Bülent Korucu: 7 Şubatta ne olduğunu yazdı
Tartışma programlarında, köşe yazılarında sık sık atıfta bulunulan ‘7 Şubat’ olayı nedir? Savcı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifade vermeye çağırdı mı? Olay ‘MİT Müsteşarı ve Başbakan tutuklanacaktı’ya nasıl bağlandı. 7 Şubat'ta aslında ne oldu, nasıl bir kara propaganda malzemesi haline geldi?
Zaman Gazetesi Yazarı Bülent Korucu'nun bugün Zaman Gazetesi'nde yer alan, ""Yeni başlayanlar için 7 Şubat rehberi- 7 ŞUBAT'TA NE OLDU BİLİYOR MUSUNUZ?" başlıklı yazısı
Bilindiği gibi 7 Şubat 2012 günü, İstanbul’da özel yetkili savcı Sadrettin Sarıkaya’nın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve iki MİT görevlisini ifade vermeye çağırdığı haberi yayıldı. Bir tuhaflık vardı, zira başsavcı ve başsavcı vekili olayı doğrulamadı. Sonradan anlaşıldı ki Savcı Sarıkaya, ilgili kişileri telefonla arayarak KCK soruşturması kapsamında ifadelerini almak istediğini bildirmişti. İki kişinin arasındaki telefon konuşması Hürriyet’in internet sitesine sızdırıldı. Ama nasıl ve kim tarafından, hâlâ bilinmiyor. 11 Şubat’taki yazısında Hürriyet’ten Ahmet Hakan da bunu soruyordu. İfade davetinin sızmasından soruşturmanın ve savcının zarar göreceğini kestirmek için müneccim olmaya gerek yok. Konunun ve muhatapların hassasiyetine uygun bir yol izlediği anlaşılan savcının sızdırması için sebep bulunmuyor. Öyleyse geriye iki alternatif kalıyor. Ya konuşmaları dinleyen üçüncü bir kişi var ya da muhataplar bilgiyi basına servis etti. Yargıya yönelik operasyonun fitilini ateşlediği düşünülürse, 7 Şubat’ın hedefinin MİT değil, bilakis yargının kendisi olduğu bile söylenebilir.
OSLO GÖRÜŞMELERİ Mİ SORUŞTURULUYORDU?
Kesinlikle hayır. Böylesine net konuşuyorum çünkü:
a)Ankara’da
zaten Oslo görüşmeleriyle ilgili açılmış bir soruşturma yürüyordu. CHP
Bolu Milletvekili Tanju Özcan’ın yaptığı ve basınla paylaştığı şikâyet
dilekçesi işlemdeydi. Yine bir müşteki ve 22 ihbarcının Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurusu vardı. Hepsi birleştirilerek tek
dosya haline getirilmiş ve UYAP sistemine ‘2011/1109’ numarasıyla
kaydedilmişti. Aynı konuda ikinci soruşturma açılamaz. MİT Hukuk
Müşavirliği de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bunu hatırlatarak
dosyanın görevsizlik kararı ile Ankara’ya gönderilmesini talep etmişti.
Alınan cevap çok açıktı: Biz Oslo’yu soruşturmuyoruz.
b)Savcı
Sarıkaya, Müsteşar Emre Taner ve iki MİT görevlisini daha ifadeye
çağırmıştı. Onların Oslo görüşmesine katılmadığı düşünüldüğünde
soruşturmanın Oslo ile alakalı olmadığı ortaya çıkıyordu.
c)Kanunsuz
suç ve ceza olmaz. Herhangi bir suçluyla görüşme, kanunlarımızda suç
olarak tanımlanmamıştır. Örgüte üye olmak, üye olmadan da örgüt adına
faaliyet yapmak, propaganda ve benzeri birçok suç vardır ama ‘görüşme’
yoktur. Bahse konu olan Ankara’daki soruşturma da usulüne uygun biçimde
takipsizlikle neticelenmiştir. Bugünkü bazı yayınları anlayabilmek için
bir anekdot anlatayım. CHP milletvekili Özcan ve diğer 23 kişinin
şikayeti sebebiyle kamuya mal olan, gazetelerde yayımlanan ve MİT’in
bile gündeme getirdiği soruşturma da ilerleyen zamanda istismar konusu
yapıldı. Operasyonel medya, aylar sonra ‘gizli MİT dosyası’ diye 7 Şubat
çağrışımı yapan haberler uydurdu.
ASIL HEDEF BAŞBAKAN ERDOĞAN MIYDI?
O
günleri bir daha hatırlayalım. Fidan, bizzat savcı Sarıkaya tarafından
telefonla çağrılıyor, gelmeyince Ankara’ya ifade vermesi için talimatla
yetiniliyor. Halbuki diğer MİT görevlileri için yakalama kararı
çıkarılmıştı. Fidan’ın henüz iki yılını bile tamamlamamış bir müsteşar
olduğu düşünüldüğünde ayrıcalıklı uygulamanın haklılığı anlaşılır. Bu
zaviyeden bakılınca bırakın Başbakan Erdoğan’ı, MİT Müsteşarı Hakan
Fidan’ın bile birinci hedef olmadığını söylemek mümkün.
Kaldı
ki Başbakan, hatta bakanın nasıl yargılanacağı Anayasa ile kayıt altına
alınmış. Yasama dokunulmazlığı ile yürütmenin yargılanma prosedürü
bilerek karıştırılıyor. Ortaya çıkan bulanık hava komplo teorileri için
uygun ortam sunuyor. Kabine üyeleri, Meclis soruşturması sürecinden
geçmeden vekillikleri kalktıktan sonra bile yargılanamaz. Meclis
soruşturması ise anayasa değişikliği kadar zor bariyerlerle çevrili.
Daha önce ‘7 Şubat efsanesi’ başlıklı yazımda şöyle özetlemiştim süreci:
“Yasama dokunulmazlığı bir zırhtır ama yürütmeninki neredeyse
yargılanamazlıktır. Değil herhangi bir savcının, Yargıtay başsavcısının
bile yetkisi yoktur. Yüce Divan yargılamalarında dahi başsavcı, duruşma
savcısından öte bir şey değildir. Hazırlık soruşturmasını bizzat Meclis
yapar. Parlamento’nun yargısal bir faaliyetidir. İddianameyi soruşturma
komisyonu hazırlar, Genel Kurul kabul eder. Komisyonun hangi suç için
hangi ceza maddesini talep ettiğini belirtir raporu salt çoğunluk (276)
ile kabul edilirse yargılama mümkün hale gelir. Onu da herhangi bir
mahkeme değil, Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi yapar. Her aşaması
Meclis Genel Kurulu’nun onayına tabidir ve anayasa değişikliği ile aynı
kurallar uygulanır. Gizli oy ve grup kararı yasağı vardır. Böylesine
açık ve sıkı kurallara rağmen ‘Başbakan tutuklanacaktı’ demek ya art
niyet veya cehalet nişanesidir.”
Komplocular,
senaryolarına Başbakan Erdoğan’ın sağlığı ile ilgili dramatik soslar
eklemeyi de unutmuyor. Erdoğan, ameliyat masasında iken ‘7 Şubat
kalkışması’nın yaşandığını ileri sürüyorlar. Başbakan Erdoğan, 26 Kasım
2011’de ameliyat oldu. Yani 7 Şubat’ta (ameliyattan 74 gün sonra)
Erdoğan nekahet dönemini çoktan atlatmış ve yurtdışı seyahatler hariç
tam mesaiye başlamıştı. 7 Şubat’ta parti grubunda, 8 Şubat’ta ise
valiler toplantısında uzun konuşmalar yapmıştı. 11 Şubat’ta ise
neredeyse ayakta tedavi denilebilecek tamamlayıcı operasyonu geçirmiş,
hastaneden makam arabasıyla ayrılmıştı.
OSLO GÖRÜŞMELERİ HATA MIYDI?
Oslo
görüşmeleri ilk sızdığı andan itibaren yoğun bir kamuoyu desteği ile
karşılandı. Hatta bugün bir çözüm sürecinden bahsediyorsak o günkü
cesaretlendirici tepkinin payını inkâr edemeyiz. Muhalefet liderleri
içeriğine dönük eleştirilerde bulunsa da, görüşmeyi kategorik olarak
yanlış bulmadı. Zaman Gazetesi de hem Başbakan Tayyip Erdoğan’ın
beyanatlarını yan manşet yaparak hem de birçok yazara yazdırdığı
makalelerle olumlu kamuoyu algısına katkı sundu.
OSLO NEREDEN SIZDI?
Murat
Karayılan başta olmak üzere PKK/KCK sözcüleri her zamanki gibi
‘cemaat’in üstüne yıkmaya çalışsa da deliller başka bir şey söylüyor.
Oslo görüşmelerinin ses kayıtları 13 Eylül 2011’de örgütün yayın
organlarından DİHA tarafından “Görüşmelerin içyüzü Erdoğan’ı yakacak”
başlığıyla yayınlandı. Daha sonra aynı paralelde yayın yapan Fırat Haber
Ajansı başta olmak üzere örgüte yakın birçok site tarafından
alıntılandı. Örgüt sitelerinde kamuya mal edilen haber üç saat yayında
kaldıktan sonra kaldırıldı. DİHA, sitelerine dışarıdan müdahale
edildiğini ileri sürerek kendini savundu. 09.37’den 12.38’e kadar süren
ve diğer örgüt sitelerinin de iştirak ettiği ‘kolektif’ hataya dair
savunma inandırıcı değildi. Sızmanın PKK’dan kaynaklandığı kesinleşti.
Başbakan Erdoğan da, 26 Eylül 2012 tarihinde NTV’de katıldığı canlı
yayında Oslo sızdırmasına ilişkin sorulara, ‘Bizim yaptığımız
araştırmalardan PKK tarafından sızdırıldığı çıkıyor. Ev sahipliğini
yapanlar tarafından böyle bir şeyin yapıldığını hissettiğimiz anda
oralarda bir daha bu tür toplantıların yapılması mümkün değil.’
açıklamasında bulundu. Benzer bir tartışma İmralı Tutanakları sızdığında
da yaşanmıştı. Yine hedef saptırma girişimleri olmuş, sonunda BDP
sızmanın kendilerinden gerçekleştiğini kabul ederek iki görevliyi
cezalandırmıştı.
CAMİA, ÇÖZÜM SÜRECİNE KARŞI MI?
Bu
iddiayı ispat edecek en küçük bir delil kırıntısını kimse gösteremiyor.
Ayrıca bölgede yıllardır terör tehdidi altında görev yapan yüzlerce
öğretmen ve hizmet gönüllüsü varken, terörün devam etmesini istemek akla
ziyan bir durum. Aksini ispatlayan onlarca örnek sıralayabiliriz.
Fethullah Gülen’in süreç başlarken söylediği ‘sulh hayırdır, hayır
sulhtadır’ sözü hükümetin elini rahatlatan, önünü açan önemli bir
çıkıştır. Ulusalcı kesimlerin tepkisini göze alıp riske girerek yapılan
açıklama, sürecin toplumsal desteği için önemli bir kazanımdı. Yayın
organlarından bir örnek vereyim. Peş peşe yaşanan ve ağır kayıplar,
şehitler verilen Silvan ve Çukurca saldırılarından sonra şahinler sesini
yükseltirken Aksiyon dergisi ‘söz bitmesin’ kapağı ile çıkmıştı.
KCK TUTUKLAMALARINI KİM YAPTIRDI?
Buna
cevabı bizzat Başbakan Erdoğan versin. Operasyonlar son sürat devam
ederken Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda (23 Kasım 2011) şöyle
konuşuyor Erdoğan: “Devlete paralel yapılanmalara karşı verilen
mücadeleyi, teröre karşı verilen mücadeleyi, milletin huzuru, istikrarı,
kardeşliği ve dayanışması adına verilen bir mücadeleyi, ‘geriye dönüş’
ya da ‘sivil dikta’ olarak adlandıranlar, nasıl büyük bir yanılgının
içinde olduklarını görsünler. KCK operasyonlarını bir Başbakan olarak
ben bugüne kadar destekledim ve destekliyorum. Zira milli birliğimiz,
beraberliğimiz ve kardeşliğimiz için yapılan bu operasyonda işte birçok
şeyler dökülüyor artık meydana. Nelerin nereden nereye nasıl taşındığı
ortada. Adam kendisinin yapması gereken bir hukuk mücadelesini
yürütmüyor. Bir örgüt elemanı olarak adeta çalışıp, bir örgüt elemanı
olarak bu ülkenin birliğini, beraberliğini bozmanın hep gayreti içinde
olmuştur. Ve buna, illegal bir yapılanmaya, illegaliteye kalkıp da bir
hukuk devletinin müsaade etmesi düşünülebilir mi- Onun için de yargı
gereğini yapmaktadır, yürütme de yargının verdiği bu talimatta gereğini
yerine getirmektedir.” Başbakan Erdoğan defalarca buna benzer konuşmalar
yaptı.
NEDEN GÜNDEMDE TUTULUYOR?
İstihbarat,
doğası gereği şeffaflığın en az olduğu kurum. Haliyle manipülasyona çok
açık. Son kanun değişikliği ile karanlık iyice yoğunlaştı. Psikolojik
Harp (PH) kadrolarının rahat barınacağı bir ortam oluştu. Onun için PH
tetikçileri en çok bu puslu alanda at oynatıyor. Hiçbirimiz dosyayı
bilmiyor, tahminle konuşuyoruz. Bu da onların işini kolaylaştırıyor.
Karanlıkta göz kırpmak yerine dosya açıklansa gerçekten Oslo mu var,
başka şeyler mi, bilsek. Soruşturmaların engellenmesi normalde
şüphelilerın aklanma hakkının ihlali. O günlerde medyada yer alan ve
bazı sansasyonel dramatik ölümlü saldırılarda yakalanan KCK’lıların MİT
mensubu olduğu gerekçesiyle yargıdan kaçırıldığı iddiaları hâlâ
zihinlerde. Rahmetli Mehmet Ali Birand’ın dehşet içindeki anlatımları
kulaklarda. Keşke yargı süreci işlese ve akıllardaki şüphe izale
edilseydi. Ya doğruysa sorusu zihinleri kemirmeseydi. PH tetikçilerinin
buraya yüklenmelerinin bir sebebi de bizzat Başbakan Erdoğan’ın
karakteri. İlişkilerinde birinci hatta tek belirleyici olarak ‘sadakat’i
tercih ediyor Başbakan. Çevresindekilerin büyük hata ve günahlarını
affediyor ama sadakatsizliği asla. Erdoğan’ı ikna etmenin en kolay yolu
‘ihanet’ senaryosu yazıp inandırmak. PH tetikçilerinin yaptığı da aynen
bu.
Bu
arada işi ‘cemaat’e yıkmaya çalışanların patinaja düştüğü soruyu
tekrarlayalım: “Cemaatin bu işten çıkarı ne? Yedi ay önceki seçimlerde
(Haziran 2011) yeni anayasa umuduyla cansiperane çalışırlarken neden bir
anda komplocu olsunlar?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder