HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

30 Ocak 2014 Perşembe

Hizmet/Camia’nın tabanına bazı sorular


Bahadır Kurbanoğlu, 17 Aralık operasyonuyla başlayan Hükümet-Güler grubu arasında başlayan olaylar ve süreç üzerine ele aldığı makaleyi sizlerle paylaşıyoruz.

İşte Bahadır Kurbanoğlu`nun Haksözhaber`de ele aldığı makale

Bazı samimi soruların bizatihi ‘Hizmet’, ‘Camia’ ya da ‘Cemaat’e yıllardır gönül vermiş insanlar tarafından sorulup cevaplandırılmasının elzem olduğunu düşünmekteyiz.

Tozun dumana katıldığı bu süreçte, “Paralel Yapılanma”; “Paralel Devlet”; “Çete”; “Küresel Operasyon” gibi tartışmaların insan zihnini ve psikolojisini yoran boyuttaki tartışmalarına girmeden, bazı samimi soruların bizatihi ‘Hizmet’, ‘Camia’ ya da ‘Cemaat’e yıllardır gönül vermiş insanlar tarafından sorulup cevaplandırılmasının elzem olduğunu düşünmekteyiz.

Bu sorulara cevap bulmaktan kaçınıldığı sürece hem olan biteni doğru kavrama hem de gerçeklerle yüzleşmekten kaçınılacağı aşikârdır.

1- “Hakikat bizde. En iyisi, en doğrusu, en sahihi biziz özgüvenini hizmet ehline bahşeden nedir? Eğer Allah ise -haşa- O, hakikatin yegane kaynağıdır ve ancak o hakikati tek başına temsil edebilir. Bizler ise ictihad ederiz, tefekkür ederiz, fehmederiz, fikrederiz, akıl, vahiy ve tecrübeye dayanmaya çalışırız. Yok eğer bu özgüveni bahşeden insan ise, maazallah bu şirktir! Hakikatin tecellisini layusel/sorgusuz sualsiz tek bir insanda, onun şahsı manevisinde ve bilumum kerametlerinde görmek, vahye ve sünnetullaha aykırıdır; hatta helaka kadar götüren müsebbiplerdendir.

2- 8-9 yıla yayılmış “Erdoğan sevgi”si nasıl olup da kısa süre içerisinde “Erdoğan nefreti”ne dönüştü? Niçin seviyordunuz? Niçin nefret etmektesiniz? Buna sizler mi karar verdiniz yoksa sizlerin hayrını sizlerden daha fazla düşündüğüne inandığınız hikmetinden sual olunmayan akîl insanlar mı? Sevgi ya da nefret fark etmez, bu sevgi ve nefret ölçüsü doğru mu, ahlaki mi, ilkesel mi, vahye uygun mu?

3- Aynı şekilde, Türkçe Olimpiyatlarının kapanış gecesinde “Mavi Marmara şehitleri için” siyah kurdela taktırtan ve onları şehit olarak gören kalpleriniz nasıl bir anda ters istikamete seyir aldı. Komşularla, dostlar, arkadaşlar, Müslümanlarla selamı sabahı kesmeye kadar götüren ilkesellik(!) ve olayların arka planına tutulan hikmetinden sual olunmaz projeksiyonlar hakkında bugüne dek sağlıklı bir şekilde tefekkür edebildiğinizi düşünüyor musunuz?

4- “Beddua” konusu hakkında ne düşünüyorsunuz? “Ağabey” ve “üstadlarınız” çok şeyler söyledi, yazıp çizdi. Sizler “dini konuları yorumlamada biz yetkin değiliz” cevabıyla kendinize yönelik eleştirileri püskürttünüz. Belki vicdanlarınızda kendinizce makul bir mecraya oturttunuz. Peki bu bedduanın ülke insanı tarafından nasıl algılandığı hakkında hiç gözlemlerde bulundunuz mu? Ya da camianız dışındaki ilim ehlinin Vahyi mübinden yola çıkarak bu konuda yapmış oldukları açıklamalara hiç göz attınız mı?

5- “Biz” derken gerçekten dünya üzerindeki tüm Müslümanları mı kastediyorsunuz, yoksa dünya üzerindeki bütün “hizmet ehlini” mi? Cevabı vermekte acele etmezden evvel birkaç kez düşününüz!

6- Gazete ve dergilerinizi okurken, size yakın televizyon kanallarını izlerken, sahip olduğunuz vicdan gereği rahatsız olduğunuz hususlar olduğunda hiç eleştirme ihtiyacı hissettiniz mi? Yoksa bu hissiyatınızın köreldiğini düşünüyor musunuz? Cevap “evet” ise, sebepleri hakkındaki hükmü araştırdınız mı? Ölçüsüz bağlanma, adalet, kıst, denge, hikmet düzlemi hasara uğramış olabilir mi?

7- Takip ettiğiniz medya organlarında, özellikle Gezi olaylarından bu yana Erdoğan’ın “Tek Adam” olduğuna ilişkin eleştiriler sizleri tatmin etti mi? Ettiyse yine aynı soru: Hangi ölçü muvacehesinde? Mesela Hocaefendi’nin yazı ve konuşmalarının Zaman ve Samanyolu başta olmak üzere Camia’nın herhangi bir yayın organında eleştirilebilmesi mümkün müdür? Soruyu ileri götürelim: Hocaefendi eleştirilebilir mi? Cevap “hayır” ise, onu diğer insanlardan ayıran bu ölçüyü kim, hangi kriterlere göre koymuştur? “Evet” ise, buna küçük bir örnek gösterebilmek mümkün müdür?

8- Malumu olduğu vechiyle İslam istişare, şura ve icmayı temel ilkelerden sayar. Durum böyle iken dünya bir yana Hocaefendi/Hizmet bir yana gibi bir anlayışla, görüşlerini tüm beşeri görüşlerin üzerinde görme tavrı, hem onun açısından, hem de tüm hizmet ehli açısından yanlış ve zararlı değil midir? Dünya üzerindeki bunca müslümanın, mütefekkirin, ulemanın görüşleri ve hatta üzerinde icma ettikleri konular bir yana, bizim görüşlerimiz diğer yana tavrının sahihliğine İslam tarihinden ve vahyi mübinden delil getirebilmek mümkün müdür?

9- Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı gibi organlardan sadır olduğu, medyaya ve hizmetin “Abileri”nin görüşlerine yansıdığı üzere Erdoğan’ın 2011’den sonraki anti-demokratik tavır ve kararlarından ötürü kendisi eleştirilmekte; hatta bu eleştiriler “Milli Menfaatler”e zarar noktasına kadar götürülmektedir. Hizmet ehlinin bu süreçteki cevvaliyeti de bu hassasiyetlere bağlanmaktadır. Bu açıklamaların inandırıcılığı üzerinde hiç düşündünüz mü? Saldırı alanlarının gayrı milli sonuçlar doğurması hakkında hiç şüpheleriniz oluştu mu? Halkbank, “Hedef 2023” projeleri vb.’nin hedef alınması acaba sadece Erdoğan taraftarlarının “algı operasyonu” olarak görülebilir mi?

10- Hizmet bu kavgadan galip çıktığında bile, nelerin kaybedilmiş olacağı hakkında hiç düşündünüz mü? Haklı haksız bir yana, bu kavganın ülkeye verdiği zarar hakkında hesaba girişmeyi düşündünüz mü? Erdoğan’ın bu ülkeye -tek başına- ciddi manada zarar verdiğini düşünenler, son süreçte Cemaat’in verdiği ve kimlerin hanelerine yazıldığı çok açık olan zararların düzeyini hesaplayabilmekte midirler?

11- Daha önce hiçbir camiaya, partiye, lidere, çevreye gösterilmeyen bu öfkenin normal ve kontrollü olduğunu, haklı ve adil bir çerçeveye oturduğunu gerçekten düşünüyor musunuz? Yoksa sadece hocaefendi kızmışsa yine bir hikmeti mi vardır? Bugüne dek hocaefendinin neden George W. Bush’a, Ariel Şaron’a, -hadi onlardan çekinildi diyelim- Budist çetelere iki çift sözü, geçtik bedduayı bir sitemini, serzenişini, -yine geçtik İslami literatürü- İnsan hakları bağlamında bir sigaya çekişine rastlamalı değil miydik? Mesela sizler dünya Müslümanlarına ve diğer halklara zulmedildiğinde birer mümin olarak “mazlumların ahına kim yetişecek” mi diyorsunuz yoksa teenni ve tedbir dairesinde sadece “biz intikamımızı sevgi ve merhamet içre yıllara yayılan çalışmalarımızla alacağız” mı? İkincisiyse eğer, ağabey ve üstadlarınıza Erdoğan’a neden aynı tahammülü göstermedikleri, onun hışmı ve zararına uğramamak için tedbir ve suhulet politikasını aynen sürdürmediklerini sordunuz mu?

12- Yani Erdoğan’a da sabredilse olmaz mıydı? Seçim kaybetmesi beklense, ya da ameliyat masasından bir daha kalkamayacağı günlere bırakılsaydı beklentiler, geçmiş 40 yılla karşılaştırıldığında daha tutarlı olmaz mıydı?

13- Ağabeyleriniz, üstadlarınız, mütefekkirleriniz İslamcılık ile aralarına mesafe koymuş olabilirler; hiç kimseyi bir düşünce ya da akımı kabullenmeye zorlayamazsınız. Eleştirirler, yerden yere vururlar, öldüğünü ilan edip, kitleleri cenaze namazına davet edebilirler. Hele ki elde medya gücü var ise, bunu gür bir seda ile gerçekleştirebilirler. Ancak buna karşıtlık “Dindar Nesil-Altın Nesil”; “Ümmet-Biz”; “İslam Coğrafyası-Türkiye”; “Birinci Lig-İkinci Lig”; “Reel Politik-Ütopyacılık” vb. tüm İslam dünyasına haddini bildirircesine ve dahi pusuda bekleyenleri harekete geçirircesine gerçekleşmekte ise, burada sizlerin de üzerine sorumluluklar düşmekte değil mi? Düşündüğünüzden tembellik edip düşünmediğinizden, yaptığınızdan yapmadığınızdan, farkındalık içinde olduğunuzdan geçiştirdiklerinizden, ve adeta “Bizim ümmiler üzerinde bir sorumluluğumuz yoktur” emareli davranışlardan Müslümanlar olarak kaçınmamız ve gidişatı doğru okuma çabası içerisinde olmamız gerekmez mi?

14- Suçu, vebali, sorumluluğu sadece “karşı taraf”a yıkmak belki “nefsimizi temize çıkarmaya” yarayabilir. Ama “karşı taraf”a kimleri, hangi kesimleri, hatta hangi geniş kitleleri/yığınları koyduğumuzun farkında değilsek eğer, bugünlerden geçen Türkiye ve başındaki hükümet için neden tüm dünya Müslümanlarının duaya durduğunu da anlayamayız, kendi kendimizi “ötekileştirmiş” oluruz.

15- Kendinize soracağınız son soru bu olsun: Neden tüm dünya Müslümanlarının duaya durdukları bir zamanda bizler aynı hedefe dönük bedduaları sahiplenmek zorunda kaldık! Birçok sorunun düğümü burada.

Bahadır Kurbanoğlu / HAKSÖZ-HABER
http://www.timeturk.com/tr/2014/01/11/hizmet-camia-nin-tabanina-bazi-sorular.html#.Uun10vti0tD 
                   FETULLAH GÜLEN'İN BEDDUASI VİDEO

 


29 Ocak 2014 Çarşamba

Zekeriya Öz kimdir? Yerine Kim atandı?

 
Zekeriya Öz, Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Dünya'ya geldi. İlk, orta ve lise öğretimini Bursa'da tamamladı.
Zekeriya Öz kimdir? Yerine Kim atandı?
10 Ocak 2014 Cuma 15:56
Zekeriya Öz, Bulgaristan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Dünya'ya geldi. İlk, orta ve lise öğretimini Bursa'da tamamladı. Babası Bursa'da esnaflık yapan Zekeriya Öz, 1986 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1991 yılında mezun oldu. Zekeriya Öz, 1997'ye kadar Bursa Barosuna kayıtlı olarak avukatlık yaptı. 1997 yılında Hakim ve Savcılar Sınavını kazandıktan sonra Bursa Barosundaki kaydını sildirip savcı oldu.
Zekeriye Öz, 1999 yılının Ağustos ayında kısa dönem askerlik hizmetine başladı. Askerliğe 114,5 kilo olarak başlayan savcı görevinin 12. gününde çeşitli sağlık nedenleriyle sağlık kurulunun karşısına çıktı. Kendisine 3 ay süreyle hava değişimi verilmiş ve verilen sürede istenen kilolara inememiştir. Bunun üzerine 2 kez daha üçer aylık hava değişimi verilmiş ve durumunda bir değişiklik olmaması nedeniyle Mayıs 2000'de eksojen obezite tanısıyla askerliğe elverişsizdir raporu verilmiştir.
İlk görev yeri Çine'ye 26 Eylul 1995 tarihli ve 22416 sayili Resmi Gazete'de yazili kararla atanan Zekeriya Öz, Çine'den sonra Mutki'ye 2 Temmuz 1998 tarihli ve 23390 sayılı Resmî Gazete de yazılı kararla gönderildi. Zekeriya Öz, Mutki'de iki yıl görev yaptıktan sonra Balıkesir, Bigadiç'e atandı.
2004 yılında İstanbul, Ümraniye'ye atandı ve İstanbul Cumhuriyet Savcısı oldu. El Kaide üyesi El Sakka hakkında müebbet hapis istemiyle dava açtı. İstanbul'daki İngiliz Başkonsolosluğu ve sinagoglar ve HSBC'ye, bombalı saldırı düzenleyen El Kaide militanları Azad Ekinci ve Abdülkadir Karakuş'un Suriye'ye Sakka'nın yanına gittiğini tespit etti.
12 Haziran 2007 Ümraniye'de bir gecekonduda 27 el bombasının bulunması ile başlayan Ergenekon soruşturmasını yöneten savcılardan biridir.
HSYK, adli yargı kararnamesiyle Ergenekon davasına bakan özel yetkili Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ü,özel yetkilerini alarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'ne atadı. Özel Yetkili başsavcı vekilliğine ise Ergenekon, Askeri Casusluk ve Fuhuş Çetesi soruşturmalarını yürüten Fikret Seçen atandı.

 http://www.habervaktim.com/haber/357473/zekeriya-oz-kimdir-yerine-kim-atandi.html

 

Aytunç Altındal Kimdir?

Aytunç Altındal asıl ismi Aytun Altındal (d. 12 Ocak 1945, Bakırköy, İstanbul), tarih ve politika alanında faaliyet gösteren Çerkez asıllı Türk gazeteci, yazar ve araştırmacı.
Aytunç Altındal Kimdir?
18 Kasım 2013 Pazartesi 09:34
Dinler, felsefe, gizli örgütler ve sair konularda birçok makale ve kitap yazmıştır.

İlkokulu İstanbul'da, ortaokulu Diyarbakır'da (1956) bitirdi. Haydarpaşa, Kabataş ve Pendik liselerinde okuyarak liseyi tamamladı.
Aytunç Altındal'ın babası Cavit Altındal, Beşiktaş kulübünde futbol oynamış aynı zamanda Haysiyet Divanı Başkanlığı yapmıştır. Annesi Fatma hanım ise ev hanımı. Aytunç Altındal, 4 kardeş içinde en küçük olanıdır.
Aytunç Altındal 1973 yılında Partizan adlı şiir kitabı nedeniyle 7.5 yıl hapse mahkum oldu ve yurtdışına kaçtı. 1975 yılında İsviçre'de "Marksist Yaklaşımla Türkiye'de Kadın" adlı kitabı çıkardı. 1977'de Havass ve1984'de Süreç yayınlarını kurdu. 1982'ye kadar Süreç dergisini yönetti. Daha sonra 1989'da Zürich'te Modus Vivendi Yayınevi ve Sanat Galerisini yönetti. Yine 1989 yılında Rusya'da Kültür Danışmanlığı görevini yaptı. 1992'de İngiltere Edinburg'da ki International Academy For European and Christian Studies kuruluşunda Project Academic Board (Akademik Proje İdari Heyeti) üyeliğine seçildi. Aynı yıl İngitere'de yayınlanan Three Faces Of Jesus(Üç İsa) adlı kitabı dünya basınında geniş yankı buldu. Daha sonra 1993'de Rusça'ya çevrildi.

1993'te International Society For The Study Of European Ideas (Uluslararası Avrupa Düşünce Çalışmaları Topluluğu) Bilimsel Kuruluna üye oldu. Aynı yıl Avusturya'nın Graz şehrindeki Karl- Franz Üniversitesi tarafından düzenlenen European Seculer Legacy (Avrupa'nın Laik Vasiyeti)adlı uluslararası konferansta Oturum ve Bölüm Başkanlığına seçildi.
1995'te merkezi New York'ta bulunan Carnagie Council On Ethics And International Affairs örgütüne davet edilen, ilk ve tek Türk Konuşmacı oldu.
Aynı sene, New York'ta Birleşmiş Milletler bağlantılı Global Forum Of Spiritual And Parliamentary Leaders Or Human Survival (İnsan Yaşamından Sorumlu Ruhani ve Siyasi Liderler Global Forumu)'nda Uluslararası Danışman üyesi oldu.

Ünlü Fizikçi Isaac Newton'un bugüne kadar hiç bilinmeyen bir kitabını da yayınlayan Altındal, Uğur Mumcu'nun "Sakıncasız" adlı eserinin de yapımcılığını üstlendi.
Şiir dışında deneme ve inceleme türlerinde eserler verdi. 1964'ten başlayarak Haber, Akşam, Cumhuriyet, Yeni Halkçı, Ulus, Yenigün gibi gazetelerde yazılar yazdı. Çeviri yaptı. Dokuz çeviri kitabı yayımlandı. Yedi kitabı yasaklandı. Fransa ve İsviçre'de bazı yazıları yayımlandı. Şiirleri Sanat Edebiyat, Varlık, Süreç, Bilim-Sanat gibi dergilerde yayımlandı. Bazı şiirleri Amerika ve İzlanda dergilerinde yer aldı.

http://www.habervaktim.com/haber/351229/aytunc-altindal-kimdir.html 
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

              F.GÜLEN KİMDİR?

 

Hizmet, cemaat, ihlas ve şefkat tokadı

09 Ocak 2014 Perşembe 08:14
Yolsuzluk iddiaları, Savcı Öz vs.. Taa işin başına dönelim.. Kim bu Fethullah GülenWikipediadan kısa bir özet:  Muhammed Fethullah Gülen 27 Nisan 1941 yılında Hasankale (Pasinler) ilçesi Korucuk Köyü’nde doğdu.


Eski imam, vaiz ve yazar. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kurucuları arasındadır ve vakfın onursal başkanıdır. 1999 yılı Mart ayında Türkiye’den ayrıldı. ABD’nin Pensilvanya eyaletinde yaşamaktadır. İslam’ın Sünni-Hanefi görüşlerini Said Nursi’nin görüşleri ve kitapları Risale-i Nur ışığında şekillendirdi. Babası Ramiz Bey cami imamı, annesi Refia Hanım ev hanımıdır.

Gülen, altısı erkek, ikisi kız, sekiz kardeşin ikincisidir. Bugünki kariyerinin başlangıcı 1971 yılında Kestanepazarı Derneği Kur’an Kursunda yöneticilik ve gönüllü öğreticilik döneminde başlar.. 1980’de 12 Eylül Darbesinden sonra askeri cuntanın İzmir ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlıkları tarafından yakalanma emri yayınlandı. Aynı tarihte İzmir’i terk etti.

Anadolu’da çeşitli illerde dolaştı, dost ve akrabalarına sığındı. 20 Mart 1981 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığındaki vaizlik görevinden istifa etti. 1990’lı yıllarda Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Abraham Foxman, Morton Abramowitz, Papa II. John Paul gibi tanınmış din ve devlet adamları ile görüşmeler yapmış, Tabii bu arada Graham Fuller ile kurulan ilişki ve diyalog bu süreçte son derece belirleyici öneme ve role sahip. Amerika’da hayatını kaybeden CHP eski genel sekreterlerinden Kasım Gülek’in cenaze namazını vasiyeti üzerine kıldırmış, ve çeşitli gazetelerde röportajları yayınlanmıştır. Mesela 1995’te Sabah’tan Nuriye Akman ve Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök’e Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, Başbakan Tansu Çiller ile görüşmesi, İslamiyet, siyaset, kadın ve eğitim konusunda röportaj vermiştir.

Bu yıllarda ayrıca Cumhuriyet Gazetesi ve Hikmet Çetinkaya’dan dava yoluyla almaya hak kazandığı 150 milyonluk tazminatları Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı’na bağışladı. Ve zaten sonrası herkes biliyor.. BOP’un siyasi ayağı AK Parti’ye, dini ve sosyolojik ayağı, silahlı ve silahsız bürokrasi, media ayağı camiaya ihale edilecekti. AK Parti ayağı bu hesabın dışına çıkınca Cemaat da açığa düşmüş oldu.. ve sonrası da adım adım bugünlere uzanıyor.

1990 sonrası Risale-i Nur çizgisinden ayrılarak kendi çizgisini oluşturmaya başladı.. Zaten ilk başından beri Said  Nursi Kürt olduğu için ona mesafeli duran bir bakış açısı vardı..
Cemaat denen yapıya gelince, başlangıçta dini bir çerçeve sözkonusu idi.. İlahi mesajlar alan, Mehdiyet ve Mesihiyet inancının şekillendirdiği, gaybi tasarrufların sözkonusu olduğu farklı bir dünya sözkonusu idi ve Cemaat bu inanç ve düşünce ikliminin etrafında oluşan topluluğun adı idi.. Son derece izole ve içine kapalı ve kurtarıcı bir misyona sahipti..

Daha sonra giderek sekülerleşerek “Camia”ya dönüştü. Farklı inanç, fikir, ideoloji, siyasi  topluluklarla diyalog ve işbirliğine dönüştü. Türkiye sınırlarının dışına taştı..
Cemaat Mehdiyet misyonu ile bir bakıma Nuh’un gemisi olarak takdim edildi..
Cemaat merkez kadro, profesyoneller ve sempatizanlardan oluşan karmaşık bir yapı oluşturuyor. Daha çok da şematik ve metodik açıdan Oppus dei örgütlenmesine benziyor sanki..

İhlas dedikleri, fedakar bir şekilde bu misyona “hizmet” etmek, abilere itaat etmek, para vermek ve para toplamak, cemaatın şirket ve yayınları dışında kurumlara ve yayınlara itibar etmemek. Karşılıksız ve samimi bir şekilde çalışıp, kendilerine verilene razı olmak, itiraz etmemekle ‘dava adamı’ olduklarını göstermiş oluyorlar.. Abi ve ablalara dayalı bir hiyerarşi, sır tutma ve gizlilik anlayışı ile, dışa karşı takiyye yöntemleri ile desteklecektir.. Kendilerinden olmayan herkes ötekidir ve dikkat edilmesi gerekir..
Herkese karşı mesafeli duran cemaat, hizmet ve bu anlayışı öğütleyen ihlas, sözkonusu olan ABD, İsrail ve İngiltere ya da diger batı dünyası, Hıristiyanlık olduğunda son derece anlayışlı ve ‘hoşgörülü’dür ve ‘diyaloğ’a açıktır!

Eğer çizilen bu çerçevenin dışına çıkar, yanlış yaparsanız ‘Şefkat tokadı’ yersiniz.. İlahi bir el o zaman size cezalandırır ve aklınızı başınıza almazsanız, bu kurtuluş, Mehdiyyet misyonunun dışına sürüklenirsiniz.. Başınıza gelen ilk kaza, ilk acı, mutlaka sizin daha önce hizmete ilişkin bir isteksizliğiniz ve kusurunuzla ilgilidir.. Siz ‘ilahi ikaz’ alıyorsunuz demektir.. Aslında siz, ilahi bir misyonla görevlendirildiğiniz için, size yol gösteren de, görevinizi yapmadığınızda size cezalandıran da ilahi bir güçtür ve Gülen bunun sadece aracı, cemaat ise tecelligahıdır!

Bu insanların, sempatizan olmaktan çıkıp ilk halkaya dahil olduklarında artık dine ve dünyaya bakışlarının böyle bir şey olduğunu bilelim.. Onun için bugün yaşananlara bir anlam vermemektedirler.. Çünki ilahi sistemin sürece el koyması ve yanlış yapanları cezalandırması ve gerekmektedir..
Mesela onlara göre Gülen batılıların adamı değil, aksine ABD’e, AB, İsrail hepsi Gülen’in yönettiği, etrafına topladığı, onları ikna eden kutsal bir misyona sahip ilahi bir güç olarak bir karizması var.. Milat’da İsmail Yaşa, geçen gün yazısında bir olayı paylaştı.

Şöyle diyordu: “Hocaefendi’nin Mavi Marmara’yla ilgili çıkışı malum. Geçenlerde İsrail’de yayınlanan Maariv gazetesi hükümet ve cemaat arasındaki krizle ilgili haberinde bu tavrını hatırlatarak Gülen’e övgüde bulunmuş. Ben de Twitter’da Maariv’deki o haberin linkini yayınladım. Bunun üzerine bir arkadaş, ‘Her kim benim velî bir kuluma eziyet ederse, ben ona karşı savaş ilan ederim’ kutsi hadisini hatırlatarak tepki gösterdi. Burada ‘velî kul’ tabii Hocaefendi oluyor.” Eskiden hocaefendiler, 3ler, 7ler, 40lar meclisinde Resulullah’la buluşurlardı, şimdi haşa, Resulullah, Türkçe olimpiyatlarına filan geliyor artık.. Biliyorsunuz, Obama da hocaefendi sayesinde hizmetle tanışacak, belki Tony Blair,Putin de gelir.. Ecevit’in ise zaten şefaatçisi olacak.. Erdoğan, Bülent Yıldırım açıkta kalacak!

İlahi rızanın tecelligahı olan bir önder ve bir makamdan ayrı düşmek, bu akide sahipleri için elbette kolay kabul edilebilecek bir şey değil. Bu inanç, “masumiyet” ötesi bir şey.. Ve tabie ki, sahih gelenekle de ilgili değil..
Bu konuya yarın da devam edelim, sikke-i gaybi ve ötesi ile. Selâm ve dua ile.

http://www.habervaktim.com/yazar/63119/hizmet-cemaat-ihlas-ve-sefkat-tokadi.html

Sikke-i Gaybi

http://www.habervaktim.com/yazar/63129/sikke-i-gaybi.html 




28 Ocak 2014 Salı

   GULAM AZAM ABDÜLKADİR MOLLA 

12 ARALIK 2013 SAAT 22'DE 

İDAM EDİLDİ



Prof. Abdülkadir Molla başkent Dhakan'in Bibaria bölgesinde 7 Kasım 1922 tarihinde doğdu. Öğrencilik hayatı boyunca çeşitli din ve bilim üstatlarından tefsir, hadis, fıkıh dersleri gördü, Dakka Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans yaptı. Abdülkadir Molla, öğrencilik hayatı boyunca birçok harekette öğrenci lideri oldu. 1945-1946 yıllarda Doğu Pakistan Kültür Birliğinin Sekreter Yardımcısı oldu. 1946-1947 dönemin Dakka Üniversitesi, Fazlul Haque Müslüman Hall Öğrenciler Birliği teşkilatı ve 1947-1949 yıllarında Dakka Üniversitesi Merkez Öğrenci Birliği teşkilatının Genel Sekreteri seçildi.

Prof. GULAM AZAM ülkenin Dil Hareketinde öncü bir rol oynadı. 1952 ve 1955 yıllarında iki kez tutuklandı. Aynı zamanda dil hareketindeki aksiyonerliğinden dolayı Rangpur Carmichael College'daki Profesörlük kürsüsü elinden alındı.




Abdülkadir Molla, 1957 de Doğu Pakistan Cemaat-i İslami'nin Genel Sekreteri oldu. 1964'te Genelkurmay Başkanı Ayub Han tarafından hapse atıldı. 1967'de Shekh Mujibur Rahman'nın da üyesi olduğu Pakistan Demokratik İttifak (PDM) oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Bu hareketle Ayub Han'ın askeri yönetimine karşı tüm siyasi partilerin birlikteki direnişe öncü oldu. PDM'in Doğu Pakistan (şimdiki Bangladeş) kanadının İcra Komitesi Genel Sekreteri oldu. 1969 da Doğu Pakistan Cemaat-i İslami'nin Emiri (Genel Başkan) oldu. Prof. Abdülkadir Molla Bangladeş Kurtuluş Savaşına destek vermedi. Zira savaşın Doğu Pakistan sorunlarını çözeceğine inanmıyordu. Her zaman 'Birleşik Pakistan' yönünde kampanyaya devam etti.
Doğu Pakistan sınırlarının tamamı ile komşu olan Hindistan'ın desteği ile bağımsızlığını kazandıktan sonra Bangladeş adındaki yeni ülkenin dolaylı olarak Hindistan tarafından kontrol ve idare edileceğinden endişeliydi.
Kurtuluş savaşı sırasında, Birleşik Pakistan için çağrıda bulunmaya devam etti. Pakistan ordusu tarafından Bangladeş halkına karşı kullanılan ve dozu iyiden iyiye artan şiddetlere de sert tepki gösterdi. Bangladeş halkına yapılan saldırıları durdurmak için, General Tikka Han dâhil olmak üzere, Pakistan Ordusu'na sürekli çağrıda bulundu.


Dünya çapında birçok uluslararası İslami konferansa katıldı. 2000 yılına kadar Cemaati İslami'nin liderliğini sürdürdü. 2000 yılında de aktif siyaseti bıraktı. Bu tarihten sonra kaleme aldığı 'Jibone Ja Dekhlam' (Hayatımda Gördüklerim) eseri Bengal Edebiyatında önemli bir hatırat olarak yerini aldı. 2010'da Bangladeş Kurtuluş Savaşı sırasında Pakistan'la işbirliği yaptığı iddiasıyla tutuklandı veidama mahkum edildi.
Aynı zamanda Bangladeş İslam düşünürleri ve politikacılarına rehber olan orijinal makale ve mülakatlar meşgul oldu. Azam'ın İslam, siyaset, din ve tarih ile ilgili konular hakkında birçok dile çevrilmiş 70'ten fazla kitabı bulunuyor.

Abdülkadir Molla idam edildi
Bangladeş'te Cemaat-i İslami liderlerinden Abdülkadir Molla idam edildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Bangladeş Başbakanı Hasina'yı arayarak infazın engellenmesini istemişti. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da Abdülkadir Molla'nın idam edilmesine tepki göstererek, “Haksız, hukuksuz ve dayanaksız bir karar ile adalet, insan hakları ve hukuk ayaklar altına alınmıştır” dedi.
                    

      İdamdan sonra cenazesi ailesine verilen Abdülkadir Molla'nın son görüntüsü

BAaşbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Meclis’te gazetecilerin soruları üzerine Abdülkadir Molla’nın infazının cinayet olduğunu söyledi. Bozdağ, “Haksız bir kararla idam edilen Abdülkadir Molla’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Ailesine, sevenlerine ve kardeş Bangladeş halkına başsağlığı diliyorum. Abdülkadir Molla, haksız idam kararı verenler ve bu kararı infaz edenlerden çok çok uzun yaşayacaktır. Tıpkı Türkiye’de merhum Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı idam eden ve infazını gerçekleştirenler hayırla anılmadığı gibi Abdülkadir Molla hakkında da verilen haksız kararı alanlar, aldıranlar infaz edenler, infazı durdurma imkanı varken durdurmayanları da asla tarih hayırla anmayacaktır, yad etmeyecektir” dedi.

İNSANLIĞA KARŞI SUÇ İŞLEMEKLE SUÇLANIYORDU
1971 yılında ülkenin bağımsızlık savaşında Pakistan ordusuyla işbirliği yapıp 369 Bangladeş askerinin ölümünden idama çarptırılan Abdülkadir Molla’nın infazı, Yüksek Mahkeme tarafından onanmıştı. Dakka'daki Merkez Hapishanesi'nde tutulan Abdülkadir Molla, 'insanlığa karşı suç işlemekle' suçlanıyordu. Abdülkadir Molla'nın idamı önünde hukuki bir engel olup olmadığı tartışma konusu olmuştu.



İNFAZ ÖNCESİNDE YAŞANAN KARMAŞA
Bangladeş'te savaş suçlarının yargılandığı özel mahkemenin verdiği idam kararının, salı gecesi saatler 00.00'ı geçince uygulanması bekleniyordu. Ancak mahkeme, idama 90 dakika kala infazın ertelenmesine hükmetmişti. Yüksek Mahkeme daha sonra son dakika temyiz isteğini reddederek Abdülkadir Molla’ya verilen idam cezası kararını onamıştı. İdam kararının infazı, bu onamadan sonra gerçekleşti.


İLK İDAM
Bu kararla birlikte Abdülkadir Molla, kurulan savaş suçları mahkemesinde idam edilen ilk kişi oldu. Bu mahkemede, bağımsızlık savaşı döneminde Pakistan'la işbirliği yapmakla suçlanan kişiler yargılanıyordu. Molla da Cemaat-i İslami'nin kurduğu iddia edilen ve 200'den fazla entelektüelin ölümünden sorumlu tutulan Bedir milis gücüne üye olmakla suçlanıyordu.


KAOSA NEDEN OLABİLİR
Abdülkadir Molla
'nın idam edilmesinin Bangladeş'te bir kaosa neden olmasından korkuluyordu. Avukatların, önümüzdeki ay gerçekleşecek genel seçimlerde siyasi şiddetin baş gösterebileceğini ve kararın askıya alınması için mahkemeyi ikna etmeye çalıştığı belirtiliyordu. Molla destekçileri, kararın tamamen siyasi olduğunu ve yaklaşan seçimlerde muhalefetin güçsüzleştirilmesi için kampanya başlatıldığını duyurmuştu.



BM'DEN UYARI
Mahkeme kararının uluslararası insan hakları grupları tarafından doğru bulunmadığını belirtirlerken, hükümet konuyu yalanlamıştı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Navi Pillay ise Başbakan Hasina’ya yürütmeyle ilgili uluslararası insan hakları kurallarına riayet edilmediği uyarısında bulunmuştu.


İLK MAHKEME 'ÖMÜR BOYU HAPİS' DEMİŞTİ AMA...
Abdülkadir Molla
, şubat ayında ömür boyu hapse mahkum edilmiş, Molla'nın kararın iptali için başvurduğu temyiz mahkemesi cezayı idama çevirmişti. Mahkeme daha sonra 8 Aralık'ta hapishane yetkililerine idamın gerçekleştirilmesi talimatını vermişti. Cemaat-i İslami destekçileri, bu yıl başında görülen dava boyunca hükümetin siyasi bir kan davası güttüğünü savunmuştu.





http://www.haberler.com/abdulkadir-molla-kimdir-gulam-azam-abdulkadir-5419691-haberi/

26 Ocak 2014 Pazar

İLETİŞİMDE ALGI YÖNETİMİNİN ÖNEMİ




Doç. Dr. M. Sezai TÜRK
          Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi

                                                                                                                                                   
Toplumsal yaşamın sağlık bir biçimde yürütülmesinde çok önemli bir araç olan İletişim, insanların birbirlerini etkileme ve birbirlerinden etkilenme sürecidir.  İnsanın evren içinde bulunduğu her konum, yaptığı her hareket, gösterdiği her tavır bir iletişim değerine ve malzemesine sahiptir. İletişimin temel işlevi belirlenen hedef üzerinde belirli bir etki yaratmaktır. Başka bir açıdan değerlendirildiğinde ise aslında iletişimle istenen nihai sonuç, hedef kitlede kaynağın amacına hizmet edecek bir etki yaratmasıdır.

Sosyologlar kitlelere bir şeyi yaptırmak için yeryüzünde üç etkili yol bulunduğundan söz ederler: zor kullanma, para ile satın alma, inandırmak. Halkın bir yeniliğe, bir sosyal değişime uymasında, alışmasında halkla ilişkiler sanatının kullandığı işte bu üçüncü yoldur: İnandırma. Algılama yönetimi bu ‘’inandırma’’yı kişilerin bilinçlerine ve psikolojilerine seslenerek gerçekleştirir.

Günümüzde ‘’halkla ilişkiler’’ kavramının sunmuş olduğu içerik, mesleğin faaliyet alanının çerçevesini çok aşmış durumdadır.  Bu açıdan 80’ler den bu yana akademik dünyada ve iş dünyasında halkla ilişkiler mesleğinin boyutları yeniden belirlenmeye çalışılmakta. Son yıllarda stratejik iletişim ve halkla ilişkilerin en önemli konulardan birini algı yönetimi oluşturmaktadır. Algılama yönetimi kimilerine göre  halkla ilişkiler mesleğinin yeni ismi ve kimlik arayışının bir ürünü, kimilerine göre ise; ‘’ halkla ilişkiler mesleğinin ‘’etik’’ boyutuyla da desteklendiğinde gelecekte halkla ilişkileri yerini alacak ve boyutlarını şekillendirecek bir kavram’’dır.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde algı,  bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma, idrak olarak tanımlamaktadır. Algı süreci organizmanın bir başarısıdır; algı, algılayıcının etkin problem çözme işlemi olmaksızın var olamaz. Algılarımızın anlamı vardır. Anlam hem geçmiş deneyimlerimizden, hem de şimdiki amaçlarımızdan kaynaklanır. Anlam olmasa algı da olmaz.

Bir başka tanıma göre: algı, nesne ve olaylara karşı organizmanın yaptığı, anlamlı, sistemli ve toptan bir tepkidir. Algılar duyuların sonucu ortaya çıkar. Algılar kişinin eski ya da yeni bilgilerine göre şekil alırlar. Bu sebeple, algı, bir kişilik tepkisidir. En önemli belirtisi de duyumların, belli bir nesne ve şekle ait olduğuna dair bir bilinç halinin kişide ortaya çıkmasıdır. Bunun için, kişide, bir şeyin algısı oluştuğu zaman, o şeyi tanıyor, biliyor demektir. Duyu organları yoluyla alınan duyumların neye ait olduğu kişi tarafından bilindiği ya da tanındığı anda, duyumların bir yorumlanması söz konusu olur.

Algılama Yönetiminin Ortaya Çıkışı
Algı yönetimi kitabının yazarı Saydam; toplum mühendisliği çerçevesinden bakıldığında algılama yönetimi uygulamalarının çok eskilere dayanan bir anlayış ve tüm semavi dinlerin yayılmasında gözlemlenmesinin mümkün olduğunu söylemektedir.

Algılama yönetimi kavramı ilk kez ABD Savunma Bakanlığı içindeki birimler tarafından kullanılmıştır. ABD Savunma Bakanlığı tarafından şöyle bir tanımı yapılmıştır: Algılama yönetimi, yabancıların her seviyedeki istihbarat birimleri ve liderleri de dahil olmak üzere, bu ülkedeki geniş kitleleri kendi (ABD) hedefleri doğrultusunda tavır almaları ve resmi adımlar atmalarının sağlamak amacıyla, seçilmiş bilgi akışını ve somut belgeleri yönlendirerek ya da reddiyesini oluşturarak, kitlelerin hislerini, güdülenmelerini, düşünce sistemlerini etki altına almaya çalışmak için yürütülen eylemlerin tamamıdır. Algılama yönetimi, çeşitli yolları kullanarak, gerçekleri yansıtma, operasyon güvenliğini sağlama, gerçeği gizleme ve çarpıtma, psikolojik operasyonları yönetme gibi unsurların bileşkesinden oluşur. Bu tanımdan hareketle algılama yönetimi; yabancı ülkelerdeki hedef kitlenin, görüşlerini etkilemek için yapılan aktivitelerin tamamını içerir.
Algıyı yönetmek iletişimi yönetmektir.
mantık ikna eder, ancak duygular motive eder’’. Algıyı yönetebilmek için tüketicinin motive edilmesi ve onunla duygusal iletişim kurulması gerekir

Algılama yönetimi kimilerine göre hedef kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kandırmak ve onları kendi hedefleri doğrultusunda kullanacakları birer unsur haline getirmek amaçlı bir iletişim disiplini; kimilerine göre bir ürün, hizmet veya fikri satın alma konusunda birinci aşama olan ikna etme yolunda kullanılması gereken olmazsa olmaz tekniklerin bütünüdür.

Algıyı yönetmek iletişimi yönetmektir. İletişim, algılamayı yönetmek, davranış biçimleri oluşturmak ve iş hedeflerine ulaşmak için bir araçtır.

Algılama yönetimi ile sahip olduğumuz kurumsal görünüm güçlenir veya yayılır. Bu da bize hissedarlar karşısında kurum değerinin artması, tüketici bağlılığının sağlanması ve kriz dönemlerinde ‘’iyi niyet’’ ortamının daha çabuk sağlanmasının yolunu açar.

Algılama yönetimi açısından en önemli konulardan birisi de teknolojidir. Değişen teknolojiyi anlamak algıyı yönetmek için çok önemlidir. Mesajın iletilmesini sağlamak için medyayı yönetmek, doğru karışımı yapabilmek gerekir.

Mesajların güvenilirliği, etkinliği ve geçerliliği, kritik öneme sahiptir. İnsanlar için ne söylendiğinden daha çok, nasıl söylendiği önemlidir. Bilim adamlarının söylediği gibi, ‘’ mantık ikna eder, ancak duygular motive eder’’. Algıyı yönetebilmek için tüketicinin motive edilmesi ve onunla duygusal iletişim kurulması gerekir. Bu iletişim, ana stratejileri etkileyecek bir faaliyet haline gelmelidir, yoksa bütün yapılan yatırımlar ‘’ sokağa atılan para’’ anlamına gelir.

Algılama Yönetiminin Aşamaları

Algılama yönetimi stratejisinde başarılı olabilmek için bazı aşamaları gerçekleştirmek gereklidir. Aşağıda algılama yönetimi aşamaları belirtilmiştir.

·       Hedef Kitlenin Kültürü, Değerleri ve Tutumlarını Göz Önünde Bulundurmak:

Günümüz koşulları altında bir kuruluşun hedef kitlesi ile iş birliği yapmadan, görüşlerini dikkate almadan yaşaması, ya da uzun ömürlü olması imkânsızdır. Bu nedenle kar amaçlı işletmelerin, iletişim çalışmalarında kendilerine sormaları gereken,  hedef kitle ile uygun iletişimi nasıl kurabilirim? Sorusu olmalıdır. Algılamayı hedef kitlenin kültürüne, değerlerine ve tutumlarına uygun şekilde yönetmek, bu soruya verilecek en uygun cevaplardan biridir.

Algılamayı yönetmek için hedef kitle veya kişinin değerler sistemiyle ve tutumlarıyla kesinlikle çatışmamak gerekir. Değerler sistemi önemli bir süzgeçtir bu süzgeçten geçilmediği takdirde algılamayı yönetmek mümkün olmaz. Global şirketler, iletişim çalışmalarında ‘’ global düşün, yerel hareket et’’ ilkesini benimsemişlerdir. Bu ilkeden hareketle bulunduğu ülkenin çeşitli yörelerinin dahi değer sistemlerine ve kültürel farklılıklarına saygı göstermeye büyük önem vermektedirler. Buna en güzel örnek Coca-Cola’ nın iletişim çalışması olabilir. Coca-Cola Türkiye’nin 11 değişik bölgesinin ritim ve duygusuna göre yeniden cıngıllar düzenlemiştir. Hatta ramazan aylarında dini kültür ve değerlere uygun ve saygılı reklamlar yapmaya özen göstermiştir.

Hedef kitlenin değerlerine uygun düşmeyen unsurlar kimi zaman üründe kullanılan renkler, ürünün şekli, ambalajı veya müziği olabilir. Özellikle büyük şirketler iletişimde bulunacakları ülkenin veya yörenin bu tür hassasiyetlerine dikkat etmeli bunlara göre iletişim çalışmalarında bulunmalıdır.

İnsanlar eşitler arasından sevdiklerini tercih ederler. Bu, belki basit ancak sonuçları etkileyici saptama, marka ve algılama yönetimiyle ilgilenenlerin unutmaması gereken kuralların başında gelir. Mükemmel bir ürün ortaya çıkarmış ve pek çok reklam ödülü almış olabilirsiniz. Fakat hedef kitlenin duygularına ulaşamıyorsanız, bu reklamların pek bir anlamı yoktur.  

İnsanlar eşitler arasından sevdiklerini tercih ederler. Bu, belki basit ancak sonuçları etkileyici saptama, marka ve algılama yönetimiyle ilgilenenlerin unutmaması gereken kuralların başında gelir. Hazırlanan reklamlar veya diğer pazarlama iletişim unsurları  (halkla ilişkiler, satış promosyonları, kişisel satış vb.) mükemmel kreatif ürünler olabilirler ve pek çok reklam ödülleri de alabilirler. Fakat hedef kitlenin duygularına ulaşmıyorsa, bu reklamların pek bir anlamı yoktur.  

Değerler sisteminin kilit taşı dindir. Bir iletişimci dindar veya inançlı olmak zorunda değildir, ama iletişim faaliyeti içinde bulunacağı ülkenin insanlarının inanç kodlarını, dini sembollerini anlamak ve onlara saygı göstermek zorundadır. Ülke insanın gelenek ve göreneklerine aşina olması gerekir.

Bir şirketin ya da kuruluşun kendine atfettiği değerleri vardır, bir de hedef kitle tarafından algılanan değerleri vardır. Atfedilen değerler ile algılanan değerler arasında uçurumların bulunduğu kurum, firma ya da marka öncelikli olarak bu uçurumu kapatmak için iletişim çalışmalarına girmek zorundadır. Aksi halde yapmış olduğu sosyal sorumluluk çalışmalarında bile istediği sonuca ulaşamaz. Kurum, hedef kitlesinin zihninde eğer olumsuz bir algıya sahipse, bu algıyı olumlu yönde düzeltene kadar suçlu durumdadır ve yapmış olduğu hiç bir iletişim çalışması istenilen sonuca ulaşmaz. Bunun en güzel örneklerini siyasi partilerde ve seçim sonuçlarında  görebiliriz.

Karşılıklı ilişkiler sonucu oluşan semboller, yoğun anlam yüklü mesajlar içerir. Sembol birey için değer ve anlamı olan öğrenilmiş bir ‘ uyarıcıdır.  Sembollerle aktarılan anlamlar, bireyin içinde yaşadığı toplumun ortak değerlerini yansıtır. Bu semboller bireylerin geçmiş yaşam deneyimlerinin derin izleri olarak kişiliklerine yansır. Simgelerin temsil ettiği değerler kültürden kültüre farklılık gösterir. Mesela tren Fransızlarda hızı ve dakikliği simgelerken, Türkiye’de yavaşlığı, eski teknolojiyi simgeler.

Hedef kitlenin kültürünü doğru analiz etmez ve gerektiği kadar dikkate almazsanız, başarılı sonuçlar elde edemezsiniz. Toplum tarafında istediği şekilde algılanmadığını düşünen kuruluş, başkalarını suçlamak yerine, nasıl algılanmak istediğini saptamalı ve bu yönde gerçekleştireceği iletişim çalışmaları ile algılama değişikliği sağlayabilir. Yani gideceği yeri belirlemeden önce, bulunduğu yerin farkında olmalı ve buna göre bir strateji geliştirmelidir.

Şirketlerin yaşadıkları itibar sorunlarının temel nedenlerinden biri, kurumların kendilerini yeterince ifade edememeleri, iletişimlerini gerektiği gibi yönetememeleridir. Halk arasındaki genel algılama, kurumun ve üyelerinin halkın kültürüyle yakından uzaktan ilgilerinin bulunmadığı, tersine yaşam tarzlarıyla halktan tamamen kopuk olduğu ve bu durumu değiştirmek için ciddi bir çaba içinde olmadığı yönünde ise, kurumun itibarında ciddi sorunlar söz konusudur. Bunun düzeltmek, halkın kültürünü, değerlerini ve beklentilerini göz önünde bulundurarak yapılacak iletişim çalışmaları ve algılama yönetimiyle mümkündür. Bu açıdan, algılamayı yönetmek, ancak içinde yaşanılan toplumun değerlerini tanımak anlamak ve doğru yorumlamakla mümkündür diyebiliriz.

·       Mesajın Yalın ve Anlaşılır Olması

İnsanlar günde ortalama beş bin kadar reklama, yani marka ve mesaja maruz kalmaktadır. Bu mesaj bombardımanı içerisinde insanların dikkatini çekmek, farkında lığı sağlamak için öncelikle onların algılarına seslenmek gerekir.

Algılarımız seçicidir. Reklam veren şirketlerin amacı, bu algılama süzgecinden geçerek, binlerce reklam arasından fark edilmeyi sağlamaktır.

Bu iletişim kirliliği içerisinden sıyrılıp, hedef kitlenin algısına ve aklına istediğimiz mesajı yerleştirmek ve hedef kitleyi satın alma davranışına yöneltmek: ‘’kafaları karıştırmadan; yani basit olmak; ama bayağı olmamakla mümkündür.”

Karmaşık ortamlarda algılamayı yönetebilmek ancak sınırsız bir yalınlıkla mümkündür. Bu nedenle altı yaşındaki bir çocuğun kavrama ve yorumlayabilme kapasitesini referans almak, bu alanda uygulanabilecek en uygun yöntemdir.

·       Araştırma Yapmak

Herhangi bir kuruma yeni biri alınırken o kişinin kültür ve değerleriyle kurumun kültür ve değerlerinin uyumlu olması isteniyor ve bunu ölçmek için çeşitli testler ve söyleşiler yapılıyorsa, aynı şekilde iletişimi yapılacak ürün ya da hizmetle hedef kitlenin değerleri ve kültürü arasındaki uyumun araştırılması ve ölçülmesi şarttır. Ölçmeyi iki ayrı anlamda ele almak gerekiyor. Biri, iletişim stratejilerini oluşturmadan önce yapılacak araştırma ve ölçmeler; ikincisi sonuçların takibi ve izlenen yolun değerlendirilmesi için yapılacak araştırma ve ölçmeler. Özellikle kuruluşların ya da şirketlerin itibarının belirlenmesi için yaptıkları ölçüm ve araştırmalar, kurumların bu alanda yapacakları iletişim faaliyetlerinde stratejik bir yol haritası oluşturmaktadır.  Stratejik araştırmalarda neyin nasıl söyleneceğinin belirlenmesiyle kalmayıp, aynı zamanda iletişim çalışmaları için hangi kanalın kullanılması gerektiğinin de bilgisini sağlar. Bu bağlamda algılama yönetiminde bulunan ya da bulunmak isteyen kurum paydaşlarının ve faaliyette bulunduğu ülke ya da kültürün ortak bir algılama haritasını çıkarmalıdır. Algılama haritası; hedef kitlenin ortak zihinsel haritasıdır. Yani kişilerin ortak beklentileri, algı kalıpları, algı süzgeçleri, tutumları, hassasiyetleri, değerleri vb. dir. İletişim çalışmaları bu ortak algılama haritası doğrultusunda gerçekleştirildiğinde istenilen başarıya ulaşılır.

·       Doğruları Söylemek
Algılamayı doğru yönetmek istiyorsak, söylediklerimizi doğrulara dayandırmamız gerekir. Aksi halde hedef kitlenin zihninde ‘’yalancı’’ imajını oluştururuz. Bu imajı düzeltmek kimi zaman şirketin isminin değiştirmekle mümkün olabilir ancak. Halkla ilişkiler çalışmalarında güven en önemli unsurlardan biridir. İmaj ve itibar gibi kurum kimliğini ortaya çıkaran öğeler güven unsuru üzerine inşa edilir. Hedef kitlesine doğruyu söylemeyen bir kurum ne kadar iyi ve kaliteli çalışmalar yapsa da hedef kitlesinin zihninde, amaçlana imajı itibarı oluşturamaz. 


·       Tekrar Etmek
Kişinin uyarı ile karşılaşma sıklığı artarsa bu uyarıya vereceği tepki çabuklaşır ve artar. Reklam kampanyasının başarısında tüketiciyi ürünün faydasına ikna etmek büyük önem taşır. Bunun için pazarlamacılar tarafından sıklıkla geliştirilen strateji, basit ürün vaatlerini tekrar etmektir. Araştırmalarda bir reklamın tekrar edilmesinin reklamı yapılan markayla ilgili hafızayı pekiştirdiği saptanmıştır. Aynı reklamın pek çok kez gösterilmesinin, önce reklamı yapılan ürüne karşı pozitif bir tutumun takınılmasını, ardından da giderek bu pozitif tutumun etkisini kaybettiği görülmüştür. Araştırmalarda, tekrarla tetiklenen aşinalığın, ürünün temel vaadine olan inancı kuvvetlendirdiği gözlenmiştir.

Fakat belli bir zaman sonra çok fazla tekrar edilmiş olan bir reklam mesajı, hedef kitlenin algı eşiğini aşamayacağı için, yeni öğeler içeren reklam mesajlarıyla hedef kitlenin mesaja ve ürüne dikkat etmesi sağlanmaya çalışılmalıdır.

·       Farklı Olmak
Bir markanın, ürünün, hizmetin kendisini nasıl konumladığı, marka ruhunun, rasyonelden çok duygusal boyutta ne vaat ettiği, bu vaadini gerçekleştirmek üzere hangi ipuçlarını sunduğu, hiç kuşkusuz o ürün veya hizmetle ilgili satın alma davranışını birinci dereceden belirleyen bir algılama öğesidir.

Rekabet ortamında farklılaşan ürünler dikkat çeker.
Tüketici davranışında karşımıza çıkan önemli durumlardan biri stereo tiplemedir. Stereo tipleme bir ürünü değerlendirirken o ürünün ait olduğu herhangi bir kategori veya grup sebebiyle çok fazla dikkat etmeden hemen bir değer yargısına varılmasıdır. Örneğin, bir ürünün Çin malı olması sebebiyle kalitesiz, Alman malı olması sebebiyle sağlam ve kaliteli olduğunun algılanması stereo tiplemeye bir örnektir. Böyle bir durumla karşı karşıya kalmamak için ürünler piyasada farklılaşması gerekir. Çünkü tüketici çoğu zaman bir ürünün özelliklerine bakarak, diğer ürünlerinde aynı ya da benzer olacağı şeklinde genellemeler yapmaktadır.

·       Görselliği Önplana Çıkarma
İnsan, parçaları değil, o parçalar arasındaki bütünsel işleyişi görür. Örneğin, kişi izlediği bir reklam filminde, salt tüketimi önerilen ürünü değil, o ürünün tüketildiği ortamın yaşam biçimini de algılar.

Bir geştalt, değişik şekillerin birbiriyle ilişki içinde, parçalardan farklı olan yeni bir bütünsel şekil oluşturması halinde, ilginin odağını simgeler. Bu bir nesne, bir örüntü vb. olabilir. Zemin  ise, bu nesnenin içinde bulunduğu çevredir. Örneğin, duvara asılı bilboard reklamında ağır vasıta motor yağı kutusu yanında duran güzel bir kadın resmi görsek de, burada ilginin odağı motor yağı figürü olmalıdır. Ancak reklamı yapılan ürünün uyarı cazibesi hemen hiç yoktur. Zemin olması gereken güzel kadın, figür olmak üzere kurgulanmıştır. Çünkü ağır vasıta motor yağı satın alma potansiyeli olan bir kamyon şoförü için uyaranın cinsi olarak cazip,  güzel kadın, motor yağından daha çekicidir. Algılama uyaranı erotik bir unsura yönlendirilir; ürün bu erotik uyaranın himayesinde dikkat alanına dahil edilir. Yani kişinin algısı görsel öğelere daha duyarlıdır. Bu görsel öğeler dikkat çekici unsurlarla bezenerek ( cinsellik, ölüm,mizah vb.) kişinin algısı istenilen yönde etkilenebilir. Benzer şekilde reklamcıların, mesajın etkisini artırmak için kullandıkları bir yöntemde parçalardan yararlanarak bütünü çağrıştırma yöntemidir. İletişim uzmanı İnceoğlu  bundan şu şekilde bahsetmiştir: Mona Lisa tablosu yerine salt Mona Lisa’nın ellerini ayrıntılı olarak gösteren büyütülmüş bir fotoğrafla karşılaştığımızda, daha önceden tablonun tamamını defalarca gördüğümüzden ve de tablonun bütününü canlandıracak parçasal veriler zihnimizde kayıtlı olduğundan, Mona Lisa’yı Leonardo Da Vinci’nin yaptığı biçimde, bütünsel bir imge olarak algılarız. Reklamcılar bütünün en kolay algılanabilir parçasını izleyiciye verilir ve bütünsel imge yaratılır. Yani insan kendiliğinden zihinsel bir sürece sokularak mesaj içeriğine dahil edilir. Doğal olarak bu durum, mesajın etkinliğini artırıcı bir rol oynar, çünkü birey mesajın parçası haline gelmiştir.

Görsel algıyı yönetmek, genel algıyı yönetmenin kritik başarı faktörlerinden biridir. İnsanın bir bilboard’a, gazetedeki bir ilana ya da habere sadece iki üç saniye ayırabildiği düşünülecek olursa, görsel algılamanın önemi daha iyi kavranabilir. Böyle kısa bir süre içerisinde hedef kitlenin dikkatini çekmek, verilmek istenen mesajı iletmek, algılamasını sağlamak ve bu sürecin sonunda hedef kitlede bir davranış değişikliği oluşturmak istenmektedir. Bunu yapabilmek oldukça zordur. İletişimcini amacı doğru yöntemler kullanarak, yaratıcı bakış açısıyla zor olanı başarmaktır.



·       Duygulara ve Bilinçaltına Seslenmek
Duygular hafıza üzerinde büyük rol oynamaktadır. Bazı şeyleri tek bir defa duymuş olmamıza rağmen, dakikalarca değil, hayatımız boyunca hatırlayabiliyoruz. Bazen duygular ve hatıralar öylesine iç içe olabiliyor ki hiç hatırlamak istemediğimiz şeyleri bile hatırlayabiliyoruz.

Reklamcılar insanların duygularına seslenmek ve akılda kalıcılığı artırmak için bilinçaltı ve örtülü reklamlara yönelmektedir. Marketing Türkiye dergisinin yaptığı bir araştırmaya göre genç tüketiciler, filmlerdeki ürün yerleştirmeye daha fazla karşılık veriyor ve filmlerde gördükleri bir ürünü denemeye daha çok eğilim gösteriyorlar. Gençlerin beğendiği oyuncuların rol aldığı filmlerde gençleri özendirecek şekilde çeşitli ürünlerin reklamları yapılmaktadır. Bilinçaltı reklamları çoğu zaman eleştirilse de tüketici üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Bilinçaltı reklamcılık algıya dayanmaktadır ve insanlar algılarını ‘’gerçek’’ olarak kabul etmektedirler. Bilinçaltı zihin, pazarlamacıların üzerinde çıkarma yaptığı ve rekabete dayalı avantaj elde ettiği önemli bir bölgeyi temsil eder. Hiçbir firma, bu fırsatlar bölgesini egemenliği altına almadıkça tüketicileri anladığını iddia edemez. Gerçektende firmalar, eğer bu bölgedeki gizli hazineyi ortaya çıkarmak istiyorsa, bilinçli ve bilinçaltı düşünme şekillerinin nasıl etkileştiğini ve birbirlerini nasıl şekillendirdiğini iyi kavramalıdır. Aynı şekilde önemli olan bir şey ise, pazarlamacılar, kendi bilinçaltı zihinlerinin pazarlama karışımını ve diğer önemli kararları etkilediğini bilmelidir. Pazarın zihni, hem yöneticilerin, hem de tüketicilerin bilinçli ve bilinçaltı düşünme şekillerinin etkileşmesiyle oluşur. Zihin, beyinin ne yaptığıdır ve pazarlama yöneticiler, zihni karakterize eden işleme tarzlarına ve paradokslara oldukça dikkat etmelidir.

Özet olarak algılamayı yönetmenin dokuz adımını şu şekilde sıralayabiliriz: Ele alınan işin sonucunu ve hedeflerini etkileyebilecek bütün sosyal paydaşların belirlenmesi. Esas olarak yönetilecek konuların ana hatlarıyla belirlenmesi. Bu konular doğrultusunda sosyal paydaşlar üzerinde duygusal etki yaratacak mesajların belirlenmesi. Sosyal paydaşların beyinlerine ve kalplerine ulaşacak temel iletişim tekniklerinin belirlenmesi. Mevcut algının tespit edilmesi, odaklanılmış mesajların yaratılması ve istenilen davranış biçimleri ile ölçülebilir sonuçların elde edilmesi. Mesajı belirlerken karşı tarafın ne algıladığının dikkate alınması, karşı tarafın algılama engellerinin tanımlanması. İletişim alanındaki mevcut akımların mesajın algılanmasına etkisinin belirlenmesi. Aktif olarak karşı tarafı dinlemek ve karşılıklı diyalogun algılamaya etkisinin bilincinde olmak. Hedef kitlelerle çift yönlü simetrik iletişim içinde olmak. Hedefle ilgili ortak aklın oluşturulması ve geri bildirimlerden yararlanılması. Mesaj oluşturulurken kullanılan üslupta hedef kitlenin değer, tutum ve kültürünün dikkate alınması.

SONUÇ
Son yıllarda iletişim alanında kullanılan sihirli sözcük algı yönetimidir. Bazı alan uzmanlarına göre, halkla ilişkiler literatüründe ‘halkla ilişkiler’ sözcüğü yerine ‘perception management’  yani algı yönetimi kullanılmaya başlanmıştır.  Algılama yönetimi her geçen gün iletişim alanında önemini artırmaktadır.

Algılama yönetimi kimilerine göre hedef kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kandırmak ve onları kendi hedefleri doğrultusunda kullanacakları birer unsur haline getirmek amaçlı bir iletişim disiplini; kimilerine göre bir ürün, hizmet veya fikri satın alma konusunda birinci aşama olan ikna etme yolunda kullanılması gereken olmazsa olmaz tekniklerin bütünüdür. İletişimin kızıl elması iknadır. İknayı gerçekleştirmek içinde ikna edilmesi gerekli olan kişi ya da hedef kitlenin algısını bilmek önemlidir. Algıyı yönetmek aslında iletişimi de yönetmektir. İletişim, algılamayı yönetmek, davranış biçimleri oluşturmak ve iş hedeflerine ulaşmak için bir araçtır. Bu açıdan yapılan işin ismi ne olursa olsun, hedef kitlesi tarafından olumlu algılanmak isteyen, imajını ve itibarını güçlü tutmak isteyen bütün büyük şirketler hedef kitlesinin zihninde yer edecek, onların algılarını etkileyecek faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Çünkü insanlar gerçeklerden çok algılarına inanırlar.

Günümüzde reklamcılık, mesaj bombardımanı altındaki müşteriye ulaşmanın yollarını aramaktadır. Biz farkında olsak da olmasak da günlük yaşantımızda milyonlarca mesajı zihnimiz algılamaktadır. İşte bu mesaj kirliliğinin içinden sıyrılmanın yolunun ‘duygulara ve algılara seslenmekten’’ geçtiğinin birçok iletişim uzmanı ve reklamcı farkındadır ve bunu da kullanmaktadır. Algılama yönetimi halkla ilişkiler mesleğinin psikolojik boyutunu oluşturmaktadır.

KAYNAKÇA
·       ASNA, Alaeddin; Public Relation ( Temel Bilgiler), Der Yayınları, İstanbul, 1993
·       BİNBAŞIOĞLU, Cavit ; BİNBAŞIOĞLU;Etkin, Endüstri Psikolojisi, MEB Yayınları, Ankara, 1992
·       GARİH, Üzeyir; Pazarlama Tanıtım Halkla İlişkiler, Hayat Yayınları, İstanbul, 2000
·       İNCEOĞLU, Metin; Tutum Algı iletişim, Elips Kitap, Ankara, 2004
·       KADIBEŞEGİL, Salim; Halkla İlişkilere Nereden Başlamalı, Mediacat Kitapları, Ankara, 2001
·       KOÇ, Erdoğan; Tüketici Davranışı Ve Pazarlama Stratejileri: Global ve Yerel Yaklaşım, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2007 
·        MUTLU, Erol; İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat, Ankara, 2004
·       PELTEKOĞLU, Filiz, Balta; Halkla İlişkiler Nedir, Beta Yayınları, İstanbul, 2001
·       SAYDAM, Ali; İletişimin Akıl ve Gönül Penceresi Algılama Yönetimi, Rota Yayınları, İstanbul, 2005
·       TIĞLI, Mehmet; Bilinç Altı Reklamcılık, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,İstanbul, 2002, Sayı:15
·       ZALTMAN, Gerald; Tüketici Nasıl düşünür, MediaCat Yayınları, İstanbul, 2003
DİĞER KAYNAKLAR














                                                      ŞEFİK CAN

9.VUSLAT YILDÖNÜMÜNDE DUALARIMIZLA

SON MESNEVİHAN ŞEFİK CAN'IN  VUSLAT GÜNÜ

ŞİŞLİ CAMİİ