HERŞEYİN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR. Sizin bir planınız, bir hesabınız varsa, Allah’ında bir planı bir hesabı var.

4 Şubat 2014 Salı

Fethullah Gülen'i Hatırlayalım
 Fethullah Gülen'i Hatırlayalım
 28.11.2013 M.SELİM ATLIHAN
Son günlerde twitter âleminde, çok hoşuma giden, keyifli bir twit var,
"-Babacığım, dünyanın en iyi oğluna sahip olmak, nasıl bir duygu?
-Bilmem ki oğlum, Zübeyde Hanım'a sormak lazım." diye.
İşte aynı şey, Fethullah Gülen ve ahalisi tarafından dokunulmaz kılınanlar için de geçerli.
Dershane-vatan millet Sakarya muharebesinin hüküm sürdüğü şu günlerde, biraz Fethullah Gülen merakı sardı beni,
Acaba nasıl bir maziye sahip diye.
Kısa bir arşiv çalışmasından sonra, bir baktım ki, o pür-i pak mazisi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Manşetlerle, demeçlerle, ödül törenleriyle...
Hele de, şu netameli 28 Şubat şeceresiyle ilgili olarak, neler çıktı neler.
Dedim ya, belki biraz iyi gelir diye.
Buyrun, kendi ağzından, kendi demeçleriyle onu biraz hatırlayalım isterseniz:

28 Şubat Kararları, Ne Darbedir Ne de Muhtıra, Bilakis Tavsiyenamedir

“…Dış yapısı itibariyle kararlara bakılınca bir muhtıra şeklinde de yorumlayabilir bazıları. Ben, şahsen öyle yorumlamak istemiyorum. Öyle yorumlamamak için de bazı sebepler var. Bunun kitaplardaki yerini aramaktan ziyade, 12 Mart muhtırasına muhatap olan insanlardan biri olarak yaşadım, gördüm. Muhtıra muhtıraydı. Doğrudan doğruya devletin dışında, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın dışında, Bakanlar kurulunun dışında, devlete tavsiye şeklinde değil; doğrudan doğruya bazı şeyler gönderdiler ki, devlet tecrübesi olan Cumhurbaşkanı devleti devretti. Bu millet, avam halk bile muhtıranın ne olduğunu gördü.

Oysa burada belli ölçüde Milli Güvenlik Kuruluyla, Dâhiliye Vekili ve Hariciyeden insanlar var. Devletin başındaki insan başbakan var. Oturuyorlar bunlar aralarında konuşuyorlar, Türkiye’nin bir krize doğru kaydığını müzakere ediyorlar. Bazı aşılmaz problemler ve ileriye matuf endişe verici bazı şeylerin söz konusu olduğu kararına varılıyor ve sonrasında ortaya bir tavsiyename çıkıyor. Bir tavsiyename diyoruz. Bu tavsiyenameye orda herkes imza atıyor, bir ikisi de sonra atıyor. İmzayı geciktirmede kendi açılarından bir mülahazaları olabilir… Burada tavır koymadan daha ziyade, Jan Jaqoues Rousseou mülahazasıyla yaklaşacak olursak, Güvenlik Kurulu İçtimai Mukavelesi denebilirdi. Yakışıksız bir şey oldu; ama karşılıklı oturup bazı şeyleri görüşmüşler ve mukaveleye imza atılmış.

Bu mukavelede ele alınan tavsiye kararlarını bu açıdan ben şahsen muhtıra şekliyle algılanmasını telif edemiyorum. Niçin bu işin üzerinde bu yorumlarla duruluyor, askeriye muhtıra verdi diye suçlanıyor? Ben bunu yanlış buluyorum.” (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997) 
28 Şubatla Uçurumdan Geriye Dönülmüştür

“…Bu süreç, tıpkı bir kangren olmuştu… Buna neşter vurma manasında bir şey yapıldı. Birdenbire böyle kaoslu bir durumdan, nizama, intizama, ahenge geçilmesi elbette pek mümkün değil. Fakat şu anda bir uçurumdan geriye dönülmüştür. Dilerim inşallah, birileri çıkıp içinden zor sıyrıldığımız o fasit dairenin içine milleti bir daha çekmez.” (Yasemin Çongar’la Röportaj; Milliyet; 31.08.1997) 
Asker, Anayasanın Gereğini Yapıyor; Üstelik Sivillerden de Daha Demokrattır

“… Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü, bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar, konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum ki, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Biraz evvel arz ettiğim mülahazalar açısından, herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa, bir gece hızlı bir baskınla gelirler, hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde. Fakat çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan…” (Kanal D / Yalçın Doğan’a Verdiği Mülâkat / 16.04.1997) 
Asker, MGK’da İnsaflı ve Demokratik Bir Tavır Takındı
“Askeriye, gücü temsil ediyor. Gücün temsil edildiği yerde, mantık, muhakeme tam kıvamına da ulaşmayabilir. İsteselerdi orada bu böyle olacak diyebilirlerdi. Oturup orada meseleyi altı saat müzakere etmezlerdi.

Demek ki, devlet başkanının huzurunda, meseleye çok yumuşak ve insaflıca yaklaştılar. Orada bir kısım tavsiye kararlarını ortaya koydular. Bu süre içinde tatbikini devlete bıraktılar. Yani demokratik yollardan problemler çözülsün istediler. Antidemokratik mücadelelere başvurmayı düşünmediler. Ben bunu böyle algılıyorum.” (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997) 
Askeri Darbeler, Kimi Zaman Gereklidir

“Ama bazı durumlar olmuştur ki, askeri müdahalelerin neşter vurması söz konusu olmayınca, belki o kangren bertaraf edilememiş, o kanser aşılamamıştır. Türkiye’yi 12 Mart muhtırasına götüren dönemleri biliyorum. O dönemde, gadre uğrayanlardan birisiyim. 12 Eylül dönemini de çok iyi biliyorum. Devlet memuruydum, vaz-u nasihat ediyordum. Herkes belli bir hevesin zebunu Türkiye’yi, bir yerlere çekmek istiyordu. Ve çekilmişte olabilirdi 12 Eylül’de. Türkiye, bir ejderin ağzına atılmış olabilirdi. Ve şimdi biz Asya’daki o devletler gibi perişan, derbeder, yıkık-dökük Rusya’nın vesayetinde bir hale gelebilirdik. Bu açıdan askerî müdahaleleri bütün bütün yadırgamak, bütün bütün isabetsizdir demek doğru değildir; ama acaba demokrasi içinde askeri güç o dönemde anarşiyi aşamaz, kargaşanın önüne geçemez miydi? Terörü bertaraf edemez miydi? Bunları geleceğin sosyologları, felsefe tarihçileri değerlendirecek, hükümlerini verecek, yanlış iş yapanları efkar-ı ammede mahkum edecekler. Tarih de mahkûm edecek onları. O bakımdan o hususlara girmek istemiyorum.” (İnter Star TV / 6 Temmuz 1995) 
"Asker Muhtıra Verdi" deyip, Askerin Günahına Girmeyin

“…İnsanların müzmeratına (günahına) girerek onları bir şeye mahkûm etmek doğru değildir. Muhtemellere hüküm bina etmek, suizan kapısını açar. Ve muhtemellerle mahkûm edilmedik insan kalmaz. Bu açıdan buna muhtıra denmez. Muhtıra bir gücün başka bir tarafta iş yaptırması, birine karşı açıktan açığa bu yapılsın şeklinde tavır koymasıdır.” (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997) 
Askerden Yana Hiç Endişeniz Olmasın

“Türk milleti asker bir millettir. O kadar askerle bütünleşmiştir ki, yeri geldiğince Malazgirt’ten Çanakkale’ye, Çanakkale’den Kıbrıs’a uzanan çizgide askerlik vak’ası, bütün şuuraltımızı etkilemiştir. Bugün de Güneydoğu’da seve seve canlarını vererek şehid düşen askerlerimiz vardır. Bunlar, milletimizin askere olan manevi bağlarının ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir. Kim ne derse desin, asker millet, askerini sever, bağrına basar ve o asker ocağına peygamber ocağı nazarıyla bakar. Kimsenin hiç endişesi olmasın.” (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997) 
Ben Kim Oluyorum Ki Orduya Karşı Geleyim

“Bir kere orduyla aramızda bir gerginlik olduğunu kabul etmiyorum. Ben kim oluyorum ki böyle gaziler evladı şehitler namzedi bir orduyla arasında gerginliğe hak vereyim. Burada orduya karşı saygı duyuyorum derken de, bazıları acaba mülahazası ne diye aklına gelebilir. Ama benim atalarım asker. Edirne’de Bulgara karşı savaşan Şükrü Paşa, özbeöz benim dedem. Ailemde, hep asker kahramanlıkları duydum. O kahramanlık yanının etkisiyle okuyup asker olayım diye düşünmüşümdür.

Askere karşı bir sevgim var. Bir rahatsızlık varsa, o, benim bazı tavırlarımdan kaynaklanmış olabilir. Ordu, bazı konularda hassastır, duyarlıdır. Onlar da zamanın ve kendi bildiklerinin tesirlerinde bazı yorumlar yapıyorlardır. Onlar, laiklik ve cumhuriyet gibi hassas konularda, vazife ve sorumlulukları gereği, daha fazla hassas olma durumundadırlar. Bazı manipülasyonlar bu hassasiyete çarpınca, böyle şeyler olabiliyor.” (Milliyet / Özcan Ercan’la Röportaj / 5 Nisan 1998) 
Cumhurbaşkanı Demirel de Sorumluluğunun Bilincindedir

“… Ben, Türk toplumuna tavsiyede bulunma durumunda, konumunda değilim; ama düz bir vatandaş olarak hislerimi ifade etmede de bir beis görmüyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız bu mevzuda kendi sorumluluklarının şuurundadır. Zannediyorum dengeye çok hizmetleri olacaktır.” (Kanal D / Yalçın Doğan’a Verdiği Mülâkat / 16.04.1997)

Darbenin Genelkurmay Başkanı Karadayı’ya Hoşgörü Ödülü

“Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya, (Fethullah Gülen'in kurucusu olduğu) Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Yılın Hoşgörü Ödülü’nü vermek istediği Çevik Bir’e iletildi; ancak bu talep reddedildi.” (Nazlı Ilıcak; Her Taşın Altında “The Cemaat” Mi Var?; sf. 154) 
Darbenin Komutanı Almadı Ödülü, O Zaman Başkomutana Verelim

“Sayın Cumhurbaşkanı da teşrifleriyle bunun altını çizdi. Kamu vicdanına mutabık davrandı ve milletin sesine tercümanlık yaparak, cumhurun reisi olduğunu bir kere daha fiilen gösterdi. ‘Ülkemde yaşayan kim olursa olsun, kuzeylisi, doğulusu, batılısı hangi etnik köken, inanç ve mezhepten olursa olsun hepinizi kucaklıyorum’ sözü marjinal düşüncelere bir cevap niteliği taşıyordu. Engin tecrübeleriyle huzursuzlukları aşmasını bilen Cumhurbaşkanımız, uzlaşmaya devletin de taraf olduğunun altını tekrar tekrar çizmiş oldular. Cumhurbaşkanımız, ‘İbret dolu, ders dolu bir geceydi. Bu plaketi ülkenin bölünmez bütünlüğüne, Türk milletinin mutluluğuna verilmiş sayıyorum. Çünkü ben Türk devletini, milletin birliğini, bütünlüğünü temsil ediyorum’ sözleri özel bir anlam taşıyordu.” (Zaman Gazetesi; 27.12.1997; http://tr.fgulen.com/content/view/2599/11/) 
Fethullah Gülen’den Çevik Bir’e İçeriği Zillet Dolu Mektup

“Genel Kurmayımızın çok değerli ikinci Başkanı Sayın Komutanım,

Son günlerde, medyamızda yeniden gündeme gelen ve yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullarla ilgili olarak, şu birkaç satırla, huzurlarınızı işgal edeceğim için yüksek af ve hoşgörünüze sığınıyorum…

Değerli Komutanım, Kahraman ordumuzun şerefli bir mensubu ve en yüksek rütbede bir komutanı olarak takdir buyuracağınız üzere, tamamen Türk eğitim sistemine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda eğer, Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik, bağımsız ve sosyal bir hukuk devleti özelliğinin aksine bir faaliyet varsa, devletimizden önce ben, bu okulların açılmasını teşvik etmiş bir olarak kapatılmalarını teşvik ederim… Bununla birlikte, devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları, dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için, böyle bir devirden söz etmek bile abestir…

Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş (üstlenmiş) şanlı ve kahraman ordumuzun seçkin ve şerefli bir mensubu ve Genel Kurmayımız’ın İkinci Başkanı olarak, ne zaman, nerede ve ne şekilde arzu buyurursanız bu okulları şereflendirebilir ve her türlü teftişi yapabilirsiniz…
Böyle bir mektupla kıymetli vakitlerinizi işgal etme sû-i edebinde (edepsizliğinde) bulunduğum için tekrar özür diler, yeni yılda sıhhat ve afiyet dileklerimle birlikte, en derin saygılarımın kabûlünü arz ederim efendim.  ” (http://yenisafak.com.tr/arsiv/2000/ekim/16/dizi.html) 
Benimle Erbakan Arasında Kalpten Kalbe Yol Yok
“Aranızda bir gerginlik mi var?

- Bir gerginlik yok da, ‘El ervahu cunudun mücennedetün’ diye birşey var. ‘Ruhlar’ tıpkı bir sistem altında ordunun fertleri gibidir. Bunlar arasında içten böyle birbirine akma, birbirine kayma, birbirine dökülme, birbirini çok iyi bilme varsa telif olur, anlaşma uzlaşma olur, Şayet öyle birşey yoksa tenakür (zıtlık) denir ona.

- Yani tenakür mü vardır ruhların uzlaşmazlığı, uyuşmazlığı mı var?

- Bilmiyorum yani bu şeyleri bir atasözü vardır. Kalpten kalbe yol vardır.

- Şu anda kalbten kalbe pek yol gözükmüyor?

- O yolu koymamışlarsa bizim uzlaşmamız da biraz zor olabilir.

- Bu kişisel birşey mi? Yoksa dünya görüşü mesafesi mi?

- Dünya görüşü meselesi de olabilir. Ben şahsen kişisel olarak, hiç kimsenin aleyhinde olmama niyetinde ve kararındayım.

- Yani aranızda bu kalpten kalbe giden yolun belli ölçüde tıkanık olması İslamiyet’e zarar verecek davranışlar tarafından mı karşı tarafın?

- Öyle zannediyorum veya öyle algılıyorum, öyle içtihat ediyorum.” (Yalçın Doğan’la Mülakat; Kanal D; 16.04.1997)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder