HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

9 Mart 2014 Pazar

Gülen Cemaatinin amacı / Tayyip Erdoğan'ın savaşı 1
Harun Alanoğlu
27 Ocak 2014

Şu aralar sokaklarda en çok sorulan sorulardan biri "Tayyip Erdoğan neden yolsuzlukların değil de savcı ve polislerin üzerine gitti" sorusudur. Gülenciler bu soruyu, halkta bir kafa karışıklığı yaratmak için propaganda amaçlı olarak tekrarlayıp duruyor, peki amaç bu soru muydu? Hayır, bu B belki C belki de D planıydı, hatta belki plan bile değildir. peki plan veya planlara ne oldu. Az  sonra değineceğiz.

Taşları yerlerine koymaya başlayalım. Gülen cemaati dershane bahanesiyle Tayyip Erdoğan'la mesafesini ve hükümet üzerindeki hakimiyet gücünü test etti. "Ne bahanesi dershaneler çok önemli" diyenler, o konunun bugün cemaat medyasınca dahi ne kadar konuşulduğuna bakarsa önemini anlar. Eğer hükümete dershaneleri kapatma konusunda geri adım attırabilselerdi, Tayyip Erdoğan'a karşı güçlü bir konumda olduklarını ve istedikleri bir şeyi eninde sonunda alabileceklerini anlayacaklardı; ama bu olmadı hatta ters tepti ve Hakan Fidan konusundan dolayı zaten kendilerine kızgın olan ve artık cemaate karşı çok şüpheyle bakan Tayyip Erdoğan'ın kendilerini zayıflatacak adımlar atmaya başlamasına sebep oldular. bu durumda cemaat için yapılacak tek şey kaldı "Tayyip Erdoğan'ı bitirmek". peki bu spontane gelişen bir olay mıydı, tabi ki hayır. Öyle olsaydı cemaat, hükümetle savaşabilmek için yıllar önceden çalışmalara başlamış olmazdı.

Tayyip Erdoğan, kendisine çok yakın dahi olsa, hakkında yolsuzlukla ilgili dedikodu çıkan birini yanında tutmuyor. Bunu, aksine inanmak için şartlanmayan herkes biliyordur. İsim vermek istemiyorum ama bazı bakanlar ve vekiller bu sebepten artık ortalıkta yok. peki bu dedikodular Tayyip Erdoğan'ın kulağına gelmezse... Gelmezse Tayyip Erdoğan hiçbir şey yapmaz, işine bakar. İşte bütün mesele burada. Cemaate bağlı polis ve savcılar uzun süre boyunca herkesi takip altına alıp haklarında bilgiler toplayıp, bu bilgileri sadece kendilerine sakladılar. bu bilgiler belki yolsuzluktu belki de yolsuzluk olarak dedikodu çıkarabilecekleri birtakım resmi olmayan hayırlı işlerdi, şu aşamada işin orasını bilemiyoruz.

Konumuza dönelim. Cemaat, Tayyip Erdoğan'a karşı, kasım ayındaki yazımda da belirttiğim gibi bir itibarsızlaştırma operasyonu başlattı, bu operasyonun süreci ise muhtemelen şöyle işleyecekti.
- Bir sabah, savcıların bakan yakınlarını, yolsuzluk ve rüşvet iddialarıyla gözaltına almasıyla uyanacağız ve aynı anda bakanların da yolsuzlukla alakalı olduklarını işaret eden iddialar konuşulmaya başlanacak.
- Savcı ve polislerin, daha önceden varlığını tespit ettikleri paraları saymak ve taşımak için yanlarında götürecekleri para sayma makineleri ve ayakkabı kutuları üzerinden daha önceden hazırlanmış propagandalar başlayacak ki zaten ortada o kadar para varken o kutu ve makineleri polis getirdi diye savunma yapılırsa komik duruma düşecekler. Bu sayede yolsuzluk gerçekten var mı yok mu yerine ayakkabı kutuları ve para sayma makineleri konuşulacak.

- Hükümete Tepki Göstermeye başlayan halktan korkan Tayyip Erdoğan hükümetinin bozulan itibarını düzeltme çabasıyla panik halinde derhal adı geçen bakanları, özellikle de içişleri bakanını görevden alacak.

- Hükümetteki panik ve boşluktan istifade yeni operasyonlar başlayacak, polisler savcı eşliğinde milletvekilleri bakanlar ve hatta Tayyip Erdoğan'ın kapısına dayanacak ve bu arada Temiz Eller sloganıyla savcılara ve polislere kahraman sıfatıyla halk desteği sağlanacak.

- Sosyal medya ve sokak eylemlerinin de desteğiyle hükümet yolsuzluğa boğulmuş, Tayyip Erdoğan da yolsuzlukların üzerinde oturan kişi olarak devamlı haber yapılacak, dava dosyaları hazırlanacak hatta Bilal Erdoğan gözaltına alınıp, Tayyip Erdoğan bizzat yolsuzlukların içinde gösterilecek.

- Seçimlere kısa bir süre kaldığı için savunması yapılamayacak bu operasyonlar Tayyip Erdoğan'ın seçimlerde ağır bir hezimet yaşayarak istifa etmesine ve gelecek seçimi de kazanamamasına sebep olacak.

- DEVLETTE BELLİ BİR GÜCE ERİŞMİŞ OLAN CEMAAT, BU SAYEDE YENİ GELECEK KOALİSYON HÜKÜMETİYLE UYUM İÇİNDE GÜCÜNÜ ARTIRARAK YAKIN BİR ZAMANDA ÜLKENİN EN BÜYÜK GÜCÜ OLACAKTI
Peki ne oldu; Tayyip Erdoğan öncelikle bakanlar hakkındaki iddiaların değil de kendisine yapılacak operasyonun faillerinin üzerine gitti. Bu durum cemaatin planlarını bozdu ve işler tersine döndü. Cemaat, savcı ve polislerin konumu kurtarmak için kendilerinden olmadığını, olaylarla da ilgileri olmadığını açıkladı. Başarılı olamayınca, bu operasyonun doğru bir iş olduğuna halkı ikna etme yoluna gitti, adına ahitleşme denilen bedduanın amacıda buydu ki burada yanlış olan başka bir şey de vardı. Ahitleşme eşit şartlarda yapılmalıydı, "evim, ailem vb. hiçbir dünyevi bağım yok, bunların olmasını davama aykırı buldum" (ki Peygamber Efendimiz sav.'de bunlar vardı) diye açıklama yapan birinin ev ve aileler üzerinden "ateşler yağsın, ağıtlar yağsın" diyerek ahitleşmesi de, en az operasyonlar kadar doğru değildi.
İşler ters gidince cemaat diğer planlara geçti, mesela (muhtemelen Hakan Fidan'a ait) ses kayıtları çıkarmak için zemin hazırlanmaya çalışıldı, Fethullah Gülen'in ses kayıtları servis edilip, sonra ki çıkarılacak ses kayıtlarını inkar için yer yapıldı, bu taşla iki kuş vurmak için, Fethullah Gülen'in sabancı, koç gibi büyük işadamlarınca da çok önemli olduğu ve dünyanın her tarafında sözünün geçtiğini gösteren bir kayıt seçildi.

Çıkarılması planlanan ses kayıtlarıyla alakası olmalı ki, devletimizin Müslüman kardeşlerimize yaptığı, devlet sırrı olması hasebiyle gayrı resmi olan yardımlar da hedef seçildi. Propaganda  da hazırdı ve sözcüsü muhalefet lideriydi "mit silah kaçakçılığı yapıyor". Savcıların kapısını dahi açamadığı için içini hiç kimsenin görmediği kamyonlarda silah olduğunu, Cemaate hizmet eden yazarlar nasıl biliyorsa biliyordu ve kamyonlar daha durdurulur durdurulmaz sosyal medyada "silah dolu kamyonlara savcıyı sokmuyorlar" yazıyordu. İşin ilginci ise Müslüman bir cemaatin, Filistin'de ve Suriye'de Müslümanlar katledilirken tepki göstermeyip, hatta neredeyse destekleyip,

Müslümanlara silah gönderilmesine feryat etmesiydi. Sohbet ortamlarında "silahları gönderip kardeşi kardeşe kırdırıyorlar" diyerek de kendi tabanını hükümetten iyice soğutmaya çalışıyordu (Cemaat içindeki kardeşlerimize hatırlatmadan geçemeyeceğim. Fotoğraflarını gördüğünüz işkence ve açlıktan öldürülen 11.000 Müslüman kardeşimizi ve çocuğumuzu kardeşleri değil düşmanları, kendilerini savunacak silahları olmadığı için eziyet ederek katletti.) Buradan amaçlanan ise içeride umdukları zararı veremedikleri Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan'ı, terör destekçisi etiketi yapıştırarak dünya kamuoyu ve devletlerinin önüne atmak ve hadi sizde vurmaya başlayın demekti. Bunu yaparak, önceki yazımda belirttiğim gibi Müslümanların lehine olan devlet sırlarını ifşa ettiği için İslam dünyasındaki en büyük itibar kaybını yaşadı.

Oyunlar bitmedi, büyük planlara günlük planlar eklenerek operasyon devam ediyor. Tayyip Erdoğan'a destek olmanın bir İslami dava olduğuna inanıyor, bu sebepten dolayı elimden gelen bu olduğu için yazıyorum.

Bir dini cemaat neden devleti ele geçirmek ister, bu uğurda İslam dünyasını karşısına alır mı, alırsa neden alır? Cemaatin İsrail'le ilişkilendirilmesi ve cemaatin buna tepkisinin yumuşak olmasının bence nedenlerine cemaatin görevinin ne olabileceğine inşallah bir sonraki yazımda değinmeye çalışacağım.

Selam ve dua ile Allah'a emanet olun.

Gülen Cemaatinin Amacı /Tayyip Erdoğan'ın Savaşı2
7 ŞUBAT 2014
Beni eleştirebilirsiniz, belki hakaret bile edebilirsiniz, bu yazıyı okuyan herkese hakkımı şimdiden helal ediyorum ama lütfen sabırla ve nefes alarak okuyun bu yazı çok önemli.
Gülen cemaatinin faaliyetleri, Osmanlı yıkılmadan önce başlayan bir operasyon planının, günümüzde uygulanan bir parçasıdır. Bu operasyon biraz uzun vadeli ama İslamiyet'i başkalaştırarak yok etmek üzerine yapılmış bir plandır.

 Bu sitedeki ilk yazım olan "Yakın tarih ve günümüzle ilgili tespit öneri" başlıklı yazımda bu operasyondan kısmen  bahsetmiştim. çok daha önemli olan bu yazımda da ağırlıklı olarak operasyonun İslam dünyası ve cemaatle ilgili olan yanına değineceğim.

Bilindiği gibi Hıristiyanlık ve Musevilik ise dünyevileştirilip keyfi hükümlerle doldurulmadan önce hak dinlerdi. Hıristiyanlar ve Museviler inançlarını, birbirlerine ayak uyduracak şekilde evirip çevirebildikleri için yüzyıllardır gayet iyi anlaşabilmektedirler. Gerçi günümüzde genel olarak Hıristiyanlar Museviliği temsil eden Yahudilere ayak uyduruyor olsa da bu işleyiş, bu dinlerin hükümlerini ortak değerlerde buluşturmak üzerine çalışmaya devam etmektedir.

 İslamiyet ise ilahi hükümleriyle oynama yapılamadığı için, hükümleri dünyevileştirilmiş olan diğer dinlerle uyuşamamaktadır. Yahudiler, Hıristiyanların inançlarıyla oynayarak Hıristiyan dünyasını kontrol altına alabilmenin rahatlığını Müslümanlar söz konusu olduğunda hiçbir zaman yaşayamadılar ama Osmanlının yıkılış süreciyle beraber İslam alemini parçalayıp küçük devletler haline getirdikten sonra İslam dinini de başkalaştırma operasyonları yapma fırsatı buldular.
Hasta adam projesindeki hasta adam Osmanlı, hedef İslam diniydi..

Zaman içinde değişen şartlarla, ana plana bağlı kalmak kaydıyla değişik harekat tarzları belirlenen bu operasyon çerçevesinde, Müslümanları dünya kamuoyu nezdinde küçük düşürüp İslam dünyasını  aşağılayarak İslam dininin yanlış temellere oturtulduğunu ve bir değişimin şart olduğunu. Bu değişim gerçekleşmesi halinde Müslümanların da refah içinde yaşayabileceklerine dair bir algı oluşturulması çalışmalarına başlandı.

Bu algıya zemin hazırlamak için, Osmanlı'dan sonra küçük parçalara ayrılan ve batının emrindeki diktatörlerce yönetilmeye başlayan Müslüman milletler, ulvi ve fenni tüm eğitimlerden mahrum bırakılıp yoksulluğa mahkum edilerek, çıkarılan kaos ortamlarında  buhran içinde yaşamaya zorlandı. Müslümanların sefalet içindeki bu yaşamları, daha doğrusu ölümleri, katledilişleri National Geographic belgeselleri gibi tüm dünyaya izlettirildi. bu şekilde Müslümanlara, yanlış bir hayatın içinde olduğu kendileri gibi olmazlarsa bu durumlarının değişmeyeceği mesajı verilirken kontrolleri altındaki toplumlara da,  kurduğumuz düzende huzur ve refah içinde yaşamanızın kıymetini bilin mesajı veriliyordu.

Tüm bunlar olurken bir taraftan da Fethullah Gülen, Muhammed Tahir'ül Kadri gibi kişiler tarafından, zamanı gelince İslam inancı üzerinde operasyon yapmaya zemin hazırlayacak bazı İslami hareketler başlatıldı. Bu cemaatler benzer şekilde hareket ediyor olsa da şu an bizi ilgilendirenin gülen cemaati olmasından dolayı sadece gülen cemaatinden bahsedeceğim.

Yaklaşık elli yıl önce faaliyete başlayan bu hareketin seksenli yıllara doğru gelirken gizlice yapılmaya başlanan ev sohbetleri, o dönem baskı altında yaşayan Müslümanlar tarafından, kemalist diktaya karşı İslam namına cüretkarca bir karşı koyuş tavrı olarak görülmüş, girilen riskin de heyecanıyla olağanüstü bir şekilde benimsenmişti.

 Fethullah Gülen bu hareketin öncüsü olarak Müslüman camianın sadece sohbet konularında değil gönüllerinde de hızla yer edinmişti. Sohbet halkalarındaki Müslümanlar kısa bir sürede Fethullah gülen ve başlattığı hareket için büyük fedakarlıklar yapacak hale gelmişlerdi.

 Bu aşamanın adına SIZINTI diyebiliriz. Fethullah gülen Sızıntı aşamasını başarı ile geçerek AKSİYON adını verebileceğimiz ikinci aşamaya geldi ve HERKÜL adını verebileceğimiz aşamanın temellerini atmaya başladı.

Fethullah Gülen, aksiyon aşamasında Müslüman camianın büyük destekleriyle dershaneler açmaya başladı. Müslümanların bunu eğitime verilen önem olarak değerlendirmesi için yapılan algı yönetimi de başarılı oldu.  Bizden saklanan asıl amaç ise gelecekte kullanılmak üzere işlenecek hammaddeye yani henüz fikirleri oluşmamış başarılı çocuklara ulaşmaktı.

Ailesi ve çevresi cemaate bağlı olan dimağı boş çocuklar alınıp, dershane ve aile ortamlarındaki telkinlerle gülen fanatiği bireyler olarak yetiştirilip, cemaat kontrolünde okutularak gelecekteki görevlerine hazır hale getirilmeye başlandı.

Hedefin Türk halkı değil de İslam dini olmasından, İslam dininin de tüm dünyaya yayılmış olmasından dolayı cemaat, diğer ülkelerde de Müslüman kimliğiyle Türk okulları açmaya başladı. Bu okullar Gülen'e o ülkelerde de güç sağlayacak nesiller yetiştirmenin yanı sıra Türkiye'deki, cemaat ve tarikatlardan uzak kalan kendi halindeki Müslümanların da dikkatini çekerek, o insanların da, cemaatin içine girmeseler dahi Fethullah Gülen'i tanımalarını, saygı duymalarını ve güvenmelerini sağlayacaktı.

Türkçe Olimpiyatları da bu amaçla yapılmaya başlandı ve büyük oranda başarılı oldu. Cemaat, kendi gazete ve televizyonlarına sahip olarak kendi medya gücünü de oluşturdu ve kendileri hakkında olumlu ve olumsuz propagandalar konusunda pazarlık gücü elde ederek olumsuz propagandaların önünü kesti.

Fethullah Gülen, gizli kadrolaşma çalışmalarının zarar görmesini engellemek için, Erbakan gibi Müslüman kimliğiyle ön plana çıkan bir başbakana karşı bile kemalist iktidar sahipleri tarafında yer alsa da, İslam karşıtı ortamı fırsat bilerek Amerika'ya yerleşti.

 Buradaki asıl amaç, Fethullah Gülen'i dokunulamaz bir hale getirerek devletin gündeminden düşürmekti. Bu sayede ülke içindeki kadrolaşma çalışmaları da gizlenebilecekti. diğer amaç ise Fethullah Gülen'e ulaşmanın bile zorlaştırılıp, ulaşıp görüşebilen kişilerin bile övülmeye layık, saygıyı hak eden kişiler olacağı şeklinde bir algı oluşturabilmekti. Bu algı yönetimi de büyük oranda başarılı oldu.

Kendisiyle görüşebilenin bile çok önemli bir insan haline getirildiği bir zat'ın etkisinin nasıl olabileceğini merak edenler, cemaatin içinden birine Fethullah Gülen'i sorsun ve cevabını dinlesin; eğer cemaatin içindeyseniz Fethullah Gülen'e karşı hislerinizi bir kontrol edin anlayacaksınız.

Gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan her duruma göre Alternatif planlar yapıp veriler toplayan Fethullah Gülen, 95 yılından sonra, Tayyip Erdoğan'ın ilerleyişine bağlı olarak, başbakan olmasının da bir tahmin edilebilir hale gelmesinden dolayı, bu ihtimal gerçekleşirse kullanabileceği verileri de hazırlamıştı, Bu ihtimal gerçekleşip de Tayyip Erdoğan Başbakan olunca hazırlanan verileri kullanarak Başbakan'ın güvenini kazanabildi. Bu veriler fikir birliklerinin ispatı ve Müslüman Kimliğinden dolayı kemalist devlet kadroları tarafından düşman ilan edilen Tayyip Erdoğan'a güç sağlayacak kozlardı.

 Yenilmesi imkansız görülen kemalist oluşumu yenebilme fırsatı bulduğunu düşünen Tayyip Erdoğan bu tuzağa düştü ve cemaatle işbirliği yapmayı kabul ederek Ergenekon örgütüyle mücadele edebilmesi için cemaatin devlet içinde kadrolaşmasına müsaade etti. Ancak, cemaati tanıdığım kadarıyla Fethullah Gülen'in mutlaka yapmış olduğuna inandığım ve çok önemli olan şu ayrıntıyı yazmadan geçemeyeceğim.

Cemaat Hükümetin bilgisi dahilinde yaptığı kadrolaşmanın dışında, gelecekteki planları dahilinde hükümetle ters düşmesi durumunda çıkacak anlaşmazlıktan dolayı tasfiye edilecek kadrolarının (yani bugünkü durumun) yerine kullanabilmek üzere eski tip gizli kadrolaşmasından da vazgeçmeyerek Fethullah Gülen ve çevresindeki birkaç kişinin dışında kimsenin bilmediğini düşündüğüm, birbirlerinden bile haberleri olmayan, kendi kadrolarına paralel gizli bir kadro da oluşturdu ve şu anda tasfiye edilen kadroların yerine atananlar arasında bu kadrolardan kişilerin de olması çok kuvvetli bir ihtimaldir, Tayyip Erdoğan'ın emir komuta zincirini katılaştırması bu kadroları geçici olarak durdurabilir ama uzun vadede yapılacak ve 17 aralık operasyonundan daha sıkıntılı sonuçlar doğuracak yeni operasyonların önünü kesemez.

 Şimdi konumuza dönelim, Tayyip Erdoğan'ın önünü açmasıyla  Ergenekon örgütünü tasfiye eden Fethullah Gülen, tasfiye ettiği kadroların yerine kendi kadrolarını yerleştirerek devletin yeni gücü haline gelmeye başladı. Burada herkesin dikkatinden kaçan ama aslında en ciddi olan mesele ise Şamil Tayyar'ın "Bugün dönüp de o soruşturma dosyalarına baktığımızda, tüm soruşturmaların mason localarına gelip dayanınca durduğunu ve o ana kadar ismi geçen herkesin mahkum edilerek dosyaların kapandığını görüyoruz" ifadeleriyle değindiği konudur. yani Fethullah Gülen mason localarının üzerine hiç gitmemiş hatta bunu söz konusu bile etmemiş, sadece kadroları tasfiye ederek, yerlerine kendi kadrolarını yerleştirmişti.

Bu durumdan yola çıkarak, mason localarının Ergenekoncuları gözden çıkarıp, planlarının geldiği aşama doğrultusunda Fethullah Gülen'in yolunu açtığı sonucuna da ulaşabiliriz.  Dinler arası diyalog projesi ise gelecekte İslam dinini başkalaştırmakta kullanılacak olsa da, Fethullah Gülen'in saklayamadığı bazı görüşmelerin bahanesi olarak kullanılıyor ve Abraham Foxman gibi, İsrail söz konusu olduğunda kraldan çok kralcı olan biriyle, refleks olduğuna inandığım samimi, muhabbet dolu kucaklaşmalarına bile bahane olarak kullanılabiliyordu.

Algılarıyla oynayarak cemaate kayıtsız şartsız bağlanmaları sağlanan Müslüman kardeşlerimiz ise Fethullah Gülen'in bu ve benzeri açıklarına karşın bırakın başkalarını, kendi zihinlerini bile ikna edecek bahaneler üretme yoluna gidiyorlar. hiçbir bahane bulamadıkları durumda ise şartlandırıldıkları son savunma moduna geçiyorlardı. O savunmayı hatırlayalım; "Efendimiz (SAV) bu davayı Bediüzzaman'dan sonra Hoca efendiye miras bıraktı, her adımını alem-i mana'da Efendimiz (SAV) ile istişare (mübeşşirat) eden birinin hata yapması mümkün müdür, vardır Hoca efendi'nin bir bildiği"

Fethullah Gülen kemalist eğitim sistemine son vermek  ve Ergenekon örgütünden kurtulmak isteyen Tayyip Erdoğan'dan Milli Eğitim, Emniyet, ve Yargıyı aldıktan sonra Mit'i de alarak devletin mutlak hakimi konumuna gelecekti, işte ne olduysa bundan sonra oldu, Hakan Fidan'ı kayıtsız şartsız istemeyen Fethullah gülen, Hakan Fidan olmazsa olmaz diyen bir Tayyip Erdoğan'la karşılaşınca, Allah'ın inayetiyle diyebileceğimiz bir şekilde art arda hatalar yaparak niyetlerinin halis olmadığını belli etti ve güvenini kaybetmeye başladıkları Tayyip Erdoğan'ı zamanından önce yani HERKÜL aşamasını tamamlayamadan (Ülkenin en büyük gücü haline gelemeden) bertaraf etme yoluna gitti ve Tayyip Erdoğan kaderi buymuşçasına, belki de hala farkında olmadığı bir projeye karşı İslam namına yeni bir mücadeleye başladı.

Yaptığı hatalar silsilesine devam eden Fethullah Gülen en son olarak Tayyip Erdoğan'ın Müslümanlara yaptığı gayrı resmi  yardımlar için paravan olarak kullandığı İHH kamyonlarına operasyonlar yaparak Tayyip Erdoğan'ın Müslümanlara yaptığı gizli yardımlarını ifşa etti. Bu operasyonlarla Tayyip Erdoğan'ı Batı'ya ve Güney'e ihbar etmiş olsa da, Müslümanların da yapılanları görmesine vesile olarak İslam aleminin gözünde Tayyip Erdoğan'ın daha bir itibar kazanmasına, kendilerinin ise iyice itibar kaybetmesine neden oldu.

Bu yazı çok daha uzayabilir; ama mümkün olduğunca kısa tutmaya çalıştığım için bir önceki Yazımda anlattığım, Fethullah Gülen'in Tayyip Erdoğan'a karşı başlattığı operasyonun şekline de bir daha değinme lüzumu görmüyorum.

Dünyada İslam dinine karşı uzun süreli bir operasyon var. Bu operasyon çerçevesinde Müslümanlar ambargolarla her şeyden mahrum bırakılıyor, sefalet içinde yaşamaya zorlanıyor, aşağılanıyor, katlediliyor bu şekilde Müslümanların, içtihat adı altında İslam'ın kaideleriyle oynanabileceğine inandırılabilmesi için zemin hazırlanıyor. bu plan çerçevesinde Fethullah Gülen vb. birkaç kişi müçtehit ilan edilecek daha sonrasında ise yapılacak içtihatlarla Hıristiyanlık ve Musevilik gibi değiştirilmiş bir İslam oluşturulmak suretiyle Selçukluları, Osmanlıları var eden o inanç yok edilecek, yeni dünya düzeni kurucuları kendileri için oluşabilecek bütün tehlikeleri temelinden kurutmuş olacaklardır.
Saflarımızı ona göre belirlemeli, bu düzene karşı Allah'ın dinini korumak için mücadele eden kimler varsa onun yanında olmalı, Müslüman toplumları içinde bulundukları tuzaktan kurtaracak çalışmalar başlatmalı, yapılan çalışmalara da destek olmalıyız.

Selam ve dua ile…
 
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

Bizi böylesine düşman göreni, görmedim!

09 Mart 2014
Ali Karahasanoğlu / Yeni Akit

1993’den bu yana, basın hayatındayız.
DYP-SHP iktidarını gördük.
DYP-ANAP iktidarını..
28 Şubat’ları gördük..
MHP’li koalisyon hükümetini gördük.

“Başörtülülere burs vermiyoruz” diyen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin şikayetlerini gördük..

Kurban derisi gaspçısı Türk Hava Kurumu’nun yüz binlerce liralık tazminat davalarını yaşadık.

“10 Kasım’da niye sayfanızı siyah zemine basmadınız” diyen Atatürkçü Düşünce Derneği’ni gördük, Gezi Parkı’ndaki üç ağaca sahip çıkarken, Koç’un on binlerce metrekarelik ormanı talan etmesine seyirci kalan TMMOB’un şikayetlerini gördük.
CHP yöneticilerini gördük, MHP yöneticilerini gördük..
Ve hepsinin zirvesinde, 312 generalin bir araya gelip, açtıkları trilyonluk manevi tazminat davasını gördük.
Akit’i karşıt olarak gördüler. Düşman olarak gördüler. Dava açtılar, suç duyurusunda bulundular..
Susturmaya çalıştılar..
Ama Fetullah Gülen kadar şedidini görmedim.. Bir basın organına, bu kadar amansız düşmanlık edeni görmedim..
Darbecilere, laikçilere, Hıristiyanlara karşı hoşgörünün zirvesindeydiler..
Şimdi, Akit’i susturmada hoşgörüsüzlüğün zirvesine çıktılar.
Somut örnek isteyeceksiniz..
Vereyim.
İstanbul’daki avukatları ayrı, Ankara’daki avukatları ayrı, müracaatta bulunuyor..
Aynı olay için, aynı taleple, iki ayrı avukatın yaptığı müracaatlar.
Amaç ne? Korkutmak.. Yıldırmak... Sindirmek.
Davalarla uğraşırken, gazetecilik yaptırmamak..
Sadece, tek haberi iki ayrı ilden şikayet etmek, bir habere iki dosya açtırmak da değil, yapılan..
21 yıllık basın tecrübeme dayalı söylüyorum... Ayağına bastıklarımızdan kimisi ceza davası açardı. Kimisi tazminat.. Kimisi açıklama ile yetinirdi...
En kabadayısı, ceza ve tazminat davasını birlikte açanları gördüm.
Ama Gülen, 7-8 koldan hareket ediyor..
Tekzip müracaatı var..
Ceza soruşturması için suç duyurusu var.
“Kişilik haklarıma saldırıldı, 40 bin TL, 50 bin TL ödesinler” isteği var..
Basın İlan Kurumu’na müracaat edip, “İlanlarını kesin” talebi var..
İllegal Basın Konseyi’ne müracaat var..
Ve 21 yıllık basın hayatımda ilk defa gördüm, Gazeteciler Cemiyeti’ne şikayet var..
Ve sorsanız, bunlar bir de bize “Basın özgürlüğü” dersi verirler..
Televizyonlarında sabahtan akşama kadar, “İnternet yasaklanıyor, Facebook yasaklanmak isteniyor” diye yayın yapıyorlar..
Kendileri yasaklamanın kralını yapmak için bir saniye boş durmuyorlar..
Basın hürriyetini kısıtlamak, engellemek isteyen biri var ise..
O da Fetullah Gülen’dir, arkadaşlar.
Bunu söylememek isterdim.
Söylememek için de, çok direndim.
Ama geldiğiniz nokta, maalesef burasıdır.
Gerçek ortada..
İllegal konseye, Gazeteciler Cemiyeti’ne müracaat etmeye kadar düştünüz..
Oysa ben beklerdim ki, bizim 20 katı tirajınız olduğunu iddia ediyorsunuz. Fazladan, başka gazeteleriniz de var.
Üstelik televizyonlarınız da var.
Sabahtan akşama kadar istediğiniz yayını yapıyorsunuz.
İstediğiniz hakareti yapıyorsunuz.
Tek bir tane dava açtık mı size?
Bir tane suç duyurusunda bulunduk mu?
Varsa bir itirazımız, elimizde gazete var.
Cevabını veririz, okuyucu takdir eder.
Sizin de varsa bir itirazınız, gazetenizde verin cevabını.
Televizyonda verin cevabını.
Ceza şikayeti. Tazminat talebi.. İllegal basın konseyine müracaat!
Nedir bunlar, söyler misiniz?
Nerde sizin basın özgürlüğüne saygı ilkeniz?
Böyle mi saygı gösteriyorsunuz, düşünce hürriyetine..

Ama bu günler de geçecek, Allah’ın izni ile..
28 Şubat’ın geçtiği gibi..
2003’deki darbeler silsilesinin geçtiği gibi...
Bakalım, 17 Aralık operasyonu yargılanmaya başladığında, bu arkadaşlar ne savunma yapacaklar?
Hayır, mahkemeyi kastetmiyorum.
Siz bize yüzlerce dava açın.
Ben size, yine de sanık sandalyesinde oturmayı konduramam..
Benim kastım, gazetenizde ne yazacaksınız?
Bugünlerde sık sık söylüyorsunuz ya: “28 Şubat’a direnmiştik. İHL’lerin kapatılmasına karşı çıkmıştık. Biz darbecilere destek vermemiştik” diye..
Eminim, 17 Aralık’çılar yargılanırken de benzerini yapacaksınız..
“Biz 17 Aralık’a aslında karşı çıkmıştık. Bizim meşru hükümetin başbakanının telefonunu dinleyenlerle ne işimiz olabilir? Biz, sadece dersaneler kapanmasın diye talepte bulunmuştuk. Diğerleri ile bizim ilgimiz yok” diyeceksiniz..
Tabii yedirebilirseniz..
Nasıl ki bugün, “28 Şubat’a biz de karşı çıkmıştık” dediğinizde, kahkahalarla gülüyoruz..
Yarın “17 Aralık’a, 25 Aralık’a biz de karşı çıktık” dediğinizde de, yine kahkahalarla güleceğiz..
Abdurrahman Dilipak / Yeni Akit

Kendim ettim kendim buldum

09 Mart 2014


Dün İstanbul’da Hukukçular Derneği’nin, Hukuk Fakültesi öğrencilerine yönelik “Darbeler ve Hukuk” konulu dizi konferanslarının sonuncusunda konuşmacıydım.
Dernek yöneticisi arkadaşlarla, katılımcılarla konuşuyoruz da, haklı sitemleri var. Daha bu olaylar patlamadan kısa süre önce, paralel yapının örgütlediği Boğaziçi, Mizan, Adalet ve Hukuk gibi derneklerin açılışına bakanlar katılmış, hatta 500.000 liraya yakın proje desteği sağlanmış ve ardından kriz patlayınca hükümet aleyhinde ilk suç duyurusunda bulunanlar bunlarmış.
Besle kargayı oysun gözünü derler ya, o hesap!

Teşvikler, muafiyetler büyük ölçüde bunlara gidiyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Meclis Başkanı, ne kadar “Devletlü”, işadamı sanatçı, sporcu varsa cemaatin peşinde. Yabancılar da alkışlıyor, yerliler de. İşadamları keselerin ağzını açıyor. Sıradan insanlar, gençler nasıl inanmasın anlatılanlara.

Daha düne kadar kamu kaynakları bu yapıya hibe edilmiyor muydu? Kültür merkezleri, bilgi evleri bunlara kiralanmıyor muydu yok pahasına? Yurt-okul diye imar planlarında değişiklikler yapılıp, kimseye tanınmayan imtiyazlar bunlara verilmiyor muydu?

AK Parti’nin, Genel Merkezden taşra teşkilatına kadar kendini bir özeleştiriye tabi tutup “Nerede yanlış yaptık” sorusunu sorması gerekir kendine...

Hâlâ birtakım “şüpheli” kişiler var saflarının arasında. Talihsiz sürprizlerle karşılaşmamak için bunları ayıklaması gerekir.

Hükümet karşıtları, yolsuzluk ve fuhuş konusunda samimi değiller. Maksatları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Mut’a nikahından söz ediyorlar, Mut’a da olmadan yenilen haltlar ne oluyor?
Yolsuzluk dosyalarını bugüne kadar niçin beklettiler acaba? Ya da eğer bu bir “Temiz toplum” projesi ise, o zaman niye bekliyordunuz? Şantajcılık, öbür ahlaksızlıklardan daha hafif bir şey değil. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” kabilinden bir bakış açısı ile, korkutup, teslim aldıklarınız sütten çıkmış ak kaşık mı oluyorlar?

Tamam rüşvetçiler, hırsızlar, uçkur düşkünleri cezalandırılsın. Ama torpilciler, üniversite ya da personel sınavında soruları çalanlar da, haksız olarak yandaşlarını ödüllendirip terfi ettiren ve kendilerinden olmayanların sicilleri ile oynayanlar, yargıyı manipüle edenler de cezalandırılsın.
Sahi şu Halk Bankası Genel Müdürü o rüşveti aldı ise kime çok daha büyük bir haksız menfaat sağladı da, kamuyu zarara uğrattı?

Kamu kaynaklarını yağmalayanlar, komplo ve iftiralar ile hükümeti ele geçirmeye çalışanlardan da hesap sorulmalı.

Sahi Ergenekon ve Balyoz’da bu paşaları, bu subayları kim niçin içeri tıktı ve ne oldu da şimdi salıveriyorlar?

Gezi’de ne oldu? Koç’la bu muhabbet nereden kaynaklanıyor?
Cemaat ABD, AB, Vatikan ve İsrail’de bu muhabbet ve güveni nasıl sağladı?
Yabancıların güvenini kazanırken kendi ülkesinde nasıl bu kadar yalnızlaştı?

Bağlıları dışında kimse bunlara güvenmiyor. Bu kadar büyük bir öfkeyi nasıl hakettiler!
Şimdi sempatizanlarını, CHP, MHP, SP, BBP’ye özellikle de Sarıgül’e oy vermeye, bu da olmazsa oy kullanmamaya, ya da oylarını iptal etmeye çağırıyorlar.

Ne nedir, şunun şurasında 3 hafta kaldı, görülecek. Ve sonra derin devlet, Paralel devlet, darbeciler, kayıt dışı ekonomi, kayıt dışı siyaset, yağmalanan kamu kaynakları, haksız bir şekilde elde edilen ne varsa hesabı sorulacak.

AK Partililer bir yandan da şimdiden kendi içlerine bakmalılar. Ve bundan sonrası için daha dikkatli olmalılar. Parti, milletvekili, belediye arasında ucuz köşe kapmaca oyunlarının ötesine geçip, bu krizden ders alıp gereken yapılmalı.

Bir musibet, bin nasihattan iyidir.
Ha bu bize ders olsun.

Selam ve dua ile.
Hasan Karakaya / Yeni Akit

Bunlar AK Parti’nin; değil “oy”unu, “soy”unu bile kuruturlar!

09 Mart 2014


Bilirsiniz; lâfı eğip-bükmeyi, döndürüp dolaştırmayı hiç sevmem... Ne söyleyeceksem, “doğrudan” söylerim.
Bugün de öyle yapacak, “Cemaat’in STK’larından biri” olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yöneticilerine “doğrudan” soracağım;
“Siz mi doğru söylüyorsunuz, Cemaat’in sözcüsü Zaman mı?.. Siz mi doğru söylüyorsunuz, Twitter militanlarınız mı?.. Siz mi doğru söylüyorsunuz, Cemaat’in okul ve yurtlarındaki Abi’leriniz ve Abla’larınız mı?”
Bu soruyu soruyorum, çünkü;
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın önceki günkü Zaman ve Bugün gazetelerinde yayınlanan “açıklama”sında aynen şöyle denilmiş;
“Camia’nın bir siyasi parti kurması, kurdurması ya da bir partiyle ittifakı kesinlikle söz konusu değildir...”
Açıklamayı cümle cümle okuyalım:
“Bir parti kurmuyoruz!”
“Kurdurmuyoruz!”
“İttifak da yapmıyoruz!”
Yalancının!!!
Neymiş; “bir parti kurmuyorlar ve kurdurmuyorlar”mış!..
Millet “keriz” ya, “enayi” ve “embesil” ya, bu açıklamaya balıklama atlayıp, hemen inanacak!..
HER ŞEYİN İÇİNDESİNİZ
Be adamlar, bugüne kadar neyi “inkâr” ettiyseniz, hangi konuda “Bizimle ilgisi yok” dediyseniz, hepsinin “gerçek” olduğu çıktı ortaya...
“Camia’nın bir parti kurması ve kurdurması söz konusu değildir” diyorsunuz ama, “telefon konuşmaları” tam aksini gösteriyor...
Malûm,
İnternet sitelerine düşen ve Süleyman Hamit Müftigil adlı bir “Cemaatçi”ye ait olduğu sanılan bir ses kaydında şu ifadeler geçiyordu:
“Genç Parti vardı ya, onu aldılar, işte onun içi düzenlendi müzenlendi, bayramdan sonra yani ayın 25’i 26’sında bunun resmi müracaatı yapılacak... Bununla beraber şu anda 78 tane milletvekili AK Parti’den ayrılıp buraya girmeye şu anda hazır. Dolayısıyla şu anda Türkiye’de bir erken seçim gözüküyor.”
CEM UZAN’IN GENÇ PARTİ’Sİ!
Demek oluyor ki, “siyasete ayar çekmek” gibi bir plânınız var... Demek oluyor ki, “Genç Parti’yi dizayn edecek” ve belki, başına da Cem Uzan’ı oturtacaksınız!..
Hatırlarsanız, bunu 2 Şubat tarihli Ayna’da da yazmış ve demiştim ki;
“Malûm; kayıtların birinde Süleyman Müftigil olduğu iddia edilen kişi ile Orhan adlı biri arasındaki konuşmada, ‘Genç Parti’nin içini dizayn ettikleri’ ifade ediliyordu... Ondan sonra ‘taş’ı da koysalar, ‘tuzluğu’ da koysalar, kazanacaklardı...
Farz edelim ki, kazandılar!..
Peki, ne yapacaklar?..
Sanıyorum, ilk işleri ‘Hortumcu Cem Uzan’ı Paris’ten getirmek’ olacaktır!..
Öyle ya;
‘Genç Parti’nin içini dizayn’ ettiklerine göre, herhalde başına da Cem Uzan’ı oturturlar!.. Artık ‘damat’ olarak mı oturturlar, ‘içgüveysi’ olarak mı oturturlar, yoksa ‘gelin’ olarak mı oturturlar, orasını bilemem...
Bir yandan ‘yolsuzluk ve rüşvet’ edebiyatı yapıp, bir yandan ‘hortumcu’ya yer açmaya çalışmak biraz ‘abes’ ve ‘çelişki’ gibi gelebilir...
Ama;
‘Bunlara her yol mübah!’
Herhangi bir “ahlâkî değer” tanımadıklarından, ‘hortumcu’yla bile iş tutarlar!.. Yeter ki, ‘FGÖ’ye tâbi’ olsun!..”
Bu yazım üzerine Paris’ten “e-mail” gönderen Cem Uzan, kendisine yönelik “hortumcu” suçlamasına fena halde kızmış; “Bana hortumcu deme... Asıl hortumlanan benim!” demiş, ancak “Genç Parti’nin dizayn edildiği ve başına da Cem Uzan’ın geçirileceği” iddialarıyla ilgili tek kelime etmemişti!..
Malûm;
Atalarımız, “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” demişler!..
Ortada “fol yok, yumurta yok”ken, Cemaat’in Abi’leri “Genç Parti’nin dizayn edileceği” meselesini niye konuştular acaba?..
Ya da, şöyle soralım;
“Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı parti işi deşifre olduğu için mi, örtbas amaçlı böyle bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti?”
Öyle ya; Cemaat, hep böyle yapar: “Cemaat’ten birisi” deşifre olduğunda hemen derler ki; “Bizimle uzaktan-yakından ilgisi yok!”
Yersen!..
“Cemaat’in bir plânı” deşifre olduğunda, alelacele açıklama yaparlar:
“Bizimle ilgisi yok!”
Yersen!..
İyi de birader;
Hem “her işin içinde”siniz, hem de “İlgimiz yok” diyorsunuz.. Ne yani, hep “takiyye” mi yapıyorsunuz, hep “kaçamak” mı güreşiyorsunuz?..
Hadi, hepsini “yedik” diyelim, peki Süleyman Müftigil ile Orhan adlı kişinin konuşmasını ne yapacağız?..
Hadi, yine “İlgimiz yok” deyin!..
Kime yedirecekseniz!..
Millet uyandı;
Artık bu “palavra”ları yemiyor.
AK PARTİ DÜŞMANLIĞI!
“Açıklama”yı irdelemeye devam edelim... Malûm, demişler ki; “Camia’nın bir partiyle ittifakı kesinlikle söz konusu değildir!”
Bunlar, ya “devekuşu” misali boyunlarını kuma gömmüşler, ya da, milletin “sağır” olduğunu filan zannediyorlar!..
Oysa; “Hangi il veya ilçede AK Parti’nin karşısında hangi parti güçlüyse ona oy verileceği” şeklindeki talimatı, “Mısır’daki sağır sultanlar” bile duydu ama bunlar hâlâ duymazlıktan, bilmezlikten, görmezlikten geliyorlar!..
Talimat şu:
“AK Parti’nin karşısında CHP güçlü ise, CHP’ye oy verilecek!.. MHP güçlü ise MHP’ye, Saadet ve BBP güçlü ise onlara oy verilecek!.. Ama, AK Parti’ye kesinlikle oy verilmeyecek!”
Haa, hemen söyleyeyim;
Bunları yazıyorum diye “hayâl” gördüğümü, “senaryo” uydurduğumu ya da “komplo teorisi” ürettiğimi iddia edebilirler.
Oysa ben, “belgesiz” yazmam...
İşte belgesi: Tarih 3 Mart 2014... Cemaat’in İngilizce gazetesi Today’s Zaman’ın yazarlarından Halil Bilecen, takipçisi olan “Cemaat mensupları”na şu tweeti atıyor:
“Kanaat oluştu mu?.. Evet, oluştu... 81 ilin hiçbirinde AKP’ye oy yok... Her ilin en güçlü adayı, partisine bakılmaksızın desteklenecek... Net sanırım.
Çatlasanız da; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya’da CHP; Manisa, Balıkesir, Erzurum ve Adana’da MHP desteklenecek... Siyasal İslâm’a oy yok!”
Kim yazıyor bu satırları?..
“Cemaat’in İngilizce gazetesi Today’s Zaman’ın yazarı Halil Bilecen!”
Peki, “Cemaat’in STK’larından biri” olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ne diyor;
“Camia’nın bir patiyle ittifakı;
Kesinlikle söz konusu değildir!”
İyi de, bu “tweet”ler ne?.. “İttifak” dediğin daha başka nasıl olur ki?..
Hadi, “tweet”leri de geçelim ve soralım kendilerine: “İstanbul’da Kadir Topbaş’a karşı Mustafa Sarıgül’ü, Ankara’da Melih Gökçek’e karşı Mansur Yavaş’ı destekleme” kararı almanızı nasıl izah edeceksiniz?..
Bu “CHP adayları”nı belirleyen ve “Kılıçdaroğlu’na teklif edip, kabul ettiren” kimdir?..
Herhalde ben değilim!..
ŞAHİN ALPAY’IN OYU CHP’YE!
Gelelim “2. belge”ye...
Bu “belge” de; yine Cemaat’in sözcüsü Zaman gazetesinin yazarı olan Şahin Alpay’ın yazısı...
l 10 Nisan 1999 tarihli Milliyet’teki yazısında; “Oyumu elbette CHP’ye vereceğim, CHP’yi TBMM dışına itmek akıl alacak şey değildir” diyen,
l 3 Temmuz 2004’te Zaman’daki köşesinde; “Eğer Kurultay delegesi olsaydım, Baykal’a kesinlikle oy vermezdim” diye
yazan,
l 14 Temmuz 2007’de, yine Zaman’daki yazısında; “Bu seçimde oyumu bağımsız aday Baskın Oran’a vereceğim” diyen,
l 15 Nisan 2008’de, yine Zaman’daki yazısında; “AK Parti’ye 2002’de de, 2007’de de oy vermediğini” açıklayan Şahin Alpay, dünkü Zaman’da yayınlanan yazısında “açık ve net” demiş ki;
“Bu seçimde oyum CHP’ye!”
Gerekçesini de şöyle açıklamış:
“Bu yerel seçim, Erdoğan hükümeti için bir güven oylamasına dönüştü... Bu koşullarda ve yukarıda saydığım nedenlerle 30 Mart’ta oyumu, AKP’nin karşısındaki en güçlü rakip olan CHP’ye vereceğim. Okurlarımı da CHP’ye oy vermeye çağırıyorum. Bu seçim rüşvete, yolsuzluğa, yönetimde keyfiliğe ve otoriterliğe ‘dur’ demek için bir fırsat.”
AK PARTİ DESEYDİ!
Denilebilir ki;
“Ne var bunda?.. Adam, nihayetinde bireysel tercihini açıklamış!”
Çok doğru...
Nihayetinde bireysel tercih...
Ama, sormak istiyorum:
“Şahin Alpay; camileri kapatıp ahır yapan, ezanı asli dilinde okutmayı yasaklayan CHP’ye değil de AK Parti’ye oy vereceğini açıklasaydı, acaba bu yazı Zaman’a girer miydi?..”
Yoksa, “Zamane Abileri”miz;
Ahmet Taşgetiren ve Leyla İpekçi ile Vedat Bilgin’e yaptıkları gibi; “Defolun” deyip, “kapı”yı mı gösterirlerdi.
Çünkü onlar diyorlar ki;
“Bir dini cemaat adına böylesine bir siyasi rol, aklıma gelmezdi. Parti değilsiniz ama, bir partiden çok daha kıran kırana boğuşmanın içine düşürülmüşsünüz.
Nasıl bir şey bu? (...)
Bir mail aldım, bir dershanenin bayan öğretmeni öğrencisini dışarda yemek yemeye çağırıyor ve orada, ‘Tayyip Erdoğan dersi’ni anlatmaya başlıyor.
Bu nedir?
Bu da öğretmenliğin transformasyonudur. Evinizde kalan öğrenciye, ‘Hocaefendi sohbeti’ dinletmek ayrı, ‘Tayyip Erdoğan nefreti’ pazarlamak ayrı.”
Onlar; “Cemaati tanıyamadığımızı itiraf ediyoruz” deyip, “AK Parti’nin yanında” yer aldıkları için atıldılar Zaman ve Bugün’den...
Ama, “Oyumu CHP’ye vereceğim” diyen Şahin Alpay, hâlâ Zaman’da ve AK Parti’ye saldırmaya devam ediyor!..
Peki, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ne diyor; “Camia parti kurmuyor ve kurdurmuyor!.. Bir partiyle ittifak da kesinlikle söz konusu değildir.”
Merhum Erbakan Hoca olsaydı, herhalde şöyle derdi;
“Hadi ordan!.. Hadi ordan!”
Bunlar var ya;
AK Parti ve Tayyip Erdoğan’a öyle bir “kin ve nefret” duyuyorlar ki;
Ellerinden gelse; AK Parti’nin, bırakın “oy”unu, “soy”unu bile kuruturlar!..
Bu derece “düşman”lar!..
 ************************************************************
Uşak’taki Ahmet Postacı Yurdu’nda hangi dolaplar dönüyor?
Hadi, “Böyle bir şey yok” deyip, şu anda yazacaklarıma “tekzip” göndersinler, ya da, hep yaptıkları gibi, “mahkeme”ye versinler...
l Sorum çok açık: Cemaat’in Uşak’ta “Ahmet Postacı Yurdu” adlı bir yurdu var mıdır?..
l Bu yurtta kalan öğrencilere, hemen her gün; “AK Parti ve Tayyip Erdoğan din düşmanıdır!” cümlesi ezberletilmekte midir?..
l Bu yurttaki öğrencilere, Cuma günü, cami avlularında “Fetullah Gülen’in kitapları” dağıttırılmış mıdır?..
l Başka “yurt”larda ve “ev”lerde kalan öğrencilerle temas kurulup; “ikâmet adreslerini Ahmet Postacı Yurdu’na almaları” istenmiş midir?..
l Oylarını “Ahmet Postacı Yurdu’nda kurulacak seçim sandığı”nda kullanacak öğrenciler, “kendi iradelerine” göre mi oy kullanacaklardır, yoksa oyları Abi’ler kullanacak, öğrenciler sadece “imza”larını mı atacaklardır?..
Sorularım çok basit... “Biz, hiç kimseyi parti tercihine zorlamıyoruz” yalanını savuranlar, “Ahmet Postacı Yurdu”nda ne tezgâhlar çevirdiklerini açıklamak zorunda değil midir?..
Buyrun, açıklama bekliyorum...

Taşgetiren'den Gülen'e Bomba Sorular

17 Aralık operasyonu sonrası cemaat ile yollarını ayıran ve Bugün gazetesindeki yazılarına son veren Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren cemaatin gelecek planlarıyla ilgili can alıcı soruları sıraladı.
Taşgetiren'den Gülen'e Bomba Sorular
09 Mart 2014 Pazar 12:59
Taşgetiren Gülen'i hedef alarak sorduğu sorularında sadece cemaatin başındaki kişilerden değil tüm gönül verenlerin geleceğinden de sorumlu olduğu hatırlatması yaptı.
Her sosyal hareket bir gelecek okuması yapar. Bir siyasi parti de, bir sivil toplum örgütü de, bir Cemaat de. Her yaptığı işin, nasıl bir gelecek inşa edeceğini, kendisine ne getirip ne götüreceğini hesap eder. Ülkeye yönelik bir projesi varsa, bu projenin kendisi yanında ülkeye getirisini - götürüsünü görmeye çalışır.
Şunu merak ediyorum:
- Acaba Gülen Cemaati şu yaşananlarla ilgili nasıl bir gelecek okuması yapmaktadır? Bunu kim yapmaktadır ve hareketin tüm dünyadaki refleksleri - eylemleri bu gelecek okumasına göre mi tanzim edilmektedir? Yani en merkezden en uca kadar yapılan gelecek okumasına göre bir eylem pratiği mi gerçekleştirilmektedir?
Bu soru, o kadar farklı soruyu içinde barındırıyor ki?
Şunları soralım mesela:
- Cemaate göre önümüzdeki üç seçimin sonuçları ne olacaktır? Mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Ak Parti’nin liderlik sınavı, 2015 genel seçimleri.... Cemaat Ak Parti’nin kazanmasını mı öngörmüştür kaybetmesini mi ve bunlar ülke içinde kendisine ne getirecektir? Tayyip Erdoğan bir 10 yıl daha siyasetin içinde tayin edici konumda olursa -ki Tayyip Erdoğan’ın da bir gelecek okuması yaptığı ve kendisine bir rol - misyon biçtiği, bunun için canhıraş bir mücadele verdiği unutulmamalıdır- Cemaat’in ülke içi ilişkileri nasıl bir seyir takip edecektir?
- Cemaat, Türkiye’nin yakın veya uzak geleceğinde CHP’li bir iktidarı mı öngörmektedir? Bu soru tabii öncelikle, böyle, CHP’li bir iktidarın hangi sosyal - siyasi gelişmelerin ürünü oarak devreye girebileceğine cevap bulmayı gerektirecektir. Sonra da şu soruları: Böyle bir durum olduğunda Cemaat, CHP’nin iktidarı kendisine borçlu hissedeceği kanaatinde midir? Bu sebeple de o dönemde mesela Ak Parti iktidarında elde ettiği imkanların daha fazlasını elde edeceğini mi düşünmektedir? Ya da şöyle soralım: Şu anda bile birbirine çok uzak ideolojik kliklerin birbiriyle mücadele ettiği CHP’de hangi klik yönetimde olacaktır? Bunların her biri ile Cemaat’in ilişkisi ne olacaktır?
MHP - CHP SİZE NASIL BAKACAK?
- Cemaat, benzeri soruları MHP’li bir iktidar için de sorabilir? Mesela MHP’li bir iktidar Cemaat’in uluslararası bağlantılarına nasıl bakacaktır? Bu bağlantılar, hem CHP’li, hem MHP’li bir iktidar açısından sorgulanmayacak mıdır? Şöyle bir soru sorulduğunda -ki şu anda binlerce onbinlerce ortamda sorulan sorudur bu- ne denir: Uluslararası güç odakları hangi gelecek okuması içinde, Gülen Cemaati’nin eğitim alanındaki çalışmalarına göz yummaktadır? Bu çalışmaların, o odakların küresel çıkarları açısından bir anlamı var mıdır?
AMERİKA İLE İLİŞKİLERİNİZ NE OLACAK?
- İşin uluslararası boyutu, Türkiye’deki boyutundan daha az önemli değildir. Cemaat, şu anda ülkede yaşanan gelişmelerin ve üstlenir gözüktüğü misyonun uluslararası sonuçlarını da dikkate almamış olamaz. Çünkü Cemaat, uluslararası ölçekte bir faaliyetin içindedir. En başta, Cemaat’in önderi, dünyanın hemen her yerinde etkin bir güç olan Amerika’dadır. Amerika deyince, işi “Görevimiz Tehlike” dizileri çerçevesinde düşündüğümüzde, Afrika’daki bir liderin düşürülmesi, Ortadoğu’daki bir örgütün provokatif eyleme sürüklenmesi gibi akla hayale gelmeyecek projeleri organize eden gizli örgütlerle iş yürüten bir güçten söz ediyoruz. Acaba Amerika için siz dün ne idiniz, bugün, yarın, kendi ülkenizdeki yönetimle problemli hale geldiğinizde ne olacaksınız? Soruyu şöyle de sormak mümkün: Acaba Amerika hem size hem Türkiye’deki yönetime nasıl bakacak, Türkiye’deki yönetimle problemli ise sizden nasıl istifade etmeyi düşünecektir? Ya sizi Türkiye’ye karşı operasyonel bir odak olarak kullanmaya kalkışırsa? Ya sizin içinizdeki bir grubu kullanmak gibi bir hesabın içine girerse? O durumda da bütünlüğünüzü koruyabileceğinizden emin misiniz? Ya içinize, içinizdeki birileri hakkında kuşku düşerse? Bu soruların bir kısmı sizinle ilişkide bulunduğunuz Amerika veya başka, herhangi bir ülke ile iyi geçinmeniz durumuna göredir. Ama bu soruları, ya o ülkeler Türkiye’deki yönetimle iyi geçinmeyi tercih edip size karşı tavır alırsa, ihtimalinden yola çıkıp sormak da söz konusu olabilir. O zaman Cemaat nasıl bir “Gelecek okuması”na yönelecektir?
NASIL GELECEK GÖRÜYORSUNUZ?
Cemaat liderliği demek, sadece tepedeki üç - beş- on kişinin geleceğini okumak demek değildir. Ülkenin veya dünyanın en ücra yerinde size hakikaten güvenmiş, bağlanmış ve hayatını ortaya koymuş sade insanların duygu durumunu da okumaktır. Hadi soralım: Nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz?

Cemaat, ‘rüya’ İle Kandırıyor

Fethullah Gülen Cemaati’nin, kurulduğu günden beri, saf ve temiz insanları kandırmak ve elinde tutmak için rüyaları da kullandığı ortaya çıktı.
Cemaat, ‘rüya’ İle Kandırıyor
09 Mart 2014
Söz konusu rüyaların birçok örneği, sıklıkla gündeme dahi geliyor. Bunun en dikkat çekeni, bir müridi Gülen’e “Arkadaşlar rüya görmüşler... Bu rüyada Peygamberimiz (s.a.s.) ile siz, il il teşrif buyuruyorsunuz... Bir de, Efendimiz buyurmuşlar ki: Sosyal medyada tweetleri ikiye katlayın” diyor. Gülen cemaatinin, bu ve buna benzer rüyalarla insanların saf duygularını nasıl istismar ettiği ve nasıl kandırdığı gözler önüne sergileniyor.
AK Parti’yi devirmeye yönelik bir dizi operasyon gerçekleştiren Fethullah Gülen Cemaati’nin, kurulduğu günden beri, saf ve temiz insanları kandırmak ve elinde tutmak için rüyaları kullandığı ortaya çıktı. Cemaat’in özellikle sıkıntıda olduğu dönemlerde dağılmayı engellemek ve kendi yaptıklarının doğru olduğu yönünde üyelerini ikna etmek için hükmü kesin olarak kanıtlanmayan rüyalardan yararlandığı vurgulanıyor. Söz konusu rüyalar ise birçok defa gündeme geldi.
Cemaat’in hizmet adı altında bugüne kadar yaptığı bütün işlerde rüyaları kaynak olarak aldığı belirtiliyor. Cemaatin özellikle sıkıntıya girdiği olaylarda üyelerini elinde tutmak için rüyaları kullandığı ve bu problemleri rüyalarla halletmeye çalıştığı dile getiriliyor. Cemaatin bunun yanında, saf ve temiz insanları yanlarına çekmek ve kendi yaptıkları işlerin doğru olduğunu kanıtlamak için kesin olarak hüküm verilemeyecek rüyalardan faydalandığı kaydediliyor.
TWEETLERİ İKİYE KATLAYIN
Söz konusu rüyaların birçok örneği, sıklıkla gündeme dahi geliyor. Bunun en dikkat çekeni ‘Tweetleri ikiye katlayın’ rüyası idi. İnternet sitelerine düşen ses kayıtlarında Fethullah Gülen bir müridi ile görüşüyor. Mürid, Gülen’e diyor ki: “Arkadaşlar rüya görmüşler... Bu rüyada Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) ile siz, il il teşrif buyuruyorsunuz. Bir de, Efendimiz buyurmuşlar ki; ‘Sosyal medyada tweetleri ikiye katlayın’ diyor.  Beraber buyurmuşsunuz... Bir de, toplu namazlarda bulunmuşsunuz!”
TÜRKÇE OLİMPİYATLARI’NA PEYGAMBERİMİZ GELDİ
Fethullah Gülen, Pensilvanya’da yaptığı ve 27 Haziran 2013’te internet sitelerinde yayınlanan sohbetinde, Türkçe Olimpiyatları’yla ilgili çok sayıda mektup aldığını, bu mektuplarda Peygamber Efendimiz’in (S.A.V) de Türkçe Olimpiyatları’na katıldığının yazıldığını ifade etmiş ve kendisi de bu fikre onay vermişti.
KAMYON KASASINA EFENDİMİZ İNİYOR
Yine son günlerde çok tartışılan bir başka örnek ise, Cemaat’in televizyon kanalı olan Samanyolu’nda yayınlanan Şefkat Tepe dizisinde yaşandı. Söz konusu dizide, koma halinde olan bir tim komutanı rüyasında, Hz. Peygamber’den yardım talep ediyor ve Efendimiz bir kamyon kasasına iniyor.
RÜYA İLE EVLENMEKTEN VAZGEÇTİ
Daha eskilerde yaşanan bir örnekte ise Gülen’in evlenmemesinin sebebinin bir rüya olduğu ortaya çıkıyor. Hiç evlenmeyen Fethullah Gülen gençlik döneminde yakın arkadaşları tarafından evlenmeye ikna ediliyor. Fakat Gülen o dönem bir seveninin rüyasında Hz. Peygamberimizi gördüğü ve “Evlendiği gece ölür, ben de cenazesine gelmem” dediği iddiası ile evlenmekten vazgeçiyor.
“RÜYALAR KAYNAK OLAMAZ”
Bazı din alimleri ise rüyaların kaynak olarak alınamayacağını, Ehli Sünnet vel Cemaat’e göre kaynakların; kitap, sünnet, icma ve kıyas olduğunu dile getiriyor. Alimler, insanların bu şekilde rüyalar kaynak alınarak yönlendirilmesinin yanlış olduğunu aktarıyor.

YENİ AKİT

Süleyman Soylu'dan Flaş Açıklama

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, ünlü medya patronu Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök'e ağır eleştirilerde bulunarak Aydın Doğan'ın Sarıgül'ü destekleme sebebini açıkladı.
Süleyman Soylu'dan Flaş Açıklama
09 Mart 2014
Seçim çalışmaları kapsamında Balıkesir'in ilçelerini ziyaret eden AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Bigadiç ilçesinde yaptığı konuşmada, 17 Aralık'ta Türkiye'nin istikrarına, istikbaline operasyon yapıldığını, ancak milletin bunu yapanlardan 30 Mart'ta sandıkta hesap soracağını söyledi.
Soylu, "Türkiye bağımsızlığa en yakın olduğu noktadadır" dedi. 17 Aralık ve akabindeki operasyonlarda aslında Türkiye'nin bağımsızlığının hedef alındığını belirten Soylu, "Kastedilen Türkiye'nin istiklalidir, kastedilen 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' lafzının ta kendisidir. Başka bir şey değil. Biz neyin olduğunun farkındayız, kora kor bir mücadele yapıyoruz ülkede. Kora kor mücadele içindeyiz" dedi.
"KAN EMİCİ SÜLÜKLER"

Soylu, ünlü işadamı ve medya patronu Aydın Doğan'ı da ağır bir dille eleştirerek, Doğan'ın her iktidara diz çöktürmeye çalıştığını, ülkenin her kritik döneminde Türkiye'yi hançerlemek için çalıştığını savundu. Ertuğrul Özkök'ü de eleştiren Soylu, şöyle konuştu:

"Türkiye'de her iktidara diz çöktürmek isteyen Aydın Doğan, her kritik dönemde Türkiye'yi hançerlemek isteyen Aydın Doğan bugün yine iş başında. Hilton arazisini alsaydı rahat edecekti. Şimdi Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na Mustafa Sarıgül'ü getirmek istiyor İstanbul'a. Avucunu yalar. Mustafa Sargül'ü getirmek istiyor, Hilton arazisini yeniden tesis etsin diye, orada bina yapsın diye. İştahları bitmiyor hiç. Paraya tapıyorlar, haşa.

Böyle bir anlayışı ortaya koyan sistemle karşı karşıyayız. Rahmetli Özal'a da yaptı, sadece Demirel'e yapmadı, 'Esas güç benim' dedi. 'Dördüncü güç benim sen haddini bil' dedi. Aynısını yaptılar, yine aynısını yapmaya çalışıyorlar. Her kritik dönemde. Tetikçisi var bir tane, Ertuğrul Özkök; çıkartıyor sağa sola şarjörle mermi boşaltıyor. Bu millet bunun hesabını sorar.

30 Mart seçimi bunun hesabının sorulacağı seçimdir. Millet mi, yoksa yıllardır Türkiye'nin kanını emen bu sülükler mi? Emmeye çalışan bu sülükler mi? Millet bunun hesabını sorar. Ama millet bunun hesabını şiddetle sormuyor, dikkat edin. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de hesabını şiddetle sormadı.

Attı oyunu, 2007 Kasım'ında aldı yüzde 47 oyu AK Parti, o konuşanlar birden lal kesildiler. Biz siyasetçiyiz, siyasetten yanayız, biz sivilleşmeden yanayız, biz demokratikleşmeden yanayız. Demokrasiden yanayız, kim demokrasiye demokrasi dışı organizasyonlarla müdahale ediyorsa bunun karşılığında yekvücut olmalıyız. CHP'nin de, MHP'nin de yapması gereken budur. Türkiye bir kuşatılmışlıkla karşı karşıyadır.

Bunu yarıyor Tayyip Erdoğan, 12 yıldır AK Parti'nin ortaya koyduğu yükselen Türkiye, 300 yıldır ilk kez o fırsatı elde etti. Yükselen Türkiye gücüyle yarıyor bu kuşatmayı ve millete büyük bir gelecek yolu açıyor. Bu seçim Türkiye'nin kurumlarını felç etmeye çalışanlara karşı bir istiklal mücadelesidir. Bu bizim geleceğimizin mücadelesidir. Herkesin kasketini önüne koyacağı gündür."
http://www.habervaktim.com/haber/363600/suleyman-soyludan-flas-aciklama.html

Paralel Yapıdan Kara Propaganda

AK Parti'yi antidemokratik yollarla devirmeye çalışan Paralel Yapı'nın Pakistan'da oynadığı oyun su yüzüne çıktı. Cemaat'in uzantıları kapı kapı gezip "Erdoğan, Türkiye'de Şialığı yaymaya çalışıyor" kara propagandasından medet umuyor.
Paralel Yapıdan Kara Propaganda
09 Mart 2014
Önceki gün Pakistan Pencap Eyaleti Başbakanı Şahbaz Şerif ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında gerçekleşen görüşmenin perde arkası ortaya çıktı. Erdoğan-Şerif görüşmesinde, cemaatin Pakistan'da AK Parti Hükümeti aleyhine yaptığı kara propaganda masaya yatırıldı. İki ülke arasında yaşanan olumlu ilişkiler bakın Paralel Yapı'nın hedefine nasıl girdi?

DİN ADAMLARINA ZİYARET  

Yüzde 96'sı Müslüman olan Pakistan'da, yüzde 20'lik bir Şii nüfusu bulunuyor. Paralel Yapı'nın, İran'ın ardından dünyanın en fazla Şii nüfusa sahip ülkesi olan Pakistan'da, "Başbakan Erdoğan, Türkiye'de Şialığı yayıyor" yalanıyla AK Parti'nin itibarını sarsmaya çalıştığı öğrenildi. Sünni din adamlarının kapısını çalan Paralel Yapı, Erdoğan'ı karalıyor ve girdikleri evlerde Türkiye'yi kötülüyor.
Öte yandan Pakistan’da yayımlanan The News International Gazetesi 9 Haziran 2013 tarihli bir haberiyle Pakistan’ın Cemaat okullarına hangi gözle baktığını ortaya koyuyor:

GÜLEN CEMAATİ'NE İZİN YOK 

Fethullah Gülen Cemaati'nin Pakistan’daki yapılanması Pak-Türk isimli eğitim girişimi, Karaçi Üniversitesi bünyesinde özel bir okul açmak istiyor. Ancak üniversite yönetimi ve Pakistan Eğitim Sendikası, bu öneriyi 'güvensizlik' gerekçesi göstererek reddediyor. Gazetenin haberinde, Cemaat vakfının üniversite bünyesinde bir teknoloji parkı kurma isteğinin de reddedildiği yer alıyor.  
ŞİİLİK YA DA ŞİA NEDİR?

Şiilik veya Şia, İslam'ın mezheplerinden biri. Mensuplarına Şii veya çoğul olarak Şia denir. Şiilik sözcüğü, yanlışlıkla Caferilik ile eşanlamlı kullanılabiliyor. Halbuki Şiilik veya Şia hilafet veya imamet sorununda tarihsel olarak "Ali'ye yandaş olan kimseler" anlamına geliyor. Başlangıç dönemindeki bu ayrılık daha sonraki devirlerde kendi kavramsal-teolojik altyapısını oluşturarak mezhepleşti.
Akşam

Paralel Yapıdan Diyanet’e Tehdit

Hükümeti devirmeye yönelik 17 Aralık komplosuna imza atan Paralel Yapı, şimdi de kendisine potansiyel tehdit olarak gördüğü Diyanet İşleri Başkanlığı’nı hedef aldı.
Paralel Yapıdan Diyanet’e Tehdit
09 Mart 2014
Türkiye’nin meşru hükümetini devirmeye yönelik 17 Aralık komplosuna imza atan Paralel Yapı, şimdi de kendisine potansiyel tehdit olarak gördüğü Diyanet İşleri Başkanlığı’nı hedef aldı. Fethullah Gülen’e yakın isimlerden Prof. Dr. Suat Yıldırım’ın kaleme aldığı “Diyanet’in zor dönemi” başlıklı bir yazı Cemaat’in yayın organlarında yayınlanarak Diyanet’e ‘Sen bu işe karışma’ mesajı verildi.

“DİYANET’TEN ÇOK ŞEY BEKLEMEYİN!…”

Diyanet’e, sadece ibadet yerlerini ve hizmetlerini yönetmekle görevli olduğu uyarısında bulunan Suat Yıldırım yazısında şu ifadeleri kullandı: “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın diğer hizmet gruplarının gönüllerini kazanarak onlarla işbirliği yapmasının matlup olduğuna yukarıda değinmiştim. Bu arzuyu gerektiği gibi gerçekleştiremese de engellememesiyle önemli bir hizmette bulunduğunu unutmamalıyız… Bir kısım dindarlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan çok şey bekler, ülkede zuhur eden binlerce meselede görüş açıklamasını isterler. Fakat yasal etkinlik alanının çok mahdut olduğunu bilmezler… Bu gergin ortamda Diyanet İşleri’nin geleneksel temkin ve dengesini koruması son derece hayati bir zarurettir.”

CAMİ CAMİ DOLAŞIYORLAR

Bu arada ‘Cemaat’ üyelerinin giriştikleri kirli siyaseti bizzat kendilerinin camilere taşıdıkları bildirildi. Ege Bölgesi’ndeki il ve ilçelerden gazetemizi arayan kimi imamlar, ‘Cemaat’in sözde ‘imam’larının hükümete destek vermemeleri konusunda kendilerini tehdit ettiklerini bildirdiler. Ege bölgesinde ‘Paralel Yapı’nın esnaf ve üniversite ‘imamlarının’ cami cami dolaşarak hocaları tehdit ettiklerini bildiren din görevlileri, ayrıca sosyal paylaşım siteleri ve internetteki hesapları üzerinden de takibe alınarak tehdit edildiklerini söylüyorlar.

“SES KAYITLARIMIZI DA YAYINLASINLAR”

‘Cemaat’ gazetelerinde afişe edilmeye başlanacakları yönünde tehditlere maruz kaldıklarını belirten bir din görevlisi, şu açıklamalarda bulundu: “Ülkede yaşananları elbette herkes gibi biz de görüyoruz ve üzülüyoruz. Bu yapının mensupları, abileri, imamları bizlere gelerek tehditler savuruyorlar. Ayrıca kıyıda köşede insanlara Diyanet görevlileri için ağza alınmayacak sıfatlarla yaftalamalarda bulunuyorlarmış. Bizler elbette bunlara karşı çıkacağız. Bunların çakma ‘imamları’ en kirli cinsinden siyaset yaparken bir şey olmuyor, biz vatandaşa bunları açık edince ‘siyaset ‘ yapmış oluyormuşuz. Doğrunun yanında olmak ne zamandan beri siyaset oldu? Tek tek isimlerimizi vererek gazetelerine koyacaklarmış, buyursunlar, hatta dilerlerse ses kayıtlarımızı da yayınlayabilirler.”
Yeni Akit

GERÇEK DİN DEĞİL PARALEL DİN!

Gülen Grubu Bunları Nasıl Bir Psikolojiyle Yapıyor?

'Lidere Tapınma Psikolojisi' kitabının yazarı Psikiyatrist Dr. Hamdi Kalyoncu, Fethullah Gülen ve çevresinin psikolojisiyle ilgili ilginç sözler söyledi.
Gülen Grubu Bunları Nasıl Bir Psikolojiyle Yapıyor?
09 Mart 2014
Türkiye yaklaşık 3 aydır Gülen hareketinin siyasete müdahalesini, 17 Aralık polis-yargı darbesini ve yasadışı dinlemeleri konuşuyor. 40 yıllık bir hizmet hareketinin kaybedeceği en baştan belli bir savaşa neden girdiğini ve bir cemaatin sosyal intiharını kapalı dini topluluklarla ilgili çalışmaları ile tanınan "Lidere Tapınma Psikolojisi" kitabının yazarı Psikiyatrist Dr. Hamdi Kalyoncu, Sabah Gazetesi'nden İsa Tatlıcan'a konuştu.

CEMAAT PSİKİYATRİK BİR VAKA
-Hocam bir dönem toplumun önemli bir kesiminin desteğini kazanmış olan bir cemaat, iktidara, diğer İslâmi oluşumlara hatta kendisi ile aynı gelenekten gelen dini gruplara karşı adeta topyekün savaş ilan etti. Bir psikiyatrist gözüyle bu tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Baştaki kişinin "erişilmez, tartışılmaz, mutlak itaat edilen, her şeyin doğrusunu bilen, üstün ve gizli güçlerin sahibi, kurtarıcı" gibi görülmesi bir psikiyatrik tablonun ifadesidir. Böyle görülen kişi ya da lider de kendini, alttakilerin bu bakış ve inanışlarının yansıması olarak; "tartışılmaz, erişilmez, değişmez ve vazgeçilmez" görür. Bu vasıflarda görülen kimse, "başarıların ve iyiliklerin tek kaynağı", "herkese yol gösteren", "başkalarının asla denk olamayacağı, herkesin kendine ihtiyaç duyduğu, ama kimseye ihtiyacı ve minneti olmayan kimse" haline gelmiştir.

LİDER 'AKTİF HEZEYANLI' YAKIN ÇEVRESİ 'PASİF HEZEYANLARI'
- Ortada psikiyatrik bir durum var diyorsunuz. Aynı durum sempatizanlar için olmasa bile Cemaat'in birinci halkasında bulunan taraftarlar için söylenebilir mi?
- Zaman içinde bu duygu ve düşünceler daha da ileriye götürülür; etrafında toplanılmış olan kimse "olağanüstü ve insanüstü" biri olarak, "fert ve toplum hayatının vazgeçilmezi ve her sıkıntıdan kurtuluşun şartı, sahip olunan her şeyin ve imkanın kurucusu, var edicisi" olur. Bu ise, çoğu zaman; 'kişinin realitesi ile toplum ve ülke gerçekleriyle bağdaşmayan, ancak öyle olduğuna inanılan düşünce ve yargılar' olarak bir muhakeme bozukluğu, yani psikiyatrideki ifadesiyle tam bir "hezeyan" halidir. Kendisini toplumun kurtuluşunun şartı gören lider 'aktif hezeyanlı'; onu bu halde kabul etmiş ve iman etmiş, kayıtsız şartsız bağlanmış topluluğun hali de 'pasif hezeyanlı' diye tarif edilir.

GERÇEK DİN DEĞİL PARALEL DİN!
-Peki bu insanları, böyle çılgınca, sonu olmayan, ülkeyi de kendilerini de felakete sürükleyen bir saldırıyı gerçekleştirmeye zorlayan motivasyon nedir?
- Bu tür yapılanmalar "disosyal topluluklar" olarak adlandırılır. Bugün "Paralel devlet" diye isimlendirilen ve devleti ele geçirmeyi düşünecek kadar güçlü bir grup oluşması için bunun inanç temeli üzerine kurumuş olması gerekir. Bu inanç, görünüşte toplumun dini ile aynı sanılmasına rağmen temelde çok farklı öğeler içerir. Farklı inanışlar, "tek doğru" olduğuna inanılan dini yorumlar orijinal dinin yerini almış ve "paralel bir din" oluşturulmuştur. Derin analizi yapıldığında görülür ki, bu farklı dini yorumlar ilahiyat açısından da tam anlamı ile din dışıdır.

LİDER DIŞINDA CEMAATİN SALDIRILARINI DURDURACAK MEKANİZMA YOKTUR!
- Dün internette bazı görüntüler izledik. Diyarbakır'da "28 Şubat ve darbelere hayır" yürüyüşü yapılıyor. Yaklaşık 10 kişilik cemaat topluluğu bu kalabalığı tahrik edecek sözlü saldırılarda bulunuyor. Bunlar bizim alışık olmadığımız görüntüler. Sizce bu tahriki nerelere kadar taşıyabilirler?
-Bu tür yapılarda, yapılan her işte ve verilen her emirde bir hikmet olduğuna inanılır. Eğer belli mihraklar tarafından görevlendirilmiş değillerse tam anlamı ile "iman" derecesinde bağlılık söz konusudur. Baştaki kişiye iman etmiş insanların aklı, yukarıdan gelen emirleri yerine getirmeye kilitlenmiştir. Bu sebeple alttakiler tarafından baştaki kişinin ikaz edilmesi düşünülemez. İkaz ya da en hafifinden eleştirmeye kalkışmak bu inancın mantığına terstir. Eleştiren kişi kendini dışarıda bulur. Paralel dini gruplarda hedefe saldırmada, lider dışında duyguları frenleyecek bir mekanizma yoktur. Gücünü sonuna kadar kullanacaktır. Ta ki, hareket edecek gücü kalmayana kadar…

CEMAAT KAZANSA DA KAYBEDECEĞİ BİR YOLA GİRDİ
-Mesela yıllarca CHP zihniyeti ile mücadele etmiş olan bir dini hareketin aktif üyeleri, bir ibadet heyecanı içerisinde CHP'ye oy topluyor. Bu sağlıklı bir ruh hali mi?
- Varlığı "din karşıtlığı" ile özdeşleşmiş olan bir partiye, "dine hizmeti hayatının gayesi" olarak gören insanları oy toplamak üzere yönlendirmek. Dışarıdan bakıldığında bu başarı olarak görülebilir, sonuç da alınabilir. Ancak bu başarı sağlandığı oranda kesin bir mağlubiyet getirecektir. Çünkü, cemaatin gücü sadece ona gönül vermiş elemanlarından değil, sempati alanı içinde bulunan halk-esnaf kesiminden geliyor. İnandırıcılık sorunu yaşayacak çevreyi kaybedecekler.
-Peki bu sisteme itiraz etmek, paralel dini gruplar içerisinde farklı modeller, öneriler geliştirmek mümkün değil mi?
-Paralel yapıları canlı tutan iki can damarı vardır; bunlarda birinde akış yukarı-merkeze doğru, diğeri aşağı-çevreye doğrudur. Yukarı doğru olan para akışıdır. Her bir üye "ekonomik" bir değerdir. Sürekli yukarı doğru para akıtmalıdır. Aşağı doğru akan ise emir ve fikirdir. Fikirlerine tereddütsüz inanç, emirlerine huşu içinde itaat gerekir. Yukarıdan aşağı kuruş para gelmez, aşağıdan yukarıya gram fikir gitmez.

LİDERE İTAAT TANRI'YA İTAATTİR
- Gülen Cemaati ile ilgili yaptığım röportajlarda, AK Parti-Cemaat kavgasını sadece Fethullah Gülen'in bitirebileceği tekrar tekrar söylendi. 40 yıllık hizmetin kazanımlarını yakıp yıksa da ortada tartışılmaz bir otorite var. Bu tür yapılarda lidere ve otoritesine itiraz etmek mümkün değil mi?
Paralel yapının başındaki kişi söyleminde her şeyi "Allah için" yapıyor görünse de, konumu tam anlamı ile "Allah adına" hareket etmektir. "Tanrı adına" hareket edenin sözü kutsaldır. Ona itaat Tanrıya itaattir. Ona karşı gelmek ise Tanrıya karşı gelmektir. Üyeler, baştakinin her emrini kutsal buyruk ve harfiyen yerine getirmeyi dini bir görev bilmelidir.
- Peki bir çok cemaat var. Hepsine aynı gözle bakmak doğru mu? Herhangi bir cemaatin faaliyetlerine katılacak bir insan bunun paralel dini grup mu yoksa gerçek İslâmi bir oluşum mu olduğuna nasıl karar verecek?
Bunu anlayabilmenin kolayı var. Temelinde "paralel" dinsel anlayışların bulunduğu bu yapıların tümünde, başta bulunan "mübarek" kişilere üyelerin mutlak itaatine temel teşkil eden ilginç özellikleri var: Tanrı tarafından seçilmişlerdir, Tanrı adına hareket ederler, Mutlak hâkim, tek söz sahibidirler, Mutlak itaat ister, ona itiraz Tanrıya itirazdır, Üyelerin hayatları üzerinde tartışmasız denetim hakkına sahiptir.

DAVA KUTSALDIR, DAVAYA GÖNÜL VERENLER DE "ADANMIŞ RUHLAR"DIR
-Hep liderden bahsettik. Bu paralel dini grupların gönüllülerinin ortak özellikleri var mı?
Üyeler, davaya "Adanmış Ruhlar"dır. Liderin ortaya koyduğu davaya intisap etmek tüm inananların görevidir. Dava inananların hayatının anlamıdır. Dava ve grup dışında kalanlar hayatlarını zayi etmişlerdir. Gruba katılanlar ise davaya "adanmış ruhlar"dır. Artık bireysel hareket etme hakları yoktur, Onların kendileri de, tüm varlıkları da davaya aittir, davanındır. Üyeler karizmatik lidere "biat" etmiştir. Biat, dini bir duruştur. Biatı bozmak haramdır. Büyük suçtur. Davadan ayrılan yok olur.
-Öteden beri Gülen Cemaati'nde bir Mehdi inancı olduğu söylenir. Gülen'in "Altınçağ" vurgusunun da aslında Mehdiyet olduğu söylenir. Cemaat de bu iddiayı baştan beri reddeder. Sizce Fethullah Gülen'in böyle bir iddiası var mı?
-Bu konuda ne söylesek spekülasyon yapmış oluruz. Ama şunu biliyorum. "Mehdiyet" ya da Mehdi inancı paralel dini grupların "olmazsa olmazıdır." Çünkü, toplumlar her zaman bir kurtarıcı bekleme psikolojisindedir. Mehdilik inancı da tam olarak bunu karşılar. Lider istediği zaman Hz.Peygamber'le görüşür. Mesih ve Hızır da gerektiğinde yardım eder. Taraftarlar buna inandırılırsa, yönlendirilmesi de kolay olur.

YURTDAŞINDA DA VAR AMA ONLAR DEVLETİ ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞMIYOR!
-Yurtdışında benzer yapılanmalar var mıdır?
-Yurtdışında ülkemizdeki gibi paralel dini yapılanmalar çok daha fazla ve de çok etkili. Ama onlar iktidarlarla çatışmak gibi bir yola girmez, daha gizli ve mantıklı hareket ederler. Amerika'da eski başkanlardan George W. Bush'un da bağlı olduğu söylenen ve "Tanrıyı Kıyamete zorlama" mantığı/ amacı ile yapıyı hatırlayınız. Teksas'taki meşhur David Koresh tarikatı vardı. Kıyamet kopacak diyerek kendisi ile birlikte 80 müridini ölüme sürükledi. Onlar bedenen intihar etmişti, Türkiye'deki Gülen Cemaati ise sosyal olarak intihar ediyor. Her ülkede sayısız örnekleri var.

BU TÜR GRUPLARDAN AYRILMAK VE İTİRAZ ETMEK ÇOK ZORDUR
-Yüz binlerce gönüllüsü olan, çok ciddi dini motivasyonlara sahip bu dini gruplardan ayrılmak mümkün mü?
Mümkün ama çok zordur. Bunu yapmanın önünde psikolojik engeller var. Şöyle ki, Kimse yıllar boyu yanlış yaptığını kolayca kabul edemez. Beyni o kültürle yoğrulmuştur, farklı düşünmesi zordur. Yıllarca büyük maddi fedakârlıklarda bulunmuştur, bunlar boşa gitti demek zordur. Hele bu iş dini temeller üzerine bina edildi ise kişinin dinin asıl kaynağına müracaat etmek gibi bir feraseti de yoksa işin içinden çıkılamaz. Son olarak; "Bu hayatta insana en acı gelen şey aldatıldığını kabul etmektir."

DÜŞMANIN ZARAR GÖRMESİ İÇİN HER BEDELE KATLANIRLAR
-Diyelim ki ortada kendisini kutsal gören bir insan ve o insana inanmış yüzbinlerce "adanmış ruh" var. Bu insanlar güçlü olduklarına inandıkları anda harekete geçerek devleti tüm kurumlarıyla ele geçirmeye çalışıyor. Bu noktaya gelindikten sonra bu paralel dini guruplarla nasıl mücadele edilmeli?
-Her tür yolu kullanır, mağlubiyeti asla kabul etmezler. Önemli olan onların karşılarındaki "düşman"ın mümkün olduğunca fazla zarar görmesidir. Bunun tüm güçlerini kullanırlar. Asla kendi uğradıkları zararlar önemli değildir. Çünkü pes etmek bütün karizmalarını yok eder. Ölüme gitmek önemli değildir. Ama dava zarar görmemeli küçük düşmemelidir.

İKTİDARIN BU YAPI İLE MÜCADELE ETMESİ KAÇINILMAZDIR
-Siz bir Başbakan olsaydınız ve bir paralel dini grup size savaş açsaydı, size yönelik sivil darbe girişiminde bulunsaydı hangi yöntemlerle mücadele ederdiniz?
Devletin, "devlet olma" gereğini yerine getirmekten başka yolu yoktur. İktidarların sosyolojisi ve iktidarda bulunanların psikolojisi iktidarı paylaşmaya asla izin vermez. Paralel yapıların bağlı olduğu "mutlak otorite" de onların devlete itaatinin cemaat otoritesinin üzerine çıkmasına uygun değildir. Bu sebeple çatışma kaçınılmazdır.

İsa Tatlıcan / Sabah

Gülen grubu dershanesinde başörtüsü yasak!

09 Mart 2014
Gülen grubunun İzmir'deki Körfez Dershanesi'nde başörtülü memurların başlarını açmaya zorlandığı, bayan çalışanların da mesai saatleri içinde başlarını açtıkları, mesai bitiminde ise tekrar örtündükleri ortaya çıktı.

Dini bir cemaat kisvesi altında siyasal örgüt faaliyetleri içerisinde yer almayı kendine şiar edinmiş Gülen Cemaati’nin her gün bir fiyaskosu daha ortaya çıkıyor. 28 Şubat sürecinde başörtüsü için “füruat” çıkışı yapan ve başörtülü kızlara okumaları için başlarını açmalarını salık veren Fethullah Gülen, lideri olduğu cemaate de başörtüsü konusundaki fikirlerini aşılamış görünüyor. Cemaatin İzmir Konak’ta bulunan Körfez Dershanesi’nde başörtülü memurların başlarını açmaya zorlandığı, bayan çalışanların da mesai saatleri içinde başlarını açtıkları, mesai bitiminde ise başlarını tekrar örttükleri ortaya çıktı. Dershaneye çocuklarını gönderen veliler ise durumun farkına vardıktan sonra, uygulamaya isyan ederken, dershane yönetimini uyardıklarını, ancak beklenmedik bir karşılık aldıklarını ifade ettiler.

“BACILARIMIZ NEDEN BAŞLARI AÇIK ÇALIŞIYOR?”

İzmir Konak Kız İmam Hatip Lisesi’nde okuyan kızını, cemaatin adamı olan müdür yardımcısı İbrahim Fırat tarafından yapılan baskı neticesinde Körfez Dershanesi’ne kaydettiren Emrullah K. dershanede örtülü bayanların çalıştırılmadığını görünce şok oldu. Emrullah K. bir hafta sonu kızını almaya gittiğinde dershanenin sekretaryasında çalışan bayanların başlarının açık olduğuna, ancak mesai bitiminde bir odaya girip başlarını örttüklerine ve dershaneden örtülü şekilde ayrıldıklarına şahit oldu. Gördüğü manzara karşısında hemen dershaneye giren ve girişte camekânlı bir bölümde bulunan yetkiliye “Bu bacılarımız açıktı, çıkarken hepsi kapandılar, neden burada açık çalışıyorlar? Bu kendilerinin mi yoksa idarenin mi tasarrufu?” diye soran Emrullah K, yaşadıklarını Akit’e anlattı.

“DERSHANE YÖNETİMİ BAŞÖRTÜSÜNE İZİN VERMİYOR”

Emrullah K, “Adam, beni sessiz olmam konusunda ikaz etti ve durumun idarenin tasarrufu olduğunu söyledi. Ben bunun karşısında şok oldum. Yüksek sesle ‘Yazıklar olsun’ size dedim. ‘Devletin kurumlarında, Meclis’te başörtüsü serbest. Sözde İslami bir cemaatin dershanesisiniz. Hem Allah’ın emrini yasaklıyorsunuz hem de İzmir halkını kandırıyorsunuz. Ben çocuğumu buraya göndermeyeceğim’ diye çıkıştım” dedi. Olaydan sonra kızını dershaneden aldığını ifade eden Emrullah K. “Kızımın zekasını ve başarısını fark eden dershane yine de peşimizi bırakmadı” diye konuştu. Bir gün iş yerine dershane müdürü Ethem Balım’ın geldiğini aktaran Emrullah K, “Bana ‘Gerekirse para verme ama çocuğu tekrar gönder’ dedi. Ben de dedim ki; ‘Hocam sen oranın müdürüsün, sen mi yasakladın oradaki kızların başörtü kullanmalarını?’ O da bana; ‘Ben de çok ıstırap çekiyorum ama bizim Ege Bölgesi yönetim kurulu abilerimiz var. Bu onların kararı. Ben de bir şey yapamam’ dedi. Ben bütün ısrarlarına rağmen kabul etmedim, ‘Oradan gelecek eğitimden hayır gelmez’ dedim” ifadelerini kullandı.

"SANA NE MİLLETİN BAŞÖRTÜSÜNDEN, SEN EĞİTİMİNE BAK!"


Bir arkadaşı vasıtası ile, dershanede çalışan kızların başörtüsü sorununu çözmesi için İzmir Karabağlar Bölge İmamı olarak adlandırılan Sadık Aytekin’e ulaştığını kaydeden Emrullah K, “Olaydan kendisine bahsettim, bana ‘Kardeşim sana ne milletin başörtüsünden, sen çocuğun nasıl eğitim alıyor ona bak’ diye cevap verdi” dedi.

DERSHANE YÖNETİMİ TEHDİT ETTİ
Aldığı cevap karşısında neye uğradığını şaşıran Emrullah K. dershanede çalışan bayanların hem açık hem de örtülü haldeki fotoğraflarını çektiğini, dershane müdürü Ethem Balım’ın ise güvenlik kamerasından kendisini gördüğünü ifade ederek “Dershane müdürü bizi güvenlik kamerasından görmüş, ertesi gün yanında bir avukat ile işyerime geldi. Beni tehdit etti. Fotoğrafları basına verdiğim takdirde hakkımda hukuki işlem başlatacaklarını söyledi” diye konuştu.

Yeni Akit

OYUN TUTMADI

K.Irak'ta varız

'a yapılan kirli operasyon, oyunu bozamadı. Bağdat ve Erbil,Ceyhan için hemfikir. Paranın Halkbank'a yatması ise an meselesi..
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
09 Mart 2014
Ceyhan'a gelen Kuzey Irak petrolü 1.2 milyon varili aştı. Yetkililer, geçen yıl aynı masaya oturmayan Bağdat ve Erbil'in, Türkiye'nin girişimleri ile uzlaşma noktasına geldiğini belirterek, "Herkes bu petrolün Ceyhan'a gelmesini kabul ediyor. Şu an yaşanan sorun, gelirin yatacağı banka ve ticareti yapacak petrol şirketi.
 
Türkiye, gelirin Halkbank'ta yatmasında ısrarcı" dedi. ABD ve Irak, paranın ABD'de toplanmasını talep ederken 'ın süreçte saf dışı kaldığı ve petrol gelirlerinin ABD'li JP Morgan'a yatırılmasını istiyor.
 
 Buna karşın Türk yetkililer, "Bu Bağdat'ın talebi. Biz Halkbank veya başka kamu bankasının devrede olmasını planlıyoruz. Planımızda şu an değişiklik yok. Bu konuda ısrarcıyız. Son karar verilmedi. Henüz Türk kamu bankaları devre dışı değil" değerlendirmesi yapıyor.

Mehmet NAYIR
F.GÜLEN:SENİ 15 SENEDİR DİNLETİYORUM

Gülen Cemaati’nde 40 yıl hizmet veren Yazar Latif Erdoğan: Gülen daha Türkiye’de iken, ‘Seni 15 yıl dinlettim hakkını helal et’ dedi. ABD’de ilgili masaya düzenli olarak hesap veriyor. Sıraya girerek İnönü’nün elini öptüğünü anlatmıştı.
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
09 Mart 2014
Gülen Cemaati’nde 40 yıl hizmet veren, Gazeteciler Yazarlar Vakfı kurucularından ve eski başkanı Latif Erdoğan, Fethullah Gülen ile ilgili sarsıcı açıklamalarda bulundu. Gülen’in hayatını anlattığı ‘Küçük Dünyam’ın da yazarı olan Latif Erdoğan, Gülen’in, Genelkurmay Başkanı’nın önündeki dosya Cumhurbaşkanı’na imzaya gitmeden haberdar olduğunu söyledi. Erdoğan, “Hocaefendi kendisi Altunizade’de ‘15 senedir seni dinletiyorum. Hakkını helal et’ demişti” dedi. Cemaat’in önemli isimlerinden Latif Erdoğan, önceki gün A Haber’de yayınlanan Deşifre programında şunları söyledi:
İnönü’nün elini öpmüş
Fethullah Gülen’in İnönü’nün elini öptüğü anıları anlatan Latif Erdoğan, “Bu ciğerleri sızlatan bir tablo. Demek ki CHP sevgisi eskiden geliyormuş. Kendisi anlatmıştı, Erzurum’a gelince İsmet İnönü, sıraya girip elini öpmüş. Niye İnönü’nün elini öptün’ diye sordum, ‘Muziplik olsun diye yaptım’  dedi. Doğu’dan arkadaş e posta atmış. CHP döneminde babası ve dayısı da orada öldürülmüş.  O insan Cemaat’te. ‘Nasıl olur da bana babamın ve dayımın katillerine oy ver dersiniz’ Böyle bir birlikteliği izah etme gerekçeleri yok. Fevkalade yanlış bulurum” dedi. 

Gülen’in hesap verdiği kişi
Gülen’in ABD yaşamına ilişkin de konuşan Latif Erdoğan, şunları söyledi: “Hocafendinin aidiyet duygusunu sorgulaması lazım. Uzaklaştıkça insan neler kaybettiğinin farkında olmuyor. Bütün İslam alemi adına gözyaşı döken insan belli bir noktadan sonra İslam alemini umursamaz noktaya geliyorsa bu bir kayıptır. Şu anda Hocaefendi ABD’de durduğu sürece, çok yönlü esaret altında insandan bahsediyoruz. Orada sağlıklı karar çıkması mümkün değil. ABD’de her ülkeye ait sorumlu masada birisi var. 20-25 yaşında çocuktur, Yahudi’dir. Türkiye masasına bakan birisi var. ABD’de öyledir. Hocafendi ABD’de kaldığı günden beri orayla irtibatlıdır. Çok defa gidip orada hesap verdiğini kendim dinledim kendisinden. Doğrudan doğruya ABD devletinin görevlisi çoğu Yahudi. İş daha oradan başlıyor. Hocafendi’nin anti İsrail, anti Yahudi söyleme girmesi ABD’de kaldığı sürece mümkün değil.”

ABD’den zor geri döndüm
Gülen’in kendisini ısrarla ABD’ye çağırdığını anlatan, Latif Erdoğan, terörist damgasıyla ABD’ye alınmayışının hikayesini şöyle anlattı: “Burada kendisi bana telefon açtı. 5 defa o gün aradı ‘İlle bir gel’ benim de telefonum dinleniyor, bu sefer bütün nazımı kullanıp Hocaefendi’yi Türkiye’ye getireceğim. On senelik pasaportum var, on yıllık vizem var, uçağa rahat bindim. Üç beş tane Gazeteciler Yazarlar Vakfı’ndan arkadaşla da beraber  gidiyoruz. Havaalanına indik. Kapıda iki polis. Beni uçaktan alıp götürdüler. Bana söyledikleri, ‘Bizi ikna edemezsen hapsedeceğiz.’ Senin konumun ABD’ye kaçak girmek isteyen bir insan konumu. Nasıl oldu. Uçaktayken vizem iptal olmuş. Ertesi gün yine beni bir hücreye tıktılar ellerim kelepçeli. Oraya gitmemi kendisi talep etmişken, telefon açmışken bana. ‘Neredesin geçmiş olsun’ demedi. Bu talep neydi, vizem niye iptal ettirildi. Vizemin iptal olduğunu nereden bileceğim. Ertesi gün yine beni bir hücreye tıktılar ellerim kelepçeli. Oraya gitmemi kendisi talep etmişken, telefon açmışken bana. Sekiz sene oldu, bir teflonla bile ‘Neredesin geçmiş olsun’ demedi. Bu talep neydi, vizem niye iptal ettirildi. Suç neymiş, ben polisle çatışmaya girmişim Türkiye’de. Teröre bulaşmışım. Terörist olmuşum. Vizem iptal olmuş. Hiç hayatta böyle bir şey olmadı. Bu noktadan bakınca demek ki Hocaefendiyi oraya gönderen güç, onun kalmasını isteyen güç, onun gelmesini engelleyen kaynaktan besleniyor.”

Ecevit’le zoraki görüşme
Gülen’in yanlış yönlendirildiğini öne süren Latif Erdoğan, “Burada bilgi aktarmada o kadar yanlış yönlendirmeler oluyor ki. Ben GYV Başkanlığını yaptım. O dönemde herkes benimle Hocaefendiye mesaj gönderiyor. Arkadaşlara bakıyorum, benim de içinde olduğum vakayı naklederken öyle değiştiriyorlar ki, o öyle zannediyor. Hocafendi ABD’ye gitti. En zayıf damarı vatan hasreti. Ben ordayım. Ecevit’e yalvarıyorlar Hocaefendi’ye telefon açsın diye. Bazen emrivaki veriyorlar, onlar da kerhen 28 Şubat süreci ‘Alo nasılsın’ diyor. Telefonu aktaran kişi, sizi mutlaka bir sesinizi duymak istedi, selamlamak istedi... Nereden anlıyorlar...  Bunlar Hocaefendi’yi yanıltan şeyler. İşin ucu ihanete kadar...

Seni 15 yıl dinlettim helal et
“Hocaefendi kendisi dedi bana. Altunizade’de ‘15 senedir seni dinletiyorum. Hakkını helal et. Cemaatin önde gelen insanısın, senin sözlerin hepimizi bağlar’ ben de güldüm. ‘Kendimi daha güvenli hissediyorum’ dedim. Problem etmedim. Sadece beni değil, Hocaefendi’nin herkesi dinletmesi o kadar malumun ilanı ki. Bunlara delil aramaya gerek yok. Binlerce defa, yüzlerce defa topluma demiştir, ‘Has dairede bile olsa, Genelkurmay’daki görüşmeler daha Cumhurbaşkanı’nın imzası atılmadan önüme geliyor’ demiştir.  Meseleye artık yok ya demek... Çiller Başbakan, ona dosya veriyor. Aylarca sonra olacak hadiseyi verdiğini kendi söylüyor. Hocaefendi bilgi kaynağı olduğunu saklamıyor ki. Bu bilgiler ilerde senin ne işine yarayacak diyen bir gücün olmadığını gösteriyor. Yarın bir gün devlet benden bunun hesabını sorar diyen biri bunu yapar mı? Hocaefendi bu işe inandırılmış. Buradan giden bilgiler, ona aktarılan bilgiler öyle aktarılmış ki ‘Hiç kimse direnemez. AK Parti de bizim aslında bir iki kişi var. O gidince biter’ stratejisi kuruluyor.”

Türkeş beni öldürtecek
Gülen’in kendisine ‘Alparslan Türkeş beni öldürtecek’ dediğini anlatan Latif Erdoğan, yaşananları şu sözlerle aktardı: “Biliyor musun Alparslan Türkeş öldürülmem için emir vermiş’ dedi. Öldürülmesi için karar verdiği kişi Hocaefendiye geliyor ‘Türkeş bana bunu dedi, ama sizi öldüremem’ deyip boynuma saldırdı diyor. Bu tablo karşısında arayışa girdim kimleri devreye soktum hatırlamıyorum. On beş gün içinde Türkeş, vefat etti. Hocaefendi herkesten önce gitti cenazesinde namaz kıldı.”

Allah ile konuştuğunu anlatmıştı
Cemaat seçmenine seslenen Latif Erdoğan, AK Parti’ye oy verin çağırısı yaptı. Erdoğan, şunları söyledi: “Cemaat müntesipleri ve sempatizanları olur. Uyanıp kendisine gelmesi lazım. Din kimsenin tekelinde değil. Hocaefendiye verdikleri ‘Hata etmez, sual edilmez’ den vazgeçmesi lazım. Siyaset onun misyonu değil. Ona siyaset yüklemek zülümdür. Bilhassa önümüzdeki seçimlerde ne yapıp yapıp, AK Parti’yi desteklemeleri lazım. Bu vatan meselesidir, Ümmet-i Muhammed meselesidir. Kimsenin keyfi için vatanı ya da Ümmet-i Muhammed’i satacak halimiz yok. Bu yanlıştan Hocaefendi vazgeçmelidir. Reha Muhtar’a geçmişte ‘Atatürk ile ilgili yanlış yaptım özür dilerim’ dedi. Bu mesele ondan daha küçük bir mesele değil. Bu mevzuda hata deyip, dönmek farzdır.” Bir dönem Fethullah Gülen’in halefi olarak da görülen Yazar Latif Erdoğan, “Bugün gelinen  noktada ciddi bir proje var, Bediüzzaman ve Risale-i Nur devre dışı bırakılıyor” diye konuştu.
Erdoğan şunları söyledi: “Gülen, bana ‘Allah ile konuştuğunu söyledi. Kainatı Hz.Muhammed için yarattım senin için de devam ettiriyorum’ dedi.”  Tayyip Erdoğan kadar ülkemize faydalı olan bir lider gelmediğini söyleyen Latif Erdoğan, AK Parti yöneticilerine geçmişte uyarıda bulunduğunu belirterek,   “Hocaefendi bir verdiği yerden bin alır demiştim” dedi.

http://haber.stargazete.com/politika/latif-erdogan-gulen-her-ay-abdye-bilgi-raporu-goturur/haber-853510

Kumpası böyle kuracaklar

Paralel yapının, "Erdoğan, Hayrettin Karaman'dan fetva aldı. Yazıcıoğlu'nun infaz emrini verdi" yalanı için düğmeye bastığı ileri sürüldü. İddiaya göre örgüt, BBP lideri Destici'nin Karaman'la yaptığı görüşme kaydına montaj yapacak.
 
09 MART 2014Gömülü resim için kalıcı bağlantı
17 Aralık operasyonu sonrası birbiri ardına dezenformasyon kampanyaları yürüten paralel yapının BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının ölümüyle ilgili montaj kumpası deşfre oldu. Paralel yapı tetikçileri, gazetemizin yazarı Prof. Dr. Hayrettin Karaman'ın dershanelerin millet menfaati için feda edilmesi gerektiğini belirterek 'Kendi menfaatinden ve parti menfaatinden vazgeçmeyi bilen Muhsin Yazıcıoğlu gibi fedakarlık yapın' çağrısı yaptığı yazısını çarpıtarak Yazıcıoğlu'nun ölüm fetvası gibi sunmuştu. Paralel yapının şimdi de Prof. Dr. Karaman'ın BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ile yazının ertesi günü konuyla ilgili yaptığı görüşmeyi montaj amaçlı kullanacağı ve Karaman'ın bu görüşmeyi Erdoğan ile yapmış gibi algı oluşturulacağı iddia edildi. DESTİCİ İLE GÖRÜŞMÜŞYazıcıoğlu ve arkadaşlarının ölümü ile ilgili ortaya çıkan belgelerde soruşturmanın paralel yapı ile ilişkisinin ortaya çıktığı iddialarının ardından paralel yapının çirkin bir tezgaha hazırlandığı belirtildi. Kumpasta malzeme olarak kullanacakları argümanlardan birisinin ise gazetemizin yazarı Karaman'ın 19 Aralık 2013 tarihinde yazdığı 'Türkiye'nin dostları ve düşmanları' başlıklı yazısı olduğu kaydedildi. Söz konusu yazıda cemaatin dershanelerden fedakarlık yapması gerektiğini belirten Karaman, bu fedakarlığa örnek olarak da hayatında hep ülke menfaatini şiar edinen rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nu göstermişti. Paralel yapının Yazıcıoğlu isminin geçtiği bu yazıyı Yazıcıoğlu'nun ölümüne fetva gibi kamuoyuna sunması üzerine Destici, Karaman ile yaklaşık 10 dakikalık bir telefon görüşmesi yapmıştı. SAVCIYA DA ANLATTIDestici, Karaman'ın kendisine 'Yazıcıoğlu, ülkenin hep zor dönemlerinde kendi menfaatinden ve parti menfaatinden vazgeçmeyi bildi. Refah-Yol döneminde 'Müslümanların iktidarını engellettirmem' dedi. 28 Şubat sürecinde tankların namlusu kendine çevrilmişti. 'Namlusunu millete çevirmiş tanka selam durmam' dedi. Hayatının her döneminde bu tür fedakârlıklar yaptı. Şu anda da cemaatin Yazıcıoğlu gibi fedakarlık yapılması gerektiğini ifade ettim' dediğini aktarmıştı. Ses kaydı kumpası iddialarıyla ilgili olarak görüştüğümüz Karaman da Destici ile yaptıkları görüşmede yazısının içeriğini ve ne anlama geldiğini uzun uzun anlattığını, Destici'nin de kendisine teşekkür ettiğini dile getirdi. Karaman, BBP hukukçularının yazısının doğru anlaşılması ve kayıtlara geçmesi için soruşturmayı yürüten Malatya Savcılığı'na başvurması nedeniyle savcıya da ifade verdiğini ve yazısının ne anlama geldiğini anlattığını söyledi. (Hayrettin Karaman)Bu bilgileri kullanacaklarBaşbakan Erdoğan ile de telefon görüşmelerinin olduğunu dile getiren Karaman, Erdoğan'ın kendisine, kendisinin de Erdoğan'a hal hatır sorduklarını, bunun dışında herhangi bir fetva amaçlı görüşmelerinin olmadığının altını çizdi. Karaman, 'Son dönemde çeşitli siyasi liderler ile ilgili montaj kayıtlar yayınlandığına şahit oluyoruz. Destici ile görüşmemde Yazıcıoğlu ile ilgili böyle bir fetva vermem söz konusu olamaz dedim ancak 'söz konusu olabilir' diye dönüştürebilirler. Bu pekala mümkün' diye konuştu. Paralel yapının Karaman'ın Destici ile yaptığı bu görüşmeyi ve akabinde savcıya ifade vermesini kumpasın alt yapısı olarak kullanmayı hedeflediği iddia edildi. Erdoğan'ın Karaman ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Yazıcıoğlu'nun ölümünde parmağı olduğu intibası uyandıracak şekilde montaj kayıtlar oluşturmayı planladığı ancak bu planların deşifre olduğu kaydedildi.Askere suç atabilirlerRahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgili Devlet Denetleme Kurulu'na ifade veren ve paralel yapının kumpas kurduğu Kayseri eski İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir, kaza günü yayılan 'Yazıcıoğlu hayatta' şeklindeki kirli bilgilerin dönemin Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi'nce servis edildiğini kaydetmişti. Özdemir, DDK raporlarına giren ifadelerinde bu bilginin 17 Aralık sonrası görevden uzaklaştırılan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ve beraber hareket ettiği kişilerce kazanın asker gibi kişi ve kurumlara yıkılmak amacıyla örtbas edilmeye çalışılabileceğini dile getirmişti.
http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/kumpasi-boyle-kuracaklar-09.03.2014-624567?ref=manset-3

Rezalet diz boyu

Başbakan Erdoğan'ın 'Obama'dan Gülen'in iadesini istedim, mesajı aldı' açıklamasını yalanlamaya çalışan cemaat ve Doğan medyası asparagas haberlere imza attı. Beyaz Saray'dan üst düzey bir yetkili ve İsrail Projesi adlı Yahudi lobisine dayandırılan iki haberin hikâyesi rezaleti gözler önüne serdi.
 
08 MART 2014
Hükümete yönelik 17 Aralık darbe girişimiyle birlikte Pensilvanya'nın yürüttüğü ses kayıtları ve yalan haber kampanyasına İsrail üzerinden bir yenisi daha eklendi. 8 Mart gecesi saat 01.00 civarında Vatan Gazetesi Washington muhabiri İlhan Tanır, kişisel Twitter hesabından, Beyaz Saray'ın Başbakan Erdoğan ve ABD Başkanı Obama görüşmesinde Fethullah Gülen ile ilgili olarak 'mesaj alındı' ifadesinin gerçek olmadığını iddia etti. Tanır, iddiasını ABD'li üst düzey bir yetkiliye dayandırdı. Bu asparagas haber dünkü sitelerde kısa sürede yayıldı. Yalan furyası Tanır'ın, Beyaz Saray'dan bir yetkilinin kendisine elektronik posta yoluyla Erdoğan'ın Obama'ya atfettiği sözün gerçek olmadığına yönelik açıklama yaptığını duyurmasıyla başladı. RESMİ AÇIKLAMA KILIFITanır, haberi serbest muhabirliğini yaptığı Vatan gazetesine gönderdi ancak gazete haberi güvenilir bulmadığı için kullanmadı. Tanır bunun üzerine açıklamayı kendi blogunda paylaştı. Zaman gazetesi başta olmak üzere Gülen yanlısı pek çok gazete Tanır'ın blogundan aldığı yalan haberi resmi açıklama gibi yaymaya başladı. Doğan Haber Ajansı (DHA) ise 8 Mart sabahı geçtiği haberde aynı iddiayı gündeme getirdi ve ABD merkezli İsrail lobi kuruluşu İsrail Projesi'nin (The Israel Project) bu bilgiyi Beyaz Saray'dan aldığını yazdı. DHA'nın, kaynak olarak 'açıklamanın açıklaması'nı göstermesi tartışma konusu oldu. LOBİ KURULUŞU RESMİ AÇIKLAMA YAPMADI ABD'de İsrail lehine lobi faaliyetlerinin özellikle basın ve halkla ilişkiler ayağını yürüten İsrail Projesi isimli kurumun internet sitesinde ise böyle bir açıklama yer almadı. . Doğan medyası, kurumun günlük haber bülteninde Beyaz Saray'ın böyle bir açıklama yaptığına dair haber geçtiğini yazdı. Ancak kurum günlük haber bülteninden en son 3 Mart tarihinde Ukrayna ile ilgili bir haber paylaştı. Sonrasında da haber girişi olmadı. MANŞET OLMUŞTUHürriyet gazetesinin internet sitesi ise DHA kaynaklı haberi, Tolga Tanış'ın imzasıyla manşetten verdi. Ancak haberde İsrail Projesi ismi zikredilmedi. Hürriyet daha sonra manşeti geri çekerek sadece DHA haberini imzasız olarak kullanmakla yetindi. Tolga Tanış imzalı ve kaynak belirtilmeyen habere ise sadece Hurriyet Daily News sitesinde yer verdi. Zaman gazetesi de aynı yalan haberi, İlhan Tanır'a Beyaz Saray'dan resmi bir yetkiliden geldiği iddia edilen elektronik postayı kaynak göstererek, İhsan Denli imzasıyla verdi. Bu haberi peşpeşe CNN Türk, Hürriyet, Zaman, Hürriyet Daily News ve Today's Zaman gazetelerinin görmesi Doğan ve Gülen grubu arasındaki dayanışmayı gözler önüne serdi. YABANCI BASIN DA HABERİ KULLANDIWashington merkezli McClatchyDC isimli haber sitesi de aynı yalan haberi kullandı. Roy Gutman Beyaz Saray'ın ivedi açıklama yaptığı yalanını uydurdu. Ancak McClatchyDC muhabiri Gutman'ın İstanbul'da ikamet ediyor olması, İlhan Tanır'ın şaibeli kaynağını kullandıkları şüphesini uyandırdı Kendi gazetesi bile inanmadıVatan gazetesine serbest muhabirlik yapan İlhan Tanır'ın asparagas haberini Vatan gazetesi kullanmadı. Zaman gazetesinin ise haberi 'İhsan Denli, Washington' imzasıyla yayınlaması dikkat çekti. Gün içinde Twitter yazışmalarında DHA'nın aynı haberde İsrailli lobi kuruluşunu kaynak göstermesi ise Tanır'ın tepkisine neden oldu. Beyaz Saray'dan yapıldığı iddia edilen açıklamaya dair Tanır'ın 2 cümlelik tercümesinden başka bir delil olmadı.
http://yenisafak.com.tr/politika-haber/rezalet-diz-boyu-09.03.2014-624541?ref=manset-1
Fethullah Gülen bir CIA projesi midir?
Sevilay Yükselir      

Bir önceki yazımda Gülen Cemaati'nin ABD ile olan yakın ilişkisini ve 1980'lerden itibaren kuzu postunda kurtluk yaparak bugünlere geliş sürecini sorgulayacağımı söylemiştim.

Tabii bunu yaparken de 15 yıl boyunca Amerika'da gazetecilik yapan Fuat Kozluklu ile geçtiğimiz hafta yaptığımız telefon görüşmesinden de ara ara aktarmalar yapacağım. Onun tezine göre ABD, nurculuk hareketinin Türkiye'de nasıl bir toplumsal tabana ve etkiye sahip olduğunu 50 yıl önce görmüş ve politikalarını da bu dinamik güç çerçevesinde şekillendirmiş. "Çünkü" diyor; "ABD hangi ülkede olursa olsun 10-20-30 yıllık toplum mühendisliği dinamikleri çerçevesinde senaryolar ve o toplumun siyasal ve dini etkiye sahip figürleri ile bu alanlardaki toplumsal yapıyı analiz eder, bu çerçevede politikalar geliştirir." Bu tezin üzerinde biraz durup düşündüğünüzde son derece mantıklı ve gerçekçi olduğunu söylememek insafsızlık olur. Hakikaten de öyle. Bilindiği gibi Türkiye'de filizlenip dünyanın dört bir yanına serpilen "Cemaat" birkaç yıl öncesine dek "Barışçı İslam" vurgulu eğitime ağırlık veren bir yapı olarak görülüyordu.

İşte toplumda yarattıkları bu algı sayesinde kendilerine geniş bir taban yarattılar. "Alnımız secdeden kalkmaz" diyerek dindarlık kimliğini kullanmaları son 11 yıldır iktidar olan dindar bir hükümetin nazarında da büyük bir avantaj oldu. Bu avantajı inanılmaz iyi değerlendirdiler. O kadar iyi ki, kendi güdümlerinde olan devlet içindeki kadrolarının sahip oldukları gücü şantaj aracı olarak kullandıkları yönünde hazırlanan hiçbir istihbarat raporuna itibar edilmedi.

Bu yapının ülke geleceğine ipotek koymak üzere örgütlendiğini anlayıp tehlikeye dikkat çekmek için tarihi bir kitaba imza atan Hanefi Avcı gibi isimler hem dikkate alınmadı.

Hem de bu yapının kumpaslarla hayatının karartılmasına göz yumuldu. Sadece Avcı değil onun gibi tehlikeyi sezen diğer emniyetçilerin çığlıkları da duyulmadı (Sabri Uzun, Emin Aslan, Orhan Özdemir vs.) Devleti idare edenlerin aklını başından alan bu 'Barışçıl İslam' algısı sayesinde dokunulmazlık kazanan Gülen Örgütü yıllar evvel planlanan çerçevede hareket edip, her koşula uygun görünüm sergileme stratejisiyle (takiyyecilik yaparak) devletin tüm kurumlarında kök saldı ve toplumun ana arterlerinde güç oluşturdu. Ve son 2-3 yılda da aslında açık açık siyasete müdahale eden, hükümet devirmeyi amaçlayan, istihbaratçı bir örgüt olduğunu net bir biçimde ortaya koydu.
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Şimdi bu fotoğrafı elimize alıp iyice bakalım. ABD'nin şemsiyesi altında yaşayan bir lideri olan bu örgütün asıl amacı ne?

Gerçekten de niyetleri İslam'ın barışçıl bir din olduğunu ispat falan mı? Fuat Kozluklu, Gülen hareketinin uluslararası aktörler arasına girmesinin en önemli dayanağının ABD ve dahası bu ülkenin istihbarat örgütü CIA olduğunu iddia ediyor ve bunu da herkesin bildiği somut bir bilgiyle besliyor. Diyor ki; "CIA yönetimi ile Fethullah Gülen'i tanıştıran, CIA'nın 1970'li yıllardan itibaren Türkiye'deki yapılanmasının baş aktörü ve koordinatörü olan ünlü ajan Graham E. Fuller'dir. Fuller'i Amerika'da kaldığım zaman boyunca çok yakından takip etme şansım oldu. O nedenle çok iyi biliyorum. Fuller, 'Ilımlı - Barışçıl İslam'ın en önemli planlayıcı isimlerindendir.

İslami cemaatler üzerinde, özellikle Nurculukla ilgili uzun süre araştırmalar yapmıştır. Gülen'in ABD'de üslenmesinin de en önemli destekçisi, fikir babasıdır.

90'lı yılların başında ABD yönetimine verdiği raporlarda 'Washington'un Türkiye politikalarında ve Kafkaslar ile Balkanlar'daki stratejik hamlelerinde Gülen hareketinin yapısını, dinamik ve de eğitimli kadrolarını kullanmasını' önermiş bir isimdir."
Fuller'in geçmişi ve Türkiye üzerine çalışmaları hakkında internette çok sayıda bilgi ve belgeye ulaşmak mümkün. Göreceksiniz bakındığınızda Gülen ve Fuller arasındaki bağlar çok derin ve eski.

Tabii bu durumda; "Fethullah Gülen bir CIA projesidir" tezinin gerçek olabileceğinin kuvvetli bir ihtimal olduğunu da söylemek gerekiyor. Bu konuya devam edeceğiz...
http://www.takvim.com.tr/Guncel/2014/03/09/fethullah-gulen-bir-cia-projesi-midir

'Gülen, CIA'e rapor veriyor'

09 Mart 2014
Bir dönem Gülen hareketinin en etkin isimlerinden eski Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Latif Erdoğan çarpıcı açıklamalar yaptı: Gülen Yahudi bir CIA görevlisine belli periyotlar dâhilinde rapor sunuyor. Olan her hadiseyle ilgili hesap verdiğini çok defalar kendisinden dinledim. 8 yıl önce kendisini getirmek için ABD'ye gittim. Gözaltına alındım.

1990'lı yıllarda cemaatin en etkili isimlerinden, eski Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Latif Erdoğan, önceki akşam A Haber'de yayınlanan Deşifre programında Fethullah Gülen'le ilgili şok edici açıklamalarda bulundu. Yıllar önce Gülen'in bir sohbet sırasında, orada bulunanların huzurunda 'Ben Allah'la görüştüm' dediğini aktaran Erdoğan, şunları aktardı: 'Gülen bana Allah ile konuştuğunu söyledi. 'Doğru, bu kainatı Hz. Muhammed'im için yarattım ama senin için de devam ettiriyorum' dedi. Bunu söyledi. Mesela, 'Ben öfkelendiğim zaman, dışarıda fırtına olur, ben öfkelendiğim zaman kasırga olur' demiştir. Bunu toplum biliyor. Çok tekrar etmiştir de. Fakat bunlarla biz mahkum etmedik onu. Bunu inanç haline getirince tehlikeli olmaya başladı...'

Bir dönem Gülen'in en yakınındaki kişi olarak bilinen ve yaklaşık 10 yıldır Gülen hareketinden uzak durmayı tercih eden Erdoğan, onun yanında geçirdiği yılları 'kayıp yıllar' olarak nitelendirdi. Gülen'in Savaş Ay'a yıllar önce verdiği bir röportajda 'Cebrail parti kursa oy vermem' demesiyle ilgili olarak ise Erdoğan, 'Farz-ı muhal bile olsa edebe aykırı. Onun böyle 'şathiye'ye varan sözleri vardır. O makamın sahibi olmadığı halde söylenen sözlerdir' dedi.

CIA KEFİL OLDU

Gülen'e ABD'de oturum vizesi anlamına gelen 'yeşil kart'ın verilmesi için üç CIA ajanının mahkemede kefil olduğunun hatırlatılması üzerine Latif Erdoğan, içinde Yahudilerin de bulunduğu bir grubun Gülen'e kefilliğinin tamamıyla 'imaj çalışması' olduğunu söyledi. Aynı durumun bazı uluslararası yayınlar tarafından Gülen'in 'yaşayan en önemli entelektüeller arasında gösterilmesi' olayında da geçerli olduğunu belirten Erdoğan, 'Bu türden listelere girmekle ne kazandınız? İmaj çalışması için organize şekilde böyle şeyler yapılıyor. Eskiden, bu gibi durumları zorlama da olsa hayra yorabilirdik ama son olaylardan sonra bu imkansız hale geldi' yorumunda bulundu.

AİDİYETİNİ KAYBETTİ
1999 yılından beri ABD'de ikamet eden Gülen'in Yahudi bir CIA görevlisine belli periyotlar dahilinde rapor sunduğunu söyleyen Erdoğan, 'Olan her hadiseyle ilgili hesap verdiğini çok defalar kendisinden dinledim. ABD'de durduğu sürece anti ABD anti İsrail söyleminde bulunması mümkün değil. Gülen çok yönlü bir esaret altında. Aidiyetini kaybetti. Ülkesinden uzaklaştıkça insan neler kaybettiğinin farkında olmuyor. Önceden İslam alemi için gözyaşı döken bir insan artık bunu umursamaz hale geliyorsa, bu şüphesiz bir kayıştır' diye konuştu. Gülen'in hareket mensuplarınca 'mehdi' olarak görülmesini ve kendisine 'kainat imamı' dedirtmesini de Erdoğan, komik bulduğunu dile getirdi.

Risale-i Nur devre dışı bırakılıyor

Fethullah Gülen'in Bediüzzaman ve Risale-i Nur'u devre dışı bırakma gayreti içinde olduğunu belirten Erdoğan, 'Bugün gelinen bir noktada ciddi bir proje var. Bediüzzaman ve Risale-i Nur devre dışı bırakılıyor. Hocaefendi Risale-i Nur'un kutsiyetini kullanıd. Cemaat bu sayede büyüdü. Geniş kitlelere ulaştı. Cemaat oluşumunun ekseninde Risale-i Nur var. Eğer Gülen o metodu kullanmasaydı cami cemaatinin dışına çıkamazdı. Ondan daha iyi hatipler de vardı' ifadelerini kullandı.

Getirmeye gittim gözaltına aldılar

8 yıl önce Gülen'i Türkiye'ye getirmek niyetiyle ABD'ye gittiği bilgisini veren Latif Erdoğan, daha uçaktayken ABD vizesinin iptal edildiğini, bu yüzden havaalanında gözaltına alındığını ve Gülen'le görüşemeden Türkiye'ye geri döndüğünü anlattı. Erdoğan, 'Kendisiyle görüşmeye gitmem için beni defalarca arayan Gülen, o günden beri 'geçmiş olsun' demek için bile aramadı' dedi. Gülen'in ülkeye dönmesinin kendisini kullananlar tarafından da engellendiğini dile getiren Erdoğan, 'Onu getirmek için ABD'ye gittiğimi telefonda birilerine söylemiştim. Tabii telefonlarım dinleniyordu. Yani bu niyetimi birileri biliyordu. Beni bu yüzden engellemiş olabilirler' ifadelerini kullandı.

'KARARLAR ÖNCE BANA GELİR'

Yaklaşık 15 yıl önce de telefonlarının Gülen tarafından dinletildiğini öğrendiğini kaydeden Erdoğan, 'Hocaefendi bana, 'Senin telefonlarını 15 yıldır dinletiyorum. Hizmet'i temsil ettiğin için, konumun gereği. Hakkını helal et' dedi. Hocaefendi'nin bir dinleme mekanizmasının olduğu herkesin malumudur. Daha Türkiye'deyken, 'Genelkurmay'da alınan kararlar Cumhurbaşkanı'na imzaya gitmeden benim önüme gelir' diyordu' şeklinde şok edici açıklamalarda bulundu.
http://www.timeturk.com/tr/2014/03/09/gulen-cia-e-rapor-veriyor.html#.UxyeqFo5nDc
F.Gülen: Dersimli Alevilerin dini yoktur  
 
09.03.2014
2.MARMARAY PROJESİ
HEDEF 2023
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
09.03.2014
KADIKÖY MEYDANI PROJESİ
HEDEF 2023
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
09.03.2023
YENİ TAKSİM MEYDANI
HEDEF 2023
 
 
 
 
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
09.03.2014
MELEN PROJESİ
HEDEF 2023

Gömülü resim için kalıcı bağlantı
09.03.2014
CEMAAT İÇİNDE 33 YILDIR BULUNAN KENYA VE TÜRKİYE'DE OKUL VE DERSHANELER AÇAN HÜR ADAM FİLMİNİN YAPIMCI VE YONETMENİ
MEHMET TANRISEVER'İN F.GÜLEN'E ÇAĞRISI
 
09.03.2014

MEHMET TANRISEVER KİMDİR
http://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet_Tanr%C4%B1sever