HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

22 Mart 2014 Cumartesi

Camianın algı yönetimi: Ayna ayna söyle bakalım...

YASİN AKTAYYasin Aktay22.03.2014 Sosyoloji öğrenciliğimin başından beri Fethullah Gülen ve hareketi benim en önemli ilgi alanlarımdan biri olmuştur. Doktora tezimin de iki bölümü Türkiye'deki İslami düşünce ve hareketler içindeki yerine dair bir çözümlemeye tahsis edilmiştir.  Şerif Mardin bir yerde Gülen hareketini sosyolojik olarak incelemenin, anlamanın ve açıklamanın zorluğuna işaret etmişti. Bu zorluğun sebebi olarak sanırım hareketin kendisini tanıtma konusunda gösterdiği aşırı çabaya işaret etmişti. Gerçekten de hareketin en önemli özelliklerinden biri dışarıdan bir anlama çabasına karşı kendini olağanüstü tedbirlerle kapattığı halde, bununla çok çelişkili olarak kendisini istediği gibi tanıtma konusunda gösterdiği yine olağanüstü PR çabaları.  Kuşkusuz bu durum belli bir mesafeden bakıldığında hareketi anlamayı çok zorlaştıran bir durum oluşturuyor. Ama bu bile hareketin mahiyeti hakkında aydınlatıcı bir bilgi veriyor.  Diğer İslami düşünce ve hareketlerle karşılaştırıldığında Gülen'in kendisi ve hareketi çabalarının büyük çoğunluğunu algılarının yönetimine hasretmiş durumdalar. Sadece bu yönüyle bile esasa dair yeterince büyük bir fark ortaya koyuyorlar. Normalde dini cemaatler kendi hallerinde hizmetlerini Allah için yapmaya çalışır, balık bilmezse halık bilir yaklaşımını benimserken, Gülen hareketi yaptıklarının reklamını, algıları yönetme adına ayrı bir sektöre dönüştürmüş durumda.  Bu kapsamda, dünyanın her yanında Gülen ve hareketi üzerine şu ana kadar bir kaçına benim de katıldığım sayısız konferans, sempozyum, toplantı ve yayın yapıldı. Diyalog toplantılarında herkese mavi boncuklar dağıtıldı. Küresel çapta iş yapmanın gereği bilip ortamına göre Yahudiyle Yahudi, Hıristiyanla Hıristiyan, Şiiyle Şii, laikle laik olmaktan geri durulmadı. Bir tek mazlum ve mağdurlarla olamadılar. Nasıl olmaları gerektiğini çoktan geçmişler nasıl göründüklerine yoğunlaşmış. Vaktinin çoğunluğunu aynanın karşısında geçirip aynaya kendisinden daha güzel olup olmadığını soranlara benziyor halleri. Kendilerinden daha güzellere de hiç tahammülleri olmadığını yaptıkları akıl almaz operasyonlarla fazlasıyla göstermiş oldular.  Algı yönetimine bu kadar takıntı derecesinde yoğunlaşmış olmak aslında yeterince bir şeyler gizlediklerini gösteriyor. Bugün neleri gizlediklerini sanırım herkse görmüş ve anlamış oldu. Hareket, genellikle ne istediğini hiç bir zaman net olarak söylemedi, söyledikleri hiç bir zaman tam olarak ne istediğini yansıtmadı.  Hoşgörü dedi, yeri geldiğinde hoşgörüsüzlüğün eşsiz örneklerini kendi halkına karşı sergiledi. Sevgi dedi, özellikle Erbakan ve bazı Müslümanlar hakkında konuşurken nefretin bütün izlerini yansıttı.  Siyaseti kategorik olarak kötüledi ama bütün faaliyetleri ve söylemleriyle siyasetin dibine kadar gitti. Bir tür müteşabih siyaset örneği sergiledi.  Cemaat olarak bilinirken kavramın gözden düştüğü bir dönemde cemaat olmadığını kanıtlamak için akla karayı seçti, kendini daha muteber gördüğü sivil toplum kapsamına yazdırmaya çalıştı. Algı yönetimi konusundaki bu çabalar mızrakları çuvallara sığdırma telaşlarına dönüşüyor. Özellikle son zamanlarda Gülen'in algıyı yönetmek adına giriştiği her hamle kendisi hakkında daha bir istemediği sonuçları veriyor. Beddua iyi çalışılmış bir algı yönetimi çalışmasıydı ama Gülen imajını yerle bir etti. 17 Aralık sonrası Gülen konuştukça 40 yıldır inceden inceye işlemeye çalıştığı imajını daha da yıktı.  Gülen'in Ekrem Dumanlı ile beş gün yayınlanan röportajı da herkesin zaten bildiği herşeyi başka türlü göstermenin mükemmel bir örneği olmuş. Çuvalları mızraklara sokuşturmaya çalışmanın bütün telaşını da ele verirken Gülen gerçeği ile Gülen'in yansıtmaya çalıştığı imaj arasındaki mesafe daha da açılıyor. Mülakat sayısız malzeme veriyor bu konuda, hangi birinden başlasak? 28 Şubat dönemindeki rolünü anlatırken, kendisine isnat edilenin aksine, ne yapmışsa durumun daha da kötüye gitmemesi için yaptığını söylüyor. Daha kötüsü ne olabilirdi ki? İnsanlara alim olarak sunulmuş bir insanın zorbalığın, İslam'a, İslam'ın değerlerine ve Müslümanlara karşı harekete geçmiş bir zulmün yanında görünmesini hani ikrah fıkhı meşru gösterebilir? Herkesin olduğundan farklı görünmesi bir yerde tolere edilebilir ama alimin takiyyesi bir toplumun başına gelebilecek en büyük felakettir.  Gülen'in bugünlerde tam da seçimlere ayarlanmış bir hamle olarak özenle tasarlamış olduğu mülakat yine tevazu, zühd ve ahiretlik gösterileriyle dolu. Bugünlerde kendisine herkesin sorduğu soruyu atlayarak işi yurtdışındaki okullarına getirmesi de tuhaf bir mızrak olmuş. Hangi çuvala sığacak bu mızrak?  Mızrak çuvala sığımıyor madem, çıkarıp karşıya sallayalım der gibi, 'okullardan şikayet eden bir Allah'ın kulu olmadı şimdiye kadar' diyor.  Doğru da, bunun konuyla ne alakası var, acaba? Kimse bu okullardan başlamadı ki eleştirmeye. Konu insanların özel hayatlarına tecavüz pahasına telefonların gizlice dinlenmesi, başbakanın ve bakanların telefonlarının dinlemesi ve telefon kayıtlarının şantaj ve nihayetinde darbe teşebbüsünde kullanılması. Bu teşebbüsler soruluyor ve bunlar dolayısıyla itham ediliyorsunuz. Okullar dolayısıyla değil. Okullarda iyi işler yapmış olmak size Türkiye'ye vesayet kurma hakkı doğurmuyor.
Haa, bunca yapılanlardan sonra elbetteki okullara bakışın değişmesi de gayet doğal, bakalım oralarda gerçekten neler yapılıyor diye herkesin sorma hakkı doğmuş oluyor. Ama asıl konu bu değildi ki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder