran tehlikelerinin hafif olduğunu söylemektedir. Zira diğerlerinin tefrika çıkarma ihtimali yoktur. Diğerleri ise sureti haktan görünerek daha büyük zarar vermektedir. En büyük kanıt tarihtir.  Bundan dolayı İran devriminden sonra birileri ateşle oynayarak gafilane bir biçimde Türkiyedeki Alevilerin Şii ve Caferi olmaları gerektiğini savunmuşlardır. Bunun daha az zararlı olacağını söylemişlerdir.  Halbuki tersi doğrudur.  Musa Carullah Bigiyefe göre, aslında gulat ile İsna Aşeriyye arasında belirgin bir derecede fark yoktur: Ve men mineşşiati leyse bigalin ( El Veşia fi  nakdi akaid eş Şia, S: 90). Sözgelimi Lübnanlı Kayıp İmam Musa Sadr, Hafız Esad’ın Nuseyriliğini tezkiye etmiş ve onun mutedil bir Şii mezhep olduğuna dair fetva vermiş ve dolayısıyla meşrulaştırmıştır. Keza Muhammed Hüseyin Fadlallah aynısını Dürzi taifesi için yapmıştır.

 Mamut Toptaş Hoca gibi kimileri de Şiiliğin kabuk değiştirdiğini ve şuanki Şianın daha mutedil olduğunu söylemekte veya en azından bu hususun gözden geçirilmesini istemektedir.

 Bu ise seraptan başka bir şey değildir. İran Devriminden sonra güç kazanan Şia bütün ihtiyatını elden bırakarak kendisini ele vermiştir. 1935 yılı itibarıyla da Musa Carullah Bigiyef şunları söylemektedir :Günümüzün Şiasının geçmişteki Şiadan daha mutedil olduğunu söyleyenler yanılıyorlar. Aksine, günümüzdeki Şia taassup derecesinde geçmişin de ilerisindedir, daha yüksektir…”

 Dolayısıyla bazıları siyasi yönden bazıları da dini yönden Şia tehlikesini hafife almakta bu ise ihtiyatın kalkmasına neden olmakta ve tehlikeyi daha vurucu hale getirmektedir. Şianın İslam alemine ve ümmete verdiği zararlar Haricilerle bile mukayese edilemez. Kat be kat fazladır. Hal böyle iken Karaman Hoca Haricileri hedef alırken diğer taraftan bu cesametteki bir tehlikeyi görmezlikten gelmektedir. Hatta tehlike olmadığını söylemektedir. Dolayısıyla müfrite müfrit ve ehl-i bidata bidat demediği için kadere fetva verdirmekte ve  tekfirci tarafa mazeret ve bahane üretmektedir.

Musa Carullaha göre, günümüzün Şiileri inançlarında ve bunu izharda seleflerinden daha aşırı ve azgın bulunuyor ( El Veşia, S: 66). Ona göre, en az 200 ayeti tenziliyle veya teviliyle kitaplarında tahrif etmişlerdir. Kesinlikle Musa Carullah, İhsan İlahi Zahir gibilerden farklıdır. Lakin Şiilikle ilgili tetebbuatı sonunda onu aynı kanaate sevk etmiştir. Zira akıl için yol birdir. Hayrettin Karaman ise populizme mağlup olmuş ve ehl-i bidatın zararlarını hiçe saymış ve görmezlikten gelmektedir. Aksine, karşı taraftakileri de ehl-i bidata nispet etmiştir. Musa Carullah Bigiyef, Şianın kafir olmadığını lakin dahili tehlike olarak daha büyük tehlikeli olduklarını beyan etmektedir. Şia ile bizim literatürümüz tam zıt istikamette seyretmektedir. Onlar Sıddık-ı Ekbere zındık derken onların Rahman-ı Tak dediklerine biz Şeytan-ı Tak demişiz. Bu misaller binlerle çoğaltılabilir. Buna rağmen, nasıl oluyorsa Hayrettin Karaman gibiler Sünnilikle Şiliği aynı kefeye koyabiliyorlar? Bunu yapmak ne hadlerine ve de kim oluyorlar ? Kestirmeden kendisine hemen derhal bir Veşia kitabı edinmesini ve onu okumasını öneriyoruz vesselam. Gerçekten de artık sapla samanı karıştıracağına köşesine çekilerek dinlenmeye ihtiyacı var. Bu işler Gripin üzerinden karı beğenmeye benzemiyor.