Saydığımız görüşlerden ilki amansız olmayı gerektiriyor: Tarih, şiddet içerikli dini ve etnik görüş ayrılıklarının, taraflardan biri tehcir veya devletin bölünmesi yoluyla gerçek ya da mecazi manada yok edilmediği müddetçe, nadiren askeri yoldan çözülebildiğini ortaya koyuyor. İkinci görüş ise bizleri, şiddeti körükleyen ancak üzerine eğilindiğinde tamamen yok edilemese de kısmen geriletilebilecek olan, daha az belirgin faktörleri derinlemesine incelenmeye sevk ediyor.

Orta Afrika Cumhuriyeti'nde bu bağlamda özellikle dikkate değer üç faktörden söz etmek mümkün. Birincisi, Orta Afrika Cumhuriyeti; Güney Sudan, Sudan, Uganda'nın kuzeyi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin kuzeydoğusu ve Çad'ı (ve hatta üstü kapalı şekilde komşuları Ruanda ve Kamerun'u da) kapsayan bir çatışma sisteminin parçasıdır. Benim çatışma sistemleri teorime göre, ağırlıkla ekonomik sebeplere dayalı çatışmalar olan modern savaşlar, çoğu zaman müstakil değildir. Daha ziyade, bir bölgedeki şiddetin münferit noktalarını birleştiren ekonomik ve toplumsal ağın bir parçasını oluştururlar ki, bu çerçevede oyunculardan biri, kimi zaman kâr elde etmek amacıyla başka bir bölgede çatışmayı alevlendirme, dikkatleri iç sorunlardan başka yöne çevirme ya da içerideki muhaliflerine karşı destek bulma karşılığında tarihi müttefikleri destekleme yoluna gidebilir.
Çatışma sistemleri, genellikle sömürgecilik öncesi toplumsal ağlar ve sömürgecilik sonrası ekonomik sistemlerle bağıntı içindedir. Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki mevcut savaş, coğrafi açıdan ayrı, bağımsız bir siyasi entite içerisinde yaşansa da, bölgedeki devam eden veya görünürde çözülmüş olan çatışmalarla bağlantılı, daha geniş bir şiddet sistemine de dahildir. Köle ticareti yoluyla yürütülen tarihi sömürü, benzer sömürgecilik modelleri ve maden yataklarıyla öne çıkan Sahil Kuşağı'nı birleştiren yeni sömürgeci ekonomik baskılar, Orta Afrika Cumhuriyeti'ni Sudan veya Çad kadar Demokratik Kongo Cumhuriyeti ile de ilişkilendiriyor.
Bu da bir takım ikincil sorular ortaya çıkarıyor. Öncelikle, Tanrının Direniş Ordusu (LRA) bugün nerede? 2008 yılında Uganda'nın kuzeyinden çıkıp Güney Sudan ve Orta Afrika Cumhuriyeti üzerinden Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin kuzeybatısına geçen LRA, Noel Katliamları sırasında yüzlerce sivilin canına kıymış, ırzına geçmiş, pek çok kimseyi sakat bırakmış ve ardından bölgede tedirginlik yaratan şekilde ortadan kaybolmuştu. LRA'nın Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarında uyguladığı şiddet çoğunlukla ülkenin güneydoğusunda yoğunlaşmakla beraber, liderleri dışında kimlerin LRA mensubu olduğunun bilinmediğini de unutmamak gerekiyor. Tüm o savaşçılar nereye gittiler? LRA'nın, bölgede kaçırdıkları çocukları gaddarca yöntemlerle silah altına alıp başka uzak bölgelerdeki sivillere saldırtmaya dayalı bir çalışma şekli var. Orta Afrika Cumhuriyeti genelinde başıboş bırakılmış bu hareketin, tanıklık etmekte olduğumuz sistemli şiddetin bir parçası olmadığını söylemek mümkün müdür?

Çad başta olmak üzere, Orta Afrika Cumhuriyeti'ne komşu ülkelerin, bölgede faaliyet gösteren silahlı gruplar üzerindeki etkisi de bununla alakalı bir konu. Sudan, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde siyasi liderler, iç isyanları bertaraf etmek için sınırlarının diğer tarafındaki çeşitli gruplara taktik ve askeri destek sunuyorlar. Sudan'ın Darfur bölgesindeki krizin ortaya çıkışının, hatta Mali'de yaşananların bile kısmen nedeni buydu. O zaman basit bir Müslüman-Hristiyan ayrımının ötesinde, Seleka ile Anti-Balaka mensuplarını birbirinden ayıran çizgi, Orta Afrika Cumhuriyeti ve komşu ülkelerde, cumhurbaşkanlığı kurumunun istikrarını bozmak üzere finanse edilen milis gruplarına mı tekabül ediyor? Peki ya halen cumhurbaşkanlığında gözü olan devrik liderlerin çatışmaya etkileri nedir?
Üçüncü olarak, yaşanan şiddeti toptan mantık dışı diye reddetmeden önce, iktidarın ve diğer aktörlerin ekonomik çıkarlarını mercek altına almamız gerekiyor. Bugün yaşanan yapısal veya fiziksel şiddetin çoğu, devlet mekanizmalarının denetimini ele geçirme ya da elde tutma gayesi taşıyor, fakat konu sadece zenginlik değil. Zenginliğin, özellikle de dünyanın en zorlu bölgelerinde, nispeten bir güvenlik ya da kendini mücadeleden uzak tutma imkanı sağlama yönü de var. Zira bu bölgelerde iktidar olmak ile olmamak arasındaki fark, bir ölüm-kalım meselesi. Yani devlet kaynaklarını küçük bir zümrenin menfaatleri doğrultusunda güvenceye alıp, başkalarını her ne pahasına olursa olsun bundan mahrum etmek için ortada ciddi bir gerekçe söz konusu.

Bunlara bağlı olarak bir de uluslararası aktörlerin, çıkarları paralelinde, çatışma bölgelerinde denetim mekanizmalarını zayıflatmaya yetecek kadar istikrarsızlık yaratma çabaları mevcut. Halkın Orta Afrika Cumhuriyeti'nin (ve hatta diğer Sahil Kuşağı ülkelerinin) ekonomik önemini bilmiyor oluşu, bu ülkelerin ekonomik ve stratejik açıdan taşıdıkları ehemmiyeti etkilemez. Evet, Orta Afrika Cumhuriyeti denize kıyısı olmayan bir kara ülkesi, ama aynı zamanda nükleer reaktörlerin temel malzemesi olan uranyum açısından ciddi rezervlere de ev sahipliği yapıyor. 2010 yılı itibarıyla, Bakouma'daki uranyum yataklarının yüzde 90'ının sahibi, tamamı Fransız nükleer devi Areva'ya ait olan Uramin isimli özel şirketti. Fransa'nın enerji ihtiyacının yüzde 75 nükleer kaynaklardan sağlanıyor olması, bu haksız düzenin olumsuz etkisini daha da arttırırken, Areva ve Fransa'yı da Orta Afrika Cumhuriyeti'nde yaşanan gelişmeler üzerinden önemli bir finansal çıkar elde eder konuma getiriyor.

Bu da muhtemelen Fransa'nın, Afrika'nın en yoksul ülkelerinden birinde niçin 1.600 asker bulundurup dağınık lakin bir o kadar da yoğun ve anlamsız şiddet evrelerinin karakterize ettiği bir çatışmaya müdahale ettiğini açıklıyor. Orta Afrika'daki çatışmanın ciddi ya da acımasız olmadığını söylemeye çalışmıyorum. Sadece, her yıl binlerce kişinin öldüğü Somali, Suriye, Afganistan, hatta Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi örneklerin olduğu bir dünyada, bir Avrupa ülkesi duruma böylesine hızlı ve nispeten kuvvetli bir şekilde tepki gösteriyorsa, Fransa'nın tam olarak kimi ya da neyi korumak için orada bulunduğunu da sorgulamak gerekiyor.

Barışçıl ve kalıcı bir çözüm, ancak yerel endişe ve algıları anlar ve bunların olabildiğince üzerine gidersek mümkün olur. Haberlerde gözardı edilebilen yerler, bizim hiçbir zaman anlama zahmetine katlanmadığımız ekonomik, toplumsal ve tarihi sorunların gölgesinde yaşıyor ve dışarıdan mantıksız ya da gereksiz gibi görünen konuları, kimi zaman bir adım geriye çekilip tüm faktörleri – sadece kolayca çözümlenebilir olanları değil – inceleyerek açıklamak mümkün. Söz konusu sorunlar; onlarla beraber yaşayanlar için karar verme süreçlerinde en az Batılı homo economicus'un maliyet-fayda analizleri kadar etkilidir ve homo economicus tarafından görülmemeleri, gerçek olmadıkları anlamına gelmez.

Harvard Hukuk Fakültesi'nde lisansüstü çalışmalarını sürdüren Kenyalı yazar Nanjala Nyabola, Afrika kıtasındaki hukuksal ve siyasal sorunlar üzerinde yoğunlaşıyor. Al Jazeera, The Nation ve The Guardian gibi dijital ve basılı medya organlarında makaleleri yayımlanan Nyabola, Afrika'nın sosyo-politik çatışmalarını değerlendirirken, uluslararası hukuk normları ve feminist bakış açısını öne çıkarıyor.

Twitter’dan takip edin: @Nanjala1
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Al Jazeera'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.