HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

31 Ocak 2014 Cuma

Allahım!Faydasız ilimden,ürpermeyen gönülden,doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım
( S.A.V)

Gömülü resim için kalıcı bağlantı
Fethullah Gülen: "Peygambere Gerek Yok" !!!


 

Cemaat'ten Yahudiler İçin Anma Töreni!

Fethullah Gülen Hareketi'ne bağlı Kültürlerarası Diyalog Platformu 24 Şubat 1942'de Soviet denizaltısı tarafından batırılan bir gemide yer alan 770 Yahudi için anma töreni düzenleyecek.
Cemaat'ten Yahudiler İçin Anma Töreni!
07 Ocak 2014
AK Parti Hükümeti aleyhinde yayınladığı bildirileri ile bu aralar sık sık gündeme gelen onursal başkanlığını Fethullah Gülen'in yürüttüğü Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının öncülüğünde kurulan Kültürlerarası Diyalog Platformu 1942 yılından öldürülen Yahudiler için anma töreni düzenleyecek.
STRUMA FACİASI İÇİN ANMA PROGRAMI…

24 Şubat 1942 batırılan bir gemide yer alan 770 Yahudi yolcu için anma programı yapacak olan KADİP, sessiz sedasız davetiyelerini hazırladı. İstanbul'da önümüzdeki ayın 24'ünde yapılacak anma programının onur konukları arasında bebek katili İsrail'in diplomatları da yer alacak…
Struma gemisinin İstanbul açıklarında bir Sovyet denizaltısı tarafından batırıldığı belgelenmesine karşın Siyonistler yıllarca bu olayın faili olarak Türkiye Cumhuriyeti'ni sorumlu tuttular.
MAVİ MARMARA KATLİAMINA SESSİZ KALDILAR!

Yahudiler için anma töreni düzenleyen Cemaat'e bağlı platform, 2010 yılında abluka altındaki Gazze'ye insani yardım götürmek için yola çıkan Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıda şehit edilen 9 vatandaşımız için bırakın anma programı yapmayı İsrail devleti tarafından yapılan katliama karşı bir tek eleştiri bile yapmayarak bu konuda sessiz kalmayı tercih etmişlerdi.
FETHULLAH GÜLEN: "SUÇLU İSRAİL DEĞİL İHH"

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın da KADİP'ten farklı kalır bir yanı yok. İsrail'in insanlık dışı muamelesine kayıtsız kalan Fethullah Gülen, "İsrail'in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır" diyerek yaşananlardan İnsani Yardım Vakfı gönüllülerini sorumlu tutmuştu.
CEMAAT İSRAİL'İN İMAJINI DÜZELTECEK!

Filistin'deki dindaşlarımıza yardım etmek için yola çıkan fakat terörist İsrail tarafindan şehit edilen 9 vatandaşımız için kılını bile kıpırdatmayanların Struma Faciası için özel etkinlik yapmaları Ortadoğu'da insanlık dışı uygulamalarla dünya kamuoyunun büyük tepkisini çeken İsrail devleti için imaj çalışması değil de nedir!
Cemaat yetkilileri bu etkinliği tamamen insani değerleri gözeterek yaptıklarını dile getirseler de Mavi Marmara olayında takındıkları samimiyetsiz tutum onların bu konudaki niyetlerinin sorgulanmasına neden olacaktır?
Struma Faciası için düzenlenecek anma törenine getirdiğimiz sert eleştiriler sonrasında KADİP ya da cemaatten "Ilımlı İslam / Dinler arası diyalog" şeklinde bir savunma gelebilir ama kamuoyu nezdinde itibarı ciddi bir şekilde sarsılmış olan Gülen Cemaat'in bu konuda kendisine destekçi bulması zor.
NEYİN NESİDİR BU KADİP?

Dinler ve kültürlerarası diyalog çalışmalarını sınırlarımızda en etkin yürüten platform bu KADİP. Kültürlerarası Diyalog Platformunun (KADİP) kurucuları farklı inanç mensuplarından oluşuyor… Yönetim kurulu başkanlığı görevini uzun bir süre Fethullah Gülen ile ev arkadaşlığı yapmış bir ilahiyatçı Suat Yıldırım yürütüyor.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın (GYV) Başkan Yardımcısı ve Medeniyetler İttifakı Türkiye Eşgüdüm Komitesi Başkanı Cemal Uşşak yönetim kurulunda. Yönetim kurulunda bulunan ilginç isimlerden biri İzak Kolman (Türk Musevileri Hahambaşılığı Müşaviri) diğeri ise Yusuf Altıntaş. (Türkiye Musevi Cemaati Hahambaşı Genel Sekreteri) Ayrıca birçok Papaz'da bu yönetimde yer alıyor…
İşte KADİP Yönetim Kurulu listesi
 

Suriye'yi neden kaybettik?

402 yıllık vatan toprağı Suriye'yi kaybedimişimizin öyküsünü Mustafa Kemal Atatürk'ten dinleyin.


402 sene boyunca İstanbul'dan giden valilerin idare ettiği ve şimdi amansız bir iç savaşın hüküm sürdüğü Suriye'yi 1918'de kaybedişimizin Mustafa Kemal'in kaleminden öyküsü...
Murat Bardakçı Habertürk'te köşesinden Suriye'yi kaybedişimizin öyküsünü Mustafa Kemal Paşa'dan dinletti.
Yaşadığı içsavaşın sınır kasabalarımızdaki vatandaşlarımızı bile canlarından ettiği Suriye 402 sene boyunca toprağımız olmuş ama Şam'ı 1 Ekim 1918'de İngilizler'e terketmiştik. Mustafa Kemal Paşa, Şam'ı kaybetmemizin ardından İstanbul'a gönderdiği bu telgrafta Suriye'nin elimizden çıkışının sebeplerini ve sorumlularını yazıyor...

İNGİLİZLER VE ŞERİF HÜSEYİN'İN SURİYE'Yİ İŞGALİ
Suriye sınırındaki Ceylanpmar ilçemize önceki gün de top mermileri düştü, bir vatandaşımız hayatını kaybetti, üç kişi de yaralandı... İki seneden buyana yaşanan kanlı içsavaş yüzünden sınırlarımızdaki kasabaların bile artık top mermilerinin hedefi haline geldiği Suriye'nin elimizden çıkışı ile neticelenen savaşın öyküsünü bugün Mustafa Kemal Paşa'nm az bilinen bir telgrafından okuyacak, kanlı mücadelenin ayrıntılarını bizzat onun kaleminden öğreneceksiniz. 402 sene boyunca vilâyetimiz olan Suriye'yi biz 1918'de kaybettik ve Şam 1 Ekim günü İngiliz birlikleri ile isyancı Şerif Hüseyin'in adamları tarafından işgal edildi...

ÜZERİNDEKİ ENTARİYLE KAÇTI
Bağdat o tarihten daha önce, 11 Mart 1917'de düşmüş, Irak'ın Musul haricinde tamamı îngilizler'in eline geçmiş, çarpışmalar Filistin ve Suriye cephesinde yoğunlaşmıştı. Alman generali Liman von Sanders'in emrindeki Türk kuvvetleri, Fransızlar ile Şerif Hüseyin'in desteklediği İngiliz birlikleri karşısında 19 Eylül 1918'deki Nablus Savaşı'nı kaybettikten sonra geri çekildiler, von Sanders ertesi gün Nâsıra'da bulunan karargâhımıza yapılan İngiliz baskınında esir düşmekten son anda üzerindeki gecelik entarisi ile kaçıp kurtuldu, daha geriye çekildi ve Suriye'deki kasabalar peşpeşe İngiliz işgaline uğradı.

TAYİNİ PADİŞAH TEBLİĞ ETTİ
Mustafa Kemal, 19 Eylül'deki Nablus savaşı sırasında Yedinci Ordu'nun kumandanı idi. Paşa, Suriye'ye gitmeden önce, 9 Ağustos günü Yıldız Sarayı'nda Sultan Vahideddin ile biraraya gelmiş, hükümdara savaşın gidişâtı ve cepheler ile ilgili bazı tekliflerde bulunmuş, bir hafta sonra yeniden buluşmuşlar ve hükümdar Paşa'ya nazik bir şekilde "tekliflerini yerine getiremeyeceğini" söylemişti...
Mustafa Kemal, Sultan Vahideddin ile bu son buluşmasından bir hafta sonra Suriye'ye tayin edildi. Bir cuma selâmlığının ardından padişah tarafından yine huzura çağırıldı, Suriye'ye tayini bizzat padişah tarafından tebliğ edildi ve "Sizden talebim şudur: O tarafları düşman eline geçirmeyeceksiniz!.." sözleri ile uğurlandı.

AMERİKA'DAN ARACILIK İSTEDİK
26 Ağustos'ta Halep'e varan Mustafa Kemal iki gün sonra Nablus'a geçti ve Yedinci Ordu'nun kumandasını eline aldı. 19 Eylül sabahı General Allenby'nin emrindeki İngiliz birliklerinin aylardır beklenen genel taarruzu başladı. Mustafa Kemal'in Yedinci Ordusu çevrilme tehlikesine karşı önce Şeria Nehri'nin doğusuna çekildi, önceleri yavaş yapılan çekilme gün geçtikçe hızlandı; Şam'ın 1 Ekim'de düşmesi üzerine, İstanbul 5 Ekim'de ateşkes konusunda aracılık yapması için Birleşik Amerika'ya müracaat etti ve Halep'in de 26 Ekim'de elimizden çıkmasının ardından, 30 Ekim günü Mondoros'ta malûm mütareke imzalandı. Dört asır boyunca İstanbul'dan giden valilerin ve mutasarrıfların idare ettiği topraklar, böyle birkaç gün içinde elimizden peşpeşe kopup gidiverdi...

VAHİDEDDİN'İN ARŞİVİNDEN ÇIKTI
Saray, Nablus bozgunundan bir hafta kadar önce, 22 Eylül günü Mustafa Kemal'i "Fahrî Yaver-i Hazret-i Padişâhî", yani "padişahın fahrî yaveri" ilân etmişti... Paşa 30 Ekim'de Liman von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Kumandanlığına getirilmiş, bir gün sonra Adana'ya geçmiş ve kumandanlığı devralmıştı... Mustafa Kemal, Halep'in îngilizler'in eline geçmesinden üç hafta kadar önce, 1918'in Enver (sağda) ve Mustafa Kemal Paşalar. 7 Ekim günü İstanbul'a bir telgraf göndermiş, 19 Eylül'de Nablus'ta yaşanan bozgunun sebeplerini ayrıntıları ile yazmış, birliklerimizin İngiliz hücumu karşısındaki savunmasını ve ric'atini anlattıktan sonra telgrafı "Artık, barıştan başka bir çare kalmamıştır" sözleri ile bitirmişti.

'ENVER'İN ÇEKİLMESİ LAZIM'
Bir-iki kaynak dışında pek bahsi geçmeyen bu telgrafın Sultan Vahideddin'in ailesi tarafından muhafaza edilen özel evrakı arasında bulduğum kopyasını bugün bu sayfada aynen yayınlıyorum. 'Enver başaramadı, artık çekilmesi lâzım' Mustafa Kemal Paşa'nın Suriye cephesindeki silâh arkadaşlarından olan General Ali Fuat Erden, yıllar sonra yayınladığı hatıralarında Paşa'nm cephede geçirdiği günlerde yaşanan bozgunların sorumlusunun Enver Paşa olduğuna inandığını yazacaktı: "...Yedinci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa, bir gün Halep'te bana demişti ki: Harp iyi sevk ve idare edilmiyor. Enver, başkumandanlık vazifesini yapamıyor. Bu gidiş felâkete doğru bir gidiştir. Enver'in çekilmesi lâzım. Ben kendisine söyleyebilirim: 'Sen harbi iyi idare edemiyorsun. Çekilmelisin, senin yerine ben gelmeliyim'. Bu sözlere şaştım kaldım. Enver Paşa'ya böyle bir şey söylenebilir miydi? Bu, ihtilâl yapmak gibi birşey olurdu. Şöyle arzettim: 'Zât-ı devletiniz böyle söyleyebilirsiniz. Fakat Enver Paşa cevap olarak ince altın zincir takılı sağ elinin şehadet parmağını yanıbaşmdaki zile basar. Seryaveri (başyaveri) gelir. Ona 'Paşa hazretlerini yanımdaki odada misafir ediniz.

'BARIŞTAN BAŞKA ŞANSIMIZ YOK'
Kimse ile ihtilât buyurmayacaklardır (görüşmeyeceklerdir)!' diyecek olursa ne yaparsınız? Zât-ı devletiniz nasıl 'Sen çekilmelisin, senin yerine ben gelmeliyim' diyebilirse o da seryaverine böyle diyebilir'. Mustafa Kemal Paşa sustu. Hiçbir şey söylemedi, yalnız 'Hm' dedi ve muhavere kesildi' Atatürk ve General Ali Fuat Erden, 1937'de Trakya manevralarında. Mustafa Kemal Paşa'nın telgrafının Sultan Vahideddin'in evrakı arasından çıkan sureti. Mustafa Kemal'in telgrafı: 'Barıştan başka çare kalmadı' İşte Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Eylül 1918'deki Nablus bozgununun ve Şam'ın da 1 Ekim'de îngilizler'in eline geçmesinin ardından 7 Ekim günü Halep'ten İstanbul'a, saraya gönderdiği telgrafın tam metni: "...

'ORDUMUZUN GÜCÜ DÜŞMANA NAZARAN ÇOK GÜÇSÜZDÜ'
Eylül on dokuzuncu gecesi düşman evvelâ Yedinci Ordu'ya taarruz etmeye başladı. Düşmanın iki taarruzunu tevkif ettim (durdurdum). On dokuz sabahı garbımızda (batı tarafımızda) bulunan Sekizinci Ordu -Cevad Paşa- kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında inhilâl etti (dağıldı). Bundan dolayı Yedinci Ordu'nun sağ cenahı ve hatt-ı ric'ati (geri çekilme yolu) tamamen düşman tarafından tutuldu. Sağımızda bulunan Dördüncü Ordu -Mersinli Cemal Paşa- hissizliğin azamîsini ibraz etti (gösterdi). Elzem olan muavenetten istinkaf etti (gerekli yardımdan kaçındı).
Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek, cenuba olan cephemi garba tebdîl (güneye olan cephemi güneye çevirerek) ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Cebel-i Aclûn dahilinde ve Der'a-Mezrib hattında ve oradan kemâl-i şeref ve namus ile gerek İngiliz takip kıtaatı (kıt'aları) ile ve gerek Şerif kıtaatı (kıt'aları) ile muharebe ede ede Şam'a kadar gittim. Orada, Liman Paşa'nın emriyle Şam'ın muhafazası için maateessüf Cemal Paşa'nın taht-ı emrine (emri altına) terk ile kendim de Riyak cephesini tutmak ve orada elde edeceğim kuvvetleri tensîk etmekle (düzenlemekle) tavzif eyledim (görevlendirdim). Cemal Paşa dahi, Şam'ı Rabu Boğazı'na kadar geldiğinden bîhaber kaldığı düşmanın cüz'i (az) kuvveti karşısında kendi ordusuyla beraber benim ordumu dahi terkederek yalnız başına Riyak'a geldi. Ben bundan sonra Riyak'ta teşkil ettiğim kuvvetleri şimale tahrik ederek (kuzeye doğru hareketlendirerek) Şam'da kalan kuvvetlerin dahi İsmet Bey taht-ı emrinde (emri altında) olarak şimale (kuzeye) hareketini emretmek için vasıta buldum.
Şimdi üç günden beridir orduyu yeniden Halep cenubunda (güneyinde) toplamakla meşgulüm. Düşmanın malûm fâikiyeti (bilinen üstünlüğü) karşısında ve bizim ordu namı altında tutulan beş-altışar bin neferimizin ric'ati (geri çekilmesi) tabii idi.

ENVER VE CEMAL PAŞAYA AĞIR HAKARET
Fakat bu ric'at (geri çekilme) daima bir şekil muhafaza edilerek icra edilebiliyor idi: Enver Paşa gibi bir ahmak müdir-i harekâtı umumiye (genel harekât müdürü) olmasa idi ve burada beş-on bin kişilik bir hey'et-i askeriyenin başında ilk top sadâsında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye-beriye iltica eden kumandan -Cevad Paşa- bulunmasa idi, hiçbir vaziyet-i askeriyeyi (askerî durumu) takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı -Cemal Paşa- bulunmasa idi ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve nüfuzu kalmayan bir grup karargâhı olmasa idi... Bu andan sonra, artık sulhten (barıştan) başka yapılacak birşey kalmamıştır. 7 Teşrinevvel 334 (7 Ekim 1918), Halep. Mustafa Kemal"

http://www.internethaber.com/suriyeyi-neden-kaybettik-565246h.htm 

Risale'de geçiyor: 'Süfyan büyük bir âlim olacak


Said Nursi: 'Rivayette var ki, 'Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar' diyor...Günümüzdeki tartışmaları Risale ekolü üzerinden yapmak isteyenler son günlerde bu tarz yazıları paylaşıyor.Biz bu argümana çok hakim değiliz onun için olduğu gibi sorularla anlamaya çalışıyoruz....

TİMETURK / Haber Merkezi


Timetürk yeni bir tartışma başlatıyor...Risalei Nurlar'da tahrfiat var mıdır, yok mudur? Aşağıda Süfyan ve Deccal örnelerinde de görüldüğü gibi "5.Şuanın giriş kısmını tahrif" edildiği tartışılıyor...

Aşağıdaki metinler noktasına virgülüne dokunmadan "Sorularla Risale" sitesinden alıntılanmıştır:

"Yedinci Mesele:
 "Rivayette var ki, "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilimle dalâlete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi olacaklar." Ve'l-ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüt eden maarifi rehber edip tâmimine şiddetle çalışır, demektir."( Şualar, Beşinci Şua, İkinci Makam.)

Ve’l-ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekâvetiyle ve fenniyle ve siyasî ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüt eden maarifi rehber edip tâmimine şiddetle çalışır, demektir.
 

Deccal, iktidarı ve saltanatı siyasi dehası ve aldatıcı zekası ile kazanacak, bu manayı Peygamber Efendimiz (asv) "alim olacak ilmi ile küfre düşüp insanları da ilim ve fen adı altında küfre davet edecek" şeklinde tasvir ediyor. Deccal, devlet gücünü ne soyundan gelen asalet ile ne de servet ve cesaret ile elde etmeyecek, ancak siyasi ilim ve aldatmak ile ele geçirecek. Alimlerin ona tabi olması ise, en çok ona taraftar olan sınıfın eğitim camiasından olacağına işaret ediyor. Ve eğitim sistemini değiştirerek, dini eğitimi kaldırıp sadece maddi ilimleri okutan bir sistemi getirecek demektir. Tevhid-i tedrisat gibi.

Risale-i Nurlarda Deccal ve süfyan konuları nasıl işlenmiştir?

Yazar: Sorularla Risale, 14-1-2007
Deccal: Bu kelime (dcl) kökünden mübalağalı ism-i faildir. Aşırı yalan ve aldatmalarla hakkı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren ve münafıkane hakkı bâtıl ile karıştırıp hakkı örten ve böylece cemiyetleri ifsad ve idlal eden şahıs demektir.

“Deccal meçhul (gaib) bir şerdir” şeklindeki rivayetten anlaşıldığı gibi, Süfyan denen İslâm Deccalının deccallığı, herkesin anlayacağı tarzda apaçık değildir. Münafıkane bir tavırla, yani (Bakara, 42) âyetinde ifade edildiği gibi, hak ile bâtılı telbis edip ümmeti ifsad ve idlale çalışır.

Bu husus hadislerde de beyan edilir. Deccal’ın başlattığı cereyana da “Deccaliyet” denir. Deccal’ın en şerli ve zararlı tarafı da deccaliyetidir. Deccal’ın ölümünden sonra da cerayanı hayli zaman devam eder.

Deccal’ın hak ile bâtılı karıştırmasına karşı, Kur’an hak ile bâtılı tefrik ve tebyinini ister. İşte Kur’anın dersini tam anlayan sahabeler nazarında hak ile bâtıl tamamen ayrılmıştı.

Deccal; «sahih hadislerin ihbarı ve din büyüklerinin izah ve kabulleri ile, âhirzamanda gelecek ve Risalet-i Ahmediyeyi inkâr edip İslâmiyet’i tahribe çalışacak ve dünyayı fesada verecek çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan dehşetli bir şahıstır. Bir hadis rivayetinde üç deccal, diğerinde yirmiyedi deccal geleceği, Peygamberimiz Aleyhissalatü Vesselâm tarafından bildirilmiştir.

Âlem-i İslâm’da muhtelif zamanlarda çıkmış olan dehşetli din düşmanlarının ve anarşiye hizmet edenlerin umumu da rivayetleri tasdik etmektedir. Bu din yıkıcılığının âhirzamanda daha dehşetli olacağı bildirilmektedir. Şu son asırda görülen ve dünyayı tehdit eden ve Cenab-ı Hakk’ı inkâra kadar cür’et edip medeniyeti tahribe çalışan dehşetli cereyanlar bu gaybî ihbarın doğruluğunu tasdik etmektedir.»

Rivayetlerde deccal ve bilhassa onun cereyanı olan deccaliyetin yani dine aykırı anlayış ve yaşayışlarının şerrini çocuklara telkin etmek tavsiyesi vardır. Ezcümle Kütüb-ü Sittede şu kayıd var: “Rivayetler, ashab devrinde, deccal bilgisinin temel eğitim müfredatına dahil edilerek ilkokul yaşındaki çocuklara mahalle mekteblerinde öğretildiğini göstermektedir.”


Evet, Resulullah (A.S.M) Deccal ve cereyanından ve özellikle müslümanlar içinde çıkan Süfyan ve cereyanından ümmetini şiddetle ikaz etmiştir.

Bu ikazları heyecanla dinleyen sahabeler, deccalın şerrine karşı çocuklarına telkinlerde bulunup ikaz ve talim ettikleri bedihidir. Buna istinaden müslümanlar dahi çocuklarının Deccal ve Süfyan’a ve bilhassa onların cereyanlarına yani anlayış ve yaşayışlarına ve bid’atlarına karşı gaflette bırakmamaları elzemdir. Kur’anda tağut tabiri ile ifade edilen Deccal ve Süfyan’ın ve cereyanlarının inkar edilmemesi halinde, sebeb-i necat olacak imanın kazanılamayacağına dikkat çekilir.

Şöyle ki (Bakara, 256) şunu da katiyyen ifade ediyor ki: Mü’min-i muvahhid olmak için Allah’a imandan evvel küfre tevbe etmek şarttır ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya azmeylemektir.” (Hamdi Yazır s. 869)

Hadisde de mealen deniliyor ki: “Kim ki ona (Deccal’a yani cereyanına ve o cereyanın cemiyete aşıladığı çılgın sefahete) iman edip tabi olur ve onu tasdik ederse, artık onun geçmiş hiçbir salih ameli ona menfaat vermeyecektir... Ve her kim onu tekzib edip yalanlarsa, onun geçmiş günahlarının hiçbirisinden muaheze edilmeyecektir”

İşte böyle bir afete karşı öncelikle çocukların deccaliyete karşı kalben ve fikren nefret etmelerine çalışılması zarureti vardır. Aksi takdirde deccaliyetin şiddetli telkinleri altında çocuklar dinden kopup bid’atların çamuruna düşerler.

SÜFYAN

Kamus-u Okyanus, bu kelime için “bir isimdir" der, yani mana aranmayacağına işaret eder. Âhirzamanda geleceği ve ümmetin karanlık günler yaşamasına sebeb olacağı sahih hadislerle bildirilen ve şeair-i islâmiyeyi tahribe çalışan dehşetli ve münafık bir şahıs. "Süfyanîler" ise Süfyan cereyanıdır. İbn-i Cerir-i Taberî Süfyanîlerle alâkalı rivayetleri Cami-ül Beyan'da (sebe', 51) âyeti altında cem'etmiştir.

"Rivayetler, Deccal'ın dehşetli fitnesi islâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiaze etmiş. Bunun bir te'vili şudur ki: İslâmların Deccal'ı ayrıdır. Hatta bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali'nin (R.A.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccal'ı, Süfyan'dır. İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccal'ı ayrıdır. Yoksa büyük Deccal'ın cebr u ceberut-u mutlakına karşı itaat etmiyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz." (Şualar, 585)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyruluyor:
"Sizleri benden sonra vuku bulacak yedi fitneden sakınmaya davet ederim: Medine'den çıkacak bir fitne, Mekke'den çıkacak bir fitne, Yemen'den çıkacak bir fitne, Şam'dan çıkacak bir fitne, şarktan çıkacak bir fitne, garbdan çıkacak bir fitne. Bir fitne de Şam'ın merkezinden zuhur eder ki, işte bu Süfyanî'nin fitnesidir."

Evet "rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisat-ı istikbaliye Şam'ın etrafında ve Arabistan'da tasvir edilmiş. Allahu a'lem, bunun bir te'vili şudur ki: Merkez-i hilafet eski zamanda Irak'ta ve Şam'da ve Medine'de bulunduğundan, raviler kendi içtihadlarıyla -daimi öyle kalacak gibi, mana verip" merkez-i hükümet-i İslâmiye" yakınlarında tasvir etmişler, Haleb ve Şam demişler. Hadisin mücmel haberlerini, kendi içtihadlarıyla tafsil etmişler." (Şualar, 585)

Diğer bir rivayette, "İslâm Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek" denilmiş.

Bunun bir te'vili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamanki meskenini zikretmekle Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.
Garibdir hem çok garibdir.

Yediyüz sene müddetinde islâmiyetin ve Kur'an'ın elinde şeref-şiar, barika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeairine karşı istimal etmeğe çalışır. Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. "Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor" diye rivayetlerden anlaşılıyor." (Şualar, 596)

"Hem büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdadları manasında üç eyyam var. Bir günü; bir devre-i hükümetinden öyle büyük icraat yapar ki, üçyüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi adileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır." diye, gayet yüksek bir belagatla ümmetine haber vermiş." (Şualar, 587)

Kur'anın (19:82) âyetinde remzî bir mana ile; anarşistlerle, onları yetiştirenler arasında zıdlaşma olacağına bir işaret vardır.
"Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tabi olacaklar."

Vel'ilmu indallah, bunun bir te'vili şudur ki: "Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekavetiyle ve fenniyle ve siyasi ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine tarafdar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır." demektir." (Şualar, 585)

Süfyan ve Deccal'ın kendilerinden daha çok, Süfyaniyet ve Deccaliyet denilen cereyanları ve komiteleri daha dehşetlidir.

Kur'an-ı Kerimin (Neml, 48) âyetinde, 9 şerir çete veya çete başlarının şehirde devamlı ifsad edecekleri bildirilir.


http://www.timeturk.com/tr/2013/12/29/risale-de-geciyor-sufyan-buyuk-bir-alim-olacak.html#.Uuvg7vti0tC


Gülen'den 'musalla' taşlı mesaj


Sohbetlerinin yayınlandığı fgulen.com.tr adresinde, 'Tarihî tekerrürler ve bir uzun temenni' başlıklı makalesinde Gülen, sıkıntılı günlerden geçildiğini belirterek, 'levsiyatla köpürüp duran hercümerclerin çok yakın bir gelecekte musallaya yatırılacağından emin bulunuyor ve kaderin milletimizin yürüdüğü yollara su serpeceği mübarek günlerin çok uzak olmadığını düşünüyoruz' dedi.
01 Ocak 2014
Dershanelerin dönüştürülmesiyle başlayan ve 17 Aralık'taki siyaseti hedef alan operasyonların ardından Hükümet ve AK Parti tabanıyla gerilim yaşanmasıyla birlikte yaptığı beddua ile büyük tepki çeken Gülen'in şimdi de ölülerin cenaze namazı kılınırken konulduğu yer olan musalla taşını işaret etmesi dikkat çekti.Gülen'in bu sozlerine karsılık sosyal medyada IHH Baskani Bulent Yıldırım'ın sozleri paylasildi

LEVSİYAT, HERCÜMERÇ VE MUSALLA

Fethullah Gülen'in musallayı işaret ettiği satırlarındaki 'levsiyat' ve 'hercümerç' kelimelerinin anlamları da yaptığı yoruma bütünlük kazandırıyor.

Gülen, 'pislik' manasına gelen 'levsiyat' kelimesini Gezi Parkı olayları sürecinde, eylemcilere çapulcu denmesini eleştirdiği konuşmasında da kullanmıştı.

Gülen, 'Hani sizin belki de çapulcu diyeceğiniz birkaç tane. O tabiri de kullanmayın. Kim bilir sizin öyle diyeceğiniz insanlar bir gün o levsiyattan sıyrılacak, nice yerlerde ne türlü kahramanlıklara imza atacaklardır' demişti.

Farsça bir sıfat olan 'Hercümerç' ise 'darmadağın' ve 'alt üst olmuş' anlamına geliyor.

Gülen'in sözleri, "Biz bugüne kadar olduğumuz gibi 'pislikleriyle' köpürüp duran 'alt üst olmuşların' çok yakın bir gelecekte 'öleceğinden' emin bulunuyor...'' şeklinde okunuyor.

Musalla taşı ifadeleri ise sosyal medyada ise tehdit olarak algılandı. Çok sayıda kullanıcı Twitter'da, Fethullah Gülen'in "musalla" kelimesini kullanmasının ağır bir gönderme ve tehdit olduğunu yazdı.

Sosyal Medyada çok sayıda tepki gelirken Bülent Yıldırım'ın söylediği sözler paylaşıldı

İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım STK'ların ortak yaptığı toplantıdaki konuşmada "Hizmetleriyle öne çıkan bir yapı ne yazık ki şu anda Türkiye'yi kaosa sürüklemektedir" dedi. "Şu anda Türkiye'de bir suikast timi var ve biz nereden geldiklerini biliyoruz. Bizi öldürüp kaos ortamını büyütmek için geldiler" diyen Yıldırım, "Sizi tehdit eden uluslararası güçleri terk edin. Herkese bir ders vermiş olur, milleti yeniden kazanabilirsiniz" dedi.

Yıldırım şöyle devam etti;

Bizler sizin yardım kuruluşunuzun yeleklerini giyerek Gazze'de yardım dağıtmadık mı? Bu hırs ve düşmanlık neden? Bu süreç hangi yapıların, hangi şirket ve oluşumların arkasında siyonizmin olduğunu açık bir şekilde gösterdi. Yeniden söylüyorum. Gazze'de eğer Yahudiler zulme uğruyor olsaydı biz o gemiyi yine kaldırırdık.


SOSYAL MEDYADAKİ TEPKİLER

Fatih B.Oflaz ‏@BykOflaz 16 sa
F.Gülen'in "Musalla" benzetmeleriyle yaptığı açıklamadan sonra Tayyip Erdoğan'ın başına birşey gelirse F.Gülenden bilirim.

nbil4l ‏@

F.Gülen 'musalla'yı işaret ediyor,tehdit olarak algılamayalım da ne yapalım şimdi biz?!

Hamza Özkömürcü ‏@Kadirzade1 2 sa
Musalla taşını işaret eden Gülen! Bu kadar kin ve nefret kardeşine revamı? Hani İsrail'e de var mı?

Fethullah Gülen'in Ankara'daki malikanesi!

Fethullah Gülen için Ankara'da Beyaz Saray modeli bir ev inşa ediliyor... Gülen'in Ankara'daki evi olacak binanın yapımı devam ediyor.

Sontv.com'un iddiasına göre; MİT Kontrterör Dairesi Eski Başkanı ve SON TV Yazarı Mehmet Eymür, Fethullah Gülen için Ankara’nın İncek semtinde süratli bir şekilde yapılan bir inşaat olduğunu ve Beyaz Saray gibi haşmetli bir yapı olduğunu kaydetti.

Eymür, “Ankara’nın İncek semtinde süratli bir şekilde yapılan bir inşaat var. Beyazsaray gibi haşmetli ve güzel bir yapı. Binanın Fethullah Gülen Hoca Efendi için hazırlandığı söyleniyor. Ne kadar doğru bilmiyorum. Keşke Gülen Hoca gelse de sevincini, sıkıntısını kendi ülkesinde yaşasa” dedi.

Söz konusu iddia cemaate yakın kaynaklar tarafından doğrulanmadı...






03 Ocak 2014
http://www.timeturk.com/tr/2014/01/03/gulen-in-ankara-daki-malikanesi.html#.UuvZVPti0tB







Operasyonun hedefinde diğer cemaatler de var


Hükümeti ve ekonomiyi hedef alan operasyonun diğer hedefinin de İslami cemaat ve kurumlar olduğu ortaya çıktı.

Savcı Muammer Akkaş'ın hukuksuz gözaltı girişiminin hedefinde Erenköy cemaatine yakın önemli bir işadamının da olduğu bildirildi.

Türkiye'yi hedef alan kirli operasyon önemli siyasi ve ekonomik hedeflerin yanı sıra İslami cemaat ve kurumları da hedef alıyor. TÜRGEV'in şahsında İmam Hatiplere yönelik kirli bir kampanyaya dönüşen operasyon Türkiye'deki İslami geleneğin köklü temsilcilerine de saldırıyor. Seçim ayarlı operasyonun ikinci hamlesi olduğu belirtilen ve 25 Aralık'ta başsavcıdan habersiz yaptırılmak istenen hukuksuz operasyonun hedefinde bazı cemaatler olduğu belirtildi. Savcı Muammer Akkaş'ın korsan operasyonla gözaltına almak istediği isimler arasında Erenköy cemaatine yakın önemli işadamlarıının bulunması saldırıların hedef ve niteliğini bir kez daha ortaya çıkardı. Operasyonun hedef aldığı Erenköy cemaati Türkiye'deki tasavvuf geleneğinin öncülerinden şehit Esat Erbili ve Ramazanoğlu Mahmut Sami hazretlerinin de takipçilerinden oluşuyor.

70 tutuklama hedefi


Esad Erbili, Menemen hadisesi bahane edilerek İstanbul'da gözaltına alınarak 84 yaşında idamla yargılanan Nakşibendi şeyhidir. Erenköy cemaatinin lideri Ramazanoğlu Mahmut Sami ise 1979 yılında yerleştiği Medine'de 12 Şubat 1984'te vefat etmiştir. Kamuoyunun ‘darbe girişimi' olarak nitelendirdiği ve yaklaşık 70 kişiyi tutuklamayı hedefleyen operasyonda başka cemaat ve grupların mensupları da bulunuyor.

Destek bildirisi yayınlamıştı


17 Aralık operasyonundan önce 5 Aralık'ta bazı cemaat, dernek ve vakıflardan "Bin Yıl Sürecek Denmişti..." başlığıyla bir bildiri yayınlanmıştı. Bildiride, "Milleti için başarıyla hak mücadelesi verenlere karşı haksızlık yapılmamalı, yeni vesayetler tesis edilmemeli; Şahsi, zümrevi kaygılar ve menfaatler milletin ülkenin ve demokrasi mücadelesinin önüne geçilmemelidir" denmişti.

97 kurumun desteklediği bildiride imzası bulunan bazı kurumlar arasında İsmailağa Cemaati, Menzil Cemaati, Erenköy Cemaati, Akabe Vakfı, Hüdayi Vakfı, Safa Vakfı, Sami Efendi Vakfı, Barla Platformu, İHH, Yardımeli, Verenel, Türkiye Beyazay Derneği, Deniz Feneri, MÜSİAD, ASKON ve TÜMSİAD vardı.

Star Gazetesi 30 Aralık 2013
Araplar Gülen grubuna nasıl bakıyor? 

Araplar Gülen grubuna nasıl bakıyor?

Arap fikir dünyasının önemli bir internet sitesinde “Türkiye’deki Gülen grubu, Mısır’ın Nur Partisi’nin çizgisinde” başlığıyla yayınlanan yazıda “Gülen grubu, Atatürkçü laik gelenekten gelen Cumhuriyet Halk Partisi ile anlaştı.” denildi.
Dershanelerin dönüştürülmesi süreci ile başlayan ve ‘kirli 17 Aralık operasyonu’ sonrası beddua yağdırma törenlerine kadar varan Fethullah Gülen grubunun son süreçteki tavrı Arap dünyasında da yankı buldu. Arap dünyası, Fethullah Gülen’in bu tavrını, Mısır’da cuntacı general Abdülfettah es-Sisi’nin 3 Temmuz’da gerçekleştirdiği darbe sırasında Selefi tandanslı Nur Partisi ile aynı çizgide olmak şeklinde değerlendirdi.

GÜLEN CEMAATİ, NUR PARTİSİ İLE AYNI ÇİZGİDE
İslam dünyası hakkında yazıların paylaşıldığı ve ‘islammemo.cc’ adresinden yayınyapan Mefkeratü’l İslam adlı sitede söz konusu yazı “Türkiye’nin Gülen grubu, Mısır’ın Nur Partisi’nin çizgisinde” başlığıyla yayınlandı.
Mısır’da 25 Ocak devrimiyle birlikte Muhammed Mursi’nin göreve gelmesi sonrası Liberal ve laik kanadın siyasi umudunu kaybettiği ve başka türlü heveslere bel bağladığının ortaya çıktığı bildirilen yazıda “Mısır’da asker, bazı siyasi kuvvetlerle beraber Mısır’ın ilk seçilmiş sivil Cumhurbaşkanı karşı atağa geçtiğinde 25 Ocak devriminin düşmanlarının birleştiği ortaya çıktı” denildi. Darbe sonrası Selefi Nur Partisi ile birlikte askerin farklı bir senaryoortaya koyduğu belirtilen yazıda 17 Aralık kirli operasyonu masaya yatırıldı. Yazıda operasyonun tüm ayrıntıları masaya yatırıldı.

İŞTE ŞOK BENZERLİKLER
“Gülen Cemaati, Atatürkçü laik gelenekten gelen Cumhuriyet HalkPartisi ile anlaştı. Mısır’daki Nur Partisi de İslam’ın şedit düşmanları olan liberal ve laik partilerle anlaşmıştı. Fethullah Gülen, uzun süredir Amerika’da ikamet ediyor ve Batı ile alakaları çok iyi. Nur Partisi’nin liderleri de darbe öncesindeki bu anlaşmadan önce 10’a yakın Avrupa devleti arasında koşuşturdu. Gülen cemaati yakınlarına yönelik atamalar sebebiyle dırdır ediyor, Nur Partisi de Cumhurbaşkanı Mursi’yi devleti İhvanlaştırmakla suçlamışlardı. Bu da onu darbenin arınma hareketine katılır kıldı” denilen yazıda “Nur Partisi’nin daha önce yaptığı gibi… Önümüzdeki günlerde Gülen Cemaati’nin Cumhuriyet HalkPartisi’ne katıldığı ilanını görebilecek miyiz? Ya da bu cemaat, eski örneklerden bu durumun Amerika ve İsrail haricinde kimseye fayda sağlamadığını görecek. Mısır’da darbenin ortaklarından Nur Partisi örneğinde görüldüğü gibi…” ifadeleri kullanıldı. (HABER 10)

http://www.medyagundem.com/araplar-gulen-grubuna-nasil-bakiyor/ 

Taşgetiren: İsrail ve Hizmet Hakan Fidan'a karşı

24 TV'de 17 Aralık operasyonunu değerlendiren Star yazarı Ahmet Taşgetiren Fethullah Gülen Hocaefendi'yle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.

24 TV'de Murat Çiçek'e konuk olan Star Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, 17 Aralık operasyonunu, yansımalarını, Cemaat medyasının dilini ve Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bedduasını yorumladı.

Gazeteci Yazar Ahmet Taşgetiren katıldığı televizyon kanalında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Taşgetiren İran konusuna dikkat çekiyor. Taşgetiren'e göre Hakan Fidan tepkisindeki İsrail'in tavrı da İran içindi. Yani bazı bilgilerin Türkiye tarafından İran'a verilebileceği iddiası.

"HİZMET İLE İSRAİL'İN İRAN TEPKİSİ ORTAK"
"Hakan Fidan Mit'in başına getirildiğinde ilk tepki İsrail'den geldi. Niye Hakan Fidan'ın İran yanlısı olduğu iddiası ile şöyle söylendi, yani biz Türkiye ile Mit'le, Mossad bazı bilgileri paylaşıyor. Bu paylaşılan bilgiler Hakan Fidan'ın başında olduğu yapı tarafından İran'a, yani düşmanımıza aktarılabilir gibi bir şey ortaya kondu. Şimdi şöyle bir şey var, Hakan Fidan'a karsı çıktığınızda, bir şey daha var hizmet camiasının birde İran konusunda özel bir tepkisi olduğu görünüyor."

"ŞEVKAT TEPE'DE İRAN VURGUSU VAR"
Hatırlarsanız Şefkat Tepe'de ki karanlık kurulda, sanki İran'ın bazı operasyonları yürüttüğü ve bazı hadiselerde rol oynadığı gibi bir şey var.

"HAKAN FİDAN'IN GÖSTERİLİŞ TARZI İSRAİL DUYARLILIĞI"
"Ben şöyle bir şey söyledim, Hakan Fidan'ı İran'ın çıkarlarını hizmet ediyor gibi göstermek aslında Başbakan'a, Cumhurbaşkanı'na, bütün hükümete karşı bir kuşku yürütmektir. Bu kabul edilemez bir şey. Şimdi orada başlattığınız bir şey, İsrail duyarlılığıyla paralel bir duyarlılık. Sonraki zamanlara da uzanıp geliyor."

TAŞGETİREN'İN BUGÜNKÜ YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ!!!


GÜLEN TÜRKİYE'YE DÖNMELİ

Gülen'in Türkiye'ye dönmesi gerektiğini söyleyen Taşgetiren, Türkiye'de devlet büyükleriyle yapacağı bire bir görüşmelerin daha sağlıklı sonuçlar doğuracağının altını çizdi.

Taşgetiren, bedduayla ilgili olarak da, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin o sözleri bir hassasiyet anında söylemiş olabileceğini belirtti.

Ahmet Taşgetiren şöyle konuştu:

Birçok insan Hocaefendi'nin Türkiye'ye gelmesini istiyor. Siyasetçiler tarafından da, bizzat Başbakan tarafından da bu yönde çağrılar var. Ben de zaman zaman bu gerilim başladığında "Başbakan'la Hocaefendi yüz yüze görüşse daha sağlıklı sonuçlara varılabilir" gibi ifadelerde bulundum.

TÜRKİYE'DE ŞARTLAR MÜSAİT

Hocaefendi Türkiye'nin şartları gereği gelmiyor diye bilinirdi. Ama şu anda Türkiye'nin şartlarının Hocaefendi için uzunca bir zamandan beri herhangi bir risk oluşturmadığını söylemek gerekir. Hocaefendi'ye şu anda da Türkiye'de herhangi birşey yapılması toplum tarafından asla onaylanmaz.

O BEDDUA KENDİSİNE İZLETTİRİLMİŞ OLSAYDI...

Hocaefendi'nin bedduası (mülaanesi) hakkında daha önce de demişimdir. Belki bir hassasiyet anında böyle bir şey oldu. Ama o görüntüler kendisine izlettirilmiş olsaydı, ben onun "hadi yayınlayın, bu iyi olur" diyeceğini zannetmiyorum demiştim. Belki Türkiye şartlarını yeterince okuma imkanı da olmayabiliyor. Bizler de her gün bu hayatın içindeyiz, Türkiye'yi dünyayı takip etmeye çalışan insanlarız. Ama herşeyi bütünüyle değerlendirme imkanımız olmuyor.

REHİN TUTULUYOR İDDİALARI CEMAAT'E ZARAR VERİYOR

Acaba rehin mi tutuluyor gibi bir takım sorular da soruluyor. Bu da toplumda ciddi gerilimlere yol açıyor. Hizmet camiası da bu tarz değerlendirmelerden rahatsız oluyordur. Ben Türkiye'ye gelmesini ve devletin büyükleriyle daha yakın, bire bir görüşmesini tercih ederim, doğru bulurum. Bunun imkanları da var. Ben, hem Sayın Başbakan'ın, hem Sayın Cumhurbaşkanı'nın, ana muhalefet liderinin, MHP'lilerin, BDP'lilerin böyle bir kanaat önderi olarak, Hocaefendi olarak, bir toplumsal birikimin en başındaki insan olarak görüşmek isteyeceklerini, bunun faydalı da olacağını düşünüyorum. 03 Ocak 2014

http://www.timeturk.com/tr/2014/01/03/ahmet-tasgetiren-den-gulen-in-bedduasina-yorum.html#.UuvWUvti0tB 
Cüneyt Özdemir: 'Cemaat bir değil üç operasyon bekliyor!'
Cüneyt Özdemir: Bugün yarın cemaat kendisine yönelik bir değil üç ayrı operasyonun düzenleneceğini düşünüyor. Medya, vakıf ve farklı alanlarda cemaate yönelik isimlerin kademe kademe bu operasyonlarla alınacağı endişesi hakim. Bu üç operasyon beklentisinde bir tedirginlikleri var ama garip bir şekilde korkuları yok.

Cüneyt Özdemir'in Radikal gazetesindeki "Cemaat bir değil üç operasyon bekliyor" başlıklı (31 Ocak 2014) yazısı şöyle:

Cemaatte, medya, vakıf ve farklı alanlarda bazı isimlerin kademe kademe bu operasyonlarla alınacağı endişesi hâkim.

Kaderin bir cilvesi yine çok ‘tuhaf zamanlar’dan geçiyoruz. Hangi birini örnek vereyim bilmiyorum. Mesela düne kadar Hanefi Avcı aleyhine manşetleri döşenen kimi basın yayın organlarının şimdi cezaevinin kapısında kuyruk olmasını mı? Ya da aynı gazetelerde düne kadar Hanefi Avcı aleyhine atılan manşetlerin, bugün lehine dönmüş olmasını mı? Veya düne kadar canla başla savunulan askeriyeye yönelik davaların bugün bizzat savunan isimler tarafından yerden yere vurulmasına mı şaşıralım, mazlumlar ve mağdurların bir kez daha yer değiştirmelerine mi? 

O kadar çok dönüşüm hikâyesi ve örneği var ki hangi birini sayacaksınız.

Türkiye’de 5 dakikada değişiyor bütün işler.

Bu yüzden en iyisi bildiğiniz evrensel doğrulardan şaşmamak. Mesela 1996 yılından bu yana tandığım şu anda cezaevinde tutuklu bulunan Hanefi Avcı’nın duruşunda milim oynama yok. 18 yıl önce nerede duruyorsa bugün de hâlâ aynı noktada duruyor. Değişen o değil. Onu alkışlayanlar ve taşa tutanlar, o kadar. Zindanlar boşalırken, müebbetlik tutuklular Yargıtay sürecinde serbest kalırken gerçek tüm çıplaklığı ile ortada dururken Hanefi Avcı neden hâlâ tutuklu anlayan beri gelsin.

Hanefi Avcı’nın en son Sabah gazetesine verdiği röportajı eminim okumuşsunuzdur. Bu röportajda Avcı, 17 Aralık’taki yolsuzluk soruşturmasını eleştirerek kendisinin daha önce Enerji Bakanlığı’na yönelik yaptığı soruşturmadan örnek verip bu işin nasıl yapılması gerektiğini anlatıyordu. Bir soruşturma yapıldığının en azından bakanlığa genel olarak bilgisinin verilmesi gerektiğini söylüyordu. Yıllar var ki Hanefi Avcı ile görüşmedim. Sadece arada sırada bana yazdığı mektuplardan ve verdiği röportajlardan, zaman zaman da yakınlarının getirdiği selam sabahtan kendisi ile ilgili haberdar olabiliyorum. Yine de görüşlerini önemserim. Hanefi Avcı’nın bu röportajındaki bu sözleri kafama takıldı. Geçen gün tecrübeli bir emniyet müdürüne sordum. Bir gazeteci olarak çok basit bir şeyi merak ediyordum. ‘Bir yolsuzluk ve rüşvet ihbarında İçişleri Bakanı’nın, oğlunun, Başbakan’ın, onun da oğlunun adı geçtiği bir soruşturma teknik olarak nasıl yapılabilirdi?’

Daha da önemlisi ‘Türkiye’de resmi olarak bunu yapmanın yolu yöntemi ne olmalıydı’

Bildiğiniz gibi İçişleri Bakanı Muammer Güler görevinden istifa etti, oğlu hâlâ tutuklu cezaevinde, Başbakan Erdoğan’ın işadamları ile yaptığı çeşitli konuşmalar internette yayımlanıyor, oğlu Bilal Erdoğan’ın başında olduğu vakıfla ilgili başta muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’nunkiler olmak üzere ortaya atılan son derece önemli yolsuzluk iddiaları var. Bu da yetmezmiş gibi 7 bakan hakkında fezleke hazırlanıp Meclis’e gönderildiği söyleniyor. Buna rağmen al takke ver külah paralel devlet iddialarının arkasında barikat kuran hükümet hâlâ ayakta.

Şimdi doğruya doğru soralım. Böylesine bir soruşturmanın normal şartlarda hayata geçirilmesinin imkânı var mıdır?

Polisiye olarak bu sistem içerisinde bunu yapmak mümkün müdür?

Emniyet müdürü dostumla uzun bir konuşmanın sonrasında benim edindiğim izlenim, ‘Hayır (bugünkü sistem içinde) bunları yapmak mümkün değildir.’ Böyle bir soruşturma Türkiye’deki sistem içinde ya en başından engellenir ya da bu soruşturmayı yapanlar en azından görevden alınıp sürgün edilir hatta meslekten atılır üstüne üstük yargılanırlardı.

Bildiğiniz gibi bugün bu soruşturmayı paralel yapı olarak adlandırılan cemaatin yaptığı iddia ediliyor. Soruşturma ile ilgili bakanların, başbakanların bilgilendirilmediği, UYAP sistemine girilmediği, aslında iddiaların da doğru olmadığı hatta kumpas olduğu öne sürülüyor. Sonuç; binlerce polis sürgün, yüzlerce savcının görev yerleri değiştirildi.

Ortaya atılan ciddi yolsuzluk iddiaları işin bir yanı, ancak diğer yanında da ortaya saçılan tapeler ve kimi dinleme kayıtlarına baktığınız zaman tatmin olamıyorsunuz. Son 5 yılda sahte deliller, tapeler, cd’ler yüzünden ‘efsane’ davalar tek tek çöküp, zindanlar boşalırken bu düzeyde sızdırmaların artık ‘alıcısı’ yok. Tamam rüşvetin, yolsuzluğun belgesini bulmak kolay değil ama bu tür 3. şahıs konuşmaları en azından ‘algıda’ dedikodunun ötesine geçemiyor.

Bu arada zaman geçtikçe cemaat ‘olağan şüpheli’ olarak kendi kendini mimliyor.

Farklı kesimlerle görüşmelerim sonrasında burada ilk kez okuyacağınız ilginç bir izlenimimi sizlerle paylaşayım. Bugün yarın cemaat kendisine yönelik bir değil üç ayrı operasyonun düzenleneceğini düşünüyor. Medya, vakıf ve farklı alanlarda cemaate yönelik isimlerin kademe kademe bu operasyonlarla alınacağı endişesi hâkim. Bu üç operasyon beklentisinde bir tedirginlikleri var ama garip bir şekilde korkuları yok.

Bu ruh hali de bana ilginç geliyor. “Sanırım bizim bilmediğimiz çok önemli bir şeyi biliyolar” diye içimden geçirmekten kendimi alamıyorum.

Başa dönersek. Kimi görüşlerini tartışsak bile soralım: “Zindanlar boşalırken Hanefi Avcı neden hâlâ tutuklu?”

Bunun doğru dürüst cevabını verebilecek tek bir kişi var mı?


http://www.timeturk.com/tr/2014/01/31/cemaat-uc-operasyon-bekliyor.html#.UuvTw_ti0tB

O gece İstanbul emniyetinde ne oldu?


  28 Aralık 2013
Emniyette bir ses duyuldu: 'Biz bu memleketin bekasını düşünürüz, biz yanlış yapan varsa onun cezasını çekmesini isteriz, biz canımızı vatanımız için vermekten geri durmayız. Bugün yapılmak istenen ülkenin bekasıyla oynamaktır, biz buna müsaade etmeyiz”

TIMETÜRK / HÜDAVERDİ ALLAHVERDİ

İstanbul emniyetine savcılardan bir emir gider, liste uzundur…Başbakan Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan başta olmak üzere bir çok ismin evinden alınıp getirilmesi istenir. Ne tuhaftır ki oluşturulan liste Türkiye'nin mega projelerini yapan, değişim ve dönüşümü sağlayan iş adamlarının, stk temsilcilerinindir.

Bir zamanlar nasıl ki açılımı baltalamak için BDP’lilerin ellerine kelepçe vurup onları sıra sıra dizenler aynı tablonun bir benzerini yapmak istediler ama güçleri yetmedi. Hala da yapmak için uğraşıyorlar ama Allah’ın kalplerin sahibi olduğunu unutuyorlar…

Kabadayılıkta tesbih jargonunu kullananlar, evlere gidip yelekler değiştirerek bir şeyler bulmak için uğraşanlar, bulanlar oldu, bulamayıp bulmuş gibi yapanlarda oldu…

O gece İstanbul emniyetinde bas bas bağırıp savcı emri uygulamıyor deyince birkaç emniyet amirinin sesi duyuldu, “Meslek hayatıma da mal olsa Bilal Erdoğan’ı almaya gönüllüyüm”

Hakaretler hava da uçuştu, kapılar arkadan sürgülendi, en ağır hakaretler edildi…Bir savcı ferman buyurmuş tu, “Bilal alınacaktı”

Erdoğan'ı kelepçeli hayal eden, bugünleri kendisine göstermesini Allah'tan niyaz edenler, bunun heyecanıyla her şeyi unutuyorlardı. Kendi küçük dünyalarında bununla yarınlarını düşünüyorlardı.

İstanbul Emniyeti o gün tarihi günlere tanıklık ediyordu, polisler silahlarını her an kılıfından çeker gibi hazırlamıştı. Bir ses duyuldu, bıyıkları hilal şeklinde, Anadolu şivesiyle konuşan, bir ses duyuldu…

-Ne yapıyorsunuz ulan siz, ülkenin bekası söz konusu, siz kimsiniz ki, hem savcı hem polis hem yargıç oluyorsunuz, siz kimsiniz”

Herkes birbirine baktı, Bilal’i alacağız diyenler, ses çıkarmadı aynı ses devam etti…

-Biz bu memleketin bekasını düşünürüz, biz yanlış yapan varsa onun cezasını çekmesini isteriz, biz canımızı vatanımız için vermekten geri durmayız. Bugün yapılmak istenen ülkenin bekasıyla oynamaktır, biz buna müsaade etmeyiz”

Biz canımızı vermekten çekinmeyiz sözü, bizim cesedimizi çiğnemeden bu işi yapamazsınızdı…O gün ülkücü polisler bütün bu olup bitenler karşısında cemaat polislerinin karşısında durmuşlardı…Silahların çekilme riskine rağmen ülkenim bekasına zarar verecek girişimler engellenmeye çalıyordu.

Emniyet Müdürlüğünde telefonların ardı arkası kesilmiyor, savcıların emniyet görevlilerine verdiği göz dağı işe yaramıyordu. Devlet devlet içerisinde kitlenmiştiBir taraftan Savcıların Cumhuriyeti diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti, tercih yapılıyordu

O gün emniyet müdürlüğünde en çok duyulan seslerden biriydi, “Maklubeciler sizi”

Kısıklı’da hareketli saatler yaşanıyordu yola çıkanlar var deniyordu, alıp geliriz deniyordu. Özel harekâtçı polisler göğüslerini siper etmiş “Başbakanın mahremine kimseyi sokmayız” diyordu…

Gece devam ederken Ankara’dan bir ekip İstanbul’a gelmişti, duruma baktılar, görev yetkileri dışına çıkma ihtimali bulunan emniyet görevlilerini süzdüler, isteselerdi hepsini o gece “Üstlerini dinlememekten” dolayı bir şekilde pasifleştirebilirlerdi…

Ankara’da bir liste bir kuruma  doğru yola çıktı, oldukça kalındı. Kırmızı ve gri alanlar bir bir tespit edilmiş, emniyet imamlarından, yargı ve medya imamlarına kadar geniş bir çalışma yapılmış ve bu çalışma ile kimin kimden ne adına emir aldığı tek tek saptanmıştı. Başbakan’ın yanındakiler kendi aralarında neden adım atılmadığını, neden anladıkları dilden konuşulmadığını konuşuyorlardı. Bir ses duyuldu, “Ülkenin bekasını düşüneceğiz, tuzaklara düşmeyeceğiz, önce inlerinden çıkaracağız, sonra ne yapacaklarını göreceğiz, millete teşhir edeceğiz. Arsızlaşan olursa, gücünü millet için kullanmayanları o zaman tek tek derdest edeceğiz”

Hava soğuktu, hedefler belliydi…O gece herkes Tel Aviv’in söylediklerini düşünüyordu…”Dindarları dindarlarla terbiye edeceğiz, dindarlarımıza söyleyin korkmasınlar…”

Ülkenin bekasını isteyenler işte bunun için ölümü göze alıp “Dur” diyorlardı…

O akşam bir ses bedduaya karşı dua sesini mırıldanırken, "Efendi Hazretleri" arıyor dediler, doğruldu etrafa baktı "İnşallah hayr olur " dedi..."

Bir başka ses "Seyda'nın selamı var", diğeri efendim Kudüs'te, karadağ'da dualar ediliyor" dedi...

17 Aralık tarihi üzerine ebced hesabı yapıldı. Nedense akıllara Şeyh Ahmet Yasin ve ABD İstihbarat örgütlerinin dedikleri göze çarptı: "2020'den sonra İsrail diye bir devlet olmayacak"

Bir başka yazı masada duruyordu: ‘Tartan’ın Aşdod’a geliği yıl Aşur kralı (Anadolu’nun kralı) Sargon’un harekete geçtiği zaman olacaktır. İşaya, 20, 1)

Gargat ağacı en çok nerede yetişirdi ona bakmak gerekecek...


Bir rüya mıydı, bir gerçek miydi ama Türkiye’ydi….


http://www.timeturk.com/tr/2013/12/28/o-gece-istanbul-emniyetinde-ne-oldu.html#.UuvSBPti0tB

Ekrem Dumanlı 5 yıl önce bugünleri yazmış

25 Aralık 2013
Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı 29 Aralık 2008 tarihinde yazdığı yazıda 'Bir ülkede bu kadar sık ve kavgalı seçim yapılınca perşembeyi çarşambadan anlamak için özel bir gayrete gerek kalmıyor' diyerek yolsuzluk haberleri başta olmak üzere ne yapılacağını anlatıyor


TIMETURK / Haber Merkezi



Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın 29 Aralık 2008 tarihinde bugünlerde yapılanları  yazdığı "Seçim stratejisi belli olmuştur gelin deşifre edelim" başlıklı yazısında yolsuzluk haberleriyle kamuoyu oluşturulmaya çalışılacağını ifade ediyor...Dumanlı 5 yıl önce yazdığı yazıda bugünlerde yapılanları anlatıyor...

İşte Dumanlının yazısı:


"Seçim stratejisi belli olmuştur gelin deşifre edelim

Bir ülkede bu kadar sık ve kavgalı seçim yapılınca perşembeyi çarşambadan anlamak için özel bir gayrete gerek kalmıyor. Lütfen şu birkaç yılda yaşananları hatırlayın.

367 tartışmaları, Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşananlar, 22 Temmuz seçimleri... Ortaya konulan taktikler, rol dağılımı, mizansenler, gerçekler... Ve hepsinden önemlisi halkın bunca yaşanan kargaşaya vereceği tepki. Yakın tarihli psikolojik harp taktikleri ve siyaset mühendisliği göz önüne alındığında, bugün yaşananların aslında ne manaya geldiğini anlamak hiç de zor değil. Hatta seçim gününe kadar (29 Mart) yaşanacak bazı olayları şimdiden kestirmek mümkün. Gelin seçim sonuçlarından rahatsız olan bazı kesimlerin stratejilerini ve hamlelerini (şimdilik bir noktaya kadar olan kısmını) basamak basamak irdeleyelim.

1) SEÇİMİN MEŞRUİYETİNİ TARTIŞMAYA AÇMAK

Seçimin meşruiyetine gölge düşürecek uç örnekler aranır ve kıyısından köşesinden bulunan bazı konular şaşaalı sunumlarla halka arz edilir. Maksat bir hatanın (şayet öyle bir hata varsa) düzeltilmesi değil, istenmeyen sonuç çıkarsa tartışma başlatmaktır. 'Zaten bu seçimlerde hile yapıldı' demek isteyenler, güven bunalımına yol açmak için inanılmaz bir gayret sarf eder. Seçmen kütükleri üzerine bugün koparılan fırtınanın asıl sebebi de budur. TC kimlik numarasının esas alınması, bir kişinin iki kez oy kullanmasına imkân vermiyor. Öteden beri istenen de bu değil miydi? Ancak birileri, bunu da umursamıyor. Hatta her seçim sonrası 'Oy kullanımı sırasında parmaklara sürülen boya uygulaması çağ dışıdır, bundan ne zaman kurtulacağız?' diye feryat edenler, 'Bu seçimde niçin parmaklar boyanmıyor?' diye kıyameti koparıyorlar. 'Seçmen sayısı 6 milyon arttı' deniyor. Yüksek Seçim Kurulu ısrarla 'Bunun sebebi mükerrer yazım değil. Zaten iki milyon seçmen 18 yaşına seçme hakkı verildiği için geldi' dedikçe, 'Eskiden ismi olmayanlar bu seçimde TC kimlik numaralarına binaen kayda girdi' dedikçe birilerinin nevri dönüyor.

2) YOKSULLUK HABERLERİYLE FELAKET TELLALLIĞI YAPMAK

Seçim takvimi işlerken dikkat edin bazı medya kuruluşları yoksulluk üzerine inanılmaz haberlere imza atacak. Maksat ekonomik krizin halka yansıma biçimi olsa bu haberlerin gazetecilik ilkelerine binaen yapıldığını söylemek mümkün; ancak maksat farklı. Şu an bütün dünya küresel krizle boğuşuyor. Bunun ülkemize yansımaması düşünülemez. Ancak başta Amerika ve Avrupa olmak üzere bütün dünyayı sarsan mali krizi bu kadar iç siyaset malzemesi yapmak, haberciliğe de siyasetçiliğe de yakışmaz. Herkesin elbirliği yapıp 'yüzyılın en büyük krizi'ne çare araması gerekiyor; o krizden günlük hesap yapması ve siyasi menfaat talebinde bulunması değil...

3) YOLSUZLUK HABERLERİYLE KAMUOYU OLUŞTURMAK

Yolsuzluk iddiaları dünyanın her yerinde gazetecilerin ilgisini çeker. Çünkü vatandaşın ilgisine mazhardır. Ayrıca gazetecilik, kamu yararı gözetilerek yapılan bir çeşit demokratik denetimdir. Ne var ki seçime çok az bir süre önce yolsuzluk kampanyaları açmak çok sayıda soru işaretlerinin oluşmasına da sebeptir. İki kritik konu var zamanlamada: Bir, bahsi geçen (daha doğrusu geçecek olan) dosyalar niçin bu zamana kadar bekletildi? İki, bu kadar kısa bir süre kalmışken yapılan yolsuzluk suçlamasına cevap vermek için yeterince savunma süresi kaldı mı? Açık söyleyeyim, bu saatten sonra yapılacak olan yolsuzluk suçlamaları doğruyu arama ve yoksulluktan arınma talebinden daha çok siyasette belli bir imaj ve hava oluşturmak içindir ve güvenilir olma özelliğini kaybetmiştir. Bu konuda samimi olan, seçim sonuçlarının sabahında elindeki dosyaları kamuoyuna arz eder...

4) İSTENMEYEN SONUCA YARGI YOLUYLA GÖLGE DÜŞÜRMEK

En acısı da bu! Her türlü polemiğin dışında kalması gereken yargı, son yıllarda bütün siyasi tartışmaların tam göbeğinde. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş hadiselere rastlıyoruz. Dün Anayasa Mahkemesi'ni tartışılmaz son karar mercii olarak görenler, bugün Danıştay'ı kutsamakla meşgul. AYM Başkanı'nın kendi kurumunun verdiği kararı savunmasına kurum içinden tezgâhlarla karşılık veriliyor. Aktörler yine aynı. Osman Paksüt'ün telaşı da 367 garabetinin mimarı Sabih Kanadoğlu'nun çırpınışları da bildik bir tablonun çağrışımına sebep oluyor. Sanki millet iradesinden hiç ders çıkarmamışlar...

5) İSTENMEYEN PARTİNİN GÜÇLÜ OLDUĞU YERLERDE RAKİPLERE DESTEK VERMEK

Bazılarının niyetini aynen şöyle özetlemek şart: 'Aman AK Parti kazanmasın da kim kazanırsa kazansın.' Bu strateji o kadar net ki bazı medya gruplarının ezeli düşmanı sanılan bazı kişiler adeta seçim sembolü haline getiriliyor. En çarpıcı örnek Ankara. Melih Gökçek'in aday olmasını istemeyen, ama sıkı AK Parti düşmanı olarak bilinen gazeteler ve televizyonlar, kurtuluşu Gökçek'in rakiplerini parlatmakta gördü. Mesela Keçiören Belediye Başkanı hakkında kısa bir süre önce en sert yayınları yapanların Turgut Bey'e ekranlarını ve sayfalarını cömertçe açmaları; hatta CHP adayı Karayalçın'ı bayraklaştırmakla yetinmeyip öteden beri hiç haz almadıkları MHP'ye özel bir ihtimamla sahip çıkmaları bir tesadüf değil; bir strateji gereği.

6) MAHALLE BASKISI TEMASIYLA BİR YERLERE MESAJLAR GÖNDERMEK

Hiç kimse kusura bakmasın ama Açık Toplum Enstitüsü tarafından yapılan Türkiye'de Farklı Olmak araştırması operasyoneldi ve belli bir amaca hizmet için hazırlanmasa bile o amaç için kullanıldı, kullanılacak. Geniş halk kitlelerinde korku uyandıracak 'araştırmalar' ile yaklaşan seçimler arasında kuvvetli bir bağ var. Bu sefer Alevi kardeşlerimiz üzerinden yürütülen korku ticareti, bulunacak başka uç örnekler ve söylemler başka kitleler üzerinden de devam ettirilecek. Korku simsarlığına dayalı raporların bir amacı siyaseti etkilemek; diğeri de başta AB olmak üzere dünya kamuoyuna (daha doğrusu karar mekanizmalarına) şikâyette bulunmak.

7) NEVRUZ'A KADAR ŞEHİT CENAZELERİNDEN MUHALEFET OLUŞTURMAK

Etnik milliyetçilik üzerinden siyasetin doğal mecrasını değiştirmek isteyenler PKK'yı tepe tepe kullanmak istiyor. Belirledikleri milat, bölgeye uzak olmayanların malumu: Seçimlerden 8 gün önce kutlanacak olan Nevruz'da geniş katılımlı, bol provokasyonlu eylemler yapmak. O güne kadar çatışmaları körüklemek de şehit cenazelerinden siyaset rantı sağlamaya çalışmak da bir başka psikolojik harp taktiği. Maksat belli: Bir yandan Kürtlere 'Bakın bu siyasi partiler sizin hakkınızı savunmuyor' denecek; diğer yandan da geniş kitlere 'PKK ayaklanıyor, bunlarla baş edilemiyor' propagandası yapılacak.

8) YANDAŞ MEDYA SUÇLAMASIYLA EZBER BOZAN MEDYAYI SİNDİRMEK

Pek çok örneğinde görüldüğü gibi halkın zekâsını hafife alan psikolojik taktiklerin tutabilmesi için ezber bozacak yayınların susturulması gerekiyor. Çünkü belli bir siyasi atmosferin oluşturulması için yapılan yayınlara 'Bir de bu gözle bakın' dendiği an kamuoyuna dayatılan manzara bambaşka bir hal alıyor. Soran, sorgulayan ve seçimin demokratik bir ortamda yapılmasını savunan gazete ve televizyonlar, toplum mühendisliği için çırpınıp duranları can evinden vuruyor. Mesela 'Bilimsel bir araştırma' denen kurmacanın psikolojik harp taktiği gibi kullanıldığını, somut olaylar örnekler üzerinden ispat edince birilerinin kimyası bozuluyor. Elinden oyuncağı alınanların başvurduğu propaganda belli: Yandaş medya. Şunu hep unutuyorlar: Bu ülkede neler yaşandığını, kapalı kapılar arkasında hangi fırıldakların döndüğünü, kamu vicdanı gayet net görüyor ve kimin kime ne kadar yandaş olduğunu biliyor. Demokrasiden başka hiçbir şeye yandaş olmayanlarla içine kapalı toplum isteyenler arasındaki açık farkı da vicdanlar gayet açık bir şekilde seziyor...30 Aralık 2008, Salı

ZAMAN GAZETESİNDE YAZININ ORİJİNAL LİNKİ
İslamoğlu: Gülen Hocaefendi'ye dedim ki...
 
 04 Ocak 2014
Mustafa İslamoğlu bu haftaki hutbesinde Ahmet Taşgetiren'in bahsettiği görüşme ile ilgili açıklamalarda bulundu.
İşte Mustafa İslamoğlu o konuşması:

Hutbem; Hocaefendi ile görüşmem konusunda, zaruri bir açıklama...

Geçtiğimiz hafta sevdiğim ve takdir ettiğim gazetecilerden Ahmet Taşgetiren beyefendi, kanal 24 de bir açıklama yapar.
Bendenizin Hocaefendi'ye söylediğim sözlerden bir demet orda dile getirir Elif Çakır Hanımefendi'nin programında.

O günden beri tabiri caizse telefonlarım susumuyor. E-mail'lerim durmuyor 'hocam nedir bunun aslı, niye açıklama yapmıyorsunuz' bazen de ithama varan şeyler geliyor, dolayısıyla bugün burada hutbemi bu görüşmeyi size aktarmaya karar verdim.

Ahmet Taşgetiren beyefendi nereden duydu bilmiyorum. 


Verdiği bilgi doğru, fakat ben yakın çevrem dışında kimseye söylemedim.

2009 yılında yapılan bir görüşmeydi.

Hoş, görüşmemden sonra görüşmenin en ayrıntılı noktalarını gördüm.

Oradan birileri servis etmişe benziyor.

Bahusus, gizlediğim bir görüşme değildi.

Baş başa görüştüğüm için açıklamamayı edebe uygundur diye düşündüm.

Ahmet Taşgetiren beyefendinin kanal 24 de yaptığı bu kısmi açıklamanın arka planını oluşturan olay, tam da bu minberde başladı.

2005 yılında Hocaefendi ve cemaati aleyhine üç cd'lik bir paket binlerce belki onbinlerce dağıtıldı.

Dağıtanda bir tarikatın mensupları.

Ve bana da geldi bu cdler.

İnsaf sınırlarını zorlayan şeyler gördüm.

Bu tip yollarla bu tip üslup ve usullerle birbirine bir şey söylemeyi doğru bulmuyorum.

Eleştirebilirsiniz ama bunun bir üslubu var.

Sigarayı eleştiren, kafayı çeken olmamalı.

Yarı deliyi eleştiren, zırdeli olmamalı.

Nafile kılmayanı eleştiren binamaz olmamalı.

Sırtı açığı eleştiren başka tarafı açık olmamalı.

Bunun üzerine 'insaf dinin yarısıdır' diye bir hutbe okudum. Okudum derken yazılı metin düşünmeyin. Türkçede okumak hitap etmektir duyurmaktır bildirmektir.

O günlerde köşe yazımda da 'insaf dinin yarısıdır' diye bir makale yazdım.

Bunun üzerine bu makalem ve hutbem Hocaefendiye, Pensilvanya'ya gitmiş.

Hutbeyi izledikten sonra bir mektup yazmış Hocaefendi.

Şahid olsun diye söylüyorum Hamdullah Öztürk beyefendi, Güney Amerika imamı olduğunu bildiğim güzel bir kardeş mektup getirdi.

Bende nezaketen bir mektup yazdım.

2006 da Amerikaya gittim.

2 3 yılda bir Amerikaya giderim.

Kariyer amacıyla gidenlerin kurduğu wisdomnet yani hikmetnet birliğinin davetine 2000 den beri icabet ederim, ribatlarına katılırım.

Böyle bir program için Amerika'daydım.

2006 yılında Hocaefendiyle görüşmek istedim ve bölgedeki imama ilettim.
'Müsait değil' diye bir cevap geldi.

2009 yılında Amerika'ya wisdomnetin programına katıldığımda bu randevu talebimiz duyulmuş, hocaefendi bunu duymuş hatta yanındaki insanların deyimleriyle köpürmüş kızmış,

İsmail Büyükçelebi Bey'i yollamış,

kaldığım yere 2 saatten kısa sürede özürle geldi.

Büyük bir nezaketle Hocaefendi eğer bir zaman ayırabilirse dedi ve gittim.

Ayak ucunda sote bi yerde manzara nedir ne oluyor göreyim istedim Hocaefendi izin vermedi.

Mikrofonu fakire taktılar.

Sorular soruldu vs.

Gönlümden Hocaefendiyle görüşmek istemem yanlışlardan bir kısmını söylemekti ve dile getirdim.

Bir de döndükten sonra bir mektup yazdım 4 maddede özetleyen yanlış, hatalı bulduğum yapmaması gerektiğini düşündüğüm sıkıntıları sıraladım.

Bir dostum dedi ki; 'ne yapıyorsun adamı götürürler'

Dedim nasıl götürüyor? Ben müminim, karşımdaki de mümin.

Bir kişi; Yanlış bulduğu şeyleri söylemeyecekse, söylediğinde götürürler adamı, derlerse yanlışlar nasıl düzelecek?
'Ben bilmem söylemiş olayım dedi'

Neydi dile getirdiklerim?
Bir kısmını sizinle paylaşabilirim,
Tv'ye düştü çünkü

Allah bu memlekette sizin cemaate bir ağabeylik görevi verdi. Bu memleketin anası yok, babası yok, öksüz ve yetim.
Müslümanlara Allah bir imkan açtı ve ağabeylik verdi.

Fakat bu ağabey öyle bir ağabey ki obez! Kardeşlerinin önünde ne buluyorsa götürüyor.
Kendisinin ekmeğini bölüp diğer kardeşlerine vermesi gerekirken onun ekmeğini alıyor bu obez Hocam.

Bu ağabeyi doyurmak mümkün değil, 99 koyunu var o bir koyuna da göz dikiyor.

Kötü bişey mi söyledim dostlar?

Ben böyle gördüm bulunduğum yerden. Belki ben yanılmış olabilirim
Başka şikayetim;

Cemaat bir çıkar şebekesi gibi hareket ediyor.

Bu da rakiplerinde hased ve kini çoğaltıyor.

Dolayısıyla gücü ve kuvveti yönetemiyor.

Rakipleri üzerinde ters etki yapıyor.

Müslümanlar arasına münaferet doğuruyor.

Bu iyi gidiş değil dedim.

Bir kaç madde daha ekleyip söyledim.

Gayet nazik ve edepli bir şekilde.

Aksi söz konusu olamaz beni bilenler bilir en ağır hakaretim 'dengesiz'dir

Ama ne oldu sonunda?

Ben anlatmayacağım olanları!

Başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi!

Hocaefendi son derece nazikti, Hatta ne emredersiniz dediğini bugün gibi hatırlıyorum. Böyle bir karşılık beklemezdim şahsen ne diyebilirim ki?

Dolayısıyla siz daha iyi bilirsiniz dedim Gördüğüm bunlar, bu manada görüşme bundan ibaret.

Dolayısıyla bugün spekülasyona dönüşmemesi oluşmaması için şahitlerimi de söyledim, mektupları getirenlerden bir diğeri de Cemal Uşşak bey kardeşim, bunlar yaşayan insanlar dolayısıyla olay bunlardan ibarettir kamuoyuna saygıyla arz ederim

http://www.timeturk.com/tr/2014/01/04/islamoglu-gulen-hocaefendi-ye-dedim-ki.html#.UuvOPPti0tB 

Türkiye'den dev stratejik hamle

TAKBAM ile Türkiye Antartika'da dev bir stratejik hamleye imza attı.

 

 Emrah Yeşilduman'ın haberi...

2012 yılında kurulan Antartika Kutup Bilimsel Araştırmalar Merkezi (TAKBAM) ilk kez Türkiye'den Antatirka'ya bir bilim insanı heyeti göndererek Türkiye'yi orada temsil etti. 31 ülkenin üssü bulunan Antartika'da Türkiye'nin bir üssü yok. Ancak 2013'te TAKBAM'ın Bulgaristan ile karşılıklı yaptığı anlaşmalar neticesinde, Bulgaristan'ın üssünü kullanmaya başladı. Türkiye'nin Antartika'da yapacağı bilimsel araştırmalar için kullanacağı üssün koordinatlarının belirlendiği söylendi. Gelecek dönemde Türkiye'nin kendi üssünün en kısa sürede kuracağı ve bunun için adımların atıldığı kaydedildi.
TÜRKİYE ANTARTİKA'YA NASIL GİRDİ?
Türkiye, 1959 yılında Vaşington'da imzalanan Antarktika Andlaşması Metni'ne 1995 yılında katıldı. Ancak üstünden 18 sene geçmesine rağmen tek bir faaliyette bile bulunulmamıştır. TAKBAM'ın kurulmasıyla birlikte bu alandaki boşluğumuzda hızla doldurulmakta. Türkiye Cumhuriyeti, Antartika'da (Non-ATCPs), "İstişari Olmayan Devletler" konumunda.
l. Antarktika Türk Bilim Heyeti Seferi
Ülkemizin çeşitli üniversitelerinden iştirak eden 12 Türk Bilim İnsan; 2013 Aralık- 2014 Ocak-Şubat aylarını kapsayan sezonda ilk defa Antarktika Kıta havzasında Türk Bilim Araştırma çalışmasını gerçekleştirdi.
Birinci heyette yer alan Doç. Dr. Orhan Polat, TAKBAM Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Türkel ve Yönetim Kurulu üyesi Abdurrahman Külünk, Haber7'ye yaptıkları ziyarette kurulun çalışmalarını ve 1. Antartika seferinden edindikleri bilgileri bizler ile paylaştılar.
Haber7 Yayın Koordinatörü Osman Ateşli ve TAKBAM üyeleri...
15 GÜNLÜK ZORLU YOLCULUK!
Türkiye'nin Bulgaristan ile yaptığı anlaşmalardan sonra Antartika'ya giden Doç. Dr. Orhan Polat, zorlu yolcuğu şöyle anlattı.
Türkiye'den Antartika'ya gidebilmek için 15 gün süren bir yolculuk gerçekleştirdik. Toplamda yaklaşık 16 bin Km gibi bir yol. 8 istasyonda durarak Antartika'ya ulaştık. Geri dönüşümüz ise daha kısa sürdü, 9 gün.
31 ÜLKENİN ÜSSÜ VAR
Mehmet Ali Türkel, amaçlarının en kısa sürede Antartika'da bir Türk üssünün konuşlandırılması olduğunu söyledi.
31 ülkenin üssü bulunan Antartika'da ilk öncelik bir Türk üssünün kurulması olduğunu belirten Abdurrahman Külünk, 'Kendi imkanlarımız dahilinde oraya bir üs kurmamız zor ama devletin de desteği ile en kısa sürede bunu gerçekleştireceğiz' dedi.
TÜRKİYE'DEN DEV STRATEJİK HAMLE
Antartika'nın Türkiye için önemli olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Polat şöyle konuştu;
Gelecek dönemde savaşlar ne petrol ne de enerjiden dolayı çıkmayacak. Tatlı su sorunundan çıkacak. Şu anda Dünya'nın en büyük tatlı su kaynakları Antartika'da bulunuyor. Yani Dünya'daki tatlı su oranın 3'te 2'si Antartika'da. Dünya'nın en büyük petrol rezevrleri orada. Ve Türkiye ne kadar kısa sürede orada yer alırsa ve üssünü genişletirse gelecek için çok büyük bir adım atmış olacak. Her türlü bilimsel çalışmanın yapılabileceği bir yer. Bir an önce orada yerimizi almalıyız.
BÜYÜK PRESTİJ!
Antartika, öncelikle orada üssü olan ülkeler için çok büyük bir prestij. Biz orada Türkiye olarak bir deprem çalışması yaptık ve bu Türkiye için de Bulgaristan için de o bölgede yapılan ilk deprem ölçümleme çalışması oldu. Çünkü biz buradaki deprem cihazımı Bulgaristan'ın Antartika'daki üssüne götürüp kurduk.
MUAZZAM BİR KAYNAK VAR
Enerji kaynağı açısından muazzam bir bölge Antartika. Bilimsel araştırmaların bir an önce yapılarak Türkiye'nin potansiyelin ne olduğunu bilmesi gerekiyor. Buradaki kaynaklar tek başına bile Türkiye'nin güçlenmesine yardımcı olacaktır. Türkiye'nin bir an önce burada ARGE çalışmalarına hız vermesi gerekiyor.
BU TARİHE DİKKAT!
1998'de yapılan Çevre Koruma Protokolünün yürürlüğe girmesiyle 2048'de bitecek 50 yıllık maden işletme yasağı var. 50 yıl boyunca hiçbir doğal kaynak ve yer altı kaynaklar çıkartılamıyor. Ancak bu süreç 2048'de sonra eriyor. Bu nedenle Türkiye ne kadar çabuk bölgede hakimiyet kurarsa o kadar stratejik bir konuma sahip olacak. Hiçbir ülkeye ait olamayan topraklarda şu anda sadece üs konumunda faaliyet gösteren ülkelerin gelecekte nasıl bir strateji uygulayacağı bilinmiyor.
TAKBAM, Antartika'da Türkiye adına bilimsel araştırmaları gerçekleştiren bir kurum. Faaliyetlerini hızla artıran kurum Türkiye'nin bu stratejik öneme sahip olan bölgede söz sahibi olmasını sağladı.
Antatika'da devlet kavramı olmadığı için şu an ülkelerin ekonomik durumuna göre oraya gidip ister bir tane yapar ister 100 tane üs yaparak oradaki faaliyetlerini sürdürebilirisiniz. Türkiye son yıllarda geldiği konum itibari ile bunu gerçekleştirebilecek bir durumda. Siyasi ve ekonomik açıdan güçlü bir Türkiye ile bu stratejik hamle çok daha kolay atılıyor. Türkiye'nin bir üs kurması için tam zamanı. Türkiye adına çok büyük bir adım.
NEDEN BULGARİSTAN?
Bu sorunu cevabını ise Mehmet Ali Türkel şöyle anlatıyor; Bulgaristan 22 yıldır o bölgede faaliyet gösteriyor. Biz de bunlardan faydalanmak istedik. Daha büyük bir devlet ile bu anlaşmayı yapsaydık bir boyunduruk altında olacaktık. Ve bize 50 yıl önceki bilgileri vererek oyalayacaklardı. Biz Bulgaristan ile yaptığımız anlaşmalar gereği tüm tecrübelerinden yararlanabileceğiz. Ayrıca Bulgaristan heyetinin başkanı tüm dünyada sözü geçen biri olduğu için biz de ilk etapta Bulgaristan ile anlaştık. Ancak daha sonra şartların olgunlaşması ile diğer ülkeler ile de çalışmalarımızı gerçekleştireceğiz. İlk etapta örneğin İngiltere ile bu anlaşmayı yapmış olsaydık onların boyunduruğu altına girecektik ve onların masaya sunduğu şartları kabul etmek zorunda kalacaktık. Ancak biz daha kendimize yakın ilişki kurabileceğimiz bir ülkeyi seçtik. Türkiye'nin şu an orada bir üssü olmadığı için biz orada Bulgaristan'ın lojistik desteğini ve deneyimlerinden faydalanıyoruz. Biz hangi dönemde hangi ülke ile müttefik yapacağımıza kendimiz karar verelim dedik.
TÜRK BAYRAĞI VE İSTANBUL TABELASI ANTARTİKA'DA
TAKBAM'ın yaptığı ziyaret ve çalışmalar Türkiye adına şu anda bir ilk. TAKBAM yaptığı ziyarette Güney Kutbu'na Türkiye Bayrağı'nı ve İstanbul tabelasını asarak da bir ilki daha gerçekleştirdi.
emrah.yesilduman@haber7.com
Kaynak: Haber7

Sabah yazarından Gülen'e 'hırs'lı yorum

Fethullah Gülen'in BBC'ye verdiği röportajın etkileri sürüyor. Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz, Gülen için en çok sorulan sorulardan birisi olan  "Din adamı mı, siyasetçi mi" sorusuna güldüğünü ve Gülen'in her ikisi gibi de davrandığını söyledi.

Aköz yazısından Osmanlı'dan örnek vererek o dönem olsaydı bunun tartışılmayacağını ancak Cumhuriyet ile birlikte "Ya siyasetçi ol, ya din adamı" deniliğini hatırlattı.

Aköz yazısında BBC röportajını yorumlayan Tim Franks'a da verdi veriştirdi. Gülen'in hiçbirşeye karışmayıp inzivaya çekilmiş gibi yansıtılmasına kızan Aköz,Gülen'in Türkiye'ye küresel çapta oyun oynadığını ve siyasi hırs içinde olduğunu iddia etti.

Günümüzde ise yumuşak laiklik revaçta... Böyle bir ortamda "Gülen hangi kategoriye giriyor" diye sormanın anlamı yok. Cevap basit: Her ikisine de...

ORTADOĞU SİYASET BİÇİMİ

Ortadoğu'daki baskın siyaset yapma biçimi bu... Önce dini söylemle insanları çevrene toplarsın. Sonra bu potansiyeli kendine zıplama tahtası yapıp daha büyük bir iktidara, mesela ülke yönetimine aday olursun.

GÜLEN VAAZLARIYLA MI ANILACAK YOKSA KRİZLE Mİ?

Ama illa da birini seç derseniz: Gülen elbette bir siyasetçi. Düşünün: 100 yıl sonraki tarih kitaplarında, Gülen vaazlarıyla mı yer alacak, yoksa yol açtığı iktidar kriziyle mi?

BBC'nin yaptığı TV röportajı sırasında mekânda bulunan kıdemli gazeteci Tim Franks, izlenimlerini kaleme almış. Ona da çok güldüm.

Baksanıza, Fethullah Gülen için "Türkiye'nin ikinci en güçlü adamı olarak adlandırıldı. Ama aynı zamanda kendi kendini sürgün ettiği ABD'de, inzivaya çekilmiş birisi" diyor.
İnziva mı? Ne inzivası? Yaşamakta olduğumuz şu iletişim çağında böyle bir şey nasıl söylenebilir?
Gülen'in satır arasında siyasi mesajlar verdiği dini sohbetleri, Cemaatin medyasında yayınlanıyor. Ayrıca fikirlerini internetteki herkul.org sitesinden okumak mümkün.
Bol bol telefonda akıl veriyor. Uganda'daki rafineri işini bile yerli bir firma için ayarlamaya çalışıyor.

İşadamından gazetecisine, Cemaatten olmayan insanlar da ziyaretine gidiyor. Cumhurbaşkanı Gül'e mektup yazıyor, "Bunu Başbakan'a da gösterin" diyor.

Bunun neresi inzivaya çekilme? Gülen'in ailesinin olmaması ve gayet mütevazı bir mekânda yaşaması, belli ki İngiliz gazeteciye, bir Hıristiyan figürü olan keşişleri düşündürmüş.

Böyle düşünmesinde günümüzün maddeci dünyasının da etkili olduğunu sanıyorum. Anlayış şöyle: İnsan (erkek) niye güç ister? Lükse ve zevke (mesela kadınlara) ulaşmak için... "Eğer bunlar yoksa" diye düşünüyor olsa gerek Tim Franks, "O halde bir keşişle karşı karşıyayım."

SİYASİ HIRS İÇİNDE!

Franks farkında değil: Karşısındaki yaşlı ve hasta adam, yıllardır odağında Türkiye olan küresel çapta bir oyun oynuyor. Lüks de o oyunun içinde, zevk de... Ayrıca kuştüyü yataklara, altın musluklara, süper yatlara, özel jetlere gerek yok ki...
Buna siyasi hırs denir Tim Bey, siyasi hırs! 


http://www.internethaber.com/sabah-yazarindan-gulene-hirsli-yorum-636803h.htm

Gülen'in o sözü yazarın dilinde

Gülen'in "bir yolsuzluk olduğu muhahakkak" sözü, Star gazetesi yazarı Hakan Albayrak'ın gündemindeydi.

 Gülen'in o sözü yazarın dilinde


Fethullah Gülen'in 17 Aralık operasyonundaki yolsuzluk iddialarıyla ilgili peşin hüküm vermesi tartışılıyor.
Gülen'in BBC söyleşisinde sarfettiği "bir yolsuzluk olduğu muhahakkak" sözü polemik konusu oldu.
Dava başlamadan böylesine emin konuşan Gülen, Star gazetesi yazarı Hakan Albayrak'ın şimşeklerini üzerine çekti. "Fethullah Gülen'in tedbirsiz ithamı" başlıklı köşesinde bu konuyu ele alan yazar, yargısız infaz yapmakla eleştirdiği Gülen için böyle yazdı:
GÜLEN BUNDAN BÖYLE CEMAATE YÖNELİK SUÇLAMADA YARGI KARARI FİLAN SORAMAZ
"Hoca böyle peşin hüküm verirse, polis ve yargıdaki cemaat kadroları neler yapmaz?
Yargısız infaza cevaz vermek değilse nedir bu?
MUHAKKAK olanın ne olduğunu ben söyleyeyim:
Fethullah Gülen, “Firavun” ve “Karun” olarak gördüğü “büyük patron”a savaş açtı ve bütün cemaatini cepheye sürdü.
Cemaat evlerinde ders adı altında yazılan “Erdoğan ve çevresi İran tarafından muta yoluyla esir alındı” gibi korkunç iftira destanlarının, hiç yapılmamış olan bir ihaleye fesat karıştırıldığı iddiasının, Suriyeli devrimcilere yardım için çırpınan Milli İstihbarat Teşkilatı’na düzenlenen sabotajların vs, vs, vs, ancak savaş histerisiyle izah edilebileceği MUHAKKAK.
Cemaatine mensup olmayan bürokratların görevden alınmasını dert ettiğine hiç şahit olmadığımız Fethullah Gülen, 17 Aralık sürecindeki görevden almalara isyan etmekle, görevden alınan kadroları sahiplenip “Onlar bizim arkadaşlarımız” demiş oluyor; bu da MUHAKKAK.
Cemaate ait bir bankanın denetlenmesi konusunda “BDDK’daki ilgili daire başkanı ve yardımcısı bizim arkadaşlarımız” diyenler (ve bu suretle paralel devlet yapılanması içinde olduklarını itiraf edenler), deşifre olan o iki “arkadaş”larının görevden alınması gibi mevzularda “cadı avı” edebiyatı yaptıklarında MUHAKKAK ki saçmalamış oluyorlar.
Son söz: O “muhakkak”lı cümleyi kuran Fethullah Gülen, bundan böyle, kendisine ve cemaatine yönelik hiçbir suçlamada yargı kararı filan soramaz!

http://www.internethaber.com/gulenin-o-sozu-yazarin-dilinde-636793h.htm
Gülen'i BBC'ye çıkaran bu söz oldu
Gülen'i BBC'ye çıkaran bu söz oldu 

Fethulllah Gülen'in 16 yıl aradan sonra ilk kez televizyona röportaj vermesi kadar bunun için BBC'yi seçmesi herkesin aklını kurcaladı.

Gülen'in ekrana çıkmak için neden BBC'yi tercih ettiği ve neden Türk televizyonlarına çıkmadığı tartışılmaya başlandı. Bu sorulara Zaman gazetesi yazarı Ahmet Kurucan cevap verdi.

Kurucan'ın aktardığına göre Amerika ve Avrupa başta olmak üzere onlarca yabancı basın kuruluşundan röportaj teklifleri geldi ancak hiçbirine sıcak bakmamış Gülen. Ta ki Erdoğan'ın Büyükelçiler Konferansı'ndaki o sözlerine kadar.

Bunun gerekçesini Gülen'in düşünceleriyle şöyle aktardı.
İhtimal şöyle düşünüyordu Hocaefendi: “Bu, Türkiye'yi alakadar eden bir iç sorun. Kamuoyunda böyle bir algı meydana getirilmiş olsa da biz camia olarak yaşanan hadiselerin tarafı değiliz. Bununla beraber eğer kendi duygu ve düşüncelerimizi ifade edeceksek iletişim kanalları açık. Herkül.org sitesi vasıtasıyla düşüncelerimizi rahatlıkla ifade edebiliyoruz. Türkiye'deki medya ile de görüşülebilir. Onun için dış dünyayı bu işe karıştırmanın bir manası yok.”
KIRILMA NOKTASI  O KONUŞMA
Kasım ayı sonlarına hatta aralık ayının ilk günlerine kadar geçerli olan bu düşünce Sayın
İşte Fethullah Gülen'in bomba BBC röportajı

Uzun yıllardır ABD'de yaşayan Fethullah Gülen, 16 yıl sonra ilk kez bir televizyon kanalına konuştu.


bbc-gulen-roportaji.jpg
Başbakan'ın Hizmet'i hedef alan ve hakaret dozajı her geçen gün artan gönül yaralayıcı konuşmaları ile ayrı bir mahiyet kazanmaya başladı.

Hiçbir somut delile dayanmadan gazete manşetlerinden yapılan suçlamalar, adliye ve emniyet teşkilatında yapılan ve kıyım halini alan tayin ve tasfiyelerin bir kısım medya tarafından Cemaat karşıtlığı şeklinde sunulması, sözünü ettiğim mahiyet değişikliğinin ayrı bir boyutunu teşkil etti. Ama bunların içinde birisi var ki, tam bir kırılma noktasını oluşturdu; o da büyükelçiler toplantısında Sayın Başbakan'ın yaptığı o talihsiz konuşma. Zira bu konuşma, problemi Hizmet'e bakan veçhesiyle uluslararası boyuta taşıdı.

KENDİSİNE RAĞMEN KABUL ETTİ
Tam bu aşamada yakın çevre, sürekli artan röportaj tekliflerini Hocaefendi'nin önüne bir daha koydu. Hocaefendi de problemin hem farklı alanlara taşınması hem de global hale getirilmesinden dolayı röportaj vermeyi kabul etti. Ben şahsen bu tabloyu şöyle okuyorum; Hocaefendi kendi düşünce, istek ve arzusuna değil çevresinde yer alan kişilerin ortak kanaatine, kolektif şuurun verdiği karara göre hareket etmiştir ve kendisine rağmen davranmıştır.

FETHULLAH GÜLEN'İN OLAY OLAN FOTOĞRAFI (AYAKKABILARA VE AYAĞININ ALTINDAKİNE DİKKAT _TIKLAYIN)

NEDEN BBC?
Niçin BBC?.. Cevabı basit bu sorunun; saygın bir kuruluş olması, yayın ağının genişliği, röportajın başka dillere çevrilerek o yayın ağı içinde bulunan ülkelerde yayınlanması BBC tercihinde etkin bir rol oynadı. Ve 16 yıllık bir aradan sonra Hocaefendi, ilk defa görüntülü röportaj verdi. Bunun ilk uluslararası yayın kuruluşuna verilen görüntülü röportaj olması, Hocaefendi röportajları açısından ayrı bir ilki oluşturuyor.

FETHULLAH GÜLEN'İ İSRAİL VE MAVİ MARMARA AÇIKLAMASI


AMAÇ TÜRKİYE DEĞİL TÜM DÜNYA

Başa döneyim ve bitireyim; Hocaefendi'nin Türkiye'ye hitap etmesi için iletişim kanalları açık. Amaç Türkiye'de gündemi etkilemek olsa sırada bekleyen onlarca Türk gazetesine veya televizyonuna röportaj vermekle kâfi. Ama maalesef sorun Türkiye sınırlarını çok aştı, sorumsuz politikalarla global hale getirildi. Brüksel seyahatinden de gördüğümüz üzere yurtdışındaki algı, yolsuzlukla başlayan sürecin bütün Türkiye'yi ilgilendiren demokrasi, hukuk ve özgürlükler sorunu olduğu yönünde. Dünya, yaşanan gerçekleri çoğulcu, şeffaf, hesap veren devletten otoriter bir devlete savrulmanın izleri ve emareleri görüyor. Nitekim BBC'nin soruları da bunu gösteriyor. İşte Hizmet'in taraf olarak gösterildiği bu noktada susma, çare olmaktan çıktı ve global bir kanalda konuşma zarureti hasıl oldu.

FETHULLAH GÜLEN'DEN ALEVİ İTİRAFI (TIKLAYIN)